MADDE NEDİR? DENEY NEDİR?
1. MADDE NEDİR? DENEY NEDİR?
Bu soruların birincisi, idealistlerin, bilinemezcilerin ve mahçıların inatla materyalistlere sordukları sorudur; ikinci soruyu ise materyalistler mahçılara yöneltiyorlar. Konuyu aydınlatmaya çalışalım.
Avenarius madde konusunda şunları söylüyor:
"Arıtılmış ‘tam deney'in bağrında ‘fiziksel' bir şey yoktur, sözcüğün mutlak metafizik anlamında madde yoktur, çünkü bu anlamda madde ancak bir soyutlamadır: Madde, her türlü merkez terimden soyutlanırsa, karşı-terimlerin bir toplamı olurdu. Nasıl ilke düzenlemesinde, yani ‘tanı deneyde' karşı-terim bir merkez terim olmaksızın kavranılamaz (undenkbar) bir şey ise, ‘madde' de mutlak metafizik anlayışta tam bir anlamsızlıktır (Unding)." (Bemerkungen zum Begriff des Gegenstandes der Psychologie, adı geçen derginin 2. sayfası, § 119.)
Bu laf salatasından çıkan şu: Avenarius fiziksel olanı ya da maddeyi mutlak ya da metafizik olarak nitelendiriyor, çünkü onun ilke düzenlemesi teorisi (ya da yeni biçimiyle: "tam deney") karşı-terimin merkez terimden ayrılamaz olmasını, çevrenin Ben'den, Ben-olmayanın da Ben'den ayrılamaz (J. G. Fichte'nin dediği gibi) olmasını ister. Daha önce söylediğimiz gibi, bu teori, öznel idealizm kılığına bürünmüştür ve Avenarius'un "madde"ye karşı saldırılarının niteliği oldukça açıktır: idealist, ruhsal olandan bağımsız bir fiziksel varlığı yadsır ve bu nedenle, bu çeşit bir varlığı belirtmek üzere felsefenin hazırlayıp geliştirdiği kavramı reddeder. Maddenin "fiziksel" olduğunu (yani en bilinen, insana en doğrudan doğruya verilen, hücreye kapatılmış akıl hastalarından başka hiç kimsenin kuşku duymadığı bir şeyi) Avenarius yadsımaz; yalnız, çevre ile Ben arasında çözülmez ilişkiye değgin "kendi" teorisinin benimsenmesini istemekle yetinir.
Mach bu aynı fikri felsefi kurnazlıklara başvurmaksızın daha yalın bir biçimde ifade eder: "Bizim madde dediğimiz şey, öğeler ("duyumlar") arasındaki belli bir düzenli ilişkiden başka bir şey değildir." (Duyumların Tahlili, s. 270.) Mach, bu iddiası ile, halen geçerlikte olan dünya anlayışında "kökten bir devrim" yaptığı sanısındadır. Aslında dünya kadar eski bir öznel idealizmle karşı karşıyayız, ama küçük "öğe" sözcüğü onun çıplaklığını örtmektedir.
Son olarak, İngiliz mahçısı Pearson, materyalizme karşı amansızca savaşırken şöyle diyor: "Şimdi, az" ya da çok kalımlı bazı duyu algıları gruplarım bir arada sınıflandırmamıza ve onları madde diye adlandırmamıza hiç bir itiraz olamaz, –böyle yapmak, gerçekten de, bizi, John Stuart Mill'in maddeyi ‘duyumun kalımlı olasılığı' diye tanımlamasına Çok yaklaştırır– ama maddenin bu tanımı, bizi, hareket eden bir şey olarak maddeden tamamen uzaklaştırır." (The Grammar of Science, 1900, 2. baskı, s. 249.) İdealist, burada, tıpkı incir yaprağı örneği, "öğelerle" örtünmüyor, açıkça elini bilinemezciye uzatıyor.
Okurun da gördüğü gibi, ampiryokritisizmin kurucularının bütün bu uslamlamaları, düşünme ile varlık arasındaki, duyumlar ile fiziksel olan arasındaki ilişkilere değgin eski bilgibilimsel sorunun çevresinde, tamamıyla ve yalnız onun çevresinde dolanıp durmaktadır. Burada, azıcık da olsa "modern doğa bilimlerine" ya da "modern olguculuğa" ilişkin bir şey bulabilmek için bizim Rus mahçılarının ölçüsüz saflıklarına gerek vardı. Kendilerinden sözetmiş olduğumuz bütün filozoflar, kimileri açıkça, kimileri dolambaçlı yollardan, materyalizmin temel felsefi eğilimi (varlıktan düşünceye, maddeden duyuma) yerine idealizmin karşı eğilimini koymaktadırlar. Onların maddeyi yadsımaları, bilgi teorisinin sorunlarına karşı, dış dünyanın varlığını, duyumlarımızın nesnel kaynağını, duyumlarımıza uygun düşen nesnel bir gerçekliğin varlığını yadsımaktan oluşan eski, bilinen yanıttan başkası değildir. Öte yandan, idealistlerce ve bilinemezcilerce yadsınan felsefi eğiğimin kabulü, şu tanımlarla ifade edilmiştir: madde, duyu örgenlerimiz üzerinde etki yaparak duyumu yaratan şeydir; madde, bize duyum içinde verilen nesnel gerçekliktir vb..
Bogdanov, yalnız Beltov üzerinde tartışıyormuş gibi yaparken, Engels'i sessizce geçerek, bir felsefe,eğilimine göre maddenin birincil öğe, ruhun ise ikincil öğe olduğu, öteki eğilim için durumun bunun tersi olduğu biçimindeki "formülün" (yani Engels'in formülünün, "marksist'imiz bunu eklemeyi unutuyor) –görmüyor musunuz– "yalın bir yinelenmesi" (Ampiryomonizm, III, s. xvi) olduğu biçimindeki tanımlamalara kızıyor. Ve bütün Rus mahçıları, coşkuyla, Bogdanov'un "çürütme"sini yineliyorlar! Oysa birazcık düşünme, bu insanlara, aslında, bilgibilimin bu en sonuncu iki kavramına, bunlardan hangisinin birincil olarak alındığını göstermeksizin, herhangi bir tanım vermenin olanaksız olduğunu tanıtlardı. Bir "tanım" vermek ne demektir? Her şeyden önce, verilen bir kavramı, daha kapsamlı bir kavrama götürmek demektir. Örneğin şöyle bir tanımı dile getirdiğim zaman: eşek bir hayvandır dediğimde, "eşek" kavramını daha kapsamlı bir kavrama götürüyorum demektir. Şimdi, burada, bilgi teorisinin iş görebileceği varlık ve düşünce, madde ve duyum, fiziksel ve ruhsal denilen kavramlardan daha kapsamlı kavramlar var mıdır sorusu ortaya çıkıyor. Hayır. Bunlar, bilgibilimin şimdiye dek (terminoloji üzerinde her zaman yapabileceğimiz değişiklikler bir yana bırakılırsa) aşamamış olduğu en sonuncu, en kapsamlı kavramlardır. Çok geniş kapsamlılığın bu iki kavram "dizileri"nin "salt yineleme" olamayacak bir "tanımını" istemek için, insanın ya bir şarlatan ya da tamamen kalın kafalı olması gerekir: şu ya da öteki birincil olarak alınmalıdır. Yukarıda sözü edilen madde konusundaki üç uslamlamayı alalım. Bunlar eninde sonunda nereye varır? Tıpkı merkezi terimden karşı-terime, ya da duyumdan maddeye, ya da duyu algılarından maddeye varıldığı gibi, bu filozoflar ruhsal olandan ya da Ben'den hareket ederek fiziksele ya da çevreye varırlar. Avenarius, Mach ve Pearson, gerçekte, kendi felsefi eğilimlerim belirtmenin dışında, bu temel kavramların herhangi bir başka "tanımı"nı verebilirler miydi? Herhangi bir başka yolda, herhangi bir özel yolda Ben'in ne olduğunu, duyumun ne olduğunu, duyu algısının ne olduğunu tanımlayabilirler miydi? Mahçıların, materyalistlerden, maddenin, doğanın, varlığın, fiziksel olanın birincil, ruhun, bilincin, duyumun, ruhsal olanın ise ikincil olduğu şeklindeki önermenin bir yinelenmesine indirgenemeyecek olan bir madde tanımı vermeleri konusundaki istekleriyle ilgili sözlerinin saçmalıktan başka bir şey olmadığını anlamak için sorunu açık biçimde koymak yeterlidir. Marks ve Engels'in dehası, başka özellikleri yanında, yeni terimlerle, karmaşık terimlerle, ustaca "izm"lerle yapılan ukala sözcük oyunlarına karşı tiksintileri İle ve yalın dilleri ve açık sözlülükleri ile de kendini ortaya koymuştur: felsefede iki eğilim vardır, materyalist eğilim, idealist eğilim; bu İkisi arasında bilinemezciliğin çeşitli nüansları bulunur. Felsefede "yeni" bir görüş açısı bulmak için yapılan boşuna çabalar, "yeni" bir değer teorisi, "yeni" bir rant teorisi vb. yaratmaktaki benzer çabalar da aynı akıl yoksulluğunu ortaya koyar.
Öğrencilerinden Carstanjen, Avenarius'un özel bir. konuşmada kendini şöyle açıkladığını söyler: "Ne fizikseli, ne ruhsalı biliyorum; ben, sadece üçüncü bir öğeyi biliyorum." Avenarius'un bu üçüncü öğenin tanımlamasını yapmadığı gözleminde bulunan bir yazara karşılık olarak Petzoldt şöyle diyor: "Onun bu kavramı neden ifade edemediğini biliyoruz. Çünkü üçüncü öğenin karşı-terimi yoktur (Gegenbegriff, çatışkısal anlayış). ... Üçüncü öğe nedir? sorusu mantıktan yoksun bir sorudur." (Einführung in die Philosophie der reinen Erfahrung, c. II, s. 329.) Petzoldt, bu son kavramın tanımlanamaz olduğunu kabul ediyor. Ama o, bir "üçüncü öğe"ye başvurmanın salt bir bahane olduğunu anlamıyor, çünkü fiziksel olanın ve zihinsel olanın ne olduğunu bilmekle birlikte, ‘'üçüncü öğe"nin ne olduğunu şimdilik bilemiyoruz. Avenarius, bu kurnazlığı, kendi izini örtmek için kullanıyor; gerçekle Ben'in birincil (merkez terim) ve doğanın (çevrenin) ikincil (karşı-terim) veri olduğunu söylüyor.
Kuşkusuz, madde ile bilinç arasındaki karşıtlığın, ancak çok dar sınırlar içerisinde mutlak bir anlamı vardır: yani bu durumda, şu temel bilgibilimsel sorunun sınırları İçerisinde: birincil olan hangisidir, ikincil olan hangisidir? Bu sınırların ötesinde bu karşıtlığın göreliliği hiç kuşku götürmez.
Şimdi de ampiryokritikçi felsefenin "deney" sözcüğünü nasıl kullandığını görelim. Salt Deneyin Eleştirisi'nin ilk paragrafında şu aşağıdaki "varsayım" yapılmaktadır: "Bizim çevremizin her öğesi insan bireyleri ile öyle ilişkiler içinde bulunur ki, öğe verildiği zaman birey kendi deneyini şöyle ifade eder: Şu ya da bu şeyi deneyle öğreniyorum; şu ya da bu şey deneyindir; ya da deneyden gelir, ya da deneye bağlıdır." (Rusça çevirisi, s. 1.) Böylece deney, bu aynı kavramların terimleriyle tanımlanmıştır: Ben ve çevre; onların "çözülmez" bağlantısı "öğretisi"ne gelince, o, şimdilik hasıraltı edilir. Devam edelim. "Salt deneyin bireşimsel anlayışı": "tamamen çevrenin öğelerince bütünleşmesi içinde koşullandırılmış sav olarak deney." (s. 1-2.) Eğer çevrenin, insanın "savlarından", "yargılarından" bağımsız olarak varlığı kabul edilirse, deneyin materyalist yorumu olanak kazanır! "Salt deneyin çözümsel anlayışı": "tamamen deney olmayan ne varsa onunla yapılan ve bu yüzden de deneyi temsil etmeyen her türlü karışımın" salt savı olarak." (s. 2.) Deney deneydir. Sahte bilimsel saçmalıkları derinlik sananlar vardır!
Şunu da eklemek gerekir ki, Avenarius, Salt Deneyin Eleştirisi'nin II. cildinde, "deney"i ruhsal olanın "özel bir durumu" sayar ve onu maddi değerler (sachhafte Werte) ve zihni değerler (gedankenhafte Werte) diye ayırır; "geniş anlamında deney" sonuncuyu içerir; "tam deney" ilke düzenlemesiyle özdeşleşir (Bemerkungen). Kısaca: "Paranı öde, istediğini al." "Deney", felsefede materyalist eğilimi de, idealist eğilimi de kapsar ve onların karıştırılmasına yol açar. Bizim mahçılarımız, inançla, "salt deneyi" saf altın olarak kabul ederlerse de, çeşitli felsefe eğilimlerinden olan başka yazarlar, Avenarius'un, bu salt deney anlayışını yollu yolsuz kötüye kullandığını gösteriyorlar. "Avenarius salt deneyi kesin bir biçimde tanımlamıyor, diye yazıyor A. Riehl, ve onun ‘Salt deney', deney olmayan ne varsa onlarla yapılmış her türlü karışımın deneyidir" yolundaki açıklaması, açıkça, bir kısır döngü içinde dolanıp durmaktadır." (Systematische Philosophie, Leipzig 1907, s. 102.) Wundt ise, Avenarius'ta, salt deney, bazan canınızın istediği bir fantezi, bazan da "maddilik" özelliği olan yargılar anlamını taşır diye yazıyor. (Philosophische Studien, c. XIII, s. 92-93.) Avenarius deney kavramını genişletir, (s. 382.) "Bu terimlerin kesin anlamı, diye yazıyor Couwelaert bu felsefenin anlamının bütünlüğüne dayanır. Avenarius bu kesin tanımlamaları vermez." (Revue Neo-Scolastique, Şubat 1907, s. 61.) "Deney teriminin belirsizliği Avenarius'un çok işine yaramıştır" ve bu terim, ona, savaşır gibi yaptığı idealizmi felsefesine sokması olanağını vermiştir, diyor Norman Smith. (Mind, c. XV, s. 29.)
"Resmen açıklıyorum: benim felsefemin derin anlamı, ruhu, insanın genel olarak deney dışında hiç bir şeye sahip olmamasıdır; insan deneyden başka hiç bir şeyle, hiç bir şeye varamaz..." Ne gayretkeş bir salt deney filozofu değil mi? Bu satırlar öznel idealist J. G. Fichte'nin satırları. (Sonnenklarer Bericht an das grössere Publikum über das eigentliche Wesen der neuesten Philosophie, s. 12.) Felsefe tarihinden biliyoruz ki, "deney" kavramının yorumu, klasik materyalistleri idealistlerden ayırmıştır. Her eğilimdeki profesörce felsefe, bugün, gerici niteliğini, "deney" konusundaki çeşitli iddialarla gizliyor. Bütün içkinciler de deneyin ardına sığmıyorlar. Bilgi ve Yanılgı'nın 2. baskısının önsözünde, Mach, Profesör W. Jerusalem tarafından yazılan bir kitabı övüyor, ve orada şunları okuyoruz: tanrısal ilk varlığın kabulü deneyle çelişmez." (Der kritische Idealismus und die reine Logik, s. 222.)
Küçücük "deney" sözcüğünün yardımıyla, materyalizm ile idealizm arasındaki "bayatlamış" ayırımı, Avenarius ve ortaklarının iddialarına göre, ortadan kaldırma olanağına inanan insanlara acımaktan başka bir şey gelmez elden. Valentinov ve Yuşkeviç, Mach'ın salt öğretisinden hafifçe sapan Bogdanov'u "deney" terimini kötüye kullanmakla suçluyorlarsa da, bu beyler burada bilisizliklerini ortaya koymaktan başka bir şey yapmıyorlar. Bogdanov, bu konuda "suçlu değildir": o, ancak, Mach'ın ve Avenarius'un karmakarışık fikirlerini kölece kopya ediyor, Bogdanov, "bilinç ve dolaysız ruhsal deney özdeş kavramlardır" {Ampiryomonizm, c. II, s. 53.) ya da madde "deney değildir" ama "bilinen her şeyin kendisinden doğduğu bilinmeyendir" (Ampiryomonizm, c. III, s. xiii), dediği zaman deneyi idealistçe ele alıyor. Ve kuşkusuz, o, "deney" sözcüğü üzerinde spekülasyonlar yaparak bu idealist sistemleri yaratanların ne birincisi1 ne de sonuncusudur. Gerici filozofları yanıtlarken, deneyin sınırlarının dışına çıkma girişimleri, gerçekte, insanı, "ancak öğeleri gene de deneyden çekip çıkarılmış boş soyutlamalara ve çelişik imgelere" götürür dediği zaman, (c. I, s. 48), insanın dışında ve insanın bilincinden bağımsız olarak var olan şeyi boş soyutlamaların karşısına koyuyor, yani bir başka deyişle, deneyi materyalistçe ele alıyor.
Mach, kendisi de, aynı şekilde, idealizmi çıkış noktası olarak alıp (cisimler, duyum ya da "öğe" karmaşalarıdır), sık sık "deney" sözcüğünün materyalist bir yorumuna doğru sapıyor. "O, felsefeyi kendi kendimizden değil, (nicht aus uns herausphilosophieren) ama deneyden çıkarmamız gerekir" diyor Mekanik'inde. (3. Almanca baskı, 1897, s. 14.) Deney, burada bizim kendimizden çıkarılan boş felsefeye karşı konulmuştur; bu demektir ki, deney, burada, nesnel, insana dışardan verilmiş, materyalistçe ele alınmıştır. Bir örnek daha: "Bizim doğada gözlemlediğimiz şey, anlaşılmamış ve tahlil edilmemiş olmalarına karşın, bizim tasarımlarımız üzerine işlenmiştir, ve bu tasarımlar, daha sonra, en genel ve en sağlam çizgileriyle (stärksten) doğanın süreçlerini öykünürler (nachahmen). Bu deneylerde her zaman elimizin altındaki bir hazineye (Schaltz) sahibiz. ..." (Op. cit., s. 27.) Burada, doğa birincil veri olarak, duyum ve deney ise ikincil veri olarak alınmaktadır. Eğer Mach, bilgibilimin temel sorunlarında da, kararlılıkla bu görüşü savunsaydı, insanlığı, bir sürü ahmakça idealist "karmaşalar"dan kurtarmış olacaktı. Bir üçüncü örnek: "Düşünce ve deney arasındaki sıkı bağlantıdan çağdaş doğa bilimleri doğar. Deney düşünceyi yaratır. Bu düşünce giderek geliştirilir, ve yeniden deneyle karşılaştırılır." vb., (Erkenntnis und Irrium, s. 200.) Mach'ın kişisel "felsefesi" bir yana atılıyor ve yazar, içgüdüsel olarak, deneyi materyalistçe ele alan doğa bilimcilerinin düşünce biçimini benimsiyor.
Özetlersek: mahçıların sistemlerini üzerine oturttukları "deney" terimi, uzun zaman idealist sistemlere kılık değiştirmeleri için hizmet etmiştir; Avenarius ve ortakları da, şimdi, seçmecilikle birlikte idealizmden materyalizme ve materyalizmden idealizme seçmeci bir geçiş için bu terimden yararlanıyorlar. Bu kavramın çeşitli "tanımlamaları", Engels'in o kadar açıklıkla ortaya koyduğu, felsefenin iki temel eğilimini ifade etmekten başka bir şey değildir.
2. PLEHANOV'UN "DENEY" KAVRAMINA İLİŞKİN YANILGISI