Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni - Cermenlerde Devlet
CERMENLERDE DEVLETİN OLUŞMASI
Tacite'e göre, Cermenler çok kalabalık bir halktı. Sezar, ayrı ayrı Cermen halklarının sayıları üzerinde yaklaşık bir fikir edinmemizi sağlar: Ren'in sol kıyısında görünen Usipiler ve Tencteruslar için, kadın ve çocuklar dahil,180.000 kişi rakamını verir. Böyle ayrı bir halk için 100.000[29] dolaylarında da olsa, bu, örneğin, en parlak çağlarında 20.000 kişi bile olmadıkları halde, büyük göllerden Ohio ve Potomac'a kadar bütün ülkeyi korkutan bütün İrokuaların sayısından çok daha yüksek bir rakamdır. Böyle bir halk, eğer Ren kıyılarında yerleşmiş ve en iyi bilinenlerini elimizdeki verilere göre biraraya toplamak istersek, harita üzerinde ortalama olarak, bir Prusya ili kadar, yani 10.000 kilometrekare ya da 182 coğrafi milkare kadar yer tutar. Romalıların Germania Magna'sı,[30] Vistül'e kadar, yuvarlak hesap beşyüzbin kilometrekareyi kapsar. Her ayrı halk için ortalama yüzbin kişiyle, Germania Magna için toplam rakam, beş milyon insanı bulur; bu rakam, bir barbar halklar topluluğu için çok yüksek, bizim bugünkü koşullarımız için çok düşüktür: kilometrekareye 10 kişi, ya da coğrafi milkare başına beşyüzelli kişi. Ama bu rakam, o çağda yaşayan bütün Cermenleri kapsamaktan uzaktır. Karpatlar boyunca, Tuna ağzına kadar, Gotik asıllı Cermen halkların, Bastarn, Pösin ve daha başkalarının bulunduğunu biliyoruz; bunlar o kadar kalabalıktılar ki, Plinius, Cermenlerin başlıca gruplarından beşincisini bu halklardan meydana getirir ve bu halklar, Milattan sonra 180 yılından itibaren Makedonya Kralı Perseus'un hizmetine girerek, daha Ogüst'ün ilk hükümdarlık yıllarında, Edirne bölgesine kadar dayandılar. Eğer bunları yalnızca bir milyon kabul edersek, bu, doğruya yakın bir rakam olarak, miladi çağımızın başlarında, en azından altı (sayfa 374) milyon Cermen verir.
Cermanya'da yerleştikten sonra, nüfus, artan bir hızla çoğalmış olmalıdır; daha önce sözü edilen sınai ilerleme, tek başına, bunu tanıtlayabilir. Burada bulunmuş olan Roma paralarına göre, Slesvig bataklıklarındaki arkeolojik buluntular üçüncü yüzyıla aittir. Demek ki, daha bu çağda, Baltık kıyılarında, gelişmiş bir metalürji sanayii ile gelişmiş bir dokuma sanayii, Roma İmparatorluğu'yla etkin bir ticaret ve en zengin kişiler arasında belirli bir lüks hüküm sürüyordu — bütün bunlar, hayli yoğun bir nüfusun göstergeleridir. Ama gene bu çağda, bütün Ren, tahkim edilmiş Roma sınırı ve Tuna hattı üzerinde, Kuzey Denizi'nden Karadeniz'e kadar, Cermenlerin genel saldırısı başlar — bu, nüfustaki sürekli artış ve yayılma gücünün dolaysız bir kanıtıdır. Savaşım üçyüz yıl sürdü; bu süre boyunca, gotik halkların başlıca kümesi (İskandinav Gotlarıyla Burgonlar hariç), büyük saldırı hattının sol kanadını meydana getirerek, Güney-Doğu yönünden ilerledi: Yukarı-Tuna boyunca ilerleyen Yukarı-Almanlar (Herminonlar), merkezde bulunuyorlardı; ve Ren boyunca ilerleyen sağ kanat, şimdi Franklar denen İstovenler tarafından meydana getirilmiş; Bretonya'nın fethi Enjevonlara düştü. Beşinci yüzyılın sonunda, zayıflamış, kansız ve güçsüz düşmüş Roma İmparatorluğu'nun kapıları, Cermen istilacılara ardına kadar açıktı.
Daha önce, eski Yunan ve Roma uygarlığının beşiği başındaydık. Şimdi tabutu başında bulunuyoruz. Akdeniz havzasındaki bütün ülkeler, yüzyıllarca, Roma dünya hegemonyasının eşitleştirici rendesi altında kalmıştı. Yunancanın hiçbir direnç gösteremediği her yerde, bütün ulusal diller, yerlerini, bozulmuş bir Latinceye bırakmışlardı; artık hiçbir ulusal ayrım kalmamıştı, Gollüler, İberyalılar, Ligüryalılar, Noricumlar yoktu; hepsi Romalı olmuşlardı. Roma yönetimi ve Roma hukuku, her yerde eski kandaş bağları ve aynı zamanda, özerk yerel ve ulusal etkinliğin son kalıntılarını da yoketmişti. Yeni bir nitelik olan Roma dünyasına ilişkin, hiçbir ödünleme sağlamıyordu: bu bir milliyeti değil, yalnızca milliyet yokluğunu dile getiriyordu. Her yandan, yeni uluslarla ilgili öğeler vardı; çeşitli illerdeki Latince (sayfa 375) lehçeler, gitgide birbirlerinden ayrılıyorlardı; eskiden İtalya'yı, Gol'ü, İspanya'yı ve Afrika'yı bağımsız ülkeler haline getiren doğal sınırlar gene vardı ve kendilerini her zaman duyuruyorlardı. Ama hiçbir yerde, bu öğelerle yeni uluslar meydana getirmeye yetenekli bir güç yoktu. Hiçbir yerde, bir gelişme yeteneğinden, bir direnme gücünden, hele hele yaratıcı bir güçten bir iz kalmamıştı. Geniş toprakların büyük insan yığınını birleştiren yalnızca bir tek bağ vardı: Roma devleti, ve bu, zamanla onun en kötü düşmanı, en kötü baskıcısı olmuştu. Taşra illeri Roma'yı yıkmışlardı; Roma da, artık evrensel imparatorluğun, hatta İstanbul, Trev, Milano'da oturan imparator ve imparatorcukların bile merkezi olmayan, öbürleri gibi bir taşra kenti olmuştu — ayrıcalıklı, ama artık egemen değil. Roma devleti, dev gibi, karmaşık, yalnızca ve yalnızca uyrukları ezerek para sızdırmaya özgü bir makine durumuna gelmişti. Vergiler, angaryalar, her türlü yükümlülük, nüfus kitlesini durmadan daha derinleşen bir sefalet içine gömüyorlardı; baskı, valilerin, vergi toplayıcıların, askerlerin yiyicilikleriyle dayanılmaz bir duruma gelecek kadar ileri götürülmüştü. İşte Roma devletiyle onun dünya hegemonyasının vardığı yer: Roma devleti, varolma hakkını, içerde düzenin korunması, dışarda da Barbarlara karşı [yurttaşları -ç.] koruma üzerine dayandırıyordu. Ama, onun düzeni, en kötü düzensizlikten de daha kötüydü ve kendilerine karşı yurttaşları tarafından korumak iddiasında bulunduğu Barbarlar, yurttaşlar tarafından kurtarıcı olarak bekleniyorlardı.
Toplumsal durum, daha az umutsuz değildi. Cumhuriyetin son zamanlarından itibaren, Romalılar egemenliğinin ereği, fethedilmiş bulunan illerin iliğine kadar sömürülmesiydi; imparatorluk, bu sömürüyü ortadan kaldırmamış, tersine, onu düzen altına almıştı. İmparatorluk çaptan düştükçe, vergi ve yükümlülükler daha da artıyor, memurlar daha da utanmazca soyup soğana çeviriyorlardı. Ticaret ve sanayi hiçbir zaman halklar egemeni Romalıların işi olmamıştı; onlar yalnızca tefecilikte, kendilerinden önce ve sonra olan her şeyi geçmişlerdi. Gerçekte ticaretten kalmış bulunan şey de memurların yiyicilikleriyle yok oldu; her şeye karşın arta kalan şey, Doğuda, İmparatorluğun Yunanlılara (sayfa 376) ait kısmında bulunuyordu ki, bu konumuzun dışındadır. Genel yoksullaşma, ticarette, küçük sanayide, sanatta gerileme, nüfusun azalması, kentlerin gerilemesi, tarımın daha aşağı bir düzeye düşüşü — Roma dünya hegemonyasının vardığı sonuç bu oldu.
Bütün eski dünyada başlıca üretim dalı olan tarım, yeniden ve her zamandan daha çok, eski durumuna gelmişti. İtalya'da, cumhuriyetin sonundan beri, hemen hemen bütün ülkeyi kaplayan uçsuz bucaksız yurtluklar (latifundia) iki şekilde işletilmişti: ya nüfusun yerini, bakımı az sayıda köleden başka bir şey gerektirmeyen koyunların ve sığırların almış bulunduğu otlaklar biçiminde; ya da, bir sürü kölenin, mülk sahibinin lüksü içinde olduğu kadar, kent pazarlarına satmak üzere de geniş ölçüde bahçıvanlık yaptığı villa'lar biçiminde. Büyük otlaklar korunmuş, hatta genişletilmişlerdi; villa alanları ve onların bahçıvanlık ürünleri, mülk sahiplerinin yoksullaşması ve kentlerin çökmesi yüzünden, bozulmuşlardı. Kölelerin emeği üzerine kurulu latifundia'lar işletmesi, artık karlı (rentable) olmuyordu; ama, o çağda, bu, büyük ölçüde tarımın olanaklı tek biçimiydi. Küçük tarım, yeniden tek karlı biçim durumuna gelmişti. Villa'lar, birbiri ardına, küçük parçalara bölündüler ve [her parça -ç.] belirli bir para ödeyen, soydan geçme kiracılara, ya da kiracıdan çok toprak sahibinin işine bakan vekilleri olan, ve çalışmaları karşılığı yıllık ürünün altıda, hatta yalnızca dokuzda birini alan partiarii'lere[31] verildi. Ama, çoğu durumda, bu küçük toprak parçaları karşılığında her yıl değişmez bir para ödeyen kolonlara bırakıldılar; bu kolonlar, üzerinde çalıştıkları toprağa bağlıydılar ve onunla birlikte satılabilirlerdi; doğrusunu söylemek gerekirse, köle değildiler, ama özgür de değil; özgür kadınlarla evlenemezlerdi; ve bunların kendi aralarında kurdukları birlikler, tamamen geçerli evlilikler gibi değil, kölelerinki gibi, basit bir nikahsız karı-kocalık (contubernium) olarak kabul ediliyordu. Bunlar, ortaçağ serflerinin habercileri oldular.
Antik kölecilik, ömrünü tamamlamıştı. Artık, kırda, (sayfa 377) büyük tarımda olsun; kent yapımevlerinde olsun, kölecilik, zahmete değer bir ilişki olmaktan çıkmıştı — bunun ürünleri için pazar kalmamıştı. Çünkü, imparatorluğun parlak çağlardaki dev gibi üretimin indirgenmiş bulunduğu küçük tarım ve küçük el zanaatlarında, çok sayıda köle için yer yoktu. Toplumda, artık yalnızca ev hizmetlerinde ve zenginlerin lüksü için çalışan kölelere yer kalmıştı. Ama can çekişen kölecilik, henüz bütün üretici çalışmayı, özgür Romalılara yaraşmaz bir köle çalışması olarak göstermeye yeterliydi – ve şimdi, herkes özgürdü. Bunun sonucu, bir yandan, artık bir yük durumuna geldikleri için azat edilmiş bulunan kölelerin sayısında bir artış, bir yandan da, kopuk takımı (verlumpt) içine düşmüş kolonlarla özgür kişilerin sayısında bir artış oldu (yukarda sözü geçen köleci Amerika devletlerindeki poor whites'lar gibi). Hıristiyanlık, antik köleciliğin giderek ortadan kalkmasında, tamamen masumdur. Roma İmparatorluğu'nda, hıristiyanlık, yüzyıllarca kölecilikle içli dışlı yaşadı ve daha sonra hıristiyanların kendilerini vermiş bulundukları köle ticaretini asla engellemedi; ne kuzeydeki Almanların, ne Akdenizdeki Venediklilerin köle ticaretini, ne de daha sonraki zenci köle alışverişini.[32] Kölecilik karlı olmaktan çıkmıştı, onun için ortadan kalktı. Ama can çekişen kölecilik, ağulu iğnesini bıraktı: özgür insanların üretici çalışmayı horgörmesi, Roma dünyasının içine girmiş bulunduğu çıkmaz, işte buydu. Kölecilik, iktisadi bakımdan olanaksızdı; özgür insanların çalışması, ahlak bakımından yasaklanmıştı. Biri [kölecilik -ç.], artık toplumsal üretimin temeli olmaktan çıkmıştı; öbürü [özgür insanların çalışması -ç.], henüz toplumsal üretimin temeli olamıyordu. Bu durumu düzeltebilmek için, tam bir devrimden başka hiçbir çıkar yol yoktu.
Durum, taşra illerinde daha iyi değildi. Üzerinde en çok bilgiye sahip bulunduğumuz yer, Gol'dür. Orada, kolonların yanısıra, henüz özgür köylüler de vardı. Bunlar, kendilerini, memurların, yargıçların ve tefecilerin (sayfa 378) yolsuzluklarına karşı korumak için; çoğunlukla güçlü bir adamın koruması altına giriyorlardı; ve bunu yalnızca tek tek kişiler değil, bütün halinde topluluklar da (komünler) yapıyorlardı; öyle ki, dördüncü yüzyılda, imparatorlar, bu konuda ardarda birçok yasaklama yasaları yayınladılar. Ama, koruma arayanlara, bu korumanın ne yararı olabilirdi? Patron (koruyucu, hami), koruma isteyenlere, topraklarının mülkiyetini kendine devretmeleri koşulunu dayatıyor, bu koşulla, onlara, yaşamları boyunca topraktan yararlanma hakkını sağlıyordu - kutsal kilisenin unutmadığı, 9. ve 10. yüzyıllarda, Allahın melekutunu ve kendi öz yurtluklarını büyütmek için sık sık öykündüğü dümen. Ama bu çağda, 475 yılına doğru, Marsilya piskoposu Salvianus, böylesine bir hırsızlığa karşı, öfke ve tiksintiyle, gürler; ve Romalı memurlarla büyük toprak sahiplerinin yaptıkları baskı yüzünden, birçok "Romalı"nın, Barbarlar tarafından işgal edilen bölgelere sığındıklarını ve oralarda yerleşmiş bulunan Roma yurttaşlarının, tekrar Roma egemenliğine düşmekten korktukları kadar hiçbir şeyden korkmadıklarını anlatır. Bu çağda ana-babalar, sefalet yüzünden, çoğunlukla kendi çocuklarını köle olarak satıyorlardı; bu töreye karşı yayınlanmış bulunan bir yasa, bunu tanıtlar.
Romalıları kendi öz devletlerinden kurtarmış olmak için, Cermer Barbarları, onların bütün topraklarının üçte-ikisini aldılar ve bu toprakları kendi aralarında paylaştılar. Paylaşma, gentilice örgütlenmeye göre yapıldı; fatihlerin sayısı görece az olduğundan, geniş alanlar, ya bütün halkın, ya da tek tek aşiret ve genslerin mülkü olarak, bölümsüz (indivis) kaldı. Her gens içinde, eşit parçalar halinde bölünmüş tarla ve çayırlar, çeşitli ev ekonomileri arasında kura ile dağıtıldılar; bu sıralarda devirli-yeniden-dağıtımların yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz; herhalde, Roma illerinde bu töre çabucak ortadan kalktı ve çeşitli paylar, başkasına satılabilen özel mülk, alleu (tımar) haline geldiler. Ormanlar ve otlaklar, herkesin kullanımı için bölümsüz kaldılar; bu kullanım ve paylaşılmış toprakların işlenme biçimi, eski töreye göre ve topluluğun kararıyla düzenlendi. Gens köyünde ne kadar uzun bir zamandan beri yerleşmişse, Cermenlerle Romalılar giderek o kadar kaynaşıyorlar ve gentilice bağın akrabalık niteliği, (sayfa 379) yerel (territoriale) nitelik karşısında o kadar siliniyordu; gens kökeninin çoğunlukla görülebilir bir durumda bulunan izleri, yani birlik üyeleri arasındaki akrabalık, mark birliği içinde eridi. Öyleyse, burada, gentilice örgütlenme, hiç değilse mark ortaklığının tutunduğu ülkelerde —Fransa'nın kuzeyinde, İngiltere'de, Almanya ve İskandinavya'da—, yavaş yavaş yerel bir örgütlenme biçimine dönüştü ve bundan ötürü, devletin kuruluşuna uygun olma yeteneğini kazandı. Ama gene de, bütün gentilice örgütlenmeye özgü ilkel demokratik niteliğini korudu, ve böylece, daha sonra kendisine zorla kabul ettirilen yozlaşmış biçim içinde bile, kendinden bir şeyler sakladı; ve en yakın çağa kadar, ezilen insanların elinde etkili bir silah olarak kaldı.
Eğer gens içindeki kan bağı çabucak kaybolduysa, bu, aşiret içinde olduğu kadar, bütün halk içinde de, yönetici organların fetih sonucu yozlaşmaları yüzünden oldu. Biliyoruz ki, astlar üzerinde egemenlik gentilice örgütlenmeyle bağdaşmaz bir şeydir. Bunu burada büyük bir ölçek üzerinde görüyoruz. Roma illerinin efendisi bulunan Cermen halkları, fethettikleri yeri bir düzene koymak zorundaydılar. Ama, Romalı kitleler, ne gentilice gruplar içine kabul edilebilirlerdi, ne de bu gruplar aracılığıyla egemenlik altına alınabilirlerdi. Her şeyden önce çoğu yerlerde varlıklarını sürdüren yerel Roma yönetim organlarının başına Roma devleti yerine geçecek bir şey (substitut) koymak gerekiyordu, ve bu da ancak bir başka devlet olabilirdi; öyleyse, gentilice kuruluş organlarının devlet organları haline dönüşmeleri ve bu işin de, koşulların baskısı altında, çok çabuk olması gerekiyordu. Ama fatih halkın en yakın temsilcisi askeri şefti. Fethedilen toprakların dış güvenliği olduğu kadar; iç güvenliği de, onun iktidarının pekişmiş olmasını gerektiriyordu. Askeri komutanlığın krallığa dönüşmesi zamanı gelmişti: bu dönüşüm gerçekleşti.
Franklar İmparatorluğunu alalım: Burada, utku kazanmış Salienler halkının eline, yalnızca Roma devletinin uçsuz bucaksız yurtlukları değil, ayrıca, irili ufaklı ülke (Gau) ve mark birlikleri arasında paylaşılmamış bulunan bütün geniş topraklar, özellikle büyük orman alanları da geçmişti. Basit yüksek askeri şeflikten gerçek prens aşamasına geçmiş (sayfa 380) bulunan Frank kralının yaptığı ilk şey, bu halk mülkünü krallık yurtluğu biçimine dönüştürmek, onu halktan çalmak, ve armağan ya da tımar (fiel) olarak bileliğindeki adamlara vermek oldu. Başlangıçta onun kişisel askeri muhafız takımı (escorte) ve ordunun öbür ast şeflerinde meydana gelmiş bulunan bu bilelik, kısa zamanda, Romalılarla, yani katiplik yetenekleri, kültürleri, Latinceden türeyen halk dilleri, Latin yazı dili ve:ülkenin hukuku üzerindeki bilgileriyle, çabucak vazgeçilmez bir durum kazanan Romalılaşmış Gollülerle büyüdü; ayrıca, bunlara, hükümdar bileliğini (la cour) meydana getiren; ve kralın, aralarından gözdelerini seçtiği, köleler, serfler ve azatlılar da katıldılar. Halka ait olan toprak parçaları, önce çoğunlukla armağan olarak, daha sonra da gedikler[183] biçimi altında, başlangıçta, hemen hemen daima kralın yaşam süresince, bu insanlara verildi; böylece, halk zararına, yeni bir soylular sınıfının temeli atılmış oldu.
Ama hepsi bu kadar değil. Geniş imparatorluk alanı, etki gentilice örgütlenme araçlarıyla yönetilemiyordu; şefler konseyli, hatta çoktan beri yürürlükten kalkmadığı yerlerde bile toplanamıyordu, ve kısa zamanda yerini kralın sürekli çevresine bıraktı; eski halk meclisi, biçimsel olarak varlığını sürdürdü, ama o da, gitgide, yalnızca ordunun, ast şefleriyle doğmakta bulunan soyluluğun meclisi haline geldi, iç savaşlarla fetih savaşları; ki bu sonuncuları asıl Charlemagne zamanında yapılmışlardı, bütün bu sürekli savaşlar, vaktiyle Cumhuriyetin son zamanlarında Roma köylülerini nasıl tüketip yıkmışlarsa, Frank kitlesini, toprak sahibi özgür köylüleri de öylece tükettiler ve yıktılar. Başlangıçta ordunun bütününü, ve Fransa'nın fethinden sonra da çekirdeğini oluşturan bu özgür köylüler, 9. yüzyılın başlarında öylesine yoksul düşmüşlerdi ki, ancak beş erkekten biri, savaşa katılabiliyordu. Doğrudan doğruya kral tarafından toplanmaya çağrılan özgür köylülerden kurulu bir silahlı kuvvet yerine, aralarında serf köylülerin, yani vaktiyle kraldan başka efendi tanımayan, ve daha da önceleri, hiçbir efendi, hatta bir kral bile tanımayan kimselerden gelen kuşakların da bulunduğu, yeni beliren büyüklerin çavuşlarından (Dienstleute) kurulu bir ordu meydana getirilmişti. Charlemagne'ın ardılları zamanında, iç savaşlar, krallık iktidarının güçsüzlüğü ve bunun (sayfa 381) sonucu büyüklerin yaptığı yolsuzluklar, —Charlemangne tarafından atanmış bulunan ve görevlerinin kalıtımla geçmesi özlerini taşıyan kontlar[184] da buna ekleniyordu—, son olarak da Norman akınları, Frank köylüsünün yıkılışı tamamlandı. Charlemagne'ın ölümünden elli yıl sonra, Frank İmparatorluğu, direnmeye yeteneksiz, tıpkı Roma İmparatorluğu'nun, dörtyüz yıl önce, Frankların ayakları dibinde kalması gibi, Normanların ayakları altına seriliyordu.
Ve yalnızca dış güçsüzlük değil, iç düzen, daha doğrusu düzensizlik de, hemen aynı derecede kötüydü. Özgür durumdaki Frank köylüleri, öncellerinin, [yani -ç.] Roma kolonlarının durumuna benzer bir durum içine sokulmuşlardır. Savaşlar ve soygunlarla yıkılmış krallık iktidarı da onları korumak için çok güçsüz olduğuna göre, ya yeni soylular sınıfının, ya da kilisenin koruması altına girmek zorundaydılar; ama bu koruma onlara pahalıya maloluyordu. Vaktiyle Gol köylülerinin yapmış bulundukları gibi, topraklarının mülkiyetini, bunu onlara değişik ve değişebilir biçimler altında, ama her zaman hizmet ve vergi yükümlülüğü karşılığı kullanma hakkı (tenure) olarak veren metbularına (suzerain) aktarma zorunda kaldılar; bu bağımlılık biçiminin egemenliği altına girdikten sonra, yavaş yavaş, kişisel özgürlüklerini de yitirdiler; birkaç kuşak sonra, artık çoğunlukla serf durumuna gelmişlerdi. Köylülüğün çöküşü ne kadar hızlı oluyordu; İrminon'un polyptique [yani -ç.]Saint Germain-des-Prés (o zaman Paris yakınında, şimdi Paris'in içinde) manastırının kadastro kütüğü bunu gösterir. Bu manastırın, çevreye serpilmiş geniş toprakları üzerinde, daha Charlemagne zamanında, hemen hemen salt Cermen adları taşıyan Franklara ilişkin olmak üzere 2.788 ev ekonomisi vardı. Bunlar arasında, 2.080 kolon, 35 lit, 30 220 köle, ve yalnızca 8 özgür uyruk (Hintersassen) [aile bulunuyordu -ç.]! Metbu, köylünün toprağını mülk olarak kendine devrettiriyor ve ona yalnızca yaşadığı sürece topraktan yararlanma hakkını veriyordu; işte Salvianus'un dine aykırı olduğunu ilan ettiği bu yöntem, şimdi genellikle kilise tarafından köylülere karşı uygulanmaktaydı. Mark ortaklığı üyesi Cermenlere, köprü ve yol yapımı ve genel yarar sağlayan öbür işler için yüklenen hizmetlerde olduğu (sayfa 382) gibi, gitgide yayılan angaryalar (corvées), örneklerin Roma angaries'lerinden,[185] yani devlet yararına [yaptırılan -ç.] zoraki hizmetlerden almışlardı. Öyleyse, görünüşte, halk kitlesi, dört yüzyıl sonra, tamamen hareket noktasına dönmüş bulunuyordu.
Ama bu yalnızca iki şeyi tanıtlıyordu: Bir yandan, batmakta olan Roma İmparatorluğu'nda, toplumsal örgütlenme ve mülkiyet dağılımının, tarım ve sanayideki çağdaş üretim aşamasına tamamen uygun düştüklerini ve bundan dolayı kaçınılmaz şeyler olduklarını; öte yandan, bu üretim aşamasının, daha sonraki dört yüzyıl süresince, kayda değer bir ilerleme ya da gerileme göstermediğini, ve bundan dolayı da aynı mülkiyet dağılımı ve aynı sınıfların, zorunlu olarak, yeniden ortaya çıkmalarına neden olduğunu. Roma İmparatorluğu'nun son yüzyıllarında kent, köy üzerindeki eski ağırlığını kaybetmiş ve bu ağırlığı, Cermen egemenliğinin ilk yüzyılları içinde de yeniden elde edememişti. Bu, tarımda olduğu kadar, sanayide de düşük bir gelişme derecesini öngerektirir. Egemen büyük toprak sahipleriyle küçük bağımlı köylüler, bu durumun zorunlu ürünleridir. Bir yandan kölelerle birlikte Roma latifundia'lar ekonomisini; öte yandan angaryalarla birlikte modern büyük ekimi böyle bir topluma aşılamak olanaksızdı; Charlemagne'ın hemen hemen iz bırakmadan yok olan o ünlü imparatorluk villa'larıyla yaptığı büyük deneyle, bunun böyle olduğunu tanıtlar. Bu deneyler, manastırlar tarafından devam ettirildi ve yalnızca onlar için verimli oldu, ama manastırlar, bekarlık üzerine kurulu; anormal toplumsal yapılardı; ayrıksın sonuçlar verebilirlerdi; ama işte bundan dolayı da ayrıklama olarak kalmak zorundaydılar.
Ama gene de, bu dört yüzyıl süresince, bir ilerleme olmuştu. Bu dönemin sonunda, her ne kadar başta varolan başlıca sınıfların hemen hemen tıpkısını yeniden buluyorsak da, bu sınıfları meydana getiren insanlar değişmişlerdi. Antik kölecilik yok olmuştu; kopuk takımı (verlumpt) içine düşmüş, çalışmayı aşağılık bir şey olarak horgören özgür insanlar yokolmuştu. Roma kolonuyla yeni serf arasında, özgür Frank köylüsü ortaya çıkmıştı. Batmakta olan Roma İmparatorluğu'nun "yararsız anı ve boşuna çekişme"si (sayfa 383) ölmüş ve gömülmüştü. 9. yüzyılın toplumsal sınıfları, gerileyen bir uygarlığın batışı içinde değil, yeni bir uygarlığın doğum sancıları içinde meydana gelmişlerdi. Yeni kuşak, efendisi olsun, hizmetkarı olsun, Romalı öncellerine göre, yiğit bir kuşaktı. Romalılar için antik dünyanın umutsuz çöküş biçimi olan güçlü toprak sahipleriyle köleleştirilmiş köylüler arasındaki ilişkiler, şimdi, yeni kuşak için, yeni bir gelişmenin hareket noktası olmuştu. Dahası var: bu dört yüzyıl ne kadar verimsiz görünürse görünsün, onlardan hiç olmazsa bir büyük sonuç kalıyordu: Batı Avrupa insanlığının, gelecekteki tarih için yeni örgütlenme ve yapısı olan modern milliyetler, Cermenler Avrupa'yı gerçekten yeniden canlandırmışlardı ve bu yüzden Cermanik dönemdeki devletlerin yıkılışı, Normanlara ve Sarazenlere uyruklaşmayla değil, toprak dirliklerinde (bénéfices) ve koruma[186] aramada, feodaliteye doğru sürekli bir gelişmeyle sonuçlandı [ve bu öyle büyük bir nüfus artışıyla birlikte oldu ki, hemen iki yüzyıl sonra, haçlı seferlerindeki büyük insan kayıplarına kolayca katlanıldı]:
Ama Cermenlerin, can çekişen Avrupa'ya, sayesinde yeni bir dirimsel güç üfürdükleri gizemli büyü neydi? Şoven tarihçilerimizin bize anlattıkları gibi bu Cermanik topluluğun içinde varolan mucizevî bir erdem miydi? Hiç de değil. Cermenler, özellikle o çağda, çok yetenekli ve canlı bir gelişme içinde bulunan Aryen bir soydu. Ama Avrupa'yı gençleştiren onların özgül ulusal nitelikleri değil, yalnızca... barbarlıkları, gentilice örgütlenmeleridir.
Cermenlerin kişisel değer ve yiğitlikleri, özgürlük eğilimleri ve her kamu işini kendi işi gibi gören demokratik içgüdüleri, uzun sözün kısası; Romalıların yitirmiş bulundukları, ve Roma dünyasının balçığıyla yeni devletler yapmaya ve yeni ulusal özellikleri geliştirmeye yetenekli bütün nitelikler — eğer bunlar, yukarı aşamadaki Barbar'a ilişkin, gentilice örgütlenmenin meyvesi olan belirleyici çizgiler değilse, neydi?
Eğer onlar, tek-eşliliğin eski biçimini altüst ettilerse, eğer erkeğin aile içindeki egemenliğini yumuşattılarsa, eğer kadına, klasik dünyanın hiç görmemiş bulunduğu çok yüksek bir durum sağladılarsa, onları bütün bu işleri yapmaya (sayfa 384) yetenekli kılan şey, barbarlıkları, gentilice töreleri, analık hukuku çağının hala canlı olan kalıtları (legs) değilse, neydi?
Eğer onlar, hiç değilse bellibaşlı üç ülkede —Almanya, Kuzey Fransa ve İngiltere'de—, gerçek gentilice örgütlenmeden bir parçayı, mark ortaklıkları biçimi altında kurtarıp, feodal devlete geçirdiler, ve böylece, ezilen sınıfa, köylülere, hatta ortaçağın en sert servaj (toprakbentlik) düzeni altında bile, ne antik kölelerin, ne de modern proleterlerin yararlanabildikleri genel bir kaynaşma ve bir direnç aracı verdilerse, bu, barbarlıklarından, soylar bakımından yerleşme biçimindeki tamamen barbar sistemlerinden başka, neye borçlu bulunuluyordu?
Ve son olarak, eğer onlar, ana yurtlarında vaktiyle uygulanmış ve Roma İmparatorluğu'ndaki köleciliğin de kendisine doğru evrimlenmiş bulunduğu, kulluğun (servitude) yumuşatılmış biçimini geliştirdiler, ve yalnızca ilk olarak Fourier'nin, "çiftçilere sınıf olarak ve dereceli kurtuluş araçlarını sağlar" ("fournit aux cultivateurs des moyens d'affranchissement collectif et progressif")[33] diye belirttiği, ve bundan ötürü, —gerçekte; ortaçağ serfleri, yavaş yavaş sınıf olarak kurtuluşlarını kopardıkları halde— yalnızca bireysel, araçsız ve derecesiz kurtuluşun,olanaklı bulunduğu köleciliğe göre (antikçağda, köleciliğin bir ayaklanmayla ortadan kaldırıldığı hiç görülmemiştir) büyük üstünlük taşıyan bu biçimin geçerlik kazanmasını sağladılarsa, bu, sayesinde, ister antikçağın çalışma köleciliği, ister Doğunun ev köleciliği şeklinde olsun, henüz tam köleciliğe ulaşmamış bulunan Cermenlerin barbarlığından başka, neye borçlu bulunuluyordu?
Cermenlerin Roma dünyasına, dirimsel güç ve canlandırıcı tohum olarak aşıladıkları tek şey, barbarlık idi. Gerçekte, can çekişen uygarlık yüzünden acı çeken bir dünyayı gençleştirmeye, yalnızca barbarlar yeteneklidir. Ve Cermenlerin, büyük akınlardan önce, ulaşmış ve içinde gelişmiş bulundukları barbarlığın yukarı aşaması, bu süreç için gerçekten en uygun aşamaydı. Bu, her şeyi açıklar. (sayfa 385)