Narodnizmin (Popülizmin) Ekonomik İçeriği - 1
Narodnik bir Profession de Foi Üzerine Satır Satır Bir Yorum
Oteçestvenniye Zapiski‘nin [Vatan Haberleri - ç.n] CCXLII. cildinde “Narodnik tarlada yeni biten sürgünler” adlı, Rus liberalizmi karşısında, Narodnizmin ilerici taraflarını belirten imzasız bir makale var.
Yazar, “günümüzde halk içinden çıkmış ve toplumun en yüksek basamağına yükselmiş insanlar” aleyhinde bulunmak “adeta bir ihanettir” diyerek söze başlıyor.
“Geçenlerde edebiyat alanında eşeğin biri, Zlatovratski’nin kitabı hakkında kısa bir eleştiri yazısı için Oteçestvenniye Zapiski dergisine halk hakkında beslediği karamsarlığından ötürü çifte attı; oysa, bu eleştiri yazısında, genellikle, paranın yıpratıcı ve bozucu etkisi üstüne söylenmiş sözlerden başka karamsar hiçbir şey yoktu. Daha sonra, Gleb Uspenski son denemelerine bir yorum yazınca (Oteçestvenniye Zapiski, 1878, sayı 11), liberal bataklık, tıpkı masaldaki gibi, dalgalandı; hiç beklenmediği halde, birden ortaya halkın öyle çak savunucusu çıktı ki, halkın bu kadar dostu olduğunu öğrenip doğrusu biz de şaşa kaldık… Köyden, delikanlıların ya da soylu denilen bayların, uşakların, genç tacirlerin aşk masalı anlattıkları güzel kızdan söz eder gibi söz edildiğini işitince., buna evet dememek elde mi?.. Köyün kusurlarını söylemek, nasıl ona düşman olmak demek değilse, köye serenadlar söylemek ve “göz süzmek” de, onu sevmek ya da beğenmek demek değildir. Uspenski’ye sorsanız, "geleceğin teminatı olarak köye mi yoksa eski soylu rejime ve yeni burjuva rejimine mi inanırsınız?” deseniz: “köye” diye cevap vereceğinden hiç tereddüt edilebilir mi?”
Bu parça büyük bir önem taşıyor. İlk önce, halkçılığın özünü, yani köylünün, küçük üreticinin görüşünden hareketle, Rusya’daki toprak köleliği rejimi ile burjuva rejiminin şiddetle aleyhinde olduğunu açıkça göstermektedir. İkincisi, tamamiyle düşüncede kalan bu şiddetle aleyhinde almanın, olaylara sırtını çevirdiğini ortaya koyuyor.
“Köy”ün feodalite ya da burjuvazi dışında bir varlığı, hayatı, var mıdır? Köy, her biri kendi hesabına hareket eden, bu iki rejim temsilcilerinin dün yarattığı bir şey değil miydi, bugün de böyle değil midir? Köy, kesinlikle, hem "eski feodaliteye, hem de yeni burjuvaziye bağlıdır. İmkânları dikkate almayıp, yalnız gerçeğin basit bir gözlemi ile yetinirseniz (yapılan da zaten budur), onda hiçbir üçüncü kuruluşu göremezsiniz. Halkçıların yalnız bir teşekkül bulmaları, ağaçların ormanı görmelerine engel olmasından, türlü köy cemaatlarının toprak mülkiyeti arkasında Rus toplumunun iktisadi teşkilâtını bütünü ile görmelerinden ileri gelmektedir. Köylüyü ticaret eşyası (meta) üreticisi haline getiren bu teşkilât, bu köylüden bir küçük burjuva, tek başına pazar hesabına çalışan küçük bir patron yaratmaktadır. Ondan sonra ,bu teşkilât artık "geleceğin teminatı" nı geride aramak imkânını ortadan kaldırır; bu teminatı, ileride aramaya zorlar. Bu, "köylüde" aranamaz: Çünkü feodalite ile burjuvazinin birbiri içine girmesi, köyde emeğin durumunu korkunç bir şekilde kötüleştirmekte ve bu iki rejim ile emeğin menfaatları arasındaki çatışma yeteri kadar belirmediğinden, emeğin "yeni burjuva rejimi" nin güçlü kuvvetlerine karşı mücadele etmek imkânları ortadan kalkmaktadır. Bu teminat ileride, ama, "yeni burjuva rejimi" içinde aranır; çünkü, tamamıyla gelişmiş olan bu yeni rejim "eski feodalitelerin çekileceğini ortadan kaldırıp, köyde henüz gizli ve tohum halinde bulunan sosyal zıtlığı keskinleştirmek ve aydınlatmak suretile emeği sosyalleştirmiştir.
Şimdi hem halkçılığa, hem de Marksistlığa götüren akideler arasındaki, bunların Rus gerçeğini ve tarihini ele alış tarzları arasındaki teorik ayrılıklara işaret etmemiz gerekiyor.
Biz yine yazarı izleyelim.
Yazar "asi ruhlara" güvenle söylüyor ki, Uspenski halkın yoksulluğu ile halkın ahlâkı arasındaki münasebeti:
“Birçok köy hayranlarından daha iyi kavramıştır… Bu hayranlar için köy., günümüzde, zekâdan ve pratik anlayıştan yoksun olmayan bütün burjuvaların hemen her zaman ellerinde bulundurdukları liberal pasaport gibi bir şeydir.”
“Geleceğin teminatı” diye bağlandığı şeyin “liberal pasaport” haline gelmesi, emeğin çıkarlarını temsil etmek arzusunda cilan bir insan için üzücü ve keder verici bir şeydir; Bay halkçı, geleceğin teminatı denilen şeyin liberal pasaport haline gelmesini nasıl açıklayacaksınız? Bu gelecek, burjuvaziyi içinden atacaktır. Ama, buna varmak için tuttuğunuz yol, "pratik anlayıştan ve zekâdan yoksun olmayan burjuvalar" tarafından düşmanca karşılanmak şöyle dursun, aksine, "pasaport" olarak seve seve karşılanmıştır.
“Geleceğin teminatı”nı, "pratik anlayıştan ve zekâdan yoksun olmayan burjuvalarsın egemen oldukları rejimdeki sosyal zıtlıkların henüz az geliştikleri, tohum halinde bulundukları yerde aramayıp da, bu zıtlıkların sonuna kadar geliştiği yerde, geçici ve eksik tedbirlerin tabii ki yetmediği yerde, emekçilerin isteklerinin sömürülemeyeceği yerde, meselenin açıkça oraya konduğu yerde arayacak olursanız, bu şaşkın davranışın gerçekten aklın alacağı bir şey olacağını sanır mısınız?
Kendiniz de biraz aşağıda demiyor musunuz ki:
Halkın eylemsiz dostları şu tek basit şeyi anlamak istemiyorlar : Toplumdaki bütün güçler dağılıp birbirine karşıt iki güç haline gelir ve mücadeleye katılmamış görünen eylemsiz güçler aslında, belli bir anda üstün gelen güce yardım etmiş olur.(s. 132).
Bu nitelik köye de uygulanamaz mı, Köy "bu birbirine karşıt güçler" den, bu, mücadeleden habersiz yaşayan ayrı bir âlem mi? Köyü, hiç tereddütsüz üstünlüğü kazanan güce hizmet ediyor diye dikkate alamaz mıyız? Mücadele söz konusu olur olmaz, bu karşıt güçleri birbirinden kesin olarak ayırmaya ve asıl düşmanı görmeye engel olan bir sürü yabancı olanlar yüzünden bu mücadelenin karmaşık hale geldiği yerden işe başlamak mantıklı olur mu? Makalenin sonunda yazar tarafından öne sürülen programın son noktası —"halk sanayiinin teşkilâtlandırılması"— yalnız mücadelenin var olduğunu kabul etmekle kalmayıp, mücadelenin daha şimdiden zaferle sonuçlandığını bile kabul ettiğine göre, bu programın —eğitim, köylü toprak mülkiyetinin genişletilmesi, vergilerin azaltılması— zaferi kazanmış olanı ne olursa olsun etkilemeyeceği aşikâr değil midir? Sizin bile inkâr edemediğiniz zıtlığı programınız reddetmektedir. Onun için, bu program, "yeni burjuva rejiminin efendilerini korkutmak için yaratılmamıştır. Bunun "liberal pasaport" hizmeti görmekten başka bir şeye yaramaması da işte bundan ötürüdür.
"Köyü soyut bir kavram olarak alanlar, Rus köylüsünü kendi güzelliğine hayran olarak kendi başına yaşayan bir kimse sayanlar, köyü göklere çıkaranlar ve kendisine mahveden bütün etkilere karşı gayet iyi direnmesi gerekir, dedikleri zaman, yanlış bir yola sapmış oluyorlar. Köy, kendisini her Allahın günü her kapik uğrunda dövüşmeğe zorlayan şartlar içinde bulunur da, tefeciler tarafından soyulur, kulaklar tarafından aldatılır, büyük toprak sahipleri tarafından kendisine zulüm ve işkence edilir ve ara sıra nahiye idaresi binasında kırbaçlanır da, bütün bunların maneviyatı üstünde hiç etkisi olmaz olur mu? Ruble denilen şu kapitalizm avı ovalardaki manzarada ön plânda yer almışsa, bütün bakışları, bütün düşünceleri ve bütün gönülleri kendine çekmişse, hayatın amacı ve ferdi kabiliyetlerin ölçüsü haline gelmişse, hiç bu olay gizlenebilir mi, Rus köylüsü her türlü çıkar endişesinden uzaktır, bu köylünün hiç paraya ihtiyacı yoktur denebilir mi? Köy farklılaşmağa doğru giderken, semiren kulak en zayıf köylülerini ziraat işçileri haline getirmek için köleleştirmeğe, ortak köy ziraatı sistemini mahvetmeğe çalışırken, size soruyorum, hiç bu olaylar gizlenebilir mi? Bu olayların daha geniş bir şekilde ve ayrıntılarıyla açıklanmasını arzu edebiliriz; bunları yoksulluğun insanı alçaltan şartlarile izah edebiliriz (açlık insanı hırsızlık etmeğe, adam öldürmeğe, hatta insanları birbirini yemeğe bile zorlar), ama, bu olayları gizlemek katiyen imkânsızdır. Bunları gizlemek, üzücü olayların korkunç nispetlere varacağı güne kadar bugünkü durumu savunmak, ünlü laissez faire, laissez aller(*)yi savunmak demektir. Gerçeği süslemek püslemek hiçbir şeye yaramaz.
Yine tekrar edelim ki, köyün niteliği ne kadar güzel belirtiliyor, ama, çıkarılan sonuçlar ne kadar cılız! Olaylar ne kadar sadakatla kavranmış, ama, bunların açıklanması, yorumu ne kadar da zavallıca! İşte yine emeğin savunmasıyla ilgili arzular ile bunları gerçekleştirme çareleri arasında derin bir uçurum açılıyor; yazara göre, köyde kapitalizm "üzücü bir olgu" dan başka birşey değildir. Kapitalizmi büyük çapta şehirde de gördüğü halde, kapitalizmin yalnız bütün milli çalışma alanlarını kendine kul köle etmekle kalmayıp, kendini halktan gösterip ve halk adına birtakım burjuva tedbirleri alınmasını teklif eden "ilerici" edebiyatı bile kendine kul köle ettiğini gördüğü halde, bunda toplum iktisadımızın özel bir teşkilâtı söz konusu olduğunu kabul etmek istemiyor; bunun "insanı alçaltan şartlar" dan doğmuş üzücü bir olgudan başka birşey almadığı düşüyle avunuyor. Hem de, eğer, diyor, devletin karışmazlık (ademi müdahale) nazariyesine dört elle sarılmamış olsa, bu şartlar pekâlâ ortadan kaldırılabilir! Evet, işimiz eğer’e kaldıysa, vay halimize!.. Oysa, Rusya’nın henüz karışmazlık siyaseti filân bildiği yok. Her zaman müdahale var olmuştur Hem de burjuvazi yararına. Bay Struve’nin de dediği gibi, ancak "sakin bir kuşluk uykusu" nun verdiği tatlı sükûn ve huzur, bu durumun "sınıflar arasındaki güçler ilişkisinde bir değişiklik" olmaksızın değiştiğini görmek umudunu doğurabilir.
(*) Rusça metinde fransızca olan bu sözler liberal iktisadın ana prensibi olup "bırak yapsın, bırak gitsin" manasına gelir, (çev.)
"Unutuyoruz ki, toplumumuzun siyasi, medeni, v.b. bir ideale ihtiyacı vardır; çünkü, bu ideale kavuşunca, artık hiçbir şey düşünmemek hakkını kazanacaktır. Yine unutmayalım ki, toplum bu ideali gürbüz bir genç merakiyle aramaz, sakin bir kuşluk uykusunun rahat ve huzuru içinde arar; bu ideale kavuşmak konusunda beslediği hülyayı kaybetmez. Hiç değilse, büyük çoğunluğu ile, toplumumuzun hali budur. Doğrusunu söylemek-gerekirse, toplumumuzun hiç ideale ihtiyacı yoktur; çünkü, karnı iyice toktur, vücudunun fizyolojik görevleriyle bol bol yetinmektedir."
İşte liberal popülist toplumumuzun niteliklerinin isabetli bir sergilenişi.
Şimdi kimin daha tutarlı olduğu sorulabilir: Bu "toplum" etrafında çoğalmağa ve kendini göstermeğe devam eden, bu toplumu "yükselen" kapitalizmin yazarın kullandığı deyimle, bu "tehdit edici hastalığın" (*) dehşetlerini hatırlatarak eğlendiren, temsilçilerini "bizim" saptığımız yanlış yoldan ayrılmağa davet eden, v.b. halkçılar mı, yaksa, toplumdan kesin olarak ayrılacak kadar "dar kafalı" olan, yalnız vücudun fizyolojik görevleri ile "yetinmeyenlere" ve yetinemeyenlere, ve ideali bir ihtiyaç sayıp, günlük yaşayışlarında idealsiz edemeyenlere başvurmanın gerekli olduğuna hükmeden Marksistler mı daha tutarlı? özel bir yatılı okulda okuyan bir genç kızın zihniyeti bu, diye devam ediyor yazar:
“Bu, düşünce ve duygunun kökünden bozulduğu anlamına gelir… Bu derece iyi gizlenmiş, bu derece incelmiş, bu derece saf ve aynı zamanda da böyle köklü ahlâk bozukluğu hiç görülmemiştir. Bu ahlâk bozukluğu tamamiyle çağdaş tarihimizin, burjuva kültürünün (daha doğrusu, burjuva rejiminin, ya da kapitalist rejimin, K.T. (**), derebeylik alanında, soylu duygululuğundan, cahillikten ve tembellikten doğmuş kültürün bıraktığı mirastır. Burjuvazi hayata kendi bilmini, kendi ahlâk anlayışını ve kendi safsatalarını getirmiştir.”
(*) Kim neyi tehdit ediyor? Vücudun fizyolojik görevlerini tehdit eden mi var? Kapitalizm bu görevleri "tehdit etmek" şöyle dursun, aksine, en nefis ve en görülmedik yemekler vade-diyor.
Yazar, biricik çıkar yolun hangisi olduğunu anlayacak kadar, gerçeği kavramış gibi gelecektir. Eğer, bütün kötülük bizim burjuva kültürümüzden geliyorsa, demek ki, "geleceğin teminatı" ancak bu burjuvazinin "tam aksi olan şey" de olabilir, çünkü, yalnız bu şey, bu "burjuva kültür" den tamamiyle ayrılmıştır. Çünkü yalnız bu şey bu kültürün amansız düşmanıdır ve içinde "liberal pasaportlar" in yer alabileceği bütün o uzlaşmalardan hiç birine yanaşmamaktadır.
Yazar, biricik çıkar yolun hangisi olduğunu anlayacak kadar, gerçeği kavramış gibi gelecektir. Eğer, bütün kötülük bizim burjuva kültürümüzden geliyorsa, demek ki, "geleceğin teminatı" ancak bu burjuvazinin "tam aksi olan şey" de olabilir, çünkü, yalnız bu şey, bu "burjuva kültür" den tamamiyle ayrılmıştır. Çünkü yalnız bu şey bu kültürün amansız düşmanıdır ve içinde "liberal pasaportlar" in yer alabileceği bütün o uzlaşmalardan hiç birine yanaşmamaktadır.
(**) K.T. Lenin’in kullandığı takma adlardan biri olan K. Tulin’in ilk harfleridir.
Ama, hayır. İnsan kendini daha da hülyalara kaptırabilir. "Kültür", gerçekten, "burjuva zihniyetinden,
ahlâk bozukluğundan başka birşey değildir. Ama, bu kültür -yalnız feodalizmden doğmuş bir sonuç (bu kültürün çağdaş tarih, feodaliteyi yıkan bu tarih tarafından yaratılmış olduğunu yazarın kendisi de demincek itiraf etmedi mi?), tembellikten doğmuş bir sonuçtur; şu halde, bu kültür derin kökleri olmayan, gelip geçici bir şeydir, v.b, v.b. Bundan sonra, yazarın olaylara sırtını döndüğünü ve "birbirine karşıt güçlerin var olduğu gerçeğine gözlerini kapayarak, birtakım duygulu hülyalara daldığını göstermekten başka anlamı olmayan birtakım cümleler geliyor. İyisi mi, siz yazarın kendisini dinleyiniz.
"(Burjuvazinin) bunları (bilim, ahlâk kurallarını) üniversite kürsülerine, edebiyata, mahkemelere ve hayatın bütün öteki alanlarına yerleştirmeğe ihtiyacı vardır. (Yukarıda gördük ki, burjuvazi bunları köy kadar derin bir "hayat alanına" çoktan yerleştirmiştir, K.T.). İlk önce, burjuvazi bu iş için yeteri kadar yetkin insanlar bulamıyor, başka gelenekleri olan birtakım kimselere başvurmak zorunda kalıyor (Rus burjuvazisi "insan bulamayacak" ha?! Bu iddia çürütülmeğe bile değmez; çünkü, daha ileride yazar kendi kendini çürütecektir. KT.) Bu kimseler (Rus kapitalistleri mi? K.T.) hiçbir yetenek sahibi değildirler, tereddüt ederek adım atarlar, hareketleri acemicedir; (bu kimseler yüzde on ve yüzde yüz kâr etmesini bilecek her yerde truck – system (1) i uygulamasını bilecek kadar "kendilerine güvenleri" vardır; haklar koparmasını bilecek kadar "hünerledirler. Böyle bir zevzeklik olsa olsa bu kimselerin yaptıkları baskıya doğrudan doğruya maruz kalmamış bir insanın aklına bir küçük burjuvanın aklına gelebilir, K.T);
Bunlar Avrupa burjuvazisini taklite özenirler, yabancı memleketlerden birtakım kitaplar getirtirler, bilgi sahibi olurlar (bizde "burjuva kültürü" nün cahillikten doğduğu hakkındaki kendi uydurduğu masalın zevzeklikten başka bir şey olmadığını, bakınız, yazarın kendisi de itiraf etmek zorunda kalıyor. Bu masal doğru değildir. 1861 reformundan sonra, Rusya’ya "fikir kültürünü", "edindiği bilgiyi veren burjuva kültürünün ta kendisidir. "Gerçeği aldatıcı bir şekil altında gizlemek", düşmanı güçsüz ve dayandığı temeli sallanır göstermek istemek, "hiç bir zaman bir işe yaramamıştır", K.T). Bir bakarsınız, geçmişin hasretini çekerler; bir bakarsınız, gelecekten endişe ederler; çünkü, burjuvazi sonradan görme küstahın biridir, bilimsel eleştiri karşısında ayakta duramaz, ahlâk kurallarının hiçbir değeri yoktur, diyen birtakım seslerin yükseldiğini duymaktadırlar."
Rus burjuvazisi mi "geçmişin hasreti" ni çekecek, bu burjuvazi mi "gelecekten endişe edecek"? Haydi canım, siz de! Birtakım kimseler, "burjuvazinin ehliyet sahibi almadığı" na dair yükselen seslerden burjuvazinin heyecana kapılacağını iddia ederek, zavallı Rus burjuvazisine son derece yüklenmekten, iftira etmekten zevk alıyorlar, diyeceği geliyor insanın! Oysa, gerçek bunun tam tersi değil mi? Çok paylanınca, asıl şaşıran bu "sesler" dir, "gelecekten endişe etmeğe" asıl kendilerini kaptıran bu seslerdir, demek daha doğru olmaz mı?…
Bu kimseler, bu hallerine bakmayıp, bir de kalkmış, hayrete düşmüş insan rolü oynuyorlar ve kendilerine niçin romantik muamelesi edildiğini anlamazlıktan geliyorlar!…
"Bununla beraber, insanın cankurtaran gibi birşeye de yapışması şart. Burjuvazi çalışmaya gitmeyi rica etmez, emreder, hem de ölümle tehdit ederek. (*) Çalışmaya gitmezsen, ekmeksiz kalırsın. Ya sokak ortasında durup. "Emekli yoksul bir yüzbaşıya merhamet ediniz!…" diye bağırmak zorunda kalırsın, ya da açlıktan geberir gidersin. Bak, işte çalışma başlıyor. Bir cızırtı, bir gıcırtı sesi duyuluyor. Karma karışık bir demir şangırtısıdır gidiyor. Bir dakikacık gecikmeye kat-lanamıyan sıkı bir çalışma. Sonunda makina işlemeğe başlıyor. Gıcırtı ve gürültü patırtı hafifler gibi oluyor, makinanın bütün kısımları iyi işler gibi görünüyor, sakar bir kitlenin çatırtısından başka bir şey duyulmaz oluyor. Asıl korkunç olanı, taban tahtaları daha çok çöküyor, vidalar oynamağa başlıyor, insan "ha, şimdi hepsinin parçalanıp havaya uçtuğunu göreceğim" diye bekliyor".
Bu parçanın büyük bir önemi var. Çünkü, Rusya halkçılarının bilimsel bir kalıba dökmekten pek hoşlandıkları tahlil yazıları şemasını, üslûplaştırılmış bir şekilde, gayet iyi belirtiyor Halkçılar, kapitalist rejimde zıtlıklar, zulüm ve işkence, sefalet, işsizlik, v.b. bulunduğunu gösteren çürütülmesi imkânsız olaylardan hareket edip, kapitalizmin çok kötü, "acemice" bir şey, parçalanıp havaya uçması "beklenen" dir kitle olduğunu ispat etmeğe çalışıyorlar.
(*) Sayın okuyucu, bunu bir kenara yazınız. Rusya’da bir halkçı: "Burjuvazi çalışmağa gitmeği emreder" dedi mi, bu söz bir hakikat oluyor da, Marksistler: "Bizde kapitalist üretim tarzı hâkimdir" dediler mi, Bay V.V.: "Bunlar halk rejimi yerine kapitalist rejimi koymak istiyorlar" (aynen böyle söylüyor) diye yaygarayı basıyor.
Yıllardır bekliyoruz, bekliyoruz; sonunda, görüyoruz ki, Rus halkına çalışmağa gitmesini emreden bu kuvvet büyümekte, daha gürbüz hale gelmekte, güçlü Rusya’yı "ben yarattım" diye bütün Avrupa karşısında övünmekte ve "vidaların mutlaka gevşeyeceğini" ilân etmekle "yetinen" birtakım sesler işitilmesinden, tabii ki, hoşlanmaktadır.
"Korkudan zayıfların yüreği buz kesiliyor. Kafasızlar "iyi ya" diyortar. Burjuvazi de "iyi ya" diye tekrar ediyar. "Yabancı memleketlerden yeni bir makinayı daha çabuk getirtmek, tahtaları ve öteki kaba kısımları memleketimizde daha çabuk hazırlamak imkânını bulmuş oluruz; bu da bize usta makinistleri daha çabuk yetiştirmek imkânını sağlar". Oysa, toplumun ahlâkı pek acınacak bir halde bulunuyor Bazıları bu yeni faaliyetten zevk alıyor, güçlerinin üstünde bir çaba ile çalışıyorlar; bazıları ise, geride kalıp hülyalarından oluyorlar."
Zavallı Rus burjuvazisi! Hem, artık-değer elde edeceğim diye “gücünün üstünde” bir çaba ile çalışıyor! Hem de, manevi bakımdan kendini huzursuzluk içinde buluyor! (Unutmayınız ki, bundan önceki sayfalarda yazar bütün bu ahlâkı vücudun fizyolojik görevlerine ve ahlâk bozukluğuna indirgemişti). Burada, artık burjuvaziye karşı mücadele etmeğe —bilmem hangi sınıf mücadelesine de— ihtiyaç kalma-yacağı meydandadır, burjuvazinin kendini zorlamasına son vermesi için onu iyice bir azarlamak elverir.
"Oysa, kimsenin halkı düşündüğü yok, Burjuvazinin kurallarına bakarsanız, herşey halk için ve halkın iyiliği ve çıkan için yapılıyor Resmi makamları temsil eden her insan, her yazar halkın iyiliği hakkında dil dökmeyi kendine ödev sayıyor… Bu hürriyet sever yosmalık bütün öteki eğilimlerden daha baskın çıktı .hepsini bastırdı. Bu demokrasi yüzyılında, halka karşı olan sevgisini bağıra bağıra ilân eden ve. "Her zaman sevdiğim bir şey varsa, o da halktır; ben bu aşkı ölünceye kadar kalbimde taşıyacağım, ben de halk içinden çıktım" (bu, hiçbir şeyi ifade etmez) diyen yalnız Bay Suvorin değildir; ama, Moskovskiye Viyedemosti dergisi halkı bambaşka bir şekilde ele alıyor ve .halkın iyiliği ile, tabii ki, kendine göre ilgilenir görünüyor. Bugün rahmetli Viest (2) gibi, yani halka açıkça düşman bir tek gazete kalmamıştır. Oysa, açıkça düşmanlık hepsinden iyi bir şeydir; çünkü, düşmanın ne olduğunu ovucunun içi gibi bilirsin; ne yandan, budalanın ve sersemin biri, ne yandan kurnazın biri olduğunu kestirirsin. Bugün, hepsi de hem dcet hem düşman, hepsi de iyice birbirine karışmış. Uspenski’ye göre, halkın etrafını tecrübesiz insanı doğru yoldan saptıran ve insanın aklını şaşırtan bir sis kaplamış gibidir. Oysa, halk önceleri suistimal ve kötü muameleden başka birşey görmüyordu. Bugün ise, kendisine büyük toprak sahibinden daha hür olduğu, kendi işlerini kendi gördüğü yokluktan kurtarıldığı, kendi kanatlariyle uçmasına yardım edildiği söyleniyor. Gerçekte, halkın üstüe bu titreme ve halka gösterilen bu titiz ilgi bir yalan ve ikiyüzlülük dokusu ile sarmalanmıştır."
Doğru söze ne denir!
“O zamanlar herkes kulakları teşvik eden ve hakiki yoksulları kredisiz bırakan tasarruf ve ödünç para verme sandıkları kurmak işi ile uğraşıyordu."
Kredi işinin burjuva niteliğini anlayan yazarın* ilk bakışta, bu burjuva tedbirlerini kesin olarak reddedeceği sanılabiür. Oysa, küçük burjuyanın asıl ve ayırıcı niteliği, burjuva zihniyetine karşı yine burjuva toplumundan gelme vasıtalarla mücadele etmesidir. Onun için, genellikle, bütün halkçılar gibi, yazar da daha geniş krediler, gerçek yoksullar için krediler istemek suretiyle burjuva faaliyetini düzeltmeğe çalışmaktadır.
"… Yoğun bir tarıma gidilmenin zorunlu olduğundan hiç söz edilmemişti; çünkü, tarlaların her yıl paylaşılması ve ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım kesimi (?) buna engeldir. Nüfus başına alınan verginin pek ağır olduğu üstünde ısrar edilmemiş, dolaylı vergilerin hiç lafını etmeyip, gelir üstünden vergi almak teklif edilmemişti. Güya, gelir üzerinden alınacak vergi, uygulamada, yine bu yoksul köylülerin sırtına yüklenen bir vergi haline gelirmiş. Köylülere büyük toprak sahiplerinden son derece yüksek fiyatla toprak satın almak imkânını verecek bir arazi kredisinin de hiç lâfı edilmemişti, v.b… Toplumda da böyle. Halkın bu, kadar çok dostu oluşu karşısında, insan şaşırıp kalıyor… Nerdeyse, rehin karşılığında ödünç para verenlerin ve meyhanecilerin halka sevgi beslediklerinden dem vurduklarını da duyacağına inanası geliyor insanın."
Burjuva zihniyetine karşı yapılan bu itiraz son derece güzel bir şey. Ama, varılan, çıkarılan sonuçlar pek cılız. Burjuvazi toplumda üstün olduğu gibi, hayatta da üstündür. Şu halde, topluma sırtını çevirip, burjuvazinin aksi ve zıddı olan şeye doğru gitmek gerekliymiş gibi gelebilir insana.
Ama, yok, hayır. "Gerek yoksullara" kredi verilmesi lehinde propaganda yapmak lâzımdır!
"Bu acıklı durumdan edebiyat mı, yoksa toplum mu daha sorumludur, meselesini halletmek, can sıkıcı, hatta üzücü bir şeydir, hem bunun hiçbir yararı da yok zaten."
Yazarın düşüncesi şu. Burjuva toplumu çürü-yüp dağılmaktadır. Şunu iyice belirtelim ki, marks-çıların da asıl kalkış noktası budur.
"Biz köyle cilveleştiğimiz, sırada, tarihin çarkı dönmekte, doğa güçleri yapacağını yapmakta daha açık alarak söyleyelim, türlü türlü korsanlar ve çapulcular hayata birer asalak olarak sarılmakta ve hayatı kendi işlerine gelecek şekle sokmaktadırlar. Edebiyat köy ve ovalar üstünde, köylünün sakin ruhu üstünde, bilgisizliği ve cahilliği üstünde tartışırken, yazarlar ortak toprak tasarrufuna dayanan köy ve toprak mülkiyetini incelemek için kovalar dolusu mürekkep harcarken, vergi komisyonu vergi ıslahatını tartışırken köyler ve ovalar tamamiyle mahvolmak için bol bol vakit bulacaktır."
Bakın hele! "Biz lâf ederken, tarihin çarkı dönmekte, doğa güçleri yapacağını yapmakta"ymıs!
Dostlarım, bunu ben söylesem, kimbilir ne büyük bir yaygara koparırdınız!
Marksistler "tarihin çarkı" ndan, "doğa güçleri" nden söz edince, aynı zamanda, bu "doğa güçleri" nin gelişme yolunda ilerleyen burjuvazinin güçleri olduğunu inceden inceye açıklayınca, halkçı Baylar, bu "doğa güçleri" nin yükselişi "doğru bir olay mıdır, değil midir; bu olay doğru olarak değerlendirilmiş midir, değerlendirilmemiş midir" meselesinin hiç lâfını etmemeği yeğ buluyor ve "tarihin çarkı", "doğa güçleri" sözlerini dillerine dolamağa cesaret eden birtakım "mistikler" ve "metafizikçiler" hakkında bir sürü eşşekçe lâflar ediyorlar.
Bir halkçının bu pek açık ve kesin itirafı ile Marksistlerın tezleri arasındaki biricik, ama, sen derece önemli fark şudur. Bu "güçler", halkçının gözünde, "hayata asalak olarak sarılan" birtakım "korsanlar, çapulcular" olduğu halde, marksçmın gözünde, kapitalist bir sosyal oluşumun tem.siicisi sosyal "hayat" in ürünü ve ifadesi olan burjuva sınıfı içinde doğmuştur, canlanmıştır, ya tesadüfen ya da dışardan "hayata asalak olarak sarılmamış" tır. Kredileri, vergileri, toprak mülkiyeti şekillerini, toprakların yeniden dağılışını, v.b. yüzeysel bir şekilde inceleyen halkçı, burjuvazinin Rus üretim ilişkileri içine saldığı derin kökleri elbette ki göremez; onun için de, birtakım "korsanlarla, çapulcularla" başı dertte olduğu hülyasiyle avunur. Bu noktadan bakılınca, yani sadece "korsanları, çapulcuları" ortadan kaldırmak söz konusu olunca, sınıf mücadelesinin burada ne iş gördüğü, pek haklı olarak, katiyen anlaşılamaz. Marksistlerın bu mücadele ile ilgili olarak yaptıkları birçok ısrarlı çağrılara halkçı Baylar, pek tabii olarak, ortada sınıf değil, sadece birtakım "korsanlar ve çapulcular" gören kimselerin anlaşılmaz susuşu ile cevap vermektedirler
Bir sınıfa karşı, ancak düşmanından mutlaka bütünüyle "ayrılmış" ve bu düşmana tamamiyle karşıt başka bir sınıf mücadele edebilir. Oysa, söylemeğe gerek yok, "korsanlara, çapulculara" karşı mücadele etmek için, polis, daha olmazsa, "toplum" ve "devlet" yeter
Ama, halkçının tanımladığı gibi, bu korsanların, çapulcuların ne olduklarını biraz, sonra göreceğiz.
Nerelere kadar kök saldıklarını, sosyal görevlerinin ne kadar engin olduğunu göreceğiz.
"Halkın pasif, seyirci kalan dostları" na ayrılan bu parçadan sonra, yazar lâfı şuraya getiriyor.
"Siyasette silâhlı tarafsızlık kötünün kötüsü bir şeydir. Kötünün kötüsü. Çünkü, böylelikle, her zaman en kuvvetli olana etkin bir yardımda bulunulmuş oluyor Eylemsiz ve seyirci kalan dostun beslediği duygular ne kadar samimi olursa olsun, siyasi hayattaki mücadele alanında işgal etmeğe çalıştığı durum ne kadar alçakgönüllü olursa alsun, yine de dostlarına zararlı olacaktır…"
"… Halkı samimi olarak seven az çok namuslu ve dürüst kimseler (*) için, bu durum kendilerini sonunda bunları sevmemeğe ve bunlardan iğrenmeğe kadar götürür. Bu kimseler çalışma odalarında, kibar salonlarda, meyhanelerde bir içki şişesi başında hareketsiz her allahın günü tekrarlanan, tazelenen o bitip tükenmez "ilânı aşk" lan duymaktan artık iğrenir ve utanç duyar hale gelirler. İşte onun içindir ki, bu yavan şeylerin hepsini sonunda fırlatıp atmağa kadar varırlar."
(*) Halkçıları "eylemsiz, seyirci kalan dostlar" dan ayıran nitelikler burada ne kadar müphem görünüyor! Bu halkçılar da "namuslu ve dürüst" bir karakter sahibi olabilir, ve hiç şüphesiz, "halkı samimi olarak severler". Bu yaklaştırmadan şu sonuç çıkıyor: Eylemsiz ve seyirci kalanların karşısına "muhalif" sosyal kuvvetler mücadelesine katılanları çıkarmalı. Hier liegt der Hund begraben işin can alıcı noktası burasıdır, Çev.)
Eski Rus halkçılarının liberallere karşı takındıkları tavrın bu özelliği, Marksistlerın bugünkü halkçılara karşı takındıkları tavıra da uygulanabilir. Krediler, toprak satın almalar, tekniğin mükem-melleştirilmesi, arteller, ortak ziraat, vb. (**) aracılığıyla "halka" yardım etmek lâflarını duymaktan Marksistler da "iğrenmek" tedirler. "Halk" la beraber olmak değil, hayır, ama burjuvazinin çalışmağa gitmelerini emrettiği kimselerle beraber olmak arzusunda olanlardan Marksistler da bütün a liberal– halkçı yavan şeylerin hepsini toptan fırlatıp atmalarını ısrarla istemektedirler. Halk sanayiinin bütün kollarında sermaye hükmünü yürütürken ve menfaatler birbirleriyle gizli gizli çatışırken, mücadeleyi gizlemek değil, mücadelenin yüzündeki perdeyi kaldırmak lâzım gelirken; "iyisi mi, mücadeleden vazgeçmek" (***) hülyalarına dalmak değil, mücadeleyi daha şiddetli, daha sürekli, daha tutarlı, hele fikir alanında daha da zengin hale getirmek için, geliştirmek lâzım gelirken, Rusya için tutulacak yolları’ bulup çıkarmak üstünde, "tehdit edici" kapitalizmin sebep olduğu yıkımlar üstünde, "halk sanayiinin ihtiyaçları" üstünde dil dökmeyi Marksistler "iğrenç" bir ikiyüzlülük saymaktadırlar.
"İşte bunun içindir ki, sonunda, bazı medeni emirlerin, bazı kesin ve namuslu ısrarlı isteklerin, sert ve hatta bazan çok ciddi haklı isteklerin ortaya çıktığı görülüyor. Hele istekleri değerli kılan şey de, büyük çaptaki liberallerimizin fikirlerine çok yakın oluşudur."
Mükemmel! Asıl lâzım olan da, "sert" ve "ciddi" haklı isteklerdir.
(**) Bay Yujakof, Ruskoye Bogastsvo, 1894, sayı 7.
(***) Bay Struve’nin "şiddetli sosyal sınıf mücadelesi" hakkındaki sözlerine verdiği cevapta Bay Kriveoko’nun kullandığı ifade (Bk. Ruskoye Bogastsvo, No. 10).
İşin kötüsü şu ki, halkçıların bütün bu iyi niyetleri birer "sofuca dilek" olmaktan öteye gidemiyor. Bu haklı isteklerin zorunlu olduğunu gayet iyi anladıkları halde, bunları rahat rahat gerçekleştirecek zaman bulmaları mümkün olduğu halde, bu istekleri bugüne kadar bir hale yola koymamışlardır. Bir sürü şekil değiştirmelerle hep liberal Rus toplumu ile karışmışlar, bugüne kadar da karışmakta devam etmişlerdir. (*)
Şu halde, şimdi Marksistler bunlara karşı gerçekten çok "sert" ve çok "ciddi) birtakım haklı istekler öne sürüyorlarsa, yalnız ve yalnız bir sınıfa (en çok "hayatın akışı ile farklı ve ayrı hale gelen sınıfa") hizmet etmelerini, bu sınıfın muhtar gelişmesine ve bağımsız düşüncesine hizmet etmelerini, "namuslu Rus burjuvalarının medeni namusluluğu" ile tamamiy’le ilişkilerini kesmelerini istiyorlarsa, kendilerine kızsınlar, kabahati kendilerinde arasınlar.
"Gerçekten, bu emirler ayrıntılarda ne kadar ciddi ve sıkı olursa olsun, bu genel haklı isteğe karşı söylenecek söz bulunamaz. "Şu iki şıktan biri. Ya hakiki dostlar haline gelirsiniz, ya da açıkça birer düşman kesilirsiniz."
(*) Saflıklarından kendi kendilerini mahkûm ettiklerini anlamı-yan bazı bön halkçılar, liberal Rus toplumu ile karışmakla övünecek kadar ileri gidiyorlar. Bay V.V.: Bay Struve’ye karşı şunları yazmaktadır:
"Genellikle, aydınlarımız, özellikle edebiyatımız, hattâ en burjuva akımların temsilcileri bile, denebilir ki, halkçı damgası taşımaktadırlar" (Nedelya, 1894, sayı 4, s. 1506). Nasıl ki, küçük müstahsil haytta bir sürü şekil değiştirmeler sonunda burjuvazi ile karışırsa, edebiyatta da, hlkçdann en sofuca dilekleri, vücudunun fizyolojik görevlerile ilgilenen kimseler için, bir "liberal pasaport" haline gelir.
"Bugün pek büyük bir kapsamı olan tarihi bir oluşum işe karışmaktadır, yani üçüncü bir güç oluşmaktadır. Hayatı yönetmeğe ve bu gücü güçlendirmeğe hazırlanan yeni bir sosyal güç temsilcilerinin bir seçme yaptıklarına tanık oluyoruz."
Bu güç yalnız "hazırlanmak" la mı kalıyor? Ya yöneten kim? Öteki "sosyal güç" hangisidir?
Yoksa, Viest soyundan gazetelerde kendini gösteren güç olmasın? İmkânı yok. Çünkü, 1894 yılında değiliz, 1879 yılında, "kalbin diktatörlük etmeğe" (3) başladığı günler arifesindeyiz. Makaleye imzasını atanın dediğine göre, o günlerde, "aşırı muhafazakârlar sokakta parmakla gösterilir", bunlara "kahkahalarla gülünür" dü.
Sakın, bu, halk, emekçiler olmasın? — Bütün makale buna olumsuz bir cevap vermektedir.
Artık, bundan sonra da "bu gücün yönetmeğe hazırlandığından" hâlâ dem vurulabilir mi? Hayır. Bu güç hazırlanalı çok oldu, çoktanberidir de "yönetmektedir." Yalnız halkçılar Rusya için en iyi yalları seçmeğe yeni yeni "hazırlanıyorlar" ve hiç şüphe yok ki, sınıf zıtlıklarının mantıklı gelişmesi bu gelişmeden ayrılanları fırlatıp atacağı güne kadar da hazırlanmağa devam edeceklerdir.
"Bizden çok daha önce, Avrupa’da başlayan bu oluşum, birçok devletlerde son haddine varmıştır (*); başka bir deyişle, derebeyliği kalıntı-lari ve işçi sınıflarının muhalefeti yüzünden, bu oluşum geri kalmıştır; ama burada da, tarihin çarkı bu kalıntıları her geçen yıl daha da ezip. toz haline getirmekte ve yeni bir rejimin iktidara gelmesi için yolu düzletmektedir."
(*) "Son haddine varmış" ta ne demek? Yoksa, "yeni güç" yeni yeni teşkilâtlanırken bu gücün daha şimdiden sonu geldiği mi görülüyor? Ama, o zaman da, bu güç bizde de son haddine varmış olur. Yoksa orada üçüncü güç yaratılmıyor mu artık? Yanlış; çünkü, bir avuç burjuvayı ve bir işçi kitlesini doğuran küçük üreticiler orada yine vardır.
Halkçılarımızın Batı Avrupa işçi hareketini ne kadar anlamadıkları işte bu sözlerden de anlaşılmaktadır. Görüyorsunuz ya, Batı Avrupa işçi hareketi kapitalizmi "geciktiriyor" ve bu harekete de, tıpkı derebeylik gibi, bir "kalıntı", bir "döküntü" gözü ile bakılıyor!.
Bu da açıkça ispat ediyor ki .halkçılarımız yalnız Rusya’da değil, Avrupa’da da kapitalizme karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğini anlayacak kabiliyette değildirler. Çünkü, kapitalizmle, gelişmesini "geciktirerek" değil, aksine, bu gelişmeyi "hızlandırarak"; arkadan çelme takarak değil, cepheden göğüs göğüse; gerici bir tarzda değil, ilerici bir tarzda, mücadele edilir ve ancak böyle sonuç alınır.
"Bu oluşum, genel çizgileriyle, şöyledir. Soylular ile halk arasında, bir kısmı tepeden inme, bir kısmı da aşağıdan gelme olup, aynı ağırlığa sahip gibi görünen unsurlardan meydana gelen yeni bir sosyal tabaka oluşmaktadır; bu unsurlar birbirleriyle sıkı sıkı kaynaşır, bir bütün haline gelir ,içten derin bir değişikliğe uğrar, alt ve üst tabakaları değiştirmeye başlayıp, bunları kendi ihtiyaçlarına uydururlar. Bu oluşum pek ilgi çekicidir, ama bunun özellikle bizim için pek büyük bir önemi var. Bu münasebetle birçok meselelerin ortaya çıktığını görüyoruz. Üçüncü gücün egemenliği her halk için kaçınılmaz ve önlenmesi imkânsız bir aşama mıdır?
Bu saçma sapan sözler ne oluyor? Bu "önlenmesi imkânsız kaçınılmaz oluş" da nereden çıkıyor? Bunun burada işi ne? Yazar üçüncü gücün bizde, kutsal Rusya’da 1870 yıllarındaki egemenliğini kendisi tasvir etmedi mi, bunu daha ileride de tasvir etmeyecek mi?
Açıkça görülen bir şey varsa, o da şu ki: Yazarın başvurduğu nazari delillerin ardında bizim burjuvazi temsilcileri mevzilenmiştir.
Rica ederim, bu herzeleri doğru diye kabul eden, bu "nazari" lâf ebeliklerinin arkasında birtakım çıkarların, iyi bir şekilde değerlendirilen toplum çıkarlarının, burjuvazi çıkarlarının bulunduğunu anlamayan bir zekâ, hayal peşinde koşan yüzeysel bir zekâ değil de nedir?
Çıkarlara karşı mantık oyunlariyle mücadele etmenin mümkün olduğunu olsa olsa yalnız romantik bir kimse düşünebilir.
"… Haddinden fazla ileriyi gören dar kafalıların her an rüyalarında gördükleri tehlikeli sıçramaları yapmadan da devlet bir merhaleden ötekine doğrudan doğruya geçemez mi? Yine devlet, tarihte üçüncü gücün egemenliğini devlet için —tıpkı insan için ihtiyarlığın ya da gençliğin önlenememesi gibi— önlenemeyecek kadar bir düzen olarak gören kadercileri dinlemeden bir merhaleden ötekine geçemez mi?".
İşte, bakınız, halkçılarımız Rus gerçeğini ne kadar derin o!arak kavramaktadıVlar! Kapitalizmin gelişmesine devletin yardım etmesi, burjuvazinin halkı "çalışmağa gönderecek" ve siyaseti kendi çıkarı yönüne çevirecek maddi güce sahip olmasından değilmiş. Katiyen Sadece, Verdanski, Çiçerin,
Mendeleyef, v.b. gibi bilginlerin kaçınılmaz düzen hakkındaki yanlış nazariyelere dayanmalarından,
devletin de bunlara "boyun eğmesinden" ötürüymüş.
"… Özetle, kurulmakta olan düzenin olumsuz yönleri hafifletilemez mi, bu düzen herhangi bir şekilde değiştirilemez mi, ya da egemenlik süresi kısaltılamaz mı? Devlet bu derece güçsüz, iradesiz, kendi kaderi üstünde etki yapmaktan ve bu kaderi değiştirmekten aciz bir şey mi hakikaten? Devlet kader tarafından fırlatılıp, yalnız belli bir yolda sadece belli bir zaman dönen, ancak belli sayıda devir yapan bir topaç, ya da sınırlı bir iradesi olan bir çeşit organizma mı gerçekten? Yoksa, devlet mutluluğa götürecek en kestirme yolları insana bulmak cesaretini gösteren gözü pek kimseyi ezmeye hazır çok büyük bir demir çark tarafından mı yönetiliyor acaba?"
Bu son derece ilgi çekici parça, Rus halkçıları tarafından dün de, hâlâ bugün de ortaya konan üreticilerin çıkarları tasavvuru" nun gerici, küçük burjuva niteliğini bütün açıklığı ile göstermektedir. Kapitalizme düşman alan küçük üreticileri burjuvaziye pek yakın bir geçiş sınıfını temsil ederler. Onun için, kendilerini şiddetle reddeden büyük kapitalizmin arızi bir şey olmayıp, birbirine karşıt sosyal güçler arasındaki mücadeleden doğmuş olan bugünkü iktisadi ve hukuki) rejimin tümünün doğrudan doğruya bir varisi olduğunu anlayabilecek durumda değildirler. Bu olay iyi bilinmeyince, tabii ki, devlete başvurmak gibi mutlak bir saçmalığa sürüklenilmiş olur: Sanki siyasi düzen iktisadi düzen içine kök salmamış, sanki iktisadi düzeni açıklamıyor ve buna hizmet etmiyormuş gibi.
Kendi çıkarları karşısında devletin gerçekten acaip bir şekilde kayıtsız ve vurdum duymaz olduğunu görmekten üzüntü duyan küçük üretici. "Devlet hakikaten uyuşuk ve kayıtsız bir şey midir?" diye sormaktadır.
Bu küçük üreticiye şu karşılığı verebiliriz: Hayır,, devlet hiçbir suretle uyuşuk ve kayıtsız birşey değildir ,her zaman hareket halindedir, her zaman birşey-ler yapar, çok gayretlidir ve etki yapmaktan geri durmaz, her zaman eylemlidir.- Devletin bu yoğun faaliyetini, bu faaliyetin burjuva niteliğini, verdiği meyvaları yazarın kendisi de bundan önceki sayfada izah etmişti. Yazarın başlıca kusuru, devletin faaliyetinin bu niteliği ile Rus sceyal iktisadının kapitalist teşkilâtı arasında ilişki görmek istemesidir.
Kleinbürger (*), "çark" in kendi isteğinden bambaşka bir şekilde döndüğünü görerek. Devlet gerçekten bir topaç, demirden bir çark mıdır? diye soruyor.
Bu küçük burjuvaya şu cevabı verebiliriz: Devlet ne bir çarktır, ne bir topaçtır, ne kaderin bir kanunudur, ne de tanrının iradesidir; yaşayan birtakım fertler, "üstün sosyal kuvvete bağlı", "yaşayan birtakım fertler" (meselâ, küçük üreticilerin ya da eski soyluların temsilcilerinin direnci gibi) bir sürü "engeller" arasında bu çarkı döndürürler (**). Onun için, bu çarkı ters yöne döndürmekte, "yaşayan fertler" le (yani, herhangi bir fikri faaliyetten doğmuş değil de, doğrudan doğruya günlük iktisadi çıkarları ifade eden sosyal unsurlarla) karşı karşıya gelmek isteniyorsa, başka "yaşayan fertlere" başvurmak; bir sınıfla karşı karşıya gelmek için, başka bir sınıfa başvurmak gereklidir. "En kısa, en kestirme yolları" bulmak şeklindeki iyi ve sofuca dilekleri öne sürmekle iş bitmez; bunun için, "sınıflar arasındaki güçler ilişkisini değiştirmek" gereklidir, mücadeleden uzak duran küçük üreticileri değil, savaşın göbeğinde bulunan ve burjuva toplumundan "hayatın akışıyla ayrılmış ve farklı hale gelmiş" olan kimsenin fikir sözcüsü almak lâzımdır. "İnsanoğlunu mutluluğa götüren yol", biricik yol, bu sebeple de, en kısa ve kestirme olan yol işte budur. Bu yol tutulunca, yalnız bugünkü rejimin olumsuz yönleri hafifletilmiş olmakla, daha hızlı bir gelişme ile süresi kısaltılmış olmakla kalınmaz, (artık devlet kuvvetlerinin değil, sosyal kuvvetlerin) "çark" ını bambaşka yönde döndürterek, bu rejjme de bir son verilmiş olur.
(*) Rusça metindeki bu Almanca kelime "küçük burjuva" manasına gelir (çev.)
(**) Bay Struve’nin kitabının 8. sayfasında Bay Alihaylovski şöyle diyor: "Yaşıyan fert bütün düşünceleri ve bütün duyguları ile, bütün sonuçlara katlanan, tarihi bir etken haline gelir. Tarihe hedef gösteren ve, tabiatın ilkel unsurları ile birtakım tarihi şartların çıkardığı bir sürü engeller arasından, olayları bu hedefe doğru iten herhangi bir mistik kuvvet değil, işte bu "yaşıyan fert" tir."
"… Bizi ilgilendiren şey, en çok üçüncü düzenin teşkilâtlanma oluşumu, ve hattâ yalnız, halk çevrelerinden çıkıp da bu gücün saflarına katılan insanlardır. Bu insanlar san derece önemli birtakım sosyal hizmetler görürler ve burjuva rejiminin gücü de doğrudan doğruya bunlara bağlıdır. Bu düzenin yerleştiği hiçbir ülkede bu insanlardan vazgeçilememiştir Bir memlekette bunlar yoksa, ya da sayıları pek azsa, bunları halk içinden alıp yetiştirmek lâzımdır. Halk hayatı içinde, bunların doğmalarına, yetişmelerine yardım edecek şartlan yaratmak, güçlenmeye kadar bunları korumak, yetişmelerini hızlandırmak gereklidir. Burada şartları her fırsatta kendi çıkarları için kullanan en cerbezeli kimselerin tarihin kaderi üstünde doğrudan doğruya yaptıkları bir müdahale ile karşılıyoruz. Şartlar da, en başta sanayiin ilerlemesi (ferdi üretim yerine atelyeyi, atelye yerine de fabrikayı koymak; tarlalara daha rasyonel olan başka bir tarım tarzı getirmek) zorunluluğuna dayanır; bu olmadıkça, nüfusu epey yoğun hale gelmiş, uluslararası ilişkileri oldukça gelişmiş bir devlet yaşayamaz. Yine bu şartlar, iktisadi etkenlerden ileri geldiği gibi, fikirlerin ilerlemesinden de ileri gelen siyasi ve manevi anlaşmazlıklarla da vücuda gelir. Genellikle, hünerli kimseler devletin hayatındaki bu gerekli ve kaçınılmaz değişmeleri kendi kişiliklerine ve belli bir rejime bağlarlar; hiç şüphe yok ki, bu rejim, çok zeki ve pek cerbezeli başka insanlar gelince, yerini başka bir rejime bırakmağa her zaman uygundur.
Burjuvazinin "önemli sosyal görevleri" olduğunu, kısaca halkın çalışmasını ve emeğini kendine bağlamak, halkı yönetmek ve bunun yaptığı üretimi artırmak şeklinde tanımlanabilen görevler gördüğünü artık yazar da itiraf etmemezlik edemez. İktisadi ilerlemenin fiilen bu unsurlara "bağlı" olduğunu, yani burjuvazimizin gerçekten iktisadi, daha doğrusu teknik ilerlemeyi beraber getirdiğini yazar artık anlamamazlık edemez.
Küçük üreticinin fikir sözcüsü ile Marksist arasındaki temel ve ana fark da işte buradan başlar. Halkçı bu olayı (burjuvazinin teknikle beraber yürüdüğü olayını), "hünerli kimseler", "şartları her fırsatta kendi çıkarlarına kullanırlar" diyerek izah etmektedir Başka bir deyişle ,bunda tesadüfün etkisi bulunduğuna inanır ve saf bir cüretle, bundan şu sonucu çıkarır: "Hiç şüphe yok ki, bu kimselerin yerini, her zaman (!) ilerlemeyi, ama, burjuva olmayan ilerlemeyi getiren başka kimseler alabilir".
Marksist bu olayı, maddi değerlerin üretiminde insanlar arasında mevcut ilişkilerle, ticari iktisada yerleşip, emeği bir ticaret eşyası haline getiren, bunu sermayeye kul köle edip, üretimi arttıran ilişkilerle açıklar. Bunda, bir tesadüfü değil, sosyal iktisadımızdaki kapitalist teşkilâtın zorunlu verisini görür. Onun için, çıkar yolu, burjuvaların yerini alacak kimselerin "şüphesiz ne yapabildikleri" (çünkü, önce burjuvaların yerini almak söz konusudur; bunun için, sözle ya topluma ya da devlete çağrıda bulunmak henüz yetmez) üstünde söylenen boş lâflarda değil, belli bir iktisadi rejimin sınıf zıtlıklarının gelişmesinde arar.
Herkes kolayca anlar ki, bu iki yorum birbirine taban tabana zıttır; bundan birbirini reddeden iki eylem sistemi doğar. Burjuvaziye gelip geçici ve arızi bir şey diye bakan halkçı, burjuvaziyi devlete bağlayan bağları görmez, "saf bir Rus köylüsü" saflığı He tam da gidip bu burjuvazinin çıkarlarını savunan kimseden (devletten) medet umar. Böylelikle, halkçının faaliyeti, kendini insan sever gösteren o vesveselj ve temkinli resmi liberal faaliyete indirgenmiş olur; çünkü, bu faaliyet, bu türlü faaliyetlerden hiç korkusu olmayan "çıkarlar" a ciddi olarak dokunmaz. Marksist bu her şeyi birbirine karıştırmaya son verir, "geleceğin teminatı" şiddetli sınıf mücadelesi"nden başka bir yerde olamaz, aranamaz, der.
Anlaşılıyor ki, eylem sistemleri arasındaki bu farkların, doğrudan dcğruya ve zorunlu olarak, burjuvazimizin egemenliğini yorumlamalar arasındaki farktan doğması da, Marksistnın, nazari tartışmalar-sa (sosyal iktisadın bugünkü teşkilâtı bilindiğine göre) burjuvazinin zorunlu ve kaçınılmaz (Bay Struve’nin kitabında da yapılan budur) olduğunu ispat etmekle yetinmesinden ileri gellmektedir Halkçının bu yorum tarzı farklarını ustaca bertaraf edip, tarih felsefesi ve "ferde edilen gaddarlık" (*) üstünde dil dökmeğe kendini vermesi ise, güçsüzlüğünün iyice göze çarpan bir delilidir.
"Üçüncü sınıfın Avrupa’da son derece uzun süren bir tarihi vardır". Kadercilerin akidesi ne derse desin, biz elbette ki bütün bu tarihi tekrar edecek, yeni baştan yaşayacak değiliz; hiç şüphe yok ki, üçüncü düzenimizin temsilcileri de, hedeflerine varmak için, vaktiyle kullanılmış bütün araçları kullanmayacaklardır; bu vasıtalardan ancak en elverişli olanlarını, zemin ve zamana en uygun olanlarını benimseyeceklerdir. Köylünün elinden toprağı almak ve bir sanayi işçileri sınıfı yaratmak için vahşi askeri gücü ya da mülklerin vahşice gözden geçirilmesi silâhını, elbette ki, kullanmayacaklardır."
"Kullanmayacaklar ha!" Tatlı dilli bir iyimserliğin nazariyecileri hakikaten öyle kimselerdir ki, bunlar hem dünün ve bugünün "evet" dedikleri olaylarını bile bile unuturlar, hem de gelecekte toz pembe bir umut belirince buna da "hayır" demekten çekinmezler. Tabii ki, bu da düpedüz yalan.
"… Ama, ortak toprak tasarrufuna dayanan köyün toprak mülkiyetini yıkmağa, büyük çiftlik sahiplerinden ibaret ve sayıca az bir hali vakti yerinde sınıf yaratmağa (**) çalışacaklar ve genellikle, iktisadi bakımdan zayıf olanı mahva sürüklemek gibi vasıtaları kullanacaklardır. Şimdi zanaat loncaları kurmayacaklar, ama, kredi birlikleri, ham madde satın alma birlikleri, üretim ve tüketim birlikleri kuracaklardır Herkese mutluluk vadeder gibi görünen bu şeyler, aslında, kuvvetli olanların daha kuvvetlenmelerine, zayıf olanların da daha zayıf düşmelerine yardım edecektir. Bir ücret mahkemesi kurulmasını teşvik etmeyecekler, ama, işe sıkı devam etmeyi, kanaati ve eğitimi, yalnız genç burjuvazinin kullanacağı her şeyi getirecek bir kanunun çıkmasına önayak olacaklardır. Çünkü, halk kitlesi içki içip sarhoş olmakta devam edecek, cahil kalacak ve başkası hesabına çalışacaktır."
(*) Bay Mihaylovski, Ruskoye Bogastsvo, 1894, sayı 10.
(**) Bu, ortak toprak tasarrufuna dayanan köyü yıkmadan da pekâlâ olabilir; zamtsvo istatistiklerinin de gösterdiği gibi, köylü sınıfı içinde bir farklılaşmanın gelişmesine de hiç bir zaman engel olmaz.
Bütün bu kredi birlikleri, ham madde satın alma birlikleri, daha başka birlikler ve işe sıkı devamı, kanaati ve eğitimi teşvik etmeğe çalışan bütün o tedbirler, Ruskoye Bogastsvo da dahi!, bugünkü bütün liberal – halkçı gazetelerin dokunaklı bir sevgi gösterdikleri bütün şeyler burada ne kadar da güzel tarif edilmiş. Marksist ya da söylenenleri belirtmekten, hakikatte, bütün bunların üçüncü düzenin çıkarlarını tasvir ettiğini kabul etmekten ve bunun sonucu olarak da, bunlarla uğraşan kimselerin hepsinin de birer küçük burjuva olduklarını söylemekten başka yapacak birşey kalmıyor.
Marksistlerin bu türlü tedbirleri hor ve hakir gördüklerini ileri sürerek, bundan, bunların kollarını kavuşturarak "seyirci" kalmak istedikleri sonucunu çıkaran bugünün popülistlere bu alıntı yeteri kadar cevap vermektedir. Gerçekten, Marksistler burjuva faaliyetine hiçbir zaman karışmayacak, bu faaliyet karşısında her zaman "seyirci" kalacaklardır.