NESNEL GERÇEK VAR MIDIR?
Bogdanov şu açıklamayı yapıyor: "Anladığım kadarıyla marksizm, hangisi olursa olsun herhangi gerçeğin mutlak nesnelliğinin yadsınmasını ve bütün sonsuz gerçeklerin yadsınmasını içerir." (Ampiryomonizm, kitap III, s. iv-v.) Mutlak gerçeklikle ne demek isteniyor? "Nesnel gerçeği ancak belirli bir çağın sınırlan içerisinde" kabul etmeye razı olan Bogdanov, "sonsuz gerçek" "sözcüğün mutlak anlamında nesne) bir gerçek"tir diyor. [sayfa 127]Burada açıkça birbirine karışmış iki soru var: 1" Nesnel bir gerçek var mıdır, başka terimlerle, insanın tasarımlarının özneden, yani insandan, insanlıktan bağımsız bir içerikleri olabilir mi? 2° Eğer olabilirse, nesnel gerçeği ifade eden insan tasarımları, onu, hepsini birden bir tüm olarak, kayıtsız şartsız ve mutlak olarak mı, yoksa sadece yaklaşık olarak ve göreli olarak mı ifade ederler? Bu ikinci soru, mutlak gerçek ile göreli gerçek arasındaki bağıntı sorunudur.
Bogdanov, bu ikinci soruyu, açık, doğrudan ve kararlı bir biçimde, mutlak gerçeğin en zayıf bir kabulünü bile reddederek, ve onu kabul etmekten dolayı Engels'i seçmecilikle suçlayarak yanıtlıyor. Bogdanov'un Engels'te bulduğu bu seçmecilik bulgusundan ilerde özel olarak söz edeceğiz. Şimdilik birinci soru üzerinde duralım. Bogdanov bunu da, her ne kadar açıkça söylemese de, olumsuz bir şekilde yanıtlıyor – çünkü nesnel gerçeğin varlığını yadsımaksızın, insanın şu ya da bu tasarımındaki bir görelilik öğesi yadsınabilir, ama nesnel gerçeğin varlığını yadsımaksızın mutlak gerçek yadsınamaz.
Bogdanov, biraz ilerde (s. ix) şöyle yazıyor: "... Beltov'un anladığı anlamda nesnel gerçeğin ölçütü yoktur, gerçek, ideolojik bir biçimdir, insan deneyinin örgenleyici bir biçimidir. ..."
"Beltov'un anladığı anlam"ın bu durumla hiç bir ilgisi yoktur, çünkü bu, felsefenin en temel sorunlarından birisidir, Beltov'un değil; gerçeğin ölçütünün de değil; bu sorunu, nesnel gerçeğin varlığı sorusu ile karıştırmaksızın ayrı olarak işlemek gerekir. Bogdanov'un bu ikinci soruya olumsuz yanıtı apaçıktır: eğer gerçek ancak ideolojik bir biçimse, o zaman, özneden ya da insanlıktan bağımsız bir gerçek var olamaz, çünkü, biz de Bogdanov kadar insanların ideolojisinden herhangi başka bir ideoloji tanımıyoruz. Bogdanov'un olumsuz yanıtı yukardaki tümcesinin ikinci öğesinde [sayfa 128] daha da açıkça ortaya çıkıyor: eğer gerçek, insan deneyinin bir biçimi ise, öyleyse insanlıktan bağımsız bir gerçek olamaz, nesnel gerçek olamaz.
Bogdanov'un nesnel gerçeği yadsıması bilinemezciliktir, öznelciliktir. Bu yadsımanın saçmalığı, doğanın bilimsel tarihinden yukarıya almış olduğumuz bir tek örnekle bile açıkça ortaya çıkmaktadır. Doğa bilimleri, yeryüzünün İnsanlıktan önceki varlığının bir gerçek (vérité) olduğu yolundaki olumlamasında kuşkuya yer vermez. Bu materyalist bilgi teorisi açısından tamamıyla kabul edilir bir şeydir: yansıtılanın yansıtandan bağımsız olarak var oluşu (dış dünyanın bilinçten bağımsız olarak var oluşu) materyalizmin temel ilkesidir. Doğa bilimleri tarafından olumlanan yeryüzünün insandan önce var oluşu, nesnel bir gerçektir. Ve doğa bilimlerinin bu olumlaması, mahçıların felsefesiyle ve onların gerçek üzerine teorileri ile bağdaşmaz: eğer gerçek, insan deneyinin örgenleyici bir biçimi ise, yeryüzünün her türlü insan deneyinin dışındaki varlığı savı doğru olamaz.
Dahası var. Eğer gerçek, ancak insan deneyinin örgenlenme biçimi ise, örneğin katoliklik öğretisi de bir gerçektir. Çünkü, katolikliğin de "insan deneyinin örgenleyici bir biçimi" olduğu hiç kuşku götürmez. Bogdanov'un kendisi de teorisinin bu göze batan yanılgısının farkına varmıştır ve ondan yakasını nasıl sıyırmaya çalıştığını görmek çok ilginçtir.
"Nesnelliğin temeli –Ampiryomonizm'in birinci kitabından okuyoruz– kolektif deney alanında bulunsa gerek. Hayati imlemleri bizim için de, öteki insanlar için de aynı olan deney verilerine, eylemimizin, yalnızca, çelişkisiz olarak dayandığı verilere değil, aynı zamanda öteki insanların da, çelişkiye düşmemek için dayanmaları gerekli olduğuna inandığımız verilere nesnel diyoruz. Fiziksel dünyanın nesnel niteliği bir tek benim için değil, herkes için var olandan oluşmuştur [bu, yanlış! "herkes"ten bağımsız olarak var olandan] [sayfa 129] ve, benim için olduğu kadar herkes için de aynı olduğuna inandığım imlemi vardır. Fiziksel dizilerin nesnelliği, onun genel değeridir." (s. 25, İtalikler Bogdanov'un.) "Deneyimizde karşılaştığımız fiziksel cisimlerin nesnelliği, son tahlilde, karşılıklı denetime ve çeşitli insanların yargılarının uygunluğuna dayanır. Genel olarak, fiziksel dünya, toplumsal olarak düzenlenmiş, toplumsal olarak uyumlanmış, bir sözcükle toplumsal olarak örgenlenmiş deneydir." (s. 36, italikler Bogdanov'un.)
Bunun kökten yanlış idealist bir açıklama olduğunu, fiziksel dünyanın insanlıktan ve insan deneyinden bağımsız olarak varolduğunu, fiziksel dünyanın henüz hiç bir "toplumculuğun" ("sociabilite") bulunmadığı çağlarda, insan deneyinin hiç bir "örgenlenmesinin" bulunamayacağı çağlarda da var olmuş olduğunu vb. yinelemeyeceğiz. Şimdilik, Mach felsefesinin örtüsünü başka bir yönünden kaldırmaya çalışacağız: nesnellik bu felsefe tarafından öyle tanımlanmıştır ki, "genel bir değer"e sahip olması kuşku götürmeyen dinsel öğreti de bunun içine sokulabilir vb.. Gene Bogdanov'u dinleyelim: "Okura bir kez daha hatırlatalım ki, ‘nesnel' deney hiç bir şekilde ‘toplumsal* deneyle aynı şey değildir. ... Toplumsal deney bütünüyle toplumsal olarak örgenlenmiş olmaktan uzaktır ve bölümlerinin bazıları ötekileriyle uygunluk içinde olmadıklarından her zaman çeşitli çelişkiler taşır: gulyabaniler ve cinler, belli bir halkın ya da halkın belli bir grubunun, örneğin köylülerin, toplumsal deney alanında bulunabilirler; ama bu, onları toplumsal olarak örgenlenmiş ya da nesnel deneyle bütünleştirmek için bir neden değildir, çünkü bunlar genellikle kolektif deneyle uyuşmazlar ve deneyin örgenlendirici biçimlerine, örneğin nedensellik zincirine girmezler." (s. 45.)
Bogdanov'un kendisinin gulyabanilere, cinlere vb. ilişkin toplumsal deneyi nesnel deneye "bütünleştirmediğini" öğrenmek, kuşkusuz, bizim için hoş bir şey. Ama bu, iyi niyetli, inancılığın yadsınmasına uygun hafif değişiklik, Bogdanov'un bütün düşüncesinin temel yanılgısını hiç de düzeltmez. Bogdanov'un verdiği nesnellik ve fiziksel dünya tanımlaması tümüyle yere serilir, çünkü, dinsel öğreti bilimden daha geniş bir "genel değere" sahiptir: insanlığın büyük bir kısmı hâlâ birincisi ile yetinmektedir. Katoliklik yüzyılların evrimi ile "toplumsal olarak örgenlenmiş, uyumlanmış, düzenlenmiştir"; "nesnellik zinciri" içinde söz götürmez bir biçimde "yer bulur", çünkü dinler, nedensiz olarak ortaya çıkmamışlardır, halk yığınlarında modern koşullarda varlıklarını sürdürmeleri bir raslantı değildir, ve bizim felsefe profesörlerimizin kendilerini ona uydurmakta çok "haklı" nedenleri vardır. Eğer yüksek bir biçimde örgenlenmiş, yalanlanamaz bir genel değere sahip bu toplumsal-dinsel deney, bilimsel "deney" ile "uyuşmuyor"sa demektir ki, aralarında Bogdanov'un nesnel gerçeği yadsıyarak sildiği temel bir ilke farkı vardır. Bogdanov istediği kadar, inancılığın ya da papaz egemenliği yanlılığının (cléricalisme) bilimle uyuşmadığını söyleyerek kendini "düzeltmeye" çalışsın, gene de, geriye, Bogdanov'un nesnel gerçek yadsıması kalır ki, bu inancılıkla baştan aşağı "uyuşur". Çağdaş inancılık hiç de bilimi reddetmez; ancak bilimin "abartılmış iddiaları"nı, yani nesnel gerçek iddiasını reddeder. Eğer (materyalistlerin düşündükleri gibi) nesnel gerçek varsa, eğer insan "deneyinde" dış dünyayı yansıtan doğa bilimleri, yalnız onlar, bize nesnel gerçeği verebilecek durumda iseler, bütün inancılık mutlak olarak reddedilecektir. Ama hiç bir nesnel gerçek yoksa, eğer gerçek, (bilimsel gerçek de dahil) ancak insan deneyinin örgenlenmiş bir biçimiyse, o zaman kendiliğinden papaz egemenliği yanlılığının temel ilkeleri kabul edilmiştir ve kapılar ona ardına kadar açılmıştır, dinsel deneyin "örgenlendirici biçimlerine" yer hazırlanmıştır.
Nesnel gerçeğin bu yadsınması Mach yanlısı tanınmak istemeyen Bogdanov'un kendi işi midir, yoksa bu Mach ve [sayfa 131] Avenarius'un temel öğretisinden mi doğar sorusu ortaya çıkıyor. Bu soruya ancak ikinci anlamda yanıt verilebilir. Yalnız duyumlar mevcutsa, (Avenarius, 1876), ve cisimler duyum karmaşaları iseler (Mach, Duyumların Tahlili), açıktır ki, kaçınılmaz olarak nesnel gerçeğin yadsınmasına yolaçan felsefi bir öznelcilikle karşı karşıya bulunuyoruz. Ve eğer, duyumlara, bir bağlantıda fizikseli, bir başkasında ruhsalı veren "öğeler" denirse, daha önce de gördüğümüz gibi bu, karışıklığı büsbütün artırır, ama ampiryokritisizmin hareketinin temel noktasını ortadan kaldırmaz. Avenarius ve Mach, duyumları, bizim bilgilerimizin kaynağı olarak kabul ederler. O halde görgücülük anlayışını (her bilgi deneyden gelir), ya da duyumculuğu (her bilgi duyumlardan gelir) kabul ederler. Ama bu anlayış temel felsefi akımlar arasında, idealizm ile materyalizm arasında farklılaşmanın ortaya çıkmasına yolaçar ve bu anlayış ne türlü "yeni" kılığa ("öğeler") bürünürse burunsun oradaki ayrılığı gidermez. Hem tekbenci, yani öznel idealist, ve hem de materyalist, duyumlara bilgilerimizin kaynağı olarak bakabilirler. Berkeley ve Diderot, her ikisi de Locke'tan yola çıkarlar. Hiç kuşkusuz, bilgi teorisinin birinci ilkesi, duyumların, bilgilerimizin tek kaynağı olmalarıdır. Bu birinci ilkeyi kabul eden Mach, ikinci önemli ilkeyi, yani insana duyumları içinde verilen ya da insanların duyumlarının kaynağım oluşturan nesnel gerçek ilkesini içinden çıkılmaz duruma getirir. Duyumlardan yola çıkıp tekbenciliğe götüren öznelciliğe doğru yönelinir ("cisimler duyum karmaşaları ya da bileşimleridirler") ya da materyalizme giden nesnelciliğe yönelinir (duyumlar, cisimlerin, dış dünyanın imgeleridirler). Birinci görüşte –yani bilinemezciliğin, ya da biraz daha ileri giden öznel idealizmin görüşünde– nesnel gerçek olamaz. İkinci görüşte, yani materyalizmde, nesnel gerçeğin kabul edilmesi esastır. İki eğilimin bu eski felsefi sorunu ya da daha çok görgücülük ve duyumculuğun (sensualisme) ilkelerinden çıkarılabilecek iki [sayfa 132] vargının koydukları sorun, Mach tarafından ne çözümlenmiş, ne ortadan kaldırılmış, ne de aşılmıştır: "öğeler" ve bunun gibi sözcüklerle yapılan söz hokkabazlıklarıyla daha da karıştırılmıştır. Nesnel gerçeğin Eogdanov tarafından reddedilmesi Mach öğretisinden bir sapma değil, bu Mach öğretisinin bir bütün olarak kaçınılmaz sonucudur.
Engels, Ludwig Feuerbach'ında, Hume ve Kant'ı, "dünyanın tanınması, ya da en azından derinlemesine tanınması olanağım kabul etmeyen" filozoflar olarak niteler. Engels bu yüzden, Hume ile Kant'ı birbirlerinden ayıran şeyi değil, birleştiren şeyi ön plana çıkartır. Ayrıca şunu da belirtir ki, "bu görüşü [Hume ve Kant'ın görüşünü] çürütmek üzere inandırıcı olarak söylenebilecek ne varsa daha önce Hegel tarafından söylenmiştir." (4. Almanca baskı, s. 15-16.)[38] Bununla ilgili olarak, Hegel'in materyalizmi "tutarlı bir görgücü sistem" olduğunu belirterek şunları yazdığına değinmek, bence, az ilginç olmasa gerek: "Görgücülük için, genel olarak, dış [olan] (das Äusserliche) gerçektir; görgücülük daha sonra duyumlar-üstü'yü kabul ederse de, bunu, onun bilinebilme olanağını reddederek (soll doch eine Erkennlnis desselben [d. h. des Übersinnlichen] nicht statt finden können) ve özellikle ve yalnız algı alanında olanla yetinmenin gerekli olduğunu düşünerek (das der Wahrnehmung Angehörige) yapar. Bu temel ilke, bununla birlikte, ardarda uygulamalarında (Durchführung) daha sonra materyalizm denen şeye varmıştır. Materyalizme göre, madde, madde olarak, tek nesnel gerçektir (das ıvahrhaft Objektive)"
Bütün bilgiler deneyden, duyumlardan, algılardan gelir. Doğru. Ama, acaba nesnel gerçek "algı alanından mıdır", yani algının kaynağı mıdır, sorusu karşımıza çıkmaktadır. Eğer bu soruyu olumlu biçimde yanıtlıyorsanız materyalistsiniz. Yok bu soruyu olumsuz yanıtlarsanız tutarlı değilsiniz, [sayfa 133] ister kendinde-şeyin bilinebilirliğini, ya da zaman, uzay ve nedenselliğin nesnelliğini (Kant ile birlikte) yadsıyın, ister kendinde-şeyin düşüncesini bile (Hume ile birlikte) kabul etmeyin, kaçınılmaz olarak siz, öznelciliğe ya da bilenemezciliğe varacaksınız. Görgücülüğünüzün, deney felsefenizin tutarsızlığı, bu durumda sizin, deneyin nesnel içeriğini, bilginin deney içerisindeki nesnel gerçekliğini yadsımanız olgusunda yatacaktır.
Kant ve Hume eğilimi yanlıları (katıksız Berkeley öğretilisi olmadıkları ölçüde Mach ve Avenarius da hümcüler arasındadır) bize, biz materyalistlere karşı, "metafizikçi" gibi davranırlar, çünkü biz, bize deneyle verilen nesnel gerçeği tanırız, çünkü biz, insandan bağımsız duyumlarımızın nesnel bir kaynağını kabul ederiz. Biz materyalistler, Engels ile birlikte kantçıları ve Hume'ün öğrencilerini bilinemezci olarak nitelendiriyoruz, çünkü onlar nesnel gerçekliğin bizim duyumlarımızın kaynağı olduğunu yadsıyorlar. Bilinemezci karşılığı agnostik sözü Yunancadan gelir: a, olumsuzlama öneki, ve gnosis, "bilgi". Bilinemezci der ki: bizim duyumlarımız tarafından yansıtılan, imgelenen bir nesnel gerçek olup olmadığını bilmiyorum ve onu bilmenin olanaksız olduğunu söylüyorum (yukarıda bilinemezcilerin görüşünü açıklarken Engels'in bu konuda söylediklerine bakınız), işte bilinemezci tarafından nesnel gerçeğin yadsınması ve gulyabaniler, cinler, katolik azizleri ve benzeri inançlara karşı duyulan darkafalı, pısırık ve küçük-burjuvaca hoşgörü işte buradan gelir. Mach ve Avenarius gösterişli bir biçimde "yeni" bir terminoloji, sözümona "yeni" bir görüş getirerek, gerçekte karmakarışık ve anlaşılmaz olmasına karşın, bilinemezcinin verdiği karşılığı yinelerler: bir yandan cisimler duyum karmaşalarıdır (salt öznelcilik, salt berkeleycilik); öte yandan, eğer biz, duyumlarımızı "öğeler" adıyla yeniden kutsarsak, bunları duyu örgenlerimizden bağımsız olarak varmış gibi düşünebiliriz! [sayfa 134] Mahçılar, kendilerinin, duyularımızın tanıklığına tam güven duyan, dünyayı gerçekten de bize göründüğü gibi, sesler, renkler vb. ile dolu olarak gören filozoflar olduklarını, oysa materyalistlere göre dünyanın ölü, sesten, renkten vb. yoksun olduğunu belirtmekten pek hoşlanırlar. Örneğin J. Petzoldt, kendini, Salt Deney Felsefesine Giriş adlı kitabında ve Olgucu Görüş Açısından Dünya Sorunu'nda (Weltproblem von positivistischem Standpunkte aus, 1906) bu cinsten tumturaklı sözlere alıştırır. Bu "yeni" fikirle kendinden geçen Bay Viktor Çernov, Petzoldt'dan sonra aynı fikri yineleyip durur. Mahçılar gerçekte öznelci ve bilinemezcidirler, çünkü duyu örgenlerimizin tanıklığına yeteri kadar güvenleri yoktur ve duyumculuğu tutarsızlıkla uygularlar. Nesnel gerçeği, insandan bağımsız ve duyumlarımızın kaynağı olarak tanımazlar. Duyumlarımızda bu nesnel gerçeğin tam bir kopyasını görmezler, böylece doğa bilimleriyle çelişki içine düşerler ve inancılığa kapıları açarlar. Tersine, materyalistler için dünya, bilimde her ilerleme onun yeni görünümlerini ortaya çıkardığı için, göründüğünden daha zengin, daha canlı, daha çeşitlidir. Materyaliste göre duyumlarımız, nesnel gerçeğin biricik ve kesin imgeleridir; bu kesinlik, şimdiden en sonuna dek kavranmış olduğu.anlamında değil de, herhangi bir başkasının bulunmadığı ve bulunamayacağı anlamındadır. Bu anlayış, kapıyı inancılığın her türüne kesinlikle kapamakla kalmaz, aynı zamanda, nesnel bir gerçeği duyumlarımızın kaynağı olarak kabul etmezken nesnel kavramım evrensel değer, toplumsal olarak örgenlenmiş vb., vb. gibi yapay olarak biraraya getirilmiş sözlerle "çıkarsayan" ve nesnel gerçeği cinlere, gulyabanilere olan inandan ayırmak yeteneğinde olmayan ve çoğu kez de bunu yapmakta isteksiz olan profesörce iskolastikliğe de kapar.
Mahçılar, "modern bilim", "modern olguculuk"la, güya, çürütülmüş olan madde kavramına hâlâ sarılan "dogmacıların", materyalistlerin "eskimiş" görüşlerine horgörüyle [sayfa 135] omuz silkerler. Maddenin yapısı üzerine yeni fizik teorilerinden ayrıca sözedeceğiz. Ama, mahçıların yaptıkları gibi, maddenin yapısı konusundaki herhangi bir özel teori ile bilgibilimsel kategoriyi birbirine karıştırmak, maddenin yeni yönlerinin (örneğin elektronlar) yeni özellikleri sorunuyla eski bilgi teorisi sorunu, bilgimizin kaynağı, nesnel gerçeğin varlığı vb. sorununu karıştırmak hiç bir şekilde hoş görülemez. Mach "dünyanın öğelerini buldu": kırmızı, yeşil, katı, yumuşak, ağır, uzun, vb.. Soruyoruz: insan kırmızıyı gördüğü ya da katılığı duyduğu zaman nesnel gerçeklik kendisine verilmiş midir, verilmemiş midir? Bu eski felsefe sorusunu Mach, anlaşılmaz hale getirmiştir. Eğer nesnel gerçeklik verilmemiş ise, siz, Mach ile birlikte, kaçınılmaz olarak, öznelciliğe ve bilinemezciliğe batıyorsunuz, içkincilerin, yani felsefi Mençikov'ların kollarına düşüyorsunuz, ve bunu da hak ediyorsunuz. Eğer gerçeklik bize verilmişse ona felsefi bir kavram yüklemek gerekir, oysa bu kavram çok uzun zamandan beri yerleşmiştir ve bu, madde kavramıdır. Mad de, insana duyumları tarafından verilen ve duyumlarımızdan bağımsız olarak var olan, duyumlarımız tarafından kopya edilen, resmedilen ve yansıtılan nesnel gerçekliği gösteren felsefi bir kategoridir. Bu yüzden böyle bir kavram eskiyebilir demek, çocukça gevelemektir, moda olan gerici felsefenin kanıtlarını papağan gibi yineleyip durmaktır. İdealizm ile materyalizm arasındaki çekişme, felsefenin iki bin yıllık gelişmesi boyunca eskiyebilmiş midir? Platon ve Demokritos'un eğilimleri ya da gelişme çizgileri arasındaki mücadele eskidi mi? Ya din ile bilimin mücadelesi? Ya nesnel gerçeğin (vérité) kabulü ile yadsınması arasındaki mücadele? Duyumüstü bilgi yanlıları ile karşıtları arasındaki çekişme eskidi mi?
Madde kavramının kabulü ya da reddi, insan için, duyularının tanıklığına güvenip inanma sorunudur, bilginin kaynakları sorunudur, felsefenin ta ilk günlerinden beri sorulagelen ve tartışılagelen, profesörce soytarılıklarla binbir kılığa sokulabilen ama hiç bir şekilde eskimeyen, tıpkı görme, duyma, dokunma, koku almanın insan bilgisinin kaynağı olup olmadıkları sorunu gibi eskimeyen bir sorundur. Duyumlarımızı dış dünyanın imgeleri saymak, nesnel gerçeği tanımak, materyalist bilgi teorisinden yana olmak, bunların hepsi aynı şeydir. Bu sorunu aydınlatmak ve okurun bu sorunun ne denli temel bir sorun olduğu yargısına varabilmesini sağlamak için, Feuerbach'tan bir ve felsefe elkitaplarından alınmış iki aktarma ile yetineceğim.
"Duyumun nesnel bir kurtarıcının temel kitabı, İncil'i (Verkündung), olduğunu yadsımak ne yavan bir şeydir."12 diye yazıyor Feuerbach. Gördüğünüz gibi, tuhaf, hatta aykırı bir terminoloji, ama felsefi eğilimi çok açık: duyum insana nesnel gerçeği açıklıyor. "Benim duyumum özneldir, ama onun da dayanağı ya da nedeni (Grund) nesneldir." (s. 195.) Bunu, Fcuerbach'ın, materyalizm kesin bir (ausgemachte) nesnel gerçek olarak duyumsal dünyadan hareket eder, sözlerinin geçtiği yukarıda verilen alıntı ile karşılaştırınız.
Duyumculuk, bütün fikirlerimizi ‘"bilgiyi duyumlara indirgeyerek duyu deneyinden" çıkarsayan bir öğretidir diye okuyoruz Franck'ın Felsefe Bilimleri Sözlüğü''nde.13' Duyumculuk kendini, üç biçim altında gösterir: öznel duyumculuk (şüphecilik[39] ve berkeleycilik), ahlaki duyumculuk (epikürosçuluk)![40] ve nesnel duyumculuk. "Madde ya da cisimler, materyalistlere göre, duyumlarımıza ulaşan tek nesneler olduklarından, nesnel duyumculuk, materyalizmdir."
"Duyumculuk, gerçek ya da varlık ancak duyular aracılığıyla bilinebilir diye ileri sürünce, diyor Schwegler Felsefe Tarihi'nde, artık [Schwegler 18. yüzyıl sonundaki Fransız felsefesinden sözediyor] bu önermeyi tarafsız olarak dile getirmekten başka bir şey kalmadı ve materyalist teze vardık. [sayfa 137] yalnız duyulan, algılanan vardır, maddi varlıktan başka bir varlık yoktur."14
Bunlar bütün elkitaplarında yer alan bizim mahçılarımız tarafından unutulmuş olan ilk doğrulardır.
MUTLAK VE GÖRELİ GERÇEK YA DA A. BOGDANOVUN BULDUĞU ENGELS SEÇMECİLİĞİ