Devlet İktidarının Sosyal Yapısı, Beklentiler ve Tasfiyecilik Üzerine
V. İ. Lenin
Devlet İktidarının Sosyal Yapısı, Beklentiler ve Tasfiyecilik Üzerine
Başlıkta tanımlanan sorunlar, önem itibariyle, kendisini çevreleyen gerçeklik hakkında açıklık kazanmak isteyen bir Marksistin görüşler sistemi içinde, eğer ilk sırada değilse, ilk sıralardan birinde bir yere sahiptir. 1908-1910 dönemi, hiç kuşkusuz özel bir şeyi temsil ediyor. Toplumun ve devlet iktidarının sosyal yapısı, onları kavramaksızın toplumsal faaliyetin herhangi bir alanında tek bir adımın bile atılamayacağı değişikliklerle karakterizedir. Perspektifler sorunu bu değişikliklerin kavranmasına bağlıdır, elbette ki bundan anlaşılması gereken, hiç kimsenin bilmediği şey üzerine tahminlerde bulunmak değil, ekonomik ve politik gelişmenin temel eğilimlerini – bileşkesi ülkenin en yakın geleceğini belirleyen eğilimleri, hedef bilinçli her kamu adamının görevlerini, faaliyetinin karakterini ve yönünü belirleyen eğilimleri bulmaya çalışmaktır. Görevler, faaliyetin yönü ve karakterine ilişkin bu sorun ise Tasfiyecilik sorunuyla sıkı sıkıya bağlıdır.
Bu yüzden Marksistlerin daha 1908’de, Rus tarihinin yeni, özgül bir dönemiyle karşı karşıya olduğumuz açıklık kazanır kazanmaz ya da açıklık kazanmaya başlar başlamaz, tam da iktidarın sosyal yapısı, perspektifler ve Tasfiyecilik sorunlarını gündeme getirmeleri, bu sorunların kopmaz bağına dikkat çekmeleri ve sistematik bir tartışmaya tabi tutmaları fazla şaşırtıcı değildir. Ayrıca onlar yalnızca tartışmakla yetinmediler – işte bu, sözcüğün kötü anlamında kalemşor tarzı olurdu, bu ancak, sorumluluklarının bilincinde olmayan ve politikayla ilgilenmeyen bir entelektüel tartışma çevresinde mümkün olurdu -, hayır, tartışma sonuçlarının eksiksiz bir formülasyonunu, sadece ilgili kalemşor çevresinin bir üyesine, sadece herhangi bir biçimde belirli bir entelektüel kategoriye bağlı bir insana değil, aksine Marksizm-de kendi ideolojisini gören, sınıfın herhangi bir bilinçli temsilcisine yol gösterici olarak hizmet edebilecek bir formülasyonunu hazırladılar. 1908 sonunda bu gerekli çalışma bitmişti.* [* Lenin burada 1908 Aralık Konferansı’nın kararını, özellikle de Konferansın kabul ettiği “Mevcut Durum ve Partinin Görevleri Üzerine” kararı kastetmektedir, bkz. elinizdeki cilt, s. 13. -Red.]
Bu çalışmanın ana sonuçlarının neler olduğuna daha önce dergimizin 2. sayısında değinmiştim.** [** Bkz. “Tasfiyecilerimiz” makalesi, Bütün Eserler, cilt XV. -Red.Sonraki anlatımları anlaşılır kılmak için, oradan şu satırları aktarıyorum.]
“Son üç yüzyıl içinde Rus devlet düzeninin gelişimi bize, onun sınıf karakterinin sürekli olarak gayet belirgin bir yönde değiştiğini gösteriyor. 17. yüzyılın Boyar Dumalı monarşisi, 18. yüzyılın memur ve aristokrat monarşisine benzemez. 19. yüzyılın ilk yarısının monarşisi, 1861-1904 yıllarının monarşisinden farklıdır. 1908-1910 yıllarında, burjuva monarşisine doğru bir yönelim olarak tanımlanabilecek yönde yeni bir adım anlamına gelen yeni bir aşamanın dış hatları açıkça gün yüzüne çıktı. Üçüncü Duma ve mevcut tarım politikamız bu adımla sıkı bir bağ içindedir. Bundan dolayı yeni aşama bir tesadüf değil, aksine ülkenin kapitalist evriminin özgül bir basamağıdır. Bu yeni aşama eski sorunları çözmez, onları çözebilecek durumda değildir ve onları ortadan kaldırmadığı için, eski sorunların eski çözümüne hazırlık için yeni yöntemlerin kullanılmasını gerektirir” (No. 2, s. 43).
Ve birkaç satır aşağıda:
“Eski problemlerle karşı karşıya olduğumuz, onların eski çözümüne doğru gittiğimiz … gerçeğini yadsıyanlar (ya da kavramayanlar), gerçekte Marksizm zeminini terketmekte, gerçekte liberallerin tutsakları olduklarını kanıtlamaktadırlar (Potresov, Levitski vs. gibi)…” (s. 44).
Bu cümlelerde ifade edilen düşünce silsilesine nasıl tavır alınırsa alınsın, verili dönemin bu değerlendirmesindeki tek tek parçaların en sıkı bağıntısı ve karşılıklı bağımlılığı inkâr edilemez. Örneğin 9 Kasım 1906 Kararnamesi (14 Haziran 1910 yasası) alınsın:[49] Bu kararnamenin belirgin bir burjuva karakter taşıdığı ve “tepedekiler”in Köy Birliği ve pay toprağı mülkiyeti ile ilgili olarak uzun süredir yürüttükleri tarım politikasında ilkesel bir yön değişikliğini tanımladığı kesinlikle reddedilemez. Fakat bu ilkesel yön değişikliğinin sorunu şimdiden çözdüğünü, kapitalist köylü iktisadı için şimdiden yeni temeller yarattığını, eski problemleri şimdiden çözmüş olduğunu iddia etmeye, bunu iddia etmeye şimdiye dek en ilkesiz kişiler, rüzgâra göre yön değiştirmeyi pek seven örneğin Kadetler gibi kişiler bile cesaret edemediler. 14 Haziran 1910 yasası ile, Üçüncü Duma seçimlerinin sistemi ve Duma’nın sosyal bileşimi arasındaki bağıntı apaçıktır; bu yasa, merkezi hükümet erkinin feodal (Avrupa’da genelde kullanılan bu tam doğru olmayan ifadeyi kullanıyoruz) çiftlik sahipleriyle ve ticaret ve sanayi burjuvazisinin başlarıyla bir ittifakından başka bir biçimde gerçekleştirilemez ve hayata geçirilmesi için bir dizi önlem alınamazdı. Demek ki önümüzde ülkenin tüm kapitalist evriminin özgül bir aşaması duruyor. Bu aşama feodal tipte toprak sahiplerinin -sosyolojik anlamda konuşmak gerekirse- “iktidar ve gelirlerini” korumalarını engelliyor mu? Hayır, engellemiyor. Gerek bu, gerekse tüm diğer alanlarda ortaya çıkan değişiklikler, eski rejimin temel özelliklerini, sosyal güçlerin eski karşılıklı ilişkisini ortadan kaldırmıyor. Buradan hedef bilinçli bir politikacının öncelikli görevi şöyle anlaşılmalıdır: bu yeni değişiklikleri hesaba katmak, onlardan “yararlanmak”, -deyim yerindeyse- onları kapsamak ve aynı zamanda çaresizlik içinde akıntıya kapılmamak, eski eşyaları elden çıkarmamak, temel olanı sadece teoride, programda, politik prensiplerde değil, faaliyet biçimlerinde de korumak.
Şimdi şu soru ortaya çıkıyor: “lanet olası sorular”a verilen bu kesin yanıt, kesin görüşlerin bu doğrudan ve açık anlatımı karşısında, “Vozrojdeniye”, “Jizn”, “Dyelo Jizni”, “Naşa Zarya” vb. gibi yayınlar çevresinde gruplaşan “ideolojik önderler”, Bay Potresov ve Martov, Dan ve Akselrod, Levitski ve Martinov nasıl davrandılar? Politikacılar gibi, “ideolojik önderler” gibi, sorumluluk sahibi yazarlar gibi değil, bir kalemşorlar kategorisi gibi, bir entelektüeller çevresi gibi, kalemşorlar loncasının gönüllü gruplarının gönüllü kıtaları gibi davrandılar. Liberal salonların moda ve ruhunu takdir eden kişiler olarak, lanet olası sorulara berrak yanıt talep eden bu eskimiş, modası geçmiş, garip isteğe tepeden gülümsediler. İnsan istediği yerde, istediği konuda, istediğini istediği gibi yazabilecekken bu kesinlik ni-yeydi? Hem de Bay Milyukovlar ve Bay Struveler, dolaysız yanıtlardan, görüşlerin eksiksiz konuşundan, açıkça profession de foi* [* İnanç beyanı. Siyasi inancını açıkça belirtmek. -Alm. Red.] vs.denkaçınmaktan kaynaklanan tüm avantajların, rahatlıkların ve ayrıcalıkların parlak örneklerini sunarken? Hem de zayıf bellekli (ve özellikle eski netliklerini anımsamayı pek sevmeyen) kişiler “toplum”un en geniş çevrelerinde değer ve saygı görürken?
Zaten bütün o üç yıl boyunca bütün bu kalemşorlar topluluğunda “lanet olası sorular”a kendi net yanıtını verme yönünde en ufak bir çaba algılamadık. Kinayeli konuşmalar ve içi boş hipotezler bol bol vardı, fakat doğrudan bir tek yanıt yoktu. Bu topluluğun dikkate değer, karakteristik bir özelliği, şekilsizlik düşkünlüğüydü, yani lanet olası sorulara doğrudan bir yanıtın verilmiş olduğu daha o zamanlar, tam da Tasfiyecilik kavramının en kesin, en eksiksiz ve en açık biçimde temel unsuru olarak kabul edilen bu özelliğe düşkünlüğü idi. Şekilsizce akıntıya kapılmak, kendi şekilsizliğinden duygulanmak, şe-kilsiz bugünün karşıtının üstüne bir “çarpı çekmek” – işte Tasfiyeciliğin temel özelliklerinden biri budur. Oportünistler her zaman ve her yerde edilgen bir şekilde kendilerini akıntıya bırakırlar, “durumdan duruma”, (alkol) kongresinden (fabrika) kongresine yanıtlarla yetinirler, kâh bir “denek”le (ve isterse en saygın ve yararlı bir sendika, kooperatif, bir kültür ve yeşilaycı dernek vs. olsun), kâh bir başkasıyla birleşmekle yetinirler vs. Tasfiyecilik, genelde her türlü oportünizme özgü olan ve Rus tarihinin dönemlerinden birinde, sosyal ve politik akımlarımızdan birinde kesin, somut biçimlerde ortaya çıkan eğilimlerin toplamıdır.
Tarih, yukarıda ortaya koyulan (lanet olası sorulara) “doğrudan yanıt” hakkında Tasfiyecilerin sadece iki tam hükmüne tanık olmuştur. Birinci hüküm: burjuva sıfatının yerine plütokratik sıfatı konmalıydı. – Fakat böyle bir değişiklik tamamen yanlış olurdu. 1861-1904 dönemi bize hayatın çeşitli alanlarında plütokrasinin artan, hatta sık sık ağır basan etkisini gösteriyor. 1908-1910 döneminde, plütokrasiden farklı olarak, burjuvazinin kendi sınıf konumunun bilgisiyle, önceki üç yıldan kendi sınıf bilincinin payına düşen dersleri içselleştirmesi ve kendisine prensip olarak hem sosyalizme (genelde Avrupa sosyalizmine, kendinde sosyalizme değil, tam da Rus sosyalizmine), hem de demokrasiye düşman olan bir ideoloji yaratması olgusunun sonuçlarını görüyoruz. Evet, dahası. Burjuvazi genel ulusal ölçekte, yani sınıf olarak örgütlenmiştir, belli bir bölümü Üçüncü Duma’da sürekli temsil edilmektedir (ve çok etkin temsil edilmektedir). Son olarak, 1908’den 1910’a kadarki tarım politikasında da, burjuva tarım anayasasının belirli bir planının gerçekleştirildiği bir sistem yatar. Bu plan şimdiye dek “aksamıştır”, bu kesin, fakat bu başarısızlık, kırsal alanda plütokrasinin kuşku götürmez bir “başarı”sının yanında, burjuva sistemlerinden birinin başarısızlığıdır: yani kır plütokrasisi 1908’den 1910’a kadarki tarım politikasından hiç kuşkusuz yarar sağlıyor, fakat uğrunda o kadar çok fedakârlık yapılan burjuva düzeni hâlâ tutunamıyor. Tek sözcükle, önerilen “plütokratik” terimi her bakımdan talihsizdir, hem de o kadar talihsizdir ki, bizzat Tasfiyeciler bile, görüldüğü kadarıyla, bu öneriyi unutmayı yeğliyorlar.
Diğer hüküm: Yukarıda ortaya konulan yanıt, “daha önce bir kez” … başarısızlıkların kaydedildiği “yere doğru itmek”[50] öğüdüyle aynı kapıya çıktığı için yanlıştır. Bu kısa ama enerjik hüküm, Potre-sov’un “Toplumsal Hareket”inden “Naşa Zarya”da Bay Levitski’ye kadar Tasfiyecilerin bütün yazınsal beyanlarını canlı bir biçimde ifade etmesinden dolayı değerlidir. Bu hükmün içeriği salt negatiftir; nereye doğru “itmek” gerektiği konusunda herhangi bir pozitif işaret vermeksizin, kendisini “oraya doğru itmek” çabalarını mahkûm etmekle sınırlıyor. Nasıl yüzülüyorsa, “herkes” nasıl yüzüyorsa, işte öyle yüz; bunun nereye varacağı ve varmak zorunda olduğu konusunda genellemelere kapılmaya değmez.
Ancak oportünistler bütün genellemelerden kurtulmayı ve “lanet olası sorular”a doğrudan bir yanıt vermekten kaçınmayı ne kadar isterlerse istesinler, bunun olanaksız olduğu görülüyor. Doğayı kapıdan kovun, pencereden içeriye girer. Tarihin cilvesi, kendilerini “ileri”, “tutuculuğa” düşman kişiler olarak göstermeyi ve 1908’de doğrudan bir yanıtın zorunluluğuna yönelik her türlü işarete küçümseyerek burun kıvırmayı seven aynı Tasfiyecilerin, neredeyse bir buçuk yıl sonra, 1910 yazında bu işaretleri hesaba katmak zorunda kalmalarını istedi. Onları buna kendi kamplarındaki olaylar zorladı. Bir buçuk yıl sonra aniden, bizzat Tasfiyeciler arasında, aynı şekilde doğrudan bir yanıt isteyen ve pervasızca doğrudan yanıt veren bir “akım” ortaya çıkmasaydı, küçümsenen, modası geçmiş, ölü, gereksiz, zararlı, kaybedileceği baştan belli bir “mevzi”de onlardan talep edilen doğrudan yanıtı az kalsın bir el hareketiyle geçiştireceklerdi!
Beklenebileceği gibi, “cüretkâr” rolünde J. Larin ortaya çıktı, fakat bu kez artık yalnız değildi. Bilindiği üzere, Larin oportünizmin enfant terrible’idir.*[* Haşin çocuk. -Red.] Oportünistlerde ortaya çıkan eğilimleri ciddiyetle, dürüstlükle, çok düşünerek içselleştirmesi, bunları yekpare bir bütün halinde birleştirmeye, enine boyuna düşünmeye, doğrudan yanıtlar almaya ve pratik sonuçlar çıkarmaya çabalamasıyla, oportünistlerin bakış açısından büyük bir kusurla sivrilmektedir. Larin’in geniş işçi partisi üzerine kitabını tanıyanlar -eser üç dört yıl önce yayınlandı-, onun Akselrod’a ait kötü ünlü işçi kongresi düşüncesini ateşli kucaklamasıyla nasıl boğduğunu mutlaka anımsayacaklardır.
Mart 1910’da Larin, “Vozrojdeniye”de, devlet erkinin sosyal yapısı, perspektifler ve Tasfiyecilik sorununa ilişkin bir dizi makale yayınlamaya başladı. Bay Piletski ona katıldı. İki yazar da, kendi kamplarında, Tasfiyecilerin kampında, boş yere doğrudan bir yanıt aradıkları bu soruna yeni vaftizlenmişlerin gayretiyle yaklaştılar ve sözlerini esirgemediler. Bugünkü Rusya’da derebeylikten hiçbir biçimde söz edilemezdi, devlet erki şimdiden bir burjuva devlet erkine dönüşmüştü.
“Gerek ‘birinci’ gerekse de ‘ikinci’ unsur -diyor Larin, kötü ünlü “üçüncü unsur”u soyutlayarak[51]– rahatça uyuyabilir: Ekim 1905 gündemde değildir” (“Vozrojdeniye” No. 9-10, s. 20). “Duma’nın ortadan kaldırılmasından sonra, anayasanın, herhangi bir devrim olmaksızın, sadece ekonomisini kapitalizme göre ayarlamış olan egemen sınıfların en etkin kesiminin çıkarları sayesinde 1860’da, yani dokuz yıl sonra yeniden kabul edilmek üzere 1851’de yürürlükten kaldırıldığı[52] devrim sonrası Avusturyası’nda olduğundan daha hızlı biçimde yeniden tesis edilir. Sonra, egemen sınıfların çeşitli tabakalarının kendi aralarındaki mücadele, burjuva ilişkilerin toplumsal düzeninin tutunmasının ardından, her yerde olduğu gibi bizde de onları, oy hakkının çerçevesini genişletmeye zorlayacaktır…” (a.g.y., s. 26). “Rusya’yı kapitalist dünyaya ilhak etme süreci … politik alanda da tamamlanıyor. Bu tamamlanmanın anlamı, 1905’te olduğu gibi tüm halkın devrimci bir hareketinin şu anda içinden geçtiğimiz aşamada olanaksız olmasıdır” (s. 27).
“Yani eğer iktidar” (Larin’in çıkardığı sonuçlara göre) “asla ‘neredeyse tamamen’ feodal tarımcıların elinde değilse, o zaman ‘toprağın ve fabrikanın kapitalistleri’ ile feodal beyler arasındaki iktidar mücadelesi de, bütün halkın mevcut hükümet erkine karşı bir mücadelesine dönüşemez” (No. 11, s. 9). “… Kendi taktik çizgisini ‘tüm halkın hamlesi’nin yakın olduğuna bel bağlayarak tespit etmek, kendi kendini verimsiz bir beklemeye mahkûm etmek demektir” (a.g.y., s. 11). “İki sandalye arasında oturulmaz. Eğer hükümet erkinin sosyal karakterinde hiçbir şey değişmediyse, o zaman hem görevler hem de çalışma biçimleri eskisi gibi olmak zorundadır, o zaman geriye yalnızca bir tek şey kalır – Tasfiyecilere karşı mücadele etmek. Buna karşılık bir kimse ileri gitmek, çökmüş, bir işe yaramaz hale gelmiş eskinin yerine, onu sürdürmek ve pohpohlamak için yeni bir şey inşa etmek istiyorsa, o zaman inşanın koşullarını tutarlılıkla hesaba katmalıdır” (a.g.y., s. 14).
Bu Larin saf değil mi? Oportünistlerin “tutarlı” olmasını, “iki sandalye arasında oturmaması”nı talep ediyor!
“Vozrojdeniye” yazı kurulu şaşkınlığa düştü. No. 9-10’da La-rin’le hemfikir olmadığını açıkladı ve şöyle yazdı: “Düşünceler taze” (Larin’de), ama “J. Larin’in makaleleri bizi ikna etmedi”. No. 11’de V. Mirov, besbelli yazı kurulu adına, Larin’e karşı çıktı, Larin ve Piletski’nin şahsında, “teorik olarak henüz pek gelişmemiş fakat çok açık bir dil konuşan belirli bir akımın temsil edildiğini” itiraf etti (oportünistlerin bakış açısından en büyük kusur!).
“Bunun dışında Larin – diye yazıyor Bay Mirov -, tamamen beklenmedik biçimde” (bakın hele! “Çok açık bir dil konuşan” bu dur durak bilmez Larin, dostlarına hep güçlükler çıkarıyor!) “başka bir soruna, Tasfiyecilik sorununa da değindi. Bize, Parti inşasının biçimleriyle Rus hükümetinin doğası arasında sıkı bir bağ yokmuş gibi görünüyor ve biz bu konu hakkında ayrıca konuşma hakkımızı saklı tutuyoruz” (s. 22, 7 Temmuz 1910 tarihli sayı).
“Jizn”in (30 Ağustos 1910 tarihli) 1. sayısında, bu “biz” adına L. Martov “ayrıca konuştu”, Larin’e karşı polemiklerinde V. Mirov ve yazı kuruluna “sadece katılabileceğini” açıkladı (s. 4). Böylece Tasfiyeciler arasındaki bütün bu tartışmada son söz L. Martov’un oldu.
Tasfiyeciliğin bu son sözüne yakından bir bakalım.
Martov işe her zamanki gibi çok cesaretli ve çok … “becerikli” girişiyor.
“3 Haziran 1907 Hükümet darbesinden sonra bizde derhal, iktidardaki burjuvazi ya da iktidar sahibi burjuvazi gayretle aranmaya başlandı” ile işe başlıyor. “3 Haziran rejimi, Rusya’nın ticaret ve sanayi burjuvazisinin bir egemenlik rejimidir. Bu şema, hem adı geçen Menşevik yazarlar grubu (Larin, Piletski) tarafından, hem de 1908’de Rusya’da bir burjuva monarşisinin ortaya çıkışı üzerine yazan, onların karşı kutbu ortodoks Bolşevikler tarafından aynı ölçüde kabul edildi.”
Bu “becerikliliğin” daniskası değil mi? Larin Martov’u iki sandalye arasında oturmakla suçluyor ve açıkça, her türlü hile ve akıl kumkumalığından uzak bir şekilde, eğer lanet olası sorulara “ortodokslar”ın verdiği yanıta yeniden şekil verilmek istenmiyorsa, Tasfiyecilere karşı mücadele edilmesi gerektiğini itiraf ediyor.
Ancak Martov “ustaca” bir takla atıyor ve (Ağustos 1910’da karşı tarafı dinleme olanağına asla sahip olmayan) okuyucuları, “bu şema”yı hem Larin’in hem de “ortodokslar”ın “aynı ölçüde kabul ettiklerine” inandırmaya çalışıyor!!
Bu Burenin ya da Menşikov’a yakışan bir becerikliliktir, çünkü gerçeğin daha insafsızca … bir gözardı edilmesi düşünülemez bile.
Martov aynı yerde, başka şeylerin yanı sıra “yazınsal tartışmalarda, aslında kimin başladığını genelllikle unutmaya özen gösterilir”, diye yazıyor. “Lanet olası sorular”a tam, berrak bir yanıt vermenin sözkonusu olmadığı kalemşorvari tartışmalarda, durumun böyle olmasına özen gösterildiği doğrudur. Fakat burada, “Jizn” okuyucularını yanıltan L. Martov’un eksiksiz, otantik kaynaktan, birinci elden, dolaysız olarak çok iyi bildiği gibi, tam da kalemşorvari olmayan ve salt yazınsal olmayan bir “tartışma” söz konusu. Martov, “ortodokslar” tarafından verilen ve desteklenen yanıtın ne olduğunu çok iyi bilir. Martov, Larin’in tam da bu yanıta karşı mücadele ettiğini, onu “kemikleşmiş şablon” olarak, “hayal kurmak” olarak vs. tanımladığını çok iyi bilir. Martov, bizzat kendisinin ve bütün kafadarlarının ve çalışma arkadaşlarının, “ortodokslar”ın kesin yanıtını reddettiklerini çok iyi bilir. Martov, “aslında kimin başladığını”, tam bir yanıtın verilmesine kimin başladığını (ve bitirdiğini) ve kimin ne o zaman, ne de şimdi herhangi bir yanıt vermeksizin kıs kıs gülmekle ve karşı çıkmakla yetindiğini çok iyi bilir.
L. Martov’un bu oyunundan daha öfkelendirici, daha insafsızca bir oyun düşünülemez! Larin (ancak bir buçuk yıl sonra da olsa) tam bir yanıt vermekten kaçınılamayacağını itiraf ettiğinde, dürüstlüğü ve açıkyürekliliğiyle Tasfiyeciliğin diplomatlarını hassas yerlerinden vurdu. Gerçek, rahatsız edicidir. L. Martov, meseleyi sanki Larin ortodokslarla “aynı şema”yı kabul ediyormuş gibi gösterdiğinde, okuyucuyu yanıltmaya çalışıyor, oysa gerçekte bu iki şema birbirine zıttır:
Larin’in şemasından Tasfiyeciliğin haklı gösterilmesi, “ortodokslar”ın şemasından – onun mahkûm edilmesi çıkar.Oyununu maskelemek için Martov şemadan bir sözcük alıyor ve kullanıldığı bağıntıyı tahrif ediyor (Burenin ve Menşikov’da mükemmellik derecesine vardırılmış bir yöntem). Ortodokslar, diye temin ediyor Martov, “Rusya’da bir burjuva monarşisinin ortaya çıkışı” üzerine yazdılar – Larin ise bugünkü Rusya’da derebeyliğin sözkonusu olamayacağını, hükümet erkinin şimdiden burjuva olduğunu yazıyor -, “dolayısıyla” Larin’in şeması ortodokslarınkiyle “aynı”dır!! Hile tamamlanmıştır. Martov’a inanan okuyucu kafese konmuştur.
Gerçekte ortodoksların “şema”sı ya da daha doğrusu yanıtı, Rus-ya’daki eski hükümet erkinin – tam da feodal tipte toprak sahiplerinin iktidar ve gelirlerini koruyacak olan” bir kapitalist gelişme yolunda-, “bir burjuva monarşisine dönüşme yolunda bir adım daha” attığını, bu durum karşısında 20. yüzyılın başında ilk krize “yol açan ekonomik ve politik yaşamın temel faktörlerinin etkili olmaya devam ettiğini” ifade ediyor.
Larin şöyle diyor: iktidar şimdiden burjuvadır; bu yüzden, ancak “kemikleşmiş şablonlar”ın yandaşları, feodal beylerin “iktidarının ayakta tutulması”ndan söz eder; bu yüzden, önceki yükselişin “temel faktörleri” etkili olmaya devam etmez; bu yüzden, “‘işe yaramaz hale gelen eski’nin yerine” yeni bir şey inşa etmek sözkonusudur.
“Ortodokslar” şöyle diyor: hükümet erki bir burjuva (sadece hükümet erkine değil, aksine) monarşisine dönüşme yolunda bir adım daha atıyor, gerçek iktidar feodal aristokrasinin elinde kalıyor, onun iktidarı korunuyor, böylelikle eski eğilimlerin, evrimin eski tipinin “temel faktörleri” “etkili olmaya devam ediyor”, ve bu yüzden “işe yaramaz hale gelen eski”den söz edenler, gerçekte liberallerin tutsağı olan Tasfiyecilerdir.
Bu iki şema arasındaki, iki yanıt arasındaki zıtlık açıktır. Önümüzde, farklı sonuçlara yol açan, kendi içinde kapalı iki farklı yanıt var.
Martov, her iki yanıtta da “bir burjuva monarşisinin ortaya çıkışı”nın “sözkonusu” olduğuna dayandığında, Burenin usulü hilelere başvurmaktadır. Aynı hakla, her iki yanıtın, Rusya’nın süregiden kapitalist gelişmesini saptadığına da dayanılabilir! (Tüm Marksistler ve Marksist olmak isteyenler tarafından yapılan) kapitalist gelişme genel tespiti zemini üzerinde, bu gelişmenin derecesi, biçimi, koşulları üzerine tartışılıyor. Martov ise tartışmalı olmayanı tartışma objesi olarak göstermek için tartışma konusunu karıştırıyor! (Tüm Marksistler ve Marksist olmak isteyenler tarafından yapılan) eski devlet erkinin bir burjuva monarşisine dönüşme yolunda geliştiği genel tespiti zemini üzerinde, bu dönüşümün derecesi, biçimi, koşulları, gidişatı üzerine tartışılıyor, buna karşılık Martov, tartışmalı olmayanı tartışma objesi olarak göstermek için, tartışma konusunu (önceki faktörlerin etkinliğini sürdürüp sürdürmediği, eski biçimlerden vazgeçmenin caiz olup olmadığı vs.) karıştırıyor!
19. ve 20. yüzyıl Rusyası’nda devlet erkinin, genelde “bir burjuva monarşisine dönüşme yolunda” geliştiğini Larin inkâr etmiyor, tıpkı Marksist olmak isteyen, aklı başında tek bir insanın dahi şimdiye kadar inkâr etmediği gibi. Burjuva sıfatı yerine plütokratik sözcüğünü koyma önerisi, gerçek “yol”un, gerçek evrim yolunun tam da bu dönüşümden ibaret olduğunu prensip olarak reddetme çabasını değil, dönüşümün derecesinin yanlış değerlendirildiğini ele verir. O sadece, 1861-1904 yılları monarşisinin (yani bugünkine kıyasla kuşkusuz daha az kapitalist monarşinin), I. Nikola dönemine, serflik dönemine kıyasla, “bir burjuva monarşisine dönüşme yolunda” adımlardan birini oluşturmadığını iddia etmeye kalksın bakalım.
Martov yalnızca bunu iddia etmeye kalkışmamakla kalmıyor, bilakis tam tersine, Larin’e karşı polemikte Vitte reformlarının ve altmışlı yılların reformlarının[53] burjuva karakterine dayanan V. Mirov’u “onaylıyor”!
Şimdi okur, Mirov’un ve Martov’un “becerikliliği” hakkında karar verebilir. Larin’e karşı ilkönce, bir buçuk yıl önce “ortodokslar”ın Martov ve Mirov’un en yakın dostlarına, kafadarlarına ve çalışma arkadaşlarına karşı ortaya sürdükleri gerekçeleri tekrarlıyorlar ve sonra da okuyucuya, Larin’in ve “ortodokslar”ın “şema”sının aynı olduğu konusunda güvence veriyorlar.
Bu yalnızca, kalemşor yöntemlerinin politikaya nasıl uygulandığına dair şahane bir örnek değildir (çünkü politika kesin, doğrudan yanıtlar gerektirir, buna karşılık kalemşorlar sık sık lafı dolandırmakla yetinirler), yazının Burenin yöntemleri düzeyine düşürülmesine de şahane bir örnektir.
Larin’in yukarıda aktarılan, “eğer hiçbir şey değişmediyse vs. o zaman geriye sadece Tasfiyecilere karşı mücadele etmek kalır” sözlerini andıktan sonra, Martov ona yanıt veriyor:
“Şimdiye dek görevlerimizin, içinde faaliyet gösterdiğimiz toplumun sosyal yapısı tarafından belirlendiğine inanıyorduk, faaliyet biçimlerimiz ise, birincisi, bu görevler tarafından, ve ikincisi, politik koşullar tarafından belirlenir. Bu yüzden ‘devlet erkinin sosyal ka-rakteri’nin, görevlerimizin ve faaliyet biçimlerimizin belirlenmesiyle hiçbir dolaysız (altını çizen Martov) ilişkisi yoktur.”
Bu bir yanıt değil, boş, kaçamak bir lakırdıdır. Martov yine sorunu karıştırmaya, kavgayı, yapılmadığı bir alana taşımaya çalışıyor. Sözkonusu olan, devletin sosyal karakterinin, görevler ve faaliyet bi-çimleriyle dolaysız mı yoksa dolaylı mı bağıntılı olduğu değildir. Varsın bu bağıntı dolaylı olsun – sıkı ve kopmaz bir bağıntının varlığı kabul edildiğinde, mesele bundan dolayı hiçbir biçimde değişmez. Ve Martov, sıkı ve kopmaz bir bağıntının varlığını kabul etmeye tek sözcükle bile karşı çıkmaya cesaret edemiyor. “Politik koşullar”a işaret edişi, okurun gözüne kül serpmek anlamına geliyor. “Devlet erkinin sosyal karakteri”ni “politik koşullar”la karşı karşıya koymak, insan yapımı lastik kunduraları lastik ayakkabılarla karşı karşıya koymak kadar anlamsızdır. Lastik kundura, lastik ayakkabıdır. Ve insanlar tarafından yapılan lastik kunduradan başka lastik kundura yoktur. Devlet erkinin karakteri de politik koşullardır. Ve devlet erkinin sosyal karakterinden başka bir karakteri yoktur.
Martov’un “lafı dolandırdığı” ve Larin’e yanıt vermekten kaçındığı anlaşılıyor. Ve kaçınmasının nedeni, yanıt verecek bir şeyi olmamasındandır. Larin, “devlet iktidarının sosyal karakteri” (daha doğru olmak gerekirse, onun ekonomik niteliği) anlayışının, “görevler ve faaliyet biçimleri” anlayışlarıyla sıkı ve kopmaz bir bağıntı içinde olduğu konusunda tamamen haklıdır. Gerek Larin, gerekse de “ortodokslar” bu bağıntıyı gördüler ve vurguladılar. Martov’da (ve uşaklarında) görüşlerde bir bağıntı mevcut değildir. Bu yüzden Martov “lastik ayakkabılar”ın yardımıyla kendini çekip çıkarmak ve mazeret beyan etmek zorundadır. Dinlemeye devam edelim:
“İşçi sınıfının, anayasal bir rejimin başlangıçlarını içeren o ‘yasal ülke’ye*[* Bana son derece uygunsuz gibi görünen bu Gallisizm belki bütün okurlar için anlaşılır değildir. “Yasal ülke”, Fransızca terim pays légal’in tam çevirisidir, bundan, parlamentoda temsil edilen ve halk kitlelerinden farklı olarak anayasal ayrıcalıklara sahip olan sınıf veya gruplar, halk tabakaları anlaşılır. Başka şeylerin yanı sıra Martov’un yalpalamalarının değerlendirilmesi için karakteristik olan şudur: o, Rusya’nın 1908-1910 yıllarında “bir burjuva monarşisine dönüşme yolunda bir adım daha” attığını kabul etmek istemiyor, ama 3 Haziran 1907’de “burjuvazi”nin (“plütokrasi”nin değil) “anayasal bir rejimin başlangıçları”nı elde ettiğini kabul ediyor. İşin içinden çıkabilen çıksın! (Lenin’in notu)] tedricen, deyim yerindeyse organik bir biçimde ‘intibak etmesi’ düşüncesi; burjuvazinin” (“plütokrasi” değil, öyle mi?) “3 Hazi-ran’la elde etmiş olduğu ayrıcalıkların tedricen geniş demokrasi çevrelerine genişletilmesi düşüncesi, bu Menşeviklerin aklından az çok açıkça” (Martov örnek olarak 1907 tarihli “Obrazovaniye”de Ko-gan’a dayanıyor) “geçiyordu. Eğer bu bugünkü tırnak içindeki ‘Tasfiyeciliğin’ veya bugünkü ‘legalizmin’ gerçekten ilkesel temeli olsaydı, o zaman önümüzde geleneklerimizin gerçek bir tasfiyesi, gerçekten ilke düzeyine çıkarılmış bir legalizm, bütün geçmişimizle ilkesel bir kopuş olurdu. Böylesine bir Tasfiyeciliğe karşı ciddiyetle mücadele etmemiz gerekirdi… Yine payımıza, öne çıkarılmış bir Tolma-çov rejiminin içine kayan reformistlerle tanışmak mı düşüyor acaba?” Ve bu noktada Martov şu notu düşmüş: “Larin’i elbette ki” (!!) “reformist eğilimlerle suçlandırmıyorum.”
Bu uzun alıntıya, Martov’un tutumunu okuyucuya tüm açıklığıyla göstermek için gerek duyduk. Martov Kogan’ın (kendisiyle birlikte sorumluluk dolu “eserler”de sistemli çalışan bir Menşevikin) “az çok açıkça” reformizmi “aklından geçirdiği”ni kabul ediyor. Eğer reformizm Tasfiyeciliğin ilkesel temeli olsaydı, bunun “geçmişle bir kopuş” olacağını kabul ediyor. “Ayağı kayan” vs. “reformistler”e karşı çın çın çınlayan, bağıran, gösterişli bir lakırdı savuruyor. Ve … neyle bitiriyor sanıyorsunuz? – Larin’i elbette ki reformist “eğilimler”le “suçlandırmadığı”nı temin ederek!!
Bu bir Eduard Bernstein’ın, bir Jean Jaurès’nin veya bir Ramsay Macdonald’ın dilinin tıpatıp aynısıdır. Bunların “hepsi”, bazı “aşırılar”ın “aklından” … kötü bir şeyin, reformizmin, liberalizmin “geçtiğini” “kabul ediyorlar”. Hepsi, eğer kendi politikalarının “ilkesel temeli” liberalizm olsaydı, bunun “geçmişle bir kopuş” olacağını itiraf ediyorlar. Hepsi, “sürünen liberaller”e vs. karşı çın çın çınlayan, bağıran, gösterişli lakırdılar savuruyorlar. Ve hepsi de – Larinleri … pardon: daha dürüst, daha “sağ”daki yoldaşlarını, kafadarlarını, dostlarını, çalışma arkadaşlarını liberal-burjuva eğilimlerle “suçlandırmadıkları”nı … temin ederek bitiriyorlar.
İşin püf noktası, Larin’in anılan makalelerde, en kuşku götürmez, en hakiki türden reformist bir görüşler “sistemi” ortaya koymuş olmasıdır! Bunu yadsımak, apaçık olgulara karşı gelmek demektir, re-formizm kavramını her türlü anlamdan yoksun kılmak demektir. Ama eğer Larin’i “çürütür”, “ilkesel” reformizmi “mahkûm eder”, “ayağı kayanlar”a karşı çın çın çınlayan lakırdılar savurur ve fakat aynı zamanda sürekli olarak Larin’i reformizmle “suçlandırmadığınızı” temin ederseniz, o zaman bununla kendi kendinizi tamamen teşhir edersiniz. Bununla, “ilkesel reformizm”e karşı “ilkesel” düşmanlığınıza atıfta bulunmanın, sizin için, “İnanın bana, mal bizzat bana da pahalıya mal oluyor” diye güvence veren hurdacının yeminiyle aynı olduğunu kanıtlarsınız.
Bana, ruhuma inanın: ilkesel reformizmi mahkûm ediyorum, fakat Larin’i reformizmle “suçlandırmıyorum” (bu kuşkucu ortodokslar gerçekten iğrenç insanlar!) ve tasfiyeci pratikte Larin’le tamamen hemfikirim.
Rusya’da bugünkü oportünizmin “gelişmiş formülü” budur.
İşte bu formülün, saf (ya da yeni gruplaşmanın bütün derinliğini kavramayan) kişilerin bugüne dek “kuşkusuz” Tasfiyeci olmayan biri saydıkları bizzat Martov tarafından uygulanışı:
“‘Tasfiyeciler’ denilenlerin faaliyetinde gelişen taktik – diye yazıyor Martov, s. 9-10’da -, legal işçi hareketini odak noktasına koyan, onu mümkün her yöne doğru genişletmeye çabalayan ve partisel varoluşun restorasyon unsurlarını bu legal işçi hareketi içinde(altını çizen Martov) ve sadece orada (dikkat edin: sadece orada!) arayan bir ‘taktik’tir.”
Bunu L. Martov söylüyor. Ama işte bu, yeniden canlanan Tolma-çov rejimine kayan reformizmdir. Altı çizilmiş “kayan”ıaynı Martov’dan ödünç aldım, çünkü onun, Martov’un, az önce alıntılanan sözlerde gerçekte tam daiçine kaymayı vazetmesi önemlidir. Böyle bir vaazın yanına, “ilkesel reformizme” karşı istendiği kadar yemin, istendiği kadar reddiye konsun, bizzat meseleninözünde birşey değişmez. Martov “ve sadece orada” derken; “odak noktasına” derken, gerçekte (1908-1910 yıllarında Rusya’nın özel durumunda) reformist bir çizgi izlemektedir, yeminlere, verilen sözlere, vaatlere ve içilen antlara ise politik bebeler inansın.
“… Ellili yılların başında Marx’la Willich-Schapper arasındaki anlaşmazlıklar, tam da (!!) gizli toplulukların önemi ve politik mücadeleyi bunlardan hareketleyönetme olanağı çevresinde dönüyordu… Blanquistler (altmışlı yılların Fransası’nda) bu olaylara (Bonapartiz-min çöküşüne) gizli topluluklar kurarak ve soyutlanmış işçileri bunların içine kapatarak hazırlandılar; buna karşılık Marksistlerin Fransız seksiyonu … işçi örgütlerinin içine girdi, bu tür örgütler kurdu, ‘legalite uğruna’ her türlü araçla mücadele etti…”
Örneklerin ikisi de tamamenisabetsizdir. Ellili yıllarda Marx ile Willich arasındaki, altmışlı yıllarda Blanquistlerle Marksistler arasındaki tartışma[54] konusu, “partisel varoluşun restorasyon unsurları”nın “sadece” “barışçıl, göz yumulan” (Martov, “Jizn” No. 1, s. 10) örgütlerde aranması gerekip gerekmediği asla değildir.Martov bunu çok iyi biliyor ve okurları boş yere yanıltmaya çalışıyor. Bu iki örnekte tartışmanın nedeni işçi partisinin “restorasyonu” değildi, çünkü o zamana dekhiç olmamış bir şeyin restorasyonu üzerine tartışılamazdı. İki örnekte de tartışma konusu daha çok, işçi hareketine dayanan bir işçi partisinin, bir sınıf partisinin genelde gerekip gerekmediğiydi. Şimdi tartışmasız olan üzerine gevezelikle, şimdi tartışmalı olanı gizlemeye boş yere çalışan Martov’un çok iyi bildiği gibi, gerek Willich gerekse de altmışlı yılların Blanquistleri tam da bunu yadsıyordu. Marx yalnızcaellili ve altmışlı yıllarda, partisel varoluşun restorasyon ya da inşa unsurlarının “yalnızca”barışçıl ve göz yumulan örgütlerde aranması gerektiği görüşünü asla savunmamaklakalmadı, bilakis yetmişli yılların sonunda,kapitalizmin gelişmesinin ve burjuva monarşisinin gelişmesinin eşsiz yüksek bir basamağında bileMarx ve Engels, Alman “Parti varoluşunun” en yakın geçmişini tasfiye eden, “kamburlar” üzerine sızlanan, hareketin “uygar” biçimlerinden (modern Rus Tasfiyecilerinin dilinde bir “Avrupalılaşma”dan) söz eden ve “restorasyon unsurları”nın vs. “yalnızca”“barışçıl ve gözyumulan” örgütlerde aranması gerektiği düşüncesini savunan Alman oportünistlerine[55] karşı acımasızbir savaş açtılar.
“Özetliyorum – diye yazıyor Martov. Marksizme sadık kalmış ‘Menşevikler’in şu anda yaptıklarının teorik olarak gerekçelendirilmesi ve politik olarak haklı gösterilmesi için, mevcut rejimin, demokrasinin ve meşrutiyetçiliğin içsel olarak çelişkilerle dolu bir bileşimini temsil ettiği ve Rus işçi sınıfının, ‘Batı’nın ileri ülkelerinin işçileri gibi, bu rejimi en zayıf yerinden yakalayacak olgunluğa erdiği gerçeği bütünüyle yeterlidir.”
Martov’un bu sözleri (“bütünüyle yeterlidir”), bizim de kendi özetimizi çıkarmamız için bütünüyle yeterlidir.Martov, hem Kadetle-rin hem de Oktobristlerin bir bölümünün kabul ettiği şeyin “bütünüyle yeterli” olacağını söylüyor. Ocak 1911’de “Reç”,sorunu tam da Mar-tov’un Ağustos 1910’da konmasını öğütlediği gibi koydu: meşrutiyetçiliğin ve anti-meşrutiyetçiliğin çelişkilerle dolu bileşimi; iki kamp – meşrutiyetten yana, ve ona karşı. “Reç”için bütünüyle yeterli olan, Martov’a da “bütünüyle yetiyor”. Marksizmin izi bileyok. Bütün Marksizm burada uçup gitmiş ve yerine liberalizm konmuş. Bir Marksist için, “çelişkilerle dolu bir bileşim”e sahip olmamız hiçbir koşul altında“yeterli” değildir. Marksizm, bu gerçeğin yetmediğinin, bunun bir kaşık gerçekle bir fıçı gerçek dışılık içerdiğinin, çelişkilerin derinliğini silikleştirdiğinin, gerçeği şirin gösterdiğinin ve bu durumdan çıkış yolu bulmak için mümkün olan tek çareyi reddettiğinin kavranması ve anlaşılmasının başladığı yerde başlar.
Eski rejimin meşrutiyetçilikle “çelişki dolu bileşimi” yalnızca bugünkü Rusya’da değil, aksine bugünkü Almanya’da da, evet hatta bugünkü İngiltere’de de mevcuttur (Lordlar Kamarası, dış politika meselelerinde tahtın milletvekillerinden bağımsızlığı vs.). Gerek Almanya gerekse de İngiltere için geçerli olan şeyi kabul etmenin Ruslar için “bütünüyle yeterli” olduğunu açıklayan bir politikacının gerçekte(yani masum isteklerden ve iyiniyetli konuşmalardan bağımsız olarak) hangi tavrı aldığını sormak gerekir. Böyle bir politikacı gerçekte-bir liberalin, bir Kadetin tavrını alır. Bir ölçüde tutarlı bir burjuva demokratı bile bizde böyle bir tavır alamaz ve almaz da. Martov’un sonsözü,Tasfiyeciler arasındaki tüm tartışmayı toparlayan, özetleyen formülü,güya Marksist bayrak altında gizlice içeriye sızdırılan liberal görüşlerin dikkate değer bir kesinlikte, şaşırtıcı bir açıklıkta, derinlemesine eksiksiz bir ifadesini sunuyor.
Liberaller – ve sadece Kadetler değil, Oktobristlerin bir bölümü de -, faaliyetimizin teorik olarak gerekçelendirilmesi, politik olarak haklı gösterilmesi için, eski rejimin meşrutiyetçilikle içsel olarak çelişkilerle dolu bileşimini tanımak bütünüyle yeterlidir dediklerinde, kendilerine tamamen sadık kalırlar. Onlar bu sözlerle gerçekten de tam bir liberal formül, 1908’den 1910’a (hatta belki de 1906’dan 1910’a) kadarki liberal politikanın bir formülünü sunuyorlar. Bir Marksist ise ancak, bu formülün yetersizliğini ve yalancılığını açığa çıkardığı zaman ve ancak o ölçüde Marksistliğini gösterir, çünkü bu formül Rus “çelişkileri”ni Alman ve İngiliz çelişkilerinden ilkesel olarak, radikal olarak ayıran o özgüllüğü ortadan kaldırır. “Bizde birçok şeyin meşrutiyetçilikle çeliştiğini anlamak bütünüyle yeterlidir”, der liberal. “Bunu tanımak bütünüyle yetersizdir”, diye yanıtlar Marksist. “Genelde bir ‘meşrutiyetçilik’ için en basit, temel, asli, özsel, zorunlu temelin eksik olduğunu anlamak gerekir. Liberalizmin temel hatası, böyle bir temel yokken, varolduğu iddiasından ibarettir; bu hata, liberalizmin güçsüzlüğünü açıklar ve burjuva edebiyatçılığın güçsüzlüğüyle açıklanır.”
Bu politik çatışkı, iktisat bilimi diline çevrildiğinde, şöyle formüle edilebilir. Liberal, ekonomik (kapitalist) gelişme yolunun artık verili, kesin, tamamlanmış olduğu, bu yol üzerindeki engellerin, çelişkilerin temizlenmesinin sözkonusu olduğu görüşündedir. Marksist, kapitalist gelişmenin bu verili yolunun, ekonomik evrimin 9 Kasım 1906 (ya da 14 Haziran 1910) gibi, Üçüncü Duma gibi, vs. vb. hiç kuşkusuz burjuva ilerlemelerine rağmen,şimdiye dek henüz çıkmaz sokaktan kurtarmadığı, ve hakezakapitalist bir gelişmenin bir başka yolunun,hedefe götüren bir yolun var olduğu, liberalizmin tüm yalpalamalarına, inandırıcısızlığına ve cesaretsizliğine rağmen, işaret edilmesi, aydınlatılması, savunulması, hayata geçirilmesi gereken bir yolun olduğu görüşündedir.
Martov Larin’e karşı, sanki kendisi Larin’den çok daha “sol”daymış gibi bir tarzda polemik yürütüyor. Ve birçok saf insan, kendisinin yanıltılmasına izin veriyor ve şöyle diyor: Potresov, Levits-ki, Larin kuşkusuz Tasfiyecidir, elbette bunlar aşırı sağ kanatta bulunuyorlar, diyelim ki, bizim Rouanet ayarındadırlar, fakat Martov – hayır, Martov Tasfiyeci değildir! Gerçekte ise Martov’un Larin’e karşı, kayan reformatörlere karşı gösterişli lakırdıları sadece bir şaşırtma manevrasıdır, çünkü Martov çıkardığı sonuçta,sonsözünde, özetinde, tam daLarin’in söylediklerini doğruluyor. Martov asla La-rin’den “daha sol” değildir, o sadece, Larin’den daha diplomatik, daha ilkesizdir, güya “Marksist” söylemlerin alacalı parçaları ardına daha kurnazca gizlenir. Martov’un çıkardığı, çelişkilerle dolu bileşimi tanımak “bütünüyle yeterlidir” sonucu, Larin’in gereksinim duyduğu Tasfiyeciliğin (ve liberalizmin) onayıdır.Fakat Larin, çıkarılan bu sonucu gerekçelendirmek, tanıtlamak, sonuna kadar iyice düşünüp taşınmak, onu prensip haline getirmek istiyor. Ve Martov Larin’e, Vollmar, Auer ve diğer pişkin oportünistlerin gneç oportünist Eduard Bernstein’a konuştukları gibi konuşuyor: “Sevgili Larin … sevgili Ede demek istiyorum – sen bir eşeksin! Böyle bir şey yapılır, ama söylenmez.” “Sevgili Larin, ikimiz için de tasfiyeci pratik “bütünüyle yeterlidir”, eski rejimle meşrutiyetçilik arasındaki çelişkinin liberal tarzda tanınması ‘bütünüyle yeterlidir’, ama tanrı aşkına daha ileri gitmeyin, ‘derinleştirmeyin’, ilkesel açıklık ve tamamlanmışlık aramayın, mevcut durum değerlendirmesi inşa etmeyin, çünkü bu sizi ve beni teşhir eder.Yapalım, ama söylemeyelim.”
Martov Larin’e oportünizm dersi veriyor.
İki sandalye arasında oturulmaz – diyor Larin Martov’a, ve ikisi için de çok değerli olan Tasfiyeciliğin ilkesel bir açıklamasını ve haklı gösterilmesini talep ediyor.
İki sandalye arasında oturmayı bilmedikten sonra -diye yanıtlıyor Martov-, siz nasıl bir oportünistsiniz? Pratiğin doğrudan, eksiksiz ve açık ilkesel bir savunusunu ısrarla talep ettikten sonra, siz nasıl bir oportünistsiniz? Gerçek bir oportünist, iki sandalye arasında oturmayı bilmeli, “süreç olarak taktik”i savunmalı (1901 döneminin Martynov ve Kriçevski’sini düşünün), akıntıya kürek çekmeli, izleri silmeli, ilkesel olan her şeyden kaçınmalıdır. Bernstein, (Vollmar, Au-er vs.’nin derslerinden sonra) ortodoks Erfurt profession de foi’da* [* 1891 Erfurt Parti Kongresi’nde kararlaştırılan sosyal-demokrat program kastedilmektedir. -Alm. Red.] herhangi bir değişiklik önermeksizin revizyonist olmayı bildi. Siz ve ben de, mevcut anın “lanet olası soruları”na (1908 yılının) ortodoks berrak yanıtında herhangi bir değişiklik önermeksizin Tasfiyeci olmayı bilmeliyiz. Gerçek bir oportünist olmak için, sevgili Larin, gerçekte, pratikte, çalışmasının karakterinde kaymak, buna karşılık sözde, izleyiciler önünde, konuşmalarda, basında, yalnızca kaymayı haklı gösteren teoriler aramamakla kalmayıp, bilakis tam tersine, kayanlara karşı olabildiğince yüksek sesle gürlemek, onlara dahil olmadığımıza dair olabildiğince gayretli yemin etmek ve inandırmaya çalışmak gereklidir.
Larin sustu. Yüreğinin derinliklerinde, herhalde, Martov’un daha kurnaz bir diplomat, daha hilekâr bir oportünist olduğunu kabul etmek zorunda kaldı.
Martov’un sonuç formülüne bir başka açıdan daha yaklaşmak gereklidir: eski rejimin meşrutiyetçilikle çelişki dolu bileşimini anlamak “bütünüyle yeterlidir”. Bu formülü, V. Levitski’nin ünlü formülü: “Hegemonya değil, bilakis bir sınıf partisi”[56] ile (“Naşa Zarya” No. 7) karşılaştırın. Bu formülde Levitski (“Naşa Zarya”nın Larin’i), Pot-resov’un, Plehanov’un ültimatomlarının etkisi altında hegemonyaya karşı makalesini düzeltip değiştirdiğinde tumturaklı sözlerle birbirine karıştırdığı, sildiği, drape ettiği şeyi sadece daha doğrudan, daha dürüst, daha ilkeli ifade ediyordu.Martov’un formülü ve Levitski’nin formülü aynı madalyonun iki yüzüdür. Hegemonya düşüncesiyle Tasfiyecilik sorunu arasındaki bağıntıyı anlamıyormuş gibi yapan Martov’a bu hususu anlatmak, bir sonraki makalenin konusunu oluşturacaktır.
P.S.: J. Larin’in makalesinin sonu: “Sağa Çark – ve Olduğun Yerde Dön”ü içeren “Dyelo Jizn”in 2. sayısı elimize geçtiğinde, bu makale baskıya verilmişti. L. Martov’un J. Larin’i “elbette ki suçlandırmadığı” reformizm, Larin tarafından eski açıklıkla yeni Tasfiyeci dergide ortaya konuyor. Şimdilik reformist programın özünü alıntılamakla yetiniyoruz:
“İnsanların yarından ne beklediklerini, önlerine hangi görevleri koymaları gerektiğini bilmedikleri bir çaresizlik ve belirsizlik durumu – belirsiz, bekleyen ruh hali, ister devrimin tekrarlanmasına, isterse ‘o zaman görürüz’e bağlanan bulanık umutlar işte bu demektir. Günün görevi, daha iyi zamanları verimsizce beklemek değil, aksine Rus yaşamının başlamış olan bu yeni tarihsel döneminde, işçi sınıfının ‘devrim için’ değil, ‘devrim beklentisiyle’ değil, bilakis yaşamın tüm alanlarında kendi özel çıkarlarını ısrarla ve planlı bir şekilde korumak için; bu çok yönlü ve karmaşık çalışma içinde güçlerini toplamak ve eğitmek için; bu yolla genelde sosyalist bilinci eğitmek ve çoğaltmak için; özelde Rusya’nın toplumsal sınıflarının karmaşık karşılıklı ilişkileri içinde, feodal gericiliğin iktisaden kaçınılmaz kendi kendini tüketmesinin ardından Rusya’yı bekleyen meşruti yenilenmede yönünü saptamayı -ve düşmana göğüs germeyi!- bilmek için örgütlenmesi gerektiği yönetici düşüncesinin geniş çevrelere kabul ettirilmesidir…”
Bu tirad, Larinci “program”ın ve tarafımızdan “tamamen yeterince” tahlil edilen Martov’unki de dahil, “Naşa Zarya”, “Vozrojdeniye”, “Dyelo Jizni” vs.nin tüm Tasfiyeci yazılarının tüm ruhunu ve anlamını dile getirmektedir. Bu tirad en saf ve en mükemmel reformizmdir. Şimdi bu tirada daha yakından değinemeyeceğiz; burada bu tiradı hakettiği kadar ayrıntılı olarak ele alamayacağız. Bu yüzden kısa bir notla yetinmek istiyoruz. Solcu Kadetler, partisiz sosyalistler, küçük-burjuva demokratlar (“Halkçı-Sosyalistler” türünden) ve Marksist sayılmak isteyen kişiler arasındaki reformistler, işçilere şu programı vaaz ediyorlar: bekleyen meşruti yenilenmede düşmana göğüs gerebilmek için güç toplayın, kendinizi eğitin, öğrenin, basitçe kendi çıkarlarınızı savunun. Böyle bir program, işçi sınıfının 1908-1911 yıllarındaki politik görevlerini, tıpkı “Ekonomistler”in bu görevleri 1896-1901 yıllarında hadım ettikleri gibi hadım ediyor, kırpıyor, kısıtlıyor. Eski Ekonomistler, kendi kendilerini ve başkalarını yanıltarak Belçiya’ya dayanmayı seviyorlardı (Belçikalılarda reformizmin ağır basışını kısa süre önce de Man’ın ve de Brouckère’in mükemmel çalışmaları açığa çıkardı; bu çalışmalara daha sonra geri döneceğiz); neo-Ekonomistler, yani Tasfiyeciler, Avusturya’nın 1867 yılında barışçıl yoldan bir anayasa elde etmesine dayanmayı seviyorlar. Hem eski Ekonomistler hem de Tasfiyecilerimiz, Avrupa işçi hareketi ve demokrasi tarihinden, işçilerin şu ya da bu nedenle zayıf, sınıf bilinçsiz, burjuvaziye bağımlı olduğu örnekler, durumlar ve epizodlar seçiyorlar ve bunları Rusya için örnek olarak gösteriyorlar. Gerek Ekonomistler gerekse de Tasfiyeciler proletarya içinde burjuva etkinin aracısıdırlar.
Mart 1911
Lenin Toplu Eserler Cilt 17 Dec. 1910–Apr. 1912