ULUSAL SORUN KONUSUNDA PARTİNİN İVEDİ GÖREVLERİ RUS KOMÜNİST PARTİSİNİN X. KONGRESİNE SUNULAN RAPOR
(10 MART 1921)
PARTİNİN, ulusal sorun konusundaki, ivedi, somut görevlerine doğrudan doğruya geçmeden önce, bu sorunun Çözümünün, kendileri olmaksızın mümkün olmayan bazı öncüllerini saptamak gerekir. Bu öncüller, ulusların oluşması, ulusal baskının doğuşu sorunu ile, tarihsel gelişme boyunca ulusal baskı biçimleri ve daha sonra, ulusal sorunun çözümünün Çeşitligelişme dönemlerinde büründüğü biçimler sorunu ile ilgilidir.
Bu dönemlerin sayısı üçtür.
Birinci dönem, Batıda feodalizmin tasfiyesi, kapitalizmin zaferi dönemidir. Bireylerin uluslar biçiminde örgütlenmesi bu önemde yer alır. İngiltere (İrlanda hariç), Fransa, İtalya gibi ülkelerden söz etmek istiyorum. Batı'da -İngiltere'de, Fransa'da, İtalya ve kısmen de Almanya'da-, feodalizmin tasfiyesi ve bireylerin uluslar biçiminde örgütlenmesi dönemi, zaman içinde, genel olarak, merkezi devletlerin ortaya çıktıkları dönem ile rastlaşmış ve bu rastlaşma, ulusların, gelişmeleri içinde, bu ülkelerde devlet biçimlerine bürünmeleri sonucunu vermiştir. Ve bu devletlerin içinde az buçuk önemli başka ulusal gruplar bulunmadığı kadarıyla, bu ülkelerde ulusal baskı da bulunmuyordu. Avrupa'nın doğusunda, tersine, milliyetlerin örgütlenmesi ve feodal parçalanmanın tasfiyesi süreci, zaman içinde, merkezi devletlerin kuruluş süreci ile rastlaşmadı. Macaristan'dan, Avusturya'dan, Rusya'dan söz ediyorum. Bu ülkelerde, henüz kapitalist gelişme de yoktu: Belki ancak doğuş durumundaydı; gene de, Türk, Moğol ve öbür Doğu halklarının akınına karşı ortak savunma gereği, akınları durdurmaya yetenekli merkezi devletlerin hemen kurulmasını zorunlu kılıyordu. Ve Avrupa'nın doğusunda merkezi devletlerin kuruluş süreci, bireylerin uluslar biçiminde örgütlenme sürecinden daha hızlı olduğu için, orada henüz uluslar biçiminde örgütlenmemiş, ama daha şimdiden tek bir devlet içinde toplanmış birçok halklardan oluşan karma devletlerin kurulduğu görülmüştür.
Demek ki, birinci dönem, böylece, kapitalizmin şafağında milliyetlerin ortaya çıkması ile belirlenmiştir ve Batı Avrupa'da salt ulusal, ulusal baskısız devletler doğarken, Doğu Avrupa'da, başta daha gelişmiş bir tek ulus ve egemen ulusa önce siyasal, sonra da iktisadi bakımdan bağımlı, daha az gelişmiş başka uluslar ile birlikte, çokuluslu devletlerin doğmaları da dikkat edilecek noktadır. Doğunun bu çokuluslu devletleri, ulusal çatışmaları, ulusal hareketleri, ulusal sorunu ve bu sorunun çeşitli çözüm biçimlerini ortaya çıkarmış bulunan ulusal baskının yurdu olmuşlardır.
Ulusal baskının gelişmesinin ve ona karşı savaşım araçlarının ikinci dönemi, kapitalizmin, pazar, hammadde, yakıt ve ucuz bir emek-gücü peşinde, sermaye ihracı ve büyük demir ve deniz yollarını güvenlik altına alma savaşımı içinde ulusal devlet çerçevesinden taştığı ve yakın ve uzak komşular zararına, kendi ülkesini genişlettiği emperyalizmin belirt dönemine bağlanır. Bu ikinci dönemde, Batının eski ulusal devletleri -İngiltere, İtalya, Fransa-, ulusal devletler olmaktan çıkarlar, yani ellerine yeni topraklar geçirip böylece daha önce Avrupa'nın doğusunda varolan o aynı ulusal ve sömürgesel baskı için bir alan oluşturarak, çokuluslu devletler durumuna dönüşürler. Bu dönem, Avrupa'nın doğusunda, egemenlik altındaki ulusların (Çekler, Polonyalılar, Ukraynalılar), emperyalist savaştan sonra, eski çokuluslu burjuva devletlerin dağılması ve büyük güçler denilen devletlerce egemenlik altına alınmış yeni ulusal devletlerin kurulmasına yol açan uyanış ve pekişmeleri ile belirlenmiştir.
Üçüncü dönem, egemen ve egemenlik altındaki uluslar, sömürgeler ve anayurt sorununun tarih arşivlerine atıldığı, RSSFC toprağı üzerinde, eşit haklardan, eşit gelişme olanağından yararlanan, ama iktisadi, siyasal ve kültürel gerilikleri nedeniyle, tarihten gelme belli bir eşitsizliği de koruyan milliyetlerin ortaya çıktıklarını gördüğümüz Sovyetik dönem, kapitalizmin yıkılışı ve ulusal baskının ortadan kaldırılışı dönemidir. Milliyetlerin bu eşitsizliğinin özünü oluşturan şey, tarihsel gelişme sonucu, geçmişten, siyasal ve sınai bakımdan öbür milliyetlerden daha gelişmiş bir durumda bulunan bir milliyet, yani Büyük-Rus milliyetini devralmış olmamızdır. Bir tek yıl içinde yok edilemeyecek, ama geri kalmış milliyetlere, iktisadi, siyasal ve kültürel bir yardım bulunarak ortadan kaldırılacak olan füli eşitsizliğin nedeni, işte budur.
Ulusal sorunun gelişmesinin, tarihsel olarak gözlerimiz önünde oluşmuş bulunan üç dönemi işte bunlardır.
İlk iki dönemin ortak bir özelliği var. Bu özellik de şu: Bu iki dönemde, milliyetler, baskı ve sömürgeye uğramışlardır; bunun sonucu, ulusal savaşım yürürlükte ve ulusal sorun da çözülmemiş olarak kalır. Ama aralarında bir de ayrım var. O da şudur ki, birinci dönemde, ulusal sorun ayrı ayrı alınmış Çokuluslu devletler çerçevesinden çıkmaz ve yalnızca az sayıdaki Avrupalı milliyetleri kapsar; oysa ikinci dönemde, ulusal sorun, devletin iç sorunu olmaktan, birçok devleti ilgilendiren sorun durumuna, tüm haklarından yararlanamayan milliyetleri boyunduruk altında tutmak, Avrupa dışındaki yeni halklar ve aşiretleri kendi etkileri altına almak isteyen emperyalist devletler arasındaki savaş sorunu durumuna dönüşür. Böylece, eskiden yalnızca kültürlü ülkelerde bir önem taşıyan ulusal sorun, bu dönemde yalıtık niteliğini yitirir ve genel sömürgeler sorunu ile kaynaşır.
Ulusal sorunun genel sömürgesel sorun durumuna gelişmesi, tarihsel bir rastlantı değildir. Bu gelişme, ilk olarak, emperyalist savaş sırasında, savaşçı güçlerin emperyalist gruplarının, ordu birliklerini oluşturmak için gerekli insanları sağladıkları sömürgelere başvurma zorunda kalmaları gerçeği ile açıklanır. Bu sürecin, emperyalistlerin, bu geri kalmış sömürge halklarına kaçınılmaz çağrıda bulunmaları sürecinin, bu halkları ve bu aşiretleri kurtuluş savaşının yoluna sokmaktan geri kalamayacağına kuşku yok. Sonra ulusal sorunun genişlemesi, tüm yeryüzünü önce küçük kıvılcımlar, daha sonra kurtuluş hareketi aleviyle tutuşturan genel sömürge sorunu durumuna geliştiren ikinci etken de, emperyalist grupların Türkiye'yi paylaşma ve devlet olarak varlığına son verme girişimleridir. Müslüman halklar arasında, en gelişmiş devlet olan Türkiye, buna katlanamazdı; savaşım bayrağını kaldırdı ve emperyalizme karşı Doğu halklarını kendi yöresinde topladı. Üçüncü etken, emperyalizme karşı savaşımı bir dizi başarı kazanan ve doğal olarak, Doğunun ezilen halklarını esinleyen, onları savaşıma yönelten, böylece onların, İrlanda'dan Hindistan'a kadar, ezilen halkların ortak cephesini kurmalarını sağlayan Sovyet Rusya'nın ortaya çıkışıdır.
Ulusal baskının gelişmesinin ikinci aşamasında, burjuva toplumun, ulusal sorunu çözmek, halklar arasına barış getirmek şöyle dursun, tersine, ulusal savaşım kıvılcımını, ondan ezilen halkların, sömürge ve yarı-sömürgelerin, dünya emperyalizmine karşı savaşım alevini harlandırana kadar körüklemiş bulunması sonucu veren tüm etkenler, işte bunlardır.
Kuşkusuz, ulusal sorunu çözmeye, yani çeşitli halklar ve aşiretlerin barış içinde bir arada yaşama ve kardeşçe işbirliğini sağlayan koşulları yaratmaya yetenekli tek rejim, Sovyet iktidarı rejimidir.
Sermayenin, üretim araçlarının özel mülkiyetinin egemenliği altında ve sınıfların varlığı ile birlikte, milliyetlerin eşitliğinin güvence altına alınamayacağının; sermaye iktidarı varolduğu surece, üretim araçlarının sahipliği için savaşım sürdüğü sürece milliyetler arasında hiç bir eşitlik olamayacağının, bunun gibi, ulusların emekçi yığınları arasında da, hiç bir işbirliği kurulamayacağının tanıtlanmasına pek gerek yok. Tarih, bize, ulusal eşitsizliği yok etmenin tek yolunun, ezilen ve ezilmeyen halkların emekçi yığınları arasında kardeşçe bir işbirliği rejimi tek aracının, kapitalizmi kaldırmak ve Sovyet düzenini kurmak olduğunu söylüyor.
Sonra, tarih; bu türlü halkların "yabancı" burjuvaziden olduğu kadar kendi ulusal burjuvazilerinden de kurtulma başarısı gösterdikleri ölçüde, yani ülkelerinde Sovyet düzenini kurmuş bulundukları ölçüde, emperyalizm varlığını sürdürdükçe, komşu Sovyet cumhuriyetlerinin desteği olmaksızın, tek başlarına yaşamaya ve varlıklarını başarı ile kurtarmaya yetenekli olmadıklarını da göstermiştir. Macaristan örneği, Sovyet cumhuriyetlerinin tek bir devlet içinde birleşmesi olmaksızın, tek bir askeri ve iktisadi güç olarak toplanmaksızın, dünya emperyalizminin birleşik güçleri karşısında, askeri cephelerde de, iktisadi cephelerde de direnemeyeceklerini açıkça gösterir.
Sovyet cumhuriyetleri federasyonu, bir devlet içinde birleşmenin aranan biçimi, RSSFC bunun canlı somutlaşmasıdır.
Daha sonra partimiz için, ulusal sorunu RSSFC çerçevesinde çözmek ereğiyle bazı önlemler alma zorunluluğunu gerekçelendirmek üzere, burada başlangıçta, size sözünü etmek istediğim öncüller, işte bunlardır yoldaşlar.
Sovyet rejimi altında, Rusya'da ve ona bağlı cumhuriyetlerde, egemen milliyetler de, haklardan yoksun milliyetler de, metropol de, sömürgeler de, sömürülenler de, sömürücüler de bulunmadığı halde, Rusya'da ulusal sorun gene de vardır. Gerçekte, RSSFC'nde ulusal sorun, geri halklara devletsel, kültürel ve iktisadi bakımdan merkezi Rusya'ya yetişme olanağını sağlamak için, milliyetlerin, geçmişten devralmış bulunduğumuz (iktisadi, siyasal, kültürel) geriliğini ortadan kaldırmaya dayanır. Eski rejim al tında, çarlık iktidarı, Ukrayna, Azerbaycan, Türkistan ve öbür çevre-bölgelerde devletçiliği geliştirmeye çalışmıyordu ve çalışamazdı da; yerli nüfusu zorla özümlemeyi gözeten çarlık iktidarı, tıpkı kültürel gelişmelerine karşı olduğu gibi, bu bölgelerde; devletçiliğin gelişmesine karşı da savaşım veriyordu. Sonra, eski devlet büyük toprak sahipleri ve kapitalistler, bize, miras olarak, toprakları Rusya'nın Kazak ve Kulak öğeleri için bir; sömürgeleştirme konusu olan Kırgızlar, Çeçenler, Osetler gibi iyiden iyiye, çökmüş halklar bırakmışlardır. Bu halklar akıl almaz acılar içinde kıvranıyor ve can çekişiyordu. Öte yandan, egemen milliyeti oluşturan Büyük-Rus milliyetinin durumu, yerli emekçi yığınlara daha yakın olmasını, gereksinmelerini anlamasını ve geri durumlarından ve kültürsüzlüklerinden çıkmaları için onlara yardım etmesini bilmeyen ya da istemeyen Rus komünistleri üzerinde bile etkisinin izlerini bırakmıştır. Çevre-bölgelerdeki yaşam ve kültür özelliklerini hoş gördüklerinden, bazen Rus egemen şovenliğinden yana bir konum alan az sayıdaki Rus komünistleri gruplarından söz ediyorum. Sonra, ulusal baskıya uğramış, Rus-olmayan milliyetlerin durumu da, bazen halklarının emekçi yığınlarının çıkarlarını "tüm halkın" çıkarları denilen çıkarlardan ayırdetmesini bilmeyen yerli komünistler üzerinde etkisini göstermekten geri kalmamıştır. Bazen yerli komünistlerin saflarında görülen ve Doğu'da kendini Panislamizm, Turancılık gibi akımlarla deyimleyeri o yerel yerli milliyetçilik sapmasından söz ediyorum. Son olarak, Kırgızları, Başkırları ve bazı Dağlı aşiretleri yıkılıştan kurtarmak, sömürgeci kulaklar zararına onlara gerekli topraklan sağlamak da zorunludur.
Partinin bu ivedi görevlerini belirledikten sonra, bizim komünist siyasetimizi, çevre-bölgelerde, özellikle Doğuda gördüğümüz iktisadi durumun özelliklerine uyarlamaya dayanan genel düzeydeki göreve gelmek isterim.
Gerçek şu ki, her şeyden önce Türklerden oluşan bütün bir halklar topluluğu -ki sayıları 30 milyon dolaylarındadır-, sanayi kapitalizmi dönemine geçmemiş, bu döneme geçecek zaman bulamamışlardır; bu nedenle, bu halkların sanayi proletaryası hemen hemen yoktur ve bunun sonucu bu halklar, sanayi kapitalizminden geçmeden, ilkel ekonomi biçimlerinden Sovyet ekonomisi aşamasına geçmek zorundadırlar. Bu, güç ama hiç de olanaksız olmayan işi gerçekleştirmek için, bu halkların iktisadi durumunun, hatta tarihsel geçmişinin, yaşam ve kültür koşullarının tüm özelliklerini göz önünde tutmak gerekir. Bu halkların toprağına, bu konuda, Rusya'nın merkezi için geçerli ve bir anlam taşıyan önlemleri dikmeye kalkmak, anlaşılmaz ve tehlikeli bir şeydir. RSSFC'nin iktisat siyasetini gerçekleştirirken, çevrede gördüğümüz iktisadi durumun, sınıf yapısının, tarihsel geçmişin tüm özelliklerini göz önünde tutmanın kesenkes zorunlu olduğu açıktır. Örneğin, Narkomprod (Aztklandırma Halk Komiserliği) tarafından yayınlanan ve Müslüman nüfusun hiç bir zaman domuz yetiştirmediği Kırgızistan'da, halkın devlete belli sayıda domuz vermesini isteyen buyruk gibi saçmalıkların yadsınmasının sözünü bile etmiyorum. Bu örnek, herhangi bir yolcunun gözüne çarpan özel yaşam koşullarının, ne derecede göz önünde tutulmaması istendiğini gösterir.
Az önce, bana Çiçerin yoldaşın makalelerini* yanıtlamamı isteyen kısa bir yazı verildi. Yoldaşlar, bana kalırsa, Çiçerin'in büyük bir dikkatle okuduğum makalelerinde edebiyattan başka bir şey yok. Bu makalelerde dört yanlış ya da yanlış anlaşılma var. ilk olarak Çiçerin yoldaş emperyalist devlet arasındaki çelişkileri yadsımaya yatkın; emperyalistlerin uluslararası birliğini büyütüyor ve emperyalist gruplar ve emperyalist devletler (Fransa, Amerika, İngiltere, Japonya, vb.) arasındaki iç Çelişkileri, varolan ve savaşa yol açan çelişkileri, gözden yitiriyor, küçümsüyor. O, emperyalist yönetici grupların birliği etkenini büyümsemiş ve bu tröst içinde varolan çelişkileri küçümsemiştir.
* O sıralarda Dışişleri Halk Komiseri olan G. Çiçerin'in, "Stalin Yoldaşın Tezlerine Karşı" başlığı altında, Pravda'nın 6,7 ve 9 Mart 1921 günlü 50, 51 ve 52. sayılarında yayımlanmış bulunan makalelerine anıştırma. —Ed.
Oysa, bu çelişkiler var ve Dışişleri Halk Komiserliği'nin faaliyeti bu çelişkiler üzerine kurulu. Sonra Çiçerin yoldaş bir ikinci yanlış yapıyor. Büyük egemen devletler ile, daha yeni kurulmuş ulusal devletler (Çekoslovakya, Polonya, Finlandiya vb.), mali ve askeri bakımdan, bu büyük devletlerin eline bırakılmış devletler arasında varolan çelişkileri küçümsüyor. Çiçerin yoldaş, bu ulusal devletlerin büyük devletlere bağımlılığına karşın, ya da daha doğrusu bu bağımlılık sonucu, büyük devletler ile bu devletler arasında, örneğin Polonya, Estonya, vb. ile yapılan görüşmeler üzerine yansıyan çelişkiler bulunduğunu gözden tamamen yitirmiş. Dışişleri Halk Komiserliği'nin varlık nedeni de, bütün bu çelişkileri göz önünde tutmak, onlara dayanmak, bu çelişkiler çerçevesinde dolambaçlı çarelere başvurarak ereğine ulaşmaktan başka bir şey değildir. Çiçerin yoldaş bu etkeni çok şaşırtıcı bir biçimde küçümsemiş. Çiçerin yoldaşın üçüncü yanlışı, ulusal I kaderin serbestçe tayin edilmesinden, gerçeklikte, emperyalistlerin rahatça, kullandıkları soyut bir slogana dönüşmüş bulunan bu slogandan gereğinden çok söz etmesidir. Çiçerin yoldaş, bizim bu slogana iki yıldan beri veda etmiş bulunduğumuzu bir tuhaf bir biçimde unutmuş. Bu slogan artık programımızda yer almıyor. Programımızda, pek belirsiz bir slogan olan ulusal kaderin serbestçe tayin edilmesinden değil, ama daha belgin bir vurguya sahip ve açıkça belirlenmiş bir slogandan, halkların devlet biçiminde örgütlenmek üzere ayrılma hakkı sloganından söz edilmiştir. Bunlar ayrı iki şeydir. Çiçerin yoldaşın bu olguyu makalelerinde hesaba katmaması çok tuhaf, bundan ötürü, belirsiz bir duruma gelmiş bulunan slogana karşı tüm itirazları kuru sıkı bir atış gibidir; çünkü ne benim sunduğum tezlerde, ne de parti programında "serbestçe tayin etme" sözü yoktur. Yalnızca halkların devlet biçiminde örgütlemek üzere ayrılma hakkından söz edilmiştir. Ama bu slogan, sömürgelerde kurtuluş hareketinin alevlendiği şu anda, bizim için devrimci bir slogandır. Sovyetik devletler, özgürce onaylanmış bir katılma temeli üzerinde, federasyon olarak bir araya geldikleri için, ayrılma hakkı RSSFC'ni oluşturan halkların kendi isteğiyle kullanılmamış olarak kalır. Ama, İngiltere'nin, Fransa'nın, Amerika'nın, Japonya'nın mengenesine sıkıştırılmış sömürgeler söz konusu olduğu zaman; Arabistan, Mezopotamya, Türkiye, Hindistan gibi uyruklaştırılmış ülkeler, yani Antantın sömürgesi olan ülkeler söz konusu olduğu zaman, halkların ayrılma hakkı sloganı, devrimci bir slogandır. Bundan vazgeçmek demek, Antanta yardım etmek demektir. Dördüncü yanlış anlaşılma da, Çiçerin yoldaşın makalelerindeki pratik bilgi yokluğudur. Makale yazmak elbette kolaydır, ama onları; "Stalin Yoldaşın Tezlerine Karşı" diye adlandırmak için, pratik karşı-önerilerden başka bir şey olmasa bile, ciddi bir şeyler formüllendirmek gerekir. Nedir ki, ben, onun makalelerinde, sözünü etme zahmetine değen hiç bir pratik öneri görmedim.
Bitiriyorum yoldaşlar. Şu sonuçlara varıyoruz: Burjuva toplum, yalnızca ulusal sorunu çözmekte yeteneksiz çıkmakla kalmadı, ama tersine, onu "çözme" girişimlerinde, ulusal sorunu, onu sömürgesel bir sorun durumuna getirecek kadar genişletti ve kendisine karşı, İrlanda'dan Hindistan'a kadar yapılan yeni bir cephe oluşturdu. Ulusal sorunu koymaya ve çözmeye yetenekli tek devlet, üretim araç ve aletlerinin ortaklaşa mülkiyetine dayanan devlet, yani Sovyetik devlettir. Sovyetik federatif devlet ile birlikte, artık ne ezilen, ne de ezen milliyetler vardır, ulusal baskı kaldırılmıştır. Ama, eski burjuva rejimden devralınmış daha kültürlü ve daha kültürsüz milliyetler arasındaki eşitsizlik, (kültürel, iktisadi, siyasal) füli eşitsizlik nedeniyle, ulusal sorun, geri halkların emekçi yığınlarının iktisadi, siyasal ve kültürel gelişmesini kolaylaştırmayı, daha önce davranmış bulunan, proleter, merkez Rusya'ya yetişmelerini sağlamayı gözeten önlemlerin hazırlanmasını isteyen bir biçim alır. Ulusal sorun üzerine tarafımdan önerilen tezlerin üçüncü bölümünün konusunu oluşturan pratik önerilerin nedeni de işte budur.
TARTIŞMANIN KAPANIŞ KONUŞMASI
Yoldaşlar, bu kongre bakımından ulusal sorun üzerindeki tartışmada en ilginç olan şey, ulusal soruna ilişkin açıklamalardan, Rusya'nın yeni yönetimsel bölünüşü tarafından zorlanarak, sorunu pratik olarak koymaya geçmiş bulunmamızdır. Ekim Devrimi'nin başlarında halkların ayrılma hakkını ilan etmekle yetiniyorduk. 1918 ve 1920 yıllarında, geri halkların emekçi yığınları ile Rusya proletaryası arasında bir yakınlaşma ereğiyle, Rusya'nın, ulusal göstergeye göre yeni yönetimsel bölünüşüne çalıştık. Oysa bugün, bu kongrede, sorunu salt pratik bir alan üzerine, yani Rusya'ya bağlı özerk bölgeler ve bağımsız cumhuriyetler içindeki emekçi yığınlar ve küçük-burjuva öğeler karşısında parti siyasetinin ne olması gerektiği üzerine koyuyoruz. Böyle olduğu içindir ki, Zatonski yoldaşın, size önerilen tezlerin soyut bir nitelik taşıdıklarını söyleyen konuşması, beni şaşırttı. Elimde, onun, neden bilinmez, kongrenin dikkatine sunmamış bulunduğu kendi tezleri var; ben, bu tezlerde "RSSFC" adının "Doğu Avrupa" sözcükleri, "Rusya" sözcüğünün de "Rus" ya da "Büyük-Rus" sözcüğü ile değiştirilmesini isteyen bir tek dışında, pratik nitelikte hiç bir öneri, ama gerçekten hiç bir öneri bulamadım. Ben, bu tezlerde başka pratik öneriler bulamadım.
Şimdi ikinci soruna geçiyorum. Burada, komşulardan daha çok delege beklediğimi söylemeliyim. Rusya, bazıları sanayi bakımından iyici gelişmiş ve bu açıdan Rusya'dan pek ayırdedilemeyen, bazıları henüz kapitalizm aşamasına geçmemiş ve merkezi Rusya'dan adamakıllı ayırdedilebilirler, başka bazıları da tamamen geri kalmış yirmi iki çevre-bölgeye sahip. Tezlerde, çevre-bölgelerin tüm çeşitliliğini, tamamen somut bir biçimde kavramak olanaksız. Tüm parti için bir değer taşıyan tezlerden, yalnızca Türkistan, yalnızca Azerbaycan ya da yalnızca Ukrayna ile ilgili bir nitelik taşımaları istenemez. Tüm çevre-bölgeler için ortak olan ayırıcı özellikleri almak ve özellikler üzerinde durmaksızın, onları tezler içine sokmak zorunludur; gerçeklikte, tezler hazırlamak için başka bir yöntem yoktur. Büyük-Rus olmayan milliyetleri birçok gruplara bölmek gerekir, tezlerde yapılan da budur. Rus-olmayan milliyetlerin nüfusu 65 milyona yakındır. Bütün bu Rus-olmayan milliyetlerin ortak ayırıcı özellikleri, devletçiliklerinin gelişmesi bakımından, merkezi Rusya'dan geride kalmış olmalarıdır. Görevimiz, bu milliyetlere, onların proleter, emekçi öğelerine yardım etmek için, tüm gücümüzle ülkelerinde Sovyetik devletçiliği kendi öz dilleri içinde geliştirmeye çalışmaktır. Bu ortak özellik, tezlerde, tezlerin pratik bölümünde söz konusu edilmiştir. Sonra, eğer çevre-bölgelerin özelliklerinin somutlaştırılması yolunda yürümeye devam edilirse, Rus-olmayan 65 milyon dolaylarındaki nüfusun bütünü içinde, kapitalizmden geçmemiş bulunan 30 milyon kadar Türk'ten ayrıca söz etmek gerekecek. Azerbaycan'ın, bazı bakımlardan, Rus eyaletlerinden üstün olduğunu söyleyen Mikoyan haksız. Anlaşılan o, Baku'yu Azerbaycan ile karıştırıyor. Baku, Azerbaycan'ın derinliklerinden doğmadı; yukardan, Nobel'in, Rothschild'in, Vishau'nun vb. çabaları ile kuruldu. Bizzat Azerbaycan'a gelince, bu ülke, ataerkil-feodal ilişkilerin en geri durumda bulunduğu ülkedir. Bu nedenle, ben, Azerbaycan'ı, bütünüyle, kapitalizmden geçmemiş ve onları Sovyet ekonomisi yoluna sürüklemeye yetenekli özel yöntemlerin uygulanması gereken, çevre-bölgeler grubu içine sokuyorum. Bu, tezlerde söylendi. Sonra, 8-10 milyondan çok nüfusu olmayan bir üçüncü grup var; her şeyden önce, henüz klan rejiminin varlığını sürdürdüğü ve henüz tarımsal ekonomiye geçmemiş bulunan hayvan yetiştirici aşiretlerdir bunlar. Kırgızlar, Türkistan'ın kuzey bölümü, Başkırlar, Çeçenler, Osetler, İnguşlar gibi. Bu milliyetler grubu ile ilgili olarak, onlara gereksinme duydukları toprağın sağlanması zorunludur. Burada, Kırgızlara söz verilmedi, tartışmalar kapatıldı. Onlar, toprak yokluğundan yıkılmaya yüz tutan Yukarı-Başkıristan'ın, Kırgızistan'ın ve Dağlıların çektikleri acılar üzerine daha çok şeyler söyleyebilirlerdi. Ama Safarov'un bu konuda söyledikleri, ancak 8-10 milyon kişiyi ilgilendirir. Bundan ötürü, Safarov yoldaşın pratik önerileri bütün çevre-bölgeler için genelleştirilemez, çünkü Rus-olmayan milliyetlerin geri kalan bölümü için -ve bunların nüfusu 55 milyona yakındır-, bu düzeltmelerin hiç bir önemi yoktur. İşte bu nedenle, bu türlü milliyetler grupları ile ilgili olarak, Safarov tarafından önerilmiş bulunan bazı noktaların somutlaştırılması, düzeltilme ve iyileştirilmesine karşı çıkmaksızın, bu düzeltmelerin genelleştirilemeyeceğini söylemek zorundayım. Sonra, Safarov yoldaşın bir düzeltmesi konusunda da bir eleştiride bulunacağım. Düzeltmelerinden birinin içine, "ulusal-kültürel kendi kendini yönetim" üzerine bir tümce kayıvermiş:
"Ekim Devriminden önce -deniyor bu tümcede-, Rusya'nın doğu çevresinin sömürge ve yarı-sömürge halkları, emperyalist siyaset sonucu, kendi öz ulusal-kültürel kendi kendini yönetimleri ile kendi öz dillerinde verilmiş bulunan eğitim ile vb., kapitalist uygarlığın fetihlerine katılma olanaklarından yoksun kalmışlardı."
Ben, bu düzeltmeyi, Bundculuk koktuğu için kabul edemeyeceğimi söylemeliyim. Ulusal-kültürel kendi kendini yönetim formülü, Bundcu bir formüldür. Hanidir, o belirsiz kendi kendini yönetim sloganlarına veda etmiş bulunuyoruz, onları yeniden canlandırmanın yeri yok. Üstüne üstlük, bütün bu tümce hiç de doğal olmayan bir sözcükler topluluğundan başka bir şey değil.
Burada elimizde, biz komünistlerin, Beyaz-Rus milliyetini yapay bir biçimde türettiğimizi ileri süren bir pusula var. Rusça'dan farklı, kendi diline sahip bir Beyaz-Rus milliyeti olduğu ve bunun sonucu, Beyaz-Rus halkının kültürü ancak kendi ulusal dilinde yükseltilebileceği için, bu, doğru değil. Bundan beş yıl için, Ukrayna, Ukrayna milliyeti konusunda da benzer sözler duyuluyordu. Ve daha yakın zamanlarda, Ukrayna Cumhuriyeti ile Ukrayna milliyetinin, Almanların bir icadından başka bir şey olmadıkları söyleniyordu. Gene de, Ukrayna milliyetinin varlığı ve bu milliyetin kültürünü geliştirmenin, komünistler için bir ödev olduğu açık. Tarihe karşı çıkılamaz. Eğer Ukrayna kentlerinde, bugüne kadar Rus unsurlar, hala ağır basıyorsa, bu kentlerin zamanla kaçınılmaz bir biçimde Ukraynalılaşacakları da açık. Kırk yıl kadar önce, Riga bir Alman kenti idi; ama kentler, kırlar nüfusunun akını ile geliştikleri ve kırlar, milliyetin koruyucuları oldukları için, Riga, bugün salt Leton bir kenttir. Elli yıl kadar önce Macaristan'ın tüm kentleri Alman bir nitelik taşıyordu; şu anda, bu kentler Macarlaştırılmışlardır. Kentlerde, bugüne kadar hala Beyaz-Rus olmayanların ağır bastıkları Beyaz-Rusya bakımından da aynı şey olacaktır.
Kapanış konuşmamı bitirirken, kongreye, tüm çevre-bölgelerimizi ilgilendiren tezlerin pratik önerilerini daha da somutlaştırma ereğiyle, içine bölgeler temsilcilerinin de gireceği bir komisyon seçilmesini öneriyorum.
Stenografik Tutanak, Devlet Yayınlan, 1921.