Header Ads

Header ADS

Çin Komünist Partisi Dünyayı Üçe Bölerek Gerçekte Sınıf Uzlaşmasını Öğütlüyor.

Enver Hoja
Gerçek Marksist-Leninistler, Lenin’in öğretilerini yani oportünistlerin ve revizyonistlerin Marksist-Leninist öğretinin devrimci özünü boşaltarak her yolla sınıf mücadelesini zayıflatmak, işçi sınıfını ve ezilenleri «devrimci» formüllerle yanıltmak için çalıştıklarını asla unutmazlar. Revizyonist Çin önderliği de,işçi sınıfının burjuvazi ile uzlaşmasını ve barış içinde bir arada yaşamasını öğütlerken bunu yapıyor.

Temelinde karşıt çıkarlara sahip olan toplumsal sınıflar ya da güçler arasındaki çelişkiler, Engels ve Lenin’in bize öğrettiği gibi, uzlaşmak şöyle dursun aksine sürekli keskinleşirler ve sonunda siyasal, toplumsal çatışmalara yol açarlar. Tek başına devletin varlığı bile, sınıf karşıtlıklarının uzlaşmaz olduğunu kanıtlar. Bu nedenle, «üçüncü», «ikinci» ya da «birinci dünya»nın çeşitli burjuva ve revizyonist ülkelerinde ortaya çıkan sınıf uzlaşmazlıklarını, ilkesiz bir birleşmeyi vaaz ederek zayıflatmaya çalışmak, çelişkilerin varlığının nesnel niteliğini inkar etmektir; bu sorunu anti-Marksist bir biçimde ele almak demektir.

Çin «teorisyenleri» hiçbir zaman uzlaşamayacak sınıfları uzlaştırmaya çalışıyorlar. Başka bir deyişle, onların tutumu revizyonist, oportünist bir tutumdur. Çin revizyonistleri, «üçüncü dünya»ya dahil ettikleri ülkeleri, toplumsal barışın egemen olduğu ve devletlerinin sınıfsal uzlaşma organı olduğu ülkeler olarak değerlendiriyorlar ve böylece Marks’in teorisini çarpıttıkları açıkça ortaya çıkıyor.

Cin önderlerinin önerdikleri biçimde «üçüncü dünya» kavramını kabullenmek demek, işçi sınıfını ve halk kitlelerini ezmek için burjuvazinin gereksinme duyduğu devlet aygıtlarını korumaya hizmet eden bir görüşün yaratılmasına çalışmaktır. Sınıf mücadelesinin zayıfladığı tezi, Lenin’in revizyonistlere saldırırken söylediği gibi, baskıyı meşrulaştırıyor ve artırıyor. «Üçüncü dünya» içinde birlik istemek, gerçekte ezilen sınıfın ezen sınıf ile birliğini istemek demektir; yani emekçi kitleler ve burjuvazi, halk ve yabancı zalimler arasındaki uzlaşmazlıkları yumuşatmak için çaba harcamak demektir. Çin revizyonistlerinin bu öğütleri, halkların ulusal ve toplumsal kurtuluşlarının çıkarlarıyla, onların özgürlüğe, bağımsızlığa ve toplumsal adalete yönelik talepleriyle çelişki içindedir.

Sözde «üçüncü dünya»yı ya da «bloksuz dünya»yı oluşturan devletler çoğunlukla yabancı mali sermayeye bağımlıdırlar. Yabancı mali sermaye öylesine güçlü, öylesine yaygındır ki onların tüm yaşamında belirleyici bir ağırlığa sahiptir. Bu devletler tam bağımsızlığa sahip değillerdir. Tam tersine onlar, halkların sömürülmesini haklı gösteren bir siyaset ve ideoloji izleyip yayan bu büyük mali sermayeye bağımlıdırlar.

Burjuvazi ve emperyalizm bu gerçeği gizlemek için büyük çabalar harcıyor ve yüzleri açığa çıkarılınca dev- letlerin bağımsızlıklarına ve egemenliklerine karşı çeşitli «teoriler» keşfediyorlar. Burjuva ve revizyonist teorisyen- ler, halkların özgürlük, bağımsızlık ve egemenlik taleplerini söndürmek amacıyla, bu talepleri «çağ dışı» olarak nitelendiriyor, onları çeşitli metafizik biçimlerde yorumluyorlar.

Onların karşısına insan toplumunun günümüzdeki gelişmesinin sözde eğilimlerini belirten «dünya çapında karşılıklı bağımlılık» sloganıyla ya da sözümona sosyalist toplumun sözde en üst çıkarlarını belirten «sınırlı egemenlik» sloganıyla çıkıyorlar.

Burjuva revizyonist gerçek, ulusların ve devletlerin özgürlüklerinin, bağımsızlıklarının ve egemenliklerinin tüm biçimleriyle ve her alanda çiğnenişi ile belirlenmektedir. Bu, kapitalist sistemin çürümüşlüğünü gösteriyor. Yaşadığımız çağda dünya proletaryası muazzam bir güç haline geldi ve kendisini sömüren sınıftan kurtulmak için kesintisiz ve acımasız bir mücadele yürütmektedir. Burjuvazi ise, egemen sınıf olarak mevzi Kaybetmektedir. Halkların ve proletaryanın sınıf mücadelesinin darbeleri altında burjuvazi, hukuki olarak (de jure) sömürgecilikten vazgeçmek ve çok uzun süredir işgal altında tuttuğu ve iliğine dek sömürdüğü birçok ülkenin özgürlüğünü, bağımsızlığını ve egemenliğini biçimsel olarak tanımak zorunda kaldı.

Fakat birçok ülke için, kapitalist devletlerin kendi eski sömürgelerine hukuki olarak tanıdıkları özgürlük, bağımsızlık ve egemenlik bugüne dek yalnızca biçimsel kaldı; çünkü kapitalistler ve emperyalistler orada yeni biçimlerde yine egemendirler. Eski sömürgelerindeki egemenliklerini uzatmak isteyen günümüzün bu gerici güçleri bölmek ve yönetmek için, halkların ekonomik, siyasal ve ideolojik geriliklerinden, devrimci güçlerin örgütlenmedeki eksikliklerinden yararlanarak, ou ülkelerde hâlâ işe yarayan komplolara ve hilelere geniş çapta başvuruyorlar.

Bu sorun ele alınırken, eski sömürge ülkeler henüz tam bağımsızlık ve egemenliği elde edemediği için bu mücadelenin boşuna olduğu düşünülmemelidir. Bu mücadele asla yararsız değildir. Halkların, kendi küçük ülkelerini büyüklerin, emperyalizmin ve sosyal-emperyalizmin boyunduruğundan ve koruyuculuğundan kurtarmak için verdikleri mücadeleler küçümsenmemelidir. Tam aksine, Arnavutluk Emek Partisi ve Arnavutluk devleti, siyasal bağımsızlığın sağlamlaşması ve sömürgeci ve ye- ni-sömürgeci egemenlikten kurtulma açısından, halkların bir zaferi olarak değerlendirdikleri bu haklı, devrimci ve kurtuluş savaşını kayıtsız şartsız desteklediler ve gelecekte de kayıtsız şartsız destekleyeceklerdir. Fakat biz, toplumsal kurtuluş için mücadeleyi yadsıyarak, artık tüm devrimci mücadelenin ulusal bağımsızlık mücadelesine, bu bağımsızlığı kazanma ve emperyalist devletlerin saldırganlığı karşısında koruma mücadelesine indirgenmesi gerektiğini öğütleyen revizyonist teorisyenlerin karşısındayız. Yalnızca, toplumsal kurtuluş mücadelesinde de zafer kazanılırsa, gerçek ve tam özgürlük, bağımsızlık ve ulusal egemenlik sağlanır. Sömürü düzeninin bu savunucuları, proletarya ve onun müttefikleri ı1e ülkenin burjuvazisi ve onun dış müttefikleri arasındaki sınıf mücadelesinin her zaman şiddetli bir biçimde sürdüğünü ve bunun bir gün, devrimin patlak verdiği, Lenin’in devrimci durumlar diye adlandırdığı, anlara yolaçacağını «unutuyorlar». Dünyada anti-emperyalist ve demokratik devrimlerin daha geniş çapta gelişmesi ve proletaryanın bunlarda önderliği için dünyada ortaya çıkan gittikçe daha uygun koşullar, ulusal bağımsızlık için mücadeleden daha ileri bir aşamaya, sosyalizm için mücadeleye geçmek üzere değerlendirilmelidir. Lenin bize, burjuvaziyi ve onun iktidarını tasfiye ederek devrimi sonuna kadar sürdürmek gerektiğini öğretiyor. Yalnızca bu temelde gerçek özgürlük, bağımsızlık ve egemenlikten söz edilebilir.

Marksist-Leninist kavrayışımıza uygun olarak, feodal ya da burjuva sınıfın egemen olduğu, uzlaşmaz sınıfları olan bir toplumda, halk için özgürlük ve egemenlik olamaz. Özgürlüğün, bağımsızlığın ve egemenliğin somut siyasal ve toplumsal bir içeriği vardır. Tam ve gerçek özgürlük ve egemenlik proletarya diktatörlüğü koşullarında sağlanır. Devletin, sömürücü sınıfın elinde bulunduğu yerlerde ise sömürenlerle sömürülenler arasında ve ülkelerin kendileri arasında varolan eşit olmayan ekonomik ve siyasal ilişkiler, halkların özgürlüklerini ve egemenliklerini yitirmelerine ya da bunların sınırlandırılmasına yolaçıyor. Bunun sonucu olarak, «bloksuz» ya da «üçüncü dünya»ya dahil edilen ülkelerde gerçek özgürlük ve gerçek ulusal egemenlikten söz edilemez; halkın egemenliğinden ise hiç sözedilemez. Yalnızca Marksist-Leninist teoriye dayanan bilimsel bir çözümleme temelinde, hangi halkların gerçekten özgür, hangilerinin köleleştirilmiş oldukları, hangi devletin bağımsız ve egemen ve hangisinin bağımlı ve baskı altında olduğu belirlenebilir. Marksist-Leninist teori, halkları ezenlerin ve sömürenlerin kimler olduğunu, halkların hangi yolla özgür, bağımsız ve egemen olabileceklerini açıkça ortaya koyuyor. Biz Arnavutluklu komünistler, devletlerin ve halkların özgürlük, bağımsızlık ve egemenliklerini yalnızca bu biçimde, Marksizm-Leninizmin ışığında, kavrıyoruz.

Çin Revizyonistlerinin Çelişkiler Sorunundaki Tavrı İdealist, Revizyonist ve Teslimiyetçi Bir Tavırdır. --->>>>
Blogger tarafından desteklenmektedir.