FELSEFİ İDEALİSTLER, AMPİRYOKRİTİZMİN SİLAH ARKADAŞLARI VE ARDILLARI
BURAYA kadar tek başına ele alınan ampiryokritisizmi inceledik. Şimdi, onu, tarihsel gelişmesi içinde, başka felsefe eğilimleri ile ilişkileri ve bağları içinde inceleyelim. Önce Mach'ın ve Avenarius'un Kant'la olan ilişkileri sorunu gelir.
1. KANTÇILIĞIN SOLDAN VE SAĞDAN ELEŞTİRİSİ
Mach ve Avenarius, felsefe alanında, Alman üniversite çevrelerinde "Kant'a dönüş"ün[60] moda olduğu bir dönemde, 1870-1880 yıllarında göründüler. Ampiryokritisizmin iki kurucusunun felsefi gelişmeleri ta Kant'a kadar uzanıyordu. "En büyük bir vicdan borcu olarak sunu teslim etmeliyim ki, diye yazıyor Mach, tamamıyla onun [Kant'ın] eleştirel idealizmi benim bütün eleştirici düşüncemin çıkış noktası olmuştur. Ama benim için ona bağlı kalmak olanak dışı idi. Çok kısa zamanda yeniden Berkeley'in fikirlerine döndüm [sonra Hume'ün fikirlerine yakın fikirlere vardım]. ... Hâlâ, bugün bile, Berkeley ve Hume'ün Kant'tan çok daha tutarlı düşünürler olduklarını saymaktan kendimi alamıyorum." (Duyumların Tahlili, s. 299.)
Mach, böylece, lafı dolandırmadan, Kant'la işe başladıktan hemen sonra, Berkeley ve Hume'ün çizgisini izlediğini kabul ediyor. Avenarius'a gelelim.
Avenarius, daha Prolegomena zu einer "Kritik der Reinen Erfahrung" (1876) adlı yapıtının önsözünde "Salt Deneyin Eleştirisi" sözlerinin, Kant'ın salt aklın eleştirisine karşı tutumunu, "kuşkusuz Kant'a karşı düşmanca bir tutum"unu gösterdiğini kaydediyor (1876 baskısı, s. iv). Avenarius ile Kant arasındaki bu uzlaşmaz karşıtlık nedir? Avenarius'un fikrine göre, Kant'ın yeterince "deneyi anlamayışıdır". Avenarius'un Prolegomena'sında uğraştığı deneyin "arıtılması"dır. (§§ 56, 72 ve pek çok başka yerler.) Avenarius. Kant'ın deney öğretisinin nesini "arıtıyor"? Önce önselliğini, 56. paragrafta şöyle diyor: "Gereksiz ‘aklın önsel anlayışı'nın deney içeriğinden ayıklanıp atılmasının, ve böylece salt deneyin en üstün derecede yerleştirilmesinin gerekip gerekmediği ve mümkün olup olmadığı sorusu, bildiğim kadarıyla, bu biçimde ilk kez konulmuştur." Daha önce de gördük ki, Avenarius bu yolla kantçılığı da zorunluluğun ve nedenselliğin kabulünden "arıtmıştı".
Avenarius, daha sonra kantçılığın töz varsayımını (§ 95), yani Avenarius'a göre, "deneyin gerçek özünde verilmeyen, ama içine düşünce ile sokulan" kendinde-şeyi arındırmaktadır.
Az sonra, Avenarius'un kendi felsefi eğilimi hakkında yaptığı bu tanımlamanın, ondan ancak yapmacıklı bir üslupla ayrılan Mach'ın tanımına baştan başa uygun olduğunu göreceğiz. Ama önce şunu belirtmek gerekir ki, Avenarius, "deneyin arıtılması", yani Kant öğretisinin önselcilikten ve kendinde-şey varsayımından arıtılması sorununu 1876'da ilk kez kendisinin koyduğunu söylerken düpedüz yalan söylüyor. Gerçekten de, hemen Kant'tan sonra klasik Alman felsefesinin gelişimi, tamamen Avenarius'un izlediği çizgi boyunca bir kantçılık eleştirisine yolaçtı. Klasik Alman felsefesinin bu akımı, hümcü bilinemezciliğin bir yandaşı olan Schulze-Aenesidemus ve bir berkeleycilik, yani öznel idealizm yandaşı olan J. G. Fichte tarafından temsil edilir. Daha 1792'de, Schulze-Aenesidemus, Kant'ı düpedüz önselciliği (op. cit., s. 56, 141 vb.), ve kendinde-şeyi kabul ettiği için eleştiriyordu. Biz şüpheciler ya da Hume'ün öğretilileri, diyordu Schulze, "her türlü deneyin sınırlarının dışına çıkan" kendinde-şeyi yadsıyoruz (s. 57). Nesnel bilgiyi yadsıyoruz (s. 25); zamanın ve uzayın bizim dışımızda gerçek bir varlıkları olduğunu yadsıyoruz (s. 100); deneyde bir zorunluluk (s. 112), bir nedensellik, bir kuvvet vb. (s. 113) olduğunu yadsıyoruz. Onlara "fikirlerimizin dışında bir gerçeklik" yüklenemez (s. 114). Kant, önselliği, dogmatik bir biçimde, mademki başka türlü düşünemiyoruz, öyleyse önsellik vardır diyerek tanıtlıyor. "Felsefede, diye onu yanıtlıyor Schulze, bu kanıt uzun zamandan beri bizim tasarımlarımızın dışında olanın nesnel niteliğini tanıtlamaya yarıyordu." (s. 141.) Böyle bir düşünce yürütülünce, kendinde-şeylere nedensellik yüklenebilir (s. 142). "Deney hiç bir zaman bize nesnel şeylerin bizim üzerimizde meydana getirdikleri etkinin tasarımlar yarattığını öğretmez (wir erfahren niemals)." Ve Kant hiç bir şekilde, şunu tanıtlamamıştır: "Bu, bizim usumuz dışındaki bu şeylerin bizim duyumlarımızdan (Gemüt) değişik, kendinde-şey olarak dikkate alınmalıdır. Duyum ancak bizim bütün bilgimizin biricik temeli olarak düşünülebilir." (s. 265.) Kant'ın Salt Aklın Eleştirisi, "uslamlamalarını bütün bilginin, nesnel şeylerin bizim duyu örgenlerimiz (Gemüt) üzerindeki etkisiyle başladığı ilkesi üzerine kurar, ve ondan sonra da kendisi bu ilkenin doğruluğunu ve gerçekliğini tartışır." (s. 266). Kant hiç bir şekilde idealist Berkeley'i çürütmemiştir (s. 268-272).
Bundan da görülüyor ki, Hume'ün öğrencisi Schulze, Kant'ın kendinde-şey öğretisini, materyalizme, nesnel gerçeklik, yani duyumlarımızla bize verilmiş nesnel gerçeklik seklindeki, ya da bir başka deyişle, tasarımlarımız nesnel şeylerin (bizim zihnimizden bağımsız olarak) duyu örgenleri üzerine etkisi ile meydana gelmiştir şeklindeki "dogmacı" savı, verilmiş tutarsız bir ödün olarak reddetmektedir. Bilinemezci Schulze, bilinemezci Kant'ı, onun kendinde-şey varsayımıyla bilinemezcilikle çelişkiye düştüğü ve materyalizme ulaştığı gerekçesiyle onu suçlar. Kant, aynı şekilde, hatta daha da kararlı bir biçimde, Ben'den bağımsız kendinde-şey varsayımının "gerçekçilik" {Werke, I, s. 483) olduğunu ve "gerçekçilik" ile "idealizm" arasındaki ayırımı "açıklığa" kavuşturmadığını söyleyen idealist Fichte tarafından eleştirilmektedir. Fichte, Kant ve kantçıların kendinde-şeyi "nesnel gerçekliğin temeli" (s. 480) olarak kabul etmekle eleştirel idealizme aykırı, apaçık bir tutarsızlık yaptıklarını düşünür. Fichte, Kant'ın gerçekçi yorumlarını hedef alarak "size göre, diye bağırıyordu, balina dünyayı sırtında taşır, dünya da balinayı sırtında taşır. Sizin bir düşünceden başka bir şey olmayan kendinde-şeyiniz, bizim Ben'imiz üzerinde etki yaratır!" (s. 483.)
Öyleyse, Avenarius, kantçı "deneyi" önselcilikten ve kendinde-şeyden "arıtma" işine "ilk kez" kendisinin giriştiğini ve böylece felsefede "yeni" bir eğilim yarattığını düşünürken tamamıyla yanılmaktadır. Gerçekte Hume ve Berkeley'in, Schulze-Aenesidemus'un ve J. G. Fichte'nin eski yönelimlerini izlemekten başka bir şey yapmıyor. Avenarius, genel olarak "deneyi arıttığını" sanıyordu. Aslında yalnızca kantçılığın bilinemezciliğini arıtıyordu. Kant'ın bilinemezciliğine karşı savaşmadı (bilinemezcilik, bize, duyum içinde verilen nesnel gerçekliğin yadsınmasıdır), ama çok daha salt bir bilinemezcilik için savaştı. Bilinemezcilikle çelişen Kant'ın varsayımını, yani bilinmez, numenal ve öte dünyaya ait olsa da kendinde-şeyin varlığı, yani nesnel gerçeklik içinde değil de, düşüncemiz içinde verilmiş olsa da zorunluluk ve nedenselliğin varlığının ayıklanıp atılmasına kargı savaştı. Avenarius, Kant i!e, materyalistler gibi soldan değil, şüpheciler ve idealistler gibi sağdan mücadele etti. O önde gittiğini sanıyordu, gerçekte ise Kuno Fischer'in Schulze-Aenesidemus'tan sözederken aşağıdaki esprili sözlerle betimlediği bir Kant eleştirisi programına doğru geriliyordu: "Salt aklın (yani önselciliğin) dışındaki şeylerle eleştirisi şüpheciliktir. Salt akim kendinde-şeyin dısuıdaki şeylerle eleştirisi Berkeley idealizmidir." (Geschichte der neueren Philosophie, 1869, V, s. 115.)
Bu, bizi, bütün "mahçılar"ımızın, Mach'ın Rus öğretililerinin, Marks ve Engels'e karşı sürdürdükleri bütün mücadelenin en ilginç bir dönemine götürür. Bogdanov ve Bazarov'un, Yuşkeviç ve Vaİentinov'un bin türlü perdede ilan ettikleri en son bulgu, Plehanov'un "bir uzlaşma yardımıyla, yani pek az bilinebilen bir kendinde-şeyin yardımıyla Engels'i Kant'la bağdaştırmak için talihsiz bir girişim" yapmasıdır. {Denemeler, s. 67 ve başka birçok yerler.) Bizim mahçıların bu buluşları, gerçekten dipsiz bir karmakarışıklık uçurumunu ortaya koyuyor ve Kant ve onun gibi klasik Alman felsefesinin bütün gelişimi konusunda kendilerinin nasıl korkunç bir anlayışsızlık içinde bulunduklarını açığa vuruyor.
Kant felsefesinin başlıca özelliği materyalizmle idealizmi bağdaştırması, bunlar arasında bir uzlaşma sağlaması, felsefenin birbirine karşıt ayrı ayrı iki akımını bir tek sistem içerisinde bileştir roes idi". Kant, bizim dışımızda, bizim tasarımlarımıza uygun düşen bir kendinde-şeyi kabul ederken bir materyalist gibi konuşur. Ama o, bu kendinde-şeyin bilinemez, askın, dünya ötesinde yer almış olduğunu açıklarken de, bir idealist olarak konuşur. Kant, bizim bilgilerimizin tek kaynağının deneyde, duyumlarda olduğunu kabul ederken, felsefesini duyumculuğa doğru yöneltmektedir ve duyumculuk yoluyla da, belli koşullar altında materyalizme doğru yöneltmektedir. Uzayın, zamanın, nedenselliğin önselliğini kabul etmekle de Kant, felsefesini idealizme doğrultmaktadır. Bu ikili oyun, Kant'a, hem tutarlı materyalistlerin, hem de (Hume çeşidinden "salt" bilinemezciler de dahil) tutarlı idealistlerin kendisine acımasız bir savaş açmalarına malolmuştur. Materyalistler onun İdealizmini kınamışlar, onun sisteminin idealist özelliklerini çürütmüşler, kendinde-şeyin tanınması olanağını, kendinde-şeyin bilinebiürliğini, bu yanlılığını, kendinde-şey ile görüngü arasında temel bir ayrılık olmadığını, nedenselliğin vb. düşüncenin önsel yasalarından değil, ama nesnel gerçeklikten çıkartılması gerektiğini ortaya koymuşlardır. Bilinemezciler ve idealistler ise onun kendinde-şeyi materyalizme, "gerçekçiliğe" ya da "safça gerçekçiliğe" bir ödün olarak kabul etmesini kınamışlardır; bilinemezciler, ayrıca, yalnızca kendinde-şeyi değil önselciliği de reddetmişlerdir, idealistler ise sezginin önsel biçimlerinin mantık yoluyla salt düşünceden çıkarsanan tek şeyler olmamalarını, genellikle evrenin de salt düşünceden çıkartılmasını istemişlerdir (insanın düşüncesi soyut Ben'e ya da "mutlak fikir"e ya da evrensel iradeye vb., vb. kadar genişlemek üzere). Ve işte bizim mahçılar, Kant'ı şüphecilik ve idealizm açısından eleştirenleri kendilerine usta olarak kabul ettiklerinin "farkında olmadan" Kant'ı taban tabana karşıt bir açıdan eleştiren, onun sistemindeki bilinemezciliğin (şüpheciliğin) ve idealizmin en küçük öğelerini reddeden, kendinde-şeyin nesnel olarak gerçek, tümüyle bilinebilir ve bu yanlı olduğunu, yani bunun temelde görüntüden farklı olmadığını, yani insanın tek başına bilincinin ve insanlığın kolektif bilincinin gelişmesinin her adımda görüntüye dönüştüğünü gösteren canavar insanların ortaya çıktığını görünce üstlerini yırtmaya, başlarını kuma gömmeye başladılar, imdat! diye bağırdılar, bu, materyalizm ile kantçılığın birbirine yasadışı karıştırılmasıdır!
Kant'ı yaşlanmış bazı materyalistlerden çok daha tutarlı ve kararlı bir biçimde eleştirdiklerini ileri süren bizim mahçıların iddialarını ne zaman okusam, hep sanki Purişkeviç aramıza girmiş de şöyle bağırıyormuş gibi gelir bana: "Kadetleri siz marksist baylardan çok daha tutarlı ve kararlı bir biçimde eleştirdim!" Kuşkusuz Bay Purişkeviç, siyasal bakımdan tutarlı kimseler, anayasacı-demokratları[61] (kadetleri) tamamen karşıt görüş açılarından eleştirebilirler ve her zaman da eleştireceklerdir; ama gene de şunu unutmamak gerekir ki, siz kadetleri fazla demokrat oldukları için eleştirdiniz, oysa biz yeteri kadar demokrat olmadıkları için eleştirdik onları. Mahçılar da Kant'ı fazla metaryalist diye eleştiriyorlar; biz de yeteri kadar materyalist değil diye eleştiriyoruz. Mahçılar sağdan eleştiriyorlar Kant'ı, biz ise soldan.
Hume'ün öğretilisi Schulze ve öznel idealist Fichte, klasik Alman felsefesi tarihinde, birinci türden eleştirinin örneklerini verirler. Daha önce de gördüğümüz gibi, kantçılığın "gerçekçi" öğelerini çıkarıp atmaya çalışırlar. Ve nasıl ki Kant, Schulze ve Fichte tarafından eleştirildi ise, 19. yüzyılın ikinci yarısının Alman yeni-kantçıları da Hume eğilimindeki ampiryokritikçiler tarafından ve öznel içkinciler tarafından eleştirildiler. Belli belirsiz yenilenmiş bir söz dağarcığı ile aynı Hume-Berkeley eğiliminin yeniden ortaya çıktığı görüldü. Mach ve Avenarius, Kant'ı, kendinde-şeyi yeterince gerçekçi ve maddeci bir görüşle ele almadığı için değil de, bizzat onun varlığını kabul ettiği için, nesnel gerçeklikten nedenselliğe ve doğal zorunluluğa varmaktan vazgeçtiği için değil de, (belki de salt "mantıksal" nedensellik ve zorunluluk dışında) herhangi bir nedensellik ve zorunluluk kabul ettiği için suçladılar. İçkinciler ampiryokritikçilerin yanında yer aldılar ve onlar da Kant'ı Hume'ün ve Berkeley'in görüş açısından eleştirdiler. Gene Leclair, 1879*da, Mach'ı dikkat çekici bir filozof olarak övdüğü yapıtında, Kant'ı, "kendinde-şey" anlayışı, yani şu "kaba gerçekçiliğin saymaca (nominal) tortusunda (Residuum)" ifade edilen "gerçekçilik konusundaki tutarsızlığından ve onunla suçortaklığından ötürü (Connivenz)" kınıyordu. (Der Realismus der modernen Naturweissenschaft im Lichte, der von Berkeley und Kant eugebahnten Erkenntniskritik, s. 9.) Leclair, "daha iğneleyici" olmak için materyalizme "kaba gerçekçilik" diyordu. "Bize göre, diye yazıyordu Leclair, Kant teorisinin, realismus vulgaris'e1* yönelen bütün öğeleri, idealizm açısından tutarsız ve piç (zwitterhaft) ürünler olarak üstesinden gelinmeli ve ayıklanıp atılmalıdır." (s. 41.) Kant öğretisinin "tutarsızlıkları ve çelişkileri", idealist eleştiricilik ile gerçekçi dogmacılığın hâlâ üstesinden gelinemeyen kalıntıların alaşımından (Verquickung) çıkmaktadır. Burada Leclair'in gerçekçi dogmacılık dediği, materyalizmdir.
Bir başka içkinci, Johannes Rehmke, Kant'ı, Berkeley ile kendisi arasına, kendinde-şey ile gerçekçi bir duvar ördüğü için suçlamıştır. (Johannes Rehmke, Die Welt als Wahrnehmung und Begriff, Berlin 1880, s. 9.) "Kant'ın felsefi eylemi, aslında, polemikçi bir nitelik taşımıştır: felsefesini kendinde-şey ile Alman usçuluğuna karşı [yani 18. yüzyılın eski inancılığına karşı] yöneltmiştir, salt sezgi ile de ingiliz görgücülüğüne (ampirizme) karşı." (s. 25.) "Kant'ın kendinde-şeyini bir çukurun üzerine kurulmuş oynar bir tuzağa benzetmek isterdim; tuzağın zararsız ve güvenli görünüşü vardır; ama ona ayağınız değer değmez, birdenbire ‘kendinde-dünyanın' derinliklerine yuvarlanırsınız." (s. 27.) işte Kant'ın Mach ve Avenarius'un içkinci silah arkadaşlarında uyandırdığı nefretin nedeni; Kant şurda burda materyalizm "uçurumuna" yaklaşıyor!
Şimdi de Kant'a soldan yöneltilen eleştirilerden birkaç örnek verelim. Feuerbach, Kant'ı "gerçekçilikle" değil, idealizmle suçluyor ve onun sistemini "görgücülük üzerine kurulu bir idealizm" diye niteliyor. (Werke, II, s. 296.)
Feuerbach'ın Kant hakkında aşağıdaki .düşüncesi özellikle önemlidir. Kant diyor ki: "Duyumlarımızın nesnelerini basit görüngüler gibi, yani değerlendirilmeleri gerektiği gibi değerlendirirsek, her ne kadar biz, onun gerçekten nasıl oluştuğunu bilmiyor, sadece onun görüntüsünü, yani ve yalnız olayları bu bilinmeyen bir şeyle duyularımızın etkilenme (affiziert) yolunu biliyorsak da, bu yüzden kendinde-şeyin, görüngülerin temelinde yattığını kabul ederiz. Böylece, usumuz, olayların varlığını kabul etmekle, aynı zamanda, kendinde-şeylerin varlığını da kabul eder; ve biz, diyebiliriz ki, görüngülerin temelinde yatan bu tür bir töz fikrini, ve bunun sonucu olarak düşünceden başka bir şey olmayan tözleri gözönünde tutmak yalnızca mümkün değil, aynı zamanda kaçınılmazdır da. ..." Kant'ın, kendinde-şeyi bir gerçeklik olarak değil de, düşünülmüş bir şey olarak, zihinsel bir töz olarak değerlendirdiği bir metnini seçen Feuerbach, bütün eleştirisini bu metin üzerinde yoğunlaştırıyor. "... Böylece, diyor, duyum nesneleri, deney nesneleri, zihin için sadece görüngülerdir, gerçek değil. ..."
Görüyorsunuz ya, düşünülmüş tözler zihin için gerçek nesneler değillerdir! Kant'ın felsefesi özne ile nesne arasında, töz ile varoluş arasında, düşünceyle varlık arasında bir çatışkıdır. Töz burada usa, varoluş ise duyumlara maledilmiştir. Tözden yoksun bir varoluş (yani nesnel gerçekliği olmayan görüngülerin varlığı) "sadece görüngüdür, duyulabilir şeylerdir; varlıksız töz, zihinsel tözdür, yani numen'dir; o, düşünülebilir, düşünülmelidir de, ama hiç değilse bize göre varlığı, nesnelliği yoktur; bunlar kendinde-şeylerdir. doğru şeylerdir, ama gerçek şeyler değillerdir. ... Ne çelişki: gerçeği (vérité) gerçeklikten (réalité), gerçekliği gerçekten ayırmak, ne çelişki!" (Werke, II, s. 302, 303.) Feuerbach, Kant'ı, onun kendinde-şeyleri varsaymasından ötürü değil de, onların gerçekliğini, yani nesnel gerçekliğini kabul etmeyişinden ötürü, anların "varlığı olan tözler", yani gerçek ve gerçek olarak varolan şeyler değil de, sırf düşünce, "düşünce tözleri" olarak kabul etmesinden ötürü suçlamaktadır. Feuerbach, Kant'ın materyalizmden uzaklaşmasını kınıyor.
"Kant'ın felsefesi bir çelişkidir, diye yazıyordu Feuerbach 26 Mart 1858'de Bolin'e, bu kaçınılmaz bir zorunlulukla ya Fichte'nin idealizmine ya da duyumculuğa varır", birinci vargı "geçmişe aittir", İkincisi "bugüne ve geleceğe". (Grün, op. cit., II, s. 49.) Daha önce gördük ki, Feuerbach, nesnel duyumculuğu, yani materyalizmi savunur. Kant'tan bilinemezciliğe ve idealizme, Hume'e ve Berkeley'e yeni dönüş, Feuerbach'ın görüş açısından bile, kuşkusuz, gerici bir dönüştür. Feuerbach'ın ateşli bir yandaşı, onun erdemlerinin olduğu kadar kusurlarının –Marks ve Engels'in üstesinden geldikleri kusurlarının– da mirasçısı olan Albrecht Rau, Kant'ı hocasının anlayışıyla eleştirmiştir: "Kant'ın felsefesi bir karışıklık [anlaşılmazlık] tır; hem materyalist, hem de idealisttir; bu felsefenin özünün anahtarı, onun çifte niteliğinde yatar. Materyalist ya da görgücü olarak, Kant, şeylere, bizim dışımızda bir varlık (Wesenheit) tanımaktan başka bir şey yapamaz. idealist olarak ise, ruhun, duyulabilir şeylerden tümü ile farklı bir töz olduğu önyargısından kurtulamamıştır. Böylece, gerçek şeyler ve bu şeyleri kavrayan insan zihni vardır. Ama bu zihin kendisinden tümü ile farkh şeylere nasıl yaklaşır? Kant, şu hileyi kullanıyor; Zihin bazı önsel bilgilere sahiptir, bu bilgiler sayesinde şeyler, ona göründükleri gibi görünmek zorundadırlar. Böylece, şeyleri kavradığımız gibi kavramamız olgusu, bizim yaratımızın bir olgusudur. Çünkü bizde yaşayan zihin tanrısal bir zihinden başka bir şey değildir ve tıpkı Tanrının dünyayı hiçlikten yarattığı gibi, insan zihni de şeyleri kendinde olmayan bir şeyden yaratır. Kant, böylece, gerçek şeylere ‘kendinde-şey' niteliğinde varlık sağlar. Ölümsüzlük onun için ahlaki bir postulat olduğundan ruh mutlaka gereklidir. Kant'ta ‘kendinde-şey', baylar [Rau burada genellikle yeni-kantçılara ve özellikle de Materyalizm Tarihi kalpazanı, karmakarışık kafalı A. Lange'ye sesleniyor], Kant'ın idealizmini Berkeley'in idealizminden ayıran şeydir: ‘kendinde-şey', idealizm ile materyalizm arasındaki köprüdür. İşte budur benim Kant felsefesi üzerine eleştirim; çürütebilen çürütsün bakalım. ..." "Materyalistin gözünde önsel bilgilerle ‘kendinde-şey' arasında ayırım yapma kesin olarak gereksizdir; o, doğadaki sürekliliği hiç bir yerde bozmadığı maddeyi ve zihni, ilkede birbirinden ayrı, farklı şeyler değil de, bir tek aynı şeyin iki yanı olarak aldığı için ancak ve bu yüzden de zihni ve şeyi birbirine bağlamak için herhangi bir özel hileye gerek; duymaz."2
Ayrıca, Engels, gördüğümüz gibi, Kant'ı tutarlı bilinemezcilikten saptığından ötürü değil de, bilinemezci olduğu için kınıyor. Engels'in öğrencisi Lafargue, 1900'de, kantçılara şöyle karşı çıkıyordu (bunlar arasında o zaman Charles Rappoport da bulunuyordu):
"... 19. yüzyılın başında burjuvazimiz devrimci yıkma görevini tamamlamış olarak, volterci ve özgür düşünceli felsefesini yadsımaya başladı: usta dekoratör Chateaubriand'ın romantik renklerle boyadığı katoliklik yeniden moda oluyordu ve Sebastien Mercier, Robespierre'in propagandacılarını giyotine gönderdiği Ansiklopediciler'in materyalizmine son öldürücü darbeyi indirmek üzere Kant'ın idealizmini ithal ediyordu.
"19. yüzyılın sonunda, ki bu yüzyıl tarihte burjuvazinin yüzyılı diye geçecektir, aydınlar, Marks ve Engels'in materyalizmini kantçı felsefeyle ezmeye uğraşıyorlardı. Gericilik hareketi Almanya'da başladı, bunun şerefini kendi başkanları Malon'a mal etmek isteyecek bütünlükçü (intégraliste) sosyalistlerin gücüne gitmesin, ama Malon'un kendisi de, Zürich'te marksizmi düzeltmekte olan Höchberg, Bernstein ve Dühring'in öteki öğretililerinin okulundandı. [Lafargue, burada, 1875-80 yıllarında Alman sosyalizminin içinde meydana gelen belli bir fikir hareketine imada bulunuyor.[62] Onun için Jaures, Fourniere ve aydınlarımızı, Kant'ın terminolojosi ile içli dışlı olur olmaz, Kant'ı önümüze sürer görmeyi bekleyebilirsiniz. ... Rappoport, Marks'ta, ‘düşünce ile gerçek özdeştir' derken yanılıyor. Her şeyden önce, biz, bu metafizik tumturaklı üslubu hiç bir zaman kullanmayacağız. Bir düşünce, beyindeki yansısı olduğu bir nesne kadar gerçektir.... Burjuva felsefesiyle tanışmak zorunda olan arkadaşları biraz eğlendirmek için, tinselçilerin kafalarını öylesine meşgul eden şu ünlü sorunun özünü açıklayacağım. ...
"Bir sosis yiyen ve günde yüz kuruş alan bir işçi, işverenin kendisini soyduğunu ve domuz etiyle beslendiğini; patronun bir soyguncu olduğunu, sosisin tadının lezzetli ve vücudu besleyici olduğunu çok iyi bilir. Hiç de değil, derler Pyrrhon, Hume ya da Kant diye anılan burjuva bilgiççiler, onun görüşü kişisel, tümüyle özneldir; o, aynı derecede haklı olarak, patronun kendisinin velinimeti olduğunu ve sosisin de kıyılmış deri olduğuna inanabilirdi, çünkü o kendinde-şeyler'i bilemez. ...
"Sorun yeterince konmamıştır, ve bütün güçlüğü yaratan da budur.... insan, bir nesneyi tanımak için, ilkin kendi duyularının kendisini yanıltıp yanıltmadıklarım denetlemelidir. ... Kimyacılar çok daha ileri gittiler, onlar cisimlerin içine işlediler, onları tahlil ettiler, onları elementlerine ayrıştırdılar, sonra ters doğrultuda bir çalışma yaptılar, ayrıştırdıkları elementleri yeniden birleştirdiler; ve insan, kendi elindeki elementler ile, kendi kullanımı için şeyler üretebildiği anda, Engels'in de dediği gibi, kendinde-şeyleri tanıdığını düşünebilir. Hıristiyanların Tanrısı, eğer varsa ve eğer evreni yarattı ise, bundan daha fazlasını yapamazdı ki."3
Lafargue'ın Engels'i nasıl anladığını ve Kant'ı nasıl, soldan, kantçılığı Hume'ün öğretisinden ayırdeden çizgilerden dolayı değil de Kant ve Hume'de ortak olan çizgilerden dolayı; kendinde-şeyin kabulünden dolayı değil de, yeteri kadar materyalist olmayan kendinde-şey anlayışından dolayı eleştirdiğini göstermek için bu uzun aktarmaya burada yer vermekte sakınca görmedik.
Son olarak, K. Kautsky, Törebilim'inde, Kant'i, Hume ve Berkeley'inkine taban tabana karşıt bir görüş açısından eleştirir. "Yeşili, kırmızıyı, beyazı görüyor olmam, diye yazıyor Kant'ın bilgibilimbıe karşı çıkarken, benim görme yetimin özellikleri ile açıklanır. Ama yeşil ile kırmızının farklı bir şey olması, benim dışımda bulunan bir şeyin, şeyler arasındaki gerçek farklılığı tanıtlat. ... Zaman ve uzay kavramlarını tek tek önüme serdikleri şeylerin kendileri arasındaki bağıntılar ve farklılıklar,... benim algı yetimin koşullandırdığı bağıntılar ve farklılıklar değil, dış dünyanın gerçek bağıntıları ve farklılıklarıdır ... [eğer Kant'ın zaman ve uzayın düşüncelliği öğretisi doğru olsaydı] dış dünya hakkında hiç bir şey bilemezdik, hatta var olup olmadığını bile bilemezdik." (Rusça çeviri, s. 33 ve 34.)
Böylece, Feuerbach, Marks ve Engels'in bütün okulu, Kant'tan sola doğru, her türlü idealizmin ve her türlü bilinemezciliğin tüm yadsınmasına doğru yönelmiştir. Ama bizim mahçılarımız felsefede gerici akımı izlediler; Kant'ı Hume ve Berkeley'in görüş açısından eleştiren Mach ve Avenarius'u izlediler. Kuşkusuz, her yurttaşın en başta da her aydının, istediği herhangi bir gerici ideolojinin izleri üzerinde yürümek gibi kutsal bir hakkı vardır. Ama, eğer insanlar, felsefede, matksizmin ilkeleri ile bile ilişiği temelden keserler, sorunu karıştırır, kaçamaklara başvurur ve bizi kendilerinin "de" marksist olduklarına, yani Mara'Ia "hemen hemen" aynı görüşte olduklarına ve sadece onu birazcık "tamamladıkları"na inandırmaya çalışırlarsa, manzara hiç de hoş değildir.
2. "AMPİRYOSEMBOLCÜ" YUŞKEVİÇ "AMPİRYOKRİTİKÇİ ÇERNOV'LA NASIL ALAY ETTİ?