DOĞA İNSANDAN ÖNCE VAR MIYDI?
Bu soru, daha önce de gördük, özellikle Mach ve Avenarius'un felsefeleri için cansıkıcıdır. Doğa bilimleri, yeryüzünün, ne insanın, ne başka herhangi bir canlı varlığın varolmadığı, varolamadığı bir durumda da varolduğunu kesin olarak doğrular. Organik madde, çok sonradan gelen bir olgudur, uzun bir evrimin ürünüdür. Demek ki, o çağlarda duyarlıkla bezenmiş madde yoktu, "duyum karmaşaları" yoktu. Avenarius'un öğretisine göre "çözülmezcesine" çevreye bağlı, hiç bir biçimde bir Ben yoktu. Madde ilktir: düşünce, bilinç, duyarlık çok yüksek bir evrimin ürünleridir. İşte doğa bilimlerinin içgüdüsel olarak kabul ettikleri materyalist bilgi teorisi budur.
Şu soru çıkıyor ortaya: ampiryokritisizmin önde gelen temsilcileri, kendi teorileri ile doğa bilimleri arasındaki bu çelişkiyi farketmemişler midir? Evet etmişlerdir, ve açık açık, hangi kanıtlarla bu çelişkinin ortadan kaldırılacağını araştırmaya koyulmuşlardır. Materyalist açıdan, bu soruya karşı üç tutum, Avenarius'un tutumu ve öğrencileri J. Petzoldt ile R. Willy'nin tutumları özel bir ilginçlik taşır.
Avenarius, doğa bilimleri ile arasındaki bu çelişkiyi, düzenlemenin "potansiyel" merkez terimi teorisinin yardımıyla gidermeye çalışır. Bildiğimiz gibi, düzenleme, Ben ile çevre arasındaki "çözülmez" bir ilişkiden oluşmuştur. Bu teorinin apaçık saçmalığını gidermek için "potansiyel" bir merkez terimi kavramı getirilmiştir, örneğin, insanın bir embriyonun gelişmesinin ürünü olması olgusunu nasıl açıklamalı? Eğer "merkez terimi" bir embriyonla temsil ediliyorsa, çevre (= "karşı-terim") var mıdır? Avenarius, embriyoner C sistemi, "gelecekteki bireysel çevreye göre, potansiyel merkez terimi"dir diye yanıtlıyor. (Düşünceler, s. 140.) Potansiyel merkez terimi hiç bir zaman sıfıra eşit değildir, henüz ana-babanın var olmadığı zamanda bile değildir (elterliche Bestandteile), ve sadece ana-baba olmayan elverişli "çevrenin bütünleyici bir parçasıdır." (s. 141.)
Öyleyse düzenleme çözülemez bir şeydir. Ampiryokritikçi, felsefesinin dayanaklarını, duyumları ve onların karmaşalarını kurtarmak için bunu olumlamak zorundadır. İnsan, bu düzenlemenin merkez terimidir. Ve insan henüz var olmadığında da, henüz doğmamış bulunduğunda da, merkez terimi sıfıra eşit değildir: bu terim, potansiyel bir merkez terimdir! Hala önünüze böyle uslamlamalar süren bir filozofu ciddiye alan insanların bulunmasına şaşmaktan başka yapılacak bir şey yoktur! Metafiziğin (yani inancılığın) hiç bir biçimine düşman olmadığını açıklayan Wundt bile, burada, düzenlemeyi tümden geçersiz kılan "potansiyel" sözcüğü ile "deney kavramının gizemci bir biçimde karanlıklaştırılmasını" kabul etmek zorunda kalmıştır. (Op. cit., s. 379.)
Gerçekten çözülmezliği. kendi terimlerinden birinin potansiyel oluşunda yatan bir düzenlemeden ciddi bir biçimde sözedilebilir mi?
Bu, bir gizemcilik, inancılığa varan bir yol değil midir? Eğer gelecek bir çevre ile ilişkili potansiyel bir merkez terimini düşünmenin olanağı varsa, neden geçmiş çevre ile, yani insanın ölümünden sonrasıyla ilişkili bir merkez terimi düşünülmesin? Diyeceksiniz ki, Avenarius, teorisinden bu sonucu çıkarmadı. Evet, ama onun saçma ve gerici teorisi, bundan bir şey kazanmadı; tersine, bu yüzden, daha iyi bir teori değil, ancak biraz daha yüreksiz bir teori oldu. 1894'te, Avenarius bu teoriyi mantıki sonucuna kadar götürmedi, ya da belki de bunu yapmaktan korktu. Oysa, daha ilerde göreceğimiz gibi 1896'da Schubert-Soldern düpedüz bu teoriye dayanıyordu, onu kaynak gösteriyordu ve bunu da tanrıbilimsel vargılara ulaşmak için yapıyordu. Mach, 1906'da, kendisininkine "çok yakın bir yol" izlediğini söylediği Schubert-Soldern'i onaylıyordu. (Duyumların Tahlili, s. 4.) Engels, kesin tanrıtanımazlığına karşın, felsefesinde, mantıksızca inancılığa kapıları açık bırakan Dühring'e saldırmakta tamamen haklıydı. Engels, hiç değilse 1870-1880 arasmda tanrıbilimsel vargdar çıkarmadığı halde materyalist Dühring'e bu konuda bin kez ve haklı olarak sitem etmiştir. Evet, bizde marksist geçinmeye istekli olup da inancılığa çok yaklaşan bir felsefe yığınını yaymaya çalışanlar bulunuyor!
Avenarius aynı sayfada şöyle yazıyor: "Denilebilir ki, özellikle ampiryokritisizm açısından, doğa bilimlerinin bugünkü çevremizin insanın varlığından önceki dönemlerini ele almaya hakkı yoktur." (s. 144.) Avenarius şöyle yanıtlıyor: "Sorunu böyle koyan kimse, zihinsel olarak kendini katmaktan [sich hinzuzudenken, yani kendini mevcut saymaktan] sakınamaz." "Çünkü, diye devam ediyor Avenarius, (yeteri kadar açıklıkla farkında olmasa bile) doğabilimcinin aradığı şey, özünde şudur: eğer ben, zihinsel olarak, kendimi bir gözlemci yerine koymuş olsaydım, canlı varlıkların ya da insanın ortaya çıkışından önce yeryüzü nasıl tanımlanacaktı – tıpkı yetkinleştirilmiş araçlarla kendi yeryüzümüzden bir başka yıldızın ya da hatta bir başka güneş sisteminin tarihini izleyebileceğimizin düşünülebileceği gibi."
Nesne bizim bilincimizden bağımsız olarak var olama; "biz her zaman, bu nesneyi tanımaya çalışan bir zeka olrak kendimizi ona katarız".
İnsan bilincini, her şeye, insandan önce gelen bütün doğaya "zihinsel olarak katma" zorunluluğunun bu teorisi, burada iki paragrafla sergileniyor, bunlardan birincisi "modern olgucu" R. Avenarius'tan, ikincisi ise öznel idealist J. C. Fichte'den alınmıştır. Bu teorinin safsatası o kadar açıktır ki, insan onu incelemekte biraz rahatsızlık duyuyor. Eğer kendimizi "zihinsel olarak katarsak", bizim varlığımız sanal olacaktır, insandan önce yeryuvarlağının varlığı ise gerçektir. Pratikte, insan, örneğin, akkor halindeki yeryüzünün bir gözlemcisi olamamıştır; ateşten bir yeryüzünde kendi varlığının bulunduğunu "tasarlamak" bilmesinlercilik (obscurantisme) yapmaktır, tıpkı cehennemin varlığını tanıtlamak için şu aşağıdaki kanıtlamadan yararlanılıyormuş gibi: Eğer bir gözlemci olarak kendimi "zihinsel olarak katsaydım" cehennemi gözlemleyebilirdim. Ampiryokritisizm ile doğa bilimlerinin "uzlaşması", Avenarius'un gönül rahatlığı ile benimsediği "zihinsel olarak katma"ya, doğabilimlerinin dıştaladığı şeylerin olabileceğini kabul etmeye varır. Eğitim görmüş ve aklıbaşında hiç kimse, üzerinde herhangi bir yaşamın, herhangi bir duyumun, herhangi bir "merkez terim"in olanak-dışı olduğu zamanda bile yeryüzünün var olduğundan kuşku duymaz. Mach ve Avenarius'un bütün teorileri, ki bu teoriye göre yeryüzü bir duyumlar karmaşasıdır ("cisimler duyum karmaşalarıdırlar"), ya da "içinde ruhsal olanın fiziksel olana özdeş olduğu bir öğeler karmaşasıdır" ya da "merkezterimi hiç bir zaman sıfıra eşit olamayan bir karşı-terimdir", bu teori öznel idealizmi saçmalığa götüren felsefi bilmesinlerciliktir.
J. Petzoldt, Avenarius'un içine düştüğü durumun saçmalığını anlamıştır ve bundan utanç duymuştur. Petzoldt, Salt Deneyin Felsefesine Giriş'inde, (c. II), bütün bir paragrafı (§ 65), "yeryüzünün önceki (frühere) dönemlerinin gerçekliği sorununa" ayırır.
"Avenarius'un öğretisinde, diyor Petzoldt, Ben (das Ich) Schuppe'de olduğundan başka bir rol oynar [belirtelim ki, Petzoldt, açıkça ve yineleyerek, bizim felsefemiz üç adamın, Avenarius, Mach ve Schuppe'nin yapıtıdır diye açıklar], ama bununla birlikte teorisi için oynadığı rol daha da önemlidir [Petzoldt açık-seçik olarak Schuppe'nin her şeyin Ben üzerine kurulduğunu göstererek Avenarius'un maskesini düşürmesi olayından etkilenmişti; ve Petzoldt bir düzeltme yapmak istemektedir]. "Avenarius bir kere şöyle demiştir, diye devam ediyor Petzoldt, insanın henüz adım atmadığı bir bölge düşünebiliriz, ama böyle bir çevreyi düşünebilmek [italikler Avenarius'undur] için Ben terimi ile belirttiğimiz (Ich-Bezeichnetes) şeyin, kimin [italikler Avenarius'undur] düşüncesi olduğuna gerek vardır." (Vierteljahrsscrift für wissenschaftliche Philosophie, c. 18, 1894, s. 146, notlar.)
Petzoldt yanıtlıyor:
"Bilgibilimsel olarak önemli sorun, genellikle, böyle bir bölgeyi düşünüp düşünemeyeceğimiz değil, bu bölgenin herhangi bireysel bir zihinden bağımsız olarak varolması ya da varolmuş olmasını düşünmeye hakkımız olup olmadığıdır."
Doğru olan doğrudur, insanlar her çeşit cehennemi, her çeşit gulyabaniyi tasarlayabilir ve kendilerine "zihinsel olarak katabilirler"; Lunaçarski bile ... kibar bir ifadeyle, dinsel fikirlerin "zihinsel olarak yanına katılmıştır".[21] Ama bilgi teorisinin asıl amacı da tam bu zihinsel katılmaların gerçeksizliğini, uydurma ve gerici niteliğini tanıtlamaktır.
"... C [yani beyin (cerveau)] sisteminin düşünme için zorunlu olduğu, Avenarius'a göre de, savunduğum felsefeye göre de apaçıktır. ..."
Bu doğru değil, Avenarius'un 1876'daki teorisi beyinsiz bir düşünme teorisidir. 1892-1894 teorisi ise, o da, göreceğimiz gibi, aynı idealist saçmalık öğesinden bağışık değildir.
"... Oysa, bu C sistemi, örneğin, yeryüzünün ikinci zamanının (Sekundarzeit) varlığının bir koşulu mudur?" (italikler Petzoldt'un.)
Petzoldt, Avenarius'un daha önce de söylenen doğa bilimlerinin konusu üzerine ve gözlemciyi "zihinsel olarak katma"mız olanağı üzerine uslamlamasının sözünü ederek şöyle karşılık veriyor:
"Hayır, yerin, dün ya da bir dakika önce var olduğunu düşündüğüm gibi, çok eski bir dönemde de var olduğunu düşünmekte haklı olup olmadığımızı bilmek istiyoruz. Ya da gerçekten, yeryüzünün varlığı, [Willy'nin de ileri sürdüğü gibi] hiç değilse gelişmesinin en alt aşamasında bile olsa, belli bir dönemde, bir C sistemiyle birarada var olduğunu varsaymaya hakkımız olması koşuluna mı dayandırılması gerekir?" (Biraz sonra Willy'nin bu düşüncesine yeniden geleceğiz.)
"Avenarius, Willy'nin garip bir vargısını, bu soruyu soran? işi, zihinsel olarak kendini dışta tutmaz (sich wegdenken, kendini yok sanamaz), ya da kendini zihinsel olarak katmaktan kaçınamaz (sich hinzuzudenken; bkz: İnsanın Dünya Anlayışı, s. 130, Almanca birinci baskı) şeklindeki fikriyle önlüyor. Ama, Avenarius, soruyu soran kişinin böylece, bireysel Ben'ini, ya da böyle bir Ben düşüncesini, yaşanamayacak yeryüzü açısından düşünce ediminin zorunlu bir koşulu yapmakla kalmıyor, o zaman da yeryüzünün varlığına inanmayı doğrulamanın da zorunlu bir koşulu yapıyor. "Bu Ben'e böylesine büyük teorik değer verilmediğinde, bu yanlış yollara düşmekten kaçınmak kolaydır. Bilgi teorisinin, uzay içinde ve zaman içinde bizden uzak olan şeye ilişkin değişik kavramları hesaba katarak, mutlaka istemesi gereken tek şey, onun kavranabilir ve kendine özdeş (eindeutig) olarak belirlenebilir olmasıdır; bütün geri kalan, özel bilimlerin işidir." (c. II, s. 325.)
Petzoldt, nedensellik yasasını özdeş belirleme yasası diye yeniden kutsamış ve kendi teorisine, bu yasanın önselliğine (apriorité) oturtmuştur. Bu demektir ki, kantçı fikirlerin yardımıyla, Petzoldt, kendini, (profesör dilinde dendiği gibi, "bizim Ben'imize abartılmış bir önem veren") Avenarius'un öznel idealizminden ve tekbenciliğinden kurtarmaktadır. Avenarius'un öğretisinde nesnel etkenin yetersizliği, yeryüzünün (nesnenin), canlı varlıkların (öznenin) ortaya çıkışından çok daha önce var olmuş olduğunu açıklayan doğa bilimlerinin istemleriyle bu öğretinin uzlaşma olanaksızlığı, bütün bunlar, Petzoldt'u nedenselliğe (özdeş belirlemeye) başvurmak zorunda bırakmıştır. Yeryüzü var olmuştur, çünkü onun insandan önceki varlığı nedensel olarak bugünkü varlığına bağlıdır. ilkin, nedensellik nereden gelmiştir? Nedensellik önseldir diyor Petzoldt. Sonra, cehennem fikri, gulyabaniler fikri ve Lunaçarski'nin "zihinsel katılmaları" da nedensellikle bağıntılı değil midir? Üçüncü olarak, "duyum karmaşaları" teorisi, öyle de böyle de Petzoldt tarafından yıkılmıştır. Petzoldt, Avenarius'ta saptadığı çelişkiyi çıkarıp atmamış, ama daha büyük bir karışıklığa düşmüştür, çünkü, onun için burada bir tek çözüm yolu olabilir, o da bizim bilincimizde yansımış olan dış evrenin bilincimizden bağımsız olarak var olduğunu kabul etmektir. Yalnız bu materyalist çözüm, doğa bilimlerinin verilerine gerçekten uygun düşer ve yalnız bu, Petzoldt ve Mach'ın nedensellik sorununun idealist çözümünü saf dışı bırakır, bundan ayrıca sözedeceğiz.
"Der Empiriokriticismus als einzig wissenschaftlicher Standpunkt" ("Ampiryokritisizm, Tek Bilimsel Görüş Açısı") başlığım taşıyan bir makalede, başka bir ampiryokritikçi olan R. Willy, 1896'da, ilk olarak Avenarius'un felsefesi için cansıkıcı olan bu soruyu ortaya attı. insandan önceki dünya hakkında nasıl bir tutum benimsenmelidir? diye sorar Willy. Ve o, Avenarius'un örneğini yanıtlamakla işe başlıyor. "Kendimizi zihinsel olarak geçmişe götürürüz." Ama daha ileride, deneyden hiç de insan deneyini anlamak zorunda değiliz diyor. "Çünkü, hayvanların yaşamım genel deneyle olan ilişkileri içinde aldığımız anda, hayvanlar alemini, isterse en zavallı bir kurtçuk olsun, ilkel insanlar (Mitmenschen) alemi gibi dikkate almamız gerekir." (s. 73-74.) Böylece, yeryüzü, insandan önce, Avenarius'un "düzenleme"sini ve felsefesini kurtarmak üzere, "merkez terim"in işlevini yapan kurtçuğun "deney"i idi! Bundan sonra, Petzoldt'un bir saçmalık incisi olan (jeologların teorilerine uygun olarak, yeryüzü anlayışı bir kurtçuğa mal edilmektedir) ve ayrıca yeryüzü yalnız insandan önce değil bütün canlı varlıklardan önce var olduğu için filozofumuza hiç bir yardımda da bulunmayan böyle bir uslamlamadan vazgeçmeye çalışmasında şaşılacak bir şey yoktur.
Willy bu konuya bir kez daha 1905'te yeniden döndü. Bu kez kurtçuk kaybolmuştu. Petzoldt'un "özdeşlik yasası"nı, "mantık biçimciliği" olmaktan başka bir şey olarak görmeyen VVilly'yi kuşkusuz tatmin edemezdi. Petzoldt tarzında konulmuş olan, insandan önce dünyanın varlığı sorunu, "bizi, kısaca, sağduyunun anladığı biçimde kendinde-şeylere" yeniden geri götürmeyecek midir diye soruyor yazar (yani materyalizme! Gerçekten de ne korkunç!). Yaşamın bulunmadığı milyonlarca yılın anlamı nedir? "Bizzat zaman bir kendinde-şey değil midir? Kuşkusuz hayır. Ama öyleyse, insanın dışındaki şeyler, tasarımlardan, çevremizde bulduğumuz kalıntıların yardımıyla insanın yaratmış olduğu hayallerinin parçalarından başka bir şey değildir. Peki niçin değildir? Filozofun hayat selinden korkması gerekir mi? ... Kaldır at, diyorum kendi kendime, yapmacık sistemleri ve bu ana, yaşadığın bu ana, sana tek mutluluğu verecek olan bu ana (ergreife den Augenblick) sarıl." (s. 177-178.)
Güzel, güzel! İkisinden biri: ya materyalizm ya da tekbencilik. İşte R. Willy'nin, gösterişli sözlerine karşın, insandan önce doğanın varlığı sorununun tahlilinde vardığı nokta budur.
Özetleyelim. Bin bir zahmetle felsefelerini doğa bilimleri ile uzlaştırmaya ve boşlukları tekbencilikle tıkamaya çalışan, ampiryokritisizmin üç ileri gelenini görmüş bulunuyoruz. Avenarius, Fichte'nin kanıtını yinelemiş, gerçek dünyanın yerine sanal bir dünya koymuştur. Petzoldt, Fichte'nin idealizminden uzaklaşmış, Kant'ın idealizmine yönelmiştir. "Kurtçuğu" ile tam bir fiyaskoya uğrayan Willy her şeyden elini çekmiş, istemeden gerçeği elinden kaçırmıştır: ya materyalizm, ya tekbencilik, hatta içinde bulunulan anın dışında hiç bir şeyin var olmadığının itirafı.
Şimdi bize kalan tek şey, okura, bizim Rus mahçılarımızın bu sorunu nasıl anladıklarını ve nasıl ele aldıklarını göstermektir, işte Bazarov'un Marksist Felsefe "Üzerine" Denemeleri'nde söyledikleri (s. 11):
"Şimdi bize, yanılmaz elkitabımızın (yani Plehanov'un) yol göstericiliğiyle, tekbenci cehennemin en son, en korkunç çemberine, Plehanov'a göre, dünyayı, iktiyozorusların ve arkeopterikslerin dünyayı tasarladıkları gibi algılama zorunlu-luğuyla tehdit edilen her türlü öznel idealizmin çemberine inmek kalıyor. ‘Zihinsel olarak kendimizi, diye yazıyor Plehanov, yeryüzünde yalnızca insanın uzak atalarının oturdukları çağa, Örneğin ikinci çağa götürelim. O zaman, uzayın, zamanın ve nedenselliğin durumunun ne olduğu çıkıyor ortaya. O zaman neyin öznel biçimleriydiler bunlar? İktiyozorusların öznel biçimleri mi? Hangi zeka, o zaman, kendi yasalarını doğaya benimsetiyordu? Arkeopteriksin zekası mı? Karıt'ın felsefesi, bu sorulara yanıt veremez. O, modern bilimle mutlak olarak uyuşmadığı için uzlaşmaz bir felsefe olarak atılmalıdır'." (L. Feuerbach, s. 117.)
Bazarov, Plehanov'dan yaptığı aktarmayı, burada, hemen şimdi göreceğimiz gibi, çok önemli tümcenin başında kesiyor: "İdealizm der ki: öznesiz nesne olmaz. Yeryüzü tarihi, nesnenin, öznenin ortaya çıkışından çok önce, yani ne kadar az olursa olsun bir bilinçle bezenmiş olan organizmaların ortaya çıkışından çok önce varolduğunu gösterir. ... Evrim tarihi, materyalizmin gerçekliğini gösterir."
Bazarov'un aktarımını sürdürelim:
"Plehanov'un kendinde-şeyi, istenen çözümü sağlamıyor mu? Anımsayalım ki, Plehanov'a göre bile, kendinde-şeyler olarak, şeyler konusunda hiç bir fikir sahibi olamayız; biz onlarm ancak kendilerini ortaya koyuş biçimlerini, ancak duyu örgenlerimiz üzerindeki etkilerinin sonuçlarım biliriz. ‘Bu etkinin dışında, başka hiç bir görünüşü yoktur.' (L. Feuerbach, s. 112.) Iktiyozoruslar çağında hangi duyu örgenleri vardı? Besbelli ki yalnızca iktiyozorusların ve onların benzerlerinin duyu örgenleri vardı. Yalnız iktiyozorusların zihinsel tasarımları, o çağda geçerliydiler, kendinde-şeylerin gerçek görünüşleriydiler. Böylece, gerçek alanından ayrılmak istemeyen bir taşıllar bilgini (paléontologiste), Plehanov'a göre, ikinci çağın tarihini, iktiyozorusların tasarımlarının ışığı altında yazmalıydı. Burada da gene tekbenciliğe kıyasla bir adım ileri gitmiş olmuyoruz."
İşte, bir mahçmm, bütünlüğü içinde, uslamlaması, (kısaltılması mümkün olmayan bu aktarmanın uzunluğundan dolayı okurdan özür diliyoruz) karmakarışıklığın birinci sınıf bir örneği olarak ölümsüzleştirmeye değer bir uslamlaması.
Bazarov, Plehanov'u yakaladığını sanıyor. Eğer, diyor kendi kendine, kendinde-şeylerin bizim duyu ergenlerimiz üzerindeki etkileri dışında, kendilerine özgü hiç bir görünüşleri yoksa, İkinci zamanda, ancak iktiyozorusların duyu örgenlerince algılanan "görünüşleri" altında vardı. Ve bir materyalistin uslamlaması bu mu olacaktı?! "Görünüş" "kendinde-şeyler"in duyu ergenleri üzerindeki etkisinin sonucu olduğuna göre, bundan, şeylerin her türlü duyu örgeninden bağımsız olarak var olamayacakları sonucu mu çıkardı??
Bir an için varsayalım ki, Bazarov Plehanov'u "gerçekten anlamamıştır" (bu varsayım ne denli olanaksız görünürse görünsün), ve Plehanov'un dili ona, pek açık görünmemiştir. Öyle olsun! Ama soruyoruz: Bazarov, (Rus mahçılarına göre materyalizmin biricik temsilcisi olan!) Plehanov'un sırtından hokkabazlık mı yapıyor, yoksa materyalizm sorununu aydınlatmak mı istiyor? Eğer Plehanov, size, bulanık ya da çelişkili vb. görünüyorsa, niçin başka materyalistleri almıyorsunuz? Başkalarını tanımıyor musunuz yoksa? Bilisizlik bir kanıt değildir, Eğer gerçekten, Bazarov, dış dünyanın, bizim bilincimizin dışında ve ondan bağımsız şeylerin varlığının kabulünün materyalizmin temel önermesi olduğunu bilmiyorsa, gerçekten eşi bulunmaz koyu bir bilisizlik olgusu karşısındayız demektir. Okura şunu hatırlatalım ki, Berkeley, 1710'da, materyalistleri bilincimizden bağımsız olarak varolan ve bilincimizce yansıtılan "kendinde-nesneler"in varlığını kabul ettikleri için, kınamıştı. Kuşkusuz, herkes, materyalizme karşı, Berkeley'den ya da herhangi bir kimseden yana olmakta serbesttir. Bu, söz götürmez bir şeydir. Ama tüm materyalizmin temel önermesini budayıp kuşa çevirerek ya da görmezlikten gelerek materyalistlerden sözetmenin de soruna akılal-maz bir karışıklık getirmek olduğu da, aynı ölçüde söz götürmez.
Plehanov, idealizmde öznesiz nesne olmadığı ve materyalizmde ise nesnenin özneden bağımsız olarak varolduğu ve bu nesnenin, öznenin bilincinde aşağı yukarı uygun bir biçimde yansıdığını söylediğinde haklı mıydı? Eğer bu doğru değilse, marksizme birazcık saygısı olan herhangi biri, Plehanov'un bu yanılgısını göstermeliydi, materyalizm ve insandan önceki doğanın varlığı konusunda, Plehanov'u değil, ama başkalarını, Marks'ı, Engels'i ya da Feuerbach'ı ele almalıydı. Ama eğer bu doğru ise, ya da en azından, siz, burada bir yanlış bulacak durumda değilseniz, o zaman kartları karıştırma ve okurun kafasında idealizmden farklı olan materyalizmin en temel kavramlarını bulandırma çabanız sözcüğün tam anlamıyla bir ahlaksızlıktır.
Plehanov'un söylediği en küçük sözden bağımsız olarak, bu sorunla ilgilenen marksistler için (belki de Bazarov bilmiyordu?), bilindiği gibi, bir materyalist olan ve gene çok iyi bilindiği gibi, Marks ve Engels'in, Hegel'in idealizminden kendi materyalist felsefelerine ulaşmalarına yardımcı olan L. Feuerbach'ın görüşünü aktaracağız. Feuerbach, R. Haym'a yanıtında şöyle yazıyordu:
"İnsanın ya da bilincin nesnesi olmayan doğa, kurgul (spéculative) felsefeye göre, ya da en azından idealizme göre, terimin Kant'taki anlamında bir kendinde-şey [bizim mahçcıların, materyalistlerin kendinde-şeyi ile Kant'ın kendinde-şeyi arasında yarattıkları karışıklıktan tekrar sözedeceğiz], her türlü gerçeklikten yoksun bir soyutlamadır; ama gene de idealizmin batmasına yol açan doğadır. Doğa bilimleri, hiç değilse bugünkü durumlarında, zorunlu olarak, bizi, insanın varlığının koşullan henüz bulunmadığı, doğanın, yani yeryüzünün, insan gözü ve insan zekası için henüz bir gözlem nesnesi olmadığı, bunun sonucu olarak, doğanın kesinlikle insana yabancı bir varlık olduğu (absolut unmenschliche Wesen) bir noktaya geri götürür, idealizm bunu şöyle yanıtlayabilir: Ama bu doğa, senin tarafından algılanan bir doğadır (von dir gedachte). Ama kuşkusuz, bundan doğanın zaman içinde var olmamış olduğu sonucu çıkmaz, tıpkı Sokrates ve Platon'u düşünmediğim zaman, onların benim için var olmadığı olgusundan, Sokrates ve Platon'un, bir zamanlar gerçekten bensiz var olmadıkları sonucu çıkarılamayacağı gibi."
İşte Feuerbach'ın, insanın ortaya çıkmasından önceki doğanın varlığı açısından materyalizmi ve idealizmi değerlendirişi böyledir. "Modern olguculuğu" bilmeyen; ama eski idealist bilgiççiliği derinlemesine bilen Feuerbach, Avenarius'un bilgiççiliğini ("gözlemcinin zihinsel olarak katılması") çürüttü. Oysa Bazarov, bize, idealistlerin bu bilgiççiliğini yinelemekten öte, kesinlikle yeni bir şey vermiyor: "Eğer orada [insandan önceki yeryüzünde] bulunsaydım, böylece dünyayı görmüş olurdum," (Marksist Felsefe "Üzerine" Denemeler, s. 29.) Başka bir deyişle: Eğer, tamamen saçma ve doğa bilimlerine aykırı bir varsayım yaparsam (insan, kendisinden önceki evrenin bir gözlemcisi olabilir), felsefemin iki yakasını bir araya getirmiş olacağım!
Ancak bundan sonra, Avenarius'un, Petzoldt'un ve Willy'-nin içine düştükleri "güçlük"ten tek sözcükle sözetmeyen ve her şeyi karmakarışık ederek okura artık materyalizm ile tekbencilik arasında herhangi bir ayırımın görülemediği böyle bir salata sunan Bazarov'un verdiği bilgiler ve kullandığı yazın yöntemleri üzerinde bir yargıya varılabilir, idealizm, "gerçekçilik" olarak sunulur, materyalizm ise, şeylerin duyu örgenleri üzerindeki etkilerinin dışındaki varlıkların yadsınmasının kendisine mal edildiğini görür! Evet, evet, ya Feuerbach materyalizm ile idealizm arasındaki en temel ayrımları bilmiyordu, ya da Bazarov ve ortakları felsefenin en temel gerçeklerini tamamen yeni tarzda değiştirmişlerdir.
Ya da Valentinov'u alınız. Doğal olarak, Bazarov'un hayranı görünen bu filozofa bakınız: 1° "Berkeley, özne ve nesnenin ilişkisinin bağlılaşmacı (.corrélativiste) teorisinin kurucusudur." (s. 148.) Ama bu, Berkeley idealizmi değildir, yok canım! Bu, "derin bir tahlil"dir! 2° "Teorinin temel önermeleri, Avenarius tarafından, onun alışılmış idealist yorumlama [başka bir şey değil, yalnız yorumlama!] biçimleri [!] dışında en gerçekçi şekilde ifade edilmişlerdir." Görüyorsunuz, yutturmacayla çocuk kandırıyor! 3° "Avenarius'un, bilginin çıkış noktası hakkındaki anlayışı şudur: her birey, belirli bir çevre içersinde bulunur; bir başka deyişle, birey ve çevre bir ve aynı düzenlemenin birbirine bağlı ve birbirinden ayrılmaz [!] terimleriyle verilmişlerdir, (s. 148.) Çok hoş! Bu idealizm değildir –Valentinov ve Bazarov materyalizmin ve idealizmin üstüne çıkmışlardır– bu, nesne ile öznenin en "gerçekçi" "ayrılmazlığı"dır. 4° "Karşıt olumlama: uygun düşen bir merkez terim olmadan, birey olmadan, karşı-terim olmadığı doğru mudur? Besbelli ki [!] hayır. ... En eski İlkel çağda (archéenne) ormanların yeşermekte oldukları bilinir ... bu sırada insan henüz yoktu!" (s. 148.) Bu demektir ki, ayrılamaz olan ayrılabilmektedir! Bu "apaçık" değil mi? 5° "Bilgi teorisi açısından kendinde-nesne sorunu gene de saçma olarak kalır." (s. 148.) Kuşkusuz! Henüz duyumlarla bezenmiş organizmalar olmadıkları zaman, nesneler gene de duyumlarla özdeş "öğe karmaşaları" idiler! 6° "Schubert-Soldern ve Sdıuppe'nin temsil ettikleri içkinci okul, bu [!] fikirleri uygun düşmeyen yanlış bir biçimde ifade etmiştir ve tekbencilik çıkmazına saplanmıştır." (s. 149.) "Bu fikirler"in kendileri, tekbencilik taşımazlar, ve ampiryokritisizm hiç bir şekilde, Avenarius hakkında sempatilerini açıklarken yalan söyleyen içkincilerin gerici teorilerinin değişik bir çeşidi değildir!
5. İNSAN BEYNİ İLE Mİ DÜŞÜNÜR?