Header Ads

Header ADS

SON YAZILAR - SOSYALİZMİN EKONOMİK YASALARININ NİTELİĞİ ÜZERİNE

Stalin
Son Yazılar 1950-1953

İkinci Bölümden

V. SANİNA VE V. G. VENGER YOLDAŞLARA YANIT

MEKTUPLARINIZI aldım. Bu mektupların yazarlarının ülkemizin ekonomik sorunlarını sonuna kadar ve ciddî bir biçimde incelemekte oldukları açıktır. Bu mektuplar çok sayıda doğru formüller ve ilginç fikirler kapsamaktadır. Bununla birlikte, bu mektuplarda da ağır teorik yanılgılar bulunmaktadır. Yanıtımda özellikle bu yanılgılar üzerinde durmak istiyorum.

I. SOSYALİZMİN EKONOMİK YASALARININ NİTELİĞİ ÜZERİNE

Sanina ve Venger yoldaşlar iddia ediyorlar ki: "sosyalizmin ekonomik yasaları yalnızca maddî üretimle uğraşan Sovyet insanlarının bilinçli faaliyetleri sayesinde ortaya çıkmaktadır."

Bu tez, kesin olarak yanlıştır.

Ekonomik gelişmenin yasaları, nesnel olarak, bizim dışımızda, insanların iradesi ve bilinci dışında var mıdırlar? Marksizm bu soruya olumlu yanıt vermektedir. Marksizme göre, sosyalizmin ekonomi politiğinin yasaları, bizim dışımızda var olan nesnel yasaların insanların beynindeki yansımalarından ibarettir. Oysa, Sanina ve Venger yoldaşların formülü, bu soruya olumsuz yanıt vermektedir. Böyle olunca, bu yoldaşlar, sosyalist rejimde ekonomik gelişme yasalarının toplumun yönetici kurumları tarafından "yaratıldıkları"nı, "değiştirildiklerini" iddia eden yanlış bir teorinin tarafını tutuyorlar. Başka türlü söylersek, bunlar, marksizmle ilişkilerini kesiyorlar ve öznel bir idealizmin yoluna sapıyorlar.

Kuşkusuz, insanlar bu nesnel yasaları bulabilirler, onları tanıyabilirler ve onlara dayanarak onları toplumun yararına kullanabilirler. Ancak onları ne "yaratabilirler," ne de "değiştirebilirler".
Bir an için, sosyalist rejimde ekonomik yaşamdaki nesnel yasaların varlığını yadsıyan ve ekonomik yasalar "yaratmak", "değiştirmek" olanaklarını savunan hatalı teorinin görüşünü kabul ettiğimizi düşünelim. Sonucu ne olurdu? Bunun sonucunda, karışıklığın ve raslantıla-rm egemenliği altında bulunurduk; bu raslantılarm kölesi olurduk, bu raslantılar karışıklığını yalnızca anlayabilmek değil, çözebilmek olanağımız bile olmazdı.

Bunun sonucu olarak, bilim olarak ekonomi politiği yok ederdik, çünkü bilim, nesnel yasaları tanımaksızın, onları incelemeksizin ne var olabilir, ne de gelişebilir. Oysa, bir kez bilim yok edildi mi, ülkenin ekonomik yaşamında olayların gidişini önceden kestirmek olanağına sahip olmazdık, yani ekonomik yönetimin en ilkelini bile örgütlemek olanağına artık sahip bulunmazdık.

Eninde sonunda, ne nesnel yasaları anlamadan, ne de hesaba katmadan, ekonomik gelişmenin yasalarını "yok etmeye" ve yenilerini "yaratmaya" hazır bulunan "ekonomik" serüvencilerin keyfî hareketlerinin kölesi olurduk.

Engels'in Anti-Dühring'de verdiği, bu konudaki marksist görüşün klasik formülünü herkes bilir:
"Toplumsal olarak etkide bulunan güçler, tıpkı doğa güçleri gibi etkide bulunurlar: onları tanımadığımız ve hesaba katmadığımız sürece, kör, zorlu, yıkıcı güçler olarak. Ama bir kez onları tanıdıktan, etkinlik, yön, ve etkilerini bir kez kavradıktan sonra, onları gitgide kendi irademize bağlamak, ve onlar sayesinde ereklerimize erişmek yalnızca bize bağlıdır. Ve bu, bugünkü çok büyük üretici güçler konusunda, özellikle böyledir. Biz, bu güçlerin, özlük (mahiyet) ve niteliklerini anlamak istememekte direndiğimiz sürece -ve kapitalist üretim, biçimi ve onun savunucuları, işte bu anlayışa karşı çıkarlar-, bu güçler, ayrıntılı bir biçimde açıklamış bulunduğumuz gibi, bize karşı, tüm etkilerini gösterir, bizi egemenlikleri altına alırlar. Ama özlükleri içinde bir kez kavrandıktan sonra, birleşmiş üreticilerin (producteurs associes) elinde, şeytan ruhlu efendiler durumundan uysal hizmetkârlar durumuna dönüşebilirler. Bu, fırtına şimşeğindeki elektiriğin yıkıcı gücü ile telgraf ve elektrik arkının evcilleştirilmiş elektriği arasında varolan farklılıktır, yangın ile insan hizmetinde kullanılan ateş arasındaki farklılıktır. Bugünkü üretici güçleri, aynı biçimde, sonunda onların özlüğünü tanıdıktan sonra kullanınca, üretimdeki toplumsal anarşi yerine, üretimin, topluluğun olduğu gibi her bireyin de gereksinmelerine göre toplumsal olarak planlanmış bir düzenlenmesinin geçtiği görülür; böylece, ürünün önce üreticiyi, sonra temellükçüyü egemenliği altına aldığı kapitalist temellük biçimi yerine, ürünlerin, modern üretim araçlarının özlüğüne dayanan temellük biçimi geçer: bir yandan üretimi sürdürme ve geliştirme aracı olarak dolaysız toplumsal temellük, öte yandan yaşama ve zevk alma aracı olarak dolaysız bireysel temellük."

II. KOLHOZ MÜLKİYETİNİ ULUSAL MÜLKİYET DÜZEYİNE ÇIKARMAK İÇİN ALINACAK ÖNLEMLER

Bütün halkın mülkiyeti olmadığı apaçık olan kolhoz mülkiyetini bütün halkın mülkiyeti düzeyine ("ulusal" mülkiyet) yükseltmek için hangi önlemler gerekmektedir?

Bazı yoldaşlar, zamanında kapitalist mülkiyet için yapıldığı gibi, kolhoz mülkiyetini yalnızca ulusallaştırmak, onu halkm mülkiyeti ilân etmek gerektiğini düşünüyorlar. Bu öneri tamamen yanlış ve kesin olarak kabul edilemeyecek türdendir. Kolhoz mülkiyeti sosyalist bir mülkiyettir, ve hiç bir şekilde kapitalist mülkiyet için yaptığımızı, kolhoz mülkiyetine yapamayız. Kolhoz mülkiyetinin bütün halkın mülkiyeti olmadığı verisinden, kolhoz mülkiyetinin sosyalist bir mülkiyet olmadığı sonucu hiç bir şekilde çıkarılamaz.

Bu yoldaşlar, kişilerin ya da kişi gruplarının mülkiyetinin devlete kendi malı olarak verilmesinin, ulusallaştırmanın tek ya da herhalde en iyi şekli olduğunu varsaymaktadırlar. Yanlıştır. Gerçekte, kendi malı olarak devlete devretme, ulusallaştırmanın ne tek, ne de en iyi biçimidir; ama Engels'in Anti-Dühring'de çok doğru olarak söylediği gibi, bu, ulusallaştırmanın ilk biçimidir. Apaçıktır ki; devlet var olduğu sürece, devlete kendi malı olarak teslim, en anlaşılır ilk ulusallaştırma biçimidir. Ancak, devlet sonsuza dek var olmayacaktır. Sosyalizmin dünyanın birçok ülkesinde etki alanını genişletmesi ile devlet çözülecektir, ve apaçıktır ki, bunun sonucu olarak, kişilerin ya da grupların mülklerinin kendi malı olarak devlete verilmesi sorunu artık ortaya atılmayacaktır. Devlet yok olacak, ama toplum kalacaktır. Bunun sonucu olarak, ulusal mülkiyetin mirasçısı, yok olmuş olan devlet değil, yönetici, merkezî ekonomik kurumun kişiliğinde, toplumun kendisi olacaktır.

Bu durumda kolhoz mülkiyetini, ulusal mülkiyet düzeyine yükseltmek için ne gibi girişimler gerekir? 
Sanina ve Venger yoldaşlar, temel önlem olarak, makine ve traktör istasyonlarında yığılı üretim araçlarının başlıcalarmı kolhozlara kendi malları olarak satmayı önermektedirler; böylece devlet, tarımda, sermaye yatırımı yapmaktan kurtulacak ve makine ve traktör istasyonlarının bakımı ve gelişmesi kolhozlara yüklenecektir. Diyorlar ki:

"Kolhoz yatırımlarının, esas olarak, kolhoz köylerinin tarımsal gereksinmelerine ayrılması gerektiğini; oysa devletin, eskiden olduğu gibi, tarımsal üretim gereksinmeleri için gereken yatırımların tümünü sağlaması gerektiğini sanmak yanlış olur. Kolhozlar bü yükümü tamamen karşılayacak durumda olduğuna göre, devleti bu yükten bağışık tutmak daha doğru olmaz mı? Ülkede bir tüketim nesneleri bolluğu yaratmak amacı ile devletin bu olanakları yatırabileceği yeteri kadar işletme bulunur."

Bu önerilerini doğru göstermek için yazarlar birçok kanıt ileri sürüyorlar.

Önce: Stalin'in üretim araçlarının kolhozlara bile satılmadığı hakkındaki sözlerine atıfta bulunarak, önerinin sahipleri Stalin'in bu tezini kuşku ile karşılıyorlar, ve buna karşın, devletin, kolhozlara, tırpan, orak, küçük motor vb. gibi küçük avadanlıkları sattığını söylüyorlar. Eğer devlet, kolhozlara bu üretim araçlarını satıyorsa, aynı şekilde, onlara diğer üretim araçlarını, örneğin MTİ'nin [Makine ve Traktör İstasyonlarının] makinelerini de satabilir, diye düşünüyorlar.

Bu kanıt tutarlı değil. Kuşkusuz devlet, kolhozlara tarımsal Artel Tüzüğünün ve Anayasanın gerektirdiği gibi küçük avadanlık satmaktadır. Ancak, küçük avadanlık ile MTİ'nin makineleri gibi tarımsal üretimin bu öze değgin araçlarını ya da, örneğin o da tarımda üretimin esas araçlarından olan, toprağı aynı düzeyde tutabilir miyiz? Tutulamayacağı açıktır. Bu yapılamaz, çünkü küçük avadanlık hiç bir şekilde kolhozcu üretimin yazgısını belirleyemez, oysa MTİ'nin makineleri ve toprak gibi üretim araçları, bugünkü koşullarımızda tarımın yazgısını tamamen belirler.

Stalin'in, üretim araçlarının kolhozlara satılmadığını söylediği zaman küçük avadanlığı kastetmediğini, ama MTİ'nin makinelerini, toprak gibi tarımsal üretimin öze değgin araçlarını kastettiğini anlamak kolaydır. Yazarlar, "üretim araçları" sözcükleri üzerinde oynamaktadırlar ve yanlış yolda olduklarının farkına varmadan değişik iki şeyi karıştırmaktadırlar.

İkinci olarak: Sanina ve Venger yoldaşlar, kolhoz yığın hareketinin başlangıcında -1929 sonu ve 1930 başı- SSCBK(B)P Merkez Komitesinin, Makine ve Traktör İstasyonlarının kolhozlara öz malları olarak tesliminden yana olduğu, [kolhozların ise] MTİ değerini üç yıllık bir vadede ödeyeceği olgusuna değinmektedirler. Kanılarına göre bu girişim, kolhozların "yoksullukları dolayısıyla" o zaman başarısızlığa uğradıysa da, kolhozlar şimdi zengin olduklarına göre bu politikaya dönülebilir, yani MTİ kolhozlara satılabilir.

Bu kanıt da tutarlı değildir. SSCBK(B)P Merkez Komitesi, 1930 yılı başında, gerçekten, MTİ'nin kolhozlara satışına değgin bir karar almıştı. Bu karar, öncü bir kolhozcu grubunun önerisi üzerine, deneysel olarak, denenmek üzere alınmıştı, konu kısa sürede yeniden ele alınıp incelenecekti. Oysa, ilk doğrulama, bu kararın ak-la-aykırılığmı meydana çıkarmış ve birkaç ay sonra, yani 1930 sonunda bu karar geri alınmıştır.

Kolhoz hareketinin yayılması ve kolhozlarm kuruluşunun gelişmesi, kolhozcuları ve aynı zamanda yönetici emekçileri, kolhozlarda üretimin yüksek düzünlerle yükselişini sağlamanın tek çaresinin, tarımsal üretimin esas araçlarının devletin elinde, Makine ve Traktör İstasyonlarında temerküzü ile olabileceğine inandırmıştır.

Hepimiz, ülkemizdeki tarımsal üretimin olağanüstü artışından, tahılın, pamuğun, ketenin, pancarın vb. artışından sevinç duyuyoruz. Bu artışın kaynağı nerededir? Bu kaynak modern teknikte, bütün bu üretim dallarına dağılmış bol miktardaki yetkinleşmiş makinelerdedir. Burada sözkonusu olan yalnızca genel olarak teknik değildir; gerçek şudur ki, teknik, hareketsiz kalamaz, durmadan yetkinleşmek zorundadır; eski teknik ıskartaya çıkartılmalı ve sırası gelince daha yeni bir tekniğe yerini bırakacak olan, yeni bir teknik ile değiştirilmelidir. Aksi halde, sosyalist tarımımızın gelişmesi düşünülemez, büyük rekolteler, tarımsal ürünlerin bolluğu düşünülemez. Ancak yüzbinlerce tekerli traktörü ıskartaya çıkarmak ve onların yerine paletli traktör koymak, zamanı geçmiş onbinlerce biçerdöveri yenileri ile değiştirmek, örneğin sanayi bitkileri için yeni makineler icat etmek ne demektir? Bunlar, ancak altı ya da sekiz yılda geri alınabilecek milyarlar düzeyinde bulunan masraflar demektir. Kolhozlarımız, milyoner kolhozlar da olsalar, bu masrafları karşılayabilirler mi? Hayır karşılayamazlar, çünkü ancak altı ya da sekiz yılda geri alınabilecek milyarlar sarfedecek durumda değildirler. Bu masrafları yalnız devlet yüklenebilir; çünkü yalnız o, eski makinelerin ıskartaya çıkartılıp yenileri ile değiştirilmesinin yaratacağı zararlara tahammül edebilecek durumdadır; yalnız o, bu zararlara altı ya da sekiz yıl dayanacak ve masraflarının geri alınması için bu sürenin geçmesini bekleyebilecek durumdadır.

Bütün bunlardan sonra MTİ'nin kolhozlara öz malları olarak satılmasını istemenin anlamı nedir? Bunun anlamı, kolhozlara olağanüstü zararlar verdirmek, onları iflâs ettirmek, tarımın makineleşmesini tehlikeye sokmak, kolhoz üretiminin düzününü yavaşlatmaktır.

Buradan şu sonuç çıkar: MTİ'nin kolhozlara satılmasını önermekle, Sanina ve Venger yoldaşlar, geriye bir adım atıyorlar ve tarihin çarkını geriye döndürmeye uğraşıyorlar.

Bir an için Sanina ve Venger yoldaşların önerisini kabul ettiğimizi ve kolhozlara öz malları olarak esas üretim araçlarını, Makine ve Traktör İstasyonlarını satmayı kabul ettiğimizi düşünelim. Bunun sonucu ne olur?

Bunun sonucu şu olur ki, önce, kolhozlar başlıca üretim araçlarının sahibi olurlar, yani ülkedeki hiç bir işletmenin sahip bulunmadığı olağanüstü bir duruma girmiş bulunurlar, çünkü bilindiği gibi ulusallaşmış işletmeler bile ülkemizde üretim araçlarının mülkiyetine sahip değillerdir. Kolhozların bu olağanüstü durumunu, nasıl, hangi ilerleme ve ileriye gidiş düşüncesi ile haklı gösterebiliriz? Bu durumun, kolhoz mülkiyetinin, ulusal mülkiyet düzeyine yükseltilmesine katkıda bulunduğu, toplumumuzun sosyalizmden komünizme geçişini hızlandırdığı söylenebilir mi? Bu durumun, ancak, kolhoz mülkiyetini ulusal mülkiyetten uzaklaştırabileceği ve komünizme yaklaştırmak yerine bizi ondan uzaklaştırmaya varacağını söylemek daha doğru olmaz mı?

Bunun ikinci bir sonucu da, yörüngesi içine pek büyük miktarda tarımsal üretim aletleri sürükleyecek olan meta dolaşımının etki alanının genişlemesi olurdu. Sa-nina ve Venger yoldaşlar bu konuda ne düşünüyorlar? Meta dolaşımı alanının genişlemesi, komünizme doğru ilerleyişimize katkıda bulunabilir mi?' Bunun, ancak komünizme doğru ilerlememizi frenleyebileceğini söylemek daha doğru olmaz mı?

Sanina ve Venger yoldaşların öze değgin yanılgıları, sosyalist rejimde meta dolaşımının rolünün önemini anlamamış olmalarındadır; meta dolaşımının, sosyalizmden komünizme geçiş amacı ile uzlaşmadığını anlamıyorlar. Herhalde, meta dolaşımı rejiminde bile sosyalizmden komünizme geçilebileceği, meta dolaşımının, bu durumda, bir engel olamayacağı kanısındadırlar. Bu, marksizmi eksik olarak kavramaktan doğan büyük bir yanılgıdır.

Engels, meta dolaşımı koşullarında işleyen Dühring'in "ekonomik komünasını" Anti-Dühring'inde eleştirirken, meta dolaşımının, kaçınılmaz bir biçimde, Dühring'in "ekonomik komünasını", kapitalizmi yeniden doğurtmaya vardıracağını açık-seçik göstermiştir. Görünüyor ki, Sanina ve Venger yoldaşlar bu düşüncede değildirler. Kendileri için yazık. Ancak biz marksistler, sosyalizmden komünizme geçişin ve gereksinmelere göre ürünlerin üleşimi komünist ilkesinin, her tür meta değişimini ve, sonuç olarak, ürünlerin metalara dönüşmesini ve, aynı zamanda, onların değere dönüşmesini dıştaladığını belirten marksizmin iyi bilinen tezinden hareket ediyoruz.

İşte, Sanina ve Venger yoldaşların öneri ve kanıtlarının durumu.

Kolhoz mülkiyetini ulusal mülkiyet düzeyine yükseltmek için sonuçta yapılması gereken nedir ki?
Kolhoz özel tür bir işletmedir. O, çoktan beri kolhoza ait olmayan, ama ulusa ait olan bir toprağı işlemektedir, bir toprak üzerinde çalışmaktadır. Dolayısıyla, kolhoz, işlediği toprağın sahibi değildir.
Devam edelim. Kolhoz, kendi mülkiyetinde olmayıp ulusal mülkiyette bulunan esas üretim araçları yardımı ile çalışır. Dolayısıyla, kolhoz, başlıca üretim araçlarına öz malı olarak sahip değildir.

Gene devam edelim. Kolhoz, bir kooperatif işletmedir, üyelerinin emeğini kullanır, ve geliri, üyeleri arasında, sağlanan işgünlerine göre üleşilir; kolhoz, ayrıca tohum yedeklerine sahiptir, bunlar her yıl yenilenir ve üretimde kullanılırlar.

Şu soru sorulabilir: kolhoz kendi malı olarak neye sahiptir, istediği gibi, tamamen serbest kullanabileceği kolhoz malları nelerdir? Bu mülkiyet, kolhozun üretimidir, kolhoz üretiminin meyvesidir: buğday, et, yağ, sebze, pamuk, pancar, keten vb.; ayrıca, evlerine bitişik toprak üzerindeki kolhozcularm kişisel işletmeleri ve binaları. Durum budur ki, bu üretimin önemli bir kısmı pazara arzedilmektedir ve bu şekilde meta dolaşımı ile tümleşir. İşte bugün kolhoz mülkiyetinin ulusal mülkiyet düzeyine yükseltilmesine engel olan bu durumdur. Demek ki, kolhoz mülkiyetini ulusal mülkiyet düzeyine yükseltmek için çalışmayı bu yönde geliştirmeliyiz.

Kolhoz mülkiyetini ulusal mülkiyet düzeyine yükseltmek için, kolhoz üretim fazlasının meta dolaşımından tasfiye edilmesi ve devlet sanayii ile kolhozlar arasında ürün değişimi sistemine tümlenmesi gerekir. Esas olan budur.

Bizde hâlâ gelişmiş bir ürün değişimi sistemi bulunmamaktadır, ancak bu değişimin bir filizi olan tarımsal ürünler için "meta olarak ödeme" şekli vardır. Bilindiği gibi, pamuk, keten, pancar, vb. üreten kolhozların üretimi çoktan beri "meta olarak ödenmektedir"; bunun kısmî olarak yapıldığı, tümü ile yapılmadığı doğrudur, ancak gene de yapılmaktadır. Geçerken şunu da not edelim ki, "meta olarak ödeme" deyimi hatalıdır, onun yerine "ürün değişimi" denmelidir. Görev, tarımın bütün dallarında bu ürün değişimlerinin filizlerini örgütlemek, ve onları geliştirip geniş bir değişim sistemi haline sokmaktır, öyle ki, kolhozcular üretimleri için yalnızca para değil, daha fazla gereksinmeleri olan çeşitleri alsınlar. Böyle bir sistem, kentin kıra teslim ettiği üretimin büyük çapta artmasını gerektirecektir. Bu yüzden, bu sistemi, acele etmeden kentin ürettiği çeşitlerin birikimi ölçüsünde geliştirmek gerekir. Ancak, bunu, kesinlikle, duraksama göstermeden, meta dolaşımı alanını adım adım kısarak ve ürün değişimi etki alanını genişleterek başarmalıdır.

Bu sistem, meta dolaşımının etki alanını kısmakla sosyalizmden komünizme geçişi kolaylaştıracaktır. Ayrıca, kolhozların esas mülkiyetini, koihoz üretiminin meyvelerini, ulusal çaptaki genel plancılık sistemine sokmak olanağını verecektir.

Bu, özellikle, şimdiki koşullarımızda, koihoz mülkiyetini bütün halkın mülkiyeti düzeyine kadar yükseltmenin gerçek ve kesin aracı olacaktır.

Bu sistem koihoz köylülüğü için elverişli midir? Söz-götürmeyecek şekilde elverişlidir. Elverişlidir, çünkü kolhoz köylülüğü, devletten meta dolaşımı sistemine oranla çok daha büyük miktarda ve daha ucuz olarak ürünler elde edecektir. Herkes bilir ki, hükümet ile ürün değişimi için (meta olarak ödeme) sözleşmeleri yapan kolhozlar, yapmayan kolhozlara oranla çok daha büyük yararlar sağlamaktadırlar. Eğer ürün değişimi sistemi, ülkenin bütün kolhozlarma yayılırsa, koihoz köylülüğümüz bu üstünlüklerden yararlanacaktır. ]

28 Eylül 1952
Blogger tarafından desteklenmektedir.