Halkın Dostları Kimlerdir? ve Sosyal-Demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar?
V.İ.Lenin
BİRİNCİ KISIM
Russkoye Bogatstvo [2] sosyal-demokratlara karşı bir kampanya açmıştır. Geçen yıl, 10uncu sayıda, bu derginin önde gelenlerinden birisi, sayın N. Mikhailovsky, "bizim sözde marksistlerimize, ya da sosyal- demokratlara"[3] karşı yakında bir "polemik" yayınlanacağı haberini verdi. Ardından, bay S. Krivenko'nun, "Serbest Kültür Yazarlarımız" başlıklı makalesi (Sayı 12), ve bay N. Mikhailovsky'nin "Yazın ve Yaşam"ı (Ruskoye Bogatstvo, 1894, Sayı 1 ve 2) geldi. Ekonomik gerçekliklerimiz üzerine derginin kendi görüşlerine gelince, bu, bay S. Yujakov tarafından "Rusya'nın Ekonomik Gelişmesinin Sorunları" başlıklı makalede (Sayı 11 ve 12) en tam biçimde anlatılmıştır. Dergilerinde, genel olarak "halkın" gerçek "dostları'nın fikirlerini ve taktiklerini sunduklarını iddia ettikleri halde, bu beyler, sosyal-demokrasinin baş düşmanlarıdır. Onun için, bu "halkın dostlarına, onların marksizmi eleştirilerine, düşüncelerine ve taktiklerine daha yakından bir gözatalım.
BAY N. Mikhailovsky, dikkatini, esas olarak, marksizmin teorik ilkelerine veriyor ve bu yüzden materyalist tarih anlayışının özel bir araştırmasını yapıyor. Bu öğretiyi açıklayan ciltler dolusu marksist yazının içeriğini genel olarak özetledikten sonra, bay Mikhailovsky, eleştirisini aşağıdaki tiratla açıklıyor:
"Her şeyden önce" diyor, "doğal olarak şu soru ortaya çıkar: Marx, yapıtlarından hangisinde materyalist tarih anlayışını açıkladı? Kapital 'de bütün ekonomik yazının ve ilgili gerçeklerin titiz bir araştırılmasıyla, mantıksal gücün geniş bilgi ile birleştirilmesinin bir örneğini verdi. Ekonomi biliminin çoktandır unutulmuş ya da bugün kimse tarafından bilinmeyen teorisyenlerini güm sığına çıkardı ve fabrika müfettişleri raporlarında ya da uzmanlar tarafından çeşitli özel komisyonlara sunulan kanıtlarda yeralan en küçük ayrıntıları bile ihmal etmedi; kısacası, kısmen ekonomik teorileri için savlar sağlamak, kısmen de onları örneklerle açıklamak için bu büyük olgusal malzeme yığınını inceledi. Eğer 'tümüyle yeni' bir tarihsel süreç anlayışını yaratmış olsaydı, eğer insanlığın tüm geçmişini yeni bir görüş açısından açıklamış ve tarih felsefesi üzerine bugüne dek varolmuş olan teorileri özetlemiş olsaydı, kuşkusuz, bunları da aynı şevkle yapardı: Aslında tarihsel sürecin tüm bilinen teorilerini gözden geçirmiş ve eleştirel bir tahlilini yapmıştır, ve dünya tarihine ait bir yığın olguyu, işlemiştir.
Marksist yazında pek adet olan Darwin'le karşılaştırma, bu fikrin daha da çok doğrulanmasını sağlar. Darwin'in tüm çalışması neye varır? Gerçek bir olgusal malzeme dağını taçlandıran, yakın karşılıklı ilişki içinde bulunan bazı genel fikirlere. Ama Marx'ta buna uygun düşen çalışma nerededir? Böyle bir şey yoktur. Ve Marx'ın böyle bir çalışması yalnızca varolmamakla kalmıyor, ciltler dolduran ve yaygın niteliğine karşın tüm marksist yazında da hiç bulunamıyor."
Tüm tirat pek tipiktir ve kamuoyunun, Kapital’i ve Marx'ı ne denli az anladığını görmemize yardımcı olmaktadır. Davasını ortaya koyuşundaki çok büyük inandırıcılık altında ezilerek, Marx'ın önünde yerlere kadar eğiliyor ve onu övüyorlar ve aynı zamanda da onun öğretisinin temel içeriğini tümüyle gözden yitiriyor ve "öznel toplumbilim"in eski şarkılarını söylemeye pek sakin bir biçimde devam ediyorlar. Bununla ilgili olarak, insan, Kautsky'nin, Marx'ın ekonomik öğretileri üzerine yazdığı kitabının başına koymak için seçtiği pek yerinde alıntıyı anımsamadan edemiyor:
Wer wird nicht einen Klopstock loben? Doch wird ihn jeder lesen? Nein.
Wir wollen weniger erhoben, Und fleissiger gelesen sein![1*]
Tam da böyle! Bay Mikhailovsky, Marx'ı daha az övmeli ve onu daha gayretle okumalı, ya da daha iyisi, okuduğuna daha ciddi eğilmelidir.
"Kapital'de, Marx, bize, mantıksal gücün geniş bilgi ile birleştirilmesinin bir örneğini verdi", diyor bay Mikhailovsky. Bu tümcede, bay Mikhailovsky, bize, özden yoksunlukla birleştirilmiş parlak bir tümce örneği veriyor — bir marksist de böyle demiş. Ve bu gözlem, çok haklı bir gözlemdir. Gerçekten de, Marx'ın bu mantıksal gücü kendini nasıl ortaya koydu? Etkileri nelerdi? Bay Mikhailovsky'nin yukarıdaki tiradını okurken, insan sanabilir ki, bu güç, tümüyle, terimin en dar anlamıyla, "ekonomik teoriler" üzerinde yoğunlaşmıştır — bundan öte bir şey değil. Ve bay Mikhailovsky, Marx'ın mantık gücünü ortaya koyduğu alanın dar sınırlarını daha da çok vurgulamak için, "en küçük ayrıntılar", "titizlik", "kimsenin bilmediği teorisyenler" vb. üzerinde önemle durmaktadır. Marx, bu teorilerin kurulma yöntemlerine esas olarak yeni ya da dikkate değer hiçbir şey katmamış, ekonomi biliminin sınırlarını, onları genişletmeksizin, bilimin kendisinin "tamamen yeni" bir kavramını getirmeksizin, daha önceki iktisatçıların bıraktığı yerde bırakmış gibi görünebilir. Oysa, Kapital’i okumuş olan herhangi biri, bunun kesinlikle doğru olmadığını bilir. Bununla ilgili olarak, insan, bay Mikhailovsky'nin onaltı yıl önce o kaba burjuva bay Y. Jukovski ile tartışırken, Marx hakkında neler yazdığını anımsamadan edemiyor.[4] Belki zaman farklıydı, belki duygular daha tazeydi — ne olursa olsun bay Mikhailovsky'nin makalesinin gerek tonu, gerekse içeriği o zamanlar tümüyle farklıydı.
"Karl Marx, Kapital’ine değinirken,'... Bu çalışmanın sonal amacı, modern toplumun gelişme yasasını [orijinalinde: Das ökonomische Bewegungsgesetz — hareketin ekonomik yasası] açıkça ortaya koymaktadır', diyor ve bu programa sıkı sıkıya bağlı kalıyor." Bay Mikhailovsky, 1877'de böyle diyordu. Sıkı sıkıya bağlı kalınan — eleştirmenin kabul ettiği gibi— bu programı daha yakından inceleyelim. Bu, "modern toplumun ekonomik gelişme yasasını açıkça ortaya koymaktır.
Formülasyonun kendisi, karşımıza, açıklama gerektiren birkaç soru çıkarıyor. Kendisinden önce gelen bütün iktisatçılar, genel olarak, toplumdan sözettikleri halde, Marx, neden "modern" toplumdan sözeder? "Modern" sözcüğünü hangi anlamda kullanır, bu modern toplumu hangi özelliklerle ayırdeder? Ve dahası, toplumun hareketinin ekonomik yasası ile ne kastedilmektedir? İktisatçıların —ve bu arada belirtelim ki, bu Ruskoye Bogatstvo'nun dahil olduğu ortamın yazarlarının ve iktisatçılarının gözde fikirlerinden biridir—, yalnızca değerlerin üretiminin salt ekonomik yasalara bağımlı olduğunu, oysa dağılımın siyasete, hükümetin, aydınların vb. toplum üzerine yaptığı etkinin niteliğine bağlı olduğunu ilan ettiklerini duymaya alışmışızdır. Ö halde Marx, toplumun hareketinin ekonomik yasasından, hatta bu yasaya bir doğa yasası —Naturgesetz— diye değinerek, hangi anlamda sözediyor? Bizim yerli toplumbilimcilerimizden pek çoğu, toplumsal görüngülerin, doğal tarihin görüngülerinden özellikle ayrı olduğunu, ve bu yüzden birincinin araştırılmasının kesinlikle ayrı bir "öznel toplumbilim yöntemi" gerektirdiğini göstermek için sayfalar doldururlarken bunu nasıl anlayacağız?
Bütün bu duraksamalar doğal ve zorunlu olarak doğarlar ve, kuşkusuz, ancak tam bir karacahil, Kapitalden sözederken bunlardan kaçınır. Bu soruları aydınlatmak için, önce, Kapital’in aynı önsözünden —yalnızca birkaç satır daha aşağıda olan— bir pasaj daha aktaracağız.
"Benim görüş açımdan]" diyor Marx, "toplumun ekonomik biçimlenişinin evrimine, doğal tarihin bir süreci olarak bakılır."[5]
Kapital’in, söylendiği gibi, sıkı bir tutarlılık ve ender bir mantık gücü ile sürdürülen temel fikrinin burada olduğunu görmek için, örneğin "Önsöz"den az önce aktarılan bu iki pasajı karşılaştırmak yetecektir. Önce bütün bunlara ilişkin iki duruma değinelim: Marx, bir "toplumun ekonomik biçimlenişi"nden; yalnızca kapitalist biçimlenişten sözediyor, yani yalnızca bu biçimlenişin gelişmesinin yasasını araştırdığını söylüyor, başkasınınkini değil. Bu birincisi. İkinci olarak da, Marx'ın bu çıkarsamaları yaparken kullandığı yöntemlere değinelim. Az önce bay Mikhailovsky'den duyduğumuz gibi, bu yöntemler, "ilgili gerçeklerin titiz bir araştırılması"ndan oluşur.
Şimdi, bizim öznel filozoflarımızın böylesine bir ustalıkla kaçınmaya çalıştığı Kapital’in temel fikrini inceleyelim. Toplumun ekonomik biçimlenişi kavramı, uygun deyimiyle, neden oluşur? Ve böyle bir biçimlenişin gelişmesine hangi anlamda doğal tarihin bir süreci gözü ile bakılabilir ve bakılmalıdır? — Şimdi karşımıza çıkan sorular bunlardır. Daha önce de belirtmiştim ki, eski (Rusya için eski değil) iktisatçılar ve toplumbilimciler açısından, toplumun ekonomik biçimlenişi kavramı tamamen gereksizdir: bunlar genel olarak toplumdan sözederler, Spencerler[6] ile genel olarak toplumun amacı ve özü vb. konusunda tartışırlar. Bu öznel toplumbilimciler, uslamlamalarında, şöyle tezlere dayanırlar — toplumun amacı tüm üyelerine yararlı olmaktır, bu yüzden adalet şöyle şöyle bir örgütlenme gerektirir ve bu ideal örgütlenme ile uyumlu olmayan bir sistem ("toplumbilim bir ütopya ile işe başlamalıdır" — öznel yöntemin yazarlarından biri olan bay Mikhailovsky'ye ait olan bu sözler, onların yöntemlerinin özünü çok güzel göstermektedir) normal değildir ve bir yana bırakılması gerekir. Örneğin, bay Mikhailovsky şunu öne sürüyor: "Toplumbilimin esas görevi, insan doğasının herhangi bir özel gereksinmesinin karşılandığı toplumsal koşulları araştırmaktır." Gördüğünüz gibi, bu toplumbilimciyi ilgilendiren şey, yalnızca insan doğasını tatmin eden bir toplumdur, bazı tuhaf ve üstelik de, çoğunluğun azınlık tarafından kökleştirilmesi gibi, "insan doğası" ile çok uyumsuz bir olguya dayanabilen toplum biçimleri değil. Ayrıca görüyorsunuz ki, bu toplumbilimcinin görüş açısından, toplumun gelişmesine doğal tarihin bir süreci gözü ile bakmak sözkonusu olamaz. ("Bir şeyi istenen ya da istenmeyen olarak kabul ettikten sonra, toplumbilimci, istenenin gerçekleştirebileceği ya da istenmeyenin safdışı edilebileceği" — "filan ideallerin gerçekleştirilebileceği" — "koşulları keşfetmelidir" — işte bu aynı bay Mikhailovsky'nin düşüncesidir.) Üstelik, gelişmeden bile sözedilemez, yalnızca, "istenen"in dışına çıkan çeşitli sapmalardan, tarihte bir sonuç olarak... insanların yeterince zeki olmamalarının, insan doğasının ne istediğini gerektiği gibi anlayamamalarının, böyle ussal bir sistemin gerçekleştirilmesinin koşullarını keşfedememelerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan "kusurlar"dan sözedilebilir. Açıktır ki, Marx'ın toplumsal- ekonomik biçimlenişlerin gelişmesinin doğal tarihin bir süreci olduğu yolundaki düşüncesi, toplumbilimin adına sahip çıkan bu çocukça ahlak anlayışını ta kökünden yıkar. Marx, bu temel fikre nasıl ulaşmıştır? Ekonomik alanı toplumsal yaşamın çeşitli alanlarından ayırarak, üretim ilişkilerini temel, en önemli tüm öteki ilişkileri belirleyen ilişkiler olarak bütün öteki ilişkilerden ayırarak. Marx'ın kendisi, bu sorun üzerindeki uslamlama yolunu şöyle tanımlar:
"Kafamda biriken kuşkuları gidermek için ilk giriştiğim çalışma, hegelci hukuk felsefesini[2*] eleştirici bir gözle yeniden gözden geçirmek oldu. ... Araştırmalarım, devlet biçimleri kadar hukuksal ilişkilerin de ne kendilerinden, ne de iddia edildiği gibi insan zihninin genel evriminden anlaşılamaya-cağı, tam tersine, bu ilişkilerin köklerinin, Hegel'in 18. yüzyıl İngiliz ve Fransız düşünürlerinin örneğine uyarak 'sivil toplum' adı altında topladığı maddi varlık koşullarında bulundukları, ve sivil toplumun anatomisinin de, ekonomi politiğin içinde aranması gerektiği sonucuna ulaştı. ... Ulaşmış olduğum ... genel sonuç, kısaca şöyle formüle edilebilir: varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, ... belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısının, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuksal ve siyasal üstyapının, üzerinde yükseldiği gerçek temeli oluşturur. Maddi yaşamın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır. Gelişmelerinin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuksal ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder. Bu gibi altüst oluşların incelenmesinde, daima, iktisadi üretim koşullarının maddi altüst oluşu ile —ki, bu, bilimsel bakımdan kesin olarak saptanabilir—, hukuksal, siyasal, dinsel, artistik ya da felsefi biçimleri, kısaca, insanların bu çatışmanın bilincine vardıkları ve onu sonuna kadar götürdükleri ideolojik biçimleri ayırdetmek gerekir.
Nasıl ki, bir kimse hakkında, kendisi için taşıdığı fikre dayanılarak bir hüküm verilmezse, böyle bir altüst oluş dönemi hakkında da, bu dönemin kendi kendini değerlendirmesi gözönünde tutularak bir hükme varılamaz, tam tersine, bu değerlendirmeleri maddi yaşamın çelişkileriyle, toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çatışmayla açıklamak gerekir. ... Geniş çizgileriyle, Asya üretim tarzı, antik-çağ, feodal ve modern burjuva üretim tarzları, toplumsal-ekonomik biçimlenmenin ileriye doğru gelişen çağlan olarak nitelendirilebilirler."[7]
Toplumbilimdeki bu materyalizm fikri, aslında dahice bir darbe idi. Doğal olarak, şimdilik yalnızca bir varsayımdı, ama tarihsel ve toplumsal sorunlara kesinlikle bilimsel bir yaklaşım olanağını ilk kez yaratan bir varsayım. O zamana kadar, üretim ilişkileri gibi en basit temel ilişkilere nasıl inileceğim bilmeyen toplumbilimciler, siyasal ve yasal biçimlerin doğrudan araştırılması ve incelenmesine girişmişler, bu biçimlerin sözkonusu dönemde insanlığın bazı düşüncelerinden doğduğu gerçeği ile karşılaşmışlar — ve burada durmuşlardı; toplumsal ilişkiler insanlar tarafından bilinçli olarak kurulmuş gibi görünüyordu. Contrat social[8] fikrinde (bunun izleri bütün ütopik sosyalizm sistemlerinde çok belirgindir) tam olarak ifade edilen bu sonuç, tüm tarihsel gözlemlerle tam bir çelişki içindeydi. Toplumun üyeleri, hiçbir zaman, içinde yaşadıkları toplumsal ilişkiler toplamını, kesin, bütün halinde, belli bir ilkeye bürünmüş bir şey olarak düşünmemişlerdir, bugün durum böyle değildir; tersine, halk yığını kendini bu ilişkilere bilinçsiz olarak uyarlar, ve özel tarihsel toplumsal ilişkiler olarak onları o kadar az kavramıştır ki, örneğin insanların yüzyıllar boyunca içinde yaşadıkları değişim ilişkilerinin bir açıklaması ancak son zamanlarda bulunmuştur. Materyalizm, tahlili derinleştirerek, onu insanın toplumsal fikirlerinin kaynağına taşıyarak bu çelişkiyi giderdi; onun, fikirlerin akışının şeylerin akışına bağlı olduğu yolundaki vargısı, bilimsel psikoloji ile bağdaşan tek vargıdır. Üstelik, ve daha başka bir açıdan, bu varsayım, ilk kez, toplumbilimi bilim düzeyine çıkardı. O zamana kadar, toplumbilimciler, toplumsal görüngülerin karmaşık ağında, önemli olan ile önemli olmayanı ayırdetmekte zorluk çekmişler (toplumbilimdeki öznelciliğin kökü budur) ve böyle bir ayrım için herhangi bir nesnel ölçüt bulamamışlardı. Materyalizm, üretim ilişkilerini toplumun yapısı olarak kurtararak ve öznelcilerin toplumbilime uygulanabilirliğini reddettikleri genel bilimsel yinelenme ölçütünün bu ilişkilere uygulanmasını olanaklı kılarak, kesinlikle nesnel bir ölçüt sağladı. Onlar ideolojik toplumsal ilişkilerle (yani, biçimlenmeden önce insanın bilincinden geçenler gibi[3*]) yetindikleri sürece, çeşitli ülkelerin toplumsal görüngülerindeki yinelenmeyi ve düzenliliği gözlemleyemiyorlardı ve onların bilimleri, olsa olsa bu görüngülerin yalnızca bir tanımı, hammaddelerin toplanması olarak kalıyordu. Maddi toplumsal ilişkilerin tahlili (yani insanın bilincinden geçmeksizin biçimlenen ilişkilerin tahlili: insanlar ürünleri değişirlerken burada bir toplumsal üretim ilişkisi olduğunu bile farketmeden üretim ilişkilerine girerler) — maddi toplumsal ilişkilerin tahlili, yinelenmenin ve düzenliliğin gözlemlenmesini ve çeşitli ülkelerdeki sistemlerin şu tek temel kavramda genelleştirilmesini hemen olanaklı kıldı: toplumsal biçimlenme. Toplumsal görüngülerin tanımından (ve bunların bir ideal açısından değerlendirilmelerinden), örneğin, bir kapitalist ülkeyi diğerinden ayıran şeyi bir yana koyan ve hepsi için ortak olanı inceleyen, kesinlikle bilimsel tahlillerinin ilerleyişini olanaklı kılan şey, yalnızca bu genelleme oldu.
Üçüncüsü ve sonuncusu, bu varsayımın bilimsel bir toplumbilimini ilk kez olanaklı kılmasının bir başka nedeni de, yalnızca toplumsal ilişkilerin üretim ilişkilerine ve bu sonuncuların da üretken güçlerin düzeyine indirilmesinin, toplum biçimlenmelerindeki gelişmenin doğal tarihin bir süreci olduğu anlayışına sağlam bir temel sağlamasıdır. Ve söylemeye gerek yok ki, böyle bir görüş olmaksızın hiçbir toplumbilim olamaz. (Örneğin, öznelciler, tarihsel görüngülerin yasaya uyduğunu kabul etmelerine karşın, bunların evrimine doğal tarihin bir süreci olarak bakmıyorlardı, çünkü insanların toplumsal fikirleri ve amaçları karşısında birdenbire duruyor ve bunları maddi toplumsal ilişkilere indirgeyemiyorlardı.)
Oysa bu varsayımı kırklarda ifade etmiş olan Marx, bunun ardından gerçeklere ilişkin (nota bene) malzemeyi incelemeye girişti. Toplumsal-ekonomik biçimlenmelerden birini —meta üretimi sistemini— ele aldı ve (en az yirmibeş yıl incelediği) geniş bir veriler yığınına dayanarak bu biçimlenmenin işleyişini ve gelişmesini yöneten yasaların en ayrıntılı bir tahlilini verdi. Bu tahlil, yalnızca toplumun bireyleri arasındaki üretim ilişkilerine ayrılmıştır: Açıklamalarda, üretim ilişkileri alanı dışındaki özelliklere hiç başvurulmamıştır. Marx, toplumsal ekonominin meta örgütlenmesinin nasıl geliştiğini; nasıl kapitalist örgütlenmeye dönüştüğünü ve uzlaşmaz karşıt (üretim ilişkilerinin sınırları içinde uzlaşmaz karşıt) sınıflan, burjuvaziyi ve proletaryayı yarattığını; nasıl toplumsal emeğin üretkenliğini geliştirdiğini ve bunu bizzat bu kapitalist örgütlenmenin temelleriyle çözümlenemez bir biçimde çelişik bir öğe haline getirdiğini görmek olanağını sağladı.
İşte Kapital’in iskeleti budur. Ama tüm sorun, Marx'ın bu iskeletle yetinmemesi, terimin olağan anlamıyla "ekonomik teori" ile yetinmemesi, belli bir toplum biçimlenmesinin yapısını ve gelişmesini yalnızca üretim ilişkileriyle açıklarken, gene de her yerde ve aralıksız olarak, bu üretim ilişkilerine tekabül eden üstyapıyı dikkatle incelemesi ve iskelete can ve kan vermesidir. Kapital’in böyle büyük bir başarı kazanmasının nedeni, bir "Alman iktisatçısının yazdığı bu kitabın, okura, tüm kapitalist toplumsal biçimlenmeyi, yaşayan bir şey gibi — günlük yönleriyle, üretim ilişkilerinin yapısında bulunan uzlaşmaz sınıf karşıtlığının gerçek toplumsal görünüşüyle, kapitalist sınıfın egemenliğini koruyan siyasal burjuva üstyapısıyla, burjuva özgürlük, eşitlik vb. fikirleriyle, burjuva aile ilişkileriyle göstermiş olmasındadır. Şimdi Darwin'le karşılaştırmanın tamamen doğru olduğu açıklığa kavuşacaktır: Kapital, "gerçek bir olgusal malzeme dağını taçlandıran, yakın karşılıklı ilişki içinde bulunan bazı genel fikirler"den başka bir şey değildir. Ve eğer herhangi bir kimse Kapital’i okumuş ve bu genel fikirleri farketmemenin bir yolunu bulmuşsa, bu, görmüş olduğumuz gibi, bu fikirlere önsözde bile işaret etmiş olan Marx'ın kusuru değildir. Hepsi bu değil; böyle bir karşılaştırma yalnızca dışsal yönden değil (ki, bu, bilinmeyen bazı nedenlerden ötürü bay Mikhailovsky'yi özellikle ilgilendiriyor), içsel yönden de doğrudur. Nasıl ki Darwin, hayvan ve bitki türlerinin bağlantısız, raslansal, "tanrı tarafından yaratılmış", ve değişmez olduğu görüşüne bir son verdiyse ve türlerin değişebilirliği ve ardıllığını yerleştirerek biyolojiyi ilk kez kesinlikle bilimsel bir temele oturttuysa, Marx da, toplumun, yetkilerinin isteği ile (ya da isterseniz, toplumun ve hükümetin isteği ile) her türlü değişikliğe izin veren ve gelişigüzel doğan ve gelişen, mekanik bir bireyler toplamı olduğu görüşüne son verdi ve belli üretim ilişkilerinin toplamı olarak toplumun ekonomik biçimlenişi kavramını yerleştirerek, böyle biçimlenişlerin, doğal tarihin bir süreci olduğu gerçeğini yerleştirerek, toplumbilimi ilk kez bilimsel bir temel üzerine oturttu.
Şimdi —Kapital’in çıkışından beri— tarihin materyalist anlayışı artık bir varsayım değil, bilimsel olarak tanıtlanmış bir önermedir. Ve bir toplum biçimlenişinin —toplum biçimlenişi, dikkat edin, bir ülkenin ya da halkın ya da hatta sınıfın vb. yaşam biçimi değil— gelişmesinin ve işleyişinin bilimsel bir açıklamasını vermek için girişilen bir başka çaba ile, "ilgili gerçeklere" materyalizmin getirdiği kadar düzen getirebilecek, yani onun gibi, belli bir biçimlenişin kesin bir bilimsel açıklamasını yaparken onu canlı bir görünüm olarak sunabilecek. 6lan bir başka çaba ile karşılaşıncaya kadar — o zamana kadar materyalist tarih anlayışı, toplumsal bilimle eşanlama gelecektir. Materyalizm, bay Mikhailovsky'nin düşündüğü gibi "esas olarak bilimsel bir tarih anlayışı" değil, tek bilimsel tarih anlayışıdır.
Ve şimdi, Kapital'i, onda hiçbir materyalizm keşfetmek-sizin okumuş insanların varolması gerçeğinden daha komik bir şey düşünebilir misiniz? Nerede bu materyalizm, diye bay Mikhailovsky içten bir şaşkınlıkla soruyor.
Mikhailovsky, Komünist Manifesto’yu okumuş ve onun modern sistemlere ilişkin —hukuksal, siyasal, ailesel, dinsel ve felsefi— açıklamasının materyalist bir açıklama olduğunu ve hatta sosyalist ve komünist teorilerin eleştirisinin bile, bunların köklerini filan ya da falan üretim ilişkilerinde aradığını ve bulduğunu farkedememiştir.
Felsefenin Sefaleti'ni okumuş ve Proudhon'un toplumbilimine ilişkin tahlilinin, materyalist açıdan yapıldığını, en değişik tarihsel sorunlar için Proudhon'un ileri sürdüğü çözümün eleştirisinin materyalizmin ilkelerine dayandığını, ve bu sorunların çözümü için verilerin nerede aranması gerektiğine ilişkin yazarın kendisine ait tüm belirtmelerin, üretim ilişkilerine değinmelerle aynı şey olduğunu farkedememiştir.
Kapital'i okumuş ve önünde, toplumun bir —en karmaşık— biçimlenişinin, bilimsel, materyalist tahlilinin bir modelinin, herkesçe kabul edilen ve kimsenin aşamadığı bir modelinin durduğunu görememiştir. Ve şimdi de oturmuş, güçlü kafasını şu derin sorun için yoruyor: "Marx, yapıtlarından hangisinde materyalist tarih anlayışını açıklamıştır?"
Marx'ı tanıyan herhangi biri, bu soruyu, bir başka soruyla yanıtlayabilir: Yapıtlarından hangisinde Marx, materyalist tarih anlayışını açıklamamıştır? Ama bay Mikhailovsky, Marx'ın materyalist araştırmalarını, herhalde, bunlar ancak Karayev gibileri tarafından "Ekonomik Materyalizm" başlığı altında tarih üzerine ukalaca bir yapıtta sınıflandırıldıkları ve gereken biçimde listelendikleri zaman öğrenecek.
Ama en komik olanı da, bay Mikhailovsky'nin, Marx'ı "tarihsel sürecin tüm bilinen teorilerini gözden geçirmiş " olmamakla suçlamasıdır. Gerçekten de pek eğlendirici. Bu teorilerden onda-dokuzu neden oluşmuştu?
Toplum nedir, ilerleme nedir vb. üzerine salt önsel, dogmatik, soyut sözlerden oluşmuştu. (Kasıtlı olarak, bay Mikhailovsky'nin pek beğendiği örnekleri ele alıyorum.) Ama bu durumda, bu teoriler, tam da varoldukları için yararsızdırlar, temel yöntemlerinden dolayı, tam ve umutsuz metafizikliklerinden dolayı yararsızdırlar. Çünkü toplum nedir, ilerleme nedir diye sorarak işe başlamak, sondan başlamak demektir. Eğer bir tek toplumsal biçimlenmeyi özel olarak incelemediyseniz, eğer bu kavramı bile oturtamadıysanız, eğer gerçeklere ilişkin ciddi bir araştırmaya, herhangi bir türden toplumsal ilişkilerin nesnel bir tahliline bile yaklaşamadıysanız, genel olarak toplum ve ilerleme anlayışını nereden elde edeceksiniz? Bu, metafiziğin en açık bir belirtisidir, her bilim de onunla başlar, insanlar gerçekleri incelemeye nasıl girişeceklerini bilmedikleri sürece, daima, önsel, genel teoriler icat etmişlerdir, bunlar hep kısır olmuştur. Kimyasal süreçlerin gerçeklere ilişkin bir araştırmasını hâlâ yapamayan metafizikçi-kimyager, bir güç olarak kimyasal birleşme eğilimi hakkında bir teori uydurur. Metafizikçi-biyolog, yaşamın niteliğinden ve dirimsel güçten sözeder. Metafizikçi-psikolog, ruhun niteliği üzerine tartışır. Burada saçma olan, yöntemin kendisidir. Özel olarak ruhsal süreçleri açıklamadan ruh hakkında tartışamazsınız: Burada, ilerleme, tam da, ruhun niteliği üzerine genel teorilerden ve felsefi sözlerden vazgeçilmesinden ve özel ruhsal süreçlere ilişkin gerçeklerin incelenmesinin bilimsel bir temele oturtulabilmesinden ibarettir. Bu yüzden bay Mikhailovsky'nin suçlaması, tüm yaşamını (tek bir ruhsal olguyu, hatta en basitini bile nasıl açıklayacağını tam olarak bilmeden) ruhun niteliği üzerine "araştırmalar" yazmakla geçiren ve sonra da bilimsel bir psikologu ruh konusundaki bütün bilinen teorileri gözden geçirmemiş olmakla suçlayan metafizikçi-psikoloğun suçlamasının aynısıdır. Bilimsel psikolog, felsefi ruh teorilerini bir yana atmış ve ruhsal görüngülerin —sinirsel süreçlerin— dayandığı malzemenin doğrudan bir incelemesine girişmiş ve örneğin bir ya da daha fazla psikolojik sürecin bir tahlilini ve açıklamasını yapmıştır. Bizim metafizikçi-psikolog da bunu okur ve över: Süreçlerin tanımı ve gerçeklerin incelenmesi iyi olmuş der; ama tatmin olmamıştır.
Çevresindekilerin, bu bilim adamının yarattığı kesinlikle yeni psikoloji kavramından, onun özel bilimsel psikoloji yönteminden sözettiklerini duyunca, heyecanla "afedersiniz" diye bağırır. Filozof da "afedersiniz" diye hararetle bağırır, "hangi yapıtta bu yöntem açıklanmıştır? Baksanıza, bu yapıt, 'yalnızca gerçekleri' içeriyor. Onda 'tüm bilinen felsefi ruh teorilerinin', bir gözden geçirilmesinin izi bile yok. O hiç de doyurucu bir yapıt değil!"
Aynı biçimde, kuşkusuz, Kapital de, toplumun niteliği hakkındaki a priori[5*] kanıtların kısırlığını farketmeyen ve böyle yöntemlerin, sorunun incelenmesine ve aydınlanmasına katkıda bulunacak yerde, yalnızca "toplum" kavramına, ya İngiliz esnafının burjuva fikirlerini ya da Rus demokratının küçük-burjuva sosyalist ideallerini kurnazca sokmaya yaradığını —bundan öte bir şeye yaramadığını— anlamayan bir metafizikçi- toplumbilimci için uygun yapıt değildir. Bu yüzden, olsa olsa içinde yaşadıkları dönemin toplumsal fikirlerinin ve ilişkilerinin bir belirtisi olan ve insanın, birkaç tane, ama gerçek (ve "insan doğası ile uyum içinde olan" değil) toplumsal ilişkiyi anlamasını bir kılpayı ilerletmeyen bütün bu tarih felsefesi teorileri sabun köpüğü gibi doğarlar ve sönerler. Marx'ın bu bakımdan attığı dev adım, tamı tamına, genel olarak toplum ve ilerleme hakkındaki tartışmaları bir yana bırakmasından ve bir toplumun ve bir ilerlemenin bilimsel bir tahlilini yaratmış olmasındandır — kapitalist toplum ve ilerlemesi. Ve bay Mikhailovsky, onu, sondan değil de baştan başlamakla, sonal sonuçlarla değil de, gerçeklerin bir tahlili ile, bu toplumsal ilişkilerin genel olarak neden oluştuğu hakkında genel teorilerle değil de, özel, tarihsel olarak belirlenmiş toplumsal ilişkilerin bir incelemesiyle işe başlamış olmakla suçluyor! Ve soruyor: "Uygun yapıt nerede?" Ya, demek öyle, pek akıllı öznel toplumbilimci!!
Eğer bizim öznel filozofumuz materyalizmin doğruluğunun nerede, hangi yapıtta kanıtlandığı konusunda salt bir şaşkınlıkla yetinmiş olsaydı, işler o kadar kötü olmayacaktı. Ama materyalist tarih anlayışının bırakın kanıtlanmasını, bir açıklamasını bile hiçbir yerde bulamamış olmasına karşın (ve belki de bulamadığı için), bu öğretiye hiçbir zaman öne sürmediği savlar yüklemektedir. Blos'dan, Marx'ın tamamen yeni bir tarih anlayışı ilan ettiği anlamında bir pasaj aktarıyor ve hemen bu teorinin "insanlığa, geçmişini açıklamış" olmak "insanlığın tüm (sicil?) geçmişini" açıklamış olmak vb. iddiasında bulunduğunu bildiriyor. Ama bu kesinlikle yanlıştır! Teori yalnızca kapitalist toplumsal örgütlenmeyi açıklamak iddiasındadır, başkasını değil. Eğer materyalizmin bir toplumsal biçimlenmenin tahliline ve açıklamasına uygulanışı böyle parlak sonuçlar verdiyse, tarihte,materyalizmin, daha şimdiden, salt bir varsayım olmaktan çıkması ve bilimsel olarak denenmiş bir teori haline gelmesi çok doğaldır; böyle bir yöntemin gerekliliğinin, bunlar gerçeklere ilişkin özel araştırmaya ve ayrıntılı tahlile tabi tutulmamış olsalar da, öteki toplumsal biçimlenmelere de yayılması çok doğaldır — tıpkı oldukça geniş bir sayıda gerçeklere ilişkin olarak kanıtlanmış olan dönüşümcülük fikrinin, bazı hayvan ve bitki türleri için dönüşüm gerçeğini kesinlikle saptamak henüz olanaklı olmamışsa da, bütün biyoloji alanına yayılması gibi. Ve nasıl ki, dönüşümcülük, hiç de türlerin "tüm" oluşum tarihini açıklamak iddiasında değilse, yalnızca bu açıklamanın yöntemlerini bilimsel bir temele oturtmak iddiasındaysa, tarihteki materyalizm de, hiçbir zaman her şeyi açıklama iddiasında olmamış, yalnızca tarihi açıklamanın, Marx'ın deyimiyle (Kapital), "tek bilimsel" yöntemini göstermek iddiasında bulunmuştur.[9] O halde, önce tarihteki materyalizme "her şeyi açıklama", "bütün tarihsel kilitlere anahtar" bulma saçma iddialarını (elbette, Mikhailovsky'nin makaleleri üzerine "Mektup"unda[10] Marx tarafından hemen ve çok sert bir üslupla çürütülen iddiaları) yükleyerek, Marx'ı yanlış tanıtırken, sonra da kendi uydurduğu bu iddialar karşısında yüzünü buruştururken ve son olarak, Engels'in — materyalistlerin anladığı biçimde ekonomi politiğin "hâlâ yaratılmak zorunda olduğu" ve "bugüne dek sahip olduğumuz ekonomi biliminin hemen tamamen" kapitalist toplumun tarihi ile "sınırlı kaldığı"[11] yolundaki— fikirlerini doğru bir biçimde aktararak —doğru bir biçimde, çünkü bu durumda bir yorumlama değil, bir aktarma yapılmıştır— "bu sözlerin ekonomik materyalizmin etki alanını büyük ölçüde daralttığı" sonucuna varırken, bay Mikhailovsky'nin kullandığı yöntemlerin ne ölçüde ustalıklı, güvenilir ve yakışık alır olduğu değerlendirilebilir. Böyle hilelerin farkedilmeden geçeceğine güvenmesi için bir insanın ne sonsuz bir bönlüğe, ya da ne sonsuz bir kibire sahip olması gerekir! Önce Marx'ı yanlış tanıtıyor, sonra kendi uydurduğu bir sürü yalana yüzünü ekşitiyor, sonra da belirli fikirleri doğru bir biçimde aktarıyor — ve şimdi de bunların ekonomik materyalizmin etki alanını daralttığını bildirmek saygısızlığında bulunuyor!
Bay Mikhailovsky'nin bu oyununun türü ve niteliği aşağıdaki örnekten anlaşılabilir: "Marx bunların doğruluğunu hiçbir yerde kanıtlamıyor" — yani ekonomik materyalizm teorisinin temellerinin doğruluğunu. Bay Mikhailovsky böyle diyor: "Doğru, Marx ve Engels, felsefe tarihi ve tarih felsefesi ile ilgili bir yapıt yazmayı düşünmüşler ve hatta bir tane yazmışlardır (1845-1846'da), ama bu, hiçbir zaman yayınlanmamıştır.[12] Engels diyor ki: '[Bu yapıtın] tamamlanan bölümü, yalnızca, o zamanlar ekonomik tarih hakkındaki bilgimizin hâlâ ne kadar eksik olduğunu kanıtlayan materyalist tarih anlayışının bir açıklamasından oluşmaktadır.'" Bay Mikhailovsky şu sonuca varıyor, "O halde 'bilimsel sosyalizm'in ve ekonomik materyalizmin temel noktaları, yazarlardan birinin kendisinin de kabul ettiği gibi, böyle bir çalışma için gerekli olan bilgiyle pek az donandıkları bir dönemde keşfedilmiş ve sonra da Manifesto'da açıklanmıştır."
Pek sevimli bir eleştiri biçimi, değil mi? Engels, ekonomik "tarih" hakkındaki bilgilerinin az olduğunu ve bu nedenle felsefe tarihi üzerine "genel" nitelikte çalışmalarını yayınlamadıklarını söylüyor. Bay Mikhailovsky, onların bilgilerinin, "bilimsel sosyalizmin temel noktalarının" yani Manifesto'da zaten verilmiş olan, burjuva sistemin bilimsel bir eleştirisinin olgunlaştırılması gibi "bir çalışma için" yetersiz olduğunu ifade etmek için bunu tahrif ediyor. İkisinden biri: Ya bay Mikhailovsky, tüm tarih felsefesini kucaklama yolunda bir çaba ile, burjuva rejimi bilimsel olarak açıklama yolundaki bir çaba arasındaki farkı kavramıyor, ya da Marx ve Engels'in ekonomi politiğin bir eleştirisi için yetersiz bilgiye sahip olduklarım sanıyor. Bu durumda, bu yetersizlik konusundaki görüşlerinden, düzeltmelerinden ve eklemelerinden bizi haberdar etmemesi pek zalimce bir iş olmaktadır. Marx ve Engels'in felsefe tarihi üzerine yapıtlarını yayınlamama ve tüm çabalarını bir toplumsal örgütlenmenin bilimsel tahlilinde yoğunlaştırma kararlan, olsa olsa çok yüksek bir bilimsel vicdanlık düzeyini gösterir. Bay Mikhailovsky'nin, Marx ve Engels'in bu konuyu işleyecek yeterli bilgiye sahip olmadıklarını kendileri bile kabul ettikleri halde, bu görüşlerini açıkladıkları yolundaki küçük bir eklemesiyle bunu çarpıtma kararı, ne akılla, ne de ahlak anlayışıyla bağdaşmayan bir tartışma yöntemini gösterir.
İşte bir başka örnek: "Marx'ın alter ego'su[6*] Engels, ekonomik materyalizmin bir tarih teorisi olduğunu doğrulamak için daha çok şey yapmıştır" diyor bay Mikhailovsky, "Özel tarihsel bir yapıt yazmıştır: Morgan'ın Araştırmalarının Işığı Altında (im Anschluss), Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni. Bu 'Anschluss' gerçekten dikkate değer. Amerikalı Morgan'ın kitabı, Marx ve Engels'in ekonomik materyalizmin ilkelerini açıklamalarından yıllarca sonra, ve ondan tümüyle bağımsız olarak çıktı." "Ve sonra", diyor Mikhailovsky, "ekonomik materyalistler, bu kitaba katıldılar"; üstelik tarih-öncesi zamanlarda sınıf savaşımı olmadığından, maddi değerlerin üretimine ek olarak, emeğin üretkenliğinin hâlâ çok az gelişmiş olduğu ilkel dönemde asıl rolü oynayan, insanın kendisinin üretiminin, yani üretmenin belirleyici bir etken olduğunu belirterek, materyalist tarih anlayışı formülüne bir "düzeltme" getirdiler.
Engels diyor ki, "Morgan'ın büyük değeri ... en eski Yunan, Roma ve Cermen tarihinin o zamana kadar tahlil edilememiş başlıca gizemlerinin anahtarını, kuzey Amerika yerlilerinin kandaş grupları içinde bulmuş olmasındadır."[13]
Bay Mikhailovsky bu konuda şöyle der: "Ve böylece, kırkların sonunda, kesinlikle yeni, materyalist ve gerçekten bilimsel bir tarih anlayışı keşfedilmiş ve ilan edilmiştir ve bu, Darwin'in teorisinin modern doğabilim için yaptığını tarihsel bilim için yapmıştır." Ama bu anlayışın doğruluğu —bay Mikhailovsky bir kez daha yineliyor— hiçbir zaman bilimsel olarak kanıtlanmamıştır. "Yalnızca olgulara ilişkin geniş ve çeşitli malzemeler alanında hiçbir zaman denenmemiş olmakla kalmamış" (Kapital "uygun" yapıt "değildir": Yalnızca olguları ve özenli araştırmaları içermektedir), "öteki tarih felsefesi sistemlerinin en azından bir eleştirisini ve reddini bile yeterince amaç edinmemiştir." Engels'in kitabı —Herrn E. Dührings Umwälung der Wissenschaft[7*]— "yalnızca rasgele yapılan nükteli girişimleri" yansıtır, ve bu yüzden bay Mikhailovsky, bu "nükteli girişimlerin" "ütopyalarla işe başlayan" toplumbilimlerin boşluğunu çok nükteli bir biçimde göstermelerine karşın, ve bu yapıtın siyasal ve hukuksal sistemlerin ekonomik sistemleri belirlediğini iddia eden ve Ruskoye Bogatstvo'da yazan beyler tarafından böylesine hararetle öğretilen "zor teorisi"nin ayrıntılı bir eleştirisini içermesi gerçeğine karşın, bu yapıtta ele alınan bir yığın hayati soruyu görmezlikten gelmeyi olanaklı saymaktadır. Kuşkusuz, bir yapıt üzerine birkaç anlamsız söz etmek, onda materyalist bir biçimde tahlil edilen sorunlardan birini bile incelemekten çok daha kolaydır, öyle değil mi? Ayrıca da güvenlidir, çünkü sansür belki de hiçbir zaman bu kitabın bir çevirisini kabul etmeyecek ve bay Mikhailovsky, öznel felsefesi için kaygı duymadan buna nükteli bir kitap adını verebilecektir.
Daha da tipik ve aydınlatıcı olan bir şey de Marx'ın Kapital’i üzerine, (düşüncelerini gizlesin ya da anlamsızlığa düşünce biçimi versin diye insana bir dil verilmiştir, sözüne bir örnek olarak), Mikhailovsky'nin yorumlandır: "Kapital'de tarih üzerine parlak sayfalar vardır, a m a" (şu harika "ama"! Bu basit bir "ama" değil, Rusçaya çevirilince, "boynuz kulağı geçer" anlamına gelen şu ünlü "mais" gibi bir ama) "ama tam da bu kitabın amacından dolayı, bu sayfalar yalnızca belli bir tarihsel döneme ayrılmış bulunuyor ve ekonomik materyalizmin temel önermelerini doğrulamaktan çok, yalnızca, belli bir tarihsel görüngüler grubunun ekonomik yönüne dokunuyor." Bir başka deyişle, —yalnızca kapitalist toplumun bir incelenmesine ayrılmış olan— Kapital, o toplumun ve onun üstyapısının materyalist bir tahlilini veriyor, "a m a" bay Mikhailovsky bu tahlili görmeden geçmeyi yeğ tutuyor. Görmüyor musunuz, Kapital, yalnızca "bir" dönemi ele alıyor, oysa o, bay Mikhailovsky, bütün dönemleri kucaklamayı, hem de bunların hiçbirinden özel olarak sözetmeyecek bir biçimde kucaklamayı istiyor. Kuşkusuz, bu amaca ulaşmanın —yani bunlardan hiçbirini gerçekten ele almadan bütün dönemleri kucaklamanın— yalnızca bir yolu vardır, o da "parlak" ve boş basmakalıp sözler etmektir. Ve hiç kimse, sözle sorunları geçiştirmek sanatında bay Mikhailovsky ile boy ölçüşemez. Marx'ın araştırmaları (ayrı olarak) ele almaya değmez görünüyor, çünkü o, Marx, "ekonomik materyalizmin temel önermelerini doğrulamaktan çok, yalnızca belli bir tarihsel görüngüler grubunun ekonomik yönüne dokunuyor". Ne derinlik! "Doğrulamıyor", "yalnızca dokunuyor"! Herhangi bir konunun üstünü süslü sözlerle örtmek gerçekten ne kadar da basit! Örneğin, Marx, hukuksal eşitlik, özgür sözleşme ve hukuk devletinin buna benzer ilkelerinin meta üreticileri arasındaki ilişkilere dayandığını gösterdiği zaman — bu nedir? Böylece materyalizmi doğrulamakta mıdır, yoksa "yalnızca" ona değinmekte midir? Filozofumuz kendine özgü alçakgönüllülüğü ile, sorunun özünü yanıtlamaktan kaçınıyor ve parlak konuşmak ve hiçbir şey söylememek yolundaki "nükteli girişimler"inden doğrudan sonuçlar çıkarıyor.
Sonuç şöyle devam ediyor: "Dünya tarihini aydınlatmak iddiasında olan teorinin ilan edilmesinden kırk yıl sonra, eski Yunan, Roma ve Cermen tarihinin hâlâ onun için tahlil edilmemiş gizemler olmasına şaşmamak gerek; ve bu gizemlerin anahtarı, birinci olarak ekonomik materyalizm teorisiyle kesinlikle hiçbir ilişkisi bulunmayan ve onun hakkında hiçbir şey bilmeyen bir adam tarafından, ve ikinci olarak da, ekonomik olmayan bir etmenin yardımıyla sağlanmıştır. Engels'in ekonomik materyalizmin temel formülü ile hiç olmazsa bir sözcük bağlantısını korumak için yapıştığı 'insanın kendisinin üretimi', yani doğurma terimiyle oldukça eğlendirici bir izlenim yaratılmıştır. Ancak, Engels, çağlar boyunca insanlığın yaşamının bu formüle uygun olarak ilerlemediğini de kabul etmek zorunda kalmıştır." Tartışma yönteminiz gerçekten de "şaşılacak bir şey", bay Mikhailovsky.
Teori, tarihin "aydınlatılması" için, temellerin ideolojide değil, maddi toplumsal ilişkilerde aranması biçimindeydi. Olgulara ilişkin malzemenin yokluğu bu yöntemin eski Avrupa tarihindeki bazı çok önemli görüngülerin —örneğin sosyal (gentile) örgütlenmenin— tahliline uygulanmasını olanaksız kılmış, dolayısıyla bunlar bir gizem olarak kalmışlardır.[8*] Ama sonra, Morgan'ın Amerika'da topladığı zengin malzeme, onun kabile örgütlenmesinin niteliğini tahlil etmesini olanaklı kılmış; ve o, bunu açıklamasının ideolojik (yani hukuksal ya da dinsel) değil, maddi ilişkilerde aranması gerektiği sonucuna varmıştır. Açıktır ki, bu gerçek, materyalist yöntemin parlak bir doğrulanmasından başka bir şey değildir. Ve bay Mikhailovsky, birincisi, çok güç tarihsel gizemlerin anahtarı ekonomik materyalizm teorisi ile "kesinlikle hiçbir ilişkisi olmayan" bir adam tarafından bulundu diye, bu öğretiye serzenişte bulunduğu zaman, kişilerin, onların lehine olan şeylerle, onları en ağır biçimde çürüten şeyler arasında nasıl da bir ayrım yapamadıklarına insan ancak şaşıp kalıyor. İkincisi, —filozofumuz iddia ediyor ki— üreme (procreation), ekonomik bir etmen değildir. Ama Marx ve Engels'in yapıtlarının neresinde zorunlu olarak ekonomik materyalizmden sözettiklerini gördünüz. Onlar dünya görüşlerini tanımladıkları zaman buna yalnızca materyalizm adını verdiler. Temel fikirleri (örneğin yukarda Marx'tan aktarılan pasajda çok kesin bir biçimde ifade edilmiştir) toplumsal ilişkilerin maddi ve ideolojik olarak bölündükleri idi. Sonuncular, yalnızca, insanın varlığını sürdürme etkinliğinin biçimi (sonucu) olarak insanın iradesinden ve bilincinden bağımsız olarak biçimlenen birincilerin bir üstyapısını oluştururlar. Siyasal ve hukuksal biçimlerin açıklaması —Marx aktarılan pasajda böyle diyor— "yaşamın maddi koşullarında" aranmalıdır. Bay Mikhailovsky, herhalde, üreme ilişkilerinin ideolojik olduğunu düşünmüyordur? Bay Mikhailovsky'nin bu konudaki açıklaması öylesine tipiktir ki, üzerinde durulması gerekir.
Şöyle diyor: "Üreme sorunu üzerine ne kadar ustalık gösterirsek gösterelim ve onunla ekonomik materyalizm arasında hiç olmazsa bir sözcük bağlantısı kurmaya ne kadar çalışırsak çalışalım, bu; toplumsal yaşamın karmaşık görüngüler ağında, ekonomik görüngüler de dahil olmak üzere, öteki görüngülerle ne kadar içice geçmiş olursa olsun, kendi fizyolojik ve ruhsal köklerine sahiptir." (Emzikteki bebeklere, üremenin fizyolojik kökleri olduğunu mu anlatıyorsunuz bay Mikhailovsky!? Kimi kandırdığınızı sanıyorsunuz?) "Ve bu, bize, ekonomik materyalizmin teorisyenlerinin, yalnızca tarihle değil, ayrıca psikoloji ile de hesaplaşmadıklarını anımsatıyor. Hiç kuşku yok ki, klan ilişkileri uygar ülkelerin tarihinde önemlerini yitirmişlerdir, ama açık bir biçimde cinsel bağlar ve aile bağları için bunu aynı güvenle söylemek pek zordur. Bunlar, kuşkusuz genel olarak yaşamın artan karmaşıklığının baskısı altında önemli değişikliklere uğramışlardır, ama bir miktar diyalektik ustalıkla gösterilebilir ki, yalnızca hukuksal değil, ekonomik ilişkilerin kendileri de, cinsel ilişkiler ve aile ilişkileri üzerinde bir üstyapı oluştururlar. Bu konu üzerinde durmayacağız, ama gene de, en azından miras kurumuna işaret edeceğiz."
Filozofumuz süslü bir boş sözler alanını[9*] bırakmayı ve olgulara, gerçeklenebilen ve sorunun özü konusunda insanların "aldatılmasını" daha az kolay hale sokan belirli olgulara yaklaşmayı sonuçta başarmıştır. O halde Marx eleştirmenimizin, miras kurumunun, cinsel ilişkilerin ve aile ilişkilerinin bir üstyapısı olduğunu nasıl gösterdiğini görelim. Bay Mikhailovsky şunu ileri sürüyor: "Mirasla aktarılan şey, ekonomik üretimin ürünleridir" ("ekonomik üretimin ürünleri"!! Ne zeka! Ne güzel söz! Ne ince dil!) "ve miras kurumunun kendisi, belli bir ölçüde, ekonomik rekabet olgusuyla belirlenmiştir. Ama, birincisi, maddi olmayan değerler de —çocukların, babalarının huyunda yetiştirilmesi kaygısının yansıttığı gibi— mirasla aktarılır." Demek ki, çocukların yetiştirilmesi de miras kurumunun bir parçasıdır. Örneğin Rus Yurttaşlık Yasası, "ana-babalar, evde onları (yani çocuklarını) eğiterek, ahlakını oluşturmaya ve hükümetin amaçlarına yardımcı olmaya çalışmalıdırlar" diyen bir madde içermektedir.
Filozofumuz buna mı miras kurumu diyor? — "Ve ikincisi, salt ekonomik alanla kendimizi sınırlasak bile, nasıl ki miras kurumu mirasla aktarılan üretim ürünleri olmaksızın anlaşılamıyorsa, aynı şekilde 'doğurma'nın ürünleri olmaksızın, bunlar olmaksızın ve doğrudan bunlara bağlı olan o karmaşık ve yoğun psikoloji olmaksızın da düşünülemez." (Dile dikkat edin: Karmaşık bir psikoloji, doğurmanın ürünlerine "bağlıdır"! Bu gerçekten de nefis!) Ve böylece miras kurumu aile ve cinsel ilişkilerin bir üstyapısı oluyor, çünkü miras, üreme olmaksızın düşünülemez! Ama bu, gerçekten de Amerika'nın keşfidir! Şimdiye kadar, herkes, besin alma zorunluluğu mülkiyet kurumunu ne kadar az açıklıyorsa, üreme de miras kurumunu o kadar az açıklar sanıyordu. Şimdiye kadar herkes, örneğin Rusya'da fief[10*] sisteminin[15] geliştiği dönemde, toprak mirasla devredilemiyor idiyse (çünkü yalnızca koşula bağlı mülkiyet sayılıyordu) bunun açıklaması, zamanın toplumsal örgütlenmesinin özelliklerinde aranmalıdır, sanıyordu. Anlaşılan bay Mikhailovsky o zamanın fief sahibinin üreme ürünlerine bağlı olan psikolojinin yeterince karmaşık olmamasıyla, sorunun açıklandığını düşünüyor.
"Halkın dostu"nun üzerini kazıyın —bu bilinen sözü yorumlarsak böyle diyebiliriz— bir burjuva bulacaksınız. Gerçekten de, bay Mikhailovsky'nin miras kurumu ile çocukların yetiştirilmesi, üremenin psikolojisi vb. arasındaki bağıntı konusundaki düşüncelerine, miras kurumunun da çocukların yetiştirilmesi kadar, öncesiz ve sonrasız, dirimsel ve kutsal olduğundan başka hangi anlamı verebiliriz? Doğru, bay Mikhailovsky, "miras kurumu belli bir ölçüde ekonomik rekabet olgusuyla belirlenir" diyerek kendine bir kaçamak noktası bırakmaya çalışmıştır, ama bu, soruya kesin bir yanıt vermekten kaçınmak için bir çabadan hem de boşuna bir çabadan başka bir şey değildir. Mirasın, tam olarak hangi "belli ölçüde" rekabete dayandığı konusunda bize bir tek söz söylemezken, ve rekabetle miras kurumu arasındaki bu bağlantıya aslında neyin yolaçtığı konusunda kesinlikle hiçbir açıklama verilmemişken, bu söze nasıl önem verebiliriz? Gerçekte miras kurumu, özel mülkiyetin varlığını varsayar ve bu sonuncusu da ancak değişimin ortaya çıkmasıyla doğar. Temeli, zaten başlamış olan toplumsal emek uzmanlaşmasında ve ürünlerin pazarda yabancılaşmasındadır. Örneğin Amerikan ilkel yerli topluluğunun tüm üyeleri, gereksindikleri tüm maddeleri ortaklaşa ürettikleri sürece, özel mülkiyet olanaksızdı. Ama işbölümü topluluğa yayıldığı ve topluluk üyeleri, birey olarak, herhangi bir ürünün üretimiyle uğraşma, onu pazarda satma yolunu tuttukları zaman, meta üreticilerinin bu maddi ayrılması, özel mülkiyet kurumunda ifadesini buldu. Gerek özel mülkiyet, gerek miras, ayrı, en küçük (tek-eşli) ailelerin daha o zamandan oluştuğu ve değişimin gelişmeye başladığı toplumsal bir düzene ait kategorilerdir. Bay Mikhailovsky'nin örneği, tanıtlamak istediğinin tam tersinin doğru olduğunu tanıtlamıştır.
Bay Mikhailovsky olgulara bir başka göndermede daha bulunuyor —bu da kendine özgü bir incidir!— materyalizmi düzeltmeye devam ederek diyor ki: "Klan bağlarına gelince, bunların, üretim biçimlerinin etkisi altında, uygar halkların tarihinden kısmen silindiği doğrudur" (bir başka kaçamak, ama daha da açık. Tam olarak hangi üretim biçimleri? Boş bir tümce!) "ama bunlar, kısmen de, kendi devamlarında ve genellemelerinde — ulusal bağlarda erimişlerdir." Ve böylece, ulusal bağlar, klan bağlarının bir devamı ve genellemesi oluyor! Anlaşılan bay Mikhailovsky, toplum tarihine ilişkin fikirlerini, okul çocuklarına öğretilen masallardan almaktadır. Toplumun tarihi
—bu harcıalem fikirlere göre— şöyledir: Önce, aile, o her toplumun hücresi olan aile vardı[11*] sonra, —öyle deniyor— aile, bir boy (tribe) haline geldi, ve boy da bir devlet. Eğer bay Mikhailovsky, ciddi bir havayla bu çocukça saçmalan yineliyorsa, bu —her şey bir yana— yalnızca onun Rus tarihinin gidişi konusunda bile en küçük bir fikre sahip olmadığını gösterir. Eski Rus klan yaşamından sözedilebilirse de, hiç kuşku yok ki, ortaçağlarda, Moskof çarları döneminde, bu klan bağları artık yoktu, yani devlet, hiç de klana bağlı olmayan yerel birliklere dayanıyordu: Toprak-beyleri ve manastırları çeşitli yerlerden köylüler edindiler, böyle oluşan topluluklar salt bölgesel birliklerdi. Ama o zamanlar, deyimin gerçek anlamıyla, ulusal bağlardan güçlükle sözedilebilirdi: Devlet, eski özerkliğin güçlü izlerini, yönetim özelliklerini, bazan kendi birliklerini (yerel boyarlar, savaşa, kendi bölüklerinin başında gidiyorlardı), kendi gümrük sınırlarını vb. koruyan ayrı "topraklara", hatta bazan prensliklere bölünmüştü. Yalnızca Rusya tarihinin modern dönemi (yaklaşık olarak 17. yüzyıldan bu yana), böyle bölgelerin, toprakların ve prensliklerin bir bütün halinde gerçekten kaynaşmasıyla nitelendirilebilir. Pek saygıdeğer bay Mikhailovsky, bu kaynaşma, ne klan bağlarıyla, ne de hatta onların devamı ve genelleşmesi ile sağlanmıştır: Bölgeler arasındaki artan değişim, adım adım büyüyen meta dolaşımı ve küçük yerel pazarların, bir tek, tüm Rusya pazarı halinde toplanması ile sağlanmıştır. Bu sürecin önderleri ve efendileri tüccar kapitalistler olduğundan, bu ulusal bağların yaratılması, burjuva bağların yaratılmasından başka bir şey değildir. Bay Mikhailovsky, olgulara yaptığı her iki göndermeyle de kendi kendini batırmış ve bize burjuva bayağılığı örneklerinden başka bir şey vermemiştir; bayağılık, çünkü miras kurumunu, üreme ve onun psikolojisiyle ve, ulusal-topluluğu (milliyeti), akrabalık bağlarıyla açıklamıştır; burjuvaca, çünkü tarihsel olarak belirli bir toplumsal biçimlenmenin (değişime dayanan) kategorilerini ve üstyapılarını, çocukların yetiştirilmesi ve "doğrudan" cinsel bağlar gibi, genel ve öncesiz ve sonrasız kategoriler olarak almıştır.
Burada çok tipik olan şey, öznel filozofumuzun sözlerden somut gerçeklere geçmeye çalışır çalışmaz, tam bir pisliğin içine düşmesidir. Ve anlaşılan, bu pek temiz olmayan durumda, kendini pek rahat hissetmektedir: Oraya oturmuş, kendine çekidüzen veriyor ve tüm çevresine pislik saçıyor. Örneğin, tarihin bir sınıf savaşımı olayları silsilesi olduğu tezini çürütmek istiyor ve böylece bir derinlik havası ile bu tezin "aşın" olduğunu ilan ediyor. Şöyle diyor: "Marx tarafından oluşturulan ve sınıf savaşımı amaçlan için örgütlendirilen Uluslararası îşçi Birliği,[16] Fransız ve Alman işçilerini, birbirlerinin boğazını kesmekten ve birbirlerini soymaktan alıkoyamamıştır" — onun ileri sürdüğüne göre, bu, materyalizmin "ulusal kibir ve ulusal kin şeytanı ile" hesaplaşmamış olduğunu kanıtlar. Böyle bir iddia, eleştirmenin, ticaret ve sanayi burjuvazisinin gerçek çıkarlarının bu kinin ana temelini oluşturduğunu ve bağımsız bir etken olarak ulusal duygudan sözetmenin, yalnızca sorunun özünü gözden saklamak olduğunu anlamayı kesinlikle başaramadığını ortaya koymaktadır. Bu arada, filozofumuzun ne derin bir ulusal-topluluk fikrine sahip olduğunu zaten görmüştük. Bay Mikhailovsky, Enternasyonalden, Burenin'in[17] alaylı tavrı ile sözeder. "Marx, gerçekten de paramparça olmuş, ama yeniden dirilecek olan Uluslararası İşçi Birliğinin başıydı." Kuşkusuz, eğer uluslararası dayanışmanın nec plus ultra'sı[12*] iç politika tarihçisinin Ruskoye Bogatstvo, Sayı2'de darkafalı bayağılıkla ayrıntılı olarak anlattığı, "adil" bir değişim sisteminde görülürse ve eğer, adil olsun ya da olmasın, değişimin, burjuvazinin yönetimini öngördüğü ve içerdiği, uluslararası çatışmaların kesilmesinin, değişime dayanan ekonomik örgütlenme yıkılmadıkça olanaklı olmadığı anlaşılmazsa, o zaman, Enternasyonalle alay etmekten başka bir şey yapılmaz. O zaman, bay Mikhailovsky'nin ulusal kinle savaşmakta, her ayrı ülkedeki ezen sınıfa karşı bir savaşım için ezilen sınıfın örgütlenmesi ve birleştirilmesinden, bu ulusal işçi sınıfı örgütlerinin, uluslararası sermaye ile savaşmak üzere bir tek uluslararası işçi sınıfı ordusu halinde birleştirilmesinden başka yol olmadığı basit gerçeğini kavrayamadığı anlaşılabilir. Enternasyonalin, işçileri birbirlerinin boğazını kesmekten alıkoyamadığı sözüne gelince, bay Mikhailovsky'ye, örgütlü proletaryanın, savaşa girişen egemen sınıflar karşısındaki gerçek tutumunu gösteren Komün[18] günlerini anımsatmak yetecektir.
Bay Mikhailovsky'nin bütün bu polemiğinde, özellikle iğrenç olan, kullandığı yöntemlerdir. Eğer Enternasyonalin taktiklerinden hoşnut değilse, eğer Avrupa işçilerinin, adına örgütlendikleri fikirleri paylaşmıyorsa, en azından bunları dobra dobra açıkça eleştirmeli, ve daha uygun taktiklerin ve daha doğru görüşlerin neler olacağı konusunda fikirlerini açıklamalıdır. Oysa bu durumda hiçbir kesin ve açık itiraz yapılmamıştır ve gördüğümüz tek şey, süslü sözler çirkefi içinde şuraya buraya serpilmiş anlamsız alaylardır. Özellikle, Enternasyonalin fikirleri ve taktiklerinin savunulmasına, Rusya'da yasal olarak izin verilmediğini gözönünde tutarsak, buna pislik denmez de ne denir? Bay Mikhailovsky'nin, Rus marksistlerine karşı tartışırken kullandığı yöntemler de böyledir: Doğrudan ve kesin bir eleştiriden geçirmek üzere, onların tezlerinden herhangi birini dürüstçe ve doğru bir biçimde formüle etmek zahmetine girmeden, kulağına çalınan marksist tartışma parçalarına sarılmayı ve onları tahrif etmeyi yeğlemektedir. Siz kendiniz karar verin: "Marx, tarihsel zorunluluk ve toplumsal görüngüler yasasına uygunluk fikrini kendisinin keşfettiğini düşünmeyecek kadar zeki ve bilgili idi. ..." (Marksist merdivenin) "alt basamakları,[13*] bunu" ("tarihsel zorunluluk fikrinin Marx tarafından icat edilen ya da keşfedilen yeni bir şey olmayıp, çoktandır saptanmış bir gerçek olduğunu"), "bilmiyorlar ya da en azından bu gerçeğin saptanması için yüzyıllar boyu harcanan zihinsel çaba ve enerji konusunda yalnızca belirsiz bir fikre sahip bulunuyorlar."
Kuşkusuz, bu tür sözler, marksizmi ilk kez işiten insanlar üzerinde pekala etki yapabilir, ve bunlarla eleştirmen, amacına, yani tahrif etmek, hakaret etmek ve "yenmek" (Ruskoye Bogatstvo yazarlarının bay Mikhailovsky'nin makaleleri hakkında kullandığı sözcük) amacına kolaylıkla ulaşabilir. Marx hakkında herhangi bir bilgisi olan bir kimse, bu tür yöntemlerin kesin sahteliğini ve yalancılığını hemen anlayacaktır. Marx'la aynı görüşte olunmayabilir, ama onun daha önceki sosyalistlere göre yeni bir şey oluşturan görüşlerini en büyük bir açıklıkla formüle ettiği yadsınamaz. Bu yeni bir şey şundan oluşuyordu: Daha önceki sosyalistler, görüşlerini tanıtlamak için, mevcut rejim altında yığınların ezilmesini göstermek, her insanın kendi ürettiğini alacağı bir sistemin üstünlüğünü göstermek, bu ideal sistemin, "insan doğası" ile, akılcı ve ahlaksal bir yaşam kavramı ile vb. uyum içinde olduğunu göstermek yeter sanıyorlardı. Marx, böyle bir sosyalizmle yetinmeyi olanaksız buldu. Mevcut sistemi tanımlamak, onu yargılamak ve mahkum etmekle kendini sınırlamadı, Avrupa'daki ve Avrupa dışındaki farklı ülkelerde farklılıklar gösteren bu mevcut sistemi ortak bir temele — işleyiş ve gelişme yasalarını nesnel bir tahlilden geçirdiği kapitalist toplumsal biçimlenmeye indirerek, onun bilimsel bir açıklamasını verdi (bu sistem altında sömürünün zorunluluğunu gösterdi). Aynı biçimde, büyük ütopyacı sosyalistlerin ve onların kötü taklitçileri öznel toplumbilimcilerin iddia ettikleri gibi, yalnızca sosyalist sistemin insan doğası ile uyum içinde olduğunu ileri sürmekle yetinmeyi olanaksız buldu. Kapitalist sistemin bu aynı nesnel tahlili ile, onun sosyalist sisteme dönüşmesinin zorunluluğunu tanıtladı. (Bunu tam olarak nasıl tanıtladığını ve bay Mikhailovsky'nin, buna nasıl karşı çıktığı, tekrar değinmek zorunda kalacağımız bir konudur.) Marksistler arasında sık sık raslanan zorunluluğa yapılan atıfların kaynağı budur. Bay Mikhailovsky'nin soruya getirdiği çarpıtma açıktır. Teorinin tüm olgusal içeriğini, tüm özünü atlamış, ve sorunu, sanki tüm teori, bir "zorunluluk" sözcüğünden ibaretmiş gibi ("karmaşık pratik işlerde insan yalnızca buna başvuramaz"), sanki teorinin tanıtı tarihsel zorunluluğun böyle istemesi imiş gibi sunmuştur. Bir başka deyişle, öğretinin içeriği hakkında hiçbir şey söylemeden, onun yalnızca etiketine yapışmış, Marx'ın öğretisi haline getirmeye çok çalıştığı bu "kalp para”ya gene yüzünü ekşitmeye başlamıştır. Kuşkusuz onun soytarılıklarını izlemeye çalışmayacağız, çünkü bu tür şeyleri yeterince tanımış bulunuyoruz. Bırakın Mikhailovsky, (Novage Vremya'da[19] pek haklı olarak bay Mikhailovsky'nin sırtını sıvazlamış olan) bay Burenin eğlensin ve hoşnut kalsın diye hoplayıp zıplasın. Marx'a saygılarını sunduktan sonra, köşeyi dönüp ona şöyle havlasın: "Ütopyacı ve idealistlerle olan tartışması, bu haliyle", yani içindeki iddiaların marksistler tarafından yinelenmemiş olan haliyle, "tek yanlıdır". Bu tür çıkışlara, havlamadan başka bir ad veremeyiz, çünkü, bay Mikhailovsky, bu polemiğe, olgusal, kesin ve doğruluğunun araştırılması olanaklı olan bir tek itiraz yöneltmiyor, öyle ki, Rus sosyalist sorunlarına çözüm yolu bulunmasında bu tartışmayı son derece önemli gördüğümüzden, konuyu tartışmaya ne kadar istekli olursak olalım, bu havlamayı hiç yanıtlamıyoruz ve yalnızca omuzlarımızı silkerek şöyle diyebiliyoruz:
Bir filin arkasından havlaması için, fino köpeğin pek güçlü olması gerek![20]
Bay Mikhailovsky'nin bundan sonra tarihsel zorunluluk hakkında söyleyeceği şey de ilginçtir, çünkü kısmen de olsa, "ünlü toplumbilimcimiz"in ("kültürlü toplum"umuzun liberal üyeleri arasında, bay Mikhailovsky'nin, bay V. V. ile aynı ölçüde sahip olduğu unvan) satışa süreceği gerçek ideolojik mallarını ortaya koymaktadır. Bay Mikhailovsky "tarihsel zorunluluk fikri ile bireysel etkinliğin önemi arasında bir çatışmadan" sözediyor: Toplumsal bakımdan etkin kişiler kendilerini etkin saymakla yanılıyorlar, onlar, aslında "etkinliğe geçirilmiştir", "tarihsel zorunluluğun her yerde varolan yasalarıyla gizemli bir yeraltından yönetilen kuklalardır" — işte onun iddiasına göre, "kısır" ve "dağınık" olarak nitelediği bu görüşten çıkarılacak sonuç budur. Belki de her okur, bay Mikhailovsky'nin kuklalar filan konusundaki bütün bu saçmaları nereden bulduğunu bilmiyor. Sorun şu ki, öznel filozofun en sevdiği oyuncak atlardan biri budur — gerekircilik ile ahlak arasında, tarihsel zorunluluk ile bireyin önemi arasında çatışma düşüncesi. Bu konuda sayfalar doldurmuş ve bu çatışmayı ahlak ve bireyin rolü lehine çözümlemek için bol miktarda, duygusalca, darkafalı saçma sözler etmiştir. Aslında burada hiçbir çatışma yoktur; gerekirciliğin o pek sevdiği darkafalı ahlakçılığının ayağını kaydıracağından korkan (haksız da değil) bay Mikhailovsky bunu uydurmuştur. İnsan davranışlarının zorunlu kılındığını ileri süren ve özgür irade konusundaki masalları reddeden gerekircilik fikri, hiçbir biçimde insanın aklını ya da vicdanını ya da eylemlerini değerlendirmesini ortadan kaldıramaz. Tam tersine, ancak gerekirci görüş, istediğiniz her şeyi özgür iradeye yüklemek yerine, tam ve doğru bir değerlendirmeyi olanaklı kılar. Bunun gibi, tarihsel zorunluluk fikri de, tarihte bireyin rolünü biraz olsun sarsmaz: Bütün tarih, kuşkusuz etkin kişiler olan bireylerin eylemlerinden oluşmuştur. Bir bireyin toplumsal etkinliğini değerlendirirken ortaya çıkan gerçek soru şudur: Onun eylemlerinin başarısını hangi koşullar sağlar, bu eylemlerin bir karşı eylemler deryasında kaybolmuş tek başına bir eylem olarak kalmamasının güvencesi nedir? Şu da sosyal-demokratların ve öteki Rus sosyalistlerinin, farklı bir biçimde yanıtladıkları bir sorudur: Sosyalist sistemi kurmaya yönelik eylemler, ciddi meyveler vermek için yığınları nasıl kendine çekmelidir? Açıktır ki, bu sorunun yanıtı, doğrudan ve hemen, Rusya'daki toplumsal güçler gruplaşmasının, ve Rus gerçekliğinin özünü oluşturan sınıf savaşımının anlaşılma biçimine bağlıdır; ve burada da bay Mikhailovsky soruyu kesin bir biçimde formüle etmek ve onu yanıtlamak çabası bile göstermeksizin, yalnızca onun çevresinde dolaşmaktadır. Sorunun sosyal-demokratça yanıtı, bildiğimiz gibi, Rus ekonomik sisteminin bir burjuva toplum oluşturduğu görüşüne dayanır, bu burjuva toplumdan yalnızca bir çıkış yolu, zorunlu olarak burjuva toplumunun niteliğinden doğan bir yol vardır, bu da proletaryanın burjuvaziye karşı savaşımıdır. Açıktır ki, ciddi bir eleştiri, ya bizim sistemimizin bir burjuva sistem olduğu görüşüne karşı, ya da bu sistemin niteliği ve gelişme yasalarının kavramlısına karşı yöneltilmelidir; oysa bay Mikhailovsky, ciddi sorularla uğraşmayı hayal bile etmiyor.
Zorunluluğun çok genel bir parantez olduğu vb. hakkında yavan, süslü sözlerle sorunları geçiştirmeyi yeğ tutuyor. Ama bay Mikhailovsky, içini fırlatıp attığımız, sonra da kabuğu ile oynamaya başladığımız bir yumurta gibi ele alınan her fikir, çok genel bir parantez olacaktır! Günün gerçekten ciddi ve çok önemli sorusunu gizleyen bu dıştaki kabuk, bay Mikhailovsky'nin en sevdiği alandır ve bay Mikhailovsky, özel bir övünçle, örneğin "ekonomik materyalizmin kahramanlar ve kalabalıklar sorusunu görmezlikten geldiği, ya da buna yanlış ışık tuttuğu" konusu üzerinde durmaktadır. Lütfen dikkat edin — çağdaş Rus gerçekliğini oluşturan savaşımı hangi sınıfların verdiği ve bunun temelinin ne olduğu, herhalde bay Mikhailovsky için çok genel bir şeydir ve ondan kaçınmaktadır. Öte yandan, kahramanla kalabalık arasında hangi ilişkilerin bulunduğu sorusu —bu ister bir işçi, köylü, fabrika sahibi ya da toprakbeyi kalabalığı olsun— onu son derece ilgilendiren bir sorudur. Bu sorular "ilginç" olabilir, ama materyalistleri, tüm çabalarını yalnızca emekçi sınıfın kurtuluşu ile doğrudan ilgili olan sorunların çözümüne ayırdıkları için azarlamak, darkafalı bilimin hayranlığından başka bir şey değildir. Bay Mikhailovsky, materyalizm "eleştiri"sini (?) bitirirken, gerçekleri yanlış sunmak için bir çaba daha harcıyor ve bir manevra daha yapıyor. Engels'in Kapital’in resmî iktisatçılarca örtbas edildiği[21] görüşünün doğruluğundan kuşku duyduğunu (Almanya'da sayısız üniversite bulunduğu yolunda tuhaf bir gerekçe ile haklı gösterdiği bir kuşku) belirttikten sonra, şöyle diyor: "Marx bu özel okur çevresini [işçileri] gözönünde tutmuyor ve bilim adamlarından da bir şeyler bekliyordu." Bu, kesinlikle doğru değildir. Marx burjuva bilim adamlarından ne kadar az bir tarafsızlık ve bilimsel eleştiri bekleyeceğini çok iyi anlamıştı, ve Kapital’in ikinci baskısına "Sonsöz"de, bu konuda görüşlerini çok açık ifade etmişti. Orada şöyle diyor: "Alman işçi sınıfının geniş çevrelerinde Das Kapital’in böylesine hızla takdir kazanması, emeğimin ödülü olmuştur. Ekonomik konulara burjuva görüş açısını yansıtan ... bay Mayer, Fransız-Alman savaşı sırasında yayınlanan bir broşürde, Almanların geleneksel bir tutkusu diye kabul edilen güçlü teorik düşünme yeteneklerinin (der grosse theoretische Sinn), Almanya'da kültürlü denilen sınıflar arasında tamamıyla kaybolduğu, oysa tersine işçi sınıfı arasında bu yeteneğin yeni bir canlılık gösterdiği düşüncesini, çok yerinde olarak ortaya atmıştı."[22]
Manevra gene materyalizmle ilgilidir ve tümüyle birinci örneğe benzemektedir. "[Materyalizm] teorisi, hiçbir zaman bilimsel olarak kanıtlanmamış ve doğrulanmamıştır." Tez böyle. Kanıt: "Engels'in, Kautsky'nin ve bazı öteki kimselerin yapıtlarındaki (Blos'un değerli yapıtında olduğu gibi) tarihsel içerik taşıyan tek tek iyi sayfalar, pekala ekonomik materyalizm etiketini bir kenara bırakabilirler, çünkü ("çünkü”ye dikkat ediniz) aslında (sic\) bunlar, bu telde ekonomik nota ağır bassa da, toplumsal yaşamın tümünü hesaba katmaktadırlar." Ve sonuç — "Bilimde, ekonomik materyalizm kendini haklı çıkarmamıştır."
Alışılmış bir hile! Teorinin temelsizliğini tanıtlamak için, bay Mikhailovsky önce, ona toplumsal yaşamın tümünü hesaba katmama yolundaki saçma eğilimi atfederek, onu tahrif ediyor, oysa durum tam tersidir: Materyalistler (marksistler) toplumsal yaşamın yalnızca ekonomik değil, tüm yönlerini tahlil etmek gerektiği konusunu öne süren ilk sosyalistlerdir.[14*] Sonra da "aslında" materyalistlerin, ekonomi ile toplumsal yaşamın tümünü "etkin bir biçimde açıkladıklarını" ilan ediyor (yazarı açıkça yıkan bir gerçek); ve son olarak, materyalizmin "kendini haklı çıkarmadığı" sonucuna ulaşıyor. Oysa bay Mikhailovsky, sizin manevralarınız kendilerini görkemli bir biçimde haklı çıkarmışlardır.
Bay Mikhailovsky'nin materyalizmi "çürütmek" için öne sürdüklerinin hepsi budur. Yineliyorum, burada hiçbir eleştiri yoktur, bu boş ve gösterişçi bir gevezelikten başka bir şey değildir. Bay Mikhailovsky'nin, üretim ilişkilerinin tüm ötekilerin temelini oluşturduğu görüşüne karşı hangi itirazları yönelttiğini; Marx'ın materyalist yöntemi kullanarak geliştirdiği toplumsal biçimlenme ve bu biçimlenmelerin doğal-tarihsel gelişmesi kavramının doğruluğunu nasıl çürüttüğünü; örneğin sözünü ettiği yazarların çeşitli tarihsel sorunlara ilişkin materyalist açıklamalarının yanlışlığını nasıl tanıtladığını herhangi bir kimseye sorduğumuzda — yanıt, bay Mikhailovsky'nin hiçbir itiraz ileri sürmediği, hiçbir çürütme getirmediği, hiçbir yanlışlık belirtmediği yolunda olmak zorundadır. Yalnızca sorunun özünü sözle kapatmaya çalışarak ve bu arada çeşitli değersiz oyunlar uydurarak bin dereden su getirmiştir.
Böyle bir eleştirmen, Ruskoye Bogatstvo, Sayı2'de marksizmi çürütmeye devam ettiğinde, ondan hemen hiçbir ciddi şey bekleyemeyiz. Tek fark, manevra alanındaki yaratıcılığının daha şimdiden tükenmiş olması ve başkalarınınkini kullanmaya başlamasıdır.
Bay Mikhailovsky, toplumsal yaşamın "karmaşıklığı" üzerine nutuk atmakla işe başlıyor: Diyor ki, baksanıza, galvanizm bile ekonomik materyalizmle bağıntılıdır, çünkü Galvani'nin deneyleri, Hegel üzerinde de "bir etki yaratmıştır". Ne olağanüstü bir nükte! İnsan aynı kolaylıkla bay Mikhailovsky'nin Çin imparatoru ile bağıntısını kurabilir! Bundan saçmasapan konuşmaktan hoşlanan insanların da bulunduğu sonucundan başka bir sonuç çıkar mı?!
Bay Mikhailovsky devam ediyor: "Ekonomik materyalizm öğretisi de tarihsel sürecin genel olarak elegeçirilmesi güç olan özünü, bu öğretinin görünüşe göre şu iki temel dayanağına karşın, yakalayamamıştır: üretim ve değişim biçimlerinin her şeyi belirleyen öneminin keşfi ve diyalektik sürecin itiraz kabul etmezliği."
Demek ki, materyalistler, davalarını diyalektik sürecin "itiraz kabul etmezliğine" dayandırıyorlar! Bir başka deyişle, toplumbilimsel teorilerini hegelci üçlülere[25] dayandırıyorlar. Burada, marksizmi hegelci diyalektikle suçlama biçimindeki daima elde hazır yöntemi görüyoruz: Bu, Marx'ın burjuva eleştirmenleri tarafından yeteri ölçüde eskitildiğini düşünebileceğimiz bir suçlamadır. Bu baylar, öğretiye karşı hiçbir temel sav getirmediklerinden, Marx'ın anlatım biçimine sarılmışlar ve onun özünü böylece sarsacaklarını düşünerek, teorinin kaynağına saldırmışlardır. Ve bay Mikhailovsky de, böyle yöntemlere başvurmakta bir an duraksamamaktadır.
Bahane olarak Engels'in Anti-Dühring'inden bir bölümü[26] kullanıyor. Marx'ın diyalektiğine saldıran Dühring'i yanıtlarken, Engels, Marx'ın herhangi bir şeyi hegelci üçlüler aracılığıyla "tanıtlamayı" asla aklından geçirmediğini, Marx'ın yalnızca gerçek süreci incelediğini ve araştırdığını, onun tanıdığı tek teori ölçütünün, bu teorinin gerçekliğe uygunluğu olduğunu söylüyor. Bazan özel bir toplumsal görüngünün gelişmesi, hegelci şemaya, yani tez —yadsıma— yadsımanın yadsınması şemasına uyduysa, bunda şaşılacak hiçbir şey yoktur, çünkü bu, doğada hiç de ender olan bir şey değildir. Ve Engels, doğal tarihten (tohumun gelişmesi) ve toplumsal alandan örnekler vererek devam ediyor — örneğin önce ilkel komünizm vardı, sonra özel mülkiyet ve sonra da emeğin kapitalist toplumsallaştırılması, ya da önce ilkel materyalizm vardı, sonra idealizm ve sonra da bilimsel materyalizm vb.. Herkes için açıktır ki, Engels'in iddiasında esas ağırlık noktası materyalistlerin, gerçek tarihsel süreci, doğru ve tam bir biçimde tanımlamaları gerektiği ve diyalektik üzerine ısrarın, üçlünün doğruluğunu sergilemek için örnekler seçilmesinin bilimsel sosyalizmin çıktığı hegelciliğin, onun anlatım tarzının bir kalıntısından başka bir şey olmadığıdır. Gerçekten de, herhangi bir şeyi üçlüler ile "tanıtlama"nın saçma olduğu, hiç kimsenin böyle yapmayı aklından bile geçirmediği kesin olarak açıklanınca, "diyalektik" süreç örneklerinin ne önemi kalır?
Bunun, yalnızca öğretinin kaynağını gösterdiği, bundan öte bir şey göstermediği açık değil midir? Bay Mikhailovsky, teoriyi kaynağından dolayı suçlamamak gerektiğini söylediğinde, kendisi de bunu görmüştür. Ama Engels'in tartışmalarında teorinin kaynağından öte bir şey bulabilmek için, kuşkusuz, materyalistlerin en azından bir tarihsel sorunu ilgili gerçeklerin gücü ile değil de, üçlüler aracılığıyla çözümlediklerine dair kanıt gösterilmelidir. Bay Mikhailovsky bunu tanıtlamaya çalışmış mıdır? Hayır, kesinlikle. Tersine, kendisi kabul etmek zorunda kalmıştır ki, "Marx, boş diyalektik şemayı olgusal içerikle öylesine doldurmuştur ki, bu şema, hiçbir şey değişmeden, bir kasenin kapağı gibi bu içerikten çıkarılabilir" (bay Mikhailovsky'nin burada yaptığı —geleceğe ilişkin— istisnaya gelince, bunu daha sonra ele alacağız). Eğer durum böyleyse, bay Mikhailovsky hiçbir şey değiştirmeyen bu kapak hakkında neden bu kadar çok gürültü koparıyor? Neden, materyalistlerin, davalarını, diyalektik sürecin reddedilmezliğine "dayandırdıklarını" söylüyor. Bu kapakla savaşırken, neden açık açık yalan söyleyerek, bilimsel sosyalizmin "temel direklerinden, biriyle savaştığını ilan ediyor?
Belirtmeye bile gerek yok ki, bay Mikhailovsky'nin üçlü örnekleri nasıl tahlil ettiğini incelemeyeceğim, çünkü, yineliyorum, bunun ne bilimsel materyalizm ile, ne de Rus marksizmi ile bir ilgisi yoktur. Ama bir ilginç soru var: Bay Mikhailovsky marksistlerin diyalektiğe karşı tutumlarını böyle tahrif etmek için hangi temellere dayanmıştır? İki temele: Birincisi, bay Mikhailovsky, bir atasözünde dendiği gibi, çanın çaldığını duymuştur, ama sesin nereden geldiğini söyleyemez; ikincisi de, bay Mikhailovsky, bir hile daha yapmıştır (ya da daha doğrusu bunu Dühring'den ödünç almıştır).
Ad 1)[15*] Bay Mikhailovsky, marksist yazını okurken, sürekli olarak, toplumbilimde, "diyalektik yöntem"den, gene toplumsal sorunlarda (ki sözkonusu olan yalnızca budur) "diyalektik düşünce"den vb. sözedildiğini görmüştür. Yüreğinin bütün saflığıyla (salt saflık olsaydı, gene iyiydi), bu yöntemin, tüm toplumbilimsel sorunların hegelci üçlünün yasalarına göre çözümlenmesinden oluştuğunu sanmıştır. Elindeki soruna biraz daha dikkat etmiş olsaydı, bu sanının saçmalığına inanmaktan başka çıkar yol bulamazdı. Marx ve Engels'in —metafizik yönteme karşı— diyalektik yöntem adını verdikleri şey, topluma, sürekli bir gelişme durumundaki canlı bir organizma olarak (mekanik bir biçimde birbirine bağlanmış ve dolayısıyla ayrı toplumsal öğelerin her türden rasgele birleşmelerine izin veren bir şey olarak değil) incelenmesi, o toplumsal biçimlenmeyi oluşturan üretim ilişkilerinin nesnel bir tahlilini ve bunların işleyiş ve gelişme yasalarının bir araştırmasını gerektiren bir organizma olarak bakan toplumbilimdeki bilimsel yöntemden başka bir şey değildir. Aşağıda diyalektik yöntemle metafizik yöntem (ki bu kavrama, kuşkusuz, toplumbilimdeki öznel yöntem de dahildir) arasındaki ilişkiyi bay Mikhailovsky'nin kendi iddialarını örnek vererek. açıklamaya çalışacağız. Şimdilik, yalnızca şunu söyleyeceğiz: Diyalektik yöntemin, ister Engels tarafından (Dühring'e karşı polemikte: Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm) ister Marx tarafından (Kapital'in "[Almanca] İkinci Baskıya Sonsöz"de ve Felsefenin Sefaleti'ndeki çeşitli yorumlar)[27] verilen tanım ve anlatımını okuyan herkes, hegelci üçlülere hiç değinilmediğini ve bu yöntemin, toplumsal evrime, toplumsal ekonomik biçimlenmelerin gelişmesinin doğal tarihsel süreci gözü ile bakmaktan ibaret olduğunu görecektir. Bunu doğrulamak üzere Vestnik Yevropi,[28] 1872, Sayı5'te, ("Karl Marx'ın Ekonomi Politik Eleştirisinin Görüş Açısı" başlıklı makalede),[29] Karl Marx'ın Kapital'in "[Almanca] İkinci Baskıya Sonsöz"ünden aktarılan diyalektik yöntem tanımını geniş bir biçimde sunacağım. Marx, Kapital’de kullandığı yöntemin pek az anlaşıldığını söylüyor. "Alman eleştirmenler, elbette, 'hegelci sofistlik' diye feryat ediyorlar." Ve Marx, yöntemini daha açıklıkla sergilemek için, bu yöntemin yukarda değinilen makaledeki tanımını aktarıyor. Orada deniyor ki, Marx için önemli olan tek şey, araştırdığı görüngüleri yöneten yasaları bulmaktır ve onun için özellikle önemli olan şey ise değişme-yasası, bu görüngülerin gelişmesi, bir biçimden ötekine, bir toplumsal ilişkiler düzeninden ötekine geçişlerdir. Dolayısıyla, Marx, yalnızca bir şeyle ilgilenmektedir: Kesin bilimsel araştırmalarıyla, belli bir toplumsal ilişkiler düzeninin zorunluluğunu göstermek ve temel çıkış noktaları görevi yapan olguları olanaklı olan en tam biçimde saptamak. Bu amaç için, mevcut düzenin zorunluluğunu tanıtlarken, aynı zamanda, insanlar ona inansın ya da inanmasın, onun bilincinde olsun ya da olmasın, bir önceki düzenin içinden kaçınılmaz olarak çıkması gereken bir başka düzenin zorunluluğunu da kanıtlaması yetecektir. Marx, toplumsal hareketi, yalnızca insan iradesinden, bilincinden ve niyetinden bağımsız olmakla kalmayıp, tersine insanların iradesini, bilincini ve niyetlerini belirleyen yasaların yönettiği bir doğal tarih süreci olarak ele alır. (Yalnızca insan, bilinçli "amaçlar" edindiği ve belli ülkülerle yönlendirildiği için, toplumsal evrimi doğal tarihin evriminden ayıran öznelci bayların bilgisine sunulur). Eğer bilinçli öğe, uygarlık tarihinde böylesine ikincil bir rol oynuyorsa, o zaman açıktır ki, konusu uygarlık olan bir eleştirinin, kendisine temel olarak alacağı en son şey, bilincin herhangi bir biçimi ya da herhangi bir sonucudur. Bu demektir ki, fikir değil, ancak dışsal, nesnel görüngüler onun çıkış noktası olabilir. Eleştiri, belli bir olgunun fikirle değil, başka bir olguyla karşılaştırılmasından ve karşı karşıya konmasından oluşur; önemli olan şey, her iki olgunun da elden geldiğince tam olarak araştırılması ve bunların birbirine göre, gerçekten de farklı gelişme anlarını oluşturmalarıdır; ama hepsinden önemli olan, tüm bilinen durumların, bunların sıralarının ve farklı gelişme aşamaları arasındaki ilişkinin de aynı ölçüde tam bir araştırmasının yapılmasıdır. Marx, ekonomik yaşamın yasalarının, geçmiş ve gelecek için bir ve aynı olduğu görüşünü reddeder. Tersine, her tarihsel dönemin kendi yasaları vardır. Ekonomik yaşam, biyolojinin öteki dallarındaki evrim tarihine benzeyen bir görüngü oluşturur. Daha önceki iktisatçılar, ekonomik yasaları fizik ve kimya yasalarına benzettikleri zaman, bu yasaların niteliğini yanlış anlamış oluyorlardı. Daha ayrıntılı bir tahlil, toplumsal organizmaların da kendi aralarında, bitkiler ya da hayvanlar kadar temelden farklı olduklarını gösterir. Kapitalist ekonomik organizmayı bu açıdan incelemeyi amaç edinen Marx, böylece, ekonomik yaşam üzerine yapılan her doğru incelemenin sahip olması gereken amacı kesinlikle bilimsel bir biçimde formüle etmiştir. Böyle bir araştırmanın bilimsel değeri, belli bir toplumsal organizmanın kaynağını, varlığın gelişmesini ve ölümünü ve bir başka daha yüksek organizmanın onun yerine geçişini düzenleyen özel (tarihsel) yasaları ortaya çıkarmasındadır.
İşte Marx'ın Kapital üzerine bir yığın dergi ve gazete yorumu arasında çıkardığı diyalektik yöntem tanımlaması böyledir. Marx, bunu, Almancaya çevirmiştir, çünkü yöntemin bu tanımlaması, kendisinin de dediği gibi, kesinlikle doğrudur. Şu soru ortaya çıkıyor: Burada, bay Mikhailovsky'nin onca cesurca savaştığı üçlüler, üçe bölmeler, diyalektik sürecin itiraz kabul etmezliği ve bunlara benzer saçmalıklar hakkında bir tek söz olsun var mıdır? Bu tanımlamanın ardından Marx, açıkça kendi yönteminin, Hegel'in yönteminin "tam karşıtı" olduğunu söylüyor. Hegel'e göre, fikrin gelişmesi,[16*] üçlünün diyalektik yasalarına uygun olarak gerçek dünyanın gelişmesini belirler. Ve kuşkusuz, insan, üçlülerin öneminden, diyalektik sürecin itiraz kabul etmezliğinden ancak böyle bir durumda sözedebilir. Marx şöyle diyor: "Benim için ise, tersine, fikirsel (ideal), maddeselin yansımasından başka bir şey değildir."[17*] Ve böylece tüm sorun "şeylerin mevcut durumunun ve bunun kaçınılmaz gelişmesinin olumlu bir kabulü"ne varır; üçlülere, yalnızca darkafalıların ilgilenebileceği kapağın ve kabuğun rolünden başka bir rol kalmaz ("Hegel'e özgü ifade biçimlerine de kur yaptığım oldu", Marx aynı "Sonsöz"de böyle diyor). O halde, bilimsel sosyalizmin "temel direkleri"nden birini, yani diyalektiği eleştirmeye girişen ve her tür şeyden, hatta kurbağalardan ve Napoléon'dan sözedip de, diyalektiğin ne olduğu, toplumun gelişmesinin gerçekten doğal tarihin bir süreci olup olmadığı, özel toplumsal organizmalar olarak toplumsal ekonomik biçimlenme materyalist kavramının doğru olup olmadığı, bu biçimlenmelerin nesnel tahlil yöntemlerinin doğru olup olmadığı, toplumsal düşüncelerin gerçekten de toplumsal gelişmeyi belirlemeyip, kendilerinin bu gelişme tarafından belirlenip belirlenmediği vb. hakkında söz söylemeyen bir adamı nasıl değerlendireceğiz diye sorabiliriz. İnsan, bu durumu, yalnızca bir anlayış eksikliğine yorabilir mi?Ad 2)[18*]
Diyalektiğin bu eleştirisinden sonra, bay Mikhailovsky bu şeyleri hegelci üçlüler "aracılığıyla" tanıtlama yöntemlerini Marx'a yükler ve elbette, bunlarla, başarıyla savaşır. "Geleceğe ilişkin olarak" diyor "toplumun içkin yasaları salt diyalektiğe dayandırılmıştır." (Yukarda değinilen istisna işte budur.) Kapitalizmin gelişme yasaları gereği, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesinin kaçınılmazlığı üzerine Marx'ın iddiaları "salt diyalektik"tir. Marx'ın toprağın ve sermayenin ortak mülkiyeti "idea"sı, "kaçınılmazlığı ve kuşku götürmezliği bakımından, tümüyle hegelci üç-halkalık zincirin sonunda bulunur".
Aslında bu iddia, tümüyle Dühring'den alınmıştır, Dühring bunu Kritische Geschichte der National Ökonomie und des Sozialismus (3. baskı, 1879, s. 486-87)[19*] adlı yapıtında anlatıyor. Ama bay Mikhailovsky, Dühring hakkında tek söz etmediğine göre Marx'ı çarpıtmanın bu yoluna kendi başına ulaşmış olmasın?
Engels, Dühring'e mükemmel bir yanıt vermiştir. Engels, ayrıca Dühring'in eleştirisini de aktardığından, bu yanıt ile yetineceğiz.[30] Okur, bunun, bay Mikhailovsky için de tümüyle geçerli olduğunu görecektir.
Dühring şöyle diyor: " 'Bu tarihsel taslak' [İngiltere'de sermayenin ilkel denilen birikiminin oluşması], gene de Marx'ın kitabında nisbeten en iyi olan şeydir, ve eğer derin-bilgin koltuk değneğinden başka, bir de diyalektik koltuk değneğine dayanmasaydı, daha da iyi olurdu. Gerçekten, daha iyi ve daha açık araçların yokluğunda, burada ebe kadın görevini yapması ve geçmişin bağrından geleceği doğurtması gereken şey, Hegel'in yadsımanın yadsınmasıdır. Bireysel mülkiyetin, gösterilen biçimde, 16. yüzyıldan sonra ortadan kalkmasının tamamlanması, birinci yadsımadır. Bu yadsıma, yadsımanın yadsınması olarak ve 'bireysel mülkiyet'in, bu kez toprak ve iş araçlarının ortaklaşa sahipliğine dayanan daha yüksek bir biçim altında canlandırılması olarak nitelendirilen bir ikinci yadsıma ile izlenecektir. Eğer bu yeni 'bireysel mülkiyet', bay Marx'ta, 'toplumsal mülkiyet' olarak da adlandırılıyorsa, bunun nedeni, Hegel'in, içinde çelişkinin kaldırılması, (aufgehoben, Hegel'e özgü bir terim) yani sözcük oyununu izlemek gerekirse, korunması olduğu denli aşılması da gereken yüksek birliğinin işte burada ortaya çıkmasıdır. ... Öyleyse mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi, dış ve maddesel ilişkileri içinde tarihsel gerçekliğin, deyim yerindeyse, otomatik sonucudur. ... Yadsımanın yadsınması gibi hegelci martavallara inanarak, aklıbaşında bir adam için toprağın ve sermayenin ortaklaşa kullanılması zorunluluğuna kandırılmak güç olacaktır. ... Marx'ın fikirlerinin bulanık belirsizliği, hegelci diyalektik ile bilimsel temel olarak bol bol nasıl kafa yorulabileceğini, ya da daha doğrusu bu işten akılsızlık olarak zorunlulukla neyin çıkacağını bilen kimseyi zaten şaşırtmayacaktır. Bu oyunlardan hiçbir şey anlamayan kimse içinse, Hegel'de, birinci yadsımanın din kitabındaki ilk günah kavramı, ve ikinci yadsımanın da kurtulmaya götüren daha yüksek bir birlik olduğunu açıkça belirtmek gerekir. Olguların mantığı, ne de olsa din alanından alınmış bu gülünç andırışma üzerine temellendirilmemelidir. ... Bay Marx, aynı zamanda, hem bireysel, hem de toplumsal olan mülkünün bulanık evreninde dinginlik içinde yaşar ve derin diyalektik bilmeceyi çözme işini yandaşlarına bırakır.' Bay Dühring işte böyle konuşur."
Engels şu sonuca varır: "Demek ki, Marx, toplumsal devrimin toprak ve emek tarafından yaratılan üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine dayanan bir toplum kuruluşunun zorunluluğunu, Hegel'in yadsımanın yadsınmasına başvurmadan tanıtlayamaz ve sosyalist teorisini dinden alınmış bu gülünç andırışma üzerine dayandırarak gelecekteki toplumda, kaldırılmış çelişkinin üstün hegelci birliği olarak, aynı zamanda, hem bireysel, hem de toplumsal bir mülkiyetin egemen olacağı sonucuna varır.[20*]
"Başlamak için yadsımanın yadsınmasını bir yana bırakalım ve 'aynı zamanda hem bireysel, hem de toplumsal mülkiyet'i ele alalım. Bay Dühring, bu mülkiyeti, 'bulanık evren' olarak nitelendirir ve bu konu üzerinde gerçekten haklı olması da belirtilmeye değer. Ne yazık ki, bu bulanık evrende yaşayan Marx değil, ama gene bay Dühring'in ta kendisidir. ... Marx'ı, üzerinde tek sözcük bile söylemediği yüksek bir mülkiyet birliğini ona malederek, Hegel'e göre kolayca düzeltebilir.
"Marx şöyle der:
"Yadsımanın yadsınmasıdır bu. Emekçinin özel mülkiyetini değil ama kapitalist çağın kazanımlarına, elbirliğine ve toprak dahil bütün üretim araçlarının ortaklaşa sahipliğine dayanan bireysel mülkiyetini yeniden kurar.
Bireysel emekten doğan özel ve bölünmüş mülkiyeti, kapitalist mülkiyet durumuna dönüştürmek için, gerçekte daha şimdiden kolektif bir üretim biçimine dayanan kapitalist mülkiyetin toplumsal mülkiyet durumuna dönüşmesinin gerektireceğinden elbette daha çok zaman, daha çok çaba ve daha çok güçlük gerekmiştir.'
"Hepsi bu. Demek ki, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi aracılığıyla ortaya çıkan durum, bireysel mülkiyetin, ama toprağın ve emek tarafından üretilmiş üretim araçlarının toplumsal mülkiyet temeli üzerinde yeniden kurulması olarak belirleniyor. Anlamasını bilen herkes için" (ve Rusça anlayan herkes için de, bay Mikhailovsky, çünkü çeviri kesinlikle doğrudur) "bu, toplumsal mülkiyetin toprağı ve öteki üretim araçlarını, ve bireysel mülkiyetin de ürünleri, yani tüketim nesnelerini kapsamına aldığı anlamına gelir. Ve sorunu altı yaşındaki çocukların bile anlayabileceği bir duruma getirmek için, Marx, 56. sayfada" (Rusça baskı, s. 30),[31]" 'ortak üretim araçları ile çalışan ve tasarlanmış bir plana göre çok sayıdaki bireysel güçlerini tek ve aynı bir toplumsal emek-gücü olarak harcayan bir özgür insanlar birliği'," yani sosyalist biçimde örgütlenmiş bir birlik varsayar ve şöyle devam eder:
"'Birleşmiş emekçilerin toplam ürünü, toplumsal bir üründür. Bir bölümü yeniden üretim aracı olarak kullanılır ve toplumsal kalır ama öteki bölümü tüketilir ve bunun sonucu, tüm emekçiler arasında üleşilmesi gerekir.'
"Hatta bay Dühring'in hegelleştirilmiş beyni için bile yeterince açık sözler.
"Aynı zamanda hem bireysel, hem de toplumsal mülkiyet, bu ikircil ve karışık uydurmaca, Hegel diyalektiğinden zorunlu olarak çıkan bu akılsızlık, bu bulanık evren, Marx'ın, çözümü işini yandaşlarına bıraktığı bu derin diyalektik bilmece, bir kez daha, bay Dühring'in özgür bir yaratı ve kuruntusundan başka bir şey değildir."
Engels devam ediyor: "Yadsımanın yadsınması, Marx'ta ne rol oynar? Marx, 791. ve izleyen sayfalarda [Rusça baskı, s. 648 ve devamı][32] sermayenin ilkel denilen birikiminin, daha önceki 50 sayfayı [Rusça baskı, 35] dolduran ekonomik ve tarihsel irdelemesinin sonuçlarını toplar. Kapitalist çağdan önce, hiç değilse İngiltere'de, temel olarak, işçinin kendi üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetine dayanan küçük işletme vardı. Sermayenin ilkel denilen birikimi, burada, bu dolaysız üreticilerin mülksüzleştirilmesine, yani kişisel çalışmaya dayanan özel mülkiyetin yıkılmasına dayandı. Eğer bu olanaklı olduysa, bunun nedeni, sözkonusu küçük işletmenin ancak üretim ve toplumun doğal ve dar sınırlan ile bağdaşır olması ve bunun sonucu, belirli bir düzeyde, kendi yokoluşunun maddi araçlarını oluşturmasıdır. Bu yokoluş, bireysel ve dağınık üretim araçlarının toplumsal olarak birarada toplanmış araçlar durumuna dönüşümü, sermayenin tarih-öncesini oluşturur. Emekçiler proleterlere ve emekçilerin iş araçları da sermaye durumuna dönüştükten, kapitalist üretim biçimi ayaklarını yere bastıktan sonra, emeğin bundan sonraki toplumsallaşması ve toprağın ve öteki üretim araçlarının bundan sonraki" ('sermayeye) "dönüşümü, yani özel mülk sahiplerinin bundan sonraki mülksüzleştirilmesi, yeni bir biçim alır.
'"Şimdi mülksüzleştirilecek olan kimse, artık, kendi hesabına çalışan emekçi değil, birçok emekçiyi sömüren kapitalisttir. Bu mülksüzleştirme, kapitalist üretimin kendi içinde taşıdığı yasaların işlemesiyle, sermayenin merkezileşmesi ile gerçekleşir. Bir kapitalist, daima birçoklarının başını yer, tş sürecinin gitgide boyutları büyüyen kooperatif biçimi, bilimin bilinçli teknik uygulaması, toprağın yöntemli bir biçimde işlenmesi, iş araçlarının ancak ortaklaşa kullanılabilir iş araçlarına dönüştürülmesi, bütün iş araçlarının bileşik toplumsal emeğin üretim araçları olarak kullanılmasıyla sağlanan tasarruf, bütün insanların dünya pazarları ağına sokulması ve böylece kapitalist rejimin uluslararası bir nitelik kazanması, bu merkezileşme ya da birçok kapitalistin birkaç kapitalist tarafından mülksüzleştirilmesi ile elele gider. Bu dönüşüm sürecinin bütün avantajlarını sömüren ve tekellerine alan büyük sermaye sahiplerinin sayılarındaki sürekli azalmayla birlikte sefalet, baskı, kölelik, soysuzlaşma, sömürü de alabildiğine artar; ama gene bununla birlikte, sayıları sürekli artan kapitalist üretim sürecinin bizzat kendi mekanizması ile eğitilen, birleştirilen ve örgütlenen işçi sınıfının başkaldırmaları da genişler, yaygınlaşır. Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendi egemenliği altında fışkırıp boyatan üretim biçiminin ayakbağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla bağdaşamadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler.'
"Ve, şimdi okuyucuya soruyorum: Diyalektik karışıklığın zorlamaları ve entelektüel bezekleri nerede, sonunda her şeyin bir şey olduğu sonucunu veren fikirler karışımı ve karikatürü nerede, inanç sahipleri için diyalektik mucizeler nerede, Marx'ın, Dühring'e göre, onlar olmaksızın açıklamasını yapma başarısını gösteremeyeceği hegelci Logos öğretisinin diyalektik gizleme merakları ve zorlamaları nerede? Marx, yalnızca tarih aracılığıyla tanıtlar, ve burada kısaca şu olguları özetler: Vaktiyle küçük işletme kendi evrimi ile kendi yokoluşunun, yani küçük mülk sahiplerinin mülksüzleştirilmesinin koşullarını nasıl zorunlu olarak yarattıysa, bugün de kapitalist üretim biçimi, kendisini yıkıma uğratacak maddesel koşullan tıpkı öyle yaratmıştır. Süreç, tarihsel bir süreçtir, ve eğer aynı zamanda diyalektik ise, bu, bay Dühring için ne denli cansıkıcı olursa olsun, Marx'ın suçu değildir.
"Marx, ancak ekonomik ve tarihsel tanıtlamasını bitirdikten sonradır ki, şöyle devam eder:
'"Kapitalist üretim biçiminin ürünü olan kapitalist mülk edinme biçimi, kapitalist özel mülkiyeti yaratır. Bu, mülk sahibinin emeğine dayanan kişisel özel mülkiyetin ilk yadsırimasıdır. Ama, kapitalist üretim, bir doğa yasasının kaçınılmaz zorunluluğu ile kendi yadsınmasını doğurur. Bu, yadsımanın yadsınmasıdır.' ( yukarıda aktarıldığı gibi).
"Demek ki, süreci, yadsımanın yadsınması biçiminde nitelendirirken, Marx, sürecin tarihsel zorunluluğunu bu niteleme ile tanıtlamayı düşünmez. Jersine; gerçekte, sürecin kısmen nasıl gerçekleştiğini, kısmen de mutlak olarak nasıl gerçekleşeceğini tarih aracıyla tanıtladıktan sonradır ki, Marx, bu süreci, ayrıca, belirli bir diyalektik yasaya göre gerçekleşen bir süreç olarak nitelendirir. Hepsi bu. Öyleyse, bay Dühring, yadsımanın yadsınmasının geçmişin bağrından geleceği doğurtarak burada ebe kadın görevi göreceğini, ya da Marx'ın bizi toprak ve sermaye ortaklığının (bay Dühring'in ete kemiğe bürünmüş bir çelişkisi) bir zorunluluk olduğuna inandırmak için, bizden yadsımanın yadsınmasına saygı göstermemizi istediğini ileri sürdüğü zaman, bir kez daha bay Dühring'in temelsiz bir varsayımı ile karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz demektir." (s. 125.)[21*]
Okur görecektir ki, Engels'in Dühring'i kanıtlarla parlak bir biçimde reddedişi, Marx'ta geleceğin tamamen hegelci zincirin ucunda durduğunu ve bunun kaçınılmazlığı kanısının ancak inanca dayandırılabileceğini iddia eden bay Mikhailovsky için de bütünüyle geçerlidir.[22*]
Dühring ile bay Mikhailovsky arasındaki bütün farklılık, şu iki küçük noktaya indirgenir: Birincisi, Dühring, Marx'tan her zaman öfkeden köpürerek sözettiği halde, gene de, Tarih'inin bir sonraki bölümünde, Marx'ın "Sonsöz"de[33] hegelcilik suçlamasını kesinlikle reddettiğini belirtmeyi gerekli görmüştür. Oysa bay Mikhailovsky, Marx'ın diyalektik yöntemin ne olduğu konusundaki (yukarda aktarılan) kesin ve açık sözlerinden hiç sözetmemektedir.
İkincisi, bay Mikhailovsky'nin bir başka özelliği de, bütün dikkatini zaman kiplerine vermesidir. Gelecekten sözederken, Marx, neden şimdiki zamanı kullanıyor? — Filozofumuz bir zafer havasıyla bunu soruyor. Pek değerli eleştirmen bunun yanıtını herhangi bir gramer kitabında bulabilirsiniz: geleceğe kaçınılmaz ve kesin gözü ile bakıldığı zaman, gelecek zaman yerine şimdiki zaman kullanıldığını göreceksiniz. Ama neden böyle, gelecek neden kesindir? — Bay Mikhailovsky, bir tahrifi bile haklı çıkartacak kadar derin bir kışkırtma yaratmak isteyerek kaygıyla böyle soruyor. Ama bu konuda da Marx kesinlikle açık bir yanıt vermiştir. Siz bu yanıtı yetersiz ya da yanlış bulabilirsiniz, ama bu durumda, bunun ne kadar yanlış olduğunu ve neden bu kadar yanlış olduğunu göstermeniz, ve hegelcilik hakkında saçmalamamanız gerekir.
Bir zamanlar Mikhailovsky bu yanıtın ne olduğunu kendisi bilmekle kalmıyor, bu konuda başkalarına ders de veriyordu. 1877'de şöyle yazmıştı: Bay Jukovski, Marx'ın gelecek anlayışına sanı gözü ile bakmakta haklı nedenlere sahiptir, ama "Marx'ın çok büyük önem verdiği" emeğin toplumsallaşması sorununu görmezden gelmeye de "ahlaksal olarak hiç hakkı yoktur". Ya, elbette! 1877'de Jukovski'nin sorundan kaçınmaya ahlaksal olarak hakkı yoktu, ama bay Mikhailovsky 1894'te bu ahlaksal hakka sahiptir. Belki de quod licet Jovi, non licet bovi?! [23*]
Burada, bir zamanlar Otoçestveniye Zapiski'de[34] ifade edilmiş olan bu toplumsallaşmaya ilişkin garip bir düşünceyi anımsatmadan geçemiyorum. Bu dergi, 1883, Sayı7'de, bay Mikhailovsky gibi Marx'ın gelecek "anlayış"ını sanı sayan bay Postoroni[35] diye birinin "Editöre Bir Mektup"unu yayınladı. Bu bay şöyle iddia ediyordu: "Kapitalizmde emeğin toplumsal biçimi, esas olarak birkaç yüz ya da bin işçinin bir çatı altında öğütmesi, çekiç sallaması, çevirmesi, üstüne koyması, altına koyması, çekmesi ve daha pek çok işlemi yapmasıyla aynı şeydir. Bu rejimin genel niteliğine gelince, şu söz bunu çok güzel açıklar: 'Her insan kendisi için, tanrı herkes için'. Peki, toplumsal emek biçimi işin içine nereden giriyor?"
Hemen görebilirsiniz ki, adam bu işi kavramış! "Toplumsal emek biçimi" "bir çatı altında çalışmayla" "aynı şeydir"!! Ve böyle saçma fikirler, şimdiye kadarki en iyi Rus dergilerinden birinde ifade edildiği halde, hâlâ, Kapital'in teorik kısmının bilim tarafından genel olarak kabul edildiğine bizi inandırmak istiyorlar. Evet, Kapital’e karşı birazcık ciddi bir itiraz yöneltemediğinden, "genellikle kabul edilen bilim", ona yaltaklanmaya başlamış, aynı zamanda da, en ilkel bilgisizliği ortaya koymayı ve okullarda okutulan ekonominin eski bayağılıklarını yinelemeyi sürdürmüştür. Bay Mikhailovsky'ye, alışkanlıkla tümüyle atlayıp geçtiği sorunun özünü göstermek için, bu sorun üzerinde biraz durmalıyız.
Kapitalist üretimin emeği toplumsallaştırması, hiç de insanların bir çatı altında çalışmasından oluşmaz (bu, sürecin yalnızca küçük bir parçasıdır), sermayenin yoğunlaşmasına toplumsal emeğin uzmanlaşmasının eşlik etmesinden, her sanayi dalında kapitalistlerin sayısındaki bir azalmanın ve ayrı sanayi dallarının sayısında bir çoğalmanın eşlik etmesinden — bir toplumsal üretim süreci halinde kaynaşmış, birçok ayrı üretim süreçlerinden oluşur. Örneğin, elzanaatı dokumacılığı günlerinde, küçük üreticilerin kendileri ipliği eğilirler ve kumaş yaparlardı, birkaç tane sanayi dalı vardı (eğirme ve dokuma içice geçmişti). Ama üretim, kapitalizm tarafından toplumsallaştırıldığı zaman, ayrı sanayi dallarının sayısı artar: Pamuk eğirme ayrı olarak yapılır, dokuma da öyle: Üretimdeki bu bölünme ve yoğunlaşma yeni dalların doğmasına yolaçar — makine yapımı, kömür madenciliği vb..
Şimdi daha uzmanlaşmış hale gelen her sanayi dalında, kapitalistlerin sayısı durmadan azalır. Bu demektir ki, üreticiler arasındaki toplumsal bağ gitgide daha çok güçlenir, üreticiler bir tek bütün halinde sıkıca birleşirler. Eskiden tek tek küçük üreticilerin her biri birkaç işlemi birarada yaparlardı, bu yüzden de birbirlerinden nispeten bağımsız idiler, örneğin, elzanaatçısı keteni kendi ektiği, kendi eğirdiği ve dokuduğu zaman hemen hemen öteki elzanaatlarından bağımsızdı. Küçük dağınık meta üreticilerinin bu rejimi, (ve yalnızca bu rejim) şu sözü haklı kılıyordu: "Her insan kendisi için, tanrı herkes için", yani bir pazar dalgalanmaları anarşisi. Kapitalizm sayesinde erişilen emeğin toplumsallaşması altında durum tamamen farklıdır. Kumaşı üreten imalatçı, pamuk ipliği imalatçısına, bu sonuncusu pamuğu yetiştiren kapitalist tarımcıya, makine imalatçısına, kömür madeni sahibine vb., vb. bağlıdır. Sonuç, hiçbir kapitalistin ötekiler olmaksızın yapamamasıdır. "Her insan kendisi için" sözünün böyle bir rejime pek uygulanamayacağı açıktır. Burada herbiri herkes için, herkes herbiri için çalışır (ve ister göksel bir fantezi olarak, ister yersel bir "altın buzağı" olarak — burada tanrıya hiç yer kalmamıştır).
Rejimin niteliği tümüyle değişir. Küçük ayrı ayrı işletmeler rejimi sırasında, bu işletmelerden herhangi birinde iş durduğu zaman, bu toplumun yalnızca birkaç üyesini etkilerdi, hiçbir genel karışıklık yaratmazdı, bu yüzden de genel dikkati üzerine çekmez ve kamunun müdahalesine yolaçmazdı. Ama büyük bir işletmede çok uzmanlaşmış bir sanayi dalıyla uğraşan, ve bu yüzden hemen hemen toplumun tümü için çalışan ve kendisi de toplumun tümüne bağlı olan bir işletmede (basit olsun diye, toplumsallaşmanın en son noktaya ulaştığı bir durumu ele alıyorum) iş durduğu zaman, toplumun bütün öteki işletmelerinde de işin durması zorunludur, çünkü bunlar, gereksindikleri ürünleri ancak bu işletmeden sağlayabilirler, kendi metalannın hepsini, ancak eğer bu işletmenin metaları mevcutsa elden çıkarabilirler. Tüm üretim süreçleri böylece bir tek toplumsal üretim süreci halinde kaynaşırlar; ama gene de her dal ayrı bir kapitalist tarafından yürütülür, ona bağlıdır ve toplumsal ürünler onun özel mülküdür. Üretim biçimi ile maledinme biçimi arasında uzlaşmaz bir çelişkinin başladığı açık değil midir?
Sonuncunun kendini birinciye uydurması gerektiği ve toplumsal, yani sosyalist hale gelmesi gerektiği ortada değil midir? Ama Otoçestveniye Zapiski'nin açıkgöz darkafalısı, her şeyi, bir çatı altında çalışmaya indirgiyor.
Herhangi bir şey bundan daha fazla hedeften uzak olabilir mi? (Sürecin toplumsal yönüne, işçilerin birleşmiş, kaynaşmış ve örgütlenmiş hale gelmeleri olgusuna, türemiş ve ikincil bir olgu olduğu için dokunmaksızın, yalnızca maddi süreci, yalnızca üretim ilişkilerindeki değişmeyi tanımladım.)
Böyle basit şeylerin bütün Rusya "demokratları"na açıklanmasının gerekli oluşunun nedeni, bunların küçük- burjuva fikirler batağına, bir küçük-burjuva düzeninden başka bir düzeni kesinlikle düşünmeyecek kadar kötü bir biçimde saplanmış olmalarıdır.
Ama, gene bay Mikhailovsky'ye dönelim. Marx'ın sosyalist sistemin bizzat kapitalist gelişmenin yasalarından dolayı kaçınılmaz olduğu sonucuna ulaşırken dayandığı olgulara ve tartışmalara karşı hangi itirazları yöneltmiştir? Gerçekte, toplumsal ekonominin meta örgütlenmesinde, toplumsal emek sürecinde büyüyen bir uzmanlaşma olmadığını, sermaye ve işletmelerde yoğunlaşma olmadığını, tüm emek sürecinde toplumsallaşma olmadığını mı göstermiştir? Hayır, bu olguları çürütmek için bir tek tez öne sürmemiştir. Emeğin toplumsallaşmasıyla uzlaşmayan anarşinin, kapitalist toplumun yaradılıştan gelen bir özelliği olduğu önermesini sarsmış mıdır? Bu konuda da hiçbir şey söylememiştir. Tüm kapitalistlerin emek süreçlerinin bir tek toplumsal emek süreci halinde birleşmesinin, özel mülkiyetle bağdaşabileceğini, ya da çelişkinin bir çözümünün olanaklı olduğunu ve Marx'ın gösterdiğinden başka bir çözümün düşünülebileceğini mi kanıtlamıştır? Hayır. Bu konuda bir tek söz söylememiştir.
O halde eleştirisi neye dayanıyor? Dalaverelere, tahriflere ve kuru gürültüden öte bir şey olmayan bir ağız kalabalığına.
Gerçekten de, önce, tarihin ardarda gelen üçlü adımları hakkında bir yığın saçmasapan sözettikten sonra, ciddi bir havayla, Marx'a "sonra ne geliyor?" —yani tarih onun tanımladığı sürecin son aşamasının ötesinde nasıl ilerleyecektir— diye soran eleştirmenin kullandığı yöntemleri başka nasıl nitelendirebiliriz? Marx'ın yazınsal ve devrimci etkinliklerinin ta başından beri, toplumbilimsel teoriden, gerçek süreci —bunun ötesinde bir şeyi değil— doğru olarak anlatmasını istediğine lütfen dikkat edin (örneğin komünistlerin teori ölçüleri üzerine bkz: Komünist Manifesto)[36] Marx, Kapital'de bu isteğe sıkı sıkıya bağlı kalmıştır: Kapitalist toplum biçiminin bilimsel bir tahlilini vermeyi görev edinmiş ve aslında gözlerimizin önünde cereyan eden bu örgütlenmenin gelişmesinin, şöyle bir eğilime sahip olduğunu, kaçınılmaz olarak yokolmak ve daha yüksek bir başka örgütlenmeye dönüşmek zorunda olduğunu gösterdikten sonra orada durmuştur. Ama bay Mikhailovsky, Marx'ın öğretisinin tüm özünden kaçınarak, aptalca sorusunu soruyor: "Sonra ne geliyor?" Ve pek esaslı bir biçimde ekliyor: "Açıkça itiraf etmeliyim ki, Engels'in yanıtının ne olabileceğini pek bilmiyorum." Ama kendi açımızdan açıkça itiraf etmeliyiz ki bay Mikhailovsky, biz, böyle bir ,"eleştiri"nin ruhunun ve yöntemlerinin ne olduğunu iyi biliyoruz!
Ya da şu iddiayı ele alın: "Ortaçağlarda, Marx'ın mal sahibinin kendi emeğine dayanan bireysel mülkiyeti, ekonomik ilişkiler alanında bile ne tek, ne de egemen etmendi. Bunun yanında çok şey vardı, ama Marx'ın yorumunda diyalektik yöntem (bay Mikhailovsky'nin tahrif ettiği yorumda olmasın?) bu konuya dönmeyi önermiyor. Bütün bu şemaların, tarihsel gerçekliğin, ya da hatta onun boyutlarının bir görünümünü sunmadığı açıktır; bu şemalar yalnızca insan zihninin, her nesneyi, geçmiş, şimdiki ve gelecekteki durumları ile düşünme eğilimini doğruluyorlar." Bay Mikhailovsky, sizin şeyleri tahrif ediş biçiminiz bile insanı bıktıracak kadar monoton! Bay Mikhailovsky, gerçek kapitalist gelişme sürecini formüle etmekten başka, bir iddiası olmayan Marx'ın şemasına, [24*] önce her şeyi üçlülerle kanıtlama niyetini yakıştırıyor, sonra Marx'ın şemasının bay Mikhailovsky'nin onu zorla sokmaya çalıştığı plana uymadığını ilan ediyor (üçüncü aşama, birinci aşamanın yalnızca bir yanını yeniden kurar, tüm öteki yanları dışarda bırakır), sonra da en şamatalı bir biçimde, "şemanın tarihsel gerçekliğin bir görünümünü sunmadığı açıktır" sonucuna ulaşıyor!
Engels'in Dühring için dediği gibi, istisna olarak bile doğru aktarma yapamayan bir adamla, herhangi bir ciddi polemiğe girilebilir mi? Şemanın herhangi bir açıdan yanlışlığını göstermek üzere bir çaba bile harcamadan, herkese onun gerçekliğe uymadığının ortada olduğu güvencesi verildiği zaman, herhangi bir tartışma yapılabilir mi?
Bay Mikhailovsky, marksist görüşlerin gerçek içeriğini eleştireceği yerde, hünerini, geçmişin, bugünün ve geleceğin kategorileri konusunda göstermektedir. Engels, örneğin bay Dühring'in "öncesiz ve sonrasız gerçekler"ine karşı tartışırken, "bugün bize öğütlenen ... ahlak" üç katlı bir ahlaktır: Hıristiyan-feodal, burjuva ve proleter, öyle ki, geçmiş, bugün ve gelecek kendi ahlak teorilerine sahiptirler der.[37] Bu konuda bay Mikhailovsky şu kurgulara dalıyor: "Kanımca, tarihin, dönemler halinde tüm üçlü bölünmelerinin temelinde yatan şey, geçmişin, bugünün ve geleceğin kategorileridir." Ne derinlik! Herhangi bir toplumsal görüngünün, gelişme süreci içinde incelendiğinde, onda her zaman geçmişin kalıntılarının, bugünün temellerinin ve geleceğin tohumlarının keşfedileceğini kim bilmez? Ama Engels, örneğin, ahlak tarihinin (bildiğimiz gibi yalnızca "bugünün" ahlakından sözediyordu), belirtilen üç etkenle sınırlandığını, örneğin feodal ahlaktan önce köleci ahlakın, köleci ahlaktan önce de ilkel komünist ahlakın gelmediğini öne sürmeyi aklından geçirmiş midir? Engels'in ahlaksal fikirlerdeki modern eğilimleri materyalist bir biçimde açıklayarak anlatma çabasını ciddi olarak eleştirecek yerde, bay Mikhailovsky, bize, en boş süslü tümceleri sunuyor!
Bay Mikhailovsky'nin kullandığı bu eleştiri yöntemlerine, materyalist tarih anlayışının, nerede, hangi yapıtla yorumlandığını bilmediği sözüyle başlayan eleştiriye gelince, belki de, yazarın bir zamanlar bu yapıtlardan birini bildiğini ve onu daha doğru değerlendirebildiğini anımsamak yerinde olur. 1887'de bay Mikhailovsky, Kapital hakkında aşağıdaki görüşü ileri sürmüştü: "Kapital'den hegelci diyalektiğin ağır, kaba ve gereksiz kapağını kaldırırsak" (Ne tuhaf! Nasıl oluyor da, 1877'de bu "hegelci diyalektik", "gereksiz" idi, ve 1894'te, materyalizm, "diyalektik sürecin itiraz kabul etmezliğine" dayanır gibi görünüyor?), "o zaman, bu çalışmada, öteki üstünlüklerinin yanısıra, biçimlerin, kendi varlıklarının maddi koşullarıyla ilişkisi genel sorununun yanıtı için eksiksiz, inceden inceye hazırlanmış bir malzeme, ve belirli bir alan için bu sorunun kusursuz bir formülasyonunu da görürüz." "Biçimlerin kendi varlıklarının maddi koşullarıyla ilişkisi" — bu, toplumsal yaşamın çeşitli yönleri arasındaki karşılıklı ilişki sorununun, maddi ilişkiler temeli üzerindeki ideolojik toplumsal ilişkiler üstyapısı sorununun ta kendisidir; ünlü çözümü, materyalizm öğretisini oluşturan bir sorundur. Devam edelim:
"Aslında, 'Kapital’in tümü (italikler benimdir) bir toplum biçiminin ilk kez doğduktan sonra nasıl büyümeye devam ettiğini, keşifleri, buluşları ve üretim yöntemlerindeki gelişmeleri, yeni pazarları ve bilimin kendisini kendine tâbi kılarak ve özümleyerek tipik özelliklerini nasıl güçlendirdiğini ve bunları kendisi için çalışmaya zorladığını ve ensonu, mevcut biçimin, maddi koşullardaki daha ileri değişikliklere elverişsiz olduğunu araştırmaya hasredilmiştir."
Şaşırtıcı bir şey! 1877'de "Kapital’in tümü" belli bir toplum biçiminin materyalist bir araştırmasına hasredilmişti (materyalizm, toplum biçimlerinin maddi koşullarla açıklanması değil de nedir?), oysa 1894'te, öyle görünüyor ki, bu materyalizmin bir sergilenmesinin nerede, hangi yapıtta aranması gerektiği bile bilinmiyor!
1877'de, Kapital, "belli bir biçimin (kapitalist biçim, değil mi?) maddi koşullardaki daha ileri değişikliklere nasıl dayanamadığının (dikkat edin buna!) bir araştırmasını" içeriyordu — oysa, 1894'te, hiç böyle bir araştırma bulunmadığı ve kapitalist biçimin üretken güçlerdeki daha ileri herhangi bir değişikliğe dayanamayacağı inancının bulunmadığı —ki bu, "tümüyle hegelci üçlünün sonunda" yeralmaktadır— ortaya çıkmaktadır! 1877'de bay Mikhailovsky, "belli bir toplum biçiminin kendi varlığının maddi koşullarıyla ilişkilerinin tahlili, ebediyen (italikler benimdir), yazarın mantık gücünün ve geniş bilgisinin bir anıtı olarak kalacaktır" diyordu — oysa 1894'te, materyalizm öğretisinin hiçbir zaman ve hiçbir yerde bilimsel olarak doğrulanmadığını ve tanıtlanmadığını ilan ediyor.
Şaşırtıcı bir şey! Gerçekte bu ne demektir? Ne olmuştur?
İki şey olmuştur. Birincisi, yetmişlerin Rus köylü sosyalizmi —ki bu, burjuva niteliği yüzünden özgürlüğe karşı "öfkeyle solumakta", Rus yaşamındaki uzlaşmaz karşıtlığın üstünü şevkle kapatan "alnıaçık liberallere" karşı savaşmakta ve bir köylü devrimi düşlemekteydi— tamamen çürümüş ve köylü çiftçiliğinin ilerici eğilimlerinde "umut verici bir izlenim" sezen, bunların, köylülüğün toptan mülksüzleştirilmesiyle elele gittiğini (ve onunla belirlendiğini) unutan kaba, darkafalı liberalizmi doğurmuştur. İkincisi de, bay Mikhailovsky, 1877'de, "kızıl" (yani devrimci sosyalist) Marx'ı liberal eleştirmenlere karşı savunmak görevine öylesine dalmıştı ki, Marx'ın yöntemi ile kendisininkinin bağdaşmazlığını görememişti. Ve sonra, diyalektik materyalizmle öznel toplumbilim arasındaki bu uzlaşmaz çelişki, Engels'in makaleleri ve kitapları tarafından ve Rus sosyal-demokratları tarafından ona açıklandı (Plehanov'un yazılarında sık sık bay Mikhailovsky hakkında çok yerinde yorumlarla karşılaşılır) — bay Mikhailovsky ise tüm sorunu ciddi olarak oturup yeniden incelemek "yerine, yalnızca gemi azıya aldı. (1872 ve 1877'de yaptığı gibi),[38] Marx'ı sevinçle karşılayacağı yerde, şimdi belirsiz bir övgü perdesi altında ona havlıyor; "ekonomik bakımdan en zayıf olanın korunmasından", kırlarda büyük dükkanlar ve iyileştirmelerden, elzanaatçıları için sergi ve artellerden ve buna benzer iyi niyetli darkafalı fikirlerden hoşnut kalmayı reddettikleri için, "kızıl" insanlar olarak kalmak, toplumsal devrimin savunucuları olarak kalmak ve toplumun gerçekten devrimci öğelerini eğitmek, yönlendirmek ve örgütlemek istedikleri için, Rus marksistlerine müthiş kızıyor ve yaygara koparıyor.
Uzak geçmişe yaptığımız bu kısa gezintiden sonra, sanırız bay Mikhailovsky'nin Marx'ın teorisine ilişkin "eleştirisi"nin incelenmesi bitirilebilir. O halde, eleştirmenin "iddialarını" toparlamaya ve yeniden özetlemeye çalışalım.
Yıkmaya kalkıştığı öğreti, birinci olarak, tarihin materyalist anlayışına, ikinci olarak da, diyalektik yönteme dayanır.
Birincisine ilişkin olarak, eleştirmen, materyalizmin hangi yapıtta anlatıldığını bilmediğini ilan etmekle işe başlıyor. Böyle bir sergilemeyi hiçbir yerde bulamadığından, materyalizmin ne olduğu konusunda kendisi bir açıklama uydurmaya kalkıyor. Materyalizmin aşırı istemleri hakkında bir fikir vermek için, materyalistlerin, insanlığın tüm geçmişini, bugününü ve geleceğini açıkladıklarını iddia ettikleri masalını uyduruyor — ve daha sonra, marksistlerin belgelenmiş sözlerine yapılan atıflarla, onların yalnızca bir toplumsal biçimlenmeye açıklanmış gözü ile baktıkları gösterildiği zaman da, eleştirmen, materyalistlerin materyalizmin kapsamını daralttıklarına, böylece de, onun iddiasına göre, kendi kendilerini yenilgiye uğrattıklarına karar veriyor. Materyalizmin ortaya çıkarılmasında kullanılan yöntemler hakkında bir fikir vermek için, Marx ve Engels'in yalnızca genel olarak ekonomik tarih hakkındaki bilgilerinin yetersiz olduğunu itiraf etmelerine (1845-1846'da) karşın ve bilgilerinin yetersizliğini tanıtlayan makaleyi hiçbir zaman yayınlamamış olmalarına karşın, materyalistlerin kendilerinin, bilimsel sosyalizmi geliştirmek için bilgilerinin yetersiz olduğunu itiraf ettikleri masalını uyduruyor. Bu girişlerden sonra, eleştirinin kendisi sunuluyor: Kapital yerlebir ediliyor, çünkü, eleştirmen bütün dönemlerin ele alınmasını istediği halde, Kapital, yalnızca bir dönemi ele almaktadır, ve çünkü ekonomik materyalizmi doğrulamamakta, yalnızca dokunup geçmektedir — anlaşılan bunlar, materyalizmin bilimsel olarak hiçbir zaman tanıtlanmadığının kabulünü zorunlu kılacak kadar önemli ve ciddi iddialardır. Sonra da, bu öğreti ile hiçbir bağıntısı olmayan bir adamın tamamen farklı bir ülkede tarih öncesi zamanları inceledikten sonra, materyalist sonuçlara varması, materyalizme karşı bir olgu olarak belirtiliyor. Ayrıca, üremeyi materyalizmin içine sokmanın kesinlikle yanlış olduğunu, bunun bir sözcük oyunundan başka bir şey olmadığını göstermek için, eleştirmen, ekonomik ilişkilerin cinsel ilişkilere ve aile ilişkilerine dayanan bir üstyapı olduğunu tanıtlamaya girişiyor. Pek önemli eleştirmenimizin, materyalistleri aydınlatmak için bu konudaki sözleri, bize, mirasın üreme olmaksızın olanaklı olamayacağı, karmaşık bir psikolojinin bu üremenin ürünlerine "bağlı olduğu" ve çocukların babalarının anlayışında büyütüldükleri yolunda derin gerçeği kazandırıyor. Bu arada öğreniyoruz ki, ulusal bağlar sosyal (gentile) bağların bir devamı ve genelleme-sidir. Eleştirmen, materyalizme ilişkin teorik araştırmalarına devam ederek, marksist tartışmaların çoğunun içeriğinin, yığınların ezilmesi ve sömürülmesinin, burjuva rejim altında "zorunlu" olduğu ve bu rejimin "zorunlu olarak" sosyalist bir rejime dönüşmesi gerektiği iddiasından ibaret olduğunu belirtiyor. Sonra da, zorunluluğun çok genel bir parantez olduğunu (eğer insanların tam olarak neyi zorunlu saydıklarını atlarsak), ve bu yüzden marksistlerin gizemci ve metafizikçi olduğunu aceleyle ilan ediyor. Eleştirmen, ayrıca, Marx'ın idealistlere karşı polemiğinin "tek yanlı" olduğunu da ilan ediyor, ama bu idealistlerin görüşlerinin öznel yöntemle ilişkisi ve Marx'ın diyalektik yönteminin bu görüşlerle ilişkisi hakkında tek söz etmiyor.
Marksizmin ikinci dayanağına —diyalektik yönteme— gelince, onu yıkmak için cesur eleştirmenin bir darbesi yetmiştir. Ve bu darbe, pek güzel indirilmiştir: Eleştirmen, diyalektik yöntemin, hiç de üçlülerden değil, toplumbilimdeki idealist ve öznelci yöntemlerin reddedilmesinden oluştuğu gerçeğini görmezlikten gelerek, herhangi bir şeyin üçlülerle tanıtlanabileceği fikrini çürütmek için, görülmemiş bir gayretle çalışmış çabalamıştır. Bir başka darbe de özellikle Marx'a yöneltilmiştir: Eleştirmen, yiğit bay Dühring'in yardımıyla, Marx'a kapitalizmin çöküşündeki zorunluluğu üçlüler aracılığıyla tanıtlamaya çalışmış olmak saçmalığını malediyor — sonra da, bu saçmalığa karşı başarıyla savaşıyor.
İşte "ünlü toplumbilimcimiz"in parlak "zaferler"inin destanı böyledir! Bu zaferleri seyretmek ne kadar da "aydınlatıcı" (Burenin) olmuştur!
Bu noktada, Marx'ın öğretisinin eleştirisiyle doğrudan ilgili olmayan, ama eleştirmenin ideallerinin ve gerçeklik kavramının anlaşılması açısından son derece tipik olan bir duruma değinmeden geçemeyiz. Bu, onun batıdaki işçi sınıfı hareketine karşı tutumudur.
Yukarda bay Mikhailovsky'nin, materyalizmin "bilim"de kendini haklı çıkarmadığına (Alman "halkın dostları"nın bilimi olmasın bu?) ilişkin sözlerini aktardık: Bay Mikhailovsky'nin iddiasına göre, bu materyalizm "işçi sınıfı arasında çok hızlı bir biçimde" gerçekten de yayılmaktadır. Bay Mikhailovsky bu olguyu nasıl açıklıyor? "Deyim yerindeyse, ekonomik materyalizmin", diyor, "geniş ölçüde kazandığı başarı ve onun eleştirel olarak gerçeklenmemiş bir biçimde yayılması, bilim sayesinde değil, esas olarak geleceğe ilişkin umutlarla 'kurulan' günlük pratik sayesinde olmuştur." Geleceğe ilişkin umutlarla "kurulan" pratik hakkındaki bu acemice tümceden, materyalizmin, gerçekliği doğru bir biçimde açıkladığı için değil de gerçeklikten yüz çevirip geleceğe ilişkin umutlara döndüğü için yayıldığından başka bir anlam çıkarılabilir mi? Ve devam ediyor: "Bu umutlar, onları benimseyen Alman işçi sınıfından ve onun geleceğine yakın bir ilgi duyanlardan ne bilgi, ne de eleştirel düşünme çabası ister. Yalnızca inanç gerektirir." Bir başka deyişle, materyalizmin ve bilimsel sosyalizmin alabildiğine yayılması, bu öğretinin işçilere daha iyi bir gelecek vaadetmesi yüzündendir! Ama bu açıklamanın kesin saçmalığını ve yanlışlığını açığa vurmak için, sosyalizmin ve batıdaki işçi sınıfı hareketinin tarihi hakkında en ilkel bir bilgi sahibi olmak yeter. Herkes bilir ki, bilimsel sosyalizm gelecek için hiçbir zaman böyle umutlar çizmemiştir: Mevcut burjuva rejimin tahliliyle, kapitalist toplumsal örgütlenmenin gelişmesindeki eğilimlerin incelenmesiyle yetinmiştir, hepsi bu kadar. "Biz dünyaya demiyoruz ki —diye yazıyordu Marx daha 1843'te ve bu programı harfi harfine yerine getirmişti— biz demiyoruz ki: 'Savaşımı bırak — tüm savaşımınız anlamsızdır.' Biz, ona, doğru bir savaşım sloganı sağlamak istiyoruz. Biz, dünyaya, yalnızca, gerçekte ne için savaşım verdiğini gösteriyoruz, ve bilinç, ister hoşlansın ister hoşlanmasın, dünyanın elde etmesi gereken bir şeydir."[39] Örneğin, herkes bilir ki, Kapital —bilimsel sosyalizmin anlatıldığı bu baş ve temel yapıt— gelecek hakkında en genel anıştırmalarla yetinir ve yalnızca gelecekteki sistemin içinden büyüdüğü şimdiden varolan öğeleri tanımlar. Herkes bilir ki, geleceğe ilişkin umutlar sözkonusu olduğu ölçüde, insanların çatışmadan geçineceği ve toplumsal ilişkilerin sömürüye değil, insan doğasının koşullarına uyan gerçek ilerleme ilkelerine dayanacağı bir sistemin tablosuyla insanlığı esinlendirmeyi isteyerek gelecekteki toplumu bütün ayrıntılarıyla tanımlayan daha önceki sosyalistlerin bu konudaki katkısı kıyas kabul etmez ölçüde daha fazladır. Gene de, bu görüşleri açıklayan çok yetenekli bir alay insana karşın, ve en sağlam bir biçimde inanmış sosyalistlere karşın, büyük-ölçekli makineli sanayi, proleter işçi yığınlarını politik yaşamın girdabına çekinceye kadar ve savaşımlarının gerçek sloganı bulununcaya kadar, bunların teorileri yaşamın dışında kalmıştır ve programları halkın politik hareketlerinden uzak olmuştur. Bu sloganı (çok eskiden —1872'de— bay Mikhailovsky'nin onu adlandırdığı gibi) "bir ütopyacı değil sıkı ve hatta bazı yerlerde kuru bir bilimci olan" Marx bulmuştur; ve elbette bu, umutlar aracılığıyla değil, mevcut burjuva rejimin bilimsel bir tahlili ile, bu rejim altında sömürünün zorunluluğunun aydınlatılmasıyla, onun gelişmesindeki yasaların araştırılmasıyla bulunmuştur. Bay Mikhailovsky, bu tahlili anlamak için ne bir bilgiye, ne de bir düşünme çabasına gerek yoktur diye Ruskoye Bogatstvo okurlarına güvence verebilir, ama biz, onda, bu tahlilin saptadığı basit gerçeklerin anlaşılmasında, zaten öyle büyük bir eksiklik gördük (ve onun iktisatçı çalışma arkadaşında daha da büyük bir ölçüde göreceğiz[40] ki, böyle bir söz, doğaldır ki, bizde yalnızca bir gülümsemeye yolaçabiliyor. İşçi sınıfı hareketinin tam da büyük-ölçekli kapitalist makineli sanayinin geliştiği yerlerde ve bu gelişme ölçüsünde yayıldığı ve geliştiği tartışılmaz bir gerçek olarak kalıyor; sosyalist öğreti, tam da, insan doğasına uyan toplumsal koşullar hakkında tartışmayı bıraktığı ve çağdaş toplumsal ilişkilerin materyalist bir tahlilini yapmaya ve mevcut sömürü rejiminin zorunluluğunu açıklamaya başladığı zaman başarılı oluyor.
Bu öğretinin "umutlara" ilişkin tutumunu doğrudan gerçeğe aykırı bir biçimde niteleyerek, materyalizmin işçiler arasındaki başarısının gerçek nedenlerinden kaçınmaya çalıştıktan sonra, bay Mikhailovsky, batı Avrupa işçi sınıfı hareketinin düşünce ve taktikleriyle en kaba ve darkafalı bir biçimde alay etmeye devam ediyor.
Gördüğümüz gibi, Marx'ın emeğin toplumsallaşmasının bir sonucu olarak, kapitalist sistemin sosyalist sisteme dönüşmesinin kaçınılmazlığına ilişkin kanıtlarına karşı bir tek fikir öne sürememiştir. Ama gene de, bir "proleter
ordusu”nun kapitalistleri mülksüzleştirmeye hazırlandığı, bu mülksüzleştirme üzerine "bütün sınıf çatışmalarının duracağı ve insanlar arasında iyi niyetin egemen olacağı" fikri ile en kaba biçimde eğlenmektedir. O, bay Mikhailovsky, sosyalizme erişmenin bundan çok daha basit ve emin yollarını biliyor: Gereken tek şey "halkın dostlarının "istenen ekonomik evrim"in "açık ve değişmez" yollarını daha ayrıntılı bir biçimde belirtmeleridir — ve sonra da, bu "halkın dostları" çok olasıdır ki, "pratik ekonomik sorunları" çözmek üzere "davet edileceklerdir" (bkz: bay Yujakov'un Ruskoye Bogatstvo'daki "Rusya'nın Ekonomik Gelişme Sorunları" başlıklı makalesi, Sayı 11) ve bu arada — bu arada da, işçiler beklemeli, "halkın dostları"na güvenmeli ve "haksız bir kendine güvenle" sömürücülere karşı bağımsız bir savaşımı başlatmamalıdır. Bu "haksız kendine güvene" öldürücü bir darbe vurmak isteyen yazarımız, "bir cep sözlüğüne hemen hemen sığabilen bu bilime" pek hiddetleniyor. Gerçekten de ne korkunç! Bilim — ve cebe sığabilen ucuz sosyal-demokrat broşürler! Bilime, ancak, sömürülenlere kurtuluşları için bağımsız bir savaşım vermeyi öğrettiği ölçüde, sınıf düşmanlıklarının üstünü örtmekle uğraşan ve bütün işi kendi üzerlerine almayı isteyen tüm "halkın dostları"ndan uzak durmayı öğrettiği ölçüde değer veren — bu yüzden de, bu bilimi, darkafalıları böylesine sarsan ucuz broşürlerde açıklayan kişilerin, haksız bir kendine güven içinde oldukları, nasıl da belli oluyor değil mi? Eğer işçiler, yazgılarını, "halkın dostları"nın ellerine bıraksalardı, işler nasıl da farklı olacaktı! Onlar, işçilere, ciltler dolusu gerçek bir üniversite ve darkafalı bilimi göstereceklerdi; onlara, insan doğasına uyan bir toplumsal örgütlenmeyi ayrıntısıyla tanıtacaklardı, ama ancak — işçilerin beklemeyi kabul etmeleri ve böyle haksız bir kendine güvenle savaşımı kendilerinin başlatmamaları koşuluyla!
Bu kez, bay Mikhailovsky'nin "eleştirfsinin genel olarak Mars'ın teorisine karşı değil de, özel olarak Rus sosyal-demokratlarına karşı yöneltilmiş olan, ikinci kısmına geçmeden önce konudan biraz ayrılmamız gerekecek. Bay Mikhailovsky, Marx'ı eleştirirken, yalnızca Marx'ın teorisinin tam bir açıklamasını vermek için hiçbir çaba harcamamakla kalmıyor, ayrıca onu korkunç bir biçimde tahrif ediyor ve aynı yoldan, şimdi de, en vicdansız bir biçimde Rus sosyal-demokratlarının fikirleri üzerinde kalem oynatıyor. Gerçek, yeniden belirlenmelidir. Bunu yapmanın en uygun yolu, eski Rus sosyalistlerinin fikirleri ile sosyal-demokratların fikirlerini karşılaştırmaktır. Birincilerin bir açıklamasını bay Mikhailovsky'nin Ruskaya Mıysl, 1892, Sayı6'daki bir makalesinden alıyorum. Bay Mikhailovsky, bu makalede, ayrıca marksizmden sözetmekte (sansürlü bir basında ancak Burenin tarzında ele alınabilecek olan sorunların üzerinde durmaksızın, marksistleri her tür döküntüden ayırdetmeksizin, edepli bir dille —bu onu kötülemek için söylenmiş olsun— sözetmekle) ve marksizme karşı olan —ya da en azından karşı değilse, marksizme koşut olan— kendi görüşlerini anlatmaktadır. Kuşkusuz, ne kendisini sosyalistler arasında sınıflandırarak bay Mikhailovsky'yi, ne de bay Mikhailovsky'yi onlarla aynı düzeye koyarak Rus sosyalistlerini gücendirmeyi hiç de istemem, ama kanımca uslamlama çizgisi her iki durumda da esasta aynıdır, tek fark inançlarındaki sağlamlık, dürüstlük ve tutarlılık derecesindedir.
Bay Mikhailovsky, Otoçestveniye Zapiski'nin fikirlerini tanımlarken şöyle yazıyordu: "İşleyenin toprağa, ve üreticinin de emek aletlerine sahip olmasını, ahlaksal ve siyasal idealler arasına soktuk." Gördüğümüz gibi, bu çıkış noktası, iyi dileklerin esinlendirdiği, en iyi niyetli bir çıkış noktasıdır... "Ülkemizde hâlâ varolan ortaçağ emek biçimleri[25*] ciddi olarak sarsılmıştır, ama liberal ya da liberal-olmayan herhangi bir öğretinin hatırı uğruna, bunlara tamamen son vermek için bir neden görmedik."
Tuhaf bir iddia! Açıktır ki, herhangi bir türden "emek biçimleri", ancak bunların yerine başka biçimler geçmişse sarsılabilirler; oysa yazarımızın bu yeni biçimleri tahlil etmek ve açıklamak, ya da neden eski biçimlerin yerini aldıklarını anlamak için bir girişimde bile bulunmadığını görüyoruz (aynı kafadaki arkadaşlarından herhangi birinin de bunu yaptığını göremeyeceğiz). Tiradın ikinci yansı daha da tuhaftır: "Herhangi bir öğretinin hatırı uğruna, bu biçimlere tamamen son vermek için bir neden görmedik." "Biz" (yani sosyalistler — yukardaki koşula bakınız) emek biçimlerine "son vermek", yani toplumun üyeleri arasındaki mevcut üretim ilişkilerini yeniden kurmak için hangi araçlara sahip bulunuyoruz? Bu ilişkileri bir öğretiye göre yeniden kurmak fikri saçma değil midir? Bundan sonra geleni dinleyin: "Görevimiz, kendi ulusal derinliklerimizden, kesinlikle 'özgün' olan bir uygarlık çıkarıp kurmak değildir; ama batı uygarlığını, onu parçalayan tüm çelişkileriyle birlikte, bütünüyle kendi ülkemize aktarıp yerleştirmek de değildir; nereden alabilirsek alalım iyi olan şeyleri almalıyız; ve bu, ister kendimizin olsun, ister yabancı olsun, bir ilke sorunu değil, pratik elverişlilik sorunudur. Elbette bu öyle basit, açık ve anlaşılan bir şeydir ki, tartışmaya bile gerek yoktur." Gerçekten de ne kadar basit! Her yerden iyi olanı "alın" — işin sırrı tamamdır! Ortaçağ biçimlerinden, emekçinin üretim araçlarına sahipliğini "alın", yeni (yani kapitalist) biçimlerden de özgürlük, eşitlik, aydınlanma ve kültürü "alın". Tartışılacak bir şey kalmaz!
Toplumbilimdeki öznel yöntem burada günışığı kadar açıktır: Toplumbilim bir ütopya ile —emekçinin toprağın sahibi olması ile— başlıyor ve isteneni gerçekleştirmenin koşullarını gösteriyor: Oradan buradan iyi olanı "alın". Bu filozof, toplumsal ilişkileri, çeşitli kuruluşların basit mekanik bir toplamı, çeşitli görüngülerin basit mekanik bir sıralaması imişler gibi, salt metafizik bir görüşle ele almaktadır. Bu görüngülerden birini —ortaçağ biçimleriyle çiftçinin toprak mülkiyeti— çekip çıkarıyor ve bunun tıpkı bir tuğlanın bir yapıdan ötekine aktarılabilmesi gibi, bütün öteki biçimlere aktarılabileceğini sanıyor. Ama bu, toplumsal ilişkileri incelemek değil, incelenecek malzemeyi bozmaktır. Gerçekte, sizin ele aldığınız gibi, çiftçinin toprak mülkiyetinin ayrı ve bağımsız olarak varolması gibi bir şey yoktur; bu, o zamanlar varolan üretim ilişkilerinin halkalarından yalnızca biri idi; bu üretim ilişkileri, toprağın, köylüleri sömürmek üzere toprağı onlara dağıtan büyük toprak sahipleri, toprakbeyleri arasında bölüştürülmesinden oluşuyordu, öyle ki, toprak, adeta ayni ücret gibiydi: Toprakbeyi için bir artı-ürün üretebilsinler diye köylüye gerekli ürünleri sağlıyordu; köylülerin toprakbeyine feodal hizmet sunmalarının araçlarını sağlıyordu. Yazar, bu görüngüyü çekip çıkarmakla yetinmek ve böylece bunu kesinlikle yanlış bir ışık altında sunmak yerine, neden bu üretim ilişkileri sistemini izlememiştir? Çünkü yazar, toplumsal sorunları nasıl ele alacağını bilmemektedir. Bay Mikhailovsky (bay Mikhailovsky'nin iddialarını Rus sosyalizmini bir bütün olarak eleştirmek için, yalnızca bir örnek olarak kullandığımı yineliyorum), o zamanlar varolan "emek biçimleri"ni açıklamak ve bunları belli bir toplumsal ilişkiler sistemi, belli bir toplumsal biçimlenme olarak sunmak işine hiç girişmiyor. Marx'ın deyimiyle, topluma, işleyişi ve gelişimi içinde yaşayan bir organizma olarak bakmamızı gerektiren diyalektik yöntem ona yabancıdır.
Eski emek biçimlerinin yerini neden yeni emek biçimlerinin aldığını bile kendi kendisine sormaksızın, bu yeni biçimleri tartışırken de, aynı hatayı yineliyor. Onun için, bu biçimlerin, çiftçinin toprak mülkiyetini "sarstığını" — yani daha genel bir deyişle, üreticinin üretim araçlarından ayrılmasıyla ifadelerini bulduklarını— belirtmek ve ideale uymadığı için bunu mahkum etmek yeterlidir. Burada da iddiası kesinlikle saçmadır. Bir görüngüyü (topraksızlaştırma) çekip çıkarıyor, bunu, zorunlu olarak meta üreticileri arasında rekabete, eşitsizliğe, bazılarının yıkımına, bazılarının zenginleşmesine yolaçan meta ekonomisine dayanan ve artık farklı nitelikte olan bir üretim ilişkileri sisteminin bir unsuru olarak sunmak için bir girişimde bile bulunmuyor. Bir şeyi, yığınların yıkımını, farkediyor, ötekini, azınlığın zenginleşmesini bir kenara bırakıyor, ve bu durum, her iki şeyi de anlamasını olanaksız kılıyor.
Ve bu yöntemlere "etiyle kanıyla yaşamın sorunlarına yanıt aramak" adını veriyor (Ruskoye Bogatstvo, 1894, Sayı1), oysa, aslında durum tam tersidir: Gerçekliği açıklayamadığı, ona dosdoğru bakamadığı ve bunu istemediği için, mülk sahiplerinin, mülksüzlere karşı savaşım verdiği yaşamın bu sorunlarından alçakça kaçıp, masum ütopyalar alemine sığınmaktadır. Buna da "yaşam sorunlarına, bunların büyük ve karmaşık asıl gerçekliklerinin ideal bir biçimde incelenmesiyle yanıt aramak" diyor (Ruskoye Bogatstvo, Sayı1), oysa gerçekte bu asıl gerçekliği tahlil etmeye ve açıklamaya girişmemiştir bile.
Bunun yerine, bize, çeşitli toplumsal biçimlenmelerden anlamsızca tek tek öğeler çıkarılarak —ortaçağ biçiminden bir şey, "yeni" biçimden bir başka şey alınarak— kurulmuş bir ütopya sunmuştur. Buna dayanan bir teorinin gerçek toplumsal evrimden uzak kalmaya mahkum olduğu açıktır, bunun basit nedeni, ütopyacılarımızın şurdan burdan alınan öğelerden oluşturulmuş toplumsal ilişkiler altında değil, köylünün kulakla (girişimci mujik), elzanaatçısının alıcıyla, işçinin fabrika sahibiyle olan ilişkisini belirleyen ve ütopyacılarımızın hiç anlayamadıkları toplumsal ilişkiler altında yaşamak ve hareket etmek zorunda olmalarıdır. Bu anlamadıkları ilişkileri, ideallerine göre yeniden biçimlendirmek girişimleri ve çabaları başarısızlığa uğramaya mahkumdur. "Rus marksistleri sahneye çıktıkları" zaman, sosyalizm sorunu, Rusya'da, çok genel çizgilerle, işte bu durumdaydı.
Rus marksistleri, daha önceki sosyalistlerin öznel yöntemlerinin bir eleştirisiyle işe başladılar. Yalnızca sömürü olgusunu belirtmek ve mahkum etmekle yetinmeyerek, onu açıklamak istediler. Rusya'nın tüm reform- sonrası tarihinin, yığınların yıkımı ve bir azınlığın zenginleşmesinden ibaret olduğunu görünce, evrensel teknik ilerleme ile yanyana, küçük üreticilerin çok büyük ölçüde mülksüzleştirildiklerini gözlemleyince, bu kutuplaşma eğilimlerinin meta ekonomisinin geliştiği ve sağlamlaştığı yerlerde ve o Ölçüde doğduğunu ve arttığını farkedince, zorunlu olarak yığınların mülksüzleştirilmesine ve ezilmesine yolaçan bir burjuva (kapitalist) toplumsal ekonomi örgütlenmesi ile karşı karşıya oldukları sonucundan başka bir sonuca varamadılar. Pratik programları doğrudan doğruya bu inançla belirlendi: Bu program, en sapa köyden en modern ve kusursuz fabrikaya kadar, Rusya'daki ekonomik gerçekliğin baş içeriğini oluşturan proletaryanın burjuvaziye karşı savaşımına, mülksüz sınıfların mülk sahiplerine karşı savaşımına katılmaktı. Buna nasıl katılacaklardı? Yanıt, gene gerçeklikten geldi. Kapitalizm, sanayinin başlıca dallarını büyük-ölçekli makineli sanayi aşamasına getirmiştir, üretimi böylece toplumsallaştırarak, yeni bir sistemin maddi koşullarını yaratmış ve, aynı zamanda da, yeni bir toplumsal gücü, fabrika işçileri sınıfını, kent proletaryasını yaratmıştı. Aynı burjuva sömürüyle yüzyüze olan bu sınıf— ekonomik özüyle Rusya'nın tüm çalışan nüfusu bu sömürüyle yüzyüzedir— kurtuluşu açısından özel, elverişli bir durumda bulunmaktadır: Tümüyle sömürüye dayanan eski toplumla artık hiçbir bağı yoktur; emeğinin koşullan ve yaşam durumları onu örgütlemekte, düşünmeye zorlamakta ve siyasal savaşım arenasına adım atması olanağını sağlamaktadır. Sosyal-demokratların bütün dikkatlerini bu sınıfa vermeleri, bütün umutlarını bu sınıfa bağlamaları, programlarını onun sınıf bilincini geliştirmeye indirgemeleri ve bütün etkinliklerini onun mevcut rejime karşı doğrudan bir siyasal savaşım vermek üzere harekete geçmesine yardım etmeye ve tüm Rus proletaryasını bu savaşıma çekmeye yöneltmeleri çok doğaldır.
Şimdi bay Mikhailovsky'nin sosyal-demokratlarla nasıl savaştığını görelim. Bay Mikhailovsky, onların teorik görüşlerine, siyasal, sosyalist etkinliklerine karşı hangi iddiaları yöneltmektedir.
Marksistlerin görüşleri, eleştirmen tarafından aşağıdaki biçimde ortaya konuyor:
"Gerçek şudur ki" (marksistler böyle diyormuş gibi sunuluyor) "tarihsel zorunluluğun içkin yasalarına uygun olarak, Rusya, doğuştan içinde taşıdığı bütün çelişkilerini, ve küçük kapitalistlerin büyükler tarafından yutulması ile kendi kapitalist üretimini geliştirecektir, ve bu arada da, topraktan kopmuş olan mujik, bir proleter haline dönüşecek, birleşecek, toplumsallaşacaktır; oyun bitmiş, şapka ortadan kaybolmuştur, geriye kalan tek şey, bu şapkayı artık mutlu olan insanların kafasına oturmaktır."
Ve böylece, marksistler gerçeklik anlayışlarında "halkın dostları'ndan hiçbir biçimde ayrılmamakta, yalnızca gelecek hakkındaki düşüncelerinde farklılık göstermektedirler: Görünüşe göre, marksistler, bugünün değil, yalnızca "umutların" üzerinde durmaktadırlar. Hiç kuşku yok ki, bu, bay Mikhailovsky'nin fikridir; onun söylediğine göre marksistler "geleceğe ait tahminlerinde ütopik hiçbir şey olmadığına, ve her şeyin bilimin kesin buyruklarına göre değerlendirildiğine ve ölçüldüğüne, tamamen inanmaktadırlar"; en son olarak ve daha da açık bir biçimde: marksistler "soyut bir tarihsel şemanın değişmezliğine inanır ve bunu açıkça söylerler".
Tek sözcükle, burada marksistlerin görüşlerine karşı söyleyecek özlü hiçbir şeyi olmayan kimselerin çoktandır kullandığı marksistlere karşı en bayağı ve en kaba suçlamayı görüyoruz. "Marksistler soyut bir tarihsel şemanın değişmezliğini açıkça söylerler!!"
Ama bu, tümüyle bir yalan ve uydurmadır!
Hiçbir marksist, hiçbir yerde, Rusya'da kapitalizm "olmalıdır", "çünkü" batıda kapitalizm vardı vb. iddiasında bulunmamıştır. Hiçbir marksist, Marx'ın teorisine, evrensel olarak zorunlu bir felsefi tarih şeması olarak, özel bir toplumsal-ekonomik biçimlenmenin bir açıklanmasından öte bir şey olarak bakmamıştır. Yalnızca öznel filozof bay Mikhailovsky, ona evrensel felsefi bir teori maledecek kadar Marx üzerine bir anlayış noksanlığı göstermeyi becerebilmiştir; ve buna yanıt olarak da, Marx'tan, yanlış kapı çaldığına ilişkin çok kesin bir açıklama almıştır. Hiçbir marksist, sosyal-demokrat görüşlerini, teorinin gerçekliğe ve belli toplumsal ve ekonomik ilişkilerin, yani Rusya'nın toplumsal ve ekonomik ilişkilerinin tarihine uygunluğundan başka bir şeye da- yandırmamıştır: Başka türlü de yapamazdı, çünkü teori konusundaki bu istem, çok kesin ve açık bir biçimde bizzat "marksizm"in kurucusu tarafından —Marx tarafından— açıklanmış ve tüm öğretinin temel taşı yapılmıştır.
Kuşkusuz, bay Mikhailovsky, soyut bir tarihsel şemanın açıkça anlatıldığını "kendi kulaklarıyla" duyduğunu iddia ederek, bu sözleri istediği kadar çürütebilir. Ama bay Mikhailovsky konuştuğu kişilerden her türlü saçma, anlamsız söz işitme fırsatı bulmuşsa, bundan biz sosyal-demokratlara ne, ya da başkasına ne? Bu, yalnızca konuştuğu insanları seçmekte çok şanslı olduğundan başka bir şeyi göstermez, öyle değil mi? Kuşkusuz, nükteci filozofumuzun konuştuğu nükteci kişilerin, kendilerine marksist, sosyal-demokrat vb. demiş olmaları çok olasıdır — ama bugünlerde (çok önceden belirtildiği gibi) her serserinin "kızıl" giysilerle kendini süslemekten hoşlandığını kim bilmez ki?[26*] Ve eğer bay Mikhailovsky, bu "soytarıları" marksistlerden ayıramayacak kadar anlayışsızsa, ya da tüm öğretinin —Marx'ın en şiddetli bir biçimde vurgulayarak öne sürdüğü — bu ölçütünü ("gözlerimizin önünde neler olup bittiğinin" formülasyonunu) farkedemeyecek kadar yüzeysel anlamışsa, bu, gene, olsa olsa, bay Mikhailovsky'nin zeki olmadığını tanıtlar, başka bir şeyi değil.
Her ne olursa olsun, basında sosyal-demokratlara karşı bir polemiğe giriştiğine göre, çoktandır bu adı taşıyan, ve tek başlarına taşıyan —öyle ki, ötekiler bunlarla karıştırılamazlar— ve kendi öz yazınsal temsilcilerine, Plehanov ve çevresine[41] sahip bulunan sosyalistler grubunu gözönünde tutmalıydı. Ve eğer bunu yapmış olsaydı, —açıktır ki, bu, birazcık terbiyesi olan herhangi birinin yapması gereken şeydi— ve hatta ilk sosyal-demokrat yapıta, Plehanov'un Farklılıklarımız adlı yapıtına başvurmuş olsaydı, bunun daha ilk sayfalarında, bu çevrenin tüm üyeleri adına yazarın yapmış olduğu kesin bir açıklamayı bulacaktı, "Programımızı hiçbir durumda büyük bir adın otoritesi ile örtmek istemiyoruz" (yani ,Marx'ın otoritesi ile).
Rusça anlıyor musunuz bay Mikhailovsky? Soyut şemalar öğretmek ile, Rus sorunları üzerine yargıda bulunurken Marx'ın otoritesinin tümüyle yadsınması arasındaki farkı anlıyor musunuz?
Konuştuğunuz kişilerden işittiğiniz ilk düşünceyi marksist düşünce olarak sunmakla, ve sosyal-demokrasinin önde gelen üyesinin tüm grup adına yaptığı yayınlanmış bir açıklamayı görmezden gelmekle namussuzca davrandığınızın farkında mısınız?
Ve sonra açıklama daha da kesin hale geliyor:
Plehanov şöyle diyor: "Yineliyorum, en tutarlı marksistler, Rusya'daki mevcut durumun değerlendirilmesinde anlaşmazlığa düşebilirler"; bizim öğretimiz, "bu özel bilimsel teorinin, çok karmaşık ve dolaşık toplumsal ilişkilerin tahliline uygulanmasında ilk girişim"dir.
Daha açık konuşmak zor görünüyor: Marksistler, Marx'ın teorisinden, yalnızca onun toplumsal ilişkileri aydınlatmak için mutlaka gerekli olan son derece değerli yöntemlerini koşulsuz alırlar ve, dolayısıyla da, ilişkiler üzerine yargılarının ölçütünü, soyut şemalarda ve buna benzer saçmalıklarda değil, bu yargının doğruluğunda ve gerçekliğe uygunluğunda bulurlar.
Yoksa bu sözleri söylerken, yazarın aslında başka bir şey kastettiğini mi düşünüyorsunuz? Ama durum böyle değildir. Ele aldığı soru — "Rusya'nın kapitalist gelişme evresinden geçmesi gerekli midir?" sorusudur. Demek ki, soru hiç de marksist bir biçimde formüle edilememiş ve bu "gerekliliğin" ölçütünü yetkililerin politikasında, ya da "toplumun" etkinliklerinde, ya da "insan doğasına uygun düşen" bir toplum idealinde ve buna benzer saçmalıklarda gören bizim çeşitli yerli filozoflarımızın öznel yöntemlerine uygun düşmüştür. O halde, soyut şemalara inanan bir insanın böyle bir soruyu nasıl yanıtlayacağını sormakta haklıyız. Açıktır ki, diyalektik sürecin itiraz kabul etmezliğinden, Marx'ın teorisinin genel felsefi öneminden, her ülkenin bu evrenden geçmesinin kaçınılmazlığından... vb.,vb. sözedecektir.
Peki Plehanov bunu nasıl yanıtlamıştır? Bir marksistin yanıtlayabileceği tek yolla.
"Gereklilik" sorununu, yalnızca öznelcileri ilgilendirebilecek boş bir sorun olarak tümüyle bir kenara atmış ve yalnızca gerçek toplumsal ve ekonomik ilişkileri, ve bunların gerçek evrimini ele almıştır. Ve bunun içinde, bu yanlış biçimde formüle edilmiş soruyu doğrudan yanıtlamamış, bunun yerine: "Rusya, kapitalist yola girmiştir" diye karşılık vermiştir.
Bay Mikhailovsky ise, bir uzman havasıyla, soyut tarihsel şemalara inançtan, zorunluluğun içkin yasalarından ve buna benzer görülmemiş saçmalıklardan sözediyor! Buna da, "sosyal-demokratlara karşı bir polemik" diyor!!
Eğer bu da bir polemikçi ise, o zaman geveze kime denir anlayamıyorum!
Bay Mikhailovsky'nin yukarda aktarılan iddiasıyla ilgili olarak, onun sosyal-demokratların görüşlerini şöyle sunduğunu da gözlemlemek gerekir: "Rusya kendi kapitalist üretimini geliştirecektir." Açıktır ki, bu filozofun görüşüne göre, Rusya "kendi" kapitalist üretimine sahip değildir. Yazar, anlaşılan, Rus kapitalizminin bir-buçuk milyon işçi ile sınırlı olduğu görüşünü paylaşıyor. Özgür emeğin bütün öteki sömürülme biçimlerini allah bilir hangi başlık altında sınıflandıran bizim "halkın dostları"nın bu çocukça fikri ile daha sonra gene karşılaşacağız. "Rusya, bütün kalıtsal çelişkileriyle kendi kapitalist üretimini geliştirecektir ve, bu arada da, topraktan ayrılmış olan mujik, bir proleter haline dönüşecektir." Ormanda ne kadar ilerlersek, ağaçlar o kadar çoğalıyor! Demek ki, Rusya'da hiçbir "kalıtsal çelişki" yok? Ya da, yalın bir biçimde koyarsak, halk yığınının bir avuç kapitalist tarafından sömürülmesi yok? Nüfusun geniş çoğunluğunun yıkımı ve birkaç kişinin zenginleşmesi yok? Mujiğin hâlâ topraktan ayrılması gerekiyor? Peki ama, tüm reform-sonrası Rusya tarihi, köylülüğün eşi görülmemiş bir yoğunlukla ilerleyen toptan mülksüzleştirilmesi değil de nedir? Böyle şeyleri herkesin önünde söylemek için insanın büyük cesaret sahibi olması gerek. Ve bay Mikhailovsky bu cesarete sahip: "Marx, hazır bir proletaryayı ve hazır bir kapitalizmi ele aldı, oysa bizim hâlâ bunları yaratmamız gerek." Rusya'nın hâlâ bir proletarya yaratması gerek, öyle mi?! Rusya'da — yığınların böyle umutsuz bir yoksulluğun ve çalışan halkın böyle utanmazca sömürülmesinin görülebileceği tek ülkede; yoksulların koşulları açısından İngiltere ile (hem de haklı olarak) karşılaştırılan; milyonlarca insanın açlığının, örneğin tahıl ihracındaki aralıksız bir artışla yanyana varoluşunun sürekli bir şey olduğu bu ülkede — Rusya'da proletarya yok ha!!
Kanımca, bay Mikhailovsky, bu klasik sözlerinden ötürü daha henüz hayattayken bir heykelinin dikilmesine hak kazanmıştır![27*]
Bu arada şunu belirtelim: Daha sonra göreceğiz ki, Rusya'daki çalışan halkın dayanılmaz durumuna ikiyüzlüce gözlerini kapamak, bu durumu yalnızca "sarsılmış" olarak nitelemek, öyle ki, her şeyi yoluna koymak için yalnızca "kültürlü toplumun" ve hükümetin çabalarına gerek olduğunu ileri sürmek, "halkın dostları"nın sürekli ve en tutarlı taktiğidir. Bu şövalyeler, işçi sınıfının durumunun, "sarsılmış olduğu" için değil, bu yığınlar bir avuç sömürücü tarafından utanmazca soyulduğu için kötü olduğu gerçeğine gözlerini kapatırlarsa, bu sömürücüleri görmemek için devekuşu gibi kafalarını kuma gömerlerse, sömürücülerin yokolacağını sanıyorlar. Ve sosyal- demokratlar, onlara, gerçekliğe bakmaktan çekinmenin utanç verici bir korkaklık olduğunu söyledikleri zaman, sömürü olgusunu başlangıç noktası olarak aldıkları ve bunun olanaklı olan tek açıklamasının halk yığınını bir proletarya ve bir burjuvazi halinde bölmekte olan Rus toplumunun burjuva örgütlenmesinde, ve bu burjuvazinin egemenliğinin organı olmaktan başka bir şey olmayan Rus devletinin sınıfsal niteliğinde yattığını, ve bu yüzden tek çıkış yolunun, proletaryanın burjuvaziye karşı sınıf savaşımında yattığını söyledikleri zaman, — bu "halkın dostları", sosyal-demokratlar, halkın elinden toprağını almak istiyorlar!! Halkımızın ekonomik örgütlenmesini yıkmak istiyorlar!! diye bar bar bağırıyorlar.
Şimdi en hafif deyimiyle tümüyle yakışıksız olan bu "polemik"in, en rezilce kısmına, yani bay Mikhailovsky'nin, sosyal-demokratların politik etkinliklerini "eleştiri"sine (?) geliyoruz. Sosyalistlerin ve ajitatörlerin işçiler arasında yürüttükleri etkinliklerin legal basınımızda dürüst bir biçimde tartışılamayacağını ve sansürden geçen namuslu bir derginin bu konuda yapabileceği tek şeyin "ince bir davranışla sessiz kalmak" olduğunu herkes bilir. Bay Mikhailovsky bu çok basit kuralı unutmuş ve okur kitlesi ile bağ kurma tekelini sosyalistlere çamur atmakta kullanmaktan çekinmemiştir.
Ama, bu vicdansız eleştirmenle savaşmanın yolları, legal yayınlar dışında da olsa, bulunacaktır.
Bay Mikhailovsky, saf bir havaya bürünerek, şöyle diyor: "Anladığım kadarıyla, Rus marksistleri üç kategoriye ayrılabilir: marksist seyirciler (sürecin kayıtsız gözlemcileri), pasif marksistler (bunlar yalnızca 'doğum sancılarını yatıştırırlar'; 'topraktaki insanla ilgilenmezler ve dikkatlerini ve ümitlerini, zaten üretim araçlarından ayrılmış olanlara yöneltirler') ve aktif marksistler (bunlar kırların daha da yıkıma uğramasında açıkça direnirler)".
Nedir bu? Bay eleştirmen, kuşkusuz Rus marksistlerinin çevremizdeki gerçekliğin kapitalist toplum olduğu ve bundan yalnızca bir çıkış yolu bulunduğu, onun da proletaryanın burjuvaziye karşı savaşımı olduğu görüşünü hareket noktası alan sosyalistler olduğunu biliyordur. O halde, nasıl ve hangi temele dayanarak, onları bir çeşit anlamsız bayağılıkla karıştırıyor? Marksistler terimini, marksizmin en basit ve temel ilkelerini açıkça kabul etmeyen kişilere, hiçbir zaman hiçbir yerde ayrı bir grup olarak hareket etmemiş ve hiçbir zaman, hiçbir yerde kendilerine ait bir program ilan etmemiş olan kişilere kadar genişletmeye ne hakkı var (ahlaksal açıdan elbette)?
Bay Mikhailovsky, bu rezilce yöntemleri haklı çıkarmak için kendine birkaç kaçamak nokta bırakmıştır. Bir sosyete züppesinin rahat havasıyla, "Belki de bunlar gerçek marksistler değildirler, kendilerini böyle sayıyor ve böyle ilan ediyorlardı." diye şaka yapıyor. Bunlar nerede ve ne zaman bunu ilan etmişlerdir? St. Petersburg'un liberal ve radikal salonlarında mı? Özel mektuplarda mı? Öyle olsun diyelim. O zaman, onlarla salonlarınızda ve mektuplaşmalarınızda konuşun! Ama siz, herkesin önünde ve basında, (marksizm ayrağı altında) hiçbir yerde açıkça ortaya çıkmamış olan insanlara karşı çıkmaktasınız. Ve sosyal-demokrat adını yalnızca bir devrimci sosyalistler grubunun taşıdığını ve başka hiç kimsenin onlarla karıştırılmaması gerektiğini bildiğiniz halde, sosyal-demokratlara karşı polemik yaptığınızı iddia edecek kadar yüzsüzleşiyorsunuz. [28*]
Bay Mikhailovsky, suç işlerken yakalanmış bir öğrenci gibi kıvranıyor: Benim hiç kabahatim yok —okuru buna inandırmaya çalışıyor— "kulaklarımla işittim ve gözlerimle gördüm". Mükemmel! Görüş açınız içine bayağı ve ciğeri beş para etmez kişilerden başkasının girmediğine inanmaya tamamen hazırız. Ama bizim, sosyal-demokratların, bununla ne ilgisi var? Yalnızca sosyalist etkinliğin değil, biraz bağımsız ve namuslu olan her toplumsal etkinliğin — ister narodovolizm,[42] ister marksizm, ister diyelim anayasacılık olsun— bir bayrak altında gerçekten çalışan her kişinin siyasal kıyımına yolaçtığı "günümüzde", bu ad altında liberal korkaklıklarını gizleyen birkaç düzine lafebesinin ve buna ek olarak da kendi küpünü doldurmakta olan birkaç alçağın da bulunduğunu kim bilmez? Ancak en kötü niyetli bir bayağılığın bu eğilimlerden herhangi birini, bayrağının her türlü döküntü tarafından (üstelik de özel ve gizli olarak) kirletilmesinden sorumlu tutulabileceği ortada değil midir? Bay Mikhailovsky'nin bütün tezi, bu tahrifler, yanlış sunmalar ve dalavereler zinciridir. Yukarda, onun, sosyal-demokratların hareket noktası olan "doğruları" tamamen tahrif ettiğini, bunları hiçbir marksistin hiçbir zaman, ya da hiçbir yerde sunmamış olduğu, ya da sunmuş olamayacağı bir biçimde sunduğunu görmüştük. Eğer Rus gerçekliğine ilişkin gerçek sosyal-demokrat anlayışı ortaya serseydi, bu görüşlere ancak bir yoldan, yani proletaryanın sınıf bilincinin gelişmesine yardım ederek, onu mevcut rejime karşı siyasal savaşım için örgütleyerek ve birleştirerek "uyulabileceğini" görmeden edemezdi. Ama onun yedekte bir hilesi daha vardır. İncinmiş bir masum havasıyla, gözlerini ikiyüzlüce tanrıya kaldırıyor ve gösterişli bir heyecanla bildiriyor: "Bunu duyduğuma çok memnunum.
Ama neyi protesto ettiğinizi anlayamıyorum." (Ruskoye Bogatstvo, Sayı2'de aynen böyle diyor.) "Pasif marksistler üzerine yorumumu okuyun, ne dediğimi göreceksiniz: ahlaksal açıdan, hiçbir itiraz yapılamaz."
Bu, kuşkusuz onun eski sefil yalanlarının yeniden piyasaya sürülmesinden başka bir şey değildir. Lütfen söyleyin bize, toplumsal-devrimci narodizmi eleştirdiğini ilan etmiş olan (henüz başka tip bir narodizmin ortaya
çıkmadığı bir dönemde — böyle bir dönemi ele alıyorum) ve yaklaşık olarak şu aşağıdakileri söyleyerek ilerleyen birinin davranışı nasıl nitelendirilir:
"Anladığım kadarıyla, narodnikler üç kategoriye ayrılırlar: Mujiğin fikirlerini tamamen kabul eden ve onun isteklerine tamamen uygun olarak, sopayı, ve karısını dövmeyi genel bir ilke yapan ve, bildiğiniz gibi, bir halk politikası adı verilen hükümetin iğrenç kamçı ve sopa politikasını genel olarak kolaylaştıran tutarlı narodnikler; sonra, mujiğin düşünceleriyle ilgilenmeyen ve yalnızca, birlikler ve benzeri şeyler aracılığıyla, Rusya'ya yabancı bir devrimci hareketi yerleştirmeye çalışan, diyelim ki, korkak narodnikler — ki korkak bir narodniği kolayca tutarlı, ya da cesur bir narodniğe dönüştürebilecek kaypak yol sözkonusu olmadıkça, ahlaksal açıdan buna hiçbir itirazda bulunulamaz; ve son olarak, halkın girişimci mujik ideallerini sonuna kadar uygulayan ve, dolayısıyla, gerçek kulaklar gibi yaşamak üzere toprağa yerleşen cesur narodnikler." Kuşkusuz tüm aklıbaşında kişiler, bunu pespayece ve bayağı bir alay olarak niteleyeceklerdir. Ve eğer, dahası, böyle şeyler söyleyen kişi, aynı basında narodnikler tarafından kanıtlarla çürütülemiyorsa, üstelik bu narodniklerin görüşleri o zamana kadar yalnızca illegal olarak açıklanmışsa, öyle ki, birçok insan bunların ne oldukları konusunda tam bir fikre sahip değilse, ve narodnikler hakkında onlara ne söylenirse söylensin, bunlara kolayca inanabilirlerse — bu durumda, herkes, böyle bir kişinin, ... olduğu fikrine katılacaktır.
Ama belki de, bay Mikhailovsky'nin kendisi, buraya uyan sözcüğü henüz tamamen unutmamıştır.
Ama yeter! Bay Mikhailovsky'nin buna benzer daha pek çok anıştırmaları vardır, ama bu pisliği karıştırmaktan, şuraya buraya dağılmış anıştırmaları toplamaktan, onları karşılaştırmaktan ve hiç olmazsa bir tane ciddi itiraz aramaktan daha yorucu, daha nankör ve daha tiksindirici bir iş düşünemiyorum.
Yeter!
Nisan 1894