5. Savaş Dönemi ve Komünist Enternasyonal’in Dağıtılması (1937-1943)
Barbusse
VII. Kongre ile savaşın başlangıcı arasındaki olaylarla fazla vakit kaybetmeden, Komünist Enternasyonal’in dağıtılma tarihi olan 1943′teki çelişkiler sistemi ve somut durumla ilgilenelim.
VII. Kongre ile savaşın başlangıcı arasındaki olaylarla fazla vakit kaybetmeden, Komünist Enternasyonal’in dağıtılma tarihi olan 1943′teki çelişkiler sistemi ve somut durumla ilgilenelim.
Somut ve askeri ifadesini, faşist ve anti
faşist bloğun karşı karşıya gelmesinde bulan çelişki, diğer tüm çelişkileri
belirleyen çelişkidir.
Anti faşist blok, kendiliğinden ortaya
çıkmamıştır. İngiliz, Fransız ve Amerikan emperyalist güçlerinin Hitler’ci
saldırıyı doğuya, SSCB’ye doğru yönlendirme stratejilerinin top yekûn
başarısızlığa uğramasının sonucudur. Nitekim hatırlamamız gerekir ki, SSCB’nin
ve Komintern’in (Komünist Enternasyonal’in) 1935′ten beri faşist ülkeleri
soyutlamak amacıyla “barış aşığı ülkelerin kolektif güvenliği” için ortak bir
politikanın gerekliliği üzerine ısrarla tekrar ettikleri önerilerine rağmen, bu
emperyalistler on yıla yakın bir zaman boyunca SSCB’yi soyutlamak için Hitler’le
anlaşmak ve III. Reich’ın gözlerini bu ülkeye dikmesini sağlamak için didinip
durmuşlardır.
Bu şekilde 1941′e gelindiğinde, faşist
saldırganlık ve onun dünyaya egemen olma tehdidi, saldırıya uğramış emperyalist
ülkelerin ve sömürge halkların, SSCB ile bir tek ve aynı anti faşist blokta
fiilen ittifak kurmalarını sağlamıştır.
Çelişkiler sisteminin bu ani ve niteliksel
değişimi, olayların, geri dönüşlerin de mümkün olduğu kendi gelişim süreçleri
yaşanırken gerçekleşir. Örneğin, Rus-Fin savaşı sırasında, “matrak savaş” da
denilen bir tarafta Almanya’nın diğer tarafta İngiltere ve Fransa’nın bulunduğu
savaş parodisinin oynandığı sırada, İngiliz ve Fransız saflarında SSCB’ye karşı
saldırı isteği artar ve bunlar, SSCB’nin Nazilerin kaçınılmaz saldırısına karşı
savunma yeteneklerini artırmaya çalıştıkları bir sırada, Fin cephesine asker
göndermekten çekinmezler.
Aynı biçimde, Hitler’ciler, Doğu
cephesinde Kızılordu’nun karşısında yenilgilere uğradıkça, çelişkiler sistemi de
daha sonra “soğuk savaş” olarak adlandırılan aşamaya, yani sosyalizm ve
kapitalizm arasındaki zıtlığın anti faşist ittifaka üstün geldiği aşamaya
evrilecektir…
Benzer bir evrim, ezilen halklarla
emperyalist güçler arasında da gözlemlenebilir. 1943′te, yani tam da
Stalingrad’daki kesin zaferle birlikte savaşın büyük dönüm noktasının
gerçekleştiği senede, batılı ülkelerin hükümet başkanlığı saraylarında mevcut
ittifaklardan dönme tasarıları ciddi olarak değerlendirilmekteydi. Dünya
çapındaki emperyalizm, savaş sonrasında aleyhine gelişeceğini anladığı güç
ilişkilerinden gün geçtikçe daha çok korkuyordu. Burjuva yazını bile, ittifakı
bozma ya da bundan vazgeçme imkânlarına yönelik korku dolu bir arayışı anlatan
hikâyelerle doludur.
O zamanlar, SSCB ve uluslararası komünist
harekette sorulan soru şuydu: Böyle bir projenin gün ışığı görmemesi için ne
yapmalı? Hitler’in Stalingrad kapılarındaki mareşali Paulus’un teslim olmasından
hemen sonra, Nazilerin SSCB ile anti faşist cephede ittifak kurmuş olan
emperyalistleri korkutmak için “Avrupa’nın üzerine örtülen demir perde” teması
üzerinden geniş bir kampanya yürüttüklerini bilinmektedir. Goebbels’in bu
propagandasının amacı, anti faşist cepheyi parçalamak ve ittifaktan dönmeleri
cesaretlendirmekti. Nazilerin bu ateşli ve çılgınca propagandasında, Komünist
Enternasyonal’in biçimsel varlığı, “Moskova tarafından yönlendirilen Bolşevik
beşinci kol” üzerine iddialarının kanıtı olarak gösteriliyordu. Demek ki başta
gelen hedefi sosyalizmin güçlerinin ve ezilen halkların mücadelesinin
desteklenmesi olan anti faşist mücadelenin güçlenmesini sağlayan tüm unsurların
ortaya konması gerekiyordu.
Bazı kapitalist devletlerde burjuvazinin
korkusu öylesine büyüktü ki komünistlere ve halkın özgürlük için mücadele eden
kesimlerine karşı faşistlerle müttefik olmak tercih edildi. Başka devletlerde,
burjuvazinin önemli bir kısmı, tercihini aksi yönde yaptı. Çoğu durumda,
burjuvazi çeşitli tercihleri olan iki ya da daha fazla fraksiyona bölünmüştü ve
durum daha karmaşıktı.
Görüldüğü gibi çelişkiler sistemi son
derece karmaşıktır, çok hızlı değişir ve duruma göre bir yönde ya da diğer bir
yönde çok büyük bir hareketliliğe sahiptir. Dahası, doğrusunu söylemek
gerekirse, savaş durumu Komünist Enternasyonal’in merkezi bir yönetim sistemine
sahip olmasını imkânsız kılmaktadır. Komünist Enternasyonal’in dağıtılması ile
ilgili kararın bize kesin olarak anlattığı şey de budur. Bu karar aynı zamanda,
Komünist Enternasyonal’in böyle bir olasılığı daha VII. Kongre’den itibaren
öngörmüş ve bundan gerekli örgütsel sonuçları çıkarmış olduğu gerçeğinin ortaya
koyduğu büyük ideolojik gücünü kanıtlamaktadır:
“Henüz savaştan önce bile, her ülkenin
ulusal ve uluslararası durumunun karmaşık bir hale gelmesi karşısında, işçi
sınıfının güçlerinin tek bir uluslararası merkez tarafından yönetilmesinin
aşılmaz güçlüklerle karşılaştığı, her gün daha da apaçık bir gerçeklik haline
geliyordu. Farklı ülkelerin gelişimlerindeki derin ayrılıklar, politik
kurumlarının heterojen ve çoklukla birbirine karşıt karakteri, toplumsal ve
ekonomik gelişimleri arasındaki ritim çeşitliliği, işçi sınıfının her ülkedeki
sınıf bilinci ve örgütlülük düzeyi arasındaki farklılıklar, her ülke için farklı
görev ve yükümlülükler yüklemektedir.” (Komünist Enternasyonal’in Dağıtılmasına
İlişkin Karar, Mayıs 1943)
Nitekim VII. Kongre de, 1935′te, Yürütme
Komitesi’nin görevini genel yönelimi hazırlamak olarak belirlemişti. Komünist
Enternasyonal’in genel yönlendirmelerinin yerel hareketin gelişimini
engellememesi için, Yürütme Komitesi’nin ulusal durumların somut gerçekliklerini
yakından tanıması gereğinin altını çizmişti. Kongre bunu başarmak için bir dizi
karar aldı:
- Büyük coğrafi bölgelerden sorumlu
komisyonların hazırlanması;
- Her merkez komitesi nezdinde
danışmanların yer alması;
- Yürütme Komitesi’nin daha sık ve daha
düzenli toplanması;
- Daha büyük sayıda ülkenin ve partinin
temsil edilebilmesi için, Komite’nin üye sayısının artırılması;
- Kendi ülkelerindeki durumun tahlili
için, Komünist Partilerden kadrolarını Yürütme Komitesi’ne göndermeleri
talebi.
Bu tedbirlerin bütün olarak amacı,
yönetimin VII. Kongre tarafından her partinin merkez komitesine devredilmesinin
ardından, genel yönelimlerin hazırlanması için mümkün olan en çok sayıda unsuru
kendinde toplayabilmekti.
Savaşın başlamasından sonra, Komünist
Enternasyonal’in bölgelere göre merkezler kurması gündeme geldi. Brüksel’deki
merkez, ki varlığı bu ülke (Belçika) savaştan etkilenmediği sürece devam
etmiştir, buna örnektir. Ama çatışmanın dünyaya yayılması, Komünist
Enternasyonal üyelerine ve komünistlere yönelik girişilen cadı avı kampanyası
ile birlikte, bu merkezlerin çalışmasını güçleştiriyordu. Bu bölgesel
merkezlerin Yürütme Komitesi ile ilişkileri, giderek daha fazla kesintili ve
giderek daha düzensiz hale geliyordu.
Nesnel olarak, sadece genel yönelimleri
hazırlamaktan ibaret olan bir yönetim bile, giderek daha olanak dışı ve etkisiz
hale geliyordu. Varlığı tamamen biçimsel hale gelmiş böyle bir merkezi ayakta
tutmaya çalışmak, hayatın gerisinde kalmak ve faşizme karşı mücadelenin
güçlendirilmesini ve desteklenmesini gerektiren mevcut göreve ihanet etmek
demekti.
Bunun ardından, her komünist parti,
çalışmalarını ulusal alandaki somut gerçeklikten hareket ederek yürütme yoluna
gitti. Bunun em önemli sonucu, komünist partilerin, her ülkedeki anti faşist
özgürlük mücadelesinde yer alması ve başı çekmesidir. Komünist Partilerin
antifaşist özgürlük mücadelesinde böyle bir konumda yer almaları, Komünist
Enternasyonal’in 1935′teki son Kongresi sırasında yapılan hazırlıkların
sonucudur.
Bu durum aynı zamanda, savaşın niteliğinin
onun çeşitli aşamalarından hareketle tahlili ve komünist partilerin görevleri
ile ilgili birbiriyle açıkça çelişen yaklaşımların varlığını açıklar. Burjuva ve
Troçkist teorisyenler birçok defa, Komünist Enternasyonal’in içinde bir
bölünmenin köklerini bulmaya çalışmışlardır. Bunun için örneğin, Dimitrov’un
savaşı anti emperyalist olarak niteleyen 1939′daki yaklaşımlarını, farklı
komünist partilerin savaşın muhtelif aşamalarını anti faşist olarak niteleyen
yaklaşımlarına ve J. V. Stalin’in 1946′da savaşı başından sonuna kadar anti
faşist ve özgürlük için mücadele olarak niteleyen yaklaşımlarına karşı imiş gibi
göstermeye çalışırlar.
Bu karşıtlık bazı durumlarda gerçeklik
payı taşıyabilir. Bazı partiler savaşın anti faşist boyutunu kendi
oportünizmlerini onaylatmak için kullandılar, bazıları ise, onun emperyalistler
arası niteliğinde ısrar ederek kendi sol sekterizmlerini haklı göstermeye
çalıştılar. Oysa o durumda, geniş bir anti faşist cepheye şiddetle ihtiyaç
vardı. Ancak bu vakaların sayısı sınırlıydı. Çoğu durumda, komünist partiler,
aşağılık faşist canavarın yenilgiye uğratılması için yapılan mücadeleyi
üstlenmek olan görevlerini yerine getirdiler. Tüm bu durumlarda, görünürdeki
çelişki, içinde farklı komünist partiler ile genel bir çizginin hazırlanabilmesi
için gerekli unsurları bir araya toplayabilmenin nesnel imkânsızlığının
birbiriyle mücadelesini barındıran somut durumların çeşitliliğinin yansımasıydı.
Komünist Enternasyonal’in dağıtılma kararının anlattığı şey de budur:
“Hitler tarafından başlatılan dünya
savaşı, farklılıkları daha da arttırmış ve faşist diktatörlükle yönetilen
ülkeler ve Hitler karşıtı koalisyonda birleşmiş özgür halklar arasında derin bir
uçurum yaratmıştır.
“Bir yandan, Hitler’in yanında yer alan
ülkelerde, işçiler ve emekçi kitlelerin görevleri tüm güçleriyle kendi
devletlerinin yenilgilerini hazırlamak, Hitler’ci savaş makinesinin altını
içeriden oymak ve savaş kışkırtıcısı hükümetlerini devirmekken, Hitler karşıtı
koalisyonda bulunan emekçi kitleleri, tüm halkların hak eşitliğini güvence
altına almak ve faşist güçleri mümkün olduğu kadar çabuk ezebilmek için kendi
hükümetlerinin savaş çabalarını tüm güçleriyle desteklemek gibi kutsal bir
göreve sahiptirler. Bazı ülkelerde faşizmle mücadele edenlerin özel görevleri
olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Böylelikle, Hitler’ci faşistlerce işgal
edilen ülkelerde, işçiler ve emekçi kitleler, işgalciye karşı silahlı mücadeleyi
örgütlemek ve bu mücadeleyi ulusal kurtuluş savaşına dönüştürmekle
görevlidirler. Aynı zamanda, parti ayrımı olmaksızın en geniş halk kitlelerinin,
Hitler karşıtı koalisyon üyesi ülkelerin tarafında mücadelede birleşmesi,
kitlelerin her ülkedeki ulusal yükselişinin ve işçi sınıfının öncüsü tarafından
harekete geçirilişinin, en iyi bir biçimde, özelde her devletin kendi sınırları
içinde gerçekleştirilebileceğini kanıtlamıştır.” (aynı yerde)
Somut durumların artan çeşitliliğini
kapsayacak bir genel yönelim hazırlanması için gerekli malzemenin yokluğuna
bağlı deneyim sürecinde, savaşın niteliği sorunu aşağıdaki aşamaları
sergiler:
- VII. Kongre hazırlanan savaşın başlıca
eğilimlerine bakarak onu emperyalistler arası bir savaş olarak tahlil eder,
ancak henüz 1935′te büyüyen anti faşist boyutlarını da açık seçik
belirtir.
- Savaşın başındaki “matrak savaş”
politikaları ve Finlandiya’da SSCB’ye karşı ortak bir Fransız-İngiliz müdahalesi
girişimleri, olayların gidişini sosyalizm karşıtı bir savaşa doğru yönlendiriyor
gibi görünür. Açıktır ki burada, Fransız ve İngilizlerin, Hitler’in daha sonra
Fransa’yı işgalinin kesin olarak parçalayacağı “müdahale etmeme” politikaları
son kez denenmiştir. “Demokratik” kapitalist devletlerin ikiyüzlülüğünün şansını
sondan bir önceki deneyişinin, Hitler tarafından önerilen ve Sovyet yönetiminin
kabul ettiği “saldırmazlık paktı” ile sonuçlanan görüşmeler sırasında,
Moskova’daki müzakerelerin hiçbir karar alma yetkisi olmayan İngiliz ve Fransız
delegeler tarafından yürütülmesi olduğunu anımsayalım.
- 1941′deki SSCB saldırısı ve anti faşist
koalisyonun oluşması, kuşkusuz savaşı anti faşist ve ulusal kurtuluşçu olarak
nitelendirmeyi mümkün kılar.
İkinci Dünya Savaşını kesin bir biçimde
“anti faşist ve ulusal kurtuluşçu” olarak nitelendirebilmek için yeterli
olguların bir araya toplanması, ancak savaştan sonra ve çatışmanın farklı
aşamalarının evriminin bütününe bakılabilmesiyle mümkün oldu. Bir tahlilin
doğruluğunun, mümkün olan en fazla sayıda maddi ve nesnel etkenin hesaba
katılmasına bağlı olduğunu, ancak öznel ve eklektik tahlilin destekçileri
anlayamazlar.
Bu düzeyde, sadece verili bir ülkenin
kendi içindeki sınıfsal ilişkilerin parçası olarak faşizm değil, ama aynı
zamanda o zaman için bir gerçeklik olan, faşist dünya egemenliği ve “dünya
bolşevizminin ortadan kaldırılması” programının ortaya konma girişimi söz
konusuydu. 1914-1918′deki gibi sadece sömürgeler ve denetim altına alınacak
alanlar için yapılan bir emperyalistler arası savaş söz konusu değildi. Yapılmak
istenen şey, anti faşist koalisyondaki diğer emperyalist güçler de dâhil olmak
üzere tüm dünya halklarını III. Reich’ın egemenliğine tabi uşaklar haline
getirmekti.
Komünist Enternasyonal Yürütme
Komitesi’nin VII. Kongre tarafından kendine verilen genel yönelimleri besleme
görevini, zayıflığından ya da ihanet ettiği için değil, savaşın bunu nesnel
olarak imkansız kılması sebebiyle durdurmuştu. Komünist Enternasyonal’in son
kongresinin Yürütme Komitesi’ne verdiği görev, maddi ve nesnel olarak imkansız
hale geldiği için kadük olmuştu.
Komünist Enternasyonal’in Dağıtılması:
Yerinde Ve Doğru Bir karar.
Yukarıda öne sürülen nedenlere birini daha
eklemek gerekir.
Komünist Partilerin çoğunun anti faşist
direnişin başını çekmesi olgusunun kanıtladığı gibi, Komünist Partilerin doğru
anda doğru hazırlıklar yaparak genel yönelimlerin yokluğundan kaynaklanan
boşluğu doldurmalarını sağlayan, Komünist Enternasyonal’in yetenekli kadrolar
yetiştirmeye yönelik önceki faaliyetidir. Bazı Komünist Partilerin (1947′deki
Kominform’un kuruluş toplantısının eleştirdiği gibi) önemli ölçüde sağ sapmalar
gerçekleştirmesi, uluslararası komünist hareketin bu zaferinin değerini asla
düşürmez.
Görevini yapma imkânsızlığı içindeki bir
merkeze sahip olan uluslararası komünist hareketin aşılmış bir örgüt biçimini
yaşatmayı istemeye devam etmek, çocukça bir dogmatizm tarafından sadece her
ülkedeki mücadelenin somut ihtiyaçlarına değil ama aynı zamanda uluslararası
ölçekte faşizmin ezilmesi için yapılan mücadeleye de zarar vermeye mahkûm
edilmek demekti:
“Marksizm-Leninizm’im yaratıcı
öğretilerine sadık komünistler, hiçbir zaman aşılmış örgütlenme biçimlerinin ne
pahasına olursa olsun korunması taraftarı olmadılar. Eylem biçimlerini ve
yöntemlerini her zaman, verili bir tarihsel durumun somut özelliklerine ve işçi
sınıfının bütününün temel politik çıkarları ile bu çıkarların yüklediği
görevlere tabi kıldılar. Komünistler, işçi sınıfının ulusal kitle partilerinin
kurulmasıyla görevlerini tamamlayan Uluslararası İşçi Birliği’ni, bu birinci
enternasyonali feshetmekte tereddüt etmeyen Karl Marx’ın verdiği örneği
hatırlarlar. Bu yaklaşımlardan hareketle ve Komünist Partilerin ve kadrolarının
ulaştıkları büyüme ve olgunluk seviyesini dikkate alarak, ve mevcut savaş
koşullarının işçi hareketin yönetici merkezi olarak Komünist Enternasyonal’in
feshini gündeme getirmesini göz önüne alarak, dünya çapında bir kongre toplama
çabası dünya savaşı koşulları tarafından engellenen Komünist Enternasyonal
Yürütme Komitesi prezidyumu, Enternasyonal’in seksiyonlarına aşağıdaki teklifi
sunmakta sakınca görmez…” (aynı yerde)
Birinci Enternasyonal’e yapılan gönderme
anlamsız değildi. Bu gönderme, Komünist Enternasyonal’in, bazı partiler ve bazı
komünistler tarafından anti faşist cephenin zorunluluğuna dayanılmasının
bunların sağ oportünist eğilimlerini onaylatma amaçlı yapıldığının bilincinde
olduğu olgusunu da yansıtır. Kominform, bu sapmalar nedeniyle Komünist
Enternasyonal’in üç önemli üyesini çok sert bir biçimde eleştirecektir:
Amerikan, Fransız ve İtalyan Komünist Partileri.
Dağıtılma süreciyle ilgili olarak, savaş
sırasında tüm seksiyonlar bir kongrede toplanmasının imkânsızlığından başka bir
kanıt ileri sürmeye gerek yoktur. Toplamda 31 seksiyon, Komünist
Enternasyonal’in dağıtılmasını onayladı, hiç karşı çıkan olmadı, kalan
seksiyonlar ise görüşlerini bildirmeyi savaş koşulları yüzünden başaramadılar.
Demek ki ortada demokratik olarak alınmış bir karar vardır.
Geriye birkaç seneden beri tartışılmayan
dağıtılmanın zamanı sorunu kalıyor. Bazı sapma taraftarlarının büyüyen kendi
oportünizmlerini (ki bundan örokomünizmin, Titoizmin, vs…’nin ilk
sayıklamalarını kastediyoruz) onaylatmak için Komünist Enternasyonal’in dünya
proletaryası ve halkları nezdindeki güç ve etkinliğinden yararlanmasını önleme
gereğinden başka, bunun sebeplerini ayrıca 1943′ün nesnel durumunun bağlamında
ve kazanımlarında aramak gerekir.
Bu yıl, Kızılordu’nun Stalingrad’daki
tarihsel zaferinin kazanıldığı yıldır. Bu, Hitler’in yükselişinden ve dünyanın
fethine doğru muzafferane yürüyüşünden sonra Almanların uğradıkları ilk bozgun
ve Nazilerin heveslerini bitiren savaşın büyük dönüm noktasıdır.
Bu zafer, sadece Bolşeviklerin işini çabuk
bitireceklerini düşünen Nazileri şaşırtmakla kalmadı, SSCB’nin anti faşist
cephedeki emperyalist müttefiklerini de hazırlıksız yakaladı. Onları, SSCB’nin
muhtemel bir zaferinin olası sonuçlarıyla karşı karşıya getirdi. Nazi Almanya’sı
da aynı anda iki cephede birden savaşamayacağını anladı ve İngiliz ve
Amerikalılarla bir anlaşmaya varmak için çabaladı.
Sovyet karşı saldırısı gelişip büyüdüğü
ölçüde, Goebbels tarafından hazırlanan ve amacı anti faşist ittifakı parçalamak
olan müthiş bir propaganda kampanyası başlatıldı.
Bu kampanyanın işlediği temalar,
“Avrupa’nın üstüne inen demir perde”, “Avrupa halklarının bağımsızlıkları ve
demokratik özgürlükleri için mücadele”ye çağrı, “Bolşevik barbarlığı ve
totalitarizmi” tehdit veya tehlikesi, vs… idi.
(Burada Emperyalist Batının ve Gorbaçov’un
“perestroyka”sından sonra “kadife” karşı devrime, vs…’ye açılım yapan yeni
Sovyet burjuvazisinin geniş bir biçimde tekrar ele aldığı temaların hepsi
bulunmaktadır)
Bu Nazi propagandasında, Komintern’in
biçimsel varlığı bile ünlü “kızıl tehlike”nin “kanıtı” olarak
gösteriliyordu.
Böyle bir kara çalma, tüm Avrupa’nın
Kızılordu tarafından olası özgürleştirilmesinin, kendi sınıf çıkarları açısından
doğuracağı hesaplanamaz sonuçları sorusunu şimdiden kendine soran anti faşist
ittifak üyesi ülkelerde belli bir yankı buldu. Böyle bir görünüm karşısında
paniğe kapılan İngiliz ve Amerikan burjuvazisinin bir bölümü, faşist söyleme
geri dönmeye başlamıştı. 14 Şubat 1943 tarihli New York Times’da şöyle
yazıyordu:
“Rus orduları, yavaş ve acımasız bir
biçimde batıya doğru ilerlemeye devam ediyorlar. (…) Bu ordular, önemli sayıda
kişide, Avrupa’da bir Bolşevik hâkimiyeti kâbusunu işleyen son zamanlardaki Nazi
propagandası için verimli bir toprak teşkil eden şüphe ve sorguları
besliyorlar.”
Böyle sorgulamaların sonucu olarak,
İngiliz ve Amerikalı müttefikler tarafından SSCB’ye karşı, özellikle de ikinci
cephenin açılması konusunda, açık ya da gizli gerçek anlamda bir çok
provokasyona girişilmiştir. SSCB bu dönemde Avrupa’daki savaşın tüm ağırlığını
tek başına üstlenmişti. Avrupa’daki ikinci cephe, İngiliz ve Amerikan
birliklerinin Fransa’ya çıkarma yapmasıyla açılmalıydı. Başlangıçta 1942′de
yapılması öngörülmüş, sonra 1943′e alınmış, sonunda ancak 1944′te
gerçekleştirilebilmişti.
“Sovyet hükümetinin, Sovyetler Birliği’nin
temel çıkarlarının savaşta ortak düşman karşısında böyle tanınmazlıktan
gelmesini kabul etmeyeceğini söylemek gereksizdir. Bana düş kırıklığımı çok iyi
anladığınızı yazıyorsunuz. Size şunu söylemek zorundayım ki basit olarak sadece
Sovyet Hükümetinin düş kırıklığı değildir söz konusu olan, aynı zamanda
müttefiklerimize duyduğumuz, ağır bir sınamadan geçen güvenin de sarsılmasıdır.
Burada Rusya’nın ve Batı Avrupa’nın işgal altındaki bölgelerindeki milyonlarca
insanın hayatının kurtarılmasının ve yanında İngiliz ve Amerikan
fedakârlıklarının daha az önemli göründüğü Sovyet Ordularının devasa boyuttaki
fedakârlığını azaltmanın söz konusu olduğu unutulmamalıdır.” (Stalin’in
Churchill’e 24 Haziran 1943 tarihli mektubu.)
Nazi barbarlığına karşı en büyük bedeli
ödeyenlerin Kızıl Ordu ve SSCB halkları olduğu asla yeterince
tekrarlanmayacaktır. Batılı müttefikler Fransa’da ikinci cephe açılması
görevlerini sözlerine sadık kalarak 1942′de gerçekleştirmiş olsalardı, 23 ila 30
milyonu bulan Sovyet kaybı, daha az olurdu.
Bunun yerine, 15 Nisan 1943′te, Londra’da
sürgünde bulunan Polonya hükümeti, Nazi propagandasının bir yankısı olarak
Britanya basını tarafından da desteklenen, “Katyn katliamı”ndan SSCB’yi sorumlu
tutan Sovyet karşıtı bir basın kampanyası başlattı:
“Polonya Hükümetiyle ilişkilerin
kopmasıyla ilgili 21 Nisan 1943 tarihli mesajımda, Polonyalılar tarafından
basında 15 Nisanda (1943) başlatılan ve önce Polonya milli savunma bakanının
açıklamaları, ardından da Polonya Hükümetinin 17 Nisandaki (1943)
açıklamalarıyla hızlanan Sovyet karşıtı kampanyanın, Londra’da hiçbir tepkiyle
karşılaşmamış olması, üstelik Polonyalılar tarafından hazırlanmakta olan böyle
bir Sovyet karşıtı kampanya hakkında Sovyet Hükümetinin önceden uyarılmamış
olması olgusundan hareketle, başlatılan kampanyadan Britanya hükümetinin
haberinin olmadığını düşünmenin güç olduğu sonucuna varmaktayım.” (Stalin’in
Churchill’e 4 Mayıs 1943 tarihli mektubu)
Tüm bu Sovyet karşıtı hazırlığın
Stalingrad zaferi sonrası yapıldığını belirtelim. Bu açık ikiyüzlülük ve
dalavereye, İngiliz ve Amerikalıların SSCB’ye Murmansk yoluyla gönderilmesi sözü
verilen silah konvoylarını göndermeme kararı eklenir.
“Bay Roosevelt ile birlikte içinde
bulunduğunuz zorunluluklar sebebiyle SSCB’ye gelen konvoyları Eylüle kadar
durdurma kararınızı bildiren 30 Mart tarihli mesajınızı aldım. Bu beklenmedik
karar, SSCB’ye Amerika Birleşik Devletleri ve Büyük Britanya tarafından yapılan
silah ve stratejik hammadde yardımının feci bir biçimde azaltılması anlamına
gelir…” (Stalin’in Churchill’e 2 Nisan 1943 tarihli mektubu)
1942′de 240 Alman tümeninin 179′u SSCB’ye
karşı Doğu cephesinde savaşıyordu. Bunlara, İngiltere ve Birleşik Devletler’le
diplomatik ilişkilerini muhafaza eden ve resmi olarak savaşa girmeyen Franco’nun
İspanya’sına mensup tümenlerin de aralarında bulunduğu Nazi Almanya’sı ile
müttefik ülkelerin birliklerini de eklemek gerekir. Demek ki SSCB’ye karşı
savaşan toplam 240 tümen vardı; buna karşın Kuzey Afrika’da başlatılan “Torch
Operasyonu”na karşı sadece 4 Alman ve 11 İtalyan tümeni vardı. İtalya’ya yapılan
çıkarma da, uzlaşmaya gidildiği ve hareketsiz kalan İtalyan tümenleri ciddi bir
direniş göstermeden teslim oldukları için, gerçek bir çarpışma yaşanmadan
gerçekleştirildi.
Aslında görüşmeler, Kızılordu’nun
Stalingrad’daki zaferinin ve 10 İtalyan tümenini yok eden saldırılarının
duyulmasından hemen sonra başlamıştı. İtalyan Faşistleri, Şubat 1943′te New
York’tan gelen Kardinal Francis Spellman tarafından ziyaret edildiler. Vatikan,
Birleşik Devletler ve İtalyan Faşistleri arasında Mussolini’yi tutuklanması ve
ardından hemen teslim olarak İngiliz ve Amerikan birliklerinin İtalya’ya
sızmasını kolaylaştıracak bir faşist hükümetin kurulması konusunda anlaşmaya
varıldı:
“İtalyan devlet aygıtının tüm görünümünü
ve yapısını, bu yapı ve görünüm yumuşak, esnek ve ona yardıma gelen güçler olan
İngiltere ve Birleşik Devletler tarafından biçimlendirilebilir durumda iken,
yıkmak büyük bir hata olurdu.” (Churchill’in Avam Kamarası’ndaki
konuşması)
Başka bir açıklamada da şöyle
deniyordu:
“Badoglio’nun adamlarının temsil ettiği
monarşi yanlısı ve muhafazakâr kadrolar bir gün yok olursa, İtalya hemen
komünist devrim yoluna girer.” (Churchill’den alıntı yapan W. H. McNeil,
“Amerika, Britanya ve Rusya: Ortak hareketleri ve Çatışmaları”.) SSCB’nin
müttefiklerinin bu ikiyüzlülüğü, onu Nazilerin Stalingrad’daki felaketlerinden
sonra gelen Avrupa’daki “politik felaket” olarak gören Roosevelt’in danışmanı
William C. Bullit’e ait bir memorandumda gösterilmiştir. W. C. Bullit burada,
Avrupa’nın Hitler tarafından ele geçirilmesinin “özgür kurumlarımız için hoş
görülemez bir tehdit” olduğunu bildirir, ama aynı zamanda “Avrupa’nın Stalin’in
komünist diktatörlüğü altına girmesinin de aynı derecede büyük bir tehdit
olduğunu” öne sürer.
Kampanyanın temelinde “Stalin Hitler’le
aynıdır” düşüncesi görülmektedir.
Adını “Marschall Planı”na veren Amerikan
Generali Marschall, 1943 Ağustosunda aşağıdaki yaklaşıma göre hareket etmeyi
tavsiye ediyordu:
“Öncelikle Ruslar lehine bir başarı
olasılığında… Almanlar Rusları püskürtmek için ülke içine sızmamızı
kolaylaştırabilirler.”
1943′te İngiltere ve Birleşik Devletler’in
politikasının köşe taşını tam da bu teşkil etmektedir: SSCB’nin bu korkunç
sınavdan mümkün olduğunca zayıflamış çıkması için savaşın ağırlığını tek başına
taşımasını sağlamak. Savaştan sonra SSCB aleyhine bir güç dengesi bulmak için
her türlü hesap yapılıyordu. Çünkü Nazilerin yine 1943′teki büyük Kursk
muharebesindeki yenilgilerinden sonra, SSCB’nin zaferi için ortada hiçbir şüphe
kalmıyordu:
“Stalingrad savaşı faşist Alman ordusunun
düşüşünün habercisiydi, Kursk savaşı ise onu bir felaketle karşı karşıya
bırakmıştır.” (Stalin, Toplu Eserler, cilt XVI, S. 97, Nouveau Bureau baskısı,
Paris 1975)
Tüm bu dalavereler ve antifaşist
mücadelenin ihtiyaçları bakımından, Komünist Enternasyonal’in kapatılma zamanı
uygundur ve iyi düşünülmüştür. J. V. Stalin’in bizzat kendisi de Reuter
Ajansı’na 28 Mayıs 1943′te bunu ifade eder:
“Komünist Enternasyonal’in feshi akla
uygun bir karardır, çünkü:
“a) Hitler’cilerin “Moskova başka ulusları
Bolşevikleştirmek için onların hayatlarına burnunu sokmaya çalışıyor” yalanını
açığa çıkarır. Artık bu karalama kampanyasına son verilmiştir.
“b) İşçi hareketinin içindeki komünizm
düşmanlarının, farklı ülkelerdeki Komünist partilerin kendi halklarının çıkarı
için hareket etmedikleri, yabancı kaynaklı emirlere itaat ettikleri şeklindeki
karalama kampanyalarını ortaya çıkarır. Bu çamur atmaya da aynı şekilde son
verilmiştir.
“c) Özgürlük aşığı ülkelerdeki
yurtseverlerin, dinsel inanç ve parti ayrımı yapmadan kendi ülkelerindeki tüm
ilerici güçleri tek bir ulusal kurtuluş bloğunda birleştirme ve faşizme karşı
mücadeleyi geliştirme amaçlı etkinliklerini kolaylaştırmıştır.
“d) Tüm ülkelerdeki yurtseverlerin,
özgürlük aşığı halkları Hitler’ciliğin dünyaya hâkim olma tehdidine karşı tek
bir uluslararası mücadele çizgisinde birleştirmeye yönelik eylemlerini
kolaylaştırmıştır…”
Bu, hem anti faşist ittifakı parçalamaya
çalışan Hitler’ci kampanyaya karşı hem de SSCB’nin burjuva emperyalist
müttefiklerinin ülkelerinde ortaya çıkan manevralara karşı Sovyetlerin temel
düşüncesiydi. Bu Sovyetlerin halkları faşizme karşı tutarlı bir mücadelede
birleştirme programıydı.
SSCB’nin ve sosyalizmin yenilgisi ve
özellikle de Avrupa’da faşizmin yeniden dirilmesi göz önüne alındığında bazı
karşılaştırmalar yapılabilse de, dünya 1939′da tamamen bugünkü gibi değildi.
Almanya Hitler’ciydi; Avusturya faşistti; faşizm İtalya, İspanya, Çekoslovakya,
Romanya, Macaristan, Yugoslavya, Bulgaristan, Polonya ve Finlandiya’da zafer
kazanmıştı.
Hitler, “yıldırım savaşı” açarak, İsviçre
ve kendi adasına çekilmek zorunda kalarak düzenli olarak bombardımana uğrayan
İngiltere dışında, tüm Avrupa’yı ele geçirir. Ardından tüm Avrupa kıtasının
potansiyelini ve kıtanın tüm (ekonomik ve askeri) altyapısını kullanarak,
İşçilerin ve Köylülerin vatanına karşı tarihte eşi görülmemiş vahşilikte bir
saldırıya kalkışmıştır.
Savaşın gerçek ve somut koşullarını,
özellikle de 1943′teki koşulları dikkate alınırsa, aşılmış bir örgütlenme
biçiminin “yüzeysel” bir biçimde korunmasının, sadece ve sadece “çocukluk
hastalığı”na yakalanmış ya da İkinci Dünya Savaşı’nın ulusal kurtuluşçu ve anti
faşist karakteriyle tamamen uyuşmazlık halindeki dogmatik unsurların isteği
olabileceği açıkça ortaya çıkar. Böyle bir talep, sadece anti faşist cepheyi
parçalamaya çalışan Hitler’cilerin ve emperyalistlerin ekmeğine yağ sürebilirdi.
Faşistleri ezme programı zamanın temel göreviydi ve “hareketin yerel ve özel
çıkarlarının genel çıkarlarına tabi kılınması” ilkesi komünist politikanın köşe
taşıydı.
Açıklamaları Nerede Arıyoruz?
Tüm burjuva ve emperyalist literatür,
SSCB’nin yozlaşarak “totaliter-bürokratik” ve milliyetçi” bir devlet haline
gelmesi, Komünist Enternasyonal’in SSCB’nin “ulusal çıkarlarına hizmet eden bir
araç”a dönüşmesi konularında Troçki’den alıntı yapar. Troçki ise hiçbir zaman
sorgulanmamıştır ve “teori”lerinin çok sayıda çeşitlemeleri uluslar arası
burjuvazinin sahip olduğu muazzam araçlarla taşınıp yayılmıştır. Kruşçev,
SSCB’de revizyonistlerin iktidara gelişinden bu yana kırk yıldır durmadan
yayılan anti komünist kampanyayı inanılır kılmak için emperyalistler ve
Troçkistler tarafından kullanılan kişiliktir.
İkinci dünya savaşı öncesinde ve savaş
sırasında, SSCB’nin gerçekleştirdiği müthiş başarılar ve uluslararası komünist
hareketin büyüyen otorite ve saygınlığı karşısında gerçek ve sürekli büyüyen bir
sempati vardı. Bu, işçi hareketinin ve ezilen halkların mücadelesinin önemli bir
güç olduğu bir dönemdi.
Ancak “soğuk savaş”la birlikte,
emperyalizm eski Nazileri alıp eğitti ve korudu, onları Troçkistler ve Sosyal
demokrasi ile birlikte komünizme karşı haçlı seferinde kullandı. Bu haçlı
seferi, 1950′lerde SBKP’deki Kruşçev’ci revizyonistlerin zaferi ile bozguncu bir
yankı buldu. Emperyalizmin ideolojik ve yıkıcı saldırısı, örokomünistlerde ve
revizyonizmde “inandırıcı” bir müttefik bulmuştu ki bunların yaptığı,
uluslararası komünist hareketin istikrarını bozmak ve Komünist Enternasyonal’in
defalarca mücadele ettiği sağ ve sol sapmaların gelişimini serbest bırakmaktı.
Bu oportünist sapmaları inceleme zahmetine katlanılırsa, “Jüpiter’in
baldırı”ndan büyü yardımıyla birdenbire çıkmadıkları anlaşılabilir. Bunlar,
dünya burjuvazisinin ve emperyalizmin, SSCB’deki Sovyet iktidarının ve
proletarya diktatörlüğünün ilk adımlarından itibaren yürüttüğü saldırının
doğrudan ürünleridir.
Geçici bir zafer kazanan karşı devrimin,
komünizmi suçlayıp yargılamaya ve sosyalizmin itibarını kırmaya çalıştığı bir
tarihsel dönemdeyiz. Bu amaca giden her yol, sosyal demokrat ideoloji, Troçkizm,
çeşitli biçimlere sokulmuş faşist ideoloji, liberalizm, burjuva milliyetçiliği,
vs… iyidir. Burada işçi sınıfını ve müttefiklerini (köylüler, ezilen halklar)
sınıf ideolojisinden ve geçmişteki kahramanlıkları gerçekleştiren komünist ve
işçi nesillerinin katkılarından sonsuza dek uzaklaştırma söz
konusudur.
Böyle bir durum karşısında bir seçim
yapmak zorundayız: Belirsizlik durumunda kalarak hiçbir şey yapmamak için en
anlamsız bahaneleri bulmak ve kurtlarla beraber ulumak ya da günümüzde çoğunun
yaptığı gibi utanç verici bir biçimde kendi kendini inkar etmek; yada geçmişte
olanın karmaşıklığına rağmen geriye dönüp bir göz atabiliriz ve atmak
zorundayız. Ve kendimize şunu sormalıyız, sormak zorundayız: Bugün bu kadar kötü
durumdaysak, biz daha önce ne zaman iyi durumdaydık, işçi ve halk hareketi,
devrimci sınıf savaşımı ve ezilen halkların mücadelesi ne zaman iyi durumda
oldular? Ve neden o zamanki durum lehimize idi? Teori, ezberlenecek bir soyut
çözümlemeler toplamından daha başka bir şey ise, teori ezilen halkların ve dünya
proletaryasının sosyalizm ve kurtuluş için mücadelelerinde kazandıkları
deneyimlerse, teori bu deneyimden alınan derslerin bir toplamıysa, bu derslere
sahip çıkmanın tam zamanıdır.
Dünya çapındaki mevcut karşı devrim durumu
çok ciddidir. Bunu el çabukluğuyla döndürüp hemen karşı saldırıya
geçilebilmesinin mümkün olduğunu düşünmüyoruz. Ama bizim sınıf mücadelemizde saf
tutan kadın ve erkeklere bunu başarmanın bir yolu olduğunu söylüyoruz: Dünya
proletaryasının ilkelerini yeniden sahiplenmek. Bunun birinci aşaması, dünya
komünist ve işçi hareketi tarafından biriktirilen teorik ve pratik deneyim ve
dersleri, Marx’ın ve Engels’in, Lenin ve Stalin’in, SSCB Komünist
Partisi(Bolşevik)’nin, Komintern ve Kominform’un bunları bir bireşim haline
getirerek uygulamaya koymalarında olduğu gibi, özümsemektir.
Revizyonizmi yenmek için, amacı dünya
proletaryasının devrimci sınıf bilincini yok etmek ve onun politik ve ideolojik
öncüsünün yeniden örgütlenmesini engellemek olan burjuva-Troçkist saldırı
karşısında teslim olmaktan ziyade, bu kazanımlardan yararlanmak ve sırtımızı
onlara yaslamak zorundayız.
Lille, 19 Aralık 1992
İçindekilere dön
İçindekilere dön