FELSEFEDE TARAFLAR VE BEYİNSİZ FİLOZOFLAR
Geriye Mach öğretisinin dinle olan ilişkilerini incelemek kalıyor. Ama bu, genel olarak, felsefede taraflar olup olmadığı ve felsefede taraf tutulmasıyla ne denmek istendiği sorusuna götürür bizi.
Değindiğimiz her bilgibilimsel problemle ve yeni fiziğin ortaya koyduğu her felsefi sorunla ilgili olarak bundan önce ele aldığımız bütün açıklamalar boyunca materyalizm ile idealizm arasındaki mücadeleye tanık olduk. Her seferinde, yeni terminolojinin çarpıtmaları gerisinde, bir yığın iskolastik bilgilerin gerisinde, felsefe sorunlarını çözümleyiş tarzlarında kendilerini doğru gösteren iki temel eğilim, iki belli başlı akım bulduk. Doğa, madde, fiziksel, diş dünya im birincil; bilinç, zihin, duyum (zamanımızda yaygın olan terminolojiye göre, deney), ruhsal, vb. ise ikincil olarak ele alınmalıdır – işte, gerçekte filozofları iki büyük kampa ayırmaya hâlâ devam eden baş sorun budur. Bu alanda hüküm süren binlerce ve binlerce yanılgının ve şeyleri birbirine karıştırmanın kaynağı, terimler, tanımlamalar, iskolastik kurnazlıklar, söz hokkabazlıkları paravanası ardında, bu iki temel eğilimin görmezden geliniyor olmasıdır. (Bogdanov, örneğin, kendisinin idealist olduğunu kabul etmiyor, çünkü, görüyorsunuz ya, "doğa"nın ve "zihnin" "metafizik" kavramları yerine "deneyseli", yani fizikseli ve ruhsalı almıştır. Evet, küçük sözcükler değişmiştir!)
Marks ve Engels'in dehası, onların, çok uzun bir dönem –-hemen hemen yarım yüzyıl– boyunca, kendilerini, materyalizmi geliştirmeye, felsefenin temel bir eğilimini ilerletmeye vermiş olmaları, ve bu işi, yerinde saymadan ve daha önce çözümlenmiş bilgibilimsel sorunlar üzerinde artık oyalanmadan, tutarlı bir biçimde bu aynı materyalizmi bütün saçmalıkları, martavalları, tumturaklı ve yüksekten atan zevzeklikleri, felsefede "yeni" bir çizgi bulma, "yeni" bir eğilim uydurma, vb. gibi sayısız girişimleri, acımasızca bir yana iterek toplumsal bilimler alanına uygulamış olmaları ve nasıl uygulanacağını göstermiş olmaları olgusunda yatar. Bu tür girişimlerin söz planındaki niteliği, yeni felsefi "izmler" ile yapılan iskolastik oyunlar, konunun yapmacıklı yollarla kös-teklenmesi iki temel bilgibilimsel akım arasındaki mücadeleyi kavramaktaki ve açık seçik ortaya koymaktaki yeteneksizlik – Marks ve Engels'in inatla peşini bırakmadıkları ve eylemleri boyunca mücadele ettikleri şeyler İşte bunlardır.
"Hemen hemen yarım yüzyıl boyunca" dedik. Daha 1843'te, gerçekten de, Marks daha henüz Mars olmakta iken – yani bir bilim olarak sosyalizmin kurucusu, materyalizmin daha önceki biçimlerinin hepsinden sonsuz derecede daha zengin ve daha tutarlı olan modern materyalizmin kurucusu Marks olmakta iken– daha o zaman bile, felsefedeki temel eğilimleri şaşkınlık verici bir açıklıkla ortaya koymuştu. K. Grün, Marks'ın Feuerbach'a yazdığı 30 Ekim 1843[105] tarihli mektubu aktarır. Marks, bu mektubunda Feuerbach'ı Deutsch-Französische Jahrbücher'de[106] Scheiling'e karşı bir makale yazmaya çağırıyor. Bu Schelling, diye yazıyor Marks, bütün geçmiş felsefe eğilimlerini kucaklamak ve onları aşmak iddiasında olan sığ bir palavracıdan başka bir şey değildir. "Schelling, Fransız romantiklerine ve gizemcilerine şöyle diyor; ben felsefe ile tanrıbilimin senteziyim; Fransız materyalistlerine de şöyle diyor: ben etle düşüncenin senteziyim; Fransız şüphecilerine ise şöyle diyor: ben dogmacılığın yıkıcısıyım."7 Kendilerini ister hümcü, ister kantçı, (ya da 20. yüzyılda mahçı) diye adlandırsınlar, bu "şüpheciler"in hem materyalizm ve hem de idealizmin "dogmacılığına" karşı yaygara kopardıklarını Marks daha o zamandan görmüştü; ve binlerce küçük perişan felsefi sistemlerin herhangi birisine kapılmadan Feuerbach'tan geçerek idealizme karşı olan materyalist yolu doğrudan tutmayı başardı. Otuz yıl sonra, Kapital'in birinci cildinin ikinci baskısının sonsözünde Marks, aynı açıklık ve kesinlikle kendi materyalizmini Hegel'in idealizminin, yani en gelişmiş, en tutarlı idealizmin karşısına koyuyordu; kontçu "olguculuğu" horlayarak bir yana itiyordu ve Hegel'i yıktıklarını sanıp da, gerçekte, Hegel-öncesi Kant ve Hume'ün yanılgılarını yinelemekten başka bir şey yapmayan çağdaş filozofları zavallı taklitçiler diye nitelendiriyordu.[107] Kugelmann'a yazdığı 27 Haziran 1870 tarihli bir mektupta, Marks, "Büchner, Lange, Dühring, Fechner ve ötekilerine" karşı da Hegel'i küçümsedikleri ve onun diyalektiğini anlamadıkları için aynı horgörüyü gösterir.8 Ve son olarak Marks'ın Kapital'deki ve öteki yapıtlarındaki bazı felsefi sözlerini alınız, hepsinde aynı değişmez temel motifi bulacaksınız: materyalizmde ayak direme ve her türlü bulanıklığın, her türlü kafa karışıklığının ve idealizme yönelik her türlü sapmanın horgörüyle alaya alınması Marks'ın bütün felsefi görüşleri, bu iki temel zıtlığın içerisinde toplanır, ve profesörce felsefe açısından bunların eksiklikleri bu "dar görüşlülük" ve "tek yanhlık"tadır. Gerçekte materyalizmi ve idealizmi uzlaştırma yolundaki melez tasarıları kabul etmeye karşı bu direnme, kesenkes belirlenmiş bir felsefi yolda ileriye doğru yol alan Marks'ın büyük hüneridir.
Tümüyle Marks'ın anlayışında olan ve onun en yakın çalışma arkadaşı Engels, bütün felsefi yapıtlarında, materyalist ve idealist eğilimleri, ne 1878'de, ne 1888'de, ne de 1892'de.[110]idealizmin ve materyalizmin "tek yanlılığını" "aşmak", bir tür "olguculuk", "gerçekçilik" ya da herhangi başka bir profesörce şarlatanlık gibi yeni bir eğilim ortaya koyma yolundaki sonu gelmez girişimleri ciddiye almadan bütün sorunlar açısından kısaca ve açık bir biçimde birbirleriyle karşılaştırdı. Engels, Dühring'e karşı bütün kampanyasını, materyalizmin tutarlı bir biçimde uygulanmasından esinlenerek ve materyalist Dühring'i, sözcüklerle sorunu gölgelendirmeme, sözleri iş edinmekle, idealizme ödün vermek ve idealistçe bir tutumu benimsemeyi de içeren bir uslamlama yöntemi kullanmakla suçlayarak yürütür. Ya sonuna kadar tutarlı materyalizm, ya da felsefi idealizmin yalanları ve karmakarışıklığı – Anti-Dühring'in her paragrafında ortaya konan sorun işte böyle formüle edilmiştir; ve yalnız gerici profesörce felsefe ile beyinleri sulanmış kişiler bunu görmezden gelebilirler. Yazarı tarafından son kez gözden geçirilerek genişletilen Anti-Dühring'in son önsözünün yazıldığı 1894 yılımı kadar, Engels, hem felsefe ve hem de bilim alanındaki en sen gelişmeleri irkmekle devam etti ve yeni sistemlerin büyüklü-küçüklü döküntülerini bir kenara iterek, bulun o eski kararlılığıyla açık ve sağlam tutumunu sürdürdü.
Engels'in felsefedeki yeni gelişmeleri izlediği, Ludwig Feuerbach'ından da açıkça görülmektedir. Bu kitabın 1888 tarihli önsözünde. Engels, İngiltere ve İskandinavya'da klasik Alman felsefesinin yeniden doğuşu gibi bir olaydan bile sözederken; (hem kitapta ve hem de önsözde) egemen olan yeni-kantçılığı ve hümcülüğü yalnızca en sert bir biçimde horlar. Şurası apaçıktır ki, Engels, eski Hegel-öncesi kantçı ve hümcü yanılgıları, moda haline gelmiş Alman ve İngiliz felsefesinin yinelemelerini gözlemlerken bu büyük idealist ve diyalektikçinin, idealizmin ve metafiziğin küçük yanılgılarını dağıtmaya katkısı olacağını umarak, (İngiltere'de ve İskandinavya'da) bir Hegel'e dönüşten bile bir şeyler beklemeye hazırdı.[111]
Almanya'da yeni-kantçılığın, İngiltere'de hümcülüğün çok sayıdaki farklı tonlarını incelemekten kaçman Engels, daha başlangıçta onların materyalizmden temel sapmalarını mahkûm eder. Engels bu her iki okulun da eğrimlerini tümüyle "bilimsel olarak geriye doğru bir adım" olarak nitelendirir. Bu yeni kantçıların ve hümcülerin –ki Engels bunlar arasında en azından örneğin bir Huxley'i tanımamazlık edemezdi– yeni terminolojiyi kullanarak söylemek gerekirse, kesinlikle "olgucu", kesinlikle "gerçekçi" olan eğilimleri konusunda acaba Engels ne düşünüyordu? Sayısız bulanık kafalıya çekici gelen vb çekici gelmekte devam eden bu "olguculuğu" ve "gerçekçiliği", Engels, herkesin gözü önünde sövüp sayarak reddederken, bunların, en iyi niyetli bir değerlendirmeyle bile, materyalizm için el altından sokuşturulmuş darkafalı yöntemler olduklarım söylemektedir.[112] Bugün bir avuç marksistin "modern olguculuğa" ya da "modern gerçekçiliğe" kapılmalarını Engels'in nasıl bir horgörüyle karşıladığını anlamak için, onun Thomas Huxley'i –bu çok büyük doğa bilginini, ve Mach, Avenarius ve ortakları ile kıyaslanamayacak kadar gerçek gerçekçiyi, onlarla kıyaslanamayacak kadar kesin olgucu olan olgucuyu– değerlendirmesi üzerinde şöyle biraz düşünmek yeterlidir.
Marks ve Engels, felsefede, başından sonuna kadar, hep belli bir yanın adamları oldular; mümkün olan ve akla gelebilen "en modern" bütün eğilimlerde materyalizmden sapmaları, idealizme ve inancılığa verilen ödünleri bulup ortaya çıkarmasını bildiler. Onun için Huxley'i yalnızca materyalist tutarlılığı açısından değerlendirdiler. Onun için Feuerbach'ı materyalizmi sonuna kadar izlemediği için, bazı materyalistlerin yanılgıları nedeniyle materyalizmi yadsıdığı için, dini yenilemek ya da bir başka din kurmak üzere dinle savaştığı için, sosyolojide kendisim idealistçe tumturaklı boş laflardan kurtaramadığı için ve materyalist olmayı bilemediği için kınadılar.
Diyalektik materyalizmi açıklarken yaptığı bazı yanlışlar ne olursa olsun, J. Dietzgen öğretmenlerinin bu büyük ve çok değerli geleneğini tümüyle kavradı ve sürdürdü. J. Dietzgen, materyalizmden beceriksizce sapmaları yüzünden çok günah işledi, ama hiç bir zaman materyalizmden ilke olarak ne ayrılmaya kalktı ne de yeni bir bayrak açmayı denedi; kesin tutum gerektiren anlarda hep açıkça ve kesin olarak şöyle dedi: Ben materyalistim, bizim felsefemiz materyalist bir felsefedir. "Bütün taraflar arasında" diyor haldi olarak bizim Joseph Dietzgen "en kötüsü tam ortadan olan taraftır. ... Nasıl ki siyasette partiler gitgide iki kampta toplaşıyorlarsa ... aynı şekilde bilim de iki genel sınıfa (Generalklassen) bölünüyor: bir yanda metafizikçiler, öte yanda fizikçiler ya da materyalistler.9 Ara unsurlar, uzlaştırmacı şarlatanlar, etiketleri ne olursa olsun, ister tinselci, ister duyumcu, ister gerçekçi, vb., vb. olsunlar, kendi yollarında ilerlerken kimi zaman şu akıma, kimi zaman öteki akıma kapılırlar. Biz kesinlik ve açıklık istiyoruz. Gerici bilmesinlerciler(Retraitebläser) idealist olmakla övünürler;10insan zihnini anlaşılmaz metafizik dilinden kurtarma çabasında olanların hepsine materyalist denilmelidir. ... Eğer bu iki taraf arasında sırayla katı ve sıvı diye bir kıyaslama yaparsak, bu ikisi arasında bir bataklık yer alır."11
Bu gerçektir! "Gerçekçiler", vb., "olgucular", mahçılar, vb. dahil, tümü sefil bir bataklıktır; bunlar her sorunda materyalist ve idealist eğilimleri birbirlerine karıştıran, felsefede tam orta yerde bulunan aşağılık bir taraftır. Felsefenin bu iki temel eğiliminden kaçma girişimleri, "uzlaştırmacı şarlatanlık"tan başka bir şey değildir.
J. Dietzgen'in, idealist felsefenin "bilimsel papazlık zanaatının papazlık zanaatına giden bir koridordan başka bir şey olmadığından hiç kuşkusu yoktu. "Bilimsel papazlık zanaatı," diye yazıyordu, "dinsel papazlık zanaatının yardımına koşmaya çok ciddi bir şekilde çaba göstermektedir." (Op. cit., s. 51.) "Özellikle bilgibilim alanı, insan zihninin yanlış anlaşılması", her iki türden papazların da "yumurtladıkları böyle bir bit yuvasıdır" (Lausgrube). "Yüce hayırdua"lar ederek çarpık (geschraubter) "idealizm"leriyle (s. 53) halkı aptallaştıran "diplomalı uşaklar" – J. Dietzgen felsefe profesörlerine işte bu gözle bakıyor. "Yüce Tanrının karşısında şeytanın bulunması gibi, materyalistin de karşısında profesör papaz (Kathederpfaffen) bulunur." Materyalist bilgi teorisi "dinsel inanca karşı evrensel bir silahtır" (s. 55), ve bu yalnızca "papazların o ünlü alışılmış ve sıradan dinine karşı değil, aynı zamanda karışık (benebelter) kafalı idealistlerin en incelmiş, yücelmiş profesörlere özgü dinine de karşıdır". (s. 58.)
Dietzgen, "dindarca dürüstlüğü", serbest-düşünceli profesörlerin "yan-gönüllülüğüne" yeğlemeye hazırdı (s. 60), çünkü "burada egemen olan bir sistem" vardır, burada biz bütünleşmiş bir halk, teoriyi pratikten ayırmayan bir halk buluyoruz. Profesör baylara göre "felsefe bir bilim değil, sosyal-demokrasiye karşı bir savunma aracıdır", (s. 107.) "Profesörler ve -doçentler, kendisine filozof diyen herkes, görünüşte serbest-düşünceli olmalarına karşın, az ya da çok, boş inanlara, gizemciliğe kapılırlar ... ve sosyal-demokrasi karşısında tek ... gerici bir yığın oluştururlar." (s. 108.) "Dini ve felsefi saçmalıkların (Welsch) etkisine kapılıp şaşırmadan doğru yoldan yürüyebilmek için yanlış yolların en yanlışını (der Holzweg der Holzıvege), yani felsefeyi okuyup öğrenmek gerekir." (s. 103.)
Şimdi Mach'ı, Avenarius'u ve onların okullarını, felsefedeki taraflar açısından ele alalım. Ah bu baylar, tarafsızlıklarıyla övünürler, ve bunların tek bir karşıtları varsa, o da materyalisttir ... ve yalnızca materyalisttir. Bütün mahçıların bütün yazılarında durmadan, materyalizm ile idealizmin "üstünde olmak", bu "modası geçmiş" karşıtlığı aşmak gibi ahmakça bir iddianın kendini gösterdiği görülür; ama aslında bütün bu dayanışma sürekli olarak idealizme kaymakta ve materyalizme karşı dur durak bilmez bir mücadele sürdürmektedir. Avenarius gibi bir adamın ince bilgibilimsel hileleri, profesörce bir uydurma, "kendine ait" küçük bir felsefi mezhep kurma girişimi olma durumunu sürdürür; ama aslında modern toplumdaki düşünce ve eğilimlerin mücadelesinin genel koşulları içinde, bu bilgibilimsel hilelerin oynadıkları nesnel rol, her durumda aynıdır, yani idealizm ve inancılığa giden yolu açmak ve onlara sadakatle hizmet etmektir. Gerçekten de, Ward gibi İngiliz tinselcilerinin, materyalizme karşı saldırılarından ötürü Mach'ı öven Fransız yeni-eleştiricilerinin ve Alman içkincilerinin tümünün ampiryokritikçilerin bu küçük okuluna sarılmaları bir raslantı olamaz! Dietzgen'in "inancılığın diplomalı uşakları" deyimi, Mach, Avenarius ve onların tüm okulları için çok yerinde bir sözdür.12
Mach ile Marks'ı "uzlaştırmak" kuruntusuna kapılmış olan Rus mahçılarının şanssızlığı, felsefenin gerici profesörlerine inanıp güvenmiş olmaları ve bunun sonucu olarak da kaygan bir yüzeyden aşağı yuvarlanıp gitmiş olmalarıdır. Onların Marks'ı geliştirme ve eksiklerini tamamlama yolundaki çeşitli girişimleri, çok basit, safça yöntemlere dayanır. Ostwald'ı okuyorlar, Ostwald'a inanıyorlar, papağan gibi Ostwald'ı tekrarlıyorlar ve buna marksizm diyorlar. Mach'ı okuyorlar, Mach'a inanıyorlar, papağan gibi Mach'ı tekrarlıyorlar ve buna marksizm diyorlar. Poincare'yi okuyorlar, Poincare'ye inanıyorlar, papağan gibi Poincare'yi tekrarlıyorlar ve buna marksizm diyorlar. Kendi özel kimya, tarih, fizik, vb. alanlarında en değerli çalışmaları yapabilecek yetenekteki bu profesörlerin, felsefe sözkonusu olduğunda, bir tek sözlerine bile inanılamaz. Neden? Olgulara dayanan ve uzmanlık isteyen araştırma alanlarında son derece değerli katkılarda bulunabilecek bir tek ekonomi politik profesörünün, ekonomi politiğin genel teorisi sözkonusu olduğunda, nasıl tek sözüne bile marnlamıyorsa, işte bu aynı nedenden ötürü inanılamaz. Çünkü modern toplumda ekonomi politik de, bilgibilim kadar taraflı bir bilimdir. Bir bütün olarak alındıklarında, felsefe profesörlerinin tanrıbilimcilerin usta tezgahtarları olmalarına karşın, ekonomi profesörleri de kapitalist sınıfın usta tezgahtarlarından başka bir şey değildirler.
Marksistler, nerede olursa olsun, bu "tezgahtarların" başarılarını özümlemeyi ve bunlara yeniden biçim vermeyi (örneğin yeni ekonomik görüngülerin incelenmesinde bu tezgahtarların yapıtlarından yararlanmaksızın en ufak bir adım atamazsınız), ve bunların gerici eğilimlerini kesip atmayı, kendi öz çizgimizi izlemeyi ve bize düşman olan bütün kuvvet ve sınıfların bütün çizgisine karşı savaşmayı bilmelidirler. İşte gerici profesörce felsefeyi kölece izleyen bizim mahçıların yapmayı beceremedikleri de budur. "Belki yanlış yoldayız, ama bir arayış içindeyiz" diye yazıyor Lunaçarski, Denemeler yazarlarının adına. Arayış içinde olan siz değilsiniz, ama aranmakta olanlarsınız, işte mesele burada! Kendi marksist görüş açınızla (marksist olmak istiyorsunuz ya), burjuva felsefesindeki her moda değişikliğine yaklaşan siz değilsiniz; bu moda size yaklaşıyor ve bugün Ostwald tarzında, yarın Mach tarzında, öbürgün Poincaré tarzında, idealizmin beğenisine uygun yeni taklitleri size zorla kabul ettiriyor. Safça inandığınız ("energetik", "öğeler," "introjeksiyon" vb.) bu ahmakça "teorik" hileler, dar ve küçük bir okulun sınırları içinde kalır, oysa bu hilelerin ideolojik ve toplumsal eğilimine Ward'lar, yeni-eleştiriciler, içkinciler, Lopatin'Ier, pragmacılar derhal sarılmaktadırlar ve bu hileler onlara hizmet etmektedirler. Ampiryokritisizm ve "fiziksel" idealizm sevdası, yeni-kantçılık ve "fizyolojik" idealizm sevdası kadar hızla gelip geçer, ama inancılık bu tür sevdalardan yararlanır ve onun hilelerini felsefi idealizm yararına binbir biçimde değiştirir.
Dine karşı ve doğa bilimlerine karşı tutum, ampiryokritisizmin burjuva gericiler tarafından gerçek sınıfsal kullanımını çok güzel bir biçimde göstermektedir. İlk soruyu ele alalım. Lunaçarski'nin, marksizm felsefesine karşı yöneltilmiş kolektif bir yapıtta, işi, "üstün insan potansiyelinin tanrılaştırılmasından", "dinsel tanrıtanımazlıktan"13 vb. sözetmeye kadar vardırmasının bir raslantı olduğunu mu sanıyorsunuz? Eğer görüşünüz bu ise, bu sadece, Rus mahçılarının Avrupa'daki bütün Mach akımı hakkında, bu akımın dine karşı tutumu hakkında kamuoyunu doğru bir biçimde aydınlatmamış olmalarındandır. Bu tutumun Marks, Engels, Dietzgen ve hatta Feuerbach'ın tutumları ile hiç benzerliği yoktur; ama Petzoldt'un, "ampiryokritisizm ne tanrıcılıkla ne de tanrıtanımazlıkla çelişme halindedir" (Einführung in die Philosophie der reinen Erfahrung, c. I, s. 351), sözleri ya da Mach'ın, "dini görüşler özel bir iştir" (Fransızca çeviri, s. 434) sözleri ile başlayan ve –Mach'ı öven ve Mach'ın da kendisini övdüğü– Cornelius'un, Carus'un ve bütün içkincilerin apaçık en gerici görüşleri ile, apaçık inancılık ile son bulan tam karşıtı bir tutumdur. Filozofun bu mesele üzerindeki yansızlığı, bu kadarıyla bile inancılığa köleliktir. Mach ve Avenarius, bilgi teorilerinin çıkış noktaları nedeniyle, bu yansızlığın üstüne çıkmazlar ve çıkamazlar.
Duyum içinde bize verilen nesnel gerçekliği yadsıdığınız anda, inancılığa karşı her türlü silahınızı yitirirsiniz ve bilinemezciliğe ya da öznelciliğe düşersiniz, ve inancılık da zaten sizden daha fazlasını istemez. Eğer algısal dünya nesnel bir gerçeklik ise, o zaman kapı öteki her türlü "gerçekliğe" ya da sözde-gerçekliğe kapalı demektir. (Bazarov'un Tanrıyı "gerçek kavram" olarak ilan eden içkincilerin "gerçekçiliğine" inandığını anımsayınız.) Eğer dünya hareket halindeki madde ise, madde bu hareketin, bu maddenin hareketinin sonsuz karmaşık ve ayrıntılı ortaya çıkış biçimleri ve sonuçları, sonu gelmez bir biçimde incelenebilir ve incelenmelidir de; ama bunun ötesinde, herkesin tanıyıp bildiği "fiziksel", dış dünyanın ötesinde hiç bir şey olamaz. Materyalizme karşı düşmanlık ve materyalistlere karşı yöneltilen iftira seli, uygar ve demokratik Avrupa'da gündemdedir. Bütün bunlar bugüne dek devam edegeldi. Mach, Avenarius, Petzoldt ve ortakları tarafından materyalizme karşı yöneltilen saldırılan, Feuerbach, Marks, Engels ve J. Dietzgen'in materyalizm lehindeki düşünceleriyle bir kez olsun karşılaştırmayan Rus mahçıları, bütün bunları kamuoyundan gizlemektedirler.
Ama Mach ve Avenarius'un inancılık karşısındaki tutumlarım "gizlemek" hiç bir işe yaramayacaktır. Onların yerine gerçekler konuşuyor. Ward'ın, yeni-eleştiricilerin, Schuppe'nin, Schubert-Soldern'in, Leclair'in, pragmacıların ve ötekilerin öpücüklerle yerleştirdikleri teşhir direğinden hiç bir çaba bu gerici profesörleri kurtaramaz. Bu sonuncuların filozof ve profesör olarak etkileri, onların düşüncelerinin "aydın" kamuoyunda, yani burjuva kamuoyunda yayılması, onların yarattıkları özel yazın, bütün bunlar Mach ve Avenarius'un kendi özel küçük okullarından on kez daha zengin ve geniştir. Bu küçük okul ona gereksinme duyanların hizmetindedir ve layık olduğu gibi kullanılmaktadır.
Lunaçarski'nin içine düştüğü utanılacak durum, özel bir durum değildir, Rus ve Alman ampiryokritisizminin bir ürünüdür. Bunlar yazarın "iyi niyetleri"ne, ya da sözlerinin "özel anlamı"na dayandırılarak savunulamaz; eğer onların dolaysız ve alışılmış anlamı, yani sözlerin açıkça inancı anlamı sözkonusu olaydı, yazarla konuyu tartışmayı kesmezdik, çünkü, pek büyük bir olasılıkla, böylesine sözler Anatol Lunaçarski'yi hiç sakınım göstermeden Peter Struve ile tam aynı kategoriye koymayacak bir tek marksist bulunamaz. Eğer durum bu değilse (ki henüz değildir), bunun tek nedeni, "özel" anlamı kavrıyor olmamızdan ve yoldaşça bir çizgide mücadele için uygun bir zeminin hâlâ varolmasındadır.Lunaçarski'nin sözlerindeki ayıp, bunları "iyi" niyetlerle bir araya getirebilmiş olmasıdır. "Teorisinin" kötü yanı, böylesine yöntemlerin, ya da iyi niyetlerini gerçekleştirmek için böylesine sonuçların kullanılmasına olanak yaratmış olmasıdır. işin asıl kötü yanı, "iyi niyetler"in, en iyi durumlarda bile, Ahmet, Mehmet ve Hasan'ın öznel davranışları olarak kalmasına karşın, bu cinsten beyanların toplumsal öneminin kesin ve tartışma götürmez birtakım koşullara bağlanamaz oluşları ve hiç bir suskunluğun ya da açıklamanın bunu azaltamayışıdır.
Lunaçarski'nin "üstün insan potansiyelinin tanrılaştırılması" ile Bogdanov'un ruhsal olanın, bütün fiziksel doğanın yerine "genel ikamesi" arasındaki ideolojik yakınlığı görmemek için kişinin kör olması gerek, ikisinde de düşünce aynıdır, ama birinde esas olarak estetik açıdan, ötekinde ise bilgibilimsel açıdan ifade edilmiştir. Konuya üstü kapalı bir biçimde farklı bir açıdan yaklaşan "ikame", "ruhsal olanı" insandan ayırarak ve bütün fiziksel doğa yerine son derece geniş, soyut ve tanrısalca cansız "genel olarak ruhsal olanı" koyarak "üstün finsan potansiyeli"ni zaten tanrılaştırmaktadır. "Deneyin us dışı akışına" sokulmuş olan Yuşkeviç'in "Logos"undan ne haber?
Parmağını kaptırmayagör, kolun gider. Ve bizim mahçılar, "duyum"u dış dünyanın bir imgesi olarak değil de, özel bir "öğe" olarak görmeye başladıkları andan beri, kollarım idealizme yani sulandırılmış, inceltilmiş inancılığa kaptırmışlardır. İnsan zihninin nesnel olarak gerçek dış dünyayı yansıttığım savunan materyalist teoriyi benimsemediniz mi, varacağınız yer hiç kimsenin olmayan duyum, hiç kimsenin olmayan zihin, hiç kimsenin olmayan ruh, hiç kimsenin olmayan iradedir.
5. ERNST HAECKEL VE ERNST MACH
5. ERNST HAECKEL VE ERNST MACH