Header Ads

Header ADS

DOĞADA NEDENSELLİK VE ZORUNLULUK

Materyalizm ve Ampiryokritisizm
Lenin


3. DOĞADA NEDENSELLİK VE ZORUNLULUK

Nedensellik sorunu en yeni "izm"li felsefi eğilimlerin tanımı konusunda özel bir önem taşımaktadır. Onun için biz de bunun üzerinde durmalıyız. 

Önce bu konuyla ilgili materyalist bilgi teorisini inceleyelim. Daha önce sözünü ettiğimiz R. Haym'a yanıtında L. Feuerbach, bu konudaki görüşlerini, dikkate değer bir açıklıkla ortaya koydu: 

"'Doğa ve insan aklı, diyor Haym, onda [Feuerbach'a] tamamıyla birbirinden ayrılmıştır: aralarında, birinden öte kine aşılmaz bir uçurum vardır.' Haym, bu suçlamasını, esas olarak, Dinin Özü adlı yapıtımın 48. paragrafına dayandırıyor, orada şöyle denmektedir: ‘Doğa ancak bizzat kendisiyle anlaşılabilir: onun zorunluluğu insanca ya da mantıklı, metafizik ya da matematik bir zorunluluk değildir; her ne kadar onları bizce anlaşılabilir kılmak için, onun görüngülerini karşılaştırır ve onlara adlar verirsek de ve onlara, genel olarak, örneğin düzen, erek, yasa gibi, gene dilimiz dolayısıyla zorunlu olduğumuz insansal deyimler ve kavramlar uyguluyorsak da, doğa, kendisine hiç bir insansal ölçünün uygulanamayacağı tek varlıktır!' Bu ne demektir? Doğada hiç bir düzen yoktur mu demek istiyorum, örneğin yaz güzden sonra, kış ise ilkyazdan sonra gelebilir mi demek istiyorum? Doğada erek yoktur, örneğin ciğerle hava arasında, ışıkla göz, sesle kulak arasında hiç bir düzenleme yoktur; doğada düzen yoktur, örneğin yeryüzü yuvarlağı kimi zaman eliptik bir yörünge, kimi zaman da çember biçimi bir yörünge izler,
böylece bazan bir yılda bazan da bir çeyrek saatte güneş çevresindeki dolaşımım tamamlar mı diyorum? Ne saçmalık! Peki ne demek istiyordum bu aktarılan pasajda? Sadece doğaya ilişkin olanla insana ilişkin olan arasında bir sınır çizgisi çizmeyi düşünüyordum; doğada gerçek hiç bir şey, düzen, erek, yasa üzerine sözlere ve fikirlere karşılık olan hiç bir şey yoktur demiyordum; ben, sadece, düşünce ile varlığın özdeşliğini yadsımaktan, düzenin ve ereğin vb. doğada ve insanın kafasında ya da duyularında aynı şeyler olduğunu yadsımaktan başka bir şey yapmıyordum. Düzen, erek, yasa, insanın, doğadaki şeyleri anlayabilmeleri için kendi diline çevirdiği sözcüklerdir ancak; bu sözcükler, ne anlamdan, ne de nesnel içerikten yoksundurlar (nicht sinn-, d. h. gegenslandlose Worte); bununla birlikte gene de aslını çeviriden ayırdetmek gerekir. Düzen, erek, yasa, insanca anlamlarında, keyfi bir şeyleri ifade eder. 

"Tanrıcılık, doğadaki düzen, erek ve yasanın beklenmedik özelliğinden, doğrudan doğruya, bunların keyfi bir kökenleri olduğu sonucuna, kendi içerisinde (an sich) düzensiz (dissolute) olan ve her türlü belirlemeden uzak bir doğaya, düzeni, ereği, yasayı getiren doğadan ayrı başka bir varlığın varlığı sonucuna varır. Tanrıcıların aklı ... doğa ile çelişki halindedir, bu akıl, doğanın özünden kesinlikle hiç bir şey anlamaz. Tanrıcıların aklı, doğayı iki varlığa böler, biri maddi, öteki ise biçimsel ya da ruhsaldır." (Werke, c. VII, 1903, s. 518-520.) 

Feuerbach, böylece, doğada, insanın, düzene, ereğe,  yasaya vb. değgin fikirlerinde, ancak yaklaşık bir şaşmazlıkla yansıyan nesnel yasaları, nesnel nedenselliği kabul eder. Doğada nesnel yasaların benimsenmesi, Feuerbach'ta, bizim bilincimizce yansıtılan dış dünyanın, cisimlerin, nesnelerin, şeylerin nesnel gerçekliğinin kabulüne sımsıkı bağlıdır. Feuerbach'ın görüşleri tutarlı bir materyalistin görüşleridir. Ve Feuerbach, haklı olarak, bütün öteki görüşlerin ya da daha doğru bir deyişle nedensellik konusundaki öteki felsefe eğiliminin, doğadaki yasaların, nedenselliğin ve nesnel zorunluluğun yadsınmasının inancı eğiliminden ileri geldiğini düşünür. Gerçekten de, açıktır ki, nedensellik konusunda, doğanın yasalarının ve düzeninin kökenini nesnel dış dünyaya değil de bilince, akla, mantığa, vb. yükleyen öznel eğilim, insan aklını doğadan koparıp ayırmakla kalmaz, doğayı aldın karşısına koymakla kalmaz, aklı doğanın bir parçası sayacağı yerde doğayı akim bir parçası yapar. Öznel eğilim, nedensellik sorununda, felsefi idealizme (ki Hume'ün, Kant'ın nedensellik teorileri bu felsefi idealizmin çeşitlerinden başka bir şey değildir), yani biraz törpülenmiş ve sulandırılmış bir inancılığa indirgenir. Materyalizm, doğanın nesnel yasalarının ve bu yasaların insan zihninde yaklaşık bir uygunlukla yansımasının kabulüdür. 

Engels, eğer yanılmıyorsam, kendi materyalist nedensellik anlayışını, özel olarak, başka akımların karşısına koymadı. Bu, genel olarak, dış dünyanın nesnel gerçekliğinin daha temel sorununda bütün bilinemezcilerden kendini kesin bir biçimde ayırmış olduğuna göre, gereksizdi. Ama, Engels'in felsefe konusundaki yapıtlarını dikkatle okuyan bir kimse için, onun, doğanın yasalarının, nedenselliğinin ve nesnel zorunluluğunun varlığı üzerine en ufak bir kuşkunun gölgesini bile kabul etmediği apaçık bir şeydir. Birkaç örnekle yetinelim. Engels, Anti-Dühring'in birinci bölümünde şöyle diyordu: "Bu ayrıntıları [ya da dünya görüngülerinin genel tablosunu] bilmek, tanımak için, onları doğal (natürlich) ya da  tarihsel bağlantılardan ayırmak, ve nitelikleri, özel neden ve sonuçları vb. içinde incelemek zorundayız." (s. 5-6.) Besbelli ki, bu doğal -ilişkilerin, bu doğal görüngüler arasındaki ilişkilerin nesnel bir varlığı vardır. Engels, neden ve sonucun diyalektik anlayışını özel olarak vurgular: "Aynı biçimde, neden ve sonucun, ancak özel bir duruma uygulandıklarında geçerliği bulunan kavramlar olduklarını, ama bu özel durumu, dünyanın bütünü İle genel bağlantısı içinde düşünmeye başladığımız andan itibaren, bu kavramların, neden ve sonuçların sürekli olarak görev değiştirdikleri, şimdi ya da burada sonuç olanın, başka yerde ya da daha sonra neden, vice versa durumuna geldiği evrensel karşılıklı etki görünümü içinde birleştiklerini, birbirlerine dönüştüklerini de görürüz." (s. 8.) Böylece, insanın neden ve sonuç kavramı, bir tek evrensel sürecin şu ya da bu yanını yapay bir biçimde yalıtarak ancak yaklaşıklık içinde yansıttığı doğa görüngülerinin nesnel ilişkilerini her zaman biraz yalınlaştırır. Eğer, diyor Engels, düşüncenin doğanın yasalarına uygunluğunu gösterirsek, bu, düşünce ve bilincin "insan beyninin ürünleri oldukları ve insanın kendisinin, ise doğanın bir ürünü olduğu" hesaba katıldığında oldukça anlaşılır bir şey haline gelir. Vs anlaşılır ki, "son tahlilde, doğa ürünleri olan insan beyni ürünlerinin, doğanın bütünü İle (Naturzusammenhang) çelişki durumunda değil, uygunluk durumundadırlar", (s. 22.)[48] Kuşkusuz dünyanın görüngüleri arasında doğal, nesnel ilişkiler vardır. Engels, sürekli olarak "doğanın yasalarından" "doğanın zorunluluğundan" (Naturnotvendigkeiten) sözediyor ve materyalizmin genel olarak bilinen tezlerini açıklığa kavuşturmayı pek gerekli saymıyor. 

Ludwig Feuerbach'ta da aynı şeyi okuyoruz: "Dış dünyanın olduğu kadar insan düşüncesinin hareketinin de genel yasaları, özünde özdeş, ama İnsan zihni onları bilinçli olarak uyguladığı için ifadelerinde farklı olan yasalardır, öte yandan, doğada ve aynı zamanda da bugüne dek insanlık tarihinin  büyük bir bölümünde, bu yasalar, raslansal olarak görülen şeylerin sonu gelmez dizileri içinde, bir dış zorunluluk biçiminde, kendilerini bilinçsiz olarak ortaya korlar, (s. 38.) Engels, eski felsefeyi, (doğanın görüngülerinin) "gerçek ama henüz bilinmeyen ilişkilerin" yerine "ideal ve sanal ilişkileri" koymuş olmakla suçlar, (s. 42.)[49] Doğadaki nedensellik ve nesnel zorunluluk yasalarının kabulünü Engels çok kesin bir biçimde ifade etmiştir, ayrıca bizim, bu yasalardan şu ya da bu kavramlar biçimindeki insanca yansılarımızın göreli özelliğini de vurgulamıştır. 

J. Dietzgen'e geçerken, her şeyden önce, bizim Mach öğretililerimizin çok iyi bildikleri sorunu çarpıtmanın sayısız yollarından birini kaydedelim. Marksist Felsefe "Üzerine" Denemeler'in yazarlarından biri Bay Hellfond, bize diyor ki: "Dietzgen'in anlayışının temel noktaları şöyle özetlenebilir: "... 9° Bizim şeylere malettiğimiz nedensellik ilişkileri, gerçekte, bu şeyler tarafından içerilmez'," (s. 248.) Bu bastan başa saçmalıktır. Fikirleri materyalizm ve bilinemezcilik karışımı bir salata olan Bay Hellfond, J. Dietzgen'in düşüncesini rezilce tahrif etmiştir. Kuşkusuz Dietzgen'de mahçıları sevindirecek ve her materyalisti Dietzgen'i zaman zaman tutarsız bir filozof olarak görmek zorunda bırakacak nitelikte bir sürü yanlışlar, kavram karışıklıkları ve belirsizlikler bulmak mümkündür. Ama yalnızca Hellfond'lar, yalnızca Mach'ın Rus öğretilileri, nedenselliğin materyalist anlayışının salt ve yalın yadsınmasını materyalist Dietzgen'e yükleme yeteneğindedirler. 

"Nesnel bilimsel bilgi, diyor Dietzgen İnsan Zihninin Çalışmasının Mahiyeti'nde (Almanca baskı, 1903), nedenleri, inanla ya da spekülasyonla değil, deney ve tümevarımla, önsel (a priori) değil ama sonsal (a posteriori) araştırır. Doğal bilimler, nedenleri, görüngülerin dışında ve ardında değil, ama onların içinde, onlar aracıyla araştırır." (s. 94-95.) "Nedenler düşünme yetisinin ürünüdürler. Ama bunlar salt ürünler değillerdir: bunlar, bu yetinin duyuların malzemesi ile birleşmesinden doğarlar. Bu duyu malzemeleri böylece üretilmiş olan nedene, onun nesnel varlığını sağlar. Nasıl ki, biz, bir gerçeğin nesnel bir görüngünün gerçeği olmasını istiyorsak, aynı şekilde biz, bir nedenin bir gerçek olmasını nesnel olarak verilmiş bir sonucun (effet) nedeni olmasını isteriz." (s. 98-99.) "Bir şeyin nedeni, onun bağlantısıdır." (s. 100.) 

Bundan anlaşılıyor ki, Bay Hellfond'un iddiası kesinlikle gerçekliğe aykırıdır. J. Dietzgen tarafından açıklanan materyalist anlayış, "nedensellik ilişkilerinin", "bizzat şeylerin içinde" olduklarını kabul eder. Bay Hellfond kendi mahçı salatasını yapmak için, nedensellik konusunda, materyalist eğilim ile idealist eğilimi birbirine karıştırmak zorunda kalmış. 

İkinci eğilime geçelim. 

Avenarius birinci yapıtı olan Philosophie als Denken der Welt gemäss dem Prinzip des kleinsten Kraftmasses'ında, bize, bu sorunla ilgili kendi felsefesinin çıkış noktaları hakkında açık bir açıklama sunuyor. § 81'de şunları okuyoruz: "Hareketin nedeni olarak kuvveti anlamadığımız (deneyle bilmek: erfahren) gibi aynı şekilde hareket olayının zorunluluğunu da anlayamayız. ... Tek bildiğimiz (erfahren) şey, birinin ötekini izlediğidir." İşte bu, en katıksız biçimiyle Hume'ün anlayışıdır: duyum, deney, zorunluluk üzerine bize hiç bir şey söylemezler. ("Düşünce tasarrufu" ilkesine dayanarak) duyumun dışında hiç bir şeyin var olmadığım ileri süren filozof hiç bir sonuca varamamıştır. "Nedensellik fikri, daha ilerde okuyoruz, sonucun bütünleyici parçaları olarak bir kuvvet, zorunluluk ya da baskı gerektirdiğine göre, bu da, bu sonuncularla birlikte kaybolur." (§ 82.) "Zorunluluk, bu nedenle, beklenen ya da olabilecek sonucun özel bir olasılık derecesini ifade eder." (§ 83, tezler.) 

Bu da, nedensellik konusunda, iyi belirlenmiş bir öznelciliktir. Ve eğer bir kimse nesnel gerçeği duyumlarımızın kaynağı olarak kabul etmeden tutarlı kalmak istiyorsa, başka hiç bir sonuca varamaz. 

Mach'ı alalım. "Nedensellik ve Açıklaması" Wärmelehre, 2. baskı, 1900, s. 432-439) özel bölümünde şunları okuyoruz: "Hume'ün (.nedensellik anlayışı üzerine] eleştirisi bütün geçerliğini korumaktadır." Kant ve Hume nedensellik sorununu değişik biçimde çözümlüyorlar (öteki filozoflar Mach için mevcut değildir!); biz, Hume'ün yanında "yer alıyoruz". "Mantıksal [italikler Mach'ın] zorunluluğun dışında başka zorunluluk, Örneğin fiziksel zorunluluk yoktur." İşte bu, Feuerbach'ın o coşkuyla savaştığı anlayışın ta kendisidir. Hume ile akrabalığını yadsımak, Mach'ın aklından bile geçmez. Yalnız Rus mahçıları Hume'ün bilinemezciliği ile Marks ve Engels'in materyalizminin "bağdaştırılabileceğini" iddia edecek kadar ileri gidebilirlerdi. Mach'ın Mekanik'inde şunları okuyoruz: "Doğada, ne neden, ne de sonuç vardır." (s. 474, 3. baskı, 1897.) "Birçok kez açıkladım ki, nedensellik yasasının bütün biçimleri, öznel eğilimlerden (Trieben) ileri gelir; hiç bir zorunluluk doğayı buna uymaya zorlayamaz." (s. 495.) 

Burada not etmek gerekir ki, bizim Rus mahçılarımız, şaşılacak bir saflıkla, nedensellik yasası konusundaki bütün uslamlamaların materyalist ya da idealist eğilimi sorunu yerine, bu yasanın şu ya da bu şekilde formüle edilmesi sorununu koyuyorlar. Bunlar, ampiryokritikçi Alman profesörlerinin, "işlevsel bağlılaşma" demenin, "modern olguculuğa" özgü bir bulgu yapmak ve kendimizi "zorunluluk", "yasa" vb. deyimlerinin "fetişizm"inden kurtarmak demekten başka bir şey olmayan bu sözlerine inandılar. Bunlar, kuşkusuz boş şeylerdir ve gerçekte hiç bir şeyi değiştirmeyen bu sözcük değişikliği ile alay etmekte Wundt tamamen haklıydı (Philosophische Studien'de yayınlanmış adı geçen makalenin 383 ve 388. sayfaları). Mach'ın kendisi, nedensellik yasasının "bütün biçimlerini" ele alıp işliyor ve Bilgi ve Yanılgı'sında (2. baskı, s. 278) kolaylıkla anlaşılabilecek, işlev anlayışının, ancak araştırmaların sonuçları ölçülebilir büyüklükler halinde açıklanabildiği zaman "öğelerin bağımlılığını" daha iyi ifade edebileceği sınırlamasını yapıyor ki, bu duruma kimya gibi bir bilim bile ancak kısmen ulaşabilmiştir. Profesörce keşiflerin içinde böyle bir inançla dolu mahçılarımızın görüş açısından, Feuerbach'ın (Engels'i anmamak için Feuerbach'ın deniyor) düzen, yasa vb. kavramlarının bazı koşullarda, belirli işlevsel ilişkilerle matematik olarak ifade edilebileceklerini bilmediğine inanmak gerekir! 

Felsefe akımlarını bölen bu gerçekten önemli bilgi teorisi sorunu, nedensellik ilişkilerine değgin betimlemelerimizde belginlik derecesinin ne olduğu ve bu betimlemelerin, tam matematik formüller halinde ifade edilip edilemeyecekleri değil, ama bizim bu ilişkilere değgin bilgimizin kaynağının, doğanın nesnel yasalarında ya da bizim zihnimizin özelliklerinde olup olmadığı, onun bazı önsel gerçekleri tanıma yetisinde vb. olup olmadığı sorunudur, işte materyalist Feuerbach, Marks ve Engels'i, bilinemezci (Hume'ün öğretilileri) Avenarius ve Mach'tan her zaman için ayıran şey budur. 

Mach –onu tutarlılıkla suçlamak haksızlık olurdu– yapıtlarının bazı bölümlerinde, sık sık, Hume ile görüş birliği içerisinde olduğunu ve kendi öznel nedensellik teorisini "unutur" ve "tam bir saflıkla" bir doğacı gibi, yani içgüdüsel olarak materyalist bir görüş açısından düşünce yürütür. İşte böylece Mekanik'inde şunları okuyoruz: "Doğa, bize, görüngülerinde bu tekdüzeliği bulmayı öğretir." (Fransızca çeviri, s. 182.) Eğer biz, doğanın görüngülerinde tekdüzeliği buluyorsak, bundan, bu tekdüzeliğin bizim zihnimiz dışında nesnel bir varlığı olduğu sonucunu mu çıkarmak gerekir? Hayır. Mach, bu doğanın tekdüzeliği konusundaki bu aynı sorun üzerinde benzer şeyler ileri sürüyor: "Bizi, ancak kısmen gözlemlediğimiz olayları düşünce ile tamamlamaya isteklendiren güç, çağrışımdır (association). Bu, yinelenmekle boyuna artar. Ve şimdi artık bize, bizim irademizden ve kendi  bağlarına tek tek olgulardan bağımsız bir güç, düşünceleri ve [italikler Mach'ındır] olguları yöneten, bunların her ikisine de hükmeden bir yasa olarak birbirleriyle uyumlu kılan bir güç olarak görünür. Böyle bir yasanın yardımıyla kehanetlerde bulunabileceğimizi sanmamız sadece [!] çevremizde yeterince tekdüzelik olduğunu tanıtlar, ama kehanetlerimizin başarısının zorunluluğunu hiç de tanıtlamaz." (Wärmelehre, s. 383.) 

Bundan, çevremizin, yani doğanın tekdüzeliğinin dışında bir tür zorunluluk arayabileceğimiz ve aramamız gerektiği sonucu çıkıyor! Nerede aramalı bu zorunluluğu? Bu, insanın anlama yetisinde, doğanın basit bir yansısını görmeyi göze alamayan idealist felsefenin gizidir. Mach, son yapıtı Bilgi ve Yanılgı'da "bekleme (attente) sınırlaması" olarak bir doğa yasasının tanımını bile yapar! (2. baskı, s. 450 ve devamı.) Tekbencilik gene de alacağını alıyor. 

Bu felsefe eğiliminden olan öteki yazarların durumunu görelim, İngiliz Karl Pearson kendisine özgü bir açıldıkla düşüncelerini ifade ediyor: "Bilimin yasaları, dış dünyanın olgularından çok, insan zihninin sonuçlarıdırlar," (The Grammar of Science, 2. baskı, s. 36.) "ister ozan olsunlar ister materyalist, insanın hükümdarı olarak doğaya itaat edenler, çoğu zaman hayranlık duydukları düzen ve karmaşıklıklarının en azından kendi özel anılarının ve düşüncelerinin ürünü oldukları kadar insanın algılama ve yetilerinin bir ürünü olduğunu unuturlar." (s. 185.) "Doğal yasanın kapsamlı niteliği insan zihninin yaratıcılığının bir sonucudur." (İbid..) "İnsan doğal yasaların yaratıcısıdır", deniyor II. Bölüm, § 4'te. "insanın doğaya yasalar kabul ettirmesi iddiası, onun tersinden, yani doğanın insana yasa kabul ettirmesi iddiasından, her ne kadar [saygıdeğer profesör üzüntüyle itiraf ediyor] bu son [materyalist] görüş, ne yazık ki, zamanımızda çok yaygınsa da çok daha anlamlıdır." (s. 87.) Nedensellik sorununa ayrılmış IV. bölümde, Pearson şu tezleri formüle ediyor (§ 11):  "Zorunluluk, algılar dünyasında değil, kavramlar dünyasındadır." Algıların ve duyu izlenimlerinin, Pearson'a göre, "kesinlikle" bizim dışımızda varolan gerçeklik "olduklarını" belirtmek gerekir. "Algı dizilerinin yinelendiği tekdüzelik içerisinde, doğasında var olan bir zorunluluk da yoktur, ama bu, algılarda bir alışkanlık olabilecek biçimde düşünen varlığın var oluşunun zorunlu bir koşuludur. Demek ki, zorunluluk, düşünen varlığın doğasındadır, algıların kendilerinde değil; o, bizim algı yetimizin ürünüdür." (s. 139.) 

Mach'ın "kendisinin" de sık sık onunla tam bir dayanışma içerisinde olduğunu belirttiği mahçımız, böylece, güvenle ve başarıyla salt kantçı idealizme varır: yasaları doğaya kabul ettiren insandır, yasaları İnsana kabul ettiren doğa değildir! Önemli olan, aslında, felsefede idealist çizgiyi değil de, yalnızca bu çizginin özel bir formülasyonunu tanımlayan Kant'ın önselci öğretisini yinelemek değildir; önemli olan, aklın, düşüncenin, bilincin burada birincil veri ve doğanın ikincil veri olmasıdır. Doğanın bir parçası, onun en yüksek ürünlerinden biri, onun süreçlerinin bir yansısı olan akıl değil, ama akim bir parçası olan doğadır, ki böylece akıl, genişletilerek, hepimizce bilinen, sıradan basit insan aklı olmaktan çıkarılıp, J. Dietzgen'in dediği gibi, gizemli, tanrısal, "aşırı" akıl haline gelir. Kant-Mach formülü, yani "insan. yasaları doğaya kabul ettirir" formülü, inancı bir formüldür. Eğer bizim mahçılar, Engels'in materyalizmin teme! özelliğinin ruhun değil de doğanın birincil olarak kabul edilmesi olduğu yolundaki iddiasını okurken, gözlerini faltaşı gibi açarak bakıyorlarsa, bu, olsa olsa onların, gerçekten önemli felsefi akımlarını profesörlere özgü derin bilgi oyunlarından, küçük bilgince terimlerden ayırdetmede ne denli yeteneksiz olduklarını gösterir. 

İki ciltlik yapıtında, Avenarius'u tahlil eden ve geliştiren Petzoldt, bize, Mach öğretisinin gerici iskolastiğinin çok güzel bir örneğini verebilir. "Hume'den yüz elli yıl sonra, diyor o, bugün bile, tözellik (substantialité) ve nedensellik düşüncenin cesaretini felce uğratıyor." (Einführung in die Philosophie der reinen Erfahrung, c. I, s. 31.) Organik maddesiz duyum, beyinsiz düşünceyi, nesnel yasasız doğayı bulmuş olan tekbenciler, hiç kuşkusuz en "cesur" olanlardır! "Nedenselliğin, zorunluluğun ya da doğadaki zorunluluğun, henüz tarafımızdan sözü edilmemiş son tanımlanmasında "fetişizm", "insanbiçimcilik" (anthropomorphisme) vb. fikri gibi "belirsiz, muğlak, gizemli bir şey var", (s. 32 ve 34.) Zavallı Feuerbach, Marks, Engels gizemcileri! Onlar ki, durmadan doğadaki zorunluluktan sözediyorlardı ve Hume'ün öğretililerini bile gerici teorisyenler olarak adlandırıyorladı! ... Petzoldt, kendisi de, her türlü "insanbiçimciliğin" üstündedir. Bütün belirsizliğe son veren, "fetişizmin" vb. bütün izlerini yok eden büyük "özdeşlik yasası"*4 bulmuştur. Örnek: kuvvetler paralelkenarı, (s. 35.) Bu "tanıtlanamaz", bu, bir "deney olgusu" olarak kabul edilmelidir. Bir cismin tekdüze5** itilerin altında değişik biçimlerde hareket ettiği kabul edilemez. "Doğada böylesine belirsizliği ve keyfiliği kabul edemeyiz; ondan belirlilik ve yasalar istemeliyiz." (s. 35.) Güzel, güzel. Biz doğanın yasaya uymasını isteriz. Burjuvazi kendi profesörlerinin gerici olmalarını istiyor. "Bizim düşüncemiz doğadan belirlilik istiyor, doğa ise her zaman bu isteğe boyun eğiyor; ve hatta göreceğiz ki. bir anlamda, doğa ona boyun eğmek zorundadır da." (s. 36.) Neden AB doğrusu üzerinde kendisine iti verilen bir cisim, D'ye ya da F'ye doğru değil de, C'ye doğru hareket eder? 


"Neden doğa sayısız öteki olanaklı doğrultular içinde başka bir doğrultuyu seçmiyor?" (s. 37.) Çünkü o zaman "çoğulluk" olurdu, oysa Joseph Petzoldt'un ampiryokritikçi büyük buluşu özdeşlik istiyor.

Ve ampiryokritikçiler böylesine akılalmaz saçmalıklarla düzinelerce sayfa dolduruyorlar!

"... Birçok kez belirttik ki, bizim önermemiz bir ayrı ayrı deneyler toplamına dayanmıyor, tersine, biz onun doğaca da kabul edilmesini (seine Geltung) İsteriz. Gerçekten de, önermemiz, bir yasa olmadan önce, bizim için, gerçekliğe uyguladığımız bir ilke, yani bir postulattır. Onun değeri, deyim yerindeyse, önseldir, her türlü deneyden bağımsızdır. ilk bakışta, önsel gerçekler öğütlemek ve böylece en kısır metafiziğe geri dönmek, salt deney felsefesine yakışmaz. Ama bizim önselimiz, psikolojik ya da metafizik bir önsel değil, yalnızca mantıksal bir önseldir." (s. 40.) Açıkçası, bu fikirde gerici olarak ne varsa onları kaybetmesi için ve "modern olguculuk" düzeyine yükselmesi için mantığın önselini nitelendirmekten başka yapacak bir şey yoktur!

Gene J. Petzoldt bize öğretiyor ki, ruhsal görüngülerin özdeşliği olamaz: imgelemin rolü, büyük buluşların önemi vb. burada istisnadırlar, oysa doğanın yasası ya da ruhun yasası "hiç bir istisnayı" kaldırmaz, (s. 65.) Metafizikçilerin en katıksızı ile karşı karşıya bulunuyoruz. Öyle bir metafizikçi ki, raslansal olanla zorunlu olan arasındaki ayırımın göreliliği üzerine hiç bir fikri yoktur.

Acaba, diye sürdürüyor Petzoldt, tarih olaylarının ya da şiirsel yapıtlardaki karakterin evriminin açıklanmasından mı medet umuluyor? "Ona daha yakından baktığımızda, orada, özdeşliğin bulunmadığını farkederiz. Tek bir tarihsel olay, tek bir dram yoktur ki, orada, benzer ruhsal koşullar altında yer alanların farklı davrandıklarını düşünebilelim." (s. 73.) "Ruhsal içinde eksik olan yalnızca özdeşlik değildir, ama onun gerçeklikte de bulunmamasını istemeye [İtalikler Petzoldt'undur] hakkımız vardır. Öğretimiz, böylece poslulat katına ... yani çok daha önceki deneyin zorunlu koşulu, mantıksal bir önsel katına yükselir." (İtalikler Petzoldt'undur, s. 76.)

Petzoldt, bu "mantıksal önsel" ile Giriş'inin iki cildinde ve Olgucu Açısından Dünya Sorunu6 adlı 1906'da yayınlanmış kitapçığında işleme devam ediyor. Burada, gene, farkına varmadan kantçılığa düşmüş ve birazcık değişik bir salçayla kotarılmış en gerici öğretileri önümüze süren dikkat çeken bir ampiryokritikçi örneğini buluyoruz. Ve bu raslantı işi değildir, çünkü Mach ve Avenarius'un nedensellik öğretileri üzerine giydirilen "olguculuk" sözleri ne olursa olsun, temelinde, idealist bir yalandır. Hume'ün nedensellik teorisi ile Kant'ınki arasındaki ayrım, bilinemezciler arasında ikincil derecede bir ayrımdır; bilinemezciler temelde görüş birliğindedirler: doğanın nesnel yasalarının yadsınması, ki bu yadsıma, kaçınılmaz olarak idealist vargılara götürür. J. Petzoldt'dan biraz daha "titiz" ve içkincilerle akrabalığından yüzü kızaran bir ampiryokritikçi, Rudolf Willy, örneğin, Petzoldt'un "özdeşlik" teorisinin tümünü reddeder, çünkü Rudolf Willy'nin sanısına göre bu teori, bize, "mantıksal bir biçimcilik"ten başka bir şey vermez. Ama R. Willy, Petzoldt'u yadsırken kendi özel durumunu düzeltir mi? Ne gezer. Çünkü o, salt Kant bilinemezciliği uğruna Hume'ün bilinemezciliğini reddeder: "Daha uzun zaman öncesinden beri, diye yazıyor, Hume'den beri biliyoruz ki ‘zorunluluk' katıksız, salt mantıksal bir özelliktir (Merkmal), ‘deneyüstü' değildir, ya da daha doğrusu, daha önce de dediğim gibi, salt söze (sprachilich) dayanan bir özelliktir." (R. Willy, Gegen die Schulweisheit, Münch. 1905, s. 91; ayrıca bkz: s. 173, 175.)  Bilinemezci, "deneyüstü"yü bizim materyalist zorunluluk anlayışımız olarak nitelendirir, çünkü, Willy'nin yadsıyacağı yerde arıtıp iyileştirdiği Hume ve Kant'ın okul bilgeliği açısından bize deneyle verilen nesnel gerçekliğin her çeşit kabulü meşru olmayan bir "aşıştır".

İncelemekte olduğumuz felsefe eğiliminden olan Fransız yazarları arasında, büyük fizikçi, önemsiz filozof, yanılgıları Yuşkeviç için kuşkusuz modern olguculuğun en son sözünü temsil eden –öyle bir "modern" ki, onu belirtmek için yeni bir "izm" kullanmak zorunlu olmuştur, yani ampiryo-sembolizm– Henri Poincaré de durmadan bilinemezcilik yoluna sapar. Poincaré'ye göre (ki, görüşlerini bir tüm olarak yeni fizikle ilgili bölümde inceleyeceğiz), doğanın yasaları, insanın "kolaylık" olsun diye yarattığı simgeler ve kabullerdir. "Tek doğru nesnel gerçeklik dünyanın iç uyumudur." Belirtelim ki, Poincaré için nesnel, genel bir değeri olandır, insanların çoğunluğu ya da tümü tarafından kabul edilendir;7 yani Poincaré düpedüz öznel bir biçimde, bütün mahçılar gibi, nesnel gerçeği (vérité) ortadan kaldırır, ve, bizim dışımızda uyum var mıdır sorusuna açık olarak şu yanıtı verir: "yoktur kuşkusuz." Besbelli ki, yeni terimler çok eski felsefi bilinemezcilik eğiliminde hiç bir şey değiştirmez. Poincaré'nin "orijinal" teorisi –bazı tutarsızlıklara karşın– temel olarak, nesnel gerçekliğin ve doğadaki nesnel yasaların yadsımasına götürür. Onun için, eski yanılgıların yeni formüllerini modern bulgular sayan Rus mahçılarının tersine, Alman kantçılarının, felsefenin temel sorunuyla ilgili bu tür görüşleri, kendi görüşlerinin, yani bilinemezciliğin bir dönüşümü olarak selamlamaları çok doğaldır. "Fransız matematikçisi Henri Poincaré, kantçı Philipp Frank'ın yapıtında okuyoruz, teorik doğa bilimlerinin (süredurum yasası, enerjinin sakınımı yasası vb. gibi), en genel ilkelerinin çoğunun kökeninin görgücülük mü, yoksa önselcilik mi olduğunu söylemek çoğu kez güçtür, gerçekten de bunlar ne biri, ne de ötekidir, bunlar, insanın keyfine bağlı salt saymaca (itibari) önermelerdir görüşünü savunur. "Böylece vecde gelen kantçılık, modern doğa felsefesi, beklenmedik bir biçimde, eleştirel idealizmin temel anlayışını, yani deneyin, insanın doğası gereği birlikte getirdiği bir çerçeve içerisine doldurmaktan başka bir şey yapmadığı anlayışını yeniler."8

Biz, bu örneği, "simgecilik teorisini" tamamen yeni bir şey olarak alan bizim Yuşkeviç ve ortaklarının ne derece bön oldukları konusunda okura açık bir fikir verebilmek için alıyoruz, oysa dallarında en yetkisiz filozoflar açık ve kesin olarak şöyle söylerler: yazar eleştirel idealizm anlayışına geçti! Çünkü bu anlayışın özü, zorunlu olarak Kant'ın formüllerinin yinelenmesinde değildir, ama Hume'ün ve Kant'ın ortak temel düşüncelerinin kabulündedir; doğanın nesnel yasalarının yadsınmasından ve şu ya da bu "deney koşullarından" doğanın değil de öznenin, insan bilincinin şu ya da bu ilkelerinin, postulatlarının ya da önermelerinin çıkarsamasındadır. Engels, bir filozofun, materyalizmin ya da idealizmin sayısız okullarından birinde yer almasının önemli olmadığını, asıl önemli olanın onun neyi, yani doğayı, dış dünyayı, hareket halindeki maddeyi mi, yoksa ruhu, aklı, bilinci vb.'yi mi birincil olarak almasıdır dediğinde haklıydı.[51]

Mach öğretisinin bu sorunla ilgili öteki felsefe eğilimlerine karşıt olan bir başka tanımlaması, kantçı uzman E. Lucka tarafından yapılmıştır. Nedensellik sorununda "Mach tamamıyla Hume'e bağlıdır".9 "P. Volkmann, düşüncenin zorunluluğunu doğa süreçlerinin zorunluluğundan çıkartır – Mach'-ınkine karşıt, Kant'ınkine uygun olan bu görüş zorunluluk olgusunu kabul eder– ama Kant'ın tersine zorunluluğun  kaynağını düşüncede değil de doğal süreçlerde görür." (s. 424.)

Fizikçi olan P. Volkmann bilgibilimsel sorunlar üzerine pek çok yazılar yazıyor ve doğa bilginlerinin çoğunluğu gibi materyalizme doğru, çekingen, tutarsız, sonuna kadar götürülmemiş bir materyalizme doğru eğilim gösteriyor. Doğanın zorunluluğunu kabul etmek ve ondan düşüncenin zorunluluğu sonucuna varmak, materyalizmi öğretmek demektir. Zorunluluğun, nedenselliğin, doğal yasaların kaynağı düşüncededir demek ise, idealizmi öğretmektir. Yukarıya aktardığımız metinde gerçeğe uymayan bir tek şey vardır ki, o da, bütün zorunluluğun, yadsınmasını Mach'a yüklemektir. Daha önce gördük ki, bu, ne Mach için, ne de kararlı bir biçimde materyalizmden uzaklaşıp kaçınılmaz olarak idealizme kayan bütün ampiryokritikçi eğilimler için doğrudur.

Şimdi bizim Rus mahçıları hakkında söyleyecek birkaç sözcüğümüz kalıyor artık. Bunlar marksist olmak istiyorlar. Onların hepsi, materyalizm ile Hume'ün eğiliminin ayırdedilmesini Engels'ten "okumuşlardır"; Mach'ın kendisinden ve onun felsefesini pek az bilen herhangi bir kimseden Mach ve Avenarius'un, Hume'ün izi üzerinde yürüdüklerini anlamamış olamazlar; ama bunların hepsi de materyalistlerin ve Hume'ün nedensellik anlayışı konusunda ağızlarından tek bir hece kaçırmamaya dikkat ederler! Aralarında tam bir karışıklık egemendir. Birkaç örnek verelim. Bay P. Yuşkeviç "yeni" ampiryosembolizmi öğütlüyor. "Mavi, katı vb. duyumları, bu salt deneyin sözde verileri" ve "salt denilen aklın kuruntu gibi ya da satranç oyunu gibi yaratıkları", bütün bunlar, ancak "ampiryosembollerdir". {Denemeler, s. 179.) "Bilgi ampiryosembolcüdür ve geliştikçe çok daha yüksek bir sembolleşme derecesindeki arnpiryoscmbollere doğru yol alır." "Doğa yasaları denilen şeyler ... ampiryosembollerden başka bir şey değildirler." (İbid..) "Doğru gerçeklik denilenler, kendinde varlık, bizim bilgimizin ulanmaya çabaladığı sembollerin [bu Bay Yuşkeviç ne de müthiş bilgili bir adam!] sonsuz sınır  sistemidir." (s. 188.) "Bilgimizin temelinde yatan" "veri10* akısı" "akla-aykırıdır", "mantıksızdır", (s. 187-194.) Enerji "zaman, uzay, kütle ve doğa bilimlerinin öteki temel kavramları kadar küçük bir şey, bir tözdür: enerji, insanın, akla-aykırı veri akışı içerisine aklı, Logos'u sokma temel gereksinmesini bir süre için doyuran öteki ampiryosemboller gibi bir ampiryosemboldür, bir değişmezliktir", (s. 209.)

Öznel bir idealistle karşı karşıyayız, ona göre dış dünya, doğa ve onun yasaları ancak bilgimizin simgeleridirler; ama o, alacalı ve yaygaracı "modern" bir terminolojiden yapılma soytarı kılığına bürünmüş. Veri akışı, akıldan, düzenden ve yasadan yoksundur: bizim bilgimiz, aklı bunun içine katar. Göksel cisimler, yeryüzü yuvarlağı da dahil, insan bilgisinin simgeleridirler. Eğer doğa bilimleri yeryüzünün insan ve organik maddenin ortaya çıkışından uzun süre önce varolduğunu bize öğretiyorsa, görüyorsunuz ki, biz, bütün bunları değiştirdik! Gezegenlerin hareketine biz düzen veririz, bu, bizim bilgimizin bir ürünüdür. Ama bu felsefenin insan aklım, doğanın yaratıcısı ve kurucusuna dek genişlettiğini düşünen Bay Yuşkeviç, aklın yanına, "Logos" sözcüğünü koyar, yani soyut aklı, aklı değil de Akıl'ı, insan beyninin işlevi olan aklı değil herhangi beyinden önce varolan bir şey, tanrısal bir şey olan Akıl'ı koyar. "Modern olguculuğun" son sözü, daha önce Feuerbach tarafından çürütülmüş olan inancılığın eski formülünden başka bir şey değildir.

A. Bogdanov'u alalım. 1899'da, henüz yarı-materyalist olduğu zaman ve büyük kimyacı ama kafası karışık bir filozof olan WilheIm OstwaId'ın etkisi altında yolunu şaşırmaya henüz başladığı sırada, şöyle yazıyordu: "Görüngülerin evrensel nedensellik ilişkisi insan bilgisinin en son ve en iyi çocuğudur; bu genel bir yasadır, bir filozofun deyişiyle, insan aklının doğaya kabul ettirdiği yasaların en yücesidir." (Doğanın Tarihi Anlayışının Temel Öğeleri, s. 41.)  Bogdanov'un bu ifadeyi hangi ellerden aldığını Allah11* bilir. Ama gerçek şu ki, bu "marksist"in inançla yinelediği "bir filozofun deyişi", Kant'ın deyişidir. Tatsız bir olay! O kadar tatsız ki, bunu, "düpedüz" Ostwald'ın etkisi ile açıklamak bile olanak dışıdır.

1904'te, Ostwald'ı ve doğa bilimlerinin materyalizmini bir yana bırakmış olarak Bogdanov şöyle yazıyordu: "... Çağdaş olguculuk, nedensellik yasasını, yalnızca, görüngülerin sürekli bir dizisi içerisinde birbirine zincirlemenin bir aracı, yalnızca deneyin bir düzenleme biçimi olarak görüyordu." (Toplumsal Psikoloji, s. 207.) Bu çağdaş olguculuğun, bilinemezcilik olduğunu ve bunun tüm "bilgi"den ve tüm insanlıktan önce ve ondan ayrı varolduğu doğanın nesnel zorunluluğunu yadsıdığını Bogdanov ya bilmiyordu ya da kabul etmiyordu. Bogdanov, Alman profesörlerinin "çağdaş olguculuk" dedikleri şeyi güvenle kabul ediyordu. Bogdanov, artık, 1905'te, daha önceki bütün aşamaları, bu arada ampiryokritikçi aşamayı da aşıp, "ampiryomonist" aşamaya ulaşmış olarak şöyle yazıyordu: "Yasalar hiç bir şekilde deney alanına ait değildirler ... onlar, deney alanına verilmemişlerdir, örgenlenmiş deneyin, uyumlu bir biçimde simetrik bir bütün içerisinde düzenlemenin bir aracı olarak, düşünce tarafından yaratılmıştır." (Ampiryomonizm, c. I, s. 40.) "Yasalar bilginin soyutlamalarıdırlar; fizik yasalarının ne kadar az fiziksel özellikleri varsa psikolojik yasaların da o kadar az ruhsal özellikleri vardır." (İbid..)

İşte böylece, kışın güzü izlediği, İlkyazın da kışı İzlediği yolundaki yasa bize doneyle verilmiş değildir, ama düşünce tarafından, bir örgenlenmenin, uyumlamanın, düzenlemenin bir aracı olarak yaratılmıştır... ne, neyle yoldaş Bogdanov?

"Ampiryomonizm, yalnızca, bilgi, deneyin sayısız çelişkilerini ayıklayarak, onun için evrensel örgenleyici biçimler yaratarak, ilkel karmakarışık öğeler dünyasının yerine, türetilmiş, düzenlenmiş bir ilişkiler dünyasını koyarak etkin bir biçimde deneyi uyumladığı için mümkündür." (s. 57.) Bu, doğru değildir. Bilginin evrensel biçimler "yaratabildiği", ilkel karmakarışıkbğın yerine düzeni koyabildiği vb. fikri idealist felsefenin fikridir. Evren, maddenin, yasalarla yönetilen bir hareketidir, ve bizim bilgimiz doğanın en yüksek bir ürününden başka bir şey olmadığından, bu yasaları ancak yansıtabilir.

Kısacası, "modern" gerici profesörlere gözü kapalı inanan mahçılarımız, bu öğreti ile, marksizm, yani materyalizm arasındaki kesin çelişkiyi ve bayır aşağı idealizme doğru kaydıklarını farketmeden, nedensellik sorununda Kant'ın ve Hume'ün bilinemezciliğinin yanılgılarını yineliyorlar.

4. DÜŞÜNCE TASARRUFU İLKESİ VE "DÜNYANIN BİRLİĞİ" SORUNU

Blogger tarafından desteklenmektedir.