Header Ads

Header ADS

Politik Asker

Onbirinci Bölüm - Politik AskerMerkez Komitesinin 1918 ve 1920 yuları arasında cepheden cepheye, devrimin en fazla tehlikede olduğu yere gönderdiği tek adam, Stalin'di. K. VOROŞİLOV 

BUGÜN tüm dünya Mareşal Stalin'i büyük bir askeri strate­ji uzmanı olarak tanıyor ve bu kadar mütevazi bir köken­den gelmesine ve düzenli bir askerî eğitimden geçmemesi­ne karşın nasıl olup da böylesine uzmanlık gerektiren bir dalda böylesine ün kazandığını merak ediyor. Ne var ki, onun çalışmalarını izlemiş ve ona yol gösteren felsefeyi kavramış olanlar için bunun hiç de gizemli bir yanı yoktur. Stalin'in yaşamı, politikanın bitmek bilmeyen bir savaş de­mek olduğu bir ülkede bir politik savaşçının yaşamıdır, po­litik savaşçıların bir önderinin yaşamıdır.

Troçki Savaş Komiserliğine atandığında, parti önder­leri arasında onun askerî nitelikleri konusalında hiçbir tar­tışma çıkmadı. Ama gene de Bolşevik Savaş Komiseri bir ordu yaratmak zorundaydı. Troçki göreve atandığında yal­nızca yüzbin kadar Kızıl Muhafızdan, yani silâhlı işçiden oluşan çekirdek halinde bir ordu vardı. Troçki çok büyüksayıda asker toplamayı başardı. Onun hitabet gücü ve ateş­liliği, yeni askerlerin Kızıl Ordu saflarına akın etmelerini sağladı. Daha sonra yürürlüğe konulan zorunlu askerlik ka­rarnamesi de ona yardımcı oldu. Troçki, Çar'ın ordusunda yetişmiş otuz-kırk bin kadar subay da içinde olmak üzere, her türden insanı Kızıl Ordu saflarına kattı, işçi sınıfının askerî eğitimden yoksun olduğunun farkındaydı, yetişmiş subayları orduya katılmaya ikna etmekle bu eksikliğin gi­derilebileceğini sandı. Bu subaylara politik bakımdan gü­venilemeyeceğini düşünerek, onları denetim altında tut­mak amacıyla politik komiserler sistemini kurdu.

Bu ordu önceden hiç eğitim göremeden birçok cephe­de savaşa girince, Troçki bir askerî önder olarak nitelikleri­ni ortaya koymak zorunda kaldı. Troçki'nin orduların ku­ruluşu, devrim tarihi ve askerî strateji konusunda epeyce kitap okumuş olduğu su götürmezdi. Ama hem askeri pra­tikten hem de devrimci savaşın örgütlenmesi pratiğinden yoksundu. Ondokuz yaşında olduğu 1898 yılından 1917 yılına dek Rusya'da hemen hiç bulunmamıştı. 1917 Temmuzunda Stalin'in önerisi üzerine grubuyla birlikte Bolşe­vik Partisine kabul edilinceye dek, gerek sözüyle, gerek ka­lemiyle Bolşeviklere karşı mücadele etmişti.

Anlaşmazlık derinde yatıyordu ve hiçbir zaman orta­dan kalkmamıştı. Şimdi Kızıl Ordu konusunda Stalin'le ya­pılan tartışmalarda bu yeniden ortaya çıkıyordu. Aslında Troçki, Lenin'in partisiyle yığınlar arasındaki ilişkiye yol gösteren ilkeyi hiçbir zaman içtenlikle benimsememişti, çünkü proletaryanın yaratıcı gücüne inanmıyordu. Troçki bencildi, yalnızca kendine güvenen bir bencildi. O, dikta­törlerle aynı kumaştan dokunmuştu. Önderlik anlayışı, kendi yeteneklerinin kabul edilmesinden ve kendi buyruk­larını yerine getirecek bir proletaryadan ibaret bîr temele dayanıyordu. Proleterler örgütlendirilmeliydi. Orta sınıflar­dan, aydınlardan ve subaylardan çıkan ve başında da ken­disinin bulunduğu bir kadronun denetimindeki bir makinanın parçası olarak proleterleri kendisi örgütleyecekti. Be­cerikliydi. Becerikliliğe hayrandı. Ama proletarya ile kay­naşma düşüncesini hiçbir zaman benimseyemiyor ve orta sınıflarda gördüğü niteliklerin proletaryanın bağrında da yattığına ve devrimci mücadelenin proleterleri önderlik saflarına kazandıracağına asla inanmıyordu. Onların kısa sürede değil, ancak uzun sürede eğitilebileceği kanısınday­dı. Onun entellektüel züppeliği devrimciliğini yoketti.

Troçki'nin Savaş Komiseri olarak başarılı hizmetlerde bulunduğu inkâr edilemez. Lenin, Gorki'ye şöyle demişti: "Bu kadar kısa zamanda bir ordu yaratabilecek bir ikinci in­san gösterebilir misiniz?" 1919'da Petrograd'ın Yudeniç'e karşı savunulmasında onun proletaryayı harekete geçir­mek için gösterdiği büyük çabalar unutulamaz. Ama bu za­ferlerin niteliği onun kişiliğinden ayrı olarak düşünülemez. Bu zaferler, coşkun isteklerin ve diktatörce örgütleme becerikliliğinin basarılarıydılar.

Verilmesi gereken savaş bir sınıf savaşı değil de, bir ulusal savaş olsaydı, bütün bunlar gerçekten birer başarı sayılabilirdi. Ama bir proleter sınıf savaşı ordusunu, prole­taryanın sınıf düşmanlarından gelen ve politik bakımdan güvenilir olup olmadıkları bilinmeyen subaylarla doldur­mak demek, en tehlikelisinden bir belâyı başına almak de­mekti. Troçki bunu göremedi. Proletaryanın teknik geriliği­ni abartan ve meslekten subayların teknik niteliklerine hay­ranlık duyan Troçki, subayların politik yetersizliğini komiserler kadrosuyla gidermede kendine aşırı ölçüde güvendi. Bu subayların pek çoğunun sadık ve becerikli birer asker olarak ellerinden geleni yapmaya çahştıkları doğrudur. An­cak ellerinden geleni yapmaya çalışmaları yetersiz kalıyor­du, çünkü o zamana dek hiç deneyim edinmedikleri türden bir savaşla karşı karşıyaydılar. Babaların oğullarıyla çarpış­mak zorunda kaldıkları, çok değişken, kimi zaman bir ge­rilla savaşı niteliğine bürünen ve durmadan alışılmamış görüşlerin ortaya çıktığı bir politik askerî savaştı bu.

Bunun sonuçları, daha başka şeylerin de yanısıra, Troçki'nin Stalin'le olan ilk büyük çatışmasına yol açtı. İlk çatışma, Stalin'in Güney Rusya'dan erzak ikmalini sağla­makla görevli komiserliğe atanmasından çıktı.Böyle bir göreve Stalin'in atanması, durumun ne ka­dar ciddi olduğunu açıkça gösteriyordu. Devrimin başlan­gıcında Bolşeviklerin hasımlarına gösterdikleri hoşgörü, karşı devrimci kuvvetlerin toparlanmasına fırsat vermişti. Şeref sözü üzerine serbest bırakılan subaylar hemen yeni iktidara karşı kurulan direnme merkezlerine sığınmışlardı. Patronlar, banka yöneticileri, eski devlet dairelerindeki gö­revliler devrimin yenik düşeceğine güvenli bir biçimde üre­timi baltalıyorlardı. İşçiler, yeni iktidarlarının farkındaydı­lar, ama "Günümüzün Görevleri" konulu konuşmasında Lenin'in önemle üzerinde durduğu üretim disiplinini he­nüz tam olarak kavramamışlardı. Üretim düşüyordu. Ya­rınlarından korkan ve kâğıt paraya karşı güvensizlik duyan köylüler, yiyecekleri kendi kullanımları için depoluyorlar ve kentlere gidecek erzağı göndermiyorlardı. 1918 Mayı­sında Sovyet Hükümeti ülke topraklarının altıda-birine hapsedilmişti. Ama kuşatılmış cumhuriyeti sekiz ordu savunuyordu. Bunlar iyi donatılmış ordular değillerdi. Genel­likle yalpalayan güçlerden oluştukları için fabrikalardaki en devrimci unsurlarla takviye edilmeleri gerekiyordu. Bunlar, savaşın gelişimi içinde devrimci düşüncenin gücüyle sımsıkı birleştirilmeleri gereken ordulardı.

Stalin yeni görevine atandığı zaman onun da, hükü­metin de askerî işlere karışmak gibi bir eğitimi yoktu. Yiye­cek maddelerinin kuzeye iletilmesinde bir kilit noktası olan Çaritzin'e geldiğinde feci bir durumla karşılaştı. Ordu dağılmıştı. Subaylar moral çöküntüsü içindeydiler. Düşmana en küçük bir yakınlık duymayan subaylar bile, kendilerini devrimci bir savaşın önderleri olarak değil, yalnızca hükü­metin memurları, "kurmay işçileri" olarak görüyorlardı. İş­te Troçki'nin ordunun yapısı ve önderliği konusundaki politikasının eninde sonunda varacağı mantıkî sonucun en aşırı biçimi gözler önündeydi. Stalin hiç vakit geçirmeden durumu değerlendirdi ve bu durumu düzeltmek için Parti Merkez Komitesinden yetki istedi. Stalin, Troçki'nin işçiler hakkında duyduğu kaygıların hiçbirini duymuyordu, Troç­ki'nin ordu konusundaki fikirlerinin hepsine karşı çıktı. Le­nin'in devrimin önderi olarak partinin rolüyle ilgili teorisine bağlı olan Stalin, devrimci sınıf savaşının ancak bizzat ken­dileri inançlı devrimciler olan önderlerin yol göstericiliğinde yürütüldüğü takdirde zafer sağlayabileceği kanısındaydı.

Durum feciydi. Kızıl Ordu hattı yarılmıştı. Kazaklar kentin yakınlarına gelmişlerdi. Kuzeyin yiyecek umutları tamamen Çaritzin'e bağlıydı ve Petrograd'da kıtlık başla­mıştı.

Stalin, kentte tam bir dağınıklık ve karışıklıkla karşı­laştı. Kızıl Ordu üstünlük kazanır gibi olduğunda sinmiş olan bütün karşı-devrimci unsurlar yeni günlerin yaklaştı­ğına güvenli olarak yeniden ortaya çıkmışlardı. Düşman unsurların doluştuğu ordu komutanlığı şaşkınlık içindeydi ve görevinin ne olduğu konusunda en küçük bir fikre sahip değildi. Gerçekten de ordu komutanlığı kısa bir süre önce geri çekilme emri vermişti. Kent meydanında askerî bando­lar marşlar çalarken karşı-devrimciler sokaklarda ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıyorlardı.

Savaş Konseyinin, sorunu yazışma yoluyla çözmesini beklemek, Stalin'in alışkın olduğu bir yöntem değildi. Ta gençlik günlerinden beri her zaman ani kararlar alması ge­reken durumlarla karşılaşmıştı, ama bu seferki durum üstesinden gelmek zorunda kaldığı en büyük ve en çetin du­rumdu. Stalin'in sırf Troçki'den hoşlanmadığı için askeri işlere karışmaya başladığıni ileri sürmek gülünç olur. Hatta belki de Çaritzin'e varmadan önce, Troçki'yle aralarında bir çatışma çıkabileceğini aklından bile geçirmemişti. Du­rum çok ciddiydi. Stalin 7 Temmuz 1918'de Lenin'e şunları yazıyordu:

Böyle davranılmayı hak eden herkesi zorluyor ve azarlıyorum. Umarım, durum yakında düzelir! Bizden olsun, ötekilerden olsun kimseyi harcamayacağımıza ve tahılın sağlanacağına rahatça gü­venli olabilirsin. Eğer askeri "uzmanlar'ımız uyumasalar ve avare­lik etmeselerdi, hat yarılmazdı. Eğer hattı yeniden kurabilirsek, bu onlar sayesinde değil, onlara karşın olacaktır.

Stalin kendisine durumu ele almasını, "düzeni sağla­masını, müfrezeleri düzenli ordu birliklerinde birleştirme­sini, görevleri uygun kişilere vermesini ve disipline uyma­yanları görevlerinden uzaklaştırmasını" emreden Lenin'in yönetimindeki Devrimci Askeri Konsey'den yetki aldı. 11 Temmuzda Lenin'e durumu aydınlatan bir telgraf çekti:

Kuzey Kafkasya Komutanlığı Kurmay Karargahı karşı-devrimle sa­vaşmada tam bir yetersizlik gösterdiği için her şey karmakarışık. "Uzmanlarımız yalnızca karşı-devrime kararlı bir vuruş indirmede psikolojik bakımdan yetersiz olmakla kalmıyorlar, aynı zaman­da "kurmay" görevliler olarak yalnızca "planlar tasarlıyorlar" ve ör­gütlenme taslaklarını en ince ayrıntılarına dek hazırlıyorlar, ama askeri harekatlara karşı tamamen kayıtsız kalıyorlar... ve genellikle bir yabancı ya da bir konuk gibi hareket ediyorlar. Askeri komiser­ler boşluğu doldurmuyorlar.... Öyle sanıyorum ki, Kaledin'in cep­hesinin ikmal yolunun kesildiği ve Kuzeyin tahıl bölgesiyle olan bağlantısının koparıldığı bir sırada, bu duruma kayıtsız kalmaya hakkım yok. Bu durumu değiştirmek ve yerel bölgelerdeki başka eksiklikleri gidermek niyetindeyim. Gerektiğinde ezip geçeceğim bütün resmî güçlüklere karsın, davayı yıkıma sürükleyen komutan ve subayları görevlerinden uzaklaştırmaya dek varan önlemler ala­cağım. Elbette, bütün üst kuruluşlar önünde bütün sorumluluğu üzerime alıyorum.

Lenin, "Sol" Sosyalist-Devrimclerin Çaritzin'de bir başkaldırı çıkarmasından kaygılanıyordu. Stalin hemen yanıtladı: "Kudurgunlar konusunda hiçbir kaygınız olma­sın. Elimiz titremeyecek. Düşmanlara nasıl davramlması gerekiyorsa, öyle davranacağız."

Stalin, Çaritzin'de doğrudan kendisinin seçtiği kişiler­den bir Devrimci Savaş Konseyi kurdu. Konseyde, Kafkas­ya'da birlikte çalıştığı ve çok yakından tanıdığı Kaganoviç ve Voroşilov da bulunuyordu. Onbeş bin savaşçıya önder­lik ederek ve durmadan çarpışarak, savaşçı olmayan otuz-beş bin göçmeni yüzlerce kilometre boyunca Ukrayna içle­rinden geçiren Voroşilov, Çaritzin'e yeni varmıştı. Daha ön­ce hiçbir askerî eğitimden geçmemiş olan Voroşilov, bu göç sırasında elde ettiği büyük başarıyla askerlik mesleğine adımını atmış oluyordu. Çaritzin'in savunma komutanlığı­na getirildi. Voroşilov, Kaganoviç ve güvenilir birer Bolşe­vik olduklarına inandığı ötekilerle birlikte Stalin, cephe gerisindeki karşı-devrimle mücadele etmek üzere bir komite, bir Çeka kurdu. Ardından sivil ve askerî kurumları temizle­meye koyuldu. Troçki tarafından atanan Askeri Yönetim Başkanı Nossoviç düşman safına geçti. Nossoviç sonradan, Stalin tarafından yapılan değişiklikleri, Don Irmağının Ka­barışı adlı gazetenin 3 Temmuz 1919 sayısında kendi açı­sından şöyle anlatacaktı:

Stalin'in hakkını teslim etmemiz ve eski yöneticilerin onun gücü­nü kıskanmakta haklı olduklarını kabul etmemiz gerekir. Birçokla­rının, Stalin'in yaptığı işe ve yerel koşullara uyabilme yeteneğin­den dersler çıkarmalarında yarar vardır. Bir süre sonra görevi hafif­lediğinde ya da daha doğrusu doğrudan doğruya kendisinin yaptı­ğı işler azaldığında, Stalin kentin bütün yönetim yerlerindeki çalış­maları, Çaritzin'in savunmasını ve genel olarak Devrimci Kafkasya Cephesi denilen cepheyi örgütleme işini denetlemeye başladı... O sıralar Çaritzin'de hava artık iyiden-iyiye gerginleşmişti. Çaritzin Çeka'sı tam hızla çalışıyordu, gün geçmiyordu ki, en güveni­lir ve en gizli gibi görünen yerlerde bile bir komplo ortaya çıkarılmasın. Kentin bütün hapishaneleri doluydu... Kurucu Meclisi kendilerine bayrak edinmiş olan yerel karşı-devrimci örgütler de bir hayli güç kazanmışlardı ve Moskova'dan sağladıkları parayla bir başkaldırı düzenleyerek Don Kazaklarının Çaritzin'i kurtarmaları­na yardım etmeye hazırlanıyorlardı. Ne yazık ki, bu örgütün Mos­kova'dan gelen önderleri, mühendis Aleksiyev ve iki oğlu o sırada­ki koşulları iyi bilmiyorlardı ve yakın zamana dek Olağanüstü Ko­mitedeki Bolşeviklere hizmet etmiş bir Sırp taburunu da örgütün etkin unsurları arasına alan kötü düzenlenmiş bir plan sonucunda, bu komplo örgütü ortaya çıkarıldı... Stalin'in kararı kısaydı: "Kur­şuna dizin"

Aynı yazar, Troçki'nin bu duruma müdahalesini de şöyle anımsıyor:

Bu atılımın belirgin bir özelliği de, Stalin'in merkezden gelen tali­matlara karşı tavrıydı. Troçki, kendisi tarafından büyük güçlükler­le kurulan komuta örgütünün dağıtılmasından kaygıya kapılarak, Kurmay Heyetinin ve Savaş Komiserliğinin olduğu gibi bırakılma­sının ve onlara çalışma olanağı tanınmasının zorunlu olduğunu bildiren bir telgraf gönderdiğinde, Stalin bu telgrafın üzerine son derece kesin ve önemli bir not düştü: "Dikkate alınmayacak!"

Ama Troçki'nin "dikkate alınmamaya" niyeti yoktu. Lenin'e şu telgrafı çekti: "Stalin'in geri çağrılmasında ke­sinlikle diretiyorum..." Stalin geri çağrıldı ve Lenin çatış­mayı yatıştırdı. Voroşilov Ukrayna'ya gönderildi. Ama Sta­lin görevini yerine getirmişti, Troçki'yle arasındaki temel ayrılık olduğu gibi kalmıştı. Troçki kendi "uzmanlarını is­tiyordu. Stalin ise, orduda Bolşeviklerin önderliğini savunuyordu ve bunu sağlamaya kararlıydı. Böylece ikisi ara­sındaki büyük mücadele başladı. Bu mücadele 1938'de Kı­zıl Ordu yönetiminde yapılan son temizlikle ve Stalin hü­kümetine karşı bir başkaldırı düzenleyen generallerin kur­şuna dizilmesiyle sonuçlanacaktı. Aslında Stalin eski Çar­lık subaylarının Kızıl Orduya katılmalarına karşı değildi, ama onların ordu içinde yönetici mevkilere getirilmeden önce devrim davasını candan ve gönülden benimsemiş devrimciler haline getirilmelerinde diretiyordu. Pek çok iş­çinin askerî bilgileri edinebileceğine ve bir askerî önder olabileceğine inanıyordu. Bu inancına bağlı olarak Frunze, Voroşilov, Budiyenni, Timoşenko ve daha birçokları gibi Sovyetler Birliği'nin savaş meydanlarına adlarını altın harf­lerle yazdıran işçi ve köylü devrimcileri ortaya çıkaran, Stalin'di.

Çaritzin buhranı henüz giderilmişti ki, Sosyalist-Devrimciler yeniden terörizme giriştiler, iki Bolşevik önder, Uritski ve Volodarski öldürüldü. Dora Kaplan, Lenin'i öl­dürmeye kalkıştı. Lenin ağır yaralandı ve hiç kuşkusuz bu olay onun ömrünü epeyce kısalttı. Büyük bir öfkeye kapı­lan işçiler iç savaşta eşi görülmemiş korkusuzluk örnekleri verdiler. Bolşevikler "Beyaz Terör"e "Kızıl Terörle karşılık verdiler, Lenin'e suikast girişimini izleyen günlerde binler­ce kişi sırf burjuva görünüşlü oldukları için kurşuna dizil­diler. Ama vücudundaki kurşunlardan biri henüz çıkartılamadığı halde Lenin birkaç hafta içinde görevinin başına döndü, çünkü Sovyetlerin çevresindeki demir çember durmadan daralıyordu. 1918 sonlarında Lenin şöyle bir telgraf çekti:

Devrimci Savaş Konseyi Başkanı Troçki'ye; Koslov'a ya da bulun­duğu yere; Moskova, 31 Aralık 1918. Ordudaki berbat tutum ve sarhoşlukla ilgili olarak Perm'den gelmiş bazı parti raporları var. Bunları size gönderiyorum. Oraya gitmeniz İsteniyor. Ben Stalin'i göndermeyi düşündüm. İçki içtiği ve düzeni sağlayamayacağı söy­lenen Smilga'nın yeterince kararlı bir tavır takınamayacağından endişe ediyorum... Düşüncenizi telgrafla bildirin.

Troçki şu karşılığı verdi: "Parti ve Devrimci Savaş Konseyinin yetkilerine sahip olarak Stalin'in gönderilmesi­ne katılıyorum." Böylece Stalin ve Çeka başkanı Cerjinski soruşturma yapmak üzere gönderildiler. Üçüncü Ordu Perm'deydi ve morali bozuktu. Soruşturmacılar düzeni sağladılarar. Durumu rapor ettiler. Stalin gene işe, önderliğin yapısını amansızca açığa çıkarmakla başladı. Çaritzin'de yürüttüğü işlemi Perm'de de uyguladı. 5 Ocak 1919'da Sta­lin ve Cerjinski, Lenin'e telgrafla şu raporu gönderdiler:

Soruşturma başladı. Sizi zaman zaman soruşturmanın nasıl gitti­ğinden haberdar edeceğiz. Şimdilik Üçüncü Ordunun geciktirme­ye gelmeyecek bir isteğini size bildirmeyi gerekli görüyoruz. Mev­cudu daha önce otuz bin olan ordudan geriye, düşman saldırıları­na güçlükle dayanabilen yalnızca oniki bin yorgun, tükenmiş asker kalmış durumda. Başkomutan tarafından" gönderilen birlikler gü­venilir değil, hatta bazıları bize düşman bile ve ciddi bir temizliğe tabi tutulmaları gerekiyor. Üçüncü Ordudan arta kalanları kurtar­mak ve düşmanın Viyatka'ya doğru hızla ilerleyişini önlemek için (cephedeki ve Üçüncü Ordudaki komutanlardan gelen raporlara göre bu gerçekten büyük bir tehlikedir) ordu komutanlığı emrine Rusya'dan en az üç tane kesinlikle güvenilir alayın gönderilmesi mutlaka zorunludur. Bu yönde karar alması için ilgili askerî kuru­luşa baskı yapmanızı sizden ivedilikle rica ediyoruz. Tekrar ediyo­ruz: eğer bu önlemler alınmazsa, Viyatka da Perm'in akıbetine uğ­rayacaktır.

Buradaki yoldaşların genel kanısı budur ve biz de eli­mizdeki bilgilere dayanarak aynı kanıyı paylaşıyoruz.

STALİN, CERJİNSKİ, 5 Ocak 1919. Viyatka.

Stalin 15 Ocakta Savunma Konseyine şu raporu gön­derdi: "Cepheye bin ikiyüz güvenilir piyada ve süvari gön­derildi; bir gün sonra iki süvari müfrezesi daha yollandı." 20 Ocakta şunları yazıyordu:

... 62. Alay ve 3. Tugay dikkatle temizliğe tabi tutuldu. Takviyeler düşmanın durdurulmasını mümkün kıldı. Üçüncü Ordunun mora­lini yükseltti ve Perm üzerine şu ana dek başarıyla yürütülen bir saldırı için olanak sağladı. Ordu gerisindeki sovyet ve parti kuru­luşlarında ciddi bir temizlik yürütülüyor. Viyatka'da ve öteki il merkezlerinde devrimci komiteler kuruldu... Tüm parti ve sovyet çalışmaları yeni bir temel üzerinde yeniden örgütleniyor... Viyatka kavşağındaki boşaltma sürdürülüyor...

Düşman durdurulmuş. Doğu Cephesi saldırıya geç­mişti. Stalin, Perm'den Ukrayna'ya, Denikin'e karşı savaşan Voroşilov'a yardım etmeye gönderildi. Tam Denikin ordu­su Kiev üzerinden yavaş yavaş geriletildiği sırada başka bir terslik Stalin'i yeni bir sorunla karşı karşıya bıraktı, İngilizlerin desteklediği ve "beyaz" Ruslardan, Estonyalılardan ve Polonyalılardan kurulu karışık bir ordunun başında bulu­nan General Yudeniç, Estonya'yı geçerek Petrograd üzerine yürümeye başladı. Denikin'e karşı girişilen saldırıyı zayıflatmak istemeyen Lenin, Stalin'in kuvvetleri Denikin'i ye­nilgiye uğratıncaya dek Petrograd'ın boşaltılmasını önerdi. Stalin bu öneriye açıkça karşı çıktı. Her nasılsa, Troçki de karşı çıktı! Lenin görüşünde diretmedi, güney ordusunun bir kısmı Petrograd'a yöneltildi ve yönetimi ele almak üze­re Stalin'le Troçki oraya gönderildi, işte orada Troçki Petrograd'ın savunulması için işçileri müthiş bir biçimde bir ara­ya getirerek gene bütün dikkatleri üstüne topladı. Ancak Stalin'in başka bir görevi vardı. Cephede hem Petrograd'da, hem de Kronstadt'ta ihanete karşılaşmıştı. Sta­lin, Lenin'e çektiği iki telgrafta, orada oynadığı rolü anlatır ve gene "uzmanlar"a saldırır. îlkinde şöyle diyordu:

"Kızıl Tepe" eteklerinde "Boz At"ı yok ettik; onların büyük topları eksiksiz çalışır durumda... Denizcilik uzmanları, Kızıl Tepenin denizden ele geçirilmesinin tüm denizcilik bilimini yok edeceğini söylediler. Şu anda bu sözümona bilimin yok olması karşısında yas tutuyoruz. "Tepe"nin hızla ele geçirilişi, benim ve genel olarak sivillerin harekatlara en kaba bir biçimde müdahalemizin bir sonucudur. Bu müdahaleye, kara ve denizle ilgili emirlerin kaldırılması ve bizim kendi talimatlarımızı vermemiz de dahildir. Bilime olan tüm saygıma karşın, böyle davranmayı sürdüreceğimi bildirmeyi görev sayıyorum. STALİN

Altı gün sonra çektiği ikinci telgrafta da şöyle diyordu.

Birliklerimizde dönüm noktasına varıldı. Bir haftadır tek tek olsun, toplu halde olsun, hiçbir kaçma olayına rastlanmadı. Binlerce ka­çak geri dönüyor. Düşman tarafından bizim saflarımıza kaçma olayları daha sık görülür oldu. Bir hafta içinde dörtyûz asker, hem de çoğu silahlarıyla birlikte bizim tarafa geçtiler. Dün akşamüstü saldırıya geçtik. Gerçi vaat edilen takviyeler henüz ulaşmamıştı, ama işgal ettiğimiz hatta kalmamız mümkün değildi, çünkü bu hat Petrograd'a çok yakındı. Saldırı şu ana dek başarılı, beyazlar kaçı­yor; bugün Kernovo - Voronino - Slepino - Kaskovo hattını ele ge­çirdik. Birçok tutsak aldık, birkaç top, otomatik silahlar ve mermi­ler ele geçirdik. Düşman gemileri ortalıkta yok, artık tamamen bi­zim elimizde olan "Kızıl Tepe"den açıkça korkuyorlar. Altıncı Tü­men için ivedi iki milyon mermi gönderin.

Bu zaferden dolayı Stalin'le Troçki'ye Kızıl Bayrak ni­şanı verildi. Ama ikisi arasındaki anlaşmazlık asla sona er­miş değildi. Petrograd savunması ve Yudeniç'in yenilgiye uğratılması henüz unutulmamıştı ki, çatışma bu kez bir strateji sorunuyla ilgili olarak yeniden alevlendi. Kolçak'ın ordusu Volga'dan Urallara püskürtüldüğü halde, Denikin'in ordusu Ukrayna'da ürkütücü bir hızla ilerliyordu. Ya Kolçak'ın ordusu izlenecek ve tamamen yokedilecek ya da bütün güçler Denikin ordusunun yenilgiye uğratılmasına yöneltilecekti. Anılarında bu gafletini tamamen kabul eden Troçki, Kolçak'ın bırakılmasını ve Denikin'e yüklenilmesini kararlaştırdı. Stalin bu plana şiddetle karşı çıktı ve Mer­kez Komitesi de Stalin'in böyle bir kararın Kolçak'a Uralların ardında kuvvetlerini yeniden toparlamak, örgütlemek ve donatmak için vakit kazandıracağı yolundaki görüşünü destekledi. Stalin, Kızıl Ordunun ilerlemesi ve Kolçak'ı ve ordusunu "yoketmesi" gerektiğini ısrarla savunuyordu. Gerçekten de Kızıl Ordu ilerledi, Kolçak ve ordusu yokedildi.

Stalin bu kez Lenin'den Troçki'nin Savaş Komiserliği görevinden alınmasını istedi. 4 Haziran 1919'da şöyle yazı­yordu: "Şimdi bütün sorun, Merkez Komitesinin uygun ka­rarı alma yürekliliğini kendinde bulup bulamayacağındadır. Merkez Komitesi yeterli kişiliğe ve kararlılığa sahip midir?" Troçki hemen istifasını vererek karşılık verdi, ama Lenin ve Merkez Komitesi bu istifayı kabul etmeye hazır değildiler. Stalin de önerisini geri aldı ve oyunu Troçki'nin istifasının reddedilmesi yönünde kullandı. Eli mi titremiş­ti, yoksa "cesaret"i mi kırılmıştı? Hiçbiri değil. Geri çekil­mişti, çünkü öylesi uygundu. Bekleyebilirdi. Ama kesin olan bir şey vardı: Artık Troçki'nin devrim için bir tehlike haline geldiğine iyice inanmıştı.

Bu olaydan kısa bir süre sonra Stalin, Voroşilov, Kirov ve öteki Bolşevik önderler Denikin cephesine gönderildi. Merkez Komitesi, Stalin'in oradaki durumu ele almaşım is­tedi. Birden Stalin'in Troçki'yle ilgili kesin kanısı gene ön plana çıktı ve Stalin kendisine verilen görevi kabul etme­den şu üç koşul üzerinde diretti:

(1) Troçki güney cephesi­nin işlerine karışmamalı ve güney cephesinin snırlanndan içeri girmemeliydi;

(2) Stalin'in durumu düzeltme çalışmaları için uygun bulmadığı birkaç görevli hemen geri alınmalıydı;

(3) kendisinin seçeceği ve görevin üstesinden gelebilecek nitelikteki yeni görevliler hemen güney cephe­sine gönderilmeliydi.

Böyle bir istek karşısında kuvvetlerini bir arada tuta­bilmesi, Lenin'in dehasını gösterir. 1944 yılında Merkez Komitesince verilen bir görevi kabul etmeden önce Kızıl Ordu Başkomutanının yetkilerine aşırı kısıtlamalar koyan bir Sovyetler Birliği Komünist Partisi önderi düşünebilir misiniz? Ama Stalin'in koşulları kabul edildi ve Stalin cep­heye varır varmaz durumu kendine özgü titizliğiyle gözden geçirdi. Merkez Komitesine gönderdiği şu mektup onun nasıl bir durumla karşılaştığını, neler düşündüğünü ve ne­ler önerdiğini tüm açıklığıyla ortaya koyuyor:

İki ay önce Yüksek Komite ana saldırının Don havzası boyunca ba­tıdan doğuya yöneltilmesini ilke olarak uygun görmüştü. Bu hare­kat birliklerin yazın güneyden geri çekilmelerinin doğurduğu du­rum yüzünden, yani güneydoğu cephesindeki birliklerin Denikin'in yararlandığı çok büyük bir zaman kaybına yol açan kendili­ğinden yeniden dağılımı yüzünden gerçekleştirilemedi. Ama şim­di durum ve aynı zamanda kuvvetlerin yeniden dağıtımı da tama­men değişmiş bulunuyor. Eski güney cephesinin ana kuvvetlerin­den biri olan Sekizinci Ordu ilerledi ve Don havzasının önüne geldi. Başka bir önemli kuvvet olan Budiyenni Süvari Ordusu da iler­ledi. Bunlara bir de yeni kuvvet, Letonya Tümeni eklendi. Bu tü­men bir ay içinde yeniden düzenlendiğinde Denikin'i tekrar tehdit edecektir... Yüksek Komiteyi eski plana bağlı kalmaya zorlayan ne vardır? Bu yalnızca, "Strateji Uzmanlarının Şahı" [Troçki olacak] tarafından Yüksek Komitede yaratılan son derece dargörüşlü ve Cumhuriyet için son derece tehlikeli inatçılıktan kaynaklanmakta­dır.

Bir süre önce Yüksek Komite, havacılarımız için oldukça elverişli olabilecek, ama piyadelerimizi ve teçhizatımızı geçirmekte epeyce güçlük çekebileceğimiz Don stepleri üzerinden Novorissisk'e doğ­ru ilerlemesi için Korin'e talimat verdi. Düşman elindeki toprakla­rın ortasından ve ilerlenmesi olanaksız bir hat üzerinden yapılacak böylesine anlamsız bir ilerleyişin mutlaka yıkımla sonuçlanacağı çocukların bile görebileceği bir şeydir. Kazak köylerine karşı girişi­lecek böyle bir saldırının, köylerini bize karşı korumak için Kazak­ların tıpkı kasa bir süre önce olduğu gibi gene Denikin'in çevresinde toplanmalarından ve Denikin'in Don'un kurtarıcısı pozu takınmasından başka bir işe yaramayacağım görmek son derece kolay­dır. Sözün kısası, bu yalnızca Denikin'i güçlendirmeye yarayacak­tır. Dolayısıyla, eski plan hiç vakit kaybedilmeden hemen değişti­rilmeli ve onun yerine Harkov ve Doneç havzası üzerinden Ros­to v'a yapılacak merkezi bir saldırı planı konmalıdır. Böyle yapmak­la, birinci olarak, kendimizi düşman topraklarının ortasında değil, tam tersine dost bir çevrede bulacağız, bu da ilerlememizi kolaylaş­tıracak. İkinci olarak, önemli bir demiryolu hattını (Doneç demir­yolu hattını ve Denikin ordusunun ana ulaşım hattı olan Voronej-Rostov hattını işgal etmiş olacağız. Üçüncü olarak, Denikin'in ordusunu ikiye bölmüş olacağız. Bu ordunun bir bölümü olan "Gö­nüllüleri Mahno hallederken, biz de Kazak Ordusunu geriden teh­dit edeceğiz. Dördüncü olarak, Kazakları, Denikin'den koparmayı başarabiliriz, çünkü ilerleyişimiz başarılı olursa, Denikin, Kazakla­rı batıya doğru çekmek isteyecek ve Kazakların çoğunluğu buna karşı çıkacaktır. Ve beşinci olarak, kömür elde etmiş olacağız. Oysa Denikin hiç kömür elde edemeyecek. Bu harekat planı hiç vakit ge­çirmeden uygulamaya konulmalıdır...

özetlersek: Son olaylar yüzünden geçerliliğini kaybeden eski plan, Cumhuriyeti tehlikeye atacağı ve mutlaka Denikin'in durumunu güçlendireceği için asla uygulanmamalıdır. Yerine başka bir plan konulmalıdır. Durum ve koşullar hem böyle bir değişiklik için ol­gunlaşmıştır, hem de böyle bir değişikliği acilen zorunlu kılmakta­dır.., Tersi durumda, güney cephesindeki görevim anlamsız, hatalı ve yararsız hale gelecek, bu da bana burada kalmaktansa nereye olursa olsun, hatta cehennemin dibine bile gitme hakkını verecek, daha doğrusu beni buna zorlayacaktır. Saygılarımla, STALİN

Merkez Komitesi Stalin'in planını onayladı. Birkaç hafta sonra Ukrayna ve Kuzey Kafkasya Sovyetlerin eline geçmiş ve Denikin'in ordusu kesin bir yenilgiye uğratılmış­tı. Ama Stalin'in cephelerdeki başarıları hiçbir zaman geniş bir çevrede duyulmadı. İşçilerin gözünde zaferler genellikle "Kızıl Ordunun ve onun büyük önderi Troçki'nin zaferleriydi.

Stalin'in yürüttüğü ardı arası kesilmeyen çalışmalar ve bunun doğurduğu olağanüstü gerginlik onu yormaya başladı. Sinirleri yıpranmaya yüz tuttu. Biraz kaprisli olma­ya ve bir süre için her zamanki soğukkanlılığını kaybetme­ye başladı. Merkez Komitesine, "kendisinin Savaş Bakanlı­ğının domuz ağıllarını temizlemekle görevli bir 'uzman' haline getirildiğinden" yakındı. Ama gene de, 1920 Oca­ğında Kafkasya cephesinde yeni bir buhran patlak verdi­ğinde. Merkez Komitesi Stalin'den oraya gitmesini istedi. Bu görevi üstüne almamaya çalıştı. Lenin'e, oldukça ağır bir biçimde karşılık gören şu telgrafı gönderdi:

Kafkasya cephesinin sorumluluğunun neden öncelikle bana yük­lendiğini anlayamıyorum. Bugünkü çalışma düzenine göre Kafkas­ya cephesinin savunulması görevi, işlerin altında fazlasıyla ezilmiş Stalin'e değil, tamamen Cumhuriyetin Devrimci Savaş Konseyine düşmektedir. Öğrenebildiğim kadarıyla Konsey üyelerinin hepsi de sağlıklıdır.

Lenin şöyle karşılık verdi: "Takviyelerin güney cephe­sinden Kafkasya cephesine ulaşmasını hızlandırma görevi size verilmiştir. Kişi kendine yetki alanının sınırlarıyla kı­sıtlamamak, genel olarak her yönde yararlı olmaya çalış­malıdır." Stalin kendisinden istenileni yerine getirdi.

Ama Kafkasya cephesindeki sorunları hallettikten sonra sağlığı iyiden-iyiye bozuldu ve bir süre için görevle­rinden bağışlanması gerekti. Ancak güneybatı cephesini yönetmek için çağrıldığında, iyileşmişti. Tuhaşevski mer­kez cephedeki ordulara, Gais ise kuzeybatıda saldırıda olan ordulara komuta ediyordu. Bütün cephelerde çarpıcı zafer­ler kazanıldı. Komünist Enternasyonalin ikinci Kongresi­nin delegelerinin Kremlin'de toplanıp Kızıl Ordunun düş­mana karşı ilerleyişini gösteren büyük bir harita üzerinde kızıl bayrakların yerlerinin ardı ardına değiştirilmesini seyrettikleri o günlerin coşkunluğunu anımsıyorum.

Parti önderleri arasında, Polonya üzerine ilerlemenin ne derece uygun olacağı konusunda şiddetli bir tartışma çıkmıştı. Troçki, Radek ve Cerjinski buna karşıydılar. O sı­ralar Stalin hastalar listesindeydi ve tartışmalara katılmı­yordu. Lenin ise, Polonya üzerine derlenmesinden yanay­dı. Merkez ordusu, Polonyalıları öylesine büyük bir hızla önüne kattı ki, Polonya'lılar erzak ve teçhizatlarını bırakıp kaçmak zorunda kaldılar. Tuhaşevski, Varşova varoşlarına varmıştı. Tüm Avrupa Polonya başkentinin "Kızılların" eli­ne geçtiği haberini soluğu kesilmişçesine beklemeye ko­yuldu. Ama bu gerçekleşmeyecekti. Fransızlar General Weygand'ı Polonyalılara yardımcı olarak üzere uçakla yol­ladılar. Durumu hızla gözden geçiren Weygand, Polonyalı­lara Rusların hem merkez ordusuna, hem de kuzey ordusu­na saldırmalarım emretti. Polonyalılar bu emre can havliy­le sarıldılar.

İlerlemekte olan Kızıl Ordu ikmal hatlarından kopmuş, Gais'in ordusu da yenilgiye uğratılmış ve yarıl­mıştı. Bu arada Stalin, Voroşilov ve Budiyenni komutasın­daki ordu, ikiyüz mil ötede, Lemburg'un (Lvov) birkaç mil yakınlarına dek gelmişti.

Rus Devrimi Tarihi adlı eserinde Troçki, Stalin'i, sırf Lemburg'u almak gibi bir kişisel tutkusunu doyurmak için Savaş Konseyinin emirlerine uymamakla suçlar. Gerçekten de güneybatı ordusuna, Lemburg'u terketmesi ve Varşova önlerindeki merkez ordusunun yardımına koşması için tel­graf üstüne telgraf yağıyordu. Stalin ise Lemburg'u terketmekte isteksizdi. Ona göre, Lemburg'un ele geçirilmesi, düşman kuvvetlerinin Varşova'dan uzaklaştınlmasına ya­rayacaktı. Buna karşılık yön değiştirip Varşova'ya doğru ilerlemek, merkezdeki durumu etkilemiyecekti. Ama kuv­vetlerin öngörülen yerlere kaydırılması bir hafta sürecek ve bu süre içinde Polonyalılar ve Fransızlar merkez ve kuzey ordularının işini bitirip güney ordusunun üzerine yürüye­bilecekti. Gerçekten de öyle oldu. Güney ordusu Rusya'ya dönüş yolu boyunca savaşmak zorunda kaldı. Esas hata, ne Lemburg'u almada karşılaşılan başarısızlıktan ne de güney ordusunun merkeze ulaşmadaki başarısızlığından kaynak­lanıyordu. Esas hata, Tuhaşevski'mn ordusunun ikmal ve yedeklerinin çok ilerisinde önünü ardını düşünmeksizin yaptığı ani saldırıydı. Gerçekten de, Varşova üzerine yürü­me düşüncesi tamamen hatalıydı. Bundan esas olarak Le­nin sorumluydu ve bunun kendi hatası olduğunu halkın önünde birçok kez belirtmişti.

Rusya'nın Avrupa topraklarında şimdi bir düşman da­ha kalmıştı. İngiltere ve Fransa'dan para ve silah almış olan Vrangel, Kırım'dan ilerliyordu. Merkez Komitesi 3 Ağustos 1920'de şunu kararlaştırdı:

... Vrangel'in başarısı ve Kuban'daki alarm durumu göz önünde bulundurularak, Vrangel cephesinin olağanüstü ve apayrı önemi anlaşılmalı ve bu cephe bağımsız bir cephe olarak kabul edilmeli­dir. Stalin, Devrimci Askeri Konseyi kurmakla görevlendirilmeli, eldeki bütün kuvvetler bu cephede toplanmalı, Yüksek Konseyin Stalin'e danışarak saptadığı gibi cephe komutanlığına Egorof ya da Frunze getirilmelidir.

Stalin bu yeni cepheyi örgütledi ve Vrangel ve ordusu­nun yokedilmesi için gerekli stratejik önlemleri planladı. Aynı yıl daha ilerki aylarda Lenin'in bu planı bana ana hat­larıyla anlattığım ve Vrangel Moskova'nın yüz mil kadar uzağında belirdiğinde, büyük bir güvenle "iki-üç haftaya dek Vrangel'in ordusu darmadağın edilecek" dediğini anımsıyorum. Harekata komuta edenlerin adlarına dikkat edelim. Voroşilov, Frunze, Kirov, Budiyenni adları Kızıl Ordunun tarihinde tekrar tekrar işitilecektir. Hepsi de Kızıl Ordu saflarında yükselmiş inançlı Bolşeviklerdi. Gördükle­ri bütün askeri eğitim, müdahale yıllarında ve Bolşevik Par­tisinin ayaklanma savaşında edindikleri deneyimlerden ibaretti.

Stalin'in teorisi pratikte de ispatlanıyor ve Kızıl or­du, Troçki'nin durumunu sarsan ve orduyu onun tasarladı­ğından tamamen farklı bir örgüt haline getiren bir değişim­den geçiyordu. Lenin'in izleyicisi Stalin, dost-düşman her­kesin tahminlerini aşan bir öğrenci olduğunu ispatlamıştı. Davranışları çok kibar bulunmayabilirdi, ama askerî değer­lendirme yeteneği ve zorlukların üstesinden gelme gücü sı­navı başarıyla vermiş ve son derece güvenilir olduğu anla­şılmıştı.

Onikinci Bölüm - İlerlemek İçin Geri Çekilmek

Ele geçirdiğimiz bütün mevzileri koruyacak durumda değildik; ama sırf işçilerin ve köylülerin coşkun dalgası sayesinde o kadar fazla yer zaptetmiştik ki, birçok yeri bırakabilir, epeyce geri çekilebilirdik ve bugün hâlâ esas ve temel olanı kaybetmeksizin geri çekilmeyi sürdürebiliriz. LENİN 

JOZEF STALİN, güney Rusya'dan yiyecek ikmalini sağlama görevi kendisine verildiğinde ve askeri önderlik işleriyle uğraşmaya başladığında, öteki sorumluluklarını bırakmış değildi. Hâlâ Milliyetler Komiseri, partinin Politik Bürosunun önde gelen üyelerinden ve onun üç sekreterinden biriydi. Bu görevlerden yalnızca bir tanesi bile sıradan bir insanın gün­de yirmidört saatini alabilecek nitelikteydi.

Parti merkezi artık Moskova'daydı. Stalin'in çalışma­sının ağırlık merkezindeki bu değişiklik, onun aile yaşamın­da da büyük bir değişiklik yaratmıştı. Gizli politik çalış­malara başlamak üzere baba ocağından ayrıldığından beri ilk kez bir eve sahip oluyordu. Bu ev, Kremlin'de daha önce­leri Çarın hizmetçilerinin ve muhafızlarının oturduğu bü­yük bir yapıda iki-üç odalı bir daireden ibaretti. Kremlin bir tepenin, sanırım Moskova'deki en yüksek tepenin üzerin­dedir. Yüksek ve kuleli duvarlarının ortasında saraylar, ki­liseler, oturulacak yapılar, bir hastane, bir cephanelik ve es­ki çağların anıtları yer alır. Ama bu yeni çalışma yerine ta­şınırken, bu tarihi yapıların Stalin'in kafasını fazla meşgul ettiğini sanmıyorum. O, geleceğe giden yolları döşemekle uğraşıyordu. Kremlin'in bir yüzü, kentin içinden akan gü­zelim Moskova ırmağının yanı başında yükselir. Bugün tüm dünyada Lenin'in mezarı olarak bilinen öteki yanı da büyük Kızıl Meydana bakar. Stalin bu duvarlar arasında sürekli bir eve kavuşacaktı.

İşte, ilk Bolşevik olduğu günlerdeki eski dostunun kı­zı, şimdi artık güzel bir kadın olan Nadya Alleluyev'i 1919 yılında buraya getirdi. O sıralar Stalin kırk, Nadya ise onyedi yaşındaydı; ama Nadya için Stalin hâlâ bir zamanlar uzaklardan gelip evlerine sığınan aynı kahramandı. Sta­lin'in yaşadığı en büyük aşktı bu. O, doğası gereği, tek ka­dına bağlanan bir erkekti. Onun yaşamında seks skandalları aramaya kalkışanlar, boşuna yorulmuş olacaklardır. Radek'in bana, Stalin'in çağdaş uygarlıktaki cinsel yaşamın çirkeflerine ve sık sık rastlanan iğrenç sapıklıklarına duy­duğu tepkiden sözettiğini anımsıyorum. Her zamanki gibi Avrupa ve Amerika'dan gelmiş bir yığın kitapla dolu olan Radek'in masasının üzerinde bu konuyla ilgili birkaç re­simli Alman kitabı da duruyormuş. Stalin tam Radek'in odasından çıkmak üzereyken bu kitaplan farketmiş ve say­falarını kanştırmaya başlamış. Sonra Radek'e dönerek şöy­le demiş: "Avrupa'da böyle şeyler yapan insanlar gerçek­ten var mı?" Radek, "Elbette var," diye yanıtlamış. Stalin büyük bir tiksintiyle omuzlarını silkmiş ve tek bir söz etme­den çıkıp gitmiş. Bu tür şeyler Stalin'in gözünde hastalıklı bir yaşam biçiminin ifadeleriydiler. Stalin gerek zihinsel, gerekse bedensel hastalıklara karşı tepkilerinde son derece sağlıklı bir insandı.

Stalin'le Nadya Alleluyev mutluluk içinde evlendiler. Bu evlilikten iki çocukları oldu. Nadya 1929'da öldüğünde, Stalin yaşamının en şiddetli darbesini yedi. Şaşılacak bir yanı da yoktu bunun; 1919 yılında "ev" sözcüğü onun için yeni bir anlam ifade etmeye başlamıştı ve böyle bir mutlu­luğu tatmaya pek az fırsat bulduğu halde ev yaşamının ta­dına varmayı bilmişti.

Müdahale savaşı, son Japon askerinin de geri dönme­ye yemin ederek Vladivostok'u terkettiği 1922 ydının son aylarına dek sürdü. Ancak 1920'nin sonlarına doğru Rus­ya'nın Avrupa'daki topraklarının tamamı ve Sibirya'nın bir kısmı yabancı düşmandan temizlenmiş ve karşı-devrim altedilmişti. Bu büyük bir başarıydı, ama bu çatışmayı, Birin­ci Dünya Savaşında batı cephesinde görülen ya da ikinci Dünya Savaşında doğu cephesinde görülecek olanlarla karşılaştırmak yanlış olur. Ama gene de bu çatışmanın büyük­lüğü hiçbir zaman küçümsenemez. Hazırlıksız Kızıl Ordu bocalamaktaydı. Ortada sudan işler, sözü edilmeye değer başarılar yoktu. Ortada olan, kötü donatılmış, iyi beslen­meyen ve kötü giydirilmiş askerlerin zorlu ve amansız sa­vaşlarıydı yalnızca. Gerçekten de, düşmandan ele geçirilenlerden ve Çarlık ordusundan artakalan eski üniformalar­dan başka doğru dürüst bir üniforma yoktu.

1920'de Mos­kova ve Leningrad sokaklarında yürüyen askerlerin sırtın­da, hemen bütün Avrupa ülkelerinin, Fransa, İngiltere, Al­manya, Polonya, Rusya ve daha pek çok ülkenin üniformala­rını görmek mümkündü. Eğer dünyada "kan, ter ve gözyaşı ile", paçavralar ve çullar içinde, en az yiyecek ve en az mal­zemeyle savaşan bir ordu varsa, o da 1918-22 arasında sa­vaşan bu devrim ordusudur. Bu ordu bir düşünce uğruna savaşıyordu ve onu bir arada tutan, ona coşkunluk veren düşünce şuydu: Geleceğin sosyalist toplumunun yeni yaşa­mı. O yıllarda Kızıl Ordunun ancak 600.000 ila 700.000 as­ker için yeterli tüfeğe, yalnızca 1000 kadar topa ve 3000 ka­dar makinalı tüfeğe sahip olduğu bile kuşkuludur. Üstelik bunların hepsi aynı yapımdan da değillerdi.

Lenin, bana bir kezinde, Kızıl Ordunun güvenilir birliklerinden bazıla­rının ilerleyen düşmana nasıl katılıp, yiyecek, giyecek ve malzeme elde edinceye dek düşmanla birlikte ilerlediklerini ve sonra da ele geçirdikleriyle birlikte nasıl Kızıl Ordu saflarına geri döndüklerini anlatmıştı, öte yandan, Rusya'deki karşı-devrirmi desteklemek üzere büyük ölçüde teç­hizat ve kuvvet gönderen ondört ülkenin çabaları, onların her iki dünya savaşında gösterdikleri çabalarla da karşılaştırılamazdı. Onlar, Rusya'daki karşı-devrime yardımlarını, kendi halklarının muhalefetine karşın göndermek zorun­daydılar. Devrim tüm Avrupa'yı allak-bullak etmişti. Maca­ristan'da bir süre için bir Bolşevik yönetimi kurulmuş, Al­manya'daki devrim dalgasıysa Kayzer'i iktidardan edecek ve tüm ülkede işçi ve asker Sovyetlerinin ortaya çıkmasına yol açacak kadar yükselmişti. Aslında Almanya kendi "Şu­bat Devrimi"ni 1918 Kasımında yaşamıştı. Fransa ve İngil­tere'deki "huzursuzluk", büyük grevlere ve geniş ölçüde anti-kapitalist hareketlere dönüşecek ölçüye varmıştı. Bü­tün ülkelerin halkları savaştan bıkmış usanmışlar ve hükü­metlerinin müdahaleci politikalarına karşı yaygın protesto hareketlerine girişmişlerdi. Müdahaleci kuvvetlerin yenil­gisine ve Avrupa'deki hükümetlerin Sovyet hükümetiyle birer birer anlaşmak zorunda kalmalarına yol açan, Rus "Beyaz" ordularının kokuşmuş politikası, Bolşevik propagandasının Müttefik kuvvetleri arasında bile yaratmayı ba­şardığı çözücü etki ve genç Kızıl Ordunun her geçen gün artan savaşma gücüyle birleşen "Rusya'dan Elinizi Çekin" sloganıyla yürütülen bu büyük hareketti.

Müdahaleci devletlerin müdahalede bulunma neden­leri üzerinde çeşitli açıklamalar yapılmıştır. İngilizler "kendileriyle büyük savaş için ittifak kurmuş olan Rusya'daki dostlarına sadık kalıyorlardı"; Amerikalılar Sibirya'daki Japonları gözlüyorlar ve orada ABD'nin çıkarlarına aykırı olarak kalmamalarına dikkat ediyorlardı vb.. Ama hepsi de aynı hatayı yapıyordu. Toprak ağalarının iktidarının geri getirilmesinden ve köylülerin kendi topraklarına sahip ol­ma özgürlüğünden yoksun edilmesinden yana olan güçleri destekliyorlardı. Yalnızca bu bile müdahalenin yıkımla sonuçlanmasına yetti ve ayrıca, mülkiyet sahibi sınıfların milliyet, sınır ve yasa tanımayan bir "mülkiyetseverliğe" sahip olduklarını ileri süren marksist tezi bir kez daha kanıtlamış oldu. Hiçbir hükümet Sovyet Rusya'ya savaş ilan et­medi, ama tam ondört hükümet Sovyet Rusya'yla savaşmak, onun yönetim cihazını parçalamak ve toprak ağalarını ye­niden toprak sahibi yapmak, fabrikaları, imalathaneleri, madenleri ve devleti kapitalistlere geri vermek için ordula­rını gönderdi.

Ama başarısızlığa uğradılar. Gene de arkalarında sı­nırsız bir zarar ve yıkım bıraktılar. Meydana gelen zararın para olarak ne tuttuğu hesaplanmaya çalışıldı. Ne var ki, bu tür tahminler gerçekte bir değer taşımaz. Çünkü sosya­lizmin kuruluşu görevlerinden savaş görevlerine kaydırılan insan gücünün maliyetini hesaplamak olanaksızdır. Her şeye karşın, yıkılan köprüleri, imha edilen ve işlemez hale getirilen lokomotif ve vagonları, altı üstüne getirilen sokak­ları, yerle bir edilen binaları, havaya uçurulan fabrikaları ve yakılıp yıkılan çtftlikleri hesap edebilir, öldürülen ve yaralananların sayısını tahmin edebiliriz. Ama alabildiğine uzanan topraklar savaşan ordular tarafından çiğnenmeseydi, o topraklardan ne kadar ürün kaldırılırdı? Bunu hesaplayamazsınız! En iyi işçilerin sürekli olarak askere alınma­sıyla madenler ve fabrikalardaki verimliliğin düşüşünü hangi ölçüye vurabiliriz? Sovyet hükümetinin, 1918 başla­rında Lenin tarafından saptanan ekonomik politikayı Sa­vaş Komünizmi politikasına dönüştürmesinin sosyal bedeli neydi acaba? Bu sorulan yanıtlamak mümkün değildir. Meydana gelen zarar korkunçtu. Ben bunu gözlerimle gör­düm. Bütün bunlann ardından, Rusya'da, istilacı devletle­rin halklarının asla yaşamamış olduklan bir açlık meydana geldi. Ülkenin geniş toprakları 1920 ve 1921 yıllannda kavurucu güneşin altında çırılçıplak kaldı, açlık kıtlığa dö­nüştü ve otuz milyondan fazla insanı doğrudan doğruya, tüm ülke halkım da dolaylı olarak etkisi altına alan salgın hastalıklar ortaya çıktı. 1921 ve 1922 yıllannın dondurucu kış günlerinde kıtlıktan ve salgın hastalıklardan kırılanla­rın sayısının beş milyonla on milyon arasında olduğu sanı­lıyor. Herhalde o günlerde, geniş halk yığınlarının uğradığı yıkımları kılımız kıpırdamadan dinlemeye alıştığımız için, bu rakamlar önemsiz gelebiliyordu. Ama hiç değilse, Sov­yet Rusya'da o korkunç yılları yaşayan insanların geçirdik­leri deneyimleri ve bunun sorumlularını unutamayışlarına hak vermeliyiz. Ama o yıllarda uygulanan "Savaş Komünizminin Bolşeviklerin gerçek hedefleri olduğunu ve ülkenin çektiği acılardan da Bolşeviklerin sorumlu olduklannı söyleyecek kadar aptal insanlar da çıkmaktadır.

Stalin, kuzeyde açlıktan kırılan halkı besleyebilmek için güneydeki tahıla el koyduğunda, ne kapitalizmin açık pazarını göz önüne almıştı, ne de komünist toplumun gele­cekteki meta değişimi ilkesini. O, ister köleci, ister feodal, ister kapitalist, ister sosyalist devlet olsun, varlığını sürdür­mek isteyen herhangi bir iktidarın yapması gereken şeyi yapmıştı. Savaş Komünizminin ekonomisi, varlığını sür­dürme ekonomisiydi. Yetkilerin merkezileştirilmesinin aşırı biçimlerinin benimsenmesi, sağda-solda el koyma ön­lemlerinin alınması, pazarın ekonomik inceliklerini hesaba katmadan el koyma işlemlerine girişilmesi ise geçici şeyler­di.

Bu dönemde Stalin'le Troçki gene karşı karşıya geldi­ler. Kızıl Ordunun gelişen disiplini karşısında coşkuya ka­pılan Troçki, Kızıl Ordu alaylarının askerî Emek Taburları­na dönüştürülmesini başlattı. En belirgin özelliğini, yani iş­çilere güvensizliğini bir kez daha göstererek, sanayideki emeğin askerileştirilmesini ve sendikalann gerekli disiplini sağlayacak hükümet kurumlan haline getirilmesini önerdi. Sendika yöneticilerinin seçimle işbaşına gelmelerine karşı çıktı ve hükümet tarafından atanmalannı istedi. "Eğer askerileştirme, örgütlenme, emirlerin kesin olarak yerine getirilmesi ve tembelliğe karşı mücadele demek değilse, ne demektir?" diye sordu bir konuşmasında. "Miskinlik, Rus­ya'yı her zaman mahvetmiş olan kıtlığa ve salgın hastalık­lara yol açar. Bütün bunlar, işçilerin ve köylülerin iktidara gelmesiyle geçmişte kalmalıydı. Ülkemizi miskinliğin, pis­liğin ve yoksulluğun içinden çıkaracağız. Devletimizin te­meli, herkesin çalışması kuralıdır. Bu ilkeyi uygulamaya koymanın zamanıdır."

Lenin'le Stalin, Troçkin'in bu önerisine karşı birlikte mücadele ettiler. Sendikaların gönüllü ve demokratik ol­masında, kendi yöneticilerini kendilerinin seçmelerinde, arkadaşça ikna yöntemlerinin benimsenmesinde ve asker kafalıların diktatörce uygulamalarından kaçınılmasında direttiler.

Şliapnikov, Medvedyev adlı bir metal işçisi ve Kolantay önderliğindeki bir grup işçi, öteki aşırı uca giderek sendikalist bir politika için mücadele ettiler. Onlar, tüm ulusal ekonominin bir "Tüm Rusya Üreticiler Kongresi"ne teslim edilmesini istediler. Sendikalann işçi sınıfı örgütlenmesinin en yüksek biçimi olduğunu ve gerektiğinde devlete ve partiye muhalefet edeceğini ileri sürdüler. Bu gruba karşı verilen mücadeleye de Lenin'le Stalin önderlik ettiler ve sendikaların rolünün böyle tek yanlı olarak abartılmasının devleti ve partiyi ve hepsinden önemlisi devrimde işçi-köylü ittifakını tehdit ettiğini basa basa belirttiler. Ama Savaş Komünizminin bu yan ürünleri, yığınlardan gelen çok da­ha güçlü ve önemli bir hareketle ezilip geçildi. Bu hareket bir başkaldırı halini alarak Savaş Komünizmine hepten son verdi. Başkaldırı her ne kadar Kronstadt'taki denizcilerin ayaklanması biçiminde ortaya çıktıysa da, aslında bir köylü ayaklanmasıydı.

Denizcilerin çoğu köylülükten gelmeydi. Kronstadt'daki denizcilerin yapısı, Aurora'nın Kışlık Sarayı bombala­mak üzere Neva ırmağından yukarılara doğru ilerlediği günlerden hayli farklıydı. Kuvvetlerinin en seçkinlerini sürekli olarak iç savaşın çeşitli cephelerine göndermişler ve boşalan yerler yeni gelen köylü gençlerle doldurulmuş­tu. Devrimin en ön saflarına yerleştirilen, yarı-aç bir biçim­de yaşadıklarını şiddetle hisseden ve geldikleri köylerde uygulanan el koyma politikasının geniş etkilerinin farkın­da olan bu genç köylüler, Helsingfors ve Reval'da üstlenmiş olan "Beyazlar" tarafından kışkırtdıyorlardı. Buna ben kendim de tanık oldum. Başkaldırı patlak vermeden hafta­lar önce Petrograd'a giderken Reval'dan geçtiğim sırada, Estonya ve Finlandiya gazeteleri Kronstadt ve Petrograd'daki ayaklanma haberiyle doluydu. Reval'daki halk da bu düzmece haberlerden heyecana kapılmıştı. Arkadaşlarım yola devam etmememi istediler. Bana, Petrograd'ın Beyaz­lar tarafından ele geçirildiği, Kışlık Saray'da gene Çarın bayrağının dalgalandığı, iç savaşm şiddetlenmekte olduğu söylendi. Ama birkaç gün sonra kente vardığımda ortalık sakindi. Bir gösteri bile yapıldığı yoktu. Bu yüzden, hiç kuş­kusuz var olan huzursuzluğun "Beyazlar" tarafından daha da körüklendiğini ve bir açık savaşa dönüştürülmeye çalı­şıldığını söylemek hiç de abartma olmaz. Aslında huzur­suzluğun, onların uydurmalarından çok daha ciddi bir ger­çek temeli vardı. İç savaşın ve müdahale savaşlarının getir­diği baskının gevşemesi, köylülerin el koyma sistemini protesto etmelerine yol açtı ve böylece kentlerde doğan aç­lık işçiler arasında gerek hükümete, gerek köylülere karşı bir hoşnutsuzluk yarattı.

Gerçi hükümet Kronstadt'daki başkaldırıyı bastırmış­tı, ama protestolara silâhtan başka şeylerle de karşılık ver­mek zorundaydı. "Savaş Komünizmi"ni terkedip, "Yeni Ekonomik Politika"yı (NEP) benimsemek zorunda kaldı. Dünya basını, bu olayı, Bolşevik programının terkedilmesi ve "kapitalizme ve sağduyuya geri dönüş" olarak yorumla­dı ve sevinç çığlıkları attı. Hâlâ Bolşeviklerin iktidarda ka­lamayacağını savunan bütün hükümetler, bu politikayı, Sovyetierin devrimci amaçlarından oportünistçe vazgeç­meleri, olarak yorumladılar. Bolşevikleri gene küçümsüyorlardı. Bolşevikler için, geri çekilmek ve tam hızla zafere ve refaha doğru ilerledikleri inancıyla yıllardır durmadan sa­vaşan ve fedakarlık eden yiğit kadın ve erkekleri hayal kırıklığına uğratmak kolay değildi. Ama bu gene de yapılmak zorundaydı. Orduların ayakları altında çiğnenen bü­tün bölgelerde, Rusya'nın en bereketli topraklarında, her iki tarafın askeri kuvvetleri köylülerin depoladıkları tahılla­ra el koymuşlar ve köylüler de bunun üzerine üretimi nerdeyse durdurmuşlardı. Binlerce hayvan telef olmuştu. Has­taneler ve tıbbi malzeler yokolmuştu. İhtiyaç maddeleri kıt­lığı her yanı sarmıştı. Kağıt rubleler, değerini hemen tama­men kaybetmişti. Kentler ve kasabalar yeniden onarılamayacak bir durumdaydı. 1920'de gördüğüm Petrograd'dan daha iç karartıcı ve bunaltıcı bir yer olamazdı. Bütün dük­kanların kepenkleri kapalıydı. Altı üstüne gelmiş caddeler araçların ilerlemesine engel oluyordu. Yapılar makinalı tü­feklerle korkunç bir biçimde delik deşik edilmişlerdi. Demiryolları, tahrip edilmiş vagonlar tarafından tıkanmıştı. Büyük Savaşın başlarında işler durumda olan lokomotifle­rin onda-biri bile çalışmıyordu. Binlerce köprü yıkılmıştı. Yıllık kömür üretimi 7.000.000 tona dek düşmüştü. Her alanda tam bir yokluk hüküm sürüyor, kentlerde ve köyler­de açlık kol geziyordu. Köylük bölgelerde eşkiyalık almış yürümüştü. Para olarak yapılan ödemelerin yerini ayni ödemeler almıştı. Sanayide çalışanların sayısı savaş öncesindekinin yarışma düşmüştü. Üretim, 1913'teki üretim düzeyinin yüzde onsekizi kadardı. On milyon köylü kara­saban kullanıyordu.

Bir akordiyon gibi açılıp kapanan cepheleriyle iç sa­vaş, artan bir üretim dönemi değil, tersine, sanayide gerileyiş dönemidir, iç savaş dönemi, bir ülkenin küçük çiftlik ekonomisinden kollektif çiftlik ekonomisine geçeceği bir dönem değildir. Tam tersine, ekonomi daha da ilkelleşir ve üretici güçler cılızlaşır.

Lenin, "Savaş Komünizminden "NEP" yönünde geri çekilişe önderlik ettiği sırada, Bolşevikler, hazır mevzilere doğru stratejik bir geri çekilmeden de öte bir durumla karşı karşıyaydılar. Yeni sorunlar belirmeye başlamıştı. NEP'e egemen olan strateji bankalar, demiryolları, telgrafhaneler, posta hizmetleri, büyük sanayi işletmeleri, dış ticaret gibi kilit noktaları devlet denetiminde tutarak ve sınai ve tarımsal gereksinim maddelerinin ticareti için serbest piyasa ko­şullarını sağlayıp küçük ölçüde sanayi alanında özel mül­kiyeti yeniden kurarak "Proletarya Diktatörlüğü"nü koru­maktan ibaretti. Köylüler el koyma işlemlerinden kurtul­muşlar ve devlete vermek zorunda olduklan ayni vergi miktannın üzerindeki fazla ürünü satmakta serbest bırakıl­mışlardı.

Durum, Lenin'in 1917 "Nisan Tezlerinde ve 1918'de Sovyet Kongresine sunduğu birinci raporunda kaba hatla­rını çizdiği duruma az-çok yakındı, ama yalnızca yakındı. Eğer iç savaş ve müdaheleler olmasaydı, Bolşevikler ne özel mülkiyeti kaldırmaya bu kadar erken girişirler, ne de köy­lülerin ürünlerine el koyma politikasını benimserlerdi. Şimdi artık ekonominin ulusallaştırılmasını ekonomik ne­denlerden dolayı değil, politik nedenlerden dolayı hızlan­dırmak zorundaydılar. Bu yüzden NEP, sosyalist ekono­miyle kapitalist ekonominin bir karışımından oluşuyordu. Bazıları NEP'i, "kapitalizme geri dönüş" ya da "devlet kapi­talizmi" olarak nitelemişlerdir. Oysa bunların hiçbiri doğru değildir. Ekonominin devlet elinde olan kesimi sosyalistti, ama kapitalist piyasa koşullan içinde mücadele etmek, me­ta üretiminin rekabetçi ilişkilerine girmek ve bu koşulların belirleyici özelliği olan dalgalanmalarla yüz yüze gelmek zorundaydı.

NEP yürürlüğe konulduğunda, devrimci faaliyetin tüm niteliğinin değişmesi gerekti. Artık "iyi bir komünist" olmanın ölçütü, barikatları paramparça etmek değil, yönet­me sanatını kavramak ve uygulamak ve üretim tekniğinde ustalaşmaktı. Koşullara uyabilme ve politik önderlik konu­sunda görülmemiş bir sınavla karşı karşıya gelinmişti. Bol­şeviklerin çoğu o zamana dek devrimin Avrupa'yı ve Sov­yet işçi sınıfının sanayileşmiş Batının teknik bakımdan da­ha yetişkin işçileri tarafından destekleneceğini, böylece üretim sorunlarının kolaylaşacağını sanmışlardı. Kabaran devrim dalgası gerçekten de Avrupa'yı boydan boya kapla­mıştı. Ama Macaristan'daki kısa süreli devrimci iktidarı saymazsak, devrim hiçbir yerde 7 Kasım [25 Ekim] boyutlarına erişmemişti.

Aynı zamanda Büyük Savaş, iç savaş, müdahaleci or­duların ülkeye girmesi ve 1920 yazının kuraklıklarının yol açtığı yoksulluk ve çaresizlik dayanılmaz bir hal almıştı. Kıtlık olanca dehşetiyle yaklaşıyordu. Yakında, 30.000.000 insanı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakacaktı. Bu durumun lafla üstesinden gelmek olanaksızdı. Bolşevikler, üretimi yeniden düzenleyebileceklerini kanıtlamak zorun­daydılar. Dolayısıyla NEP dönemi, Bolşevik Partisinin tepe­den tırnağa gözden geçirilmesi gereğini de yanısıra getirdi. O güne dek olan savaşlar, partinin militan yeteneklerini, as­keri önderlerini, yerleşik değer yargılarına karşı çıkışını ve vurucu güçlerini ön plana çıkarmıştı. Şimdiyse, sanayiyi kuracak kişilere, sosyalizmin kuruluşuna öncülük edebile­cek insanlara, muhasebecilere, yöneticilere, eğitmenlere, cahil köylülere sanayi işçisi olmayı öğretecek kişilere, yani sözün kısası, halk yığınlarını içinde bulundukları geri du­rumdan ve korkunç cehaletten çekip çıkaracak, yirminci yüzyılın sanayi toplumuna ulaştıracak kişilere gereksinim vardı.

Bu gerçekler yeni bir buhran yarattı. Bu buhran yeni bir biçimde giderildi ve Stalin bunda kendisini partinin en güçlü mevkiine vardıran bir rol oynadı. Partinin Menşevik­ler ve Sosyalist-devrimcilerle mücadele içinde olduğu sıralarda, her yeni çatışma sonunda, partiye katılanlar ve on­dan ayrılanlar olmuş, ama 1921 ydına doğru üye sayısı 700.000'e yaklaşmıştı. Ne var ki, rakamlar her şey demek değildir. Yukarıda özetlediğim yeni koşullarda, Merkez Komitesi bir "temizliğe" girişti ve partinin niteliğini geliştir­mek amacıyla yaklaşık olarak 170.000 üyeyi partiden çıkar­dı.

Bu "temizlik"ten genellikle Stalin sorumlu tutulmuş­tur. Oysa bu hareketi yürüten Stalin değildi. Parti içindeki bu temizlik hareketi Lenin'in önderliğinde yürütülmüştü. Bu, siyasi partilerin tarihinde benzeri olmayan bir olaydı. Ama Bolşevikler bu hareketi yalnızca buhran dönemlerin­de uygulanacak olağanüstü bir önlem olarak değil, partinin işleyişinin olağan bir özellliği olarak görürler. Bu, partinin Bolşevik niteliğini güvence altına almanın bir aracıdır. Bu hareketi bazı önderlerin hasımlarından kurtulmak için gi­riştikleri umutsuzca bir atılım olarak görmek, Bolşevik Par­tisinin bütün öteki partilerden, hatta Avrupa'daki öteki ko­münist partilerinden bile ne kadar farklı olduğunu kavra­mamak demektir. Temizlik hareketi, daha sonraları ünlü duruşmalara çıkacak olan eski Bolşeviklerin tutumu konusunda da önemli bir göstergedir.

O sıradaki temizlik hareketi, partili olmayanların da katılmasına izin verildiği açık toplantılarda yürütüldü. Her grup ya da parti kolu bir toplantı düzenliyor ve hangi kade­meden olursa olsun her üye tüm geçmişini yoldaşlarına an­latıyor, sosyal kökenini, içinde yetiştiği koşulları ve politik yaşamını dile getiriyor, parti politikası konusundaki görüş­lerini açıklıyor, pratik çalışmalarını anlatıyor, hatalarını kabul ediyor ve açıklıyordu. Daha sonra toplantı bir yargıya varıyor ve tavsiyelerini, üyeliği onaylamakla görevli olan parti denetim komisyonuna iletiyordu. Bu yüzden, "itiraf" Bolşevizm saflarında sıradan bir davranıştı. Böyle bir uygu­lamanın sosyolojik kökeni, Ortodoks Kilisesinin yüzyıllar boyu Rus köylülerinin yaşamına hükmetmiş olan dini uygulamalarında, her köylünün komşusunun yaptığı işleri yakından bildiği ve açıkça tartıştığı köy topluluklarındaki yaşam koşullarında aranabilir. Ne var ki, marksist "itiraf tarzı, kafası işlediği günahlarla dolu olan ve içini birisine açması gerektiğini hisseden yoksul köylülerin itiraf tarzın­dan çok farklıdır.

Bir Bolşevikten, kendi çalışmalarını ob­jektif olarak gözden geçirmesi ve bunun büyük bir sosyal süreç içerisinde sosyal bir birim olduğunu kavraması istenir.Bütün düşündükleri ve yaptıkları, partiye katılırken gönül­lü olarak benimsediği parti ilkeleri ve hedeflerinin ışığında sınanmalıdır. İngiltere'deki herhangi bir partide cesur bir yöneticinin Bolşevik çizgide bir "temizlik" hareketi yürüt­meye kalkışması halinde, bunun o partinin safları arasında yaratacağı şaşkınlığı tahmin edebiliyorum!

Lenin, Bolşevik Partisi içindeki ilk büyük "temizliği", tam "Savaş Komünizmi"nden NEP dönemine geçiş başla­dığı sırada başlattı. Partinin sosyal bileşimi ve birliği sağlamlaştırıldı. 1922 yılında Lenin'in, "Parti kendini şarlatan­lardan, bürokratlardan, dürüst olmayan ya da yalpalayan komünistlerden ve yüzlerine yeni bir 'maske' geçirmekle birlikte kalben hâlâ Menşevik olan Menşeviklerden arındırmıştı," dediği günlerde yeni bir kongre toplandı. Stalin, bu kongrede Bolşevik iktidarın kilit noktasma getirildi. Bu kongrede Stalin, bugün hâlâ koruduğu bir mevkiye, Parti Genel Sekreterliğine seçildi.

Parti Genel Sekreterliği onun elinde yalnızca bir yöneticilik görevi olmaktan çıktı ve bü­yük önem taşıyan politik bir görev haline geldi. Politik Bü­ronun gündemlerini hazırlama sorumluluğunu üstlendi; Politik Büronun, partinin yürütme ve yönetim organlarına giden kararlar onun elinden geçiyordu; bu durum onu ör­gütün her görevlisiyle çok yakın ilişkiler içine sokuyor ve onların gerek çalışmalarını, gerek fikirlerini inceleyebilmesini sağlıyordu. Partinin ülkedeki her kuruluşun önderliği­nin örgütleyicisi rolüne ilişkin Lenin'in öğretilerini, hiç kimse Stalin kadar derinlemesine özümlememişti. Hiç kim­se, hatta Lenin'in kendisi bile, bu öğretilerin böylesine etki­li bir biçimde uygulamasında Stalin kadar kararlı hareket etmemişti. Hem amansız, hem de sabırlıydı Stalin. Nasıl ilerleneceğini ve nasıl bekleneceğini çok iyi biliyordu. Hiç­bir zaman şamatacılığa başvurmadı; ama gerek silâhlı, ge­rek silâhsız mücadelede üstüne yoktu.

Stalin'in, Milliyetler Komiserliğini yönetişi bütün bu gözlemlerin doğru olduğunu gösteriyor. Milliyetler Komi­serliğinde onun birinci sekreteri olan Polonyalı Pestovski şöyle yazıyor:

Sekreterlik konseyinde, Letonyalı, Polonyalı, Litvanyalı, Estonyalı ve başka unsurlar vardı. Bunlar, Sol Bolşevizm fikirlerinin etkisi al­tındaydılar. Ben kendim de bu hizbin içindeydim.., Eminim ki, eğer Troçki "diktatörlükle suçladığı Slalin'in yerinde olsaydı, ken­disine muhalefet eden konseyi üç günde dağıtır ve çevresine kendi izleyicilerini toplardı. Ama Stalin öyle yapmadı. Bizi ağır ağır, ama kararlılıkla eğitmeye karar verdi ve büyük bir disiplin ve irade ör­neği gösterdi. Konseyin tek tek üyeleriyle arasında ayrılıklar vardı, ama bir tüm olarak konseye bağlı kaldı ve parti disiplininin çiğnen­diği durumlar dışında, aynı görüşte olmadığı kararlara bile uydu. Ancak daha sonra Merkez komitesine başvurur ve orada kendi gö­rüşlerini savunurdu.

Stalin, sabırlı ve kollektif çalışmadan yanaydı. Ama Milliyetler Konûserliğinin pontikasını uygularken amansızlığını ve karar verir vermez hemen harekete geçme ye­teneğini göstermekten de geri kalmadı. Gençlik günlerinde birlikte çalıştığı Mdiviani'nin yönetimindeki Gürcistan Ko­mitesi, her ulusa tanınmış olan Sovyetler Birliği'nden ayrıl­ma hakkını açtıkları bir kampanyayla kötüye kullanan Sosyalist-Devrimcilerin ve Menşeviklerin kalıntılarıyla baş edememişti. Stalin, Cerjinski ve Orconikidze'yle birlikte, durumu "düzeltmek" üzere Tiflis'e gitti. Orada Gürcü Bol­şeviklerin katıldığı bir toplantı düzenlediler ve bu toplantı­da Stalin, ayrılmadan yana olanları ve onlarla baş edeme­yenleri şiddetle yere çaldı. Toplantıya katılan delegelerin çoğu, Stalin'in eski arkadaşlarıydı. Ama o dostluk ya da düşmanlık ilişkilerine göre hareket etmedi. Üç önder yirmidört saat içinde Bolşevikler arasında yeni bir Gürcistan Ko­mitesi kurdular ve o günden sonra bir daha ayrılıkçı ajitasyonlara rastlanmadı.

Troçki de içinde, bazı biyografi yazarları, Lenin'in, bu konuda Stalin'in izlediği yola şiddetle karşı çıktığını ve Stalin'i yeni genel sekreterlik görevinden uzaklaştırmak amacıyla gelecek parti kongresinde Troçki'yle bir "blok" oluşturmak istediğini yazarlar. Bu masalda bir parça gerçek payı varmış gibi görünse de, söylenenler çelişmelerle dolu­dur. O sıralar (1922 sonbaharının başları) Lenin hastaydı; Merkez Komitesinin ve Politik Büronun toplantılarına katı­lamıyordu. Stalin'in bu sorunla ilgili olarak kongreye sun­duğu rapora Troçki de, Merkez Komitesinin öteki üyeleri de karşı çıkmadılar ve Stalin'in milliyetler sorununa ilişkin parti politikası üzerindeki kararını hepsi de onayladılar, iş­te Lenin, Stalin'in haşinliğine değinen, ama onun izlediği politikayı tek sözcükle olsun eleştirmeyen ünlü "vasiyetna­me"sini bu dönemde kaleme aldı. Bu belgenin çevresinde koparılan fırtınalar daha ileride patlak verecekti. O şuada hiç kimse böyle bir belgenin varlığından haberli değildi ve henüz Stalin'i suçlayan yoktu.

Hatta o yılın ikinci yansında görev başına dönen Lenin bile Stalin'i suçlamıyordu. Tersi­ne tam bir uyum içinde görünüyorlardı, çünkü Sovyet Cumhuriyetlerini Sovyet Sosylist Cumhuriyetler Birliği'ne dönüştürme çalışmasını birlikte tamamlamışlardı. Stalin, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin oluşturulmasın­da büyük bir rol oynamıştı. Bu, Stalin'in o güne dek kazan­dığı en büyük politik başarıydı. Lenin'le Stalin'in ortak önerileri üzerine 22 Aralık 1922'de toplanan Tüm Sovyet­ler Birinci Birlik Kongresinde delegeler bu önemli karan onayladılar Stalin'in bu zafer karşısında hissettikleri, kon­greye hitaben yaptığı şu konuşmada görülmektedir:

Yoldaşlar, bugün Sovyet hükümetinin tarihinde bir dönüm nokta­sıdır. Bu, Sovyet Cumhuriyetlerinin ortaklaşa hareket etmekle birlikte gene de her birinin kendi yolunu izlemiş ve esas olarak kendi varlığını sürdürmekle ilgilenmiş olduğu geçmişte kalan eski dö­nem ile başlamakta olan yeni dönem arasında bir sınır taşıdır. Bu yeni dönemde, Sovyet Cumhuriyetlerinden her birinin ötekilerden bağımsız varlığına son verilmekte, ekonomik güçlüklerin başarıyla üstesinden gelebilmek için cumhuriyetler tek bir federal devlette birleştirilmekte ve Sovyet hükümeti yalnızca varlığını korumakla değil, aynı zamanda uluslararası durumu etkileyebilecek ve bunu emekçilerin çıkarları doğrultusunda yönlendirebilecek önemli bir dünya devleti haline gelmekle de ilgilenmektedir. Bu başarının insanlık tarihindeki önemi inkâr edile­mez.

Yüzyıllardır birbirini boğazlamış, birbirine karşı katli­amlara girişmiş ve birbirini köleleştirmiş ırkları; büyük bir çoğunluğu okuma-yazma bilmeyen, batıl inançlara saplan­mış, koyu bir cehalete gömülmüş ırkları birleştiren çok milliyetli bir devlet kurmaya kalkışmak, doğrusu cesaret is­teyen bir işti. Her ulus kendi dilini konuşma, kendi okullarında okuma, kendi hükümetini kurma ve açıkça belirtilen federasyona katılma ya da federasyondan çekilme hakkını kullanma özgürlüğüne sahip oldu. Ama mimarları SSCB'yi kurarlarken aynı zamanda birliklerinin uluslararası nitelik­te olan ekonomik ve politik temellerini de attılar. Yeni fede­rasyonun savunulması, onun savunma araçlarının gelişti­rilmesi, dış politika, bankalar, demiryolları ve haberleşme araçlarıyla ilgili olarak, Birlik Hükümetinin planlama kon­seyi bütün sınırların üzerindedir ve temel üretim güçlerini birleştirir.

Cumhuriyetlerin sınırları, ne yalnızca gümrük sınırlarıdır, ne de yalnızca askeri sınırlar. Askerî sınır, Bir­liğin sınırıdır. Gümrük sınırları da, Birliğin sınırlarıdır. Cumhuriyetlerin ve öteki özerk bölgelerin sınırları, esas olarak ulusal sorunlara ilişkin yetkileri kapsayan sınır çizgi­leridir. Gene, Bolşevik Partisi uluslararası bir partidir, Birli­ğin tek partisidir, yoksa ulusal partilerin bir toplamı değil. Böylece ulusal kültür, uluslararası ekonomik ve politik birliğin var olduğu ve sınıf sömürüsünün ortadan kaldırıldığı bir toprakta filizlenir. Ve sınıf baskısıyla birlikte ulusal bas­kı da ortadan kalkar. Her ulus Birlikten ayrılma "hakkına sahiptir, ama ekonomik ve sosyal varlığı ve ulusal özgürlü­ğü birliğe sıkı sıkıya bağlı olunca hiçbiri böyle bir "hak"kı kullanma isteği göstermez.

Bolşeviklerin ulusal bağımsızlık ile sınıf sömürüsü arasındaki ilişkiye karşı tavırları genellikle yanlış anlaşıl­mıştır. Bolşevikler, her zaman, sınıf sömürüsünün olduğu yerde ulusal özgürlüğün olamayacağını savunmuşlar ve bu yüzden de, ulusal özgürlük uğruna mücadelede "emek so­rununu" ön plana çıkarmışlardır. Devrimden önce durum böyleydi, devrimden sonra da böyledir. Devrimden önce Bolşevikler, her ulusun bayrağı altında ayrı ayrı işçi sınıfı partilerinin ve sendikaların kurulmasına karşı çıkmışlar ve Çarlığa karşı ortak mücadelede bütün ulusların işçilerini birleştiren tek bir partiyi kararlılıkla savunmuşlardı. Dev­rimden sonra da, işçi sınıfı birliği temeli üzerinde ulusal özgürlüğü savundular.

Gürcistan'daki mücadelenin tarihi, Gürcistan'ın kendi yazgısını belirleme bayrağı altında Sovyet Cumhuriyetleri­ni parçalama çabasının klasik bir örneğidir. Gürcü Menşe­vikler, bağımsız burjuva bir Gürcistan amaçlıyorlardı. On­ların bu konudaki müttefikleri ise, müdahaleci İngiliz ve Fransız kuvvetleriydi. Eğer savaştan onlar galip çıksalardı, gerçekte Gürcülerin bağımsızlığa kavuşmasıyla değil, esas olarak Gürcistan'daki petrolle ilgilenen İngiliz-Fransız ser­mayesinin egemenliği altında sözümona özgür bir cumhu­riyet kurulacaktı. Bolşevikler, Gürcistan'ın bağımsızlığı sorununu hiç duraksamadan sınıf sorununun çözümü te­meli üzerinde ele aldılar. Kızıl Orduyu Gürcistan proletar­yasının yardımına gönderdiler, menşevikleri bir yana attı­lar ve sözün kısası, sorunları o biçimde çözmeye çalıştılar ki, bugün Gürcistan'ın bağımsızlığı onun Sovyetler Birliği'ndeki sınıf temellerinin sağlamlığına dayanmaktadır.

Lenin'le Stalin'in sorumlu oldukları ve büyük bir kıs­mı Stalin tarafından hazırlanan 1922 Anayasası, Birliğin son biçimi değildir. Ondört yıl sonra Stalin yeni ve daha büyük bir tasarı hazırlayacaktı. Ama kıtlığın hüküm sürdü­ğü ve öncü partiyi yaratan yüce önderin ölümünün yaklaş­tığı günlerde hazırlanan 1922 Anayasasında bile, milliyet­çilik ve enternasyonalizmin, Halkların Dünya Sosyalist Topluluğunun gelecekte alacağı biçimlerin ana hatları farkedilebiliyordu.

1922'de Lenin hastalanmıştı. Bedeni gittikçe zayıf dü­şüyordu. O yılın son aylarında bir parça toparlandı, ama birliği kuran Sovyet Kongresiyle hemen hemen aynı sıra­larda toplanan Komünist Enternasyonalin Dördüncü Kongresinde yaptığı konuşmada, hepimiz Lenin'in sesinin de­rinlerden geldiğine tanık olduk. Onunla kongre salonunda karşılaşıp konuştuğum zaman, o sırada onu gören herkesin hissettiği şeyleri hissettim: Onun bir daha iyileşmeyecağı olasılığına inanmak istemeyen umuda korku karışımı bir duygu. Ama umut bir işe yaramıyordu. Yorucu çalış­malarla dolu yıllara 1918'de aldığı yaralar da eklenince, be­deni güçsüz düşmüştü. Kısa bir süre sonra Lenin politik faaliyetten tamamen çekildi, önderliğin tüm yükü öncelik­le Stalin'in omuzlarına çöktü. Stalin, çok kısa bir zaman önce, yaratacı dehasının ve en karmaşık durumlarda bile ilerideki hedefi görme yeteneğinin çarpıcı bir örneğini or­taya koymuştu. Açlık iç savaş ve birçok cephede aynı anda mücadele döneminde, uğraşması gereken bir yığın günlük işin arasında, "Rusya'nın elektriğe kavuşturulması" için bir plan üzerinde çalışıyordu. 1921 Martında Stalin, Lenin'e bu planla ilgili olarak şunları yazmıştı:

Ustalıkla hazırlanmış ekonomik, gerçekten yapıcı bir plan, sözcü­ğün tam anlamıyla gerçek bir "devlet" planı, Rusya'nın üstyapısını var olan koşullarda mümkün olabilecek biricik biçimde ekono­mik bakımdan temeline, "gerçekten doğru" bir sınai teknik temele oturtmak için, zamanımızın gerçekten marksist tek girişimi.... Be­nim öğütlerim mi? ... Birincisi: Bu plan üzerinde gevezelik ederek bir dakika bile kaybetmemek, ikincisi: Tasarıyı hiç vakit geçirme­den pratik bir biçimde uygulamaya başlamak. Üçüncüsü: Eldeki iş­gücünün en azından üçte-birini bu yeni çalışmanın tamamlanma­sına ayırmak... Dördüncüsü: Bu planın gerçekleştirilmesine katıla­cak olanlar, tüm iyi niteliklerine karşın, gene de pratik deneyimden yoksun olduklarına göre, "Plan Komisyonu"nu gözönüne almalı­dırlar. Beşincisi: Pravda, İzvestia ve özellikle Ekonomiçeskaya Jizn gazeteleri Elektriğe Kavuşturma Planını halka tanıtmalı, herkesin ilgisini bu plana çekmeli ve bu planla ilgili bütün somut ayrıntıları anlatmalıdırlar...

Batılı üstatlar Lenin'in çılgınlık ettiğini ileri sürdüler, ama tasarı hiç vakit geçirilmeden uygulamaya konuldu ve çok geçmeden Rusya'nın elektriğe kavuşturulması için ta­sarlanan planlama cihazı Devlet Ekonomik Planlama Ko­misyonu haline geldi. Böylelikle, NEP'in doğuş döneminin çelişmeleri ve karışıklıkları arasından, en sonunda Sovyet­ler Birliği ekonomisinin tüm bir gelişme akışına egemen olacak berrak bir program oluşuyordu. Ama bu dönem yanısıra kendi sorunlarını da getirdi ve Lenin'in hastalığı sı­rasında Bolşevik Partisi içindeki çeşitli gruplar arasındaki mücadele yeniden şiddetlendi. Buharin, Troçki ve öbürleri, yeni döneme ilişkin kuşkularını ve korkularını bir kez daha ortaya koydular. Buharin, dış ticaret üzerindeki devlet teke­linin kaldırılmasını ve tüketim ve sanayi malları gereksini­minin batı kapitalizmi tarafından daha serbestçe karşılan­masına izin verilmesini istiyordu. Troçki, köylülere karşı bir ekonomik atılıma girişilerek sanayi ve tarım ürünleri fi­yatları arasındaki durmadan büyüyen uçurumun ortadan kaldırılmasını savunuyordu. Troçki aynı zamanda "parti bürokrasisine karşı da bir saldırı başlattı.

Yeniden ortaya çıkan bu anlaşmazlık karşısında Stalin, Lenin'in politikasını savunma görevini yüklendi. Ama bu anlaşmazlığı önleyecek Lenin artık yoktu. Güçler ara­sındaki açık çatışma çok geçmeden daha büyük boyutlara ulaştı. Lenin, hasta yatağından, Buharin'in dış ticaret üze­rindeki devlet denetiminin gevşetilmesi politikasına karşı olduğunu yazmıştı. Ama Troçki'nin tuttuğu "Yeni Yol" ile mücadele edemeyecek kadar hastaydı. Bununla mücadele etmek de Stalin'e düştü. Stalin, Troçki'nin, proletaryanın köylülüğe karşı sınıf mücadelesine girişmesi önerisini red­detti ve 1923 Aralığındaki parti kongresinde "troçkiznie karşı mücadele çağrısında bulundu.

Bu, Lenin'in artık yanlarında olmayacağı düşüncesin­den mi ileri geliyordu? Belki de. Şurası bir gerçektir ki, kişi­sel duyguların rolü yok sayılamazdı. Ama Stalin'le Troçki arasındaki temel anlaşmazlığın özünde politik bir anlaş­mazlık olduğu da bir gerçekti. Kişisel duygular tatlılıkla gi­derilebilirdi, ama birbirine taban tabana karşıt politikalar zorunlu olarak eylemi gerektiriyordu. Stalin'in bir cephe­den öbürüne koşarak Troçki'ye karşı amansız bir saldırıya girişmesi karşısında, Lenin'in parti yönetimi içindeki bu mücadeleden kaygılandığı, ilk hastalığı sırasında kaleme aldığı Vasiyetname'sinde açıkça görülmektedir. Öte yandan Lenin'in, Troçki'ye karşı giriştiği şiddetli polemiklere kar­şın, onun bazı yeteneklerine hayranlık duyduğu da, Vasi­yetname'de farkedilmektedir. Gene açıktır ki, bu belgenin tüm amacı, eğer mümkünse "parti içinde bir bölünme"yi önlemekti. Şöyle diyordu bu Vasiyetname'de:

Denge sağlamayı, yakın gelecekteki bir bölünmeye karşı bir güven­ce olarak düşünüyorum; burada, tamamen kişisel olan bazı fikirleri belirtmek niyetindeyim. Denge sorunundaki temel etkenlerin —bu bakış açısından— Mer­kez Komitesinin Stalin ve Troçki gibi üyeleri olduğu kanısındayım. Kanımca, bölünme tehlikesinin büyük bir bölümünü bunlar ara­sındaki ilişki oluşturmaktadır. Bu önlenebilir ve sanırım, önlenme şansı, Merkez Komitesindeki üye sayısı elliye ya da yüze çıkarılarak artırılabilir.

Stalin yoldaş, genel sekreter olduktan sonra, muazzam bir iktidara sahip oldu; onun bu iktidarı her zaman yeterli bir temkinlilikle kul­lanabildiğinden emin değilim. Öte yandan, ulaştırma ve haberleş­me halk komiserliği sorunuyla ilgili olarak Merkez Komitesine kar­şı yürüttüğü mücadelede de görüldüğü gibi, Troçki yoldaş, yalnız­ca olağanüstü yetenek sahibi bir insan —kişisel olarak hiç kuşku­suz mevcut Merkez Komitesindeki en yetenekli kişidir— olarak de­ğil, aynı zamanda kendine aşırı güvenen ve sorunların yalnızca idari yanıyla aşırı derecede ilgilenen bir insan olarak kendini göstermektedir. Mevcut Merkez Komitesinin bu en yetenekli iki önde­rinin sahip oldukları nitelikler, onlar istemeseler de, bir bölünmeye yol açabilir. Eğer partimiz bunu önlemek üzere önlem almazsa, umulmadık bir bölünme meydana gelebilir. ... Stalin çok kabadır ve biz komünistler arasındaki İlişkilerde ta­mamen göz yumulabilir olan bu hata, genel sekreterlik görevinde göz yumulamaz olmaktadır. Bu yüzden, yoldaşlara, Stalin'i bu görevden almanın ve onun yerine, bütün bu bakımlardan Stalin'den farklı birini, yani daha sabırlı, daha sadık, daha kibar, yoldaşlara karşı daha nazik ve daha az kaprisli birini atamanın bir yolunu bul­malarını öneririm.

Bu durum önemsiz bir şey gibi görünebilir, ama öyle sanıyorum ki Stalin'le Troçki arasındaki yukarıda sözünü ettiğim ilişki açısından hiç de önemsiz bir sorun değildir ya da önemle ele alınması gere­ken bir önemsiz sorundur.

Bu belgede, Stalin'in izlediği politikaya ilişkin hiçbir eleştiri yok. Yalnızca, kişisel niteliklerin olağünüstü koşul­lar altında çizilmiş bir portresi var. Böyle bir belgenin, Lenin'in ölümünden sonra, hatta yazıldığından oniki ayı aş­kın bir süre sonra ortaya çıkarılmış olması tuhaf görün­mektedir. Ama gene de Lenin'in, Stalin'in davranışının dü­zeltilmesinin, temel politik ayrılıkların giderilmesine bu kadar büyük bir katkıda bulunabileceğini düşünmesi zayıf bir umuttu. Hiç kuşku yok ki, eğer Lenin ölmeseydi, ekibi bir arada tutabilirdi. Çünkü her iki taraf da onun önderliği­ni ve otoritesini kabul edecekti. Ama onun yokluğu çok şey farkettirdi. Stalin, Lenin'in politikasını ne kadar eksiksiz bir biçimde izlese, Troçki sırf başında Stalin bulunduğu için bu politikayı benimsemeyecekti. İşte, Lenin'in yakında ölümüyle sonuçlanacak olan hastalığı sırasında, gelecek yıllarda devrimin ve Stalin'in yazgısını belirleyecek bir ça­tışma yavaş yavaş beliriyordu.

Stalin'in, Lenin'in kişisel eleştirisini yüreğinde duy­duğu kesindir. Yirmi yıldan fazla bir zamandır Lenin onun öğretmeni, o da Lenin'in sadık bir öğrencisi olmuştu. Ama o bunu özümleyebilecek bir insandı. Aynı zamanda bir öğ­retmenin niteliklerine de sahipti. Hiçbir zaman dalkavuk olmamıştı. Sağlam bir inanca, büyük bir irade gücüne ve kararlılığa ve, eğer Lenin görecek kadar yaşasıydı, zaman zaman bitmek tükenmek bilmeyen boyutlara ulaşan bir sabırlılığa sahipti.

1924 Ocağında Lenin öldü. Rusya'daki ve öteki ülke­lerdeki milyonlarca insanın yüreğine derin bir hüzün çök­tü, işçi sınıfı hareketi tarihinde hiçbir önder Lenin kadar sevilmemişti. Parti saflarındaki tartışmalara hemen son ve­rildi. Geniş halk yığınları sıfırın altında kırk derecede Mos­kova'daki büyük Sendikalar Salonunda Lenin'in cenazesi önünden ağır ağır geçtiler. Troçki dışında, Stalin ve öteki önderler Lenin'in başucunda saatlerce nöbet tuttular. Le­nin'in ölüsü mumyalandı ve Kızıl Meydandaki bir mozole­ye yerleştirildi. Kızıl Ordu askerleri bugün hâlâ mezarının başında nöbet tutmaktadırlar. 26 Ocakta, Tüm Sovyetler İkinci Birlik Kongresince düzenlenen Lenin'i anma toplan­tısında, Stalin şunları söyledi:

Biz komünistler, özel bir mayadan yoğrulmuş insanlarız. Biz özel bir kumaştan dokunmuşuz. Bizler, proletaryanın büyük strateji uz­manının, Lenin yoldaşın ordusunu meydana getirenleriz. Bu ordu­nun neferi olmaktan daha şerefli bir şey olamaz. Lenin yoldaşın ku­rucusu ve önderi olduğu partinin üyesi olmaktan daha yüce bir şey olamaz... Lenin yoldaş, aramızdan ayrılırken, bizden proletarya diktatörlüğünü korumamızı ve sağlamlaştırmamızı istedi. Sana ye­min ederiz, yoldaş, bu emri şerefle yerine getirmek için hiçbir ça­bayı esirgemeyeceğiz!...

Lenin yoldaş, aramızdan ayrılırken, bizden Cumhuriyetler Birliğini sağlamlaştırmamızı ve geliştirmemizi istedi. Sana yemin ederiz, Lenin yoldaş, bu emri de şerefle yerine getireceğiz! Lenin yoldaş bize birçok kez, Kızıl Ordunun güçlendirilmesi ve koşullarının geliştirilmesinin, partimizin en önemli görevlerinden bi­ri olduğunu belirtmişti... öyleyse yoldaşlar, Kızıl Ordumuzu ve Kızıl Donanmamızı güçlendirmek için hiçbir çabayı esirgemeyeceği­mize yemin edelim...

Lenin ölmüştü. Ama leninizm doğmuştu ve leninizmin bayraktarı Stalin'di.

Onüçüncü Bölüm - Stalin ve Troçki: Devrim ve Karşı-devrim

Geçenlerde Washington'da, temizlik hareketini tartışırken, mevki sahibi ve üzgün bir Fransızın bana söylediklerim unutamıyorum. "Evet", demişti, "korkunç bir şey olmalı, sizin dediğiniz gibi, bir çılgınlık olmalı. Ama unutmayın, dostum, on­ların Rusya'da kurşuna dizdikleri Beşinci Kol mensuplarını biz Fransa'da bakanlık koltuğuna oturttuk. Bugün her ikisinin sonucunu da görebi­liyoruz, hem de Kızıl Savaş cephesinde." W. DURANTY 

LENİN'İN ölümünden bir ay önce, 1923 Aralığındaki parti kongresinde, Stalin "troçkizmin yokedilmesi için çağrıda bulunduğunda oradaki bütün gözlemciler Stalin'in Troçki'yle olan bütün sorunları çözmeye, onun etkisine son ver­meye ve savunduğu fikirleri de onunla birlikte yıkmaya ke­sin olarak karar verdiğini açıkça anlamışlardı. Stalin'in kendisiyle Troçki ve yandaşları arasındaki çatışmanın izle­yeceği aşamaları, parti içindeki ilk ideolojik mücadelenin en sonunda Troçki'nin sürgün edilmesine ve idam manga­larının işe koyulmasına dek varacağını önceden hesapladı­ğını hiçbir zaman söyleyemem. Stalin, önce vuran, sonra tartışan bir insan değildi. Aslında, hiçbir ülkenin politika tarihinde politik bir partinin önder üyeleri arasında böyle­sine uzun bir söz savaşının, yalnızca sözlerle yürütülen bir savaşm bulunmadığını söylemek isterim. Ayrıca, Stalin gi­bi böylesine büyük bir iktidara sahip hiçbir önderin hasmı­na karşı bu kadar büyük bir sabır göstermediğini rahatlıkla söyleyebilirim. Olup bitenleri, her şeye yakından tanık ol­muş bir kimse olarak, 1923 Aralığından Troçki'nin Sovyet­ler Birliği'nden sürgün edildiği 1929 Ocağına dek süren uzun mücadelede sık sık yer almış bir kimse olarak yazıyo­rum.

Stalin bu kongrede, daha önce Lenin'in yaptığı gibi, Troçki'nin görüşlerini bir kez daha "troçkizm" olarak sergilerken, Bolşeviklere, her muhalif güce karşı kullanacakları güçlü bir silâh sağlıyordu. Aynı biçimde Lenin öldüğü za­man onun öğretilerini "leninizm" olarak ölümsüzleştirdiğinde de, ustaca bir politik savaş yürütüyordu.

Lenin'in Vasiyetname'sine dayanılarak Troçki uğruna Stalin'in feda edilip edilmemesi üzerinde tartışmanın hiç­bir yararı yoktur. Bu belgeyle ilgili olarak bir yığın dediko­du yapılmış, birçok temelsiz görüş ileri sürülmüştür, Le­nin'in Vasiyetname'si, o zamana dek kendisinin engel oldu­ğu bir bölünmeyi, Bolşevik partisi içinde bir bölünmeyi ön­leme çabasından başka bir şey değildi. Lenin'in hasta oldu­ğu bir sırada yazılmıştı. O sırada Bolşevik Partisi önderleri­ni niteleyişi herhalde oldukça yerindeydi. Ama gene de da­ha sonraki olaylar, Troçki'yi gereğinden fazla büyüttüğünü ve "Harika Gürcü'yü gereğinden fazla küçümsediğini is­patladı. Ayrıca mektubun iletilmesi de, Lenin'in umduğun­dan farklı koşullarda meydana gelmiş olabilir. Gerçekten de, bu belge karanlığa sıkılmış bir kurşundu ve hedefini bulmamıştı: Belge, Lenin'in haleflerini birleştirmediği gibi, onun o zamana dek kararlılıkla savaştığı ve mahkûm ettiği güçlerin elinde bir silâh haline geldi. Ama bütün bunlara karşın, bu silâhı tersine çevirmek Stalin için güç olmadı. Stalin, Partinin On üçüncü Kongresinde belgeyi okuduktan sonra, "Evet, ben Lenin'in partisini yoketmeye kalkışanlara karşı kabayım" dedi ve böylece sorunu bir kibarlık sorunu olmaktan çıkararak partinin devrime önderlik etme rolü­nün, ilkelerin ve hedeflerin savunulduğu büyük bir savaş alanı haline getirdi. Ama her şeye karşın, Lenin'in kibarlık­la ilgili öğütlerine üzülmüştü.

O günlerden sonra, Bolşevik önderler arasındaki mü­cadelenin kişisel yanlarına duyulan ilgi o kadar yoğunlaş­mıştır ki, sözkonusu sorunlar çoğu zaman özünden saptı­rılmış ve bulandırılmıştır. "Stalin, eski Bolşevikleri, Lenin'in dostlarını yokediyor", "diktatör Stalin, devrimin en iyi evlâtlarını katlediyor", "Stalin, ikiyüzlülüklerle dolu bir evet efendimciler partisi yaratıyor." işte dünya bu sözlerle çalkalanıyordu, ta ki Hitler ordularının Moskova kapıların­dan geri püskürtüldüğü, Sovyetler Birliği'nin o eşsiz birliği, coşkusu ve gücüyle tüm insanlığı şaşkınlık içinde bıraktığı ve tüm dünyayı Sovyetler ve Stalin'in önderliği üzerinde yeniden düşünmeye zorladığı güne dek. İşte o zaman, Sov­yeter Birliği'nin güçsüz olduğu ve içten çöktüğü yolundaki bütün uğursuz kehanetlerin yanlış olduğu anlaşıldı ve tüm dünya Sovyet gücünün büyüklüğü önünde sarsıldı, Sovyetlerin zaferinin görkemi karşısında gözleri kamaştı.

Uzaktan baktığımızda ya da sonradan değerlendirdiğimizde, birçok olayın önemini küçümsemek kolaydır. Stalin'le Troçki arasındaki anlaşmazlıklar 1924 yılına dek gelip geçici ve önemsiz şeyler gibi görünmüştü. Ne Stalin, ne de Troçki birbirlerinin görüşlerini sistemli ve kapsamlı bir biçimde sergilememişlerdi. Birbirlerinin ne özel olarak Rusya Devrimine ilişkin, ne de genel olarak devrime ilişkin görüşlerini sistemli olarak sergilememişlerdi. Her ikisi de Marx'm izleyicileri olduklarını söylemişlerdi, ama marksizmi kendi tarzlarında savunmuşlardı. Aralarındaki çatışma, Marx'in söylediklerinden değil, marksizmin her ikisinin de önder olarak faaliyet gösterdikleri somut koşullara uygu­lanmasından kaynaklanıyordu.

Savaş patlak verdiğinde, Bolşevik Partisi ve Stalin, Rusya Devriminin tüm bir gelişimini belirlemiş olan o bü­yük kararlardan birini vermek zorunda kaldılar. 1917 Ka­sım olaylarından sonra, bütün gözler Avrupa'daki devri­min uzun süredir özlenen yaygınlaştırılmasına çevrilmişti. Ama Macaristan'daki kısa ömürlü Bolşevik rejimin yokedilişine, Alman Devriminin Weimar Anayasasına saptırılıp orada boğulmasına tanık olmuşlardı. 1923 yılında, Komü­nist Enternasyonalin önderleri Zinovyev, Buharin ve Troç­ki Almanya'da proletarya devriminin çok yakın olduğuna inanıyorlardı ve Komintern Radek'i Almanya Komünist Partisi önderlerine danışmanlık etmeye yollamıştı. Radek başarılı olamadı ve ayaklanma bastırıldı. Artık en ateşli olanlar bile Avrupa'da devrimin gerilemekte olduğunu açıkça görüyorlardı ve bu gerileyişin ne kadar süreceğini hiç kimse kestiremiyordu.

Stalin, Komünist Enternasyonali 1919 Martında Lenin'le birlikte kurduğu ve kendisini ilk kez gördüğüm 1920'deki İkinci Kongrede de bulunduğu halde, uluslarara­sı sorunlar üzerinde pek az yazmış, pek az konuşmuştu. Bütün politik yazıları, hatta milliyetler sorunu üzerine kita­bı bile, Rusya İmparatorluğu içindeki mücadeleler üzerin­de yoğunlaşmıştı. Lenin'in 1914-18 savaşına ilişkin enternasyonalist görüşünü paylaştığı halde, bu konuda hemen hiçbir şey yazmamıştı. Onun uluslararası sorunlara girişi esas olarak deneysel bir biçimde oldu. Daha önceleri, 1905'te Finlandiya'ya, 1906'da Stokholm'e, 1907'de Lon­dra'ya, 1912'de Krakov ve Viyana'ya gittiğinde, parti sorun­larından başka bir şeyle ilgilenmemişti. Rusya İmparatorlu­ğunun sınırları dışındaki olaylara ilk gerçek katkıları, Le­nin'in yardımcısı olduktan sonra başlamıştı. Brest-Litovsk görüşmelerine ilişkin buhran patlak verdiğinde, hemen ka­rarlılıkla Lenin'in safında yer aldı ve antlaşmanın hemen imzalanmasını savundu. Çünkü o sıralarda Stalin, Avru­pa'da devrimin eli kulağında olduğu yolundaki hayallere asla kapılmıyordu ve Alman devrimciler 1923'te yenilgiye uğradıklarında, Stalin'in, Rusya proletaryasının Sovyetler Birliği'nde tam hızla sosyalizme ilerlemesi gerektiği yolun­daki inancı doğrulanmış oldu.

Stalin, Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin kuruluşuna girişmekle, öteki ülkelerin işçilerinin dostça desteğini kazanacaklarından, ama en azından uzunca bir süre başka bir işçi devletinin yardımından yoksun kalacaklarından emin­di. Stalin'e göre, Rusya Devriminin yazgısı öncelikle şu so­run üzerinde toplanıyordu: Kapitalist dünya Sovyetler Birliği'ne karşı yeniden bir savaşa girişmeden, Sovyetler Birli­ği güçlü bir sosyalist ülke haline gelebilir miydi? Bu soruya kaçamak bir yanıt vermek olanaksızdı. Stalin ve Bolşevik Partisi bu soruyu olumlu yanıtladıkları takdirde, güçlerini sonuna dek seferber etmelerini zorunlu hale koyacak dev bir görevle karşı karşıya geleceklerdi. Olumlu yanıt verdiler ve NEP'in yürürlükte olduğu bir dönemde bu yanıtın veril­mesinde öne geçen Stalin oldu.

Herhalde kapitalist dünya bu dönemi "kapitalizme ge­ri çekiliş" dönemi olarak görmüştür. Reformcular da her­halde bu dönemi, Sovyetler Birliği'nin sürekli artan bir li­beralizme gideceği liberal bir dönemin başlangıcı olarak değerlendinnişlerdir; yani devrimcilerin hıristiyan oldukla­rı, Bolşeviklerin tatsız devrimci yöntemlerden vazgeçtikleri ve sosyalizmin saptırıldığı bir dönem olarak. Stalin ise, bu dönemi, yeni saldırılara geçmeden önce Bolşevik tümenleri yeniden düzenlemek üzere devrimin "hazır mevziler"e geri çekildiği bir "soluklama" dönemi olarak görüyordu.

Hiç kuşkusuz bu, sözkonusu dönemin sınıf mücadele­sinin askerî terimleriyle ifade edilmiş bir değerlendirmesi­dir. Ama Stalin'i olsun, devrim sürecini olsun, herhangi bir başka açıdan değerlendirmeye kalkışmak son derece an­lamsız olur. Bolşeviklerin tarihi yaratış tarzlarını beğenme­yebiliriz. Gerek yönetenlerin, gerek yönetilenlerin daha temkinli davranmış olmaları gerektiğini düşünebiliriz; ama bu bizim gerçekten olup bitenleri kavramamızı sağlamayacaktır. Stalin, Bolşevik bakış açısını savundu, Bolşeviklerin hedefleri doğrultusunda hareket etti ve Bolşevik ilkelerine bağlı kaldı. Bu gerçeği gözden kaçırdık mıydı, tüm bir dev­rim süreci anlamını yitirir ve cinayetler, intiharlar, korku, kişisel kıskançlıklar ve kişisel tutkularla dolu sıradan bir öykü derekesine indirgenmiş olur.

Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin kuruluşunda patlak veren ilk çatışmadan 1938'de Kızıl Ordudaki temiz­lik hareketine dek tüm bir kavga, son çözümlemede, dev­rimle karşı-devrim arasındaki uzun süren bir mücadeleden başka bir şey değildir. Daha ilk başlarda Lenin'le Stalin, devrime hangi sınıfın önderlik edeceği sorununda Troçki ve yandaşlarına karşı çıkmışlardı, iktidarın ele geçirilme­sinden sonra Lenin ve Stalin kararlılıkla Brest-Litovsk Barış Antlaşmasının imzalanmasını savundular. Troçki ise, Sov­yet hükümetinin savaşacak silâhı bulunmadığı bir dönem­de, "ne savaş ne barış" anlayışıyla devrimci savaş anlayışı arasında yalpaladı durdu. Stalin, Kızıl Ordunun Bolşevik Önderler tarafından yönetilmesini savundu. Troçki ise, or­dunun kurmay görevlerini Çarlık ordusundan gelen subay­lara teslim etti. Troçki, sendikaların zorunlu devlet kurum­ları haline getirilmesini ve emeğin askerileştirilmesini önerdi. Lenin ve Stalin ise, sendikaların gönüllü örgütler olmasını savundular ve emeğin askerileştirilmesine karşı çıktalar. Lenin ve Stalin, sosyalizmin tek ülkede kurulabile­ceğini ileri sürdüler. Troçki ise, Rusya devriminin hemen bir Avrupa devrimiyle desteklenmediği takdirde mutlaka başarısızlığa uğrayacağı görüşünde diretti.

Troçki'nin bütün bu sorunlardaki fikirleri ardı ardına sıralandığında, onun pratikteki önerilerinin bozguncu ve teslimiyetçi olduğunu görmemek olanaksızdır. Troçki, Ekim Devriminden üç ay kadar önce, ancak Menşeviklerin kesin olarak yenilgiye uğradıklarından emin olduğu zaman, Menşevik kamptan Bolşevik kampa geçiverdi. Ayrıca devrimden hemen sonra meydana gelen olaylardan açıkça anlaşıldığı gibi, Troçki devrim sorunlarına yaklaşımını te­melde zerrece değiştirmiş değildi. Yalnızca kendisine üs­tünlük sağlayacak alam değiştirmişti.

Parti içindeki büyük temizlikten sonra, NEP dönemi­nin ortalarında, Stalin "troçkizme karşı leninizm" sorunu­nu ortaya koydu. Ama doktrin sorunlarının somut politik biçimlerde nasıl ortaya konulacağını Lenin'den öğrenmiş olan Stalin, bütün teorik tartışmaları "sosyalizmin tek ülke­de kurulması" sorununun incelenmesine yöneltti. "Troçki bu soruna nasıl bakıyor?" diye sordu ve Troçki'nin 1905 Yılı adlı kitabındaki sözleriyle yanıtladı:

Rusya'daki devrimci gelişmenin niteliği üzerine görüşlerin, sonra­ları "sürekli devrim" teorisi diye bilinen görüşlerin yazarın kafasın­da yavaş yavaş billurlaşması, 9 Ocakla Ekim 1905 Genel Grevi arasındaki fasılada oldu. Bu karmaşık gibi görünen deyim aslında oldukça basit bir fikri anlatıyordu: Rusya Devriminin acil hedefleri burjuva nitelikte olmalarına karşın, devrim bu hedeflere ulaştıktan sonra orada durmayacaktı. Devrim, önündeki acil burjuva sorunlarını, proletaryayı iktidara getirmeden çözemezdi. Ve proletarya, ik­tidarı ele geçirdikten sonra, kendisini devrimin burjuva çerçevesiy­le sınırlayamazdı. Tam tersine, proletarya öncüsü, zaferini güven­ce altına alabilmek için, yönetiminin daha ilk aşamalarında yalnız­ca feodal mülkiyete karşı değil, aynı zamanda kapitalist mülkiyete karşı da köklü saldırılara girişmek zorunda kalacaktı. Bunu yapar­ken, proletarya, yalnızca kendisini devrimci mücadelenin ilk aşa­malarında desteklemiş olan burjuva gruplarıyla değil, aynı zaman­da iktidara gelmesinde kendisine yardım etmiş olan geniş köylü yığınlarıyla da düşmanca çatışmalara girecekti. Köylülerin büyük ço­ğunluğu oluşturduğu geri bir ülkedeki işçi hükümetinin içinde bu­lunduğu çelişmeler ancak uluslararası planda, dünya proletarya devrimi planında çözülebilirdi.

Ve "leninizm"in safında yer alan Stalin, bu görüşleri şöyle yanıtladı:

Lenin, proletarya ile emekçi köylü tabakaları arasındaki ittifaktan, proletarya diktatörlüğünün temil olarak sözeder. Oysa Troçki, "proletarya öncüsünün geniş köylü yığinlariyla düşmanca çatı­sması"ndan sözediyor.

Lenin, proletaryanın emekçi ve sömürülen yığınlara önderliğinden sözeder. Oysa Troçki, "köylülerin büyük çoğunluğu oluşturduğu geri bir ülkedeki işçi hükümetinin içinde bulunduğu çelişmeler"den sözediyor.

Lenin'e göre, devrim kendi güçlerini, esas olarak bizzat Rusya'nın işçi ve köylüleri arasından yaratır. Troçki'ye göre ise, gerekli güçler ancak "dünya proletarya devrimi planında" bulunabilir. Peki, dünya devrimi biraz gecikmeyle gerçekleşecek olursa ne ola­cak? Devrimimiz için bir umut ışığı var mıdır? Troçki yoldaş, her­hangi bir umut ışığı olduğunu kabul etmiyor, çünkü "işçi hüküme­tinin içinde bulunduğu çelişmeler... ancak... dünya devrimi planın­da çözülebilir." Bu görüşe göre, devrimimiz için tek bir seçenek kalmaktadır: Dünya devrimini beklerken, kendi çelişmeleri içinde kurumak ve köklerine dek çürüyüp gitmek. Lenin'e göre proletarya diktatörlüğü nedir? Proletarya diktatörlüğü, "sermayenin tamamen yok edilmesi" ve "sosyalizmin nihaî olarak kurulması ve sağlamlaştırılması" için, proletarya ile emekçi köylü yığınlarının ittifakına dayanan iktidar­dır. Troçki'ye göre proletarya diktatörlüğü nedir? Proletarya diktatörlüğü, "geniş emekçi yığınlanyla... düşmanca ça­tışmalara giren" ve "çelişmelerinin" çözümünü yalnızca "dünya devrimi planında" arayan bir iktidardır. Bu "sürekli devrim teorisi" ile Menşevizmin proletarya diktatörlüğü kavramını reddeden o malûm teorisi arasında ne fark vardır? özünde, hiçbir fark yoktur.

Böylece, ideolojik savaş açılmış oldu. Stalin yalnızca güçlü bir tartışmacı değil, aynı zamanda Troçki'den kat kat üstün bir örgütleyici ve taktisyendi de. Daha önce parti içindeki büyük temizlik hareketinde Lenin'e yardımcı olmuştu. Şimdi de, Lenin'in ölümünden sonra, partiye, Lenin'in davasına hizmet etmek isteyen 200.000 yeni üye alı­yordu. O, yeni bir öğreti kurmadı; Lenin'in bayraktarı ve öğrencisi olarak partinin ve yığınların başına geçti. Düş­manları ise, onun partiye aldığı yeni üyeler için "serseri ta­kımının dalkavuklar partisine doldurulması" dediler. Poli­tika alanında, insanlar bizim onaylamadığımız işler yaptık­larında ya da sevmediğimiz birini desteklediklerinde, he­mencecik "serseri takımı", hem de genellikle "azgın serseri takımı" olur çıkarlar! Doğru bulduğumuz işler yaptıkları zaman da, "bilinçlenmiş halkın sesi"nden ya da "en üstün demokrasinin onurlu ifadesi"nden sözetmeye başlarız!

Bu büyük tartışma patlak verdiğinde, Stalin'le birlikte Troçki, Zinovyev, Buharin, Radek, Kamenev ve Rikov da Bolşevik Partisi Politik Bürosu üyesiydiler. Hepsi de yete­nekli kişilerdi. Zinovyev şişman, kısa boylu, temiz yüzlü, dağınık saçlı bir Yahudiydi. Tiz, ama etkileyici bir sesi var­dı ve oldukça yetenekli bir konuşmacıydı. Uzun yıllar Lenin'le birlikte Paris'te, Cenevre'de ve başka yerlerde sür­günde bulunmuştu. 1917 Kasım ayaklanmasını Kamenev'le birlikte "maceracılık" olarak mahkûm etmiş ve o sı­rada bir geri çekilişi savunurken en güçlü söylevlerini ver­mişti. Komünist Enternasyonalin ilk başkanıydı. Daha son­ra bu görevi Buharin devralmıştı. Nikola Buharin, gençliğindeki öğretmenlik günlerin­den sonra profesyonel devrimci saflarda zeki bir teorisyen olmuş ufak-tefek bir adamdı. Yetenekli bir ressam ve yazar­dı; arkadaşları arasında çocuksu davranışları ve tatlı kişili­ğiyle çok sevilirdi. Ne var ki, mizaç bakımından dengesiz­di; aniden coşan ya da histeriye kapılan bir mizacı vardı. Bolşevizmin önderleri arasındaki yerini entellektüel yete­nekleri sayesinde sağlamıştı. Buharin'in yakın arkadaşı Karl Radek parlak bir gaze­teci ve uluslararası sorunları Rusya'da en iyi bilen kişiydi. Aslen bir Polonya Yahudisiydi. Yaradılışı bakımından çok şakacı bir insandı. Sosyalizm sorunlarında çok bilgiliydi. Uzun boyu, kocaman gözlükleri, iyi işlenmiş bir kürk par­çası gibi yanaklarım kaplayan sakalıyla, kalabalıkta her za­man dikkati çekerdi. Radek de Bolşeviklere çok genç yaşta katılmıştı.

Uzun zamandır Bolşevik Partisi üyesi bulunan ve uzun yıllar hapiste ve sürgünde yaşamış olan Kamenev, bende her zaman şöyle bir izlenim bırakmıştır: Her nasılsa kendisini hiçbir zaman rahat hissetmediği politik olaylara karışmış, her zaman bu olaylardan kaçmanın bir yolunu arayan, ama bir türlü de bulamayan küçük işadamı bir Rus. Birkaç yıl başbakanlık görevinde bulunmuş olan Rikov, "pazar giysileriyle" kente inmiş ve sık sık "pazusunu göstermekten" hoşlanan bir köylüye benziyordu. Gerçi ye­tenekli bir insandı, ama Rusya Devriminin hızına ayak uy­duramadı. Sessiz ve sakin bir yaşam sürme olanağı bulsaydı çok mutlu olabilirdi, ama dünyaya gelmek için yanlış bir çağ seçmişti ve koşulların baskısıyla giderek yozlaştı.

Çok geçmeden Stalin'e karşı bir "blok" oluşturacak olan bütün bu insanlar çok önemli mevkilerde bulunuyor­lardı. Rikov, Başbakandı. Troçki, Savaş Komiseriydi. Zi­novyev Komünist Enternasyonal Başkanıydı. Buharin Pravda'nın, Radek de İzvestia'nın yazı işleri yöneticisiydiler. Bunlar, ilkin Troçki'yle birlik değildiler. Aslında Troçki'ye tamamen karşıydılar. Ama Stalin'in leninist politikasının uygulamaları NEP ve sanayileşme dönemlerinde açıkça, be­lirmeye başlayınca, her biri kendine özgü bir yoldan Troçki'nin önderliğindeki muhalefete katıldılar. Aslında her bi­rinin kendine göre tutkuları olduğu doğrudur. Bir yandan Troçki'den, bir yandan da Stalin'den ne kadar korktukları­nı hesap etmek herhalde ruh hekimlerine düşer; ama Ekim Dersleri adlı kitabını yayınlamakla Troçki'nin, Zinovyev'le Kamenev'i Stalin'in yanına ittiği kesinlikle söylenebilir. Bu kitap yayınlandığında Zinovyev de, Kamenev de büyük bir öfkeye kapıldılar. Çünkü Ekim Dersleri' nde Troçki, onların 1917 ayaklanmasına muhalefetlerine değiniyordu. Stalin, onların Troçki'yi yanıtlamalarını bekledi; bunu yaparlar­ken kendi kendilerini ele vereceklerini çok iyi biliyordu.

Bütün muhalif güçlerin Stalin'e ve onun programına hep birlikte karşı çıkmalarına yol açan şey, NEP'ten ve Sta­lin'in sanayileşme atılımından doğan pratik sorunlardı. NEP döneminde ülkenin ekonomik yaşamı beklendiği gibi yeniden canlandı. Yoksa, "Savaş Komünizmi"nin terdekilmesinin haklılığı ispatlanamayacaktı. Ama NEP elbette başlı başına bir amaç değildi. NEP ne kapitalist ekonomiy­di, ne de sosyalist ekonomi; köylü mülkiyetinin, özel ticare­tin ve küçük ölçüde kapitalist sanayinin geri getirildiği ka­pitalist pazar koşullarında, devletleştirilmiş kesimin işlevi­ni yerine getirmek zorunda olduğu, her iki ekononıinin bir uzlaşımıydı. Bunun kalıcı bir durum olamayacağı açıktı. NEP, kapitalizmi geri getirmenin mi, yoksa sosyalizmi iler­letmenin mi bir aracı olacaktı? Bolşevik Partisi bu konuda kararını vermek zorundaydı. Stalin'in bu konuda asla du­raksaması yoktu: Ülkeyi sosyalizme ilerletmekte kararlıydı. Troçki'nin de duraksaması yoktu: Bir Avrupa devrimi ol­madan sosyalizme ilerlemenin mümkün olabileceğine inanmıyordu. Her ikisi de tavırlarında tam bir ilke tutarlılı­ğına sahiptiler. Ama ne kadar devrimci lâflarla süslenmiş olursa olsun, Troçki'nin savunduğu şeyin, kapitalizme geri dönüşten başka bir anlama gelmediği son derece açıktır.

Zinovyev, Kamenev ve ötekilerin tutumundaysa ilke­lere bağlılık diye bir şey yoktu. Bir Stalin'i, bir Troçki'yi destekliyorlar, durmadan yalpalıyorlardı. Zayıf kişilikleri yüzünden giderek sosyalizmin tek ülkede gerçekleştirilme­sinin mümkün olmadığı inancına vardılar. Ve "parti bürok­rasisine" yöneltilen eleştiri korosunda onlar da yerlerini al­dılar. Oysa iktidar tamamen kendi ellerindeyken böyle bir şeyden rahatsız olmamışlardı. Parti disiplininden uzaklaş­maya başladılar ve Troçki'yle birlikte düşman bir parti ör­gütlemeye giriştiler. Gizli toplantılar yaptılar, yeni bir prog­ram hazırladılar ve en sonunda sokak gösterileri düzenle­yerek ortaya çıktılar. Parti içinde bir eleştiri grubu olmak­tan çıkmış, parti düşmanı bir güç haline gelmişlerdi. 1927'de Stalin ve Bolşevik Partisi Merkez Komitesi Beş Yıl­lık Planı sunduklarında, muhalefet bir karşı-planla karşı­lıkta bulundu.

Hiç kuşkusuz, Troçki'nin yanında Zinovyev, Kamenev ve Radek'ten başkaları da vardı. Sözgelimi, bir zamanların İngiltere büyükelçisi Rakovski, Piyatakov ve daha başka ye­tenekli kişiler vardı. Bu önderleri ve onların birçok yandaşını yakından tanıyordum. Onların komisyonlardaki, konferanslardaki, halk karşısındaki ve özel konuşmalardaki tartışmalarını dinlemiştim. Birçok kez, kendilerinin hatalı ve Stalin'in haklı olduğunu söylediklerini kulaklarımla işitmiştim. Stalin, onların yönetici mevkilere yeniden getiril­melerini kabul etmiş ve kendisine ve politikasına yeniden saldırdıklarını gözleriyle görmüştü. Devrimin onuncu yıldönümünde, Radek'in, Kızıl Meydana doğru ilerleyen kala­balığa, nasıl tumturaklı nutuklar çektiğini Bristol Otelinin balkonundan duydum ve gördüm. Troçki de aynı biçimde tantanalı nutuklar atmaya çalıştı. Ama halkın önünde giriş­tikleri bu dört yıllık tartışmadan sonra elde ettikleri tek kay­da değer sonuç, Bolşevizm saflarından kovulmaları oldu. Stalin, bu olaylardan birkaç hafta önce, bu adamların ken­dilerini Bolşevik Partisi üyeliğinden ne kadar koparmış olduklarını tüm dünyaya göstermişti. Devrimin onuncu yıldönümündeki çabalarının tamamen boşa çıkması da, yı­ğınlar üzerindeki etkilerinin ne kadar azaldığını açıkça göstermişti. Ama yakında bir değişiklik olabilirdi.

1928 yılı başlarında Beş Yıllık Planın sunulmasıyla birlikte, yeni sosyalist saldırı başladı. NEP döneminde ül­kedeki sanayi ve tarım, 1913'teki düzeyine erişmişti. Tartış­ma dönemine son verilmişti. Stalin, tüm halka, ülkenin batı ülkelerinin yüz yıl geresinde kaldığını, on yıl içinde onlara yetişip geçmeleri gerektiğini, yoksa "soluk alma" dönemi sona erdiğinde yenik düşeceklerini anlatmıştı. Bolşevikler korkunç hızlı bir tempoyla çalışmaya koyuldular. Çok geç­meden, bu tempoya ayak uyduramayan Rikov, Buharin, Tomski ve ötekiler Troçki'nin kampına geçtiler. Bunun üzerine yeni önderler, yeni tipte önderler yer almaya başla­dı Stalin'in yanında: Kaganoviç, Kuybişev ve Kirov. Bunla­rın hepsi de son derece yetenekli birer örgütleyici ve yöneticiydiler. Hepsi de tek ülkede sosyalizmin mümkün oldu­ğuna büyük bir tutkuyla inanıyorlardı.

Beş Yıllık Plan uygulanmaya başladıktan iki yıl sonra parti kongresinin karşısına çıktığında, Stalin tam formun­daydı, muhalefetten sözederken gülüyordu. Şöyle diyordu: Çehov'un Deri Çantadaki Adam adlı öyküsünü anımsıyor musu­nuz? öykünün kahramanı Belikov, hava ister sıcak ister soğuk ol­sun, her zaman ayağında galoşları, sırtında kalın paltosu ve elinde şemsiyesiyle dolaşır. "Temmuz sıcağında bu galoşlara ve kalın pal­toya ne gerek var?" diye sorarlar Belikov'a durmadan. "Hiç belli ol­maz" diye yanıtlar Belikov da, "Kimbilir! bakarsın, hava birden soğuyuverir, o zaman ne yaparım?" Yeni olan her şeyden, günlük ya­şamın sıradan olaylarının sınırlarım aşan her şeyden vebadan kor­kar gibi korkar. Yeni bir lokanta mı açıldı, Belikov hemen telaşa ka­pılır: "Bir lokantanın açılması iyi bir şey elbette, ama dikkat edin bir şey olmasın." Bir tiyatro grubu kurulur, bir okuma odası açılır, Belikov gene paniğe kapüır: "Tiyatro grubu mu, yeni bir okuma odası mı? Ne için? Dikkat edin, başınıza bir şey gelebilir."

Sağ muhalefetin eski önderleri için de aynı şeyi söyleyebiliriz.

Teknik okulları Halk Ekonomi Komiserliklerine teslim etme işini anımsıyor musunuz? Biz yalnızca iki okulun teslim edilmesini istiyorduk... Çok önemsiz bir sorun gibi görünebilir. Ama sağ muhale­fetin en şiddetli direnişiyle karşılaştık. "İki teknik okulu Halk Eko­nomi Komiserliklerine mi teslim edeceğiz? Niçin? Beklesek daha iyi olmaz mı? Dikkat edin, bu tasarı başımıza bir iş açabilir." Bu­gün bütün teknik okullarımız ekonomi komiserliklerine teslim edilmiş bulunuyor. Ve işler pekâlâ yolunda gidiyor... İşte, sağ mu­halefetin eski önderlerinin partiyle doğru bir biçimde kaynaşmala­rını önleyen, yeni bir şey karşısında duydukları bu korkudur. Yeni sorunlara yeni bir biçimde yaklaşmadaki bu yetersizliktir, "aman, başımıza bir iş gelebilir" korkusudur, deri çantadaki adamın bü­tün bu nitelikleridir. ... Bir yerde bir güçlük ya da aksaklık çıktı mıydı, hemen başımıza bir şey gelir diye telaşa kapılıyorlar. Bir yerde bir hamamböceği kıpırdadı mıydı, daha deliğinden çıkmasına kalmadan, bunlar deh­şet içinde kaçmaya ve felâkete uğranıldığını, Sovyet hükümetinin mahvolduğunu söyleyerek ortalığı velveleye vermeye başlıyorlar... Ve ciltler dolusu yazı yazmaya koyuluyorlar. Buharin sözkonusu sorunla ilgili tezler yazıyor, onları Merkez Komitesine gönderiyor ve Merkez Komitesinin izlediği politikanın ülkeyi felâketin eşiğine getirdiğini, Sovyet hükümetinin hemen olmasa bile üç ay içinde mutlaka yok olacağını ileri sürüyor. Rikov da Buharin'in tezlerini destekliyor, ama bir farkla; Rikov'la Buharin arasında ciddi bir ayrı­lık var; Rikov'a göre Sovyet hükümeti bir ayda değil de, bir ay iki günde yok olacak. Tomski de Buharin'le Rikov'u destekliyor, ama o tezleri yazmadan edemedikleri için, sonradan hesabını vermek zo­runda kalacaktan bir belgeyi yazmadan edemedikleri için öfkeleni­yor: "Size kaç kez söyledim! İstediğinizi yapın, ama arkanızda bel­ge bırakmayın, arkanızda hiçbir iz bırakmayın..."

Tabii tüm kongre kahkahadan kırılıyordu. Ama ülke­deki genel durumda daha büyük bir tehlike belirmişti. Her zaman olduğu gibi, sosyalizm düşman sınıf unsurlarına karşı mücadele ede ede ilerlemek zorundaydı. NEP döne­mi, düşman sınıf unsurları için elverişli bir ortam yaratmış ve onların vurgunculuk yapmalarına, ceplerini doldurma­larına fırsat vermişti. Şimdi artık ortadan çekilip gitmeleri gerekiyordu, ama her zaman olduğu gibi bu şimdi de özel çıkarlar kendiliklerinden çekilip gitmek istemiyorlardı. On­lar kendilerini köhnemiş bir toplumun kalıntıları olarak görmüyorlardı; böylece sınıf savaşı, bu kez ekonomi cep­hesinde yeniden başladı. Bozguncular faaliyetlerini iyice artırınca, devlet ve siyasi polis (GPU) silâhlarını harekete geçirmeye çağrıldı. 1928'deki Schacti Bozguncular Davası, kısa bir süre sonra birbirini izleyecek olayların habercisiy­di. Kimdi bozguncular?

Bozguncular, trenleri demiryolun­dan çıkarmak ve fabrikaları havaya uçurmak gibi sabotajlar düzenleyerek "Bolşeviklerin yetersiz olduğu" izlenimini uyandırmaya ve böylece bir başkaldırı yaratmaya çalışan karşı-devrimcilerdi. 1930 yılında, "Sanayi Partisi" diye bili­nen bir grup profesyonel mühendis, sanayi işletmelerinde sabotaj düzenlemekle suçlanarak yargılandı. 1931 yılında, karşı-devrimci faaliyette bulunmakla suçlanan birçok Menşevik mahkemeye verildi. 1933'te, metronun yapılma­sını engellemek için bir takım baltalama faaliyetlerine karı­şan mühendislerin ünlü duruşması yapıldı. Bu olayların ipleri, ülke dışındaki kapitalist merkezle­re dek uzanıyordu. Bolşevik Partisi içindeki muhalefetin ta­mamen bertaraf edilmesi ve muhalefetin önde gelen unsur­larının partiden atılması, onların parti dışında gizli muha­lefet grupları kurmalarına yol açtı; ama aynı zamanda parti, hükümet ve ordu içindeki yaygın bağlarını da korudular.

1934 yılında bir gün Stalin, Kaganoviç ve Voroşilov birlikte otururlarken, bir sekreter Kaganoviç'i dışarı çağırdı ve kendisine bir telgraf verdi. Telgrafta Politik Büro üyesi, Leningrad parti Örgütü ve sovyetinin Zinovyev'den sonraki önderi Kirov'un vurularak öldürüldüğü bildiriliyordu. Kirov, parti yönetimindeki genç kuşağın en yeteneklilerinden biri ve Stalin'in yakın dostuydu. Kirov'un Nikolaev adlı biri tarafından öldürülmesi, 1918'de Uritski'nin öldürülmesin­den bu yana Sovyet Rusya'da bir parti önderine karşı girişi­len ilk cinayetti.

Kirov'a sıkılan kurşun, çok geniş kapsamlı sonuçlar yarattı. 1921'den beri durdurulmuş olan "Kızıl Terör" yeni­den başlatıldı. Bu kez işleri siyasî polis yürütüyordu ve ça­lışmalar daha geniş bir cephede, daha uzun bir sure yürü­tüldü. Çünkü Kirov'un katledilmesi üzerine girişilen soruş­turmaların sonunda, tarihte eşine çok zor rastlanacak bir komplo ortaya çıkarıldı. Parti üyesi olan Nikolaev yargılan­dı ve kurşuna dizildi. Zinoviev, Kamenev ve daha onbir kişi mahkemeye çıkarıldılar ve Sovyet hükümetinin çalış­malarını baltalamak amacıyla karşı-devrimci bir terörist ör­güt kurmakla suçlandılar. Troçki'yle ve yabancı devletlerle işbirliği yanmaktan suçlu görüldüler ve çeşitli hapis cezala­rına çarptırıldılar. Daha sonra 1936'da, soruşturmalar da­ha da derinleştirildiğinde, Zinoviev, Kamenev ve daha ondört kişi ihanetle ve Troçki'nin önderliğinde örgütlü terör hareketlerine girişmekle suçlandılar. Hepsi de suçlarını iti­raf ettiler ve kurşuna dizildiler. 1937'de aralarında Piyatakov, Radek ve Muralov'un da bulunduğu onyedi önder da­ha ihanetle suçlandı. Suçlarını hep birlikte itiraf etmeleri üzerine çoğu kurşuna dizildi, aralarında Radek ve Rakovski'nin de bulunduğu ötekilerse ağır hapis cezalarına çarptı­rıldılar. 1937 Haziranında Mareşal Tuhaşevski ve yedi Kı­zıl Ordu generali, yabancı düşmanla komplo hazırlamak­tan ve askerî bir hükümet darbesi düzenlemekten suçlana­rak askerî mahkemede yargılandılar. Onlar da suçlarını iti­raf ettiler ve kurşuna dizildiler.

Bu duruşmalar ve idamlar, "temizlik" hareketlerinin ve terörün tüm ülkeyi sardığı bir dönemin yansımalarıydı. Sanayileşme programı hızlandırılıp da sanayi tarım için makiııa yapabilecek duruma geldiğinde, tarımın kollektifleştirilmesi "Kulakların bir sınıf olarak ortadan kaldırılma­sıyla sonuçlandı. (Kulaklar, yoksul köylülere faizle borç para veren ve onları yarı-feodal ilişkiler içinde çalıştıran zengin köylüler olarak tanımlanabilir.) Kulaklar, kolektif­leştirme hareketine şiddetle karşı koydular ve çoğu zaman silâhlı mücadeleye giriştiler. Bu yeni gelişme süreci içeri­sinde binlerce kulak, aileleriyle birlikte Sibirya'ya ve başka yörelere sürüldüler. Bu, amansız bir sınıf savaşıydı. Ve bu savaşın sonunda, kollektif çiftlik sistemi köylü mülkiyeti­ne, devlet ve kooperatif işletmeleri de özel kapitalist işlet­melere üstün geldiler. Sosyalist ekonomi mücadeleden za­ferle çıkmıştı. Bu ekonomik başarının politika alanındaki sonucuysa, "sosyalizmin tek ülkede kuruluşu"na etkin ola­rak karşı çıkan bütün politik unsurların ve sosyal sınıfların "tasfiyesi" oldu.

Bu dönemdeki temizlik hareketinin yürütülme tarzı, duruşmaların yapılışı, terör, bürokrasi, aşırdıklar ve hak­sızlıklar ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, şu gerçek hiçbir zaman gözden kaçırılmamalıdır; Bu dönemdeki bütün mahkemeler, NEP'çilere ve kulaklara karşı girişilen bütün terör hareketleri, düşman hükümetlerle kuşatılmış ve hiç­bir şakaya ya da kibarlığa yer bırakmayacak kadar büyük tehlikelerle karşı karşıya olan bir ülkede devrimle karşı­devrim arasındaki mücadelenin bir yansımasıdırlar. Bu gerçeği gözardı etmek demek, her şeyi çarpıtmak demektir, iç savaş, hoş bir şey değildir. Ve iç savaşı yürütenler de, ge­rek kullandıkları yöntemlerde, gerek kurbanlarını seçişle­rinde her zaman o kadar ince olmayan yığınlardır. Schacti Davası'ndan Kızıl Ordu içindeki kanlı temizliğe dek bütün bir dönem, bir iç savaştır.

Sovyetler Birliğindeki bütün güçleri yenilgiye uğratıl­dığı ve yok edildiği bir sırada Troçki ta uzaklarda Meksi­ka'da hâlâ aynı teraneyi okumaktaydı, ölümünden kısa bir süre önce, 1939 Eylülünde şunları yazıyordu:

Ekim Devrimi bir rastlantı değildi. Çok önceden hesaplanmıştı. Olaylar bu hesabı doğruladı. Yozlaşma bu hesabı çürütmez, çünkü marksistler, Rusya'da tek başına bir işçi devletinin uzun bir süre varlığını koruyabileceğine hiçbir zaman inanmamışlardı... Hitler'in silâhlarını Doğuya çevirdiğini ve Kızıl Ordu tarafından işgal edilen topraklan istila ettiğini düşünelim... O zaman, Dördüncü Enternasyonalin partizanları, bir yandan silâh elde Hitler'e öldürü­cü darbeler indirirlerken, bir yandan da Stalin'e karşı devrimci propaganda yürütecekler ve hemen sonraki, belki de çok yakın bir aşa­mada Stalin'in yıkılışını hazırlayacaklardır...

işte gördüğünüz gibi, Troçki'nin sonsözü önsözünü doğrulamakta ve Bolşevik devleti tarafından yargılananların itiraflarının gerçek özünü ortaya koymaktadır. 1918-21 yıllarında, mücadele geniş yığınları kapsayan boyutlara eriştiğinden, Kızıl Ordu ve Cerjinski tarafından yönetilen Ceka, Sovyet hükümetinin başlıca silâhları haline gelmişti. 1931'den 1938'e dek süren iç savaşta ise, geniş toplumun yalnızca küçük bir kesimi sözkonusuydu ve Sovyet hükü­metinin başlıca silâhları siyasî polis ve sivil ve askeri mah­kemelerdi. Ama gene de sözkonusu olan, bir iç savaştı.

Bu mücadele tüm dünyayı şaşkınlık içinde bıraktı, çünkü herkes sorunu bir iç savaş olarak görmüyor, olayları barış döneminde bir devletin yurttaşlarıyla olan ilişkileri açısından değerlendiriyordu. Gazeteciler çoğunlukla histe­rik bir biçimde çalışıyorlar, duruşmalarda tutuklulara suç­larını itiraf ettirebilmek için uyuşturucu madde vermek, sahte af vaadlerinde bulunmak, şiddetli baskılara ve her türlü tehdide başvurmak gibi en vahşice usullerin kullanıl-dığını ileri sürüyorlar ve mahkemelerin arkasında sürekli olarak, kalemini kana batırıp yeni bir idam hükmünü imza­lamak için uygun zamanı kollayan "sinsi, gaddar ve kur­naz" bir Jozef Stalin hayali görüyorlardı, öte yandan, belirt­mek gerekir ki, duruşmaları daha tarafsız bir gözle izleyen bazı avukatlar, gazeteciler ve elçiler, mahkemelerin işleyişi üzerinde hiçbir yakınmada bulunmuyorlar ve tutukluların itirafları karşısında çok şaşırdıkları halde, bunların doğru­luğuna inanıyorlardı.

SSCB Yüksek Askerî Mahkemesi ve GPU, devlet gü­venliğine ilişkin sorunları incelemekle görevil kuruluşlar­dır. Bunlar, sarhoşluk ve hırsızlık gibi sıradan suçlarla uğ­raşan sivil mahkemelere benzemezler. GPU, Bolşevik Partisinin seçkin unsurlarından oluşan etkin bir politik kuruluştur. Gerek GPU, gerekse Yüksek Askerî Mahkeme, bir kimsenin suçluluğu ispatlanana dek suçsuz olduğu ilkesinden hareket etmezler. Çünkü suçsuz olan bir kimseyi suçsuzluğunu ispatlamak üzere yargıla­mayı gerekli görmezler. Bir kimseyi tutukladıkları zaman, ya suçlu olduğuna ilişkin kanıtlara sahiptirler ya da bu ka­nıtlan elde edeceklerine iyice güvenlidirler. Dolayısıyla, hakkında siyasî dava açılan kişiler önceden suçlu oldukları bilinen kişilerdir ve duruşmalarda güdülen hedef, tutuklu­nun suçsuz olduğunu ispatlamak değil, kanıtların doğrulu­ğunu ve verilecek hükmün haklılığını gözler önüne sermek üzere bütün kanıtlan tutuklunun ve kamuoyunun önüne koymaktır. Bu yüzden de, bu türden duruşmalarda aslındatutukluların itirafta bulunmamaları tuhaf olurdu. Böyle da­valarda yalnızca Rusların itirafta bulunduğu görüşü de yanlıştır. Epey önce yapılan Metro duruşmalarında ingiliz mühendisler bunun tersini ispatladılar. Sonra geçenlerde yapılan Harkov duruşmasında da, Rusların yanısıra Al­manlar da suçlu olduklarım itiraf ettiler. Bu yüzden, itirafları esrarengiz ya da ruhsal nedenler­le açıklama çabalarına artık son verilmelidir. İşlediği suçun kanıtlarıyla, hem de gerçek olduğunu bildiği kanıtlarla karşı karşıya bulunan bir suçlu, özellikle mahkemede ka­muoyu ve basın karşısında tam bir söz özgürlüğüne sahip­se, suçunu itiraf etmekten kolay kolay kaçınamaz. Tutuklu­nun kendini savunma, tanık çağırma, soru sorma, durumu­nu açıkça anlatma ve savunma avukatı tutma özgürlüğüne sahip olması, bazı gözlemcilerin kanıt elde etmek için bas­kıya başvurulduğu, uyuşturucu madde verildiği yolundaki eleştirilerini pek doğrulamamaktadır.

Yalnız şu var ki, bu ünlü duruşmalara çıkanların ve suçlarını itiraf edenlerin büyük bir kısmı, kendilerini aşağı­lamayı çok aşırı ölçülere vardırmışlardır. Bunların çoğu, devletin ve Bolşevik Partisinin yönetici mevkilerinde bu­lunmuş üstün yetenekte kişilerdi. Bu partinin onlar için çok büyük bir anlamı vardı. Bu partiden atılmak, bir tari­kattan atılmaya benzemiyordu. Onların iç dünyalarını çok daha sarsıcı bir biçimde altüst ediyordu. Parti içindeki mü­cadelede uğradıkları yenilgiye ve devrim adına giriştikleri karşı-devrimci eylemlerin tümüyle açığa çıkarılmasına kar­şı duyduktan şiddetli tepkiler bile, tüm yaşamları kendile­rinden daha büyük bir dava uğruna mücadele içinde geç­miş olan bu insanların kafalarındaki iç çatışmanın bir yan­sımasıydı.İtirafların biçimi ve duruşmalarda gösterilen duygusallığın ölçüsü, tutukluların mizacına, kültür düze­yine ve işlenen suçun büyüklüğüne ve niteliğine göre deği­şiyordu. Buharin'in mahkemedeki son sözleri ilginçtir. Onu çok yakından tanırdım; kendisiyle birlikte çalışmıştık; sık sık şakalaşır, eğlenirdik. Çocukluğundan başlayarak tüm yaşamı devrimci mücadelenin ayrılmaz bir parçası ol­muştu. Buharin'in, yargıçların ve tüm dünyanın önünde konuşurken gösterdiği içtenliği, sözlerindeki açıklığı ve çektiği büyük acıyı görmezden gelmek olanaksızdır:

Pişmanlık çoğu zaman uyuşturucu madde ve benzeri gibisinden yanlış ve saçma nedenlere bağlanıyor. Ben kendi payıma, bir yıldır kalmakta olduğum hapishanede çalıştığımı, okuduğumu ve zihni­min açıklığını koruduğumu söyleyebilirim. Bu örnek, bütün uy­durmaları ve gülünç karşı-devrimci masalları çürütmeye yardımcı olabilir. Hipnotizma yapıldığı ileri sürülüyor. Ama ben mahkemede savunmamı yaptım, kendimi oradaki koşullara uydurabildim ve savcıyla tartıştım: Böyle bir hipnotizmanın mümkün olmadığını herhangi bir kimse, tıbbın bu dalından pek az anlayan bir kimse bile rahat­lıkla görebilir. Bu pişmanlık sık sık, Oostoyevski'vari bir kafaya, ruhsal özelliklere bağlandı. Bu, ancak "Budala'daki kişiler için, Alyoşa Karamazov için ve öteki Dostoyevski kahramanları için söylenebilir; onlar her­kesin içinde ayağa kalkıp, "Dövün beni, Ortodoks Hıristiyanlar, ben bir alçağım," diye bağırmaya hazır kişilerdir. Ama burada sorun hiç de öyle değil... Şimdi kendimden, pişmanlık göstermemin nedenlerinden sözedeyim. Hiç kuşkusuz, suçlayıcı kanıtların çok büyük önem taşıdığını kabul etmek gerekir. Üç ay boyunca konuşmayı kesinlikle reddet­tim. Sonra birden tanıklık etmeye başladım. Niçin? Çünkü hapis­hanede, tüm bir geçmişimi yeniden değerlendirdim. Çünkü kendi kendinize, "eğer öleceksen, neyin uğruna ölüyorsun?" diye sordu­ğunuzda, karşınızda birden şaşırtıcı bir berraklıkla kapkara bir boşluk beliriyor. Eğer kişi pişmanlık göstermeden ölmek istiyorsa, uğrunda ölünecek hiçbir şey kalmıyor. Ve tam tersine, Sovyetler Birliği'nde ışıldayan her şey, insanın kafasında yeni boyutlar gerektiriyor, işte bu durum beni en sonunda silâhsız bıraktı ve partinin ve ülkenin karşısında diz çökmeme yol açtı. Ve kendi kendini­ze şunu soruyorsunuz: "Pekâlâ, diyelim örmeyeceksin; diyelim bir mucize olacak ve sağ kalacaksın; ama neyin uğruna? Herkesten kopmuş, bir halk düşmanı olarak, insanlık-dışı bir durumda, yaşa­mın özünü oluşturan her şeyden tamamen kopmuş olarak..." Ve birden gene aynı yanıt dikiliyor karşınıza. Yurttaşlar, yargıçlar, böyle durumlarda, kişisel olan her şey, insanın tüm kişisel kabuğu, tüm nefret, gurur ve daha bir sürü şey yıkılıp gidiyor. Ve bir de, ge­niş enternasyonalin yankıları kulağınıza geldiğinde, işte bütün bunlar hep birlikte etkisini gösteriyor ve diz çöken hasımları karşısında SSCB'nin tam bir ahlaki zaferiyle sonuçlanıyor... Elbette önemli olan, bu pişmanlık değil, ya da özel olarak benim ki­şisel pişmanlığım değil. Mahkeme, bu olmadan da kararını verebi­lir. Suçlanan kişinin itirafta bulunması sorunun özü değildir. Suç­lanan kişinin itirafta bulunması, ortaçağa ilişkin bir hukuk ilkesi­dir. Ama burada aynı zamanda, karşı-devrim güçlerinin içten yıkıl­masıyla da karşı karşıyayız. Ve insanın silâhlarını bırakmaması için, Troçki olması gerekiyor... (s. 777, Mahkeme Tutanakları).

Suçlu olduklarını gösteren kanıtlarla karşılaştıkları zaman itirafta bulunmayı reddedenler de ister istemez çıka­yordu. Dolayısıyla, bunlar açık olarak yargılanmıyor, ama gene de idam ediliyorlardı. Duruşmaların ve temizliklerin yanısıra, iç savaşın bir bölümünü de NEP'çilerin ve kulakların tasfiyesi meydana getiriyordu. Stalin tarafından serbest bırakılan GPU, bin­lerce kulağı toparladı, onları aileleriyle birlikte, yeni kasa­baların ve kentlerin kurulmasında, büyük kanalların açıl­masında ve Sibirya'nın yeni sanayi kuruluşlarıyla kalkındı­rılmasında çalıştırdı. Gerçi mücadele ilkel, kaba, amansız, sert ve şiddetliydi, ama aynı zamanda yapıcıydı. Zorla yer­leri değiştirilen insanların geniş yığınları arasından, yeni insanlar, mühendisler, yapı ustaları, mimarlar, sanayi ön­derleri, yöneticiler, yeni bir uygarlığın yaratıcıları oldukları keşfedilen inançlı Sovyet işçileri yükseldi.

Ama 1938 yazında bir gün Kızıl Orduyu denetlemek­ten dönen Voroşolov'un son derece kaygılı olduğu görül­dü. Voroşilov, Urallardan henüz dönmüş olan Kaganoviç'le konuşurken, ordu içindeki temizlik hareketinin etkilerin­den sözetti: "Disiplinin ve yoldaşlığın temelleri çatırdıyor. İster astı, ister üstü olsun, hiç kimse yanmdakine güvenmi­yor."

O sırada Stalin, Kafkasya'da, çocukluğunu geçirdiği evin yakınlarında bir yerde yaz tatilindeydi. Politik Büro üyesi ve Kafkasya Federasyonu Parti Sekreteri olan Beria, Stalin'i aradı ve kendisine temizlik hareketinin çok ileri git­tiğini anlattı. Tam o sıralarda Kaganoviç ve Voroşilov da Stalin'e bir telgraf çekerek aynı şeyi bildirdiler. Ertesi gün Kaganoviç'le Voroşilov, Stalin'in bulunduğu yere geldiler ve yaptıkları toplantı sonucunda ikinci iç savaşa son veril­di. NEP'çiler kasabalardan ve kentlerden kovulmuştu. Köylük bölgelerdeki kulaklar dev bir süpürgeyle temizlenmişti. "Sosyalizmin tek ülkede" kuruluşunu kösteklemeye çalışan bütün yöneticiler temizlenmiş ve, Kızıl Ordu da içinde, bü­tün örgütler, Nazi Almanyası sürülerinin bir karşı-devrimci darbe için gerekli bunalım koşullarını yarattıkları sırada Stalin rejinıini yıkmaya çalışan bütün vatan hainlerinden arındırılmıştı. Bu çetin görev gerçekleştirilirken ister iste­mez hatalar, aşırılıklar, abartmalar, gereksiz kayıplar da ol­muştu. Stalin bunların hiçbirini inkâr etmiyor.

Sovyetler Birliği dışından epeyce protesto geldi. Bun­ların çoğu ya bir takım iftiralara ya da yanlış anlamalara da­yanıyordu. Ama yerine getirilmekte olan bu yüce göreve pek az yakınlık duyuldu ve gereken değer verilmedi. Gerçi bütün bu olaylar dünya gazetelerinin sütunlarını boydan-boya kaplıyordu, ama karşı-devrimci unsurlar (Troçki'nin yandaşları, NEP'çiler ve kulaklar) Sovyetler Birliği'nin bü­yük nüfusunun çok küçük bir bölümünü oluşturuyorlardı. Aynı dönemde halkın büyük çoğunluğu Stalin'in önderliğinde dev kuruluş çabaları içerisindeydi. Ve bugün Mütte­fikülkelerin halkları, bu çabalara derin bir şükran borçlu olduklarını kendi gözleriyle görmektedirler.
Blogger tarafından desteklenmektedir.