"KENDİNDE-ŞEY" KONUSUNDA L. FEUERBACH VE J. DİETZGEN
Materyalist Marks ve Engels'in "kendinde-şeyler"in (yani bizim duyumlarımızın, algılarımızın vb. dışındaki şeylerin) varlığını ve onların bilinmesi olanağım yadsıdıkları, ve kendinde-şeylerle görüngü arasında temel bir sınırın varlığını kabul ettikleri şeklindeki mahçılarımızın iddialarının ne denli saçma olduklarını göstermek için, burada Feuerbach'tan birkaç alıntıya daha yer vereceğiz. Bizim mahçılarımızın bütün şanssızlığı, ne materyalizm, ne diyalektik hakkında hiç bir şey bilmeksizin, gerici profesörlerin diyalektik materyalizm konusundaki sözlerini papağan gibi yinelemeleridir.
"Kendini idealizm diye nitelendiren çağdaş felsefi tinselcilik –diyor Feuerbach– materyalizme karşı, kendi kanısınca altından kalkılamayacak şöyle bir suçlama yöneltir: materyalizm bir dogmacılıktır ancak, çünkü, materyalizm duyulur (sinnlichen) dünyayı kuşku götürmez (ausgemacht) nesnel bir gerçek olarak ele alır ve onu kendinde bir dünya (an sich), yani bizim dışımızda var olan bir dünya sayar, oysa dünya, gerçekte, ancak ruhun bir ürünüdür." (Samtliche Werke, c. X, 1866, s. 185.)
Açık değil mi? Kendinde dünya bizsiz var olan bir dünyadır. Feuerbach'ın materyalizmi, ve aynı şekilde, Berkeley'in [sayfa 122] çürüttüğü 17. yüzyıl materyalizmi, ve bizim bilincimiz dışında varolan "kendinde-nesneler"in varlığının kabulünden ibaret materyalizm, işte budur. Feuerbach'ın "an sich"i ("kendinde" ya da olduğu gibi şeyi) kesinlikle Kant'ın "an sich"inin tam karşıtıdır: daha yukarda sözü edilen ve Kant'ın, "kendinde-şey"i "gerçeklikten yoksun bir soyutlama" gibi anlamakla suçlandığı Feuerbach'ın pasajını anımsayalım. Feuerbach'a göre "kendinde-şey", bir "gerçeği olan soyutlamadır, yani bizim dışımızda var olan, tamamıyla bilinebilir ve temelde "görüngü"den farklı olmayan bir dünyadır.
Feuerbach, görüngüler dünyasından kendinde dünyaya bir "aşış"ı, papazların icat ettikleri ve felsefe profesörlerinin de onlardan aldıkları bir çeşit aşılmaz bir uçurum kabul etmenin ne denli saçma olduğunu açıkça ve ustalıkla anlatmıştır. İşte açıklamalarından biri:
"Kuşkusuz, hayal ürünleri aynı zamanda doğanın ürünleridir, çünkü, hayalgücü insanın bütün öteki güçleri gibi, son tahlilde (zuletzt), hem özü ile, hem kökeni ile bir doğa gücüdür; bununla birlikte insan, güneşten, aydan, yıldızlardan, taşlardan, hayvanlardan ve bitkilerden, tek sözcükle, "doğa" genel adıyla adlandırdığı şeylerden (Wesen) farklı bir varlıktır. İnsanın, güneşten, aydan, yıldızlardan ve öteki doğa varlıklarından (Naturwesen) edindiği tasarımlar da (Bilder) doğanın ürünleridir ama temsil ettikleri nesnelerden farklı, ürünlerdir." (Werke, c. VII, Stuttgart, 1903, s. 516.)
Tasarımlarımızın nesneleri bu tasarımlardan farklıdır, kendinde-şey, bizim-için-şeyden farklıdır, çünkü, bizim-için-şey sadece kendinde-şeyin bir parçası ya da sadece bir yönüdür, tıpkı insanın kendisinin, onun tasarımlarında yansıyan doğanın sadece bir parçası oluşu gibi.
"... Benim tat alma sinirim, tıpkı tuz gibi, doğanın bir ürünüdür. Ama bundan, tuzun bu tadının doğrudan doğruya tuzun nesnel bir özelliği olduğu, tuz denen şeyin gene kendinde [sayfa 123] bir duyum nesnesi (an und für sich) olduğu böylece an üzerindeki tuz duyumunun duyuşuz tuz düşüncesinin (des ohne Empfindung gedachten Salzes) bir özelliği olduğu sonucu çıkmaz. ..." Birkaç sayfa yukarıda: "Tuzluluk, tat olarak, tuzun nesnel özelliğinin öznel bir ifadesidir." (İbid., s. 514.)
Duyum, nesnel olarak bizim dışımızda var olan şeylerin9* duyu örgenlerimiz üzerinde meydana getirdikleri etkinin sonucudur, işte Feuerbach'ın teorisi budur. Duyum nesnel dünyanın, an und für sich**10 dünyanın öznel bir imgesidir.
"... İnsan da, tıpkı güneş, yıldız, bitki, hayvan, taş gibi doğanın bir varlığıdır (Naturwesen), ama bununla birlikte doğadan farklıdır; şu halde, insanın kafasındaki ve yüreğindeki doğa, onun kafasının ve yüreğinin dışındaki doğadan farklıdır."
"... İnsan, idealistlerin kendi iddiasına göre de, kendisinde özne ile nesnenin özdeşliği"nin gerçekleştiği tek nesnedir; çünkü insan, tam, benim varlığımla eşitliği ve birliği hiç bir kuşku uyandırmayan nesnedir. ... Yoksa bir insan bir başka insan için, hatta en yakını için bir imgeleme, bir tasarım nesnesi değil midir? Her insan, yakınını, kendi tarzında, kendi öz usuna göre anlamaz mı (in und mach seinem Sinne)? ... Ve insanla insan arasında, zihinle zihin arasında bile görmezlikten gelinmesi olanaksız çok önemli farklılık varsa, düşünce yeteneği olmayan, kendinde insan olmayan (Wesen an sich) bizimle özdeş olmayan ile bizim düşündüğümüz, algıladığımız ve kavradığımız aynı varlık arasında farklılık çok daha büyük olmak gerekmez mi?" (İbid., s. 518.)
Görüngü ile kendinde-şey arasındaki bütün gizemli, bilgece ve ustaca farklılıklar, felsefe zevzekliğinden başka bir şey değildir. Pratikte, her insan, milyonlarca kez, "kendin-de-şey"in görüngüye "bizim-için-şey"e apaçık ve yalın dönüşümüne tanık olmuştur. Bu dönüşüm, bilgi denen şeyin [sayfa 124] kendisidir. Yalnızca duyumlarımızı bildiğimize göre, duyumların sınırları ötesinde herhangi bir şeyin varlığım bilemeyiz şeklindeki Mach "öğretisi", yeni bir salçayla hazırlanıp sunulan eski idealist bilgiççilik ve bilinemezci felsefedir.
Joseph Dietzgen diyalektik materyalisttir. Daha aşağıda göstereceğiz ki, onun, çoğu kez, düşüncelerini açıklamakta çok belirgin olmayan bir tarzı vardır ve sık sık karışıklıktan kurtulamaz, öyle bir karışıklık ki, aklı kıt kişiler (Eugen Dietzgen de bunlar arasındadır) ve elbette ki bizim mahçılar, buna sımsıkı sarılmışlardır. Ama onun felsefesinin egemen eğilimini tahlil etmek ve bu felsefede materyalizmi yabancı unsurlardan kesinlikle ayırmak zahmetine katlanmamışlar, ya da katlanamamışlardır.
"Dünyayı ‘kendinde-şey' olarak alalım, diyor Dietzgen İnsan Zihninin İşleyişinin Mahiyeti [Das Wesen der menslichen Kopfarbeit] adlı yapıtında (Almanca baskı, 1903, s. 65), rahatlıkla görürüz ki, ‘kendinde dünya' ve bize göründüğü gibi dünya, dünyanın görüngüleri, ancak bütünün parçalarından ayrıldığı gibi birbirlerinden ayrılır." "Bir şeyin ortaya koyduğu bir görüngüden farklılığı, on millik bir yol parçasının yolun kendisinden farklılığından ne azdır ne de çok." (s. 71-72.) Burada hiç bir ilke farkı, hiç bir "aşı§", hiç bir "yaradılıştan düzenleme kusuru" yoktur, olamaz da. Ama kuşkusuz bir fark vardır ve bu, duyu algılarının sınırlarının ötesine, bizim dışımızdaki şeylerin varlığına geçiştir.
"Deneyle öğreniyoruz ki (erfahren), diyor Dietzgen (Streifzügen eines Sozialisten in das Gebiet der Erkenntnistheorie), her deney, Kant'ın sözleriyle, bütün deneyin sınırları ötesine taşan şeyin bir parçasıdır." "Kendi mahiyetinin bilincinde olan bir bilinç için, ister bir toz, ister bir taş, ister tahta parçacığı olsun, her parçacık, derinlemesine bilinemez bir şeydir (Unauskenntliches), yani her parçacık bizim bilme yetimiz için tükenmez bir kaynak, böylece deneyin sınırları ötesine taşan bir şeydir." (Kleinere philosophische Schriften, s. 199.)
Kant'ın kendi sözleriyle, yani özellikle konuyu basitleştirmek amacıyla, karşı çıkmak amacıyla, Kantsın yanlış ve karışık terminolojisini benimseyerek, Dietzgen, görüldüğü gibi "deney sınırlarının ötesine" taşışı kabul ediyor. Mahçıların materyalizmden bilinemezciliğe geçmelerinde sımsıkı sarıldıkları şeye güzel bir örnek: biz, diyorlar, "deney sınırlarının ötesine" taşmak istemiyoruz, bizim için, "duyu algıları bizim dışımızda var olan gerçekten başka bir şey değildir".
"Sağlıksız bir gizemcilik, diyor Dietzgen, bu felsefeye kesinlikle karşı çıkarak, mutlak gerçeği göreli gerçekten bilimsel olmayan bir biçimde ayırıyor. Şeyin görüngüsü ile ‘kendinde-şey'i, yani görüngü ile gerçeği birbirinden toto coelo [tam olarak ve temelden] ayıran ve ortak hiç bir kategorileri bulunmayan iki kategori yapıyor." (s. 200.)
Şimdi mahçı tanınmak istemeyen ve felsefede marksist geçinmeye canatan bizim Rus mahçısı Bogdanov'un geniş bilgisi ve zekası hakkında yargıya varabilirsiniz.
"Tüm tincilik (panpsychisme) ile tüm maddeciliğin (panmatirialisme) tam orta yerinde, en nazik görüşleri taşıyan materyalistler yer alır, bunlar, bir yandan ‘kendinde-şey'in mutlak bilinemediğini reddederlerken, ‘kendinde-şey'in temelde [italikler Bogdanov'un] ‘görüngü'den farklı olduğunu ve, böylece ‘kendinde-şey'in görüngü içinde ancak ‘bulanık bir biçimde tanınabileceğini' ve içeriğini ilgilendirdiği kadarıyla [kuşkusuz deneyinkilerden başka öğelerce de] deneyin dışında, ama deneyin biçimleri denilen, şeylerin yani zaman, uzay ve nedenselliğin sınırları içerisinde yer aldığını düşünürler. Aşağı yukarı, 18. yüzyıl Fransız materyalistlerinin ve modern filozoflar arasında Engels'in ve onun Rus öğretilisi Beltov'un[37] görüşleri budur." [Ampiryomonizm, kitap n, 2. baskı, 1907, s. 4041.]
Bu, tutarsızlıkla örülmüş bir dokumadan başka bir [sayfa 126] şey değildir. 1° Berkeley'in kendilerine karşı savaştıkları 17, yüzyılın materyalistleri, "kendinde-nesneler"i mutlak bilinebilir sayarlar, çünkü, tasarımlarımız ve fikirlerimiz "zihnin dışında" var olan bu nesnelerin sadece bir kopyası ya da yansısıdırlar ("Giriş"e bakınız). 2° Feuerbach ve onun ardından J. Dietzgen, kendinde-şey ile görüngü arasında temelde bir fark olduğunu kesinlikle yadsırlar; Engels, "kendinde-şeyler"in "bizim-için-şeyler"e dönüşümüyle ilgili, kendi kısa örneğiyle, bu görüşü çürütür. 3° Son olarak Engels'in bilinemezcileri çürütmesinde de gördüğümüz gibi, materyalistlerin kendinde-şeyin "görüngü içinde ancak bulanık bir biçimde tanınabileceğini" düşündüklerini iddia etmek düpedüz saçmadır, Bogdanov'un materyalizmi tahrif etmesinin nedeni, mutlak gerçek ile göreli gerçek arasındaki ilişkiyi anlayamamasıdır (bundan ileride söz edeceğiz). "Deneyin dışında" kendinde-şey ile "deneyin öğeleri" konusuna gelince, bunlar, yukarda yeterince sözünü ettiğimiz Mach'ın kafa karıştırıcılığının başlangıcıdır.
Gerici profesörlerin materyalistlere yükledikleri akıl-almaz saçmalıkların tekrarı, 1907'de Engels'in reddedilmesi, 1908'de Engels'i bilinemezcilik doğrultusunda "düzeltme" girişimleri, işte Rus mahçılarının "modern olguculuk" felsefesi!
4. NESNEL GERÇEK VAR MIDIR?