DUYUMLAR VE DUYUM KARMAŞALARI
AMPİRYOKRİTİSİZMİN VE DİYALEKTİK MATERYALİZMİN BİLGI TEORİSİ.
1. DUYUMLAR VE DUYUM KARMAŞALARI
Mach ve Avenarius'un teorisinin temel ilkeleri, bu yazarların ilk felsefi yapıtlarında, içtenlikle, yalın ve açık bir biçimde ortaya konmuştur. Sonradan giriştikleri düzeltme ve arıtmaların tahlilini daha sonraya bırakarak, şimdi bunların tahliline başlıyoruz.
"Bilimin görevi, diye yazıyordu Mach 1872'de, ancak şunlar olabilir: 1. Tasarımlar arasındaki ilişkilerin yasalarını araştırmak (psikoloji). 2. Duyumlar arasındaki ilişkilerin yasalarını bulmak (fizik). 3. Duyumlarla tasarımlar arasında mevcut bağın yasalarını açıklamak (psikofizik)" İşte gayet açık.
Fiziğin konusu, duyumlar arasındaki ilişkidir, ve duyumlarımızın imgeleri oldukları şeyler ya da cisimler arasındaki ilişkiler değildir. Mach, 1883'te Mekanik adlı kitabında aynı düşünceyi tekrarlar: "Duyumlar ‘şeylerin simgeleri' değildir. ‘Şey', tersine, göreli kararlılığın duyumlar karmaşasının zihni bir simgesidir. Dünyanın gerçek öğeleri, şeyler (cisimler) değil, renkler, sesler, basınçlar, uzaylar, zamanlardır (ki, bunlar, alışıldığı üzere, duyumlar dediğimiz şeylerdir)"
Oniki yıllık "düşünceye dalmanın" meyvesi olan bu küçük "öğeler" sözcüğünden daha sonra sözedeceğiz. Şimdilik, yalnız şunu aklımızda tutalım ki, Mach, burada, kesin bir biçimde, şeylerin ya da cisimlerin duyum karmaşaları olduklarım kabul ediyor ve kendi felsefi görüşünü, oldukça açık bir biçimde, duyumların, şeylerin "simgeleri" (şeylerin imgeleri ya da yansıları demek daha doğru olurdu) olduğunu kabul eden karşıt teorinin karşısına koyuyor. Bu ikinci teori, felsefi materyalizmdir. Marks'ın ünlü çalışma arkadaşı ve marksizmin bir kurucusu, materyalist Friedrich Engels, yapıtlarında sürekli ve istisnasız olarak şeylerden ve onların zihindeki yansımalarından ya da imgelerinden (Gedanken-Abbilder) sözeder ve, açıktır ki, bu zihni imgeler, tamamen duyumlardan meydana gelir. İnsana öyle gelir ki, "marksist felsefe"nin bu temel kavramını, bu felsefeden sözeden herkesin, hele hele basında onunla övünenlerin bilmeleri gerekirdi. Ama işte, biz, bizim Mach öğretililerinin yarattıkları aşırı karmakarışıktık nedeniyle herkesçe bilinmesi gereken şeyleri tekrarlamak zorunda kalıyoruz. Anti-Dühring'in Giriş'ini alalım ve "... şeyler ve onların düşüncedeki yansıları ..." diye [sayfa 33] başlayan pasajı okuyalım. Ya da bu yapıtın "felsefe" bölümünün birinci kesimini:
"Ama düşünce bu ilkeleri nereden alır? (Her çeşit bilginin ilk ilkeleri sözkonusudur.) Kendinden mi? Hayır ... burada sözkonusu olan sadece Varlık, sadece dış dünya biçimleridir, ve düşünce, bu biçimleri, hiç bir zaman kendinden değil, ama tastamam ancak dış dünyadan çıkartıp türetebilir. ... İlkeler (bir materyalist olmayı pek isteyen ama materyalizmi uygularken fikirlerinde sebat gösteremeyen Dühring'in istediği gibi) araştırmanın hareket noktası değil, sonucudur; doğaya ve insanların tarihine uygulanamazlar, bunlardan soyutlanırlar; doğa ve insan alemi ilkelere uymaz, ilkeler, ancak doğa ve tarihe uydukları ölçüde doğrudurlar. Sorunun tek materyalist anlayışı budur, ve Bay Dühring'in bunun karşısına çıkardığı anlayış idealisttir, o, şeyleri tamamıyla tepesi üstüne koyar ve fikirden hareket ederek gerçek dünyayı kurar." (İbid., s. 21.)[11] Ve Engels, bu "tek materyalist anlayışı", tekrar edelim ki, değişmez bir şekilde, istisnasız olarak, Dühring'deki materyalizmden idealizme doğru en küçük sapmayı, her yerde ve istisnasız olarak acımasızca ortaya dökerek uygular. Her okur, ne kadar dikkatsiz olursa olsun, Anti-Dühring'de ve Ludwig Feuerbach'ta, Engels'in, şeylerden ya da onların insan beynindeki, bilinçteki, düşüncedeki, vb. yansımalarından söz ettiği onlarca pasaj bulacaktır. Tutarlı materyalizmin, burada, "imgeleri", yansıları, ya da tasarımları, yeri geldiğinde ayrıntılı olarak göstereceğimiz gibi simgelerin yerine koyması gerektiğinden, Engels, duyumlar ya da tasarımlar, şeylerin "simgeleri"dirler demez. Şu anda materyalizmin şu ya da bu tanımlaması değil, ancak, materyalizm ile idealizm arasındaki çatışkı (antinomie), felsefenin iki temel çizgisi arasındaki ayrılık sözkonusudur. Şeylerden duyma ve düşünceye mi gitmek gerekir? Ya da düşünceden ve duyumdan şeylere mi? Engels birinci çizgiyi, yani materyalizmin çizgisini izler. İkincisi, idealizmin [sayfa 34] çizgisidir. Mach'ın izlediği çizgidir. Hiç bir kurnazlık, hiç bir safsata (bunlarla pek çok karşılaşacağız), Ernst Mach'ın, şeyleri duyum karmaşaları sayan öğretisinin öznel idealizm olduğu ve Berkeley teorisinin yeniden kotarılıp ortaya konulması olduğu tartışma götürmez gerçeğini, gözlerden gizleyemez. Eğer, Mach'ın ifade ettiği gibi, cisimler, "duyum karmaşaları" iseler, ya da Berkeley'in ifade ettiği gibi "duyum bileşimleri" iseler, bundan, zorunlu olarak, dünya benim tasarımımdan başka bir şey değildir, sonucu çıkar. Bu öncülden hareket edince bizden başka insanların varlığını kabul edemeyiz: salt tekbencilik. Mach, Avenarius, Petzoldt ve ortakları; boşuna bunu yalanlamaya uğraşıyorlar, gerçekte, apaçık göze batan mantık saçmalıklarına başvurmadıkça tekbencilikten kurtulamazlar. Mach felsefesinin bu temel öğesini daha iyi ortaya çıkarmak, belirtmek için bu yazarın yapıtlarından tamamlayıcı birkaç pasaj daha aktaralım. İşte Duyumların Tahlili'nden (Kotliar'ın Rusça çevirisi, Skirmunt yayını, Moskova 1907) alınmış bir örnek:
"Önümüzde sivri bir S cismi var. Bu cisme dokunduğumuz zaman, onu vücudumuza dokundurarak, bir batma duyuyoruz. Batmayı duymadan da bu cismi görebiliriz. Ama batmayı duyduğumuz zaman, sivri ucu buluyoruz. Böylece görülebilir sivri uç, değişmez, sabit bir öğedir, batma ise, durum ve koşullara göre, değişmez öğeye bağlı olabilen ya da olmayabilen ilineksel (arızi) bir öğedir. Benzer olayların sık sık yinelenmesiyle, sonunda, biz, kendimizi, cisimlerin bütün özelliklerini, bu değişmez öğelerden ortaya çıkan ve bedenimiz aracılığıyla Ben'imize ulaşan "etkiler" olarak, "duyumlar" diye adlandırdığımız "etkiler" olarak kabul etmeye alıştırırız. ..." (s. 20.)
Bir başka deyişle, insanlar, materyalizmin görüş açısında yer almaya ve duyumları, cisimlerin, şeylerin, doğanın bizim duyu organlarımız üzerindeki etkilerinin sonucu olarak görmeye kendilerini "alıştırırlar". Bu "alışkanlık", idealist filozoflar için (bütün insanlık tarafından ve bütün doğa bilimi tarafından elde edilmiş bir alışkanlık!) öylesine tehlikelidir ki, Mach'ın hiç hoşuna gitmez ve onu yıkmak için şöyle devam eder:
"... Ama, bizzat bu yüzden, değişmez öğeler, bütün duyulur içeriklerini yitirirler ve düşüncenin salt simgeleri haline gelirler. ..."
Eski nakarat bu, pek sayın profesör! Maddeyi salt soyut bir simge sayan Berkeley'in iddialarının sözcüğü sözcüğüne yinelenmesi. Gerçekte, salt soyutlama içinde dolaşan daha çok Ernst Mach'ın kendisidir, çünkü eğer o, bizden bağımsız olarak varolan nesnel gerçeğin sadece bizim "duyulur içeriği"miz olduğunu kabul etmiyorsa, elinde yalın soyut Ben'den, büyük ve italik harflerle yazılmış Ben'den, "yeryüzünde tek şey olduğunu sanmış olan çılgın klavsen"den başka bir şey kalmaz. Eğer "duyumlarımızın duyulur içeriği" dış dünya değilse, bundan, kendini boş "felsefi" hayallere kaptırmış bu çırılçıplak Ben'in dışında hiç bir şey yoktur. Budalaca ve kısır uğraş!
"... O halde dünyanın sadece bizim duyumlarımızdan oluştuğu gerçektir. Ama bu durumda, biz, sadece duyumlarımızı biliyoruz, ve değişmez öğelerin ve aynı şekilde onların bizim duyumlarımızı meydana getiren karşılıklı etkilerinin varlığı varsayımı tamamıyla boş, gereksiz ve yararsız olur. Bu görüş, ancak ikircimli gerçekçiliğe ya da ikircimli eleştiriciliğe uyar."
Mach'ın Metafiziğe Karşı Düşünceler'inin 6. paragrafını tümüyle aktardık. Bu, baştan aşağı, Berkeley'den yapılmış bir aşırmadan başka bir şey değildir. "Biz sadece duyumlarımızı algılarız"dan başka, tek bir fikir, tek bir düşünce kırıntısı yok. Bundan yalnızca bir tek sonuca varılıyor, o da "dünya sadece benim duyumlarımdan oluşmuştur". Mach'ın, "benim" sözcüğü yerine "bizim" sözcüğünü kullanmaya hakkı yoktur. Yalnızca bu sözcükle, Mach, başkalarına suç [sayfa 36] olarak yüklediği bu aynı "ikircimliğe" düşmektedir. Çünkü, eğer dış dünyanın varlığı "varsayım"], "boş"sa, eğer benden bağımsız olarak iğnenin ve benim bedenim ile iğnenin ucu arasındaki karşılıklı etkilemenin varlığı varsayımı "boş ve anlamsız"sa, öteki insanların varlığı "varsayımı" daha da boş ve anlamsızdır. Yalnızca Ben vardır, tüm öteki insanlar ve dış dünya, boş öğeler durumuna düşerler. Bu görüşe göre, "bizim" duyumlarımızdan sözetmenin yeri yoktur ve Mach, bunlardan sözettiğinde sadece kendi ikircimliğini ortaya koymuş olur. Bu da, sadece, onun felsefesinin yazarının kendisinin de inanmadığı boş ve yersiz sözcükler yığını olduğunu tanıtlar.
İşte Mach'ın ikircimli ve karmakarışıklığının çarpıcı bir örneği. Duyumların Tahlili'nden XI. bölümün 6. paragrafını okuyalım: "Eğer ben, duyumlarımı kullandığım sırada, çeşitli fiziksel ve kimyasal yollarla benim ya da bir başkasının beynimi gözlemleyebileceğim düşünebilecek olsam, o zaman, benim, organizmanın hangi özel duyum süreçlerine bağıntılı olduğunu bilmem mümkün olurdu. ..." (s. 197.)
Çok güzel! Böylece, duyumlarımız, genel olarak organizmamızda, özel olarak da beynimizde yer alan belirli süreçlerle bağıntılıdır? Evet, Mach, çok belirgin bir biçimde bu "varsayımı" yapıyor – zaten doğa bilimleri açısından bunu yapmamak güç olurdu. Ama sabredin, bu varsayım, filozofumuzun az önce boş ve yersiz ilan ettiği "değişmez öğeler ve onların karşılıklı etkisi" "varsayımı"nın aynıdır! Şeyler, deniyor bize, duyum karmaşalarıdırlar; bundan öteye gitmek –Mach bizi temin ediyor–, duyumları, şeylerin bizim duyu organlarımız üzerindeki etkilerinin ürünleri saymak, metafiziktir, Berkeley'vari boş ve yersiz bir varsayımdır vb.. Oysa beynin kendisi de bir şeydir. Şu halde, o da, bir duyumlar karmaşasından başka bir şey değildir, öyleyse ben, (çünkü ben de bir duyum karmaşasından başka bir şey değildir) duyum karmaşalarını, bir duyum karmaşası yardımıyla duyuyorum. Hoş bir felsefe! Önce duyumlar "dünyanın gerçek öğeleri" olarak ilan edilir; bu temel üzerine "orijinal" bir berkeleycilik kurulur, daha sonra da, tamamen karşıt bir görüşe, yani duyumların organizma içersinde belirli süreçlere bağlı oldukları karşıt' görünüşe sığınılır. Ama bu "süreçler", "organizma" ile dış dünya arasında madde alışverişiyle bağıntılı değil midir?, Eğer organizmanın duyumları, ona bu dış dünya hakkında nesnel olarak doğru, şaşmaz bir fikir vermemiş olsalardı, bu madde değişimi olabilir miydi?
Mach, Berkeley öğretisinden alınma parçalarla, materyalist bilgi teorisinden, kendiliğinden esinlenen doğa bilimlerinden çıkartılmış anlayışları mekanik bir biçimde bir araya toplarken, böylesine cansıkıcı soruları kendisine sormuyor. Aynı paragrafta Mach şöyle yazıyor: "insan, (inorganik) "madde"nin de, duyma yetisine sahip olup olmadığını, zaman zaman soruyor. ..." Bu demektir ki, kuşkusuz, organik maddenin duyum yetisi vardır? Bu demektir ki, duyum bir şey değil, maddenin özelliklerinden biridir? Mach, burada, berkeleyciliğin tüm saçmalıklarını atlıyor!... "Bu soru, diyor, eğer biz organik ve inorganik her şeyin üzerine kurulduğu maddenin dolaysız ve tartışmasız belli bir gerçek olduğu yolundaki bugünkü yaygın fizik anlayışından hareket edersek, tamamıyla doğaldır." Mach'ın maddeyi dolaysız gerçek olarak gören ve ancak bu gerçeğin bir türünün (organik madde), günümüzün yaygın fiziksel anlayışı olarak duyumun iyi belirlenmiş özelliğine sahip olduğu yolundaki bu gerçekten değerli itirafını aklımızda tutalım. ... "Ama, diye devam ediyor Mach, eğer bu böyleyse, duyum, maddeden oluşmuş bu yapı içersinde bir yerde birdenbire ortaya çıkmış olmalıdır, ya da daha önceden bu yapının temelleri içinde bulunmalıdır. Bizim görüşümüze göre, bu sorun yanlıştır. Bize göre, madde, ilk veri değildir. Bu ilk veri, daha çok, (iyi belirlenmiş, belli bir ilişki anlamında duyumlar denilen) öğeler tarafından temsil edilir. ..."
Böylece duyumlar, her ne kadar organik madde içinde ancak belirli süreçlere "bağlı" iseler de, ilk verilerdir! Ve Mach, bu saçmalığı gevelerken, materyalizmi ("günümüzün yaygın fizik anlayışı"nı) duyumların "kökeni" sorununu yanıtsız bıraktığı için suçlamak istiyor. Materyalizmin, inancılar ve yardakçıları tarafından "çürütülmesi"nin güzel bir örneği. Başka hangi felsefe öğretisi, çözümü için yeteri kadar verinin henüz toplanmamış olduğu bir sorunu "çözümlüyor"? Mach'ın kendisi, aynı paragrafta, "bu sorun (duyumların, organik alemde ne ölçüde yayıldığı sorunu) tek bir özel durumda bile çözümlenmediği sürece, bu soruyu yanıtlamak olanaksızdır" demiyor mu?
O halde, materyalizm ile mahçılık arasında, bu sorunla ilgili fark, şundan ibarettir: materyalizm, doğa bilimleriyle tam bir uyum halinde, maddeyi bir ilk veri, bilinç, düşünce ve duyumu ise ikincil veriler olarak kabul eder, çünkü, duyarlık, en açık ve seçik biçiminde ancak maddenin daha üstün biçimleriyle (organik maddeye) ilintilidir, ve "maddenin bizzat yapısının temelinde" duyarlığı andırır bir özelliğin varlığı ancak varsayılabilir. Örneğin ünlü Alman doğa bilgini Ernst Haeckel'in, İngiliz biyoloji bilgini Lloyd Morgan'ın ve yukarıda kendisinden bazı pasajlar aktardığımız Diderot'nun önsezisinden sözetmezsek, daha nicelerinin varsayımı böyledir. Mach'ın öğretisi, karşıt bir görüşü, idealist görüş açısını benimser ve birdenbire saçmaya varır, çünkü, ilkin, duyum, her ne kadar belirli bir tarzda örgenlenmiş olan bir maddenin bağrında yer alan belirli süreçlere bağlı ise de, ilk veri olarak kabul edilmiştir; ve ikincisi, şeylerin duyumların karmaşası olduğu şeklindeki temel ilke, başka canlı varlıkların varlığı ve genel olarak belli büyük Ben'in yanında öteki karmaşaların varlığı varsayımıyla çiğnenmektedir. Saf birçok insanın (ilerde de göreceğimiz gibi) [sayfa 39] bir çeşit yenilik ya da buluş sandıkları "öğe" sözcüğü, aldatıcı bir çözüm ya da ilerleme izlenimi yaratan anlamsız bir terim olduğundan ötürü, aslında, sorunu, sadece içinden çıkılmaz hale getirmektedir. Bu izlenim yanlıştır, çünkü, hiç bir duyarlıkla bezenmemiş görünen maddenin, aynı atomlardan (ya da elektronlardan) meydana gelmiş, ama gene de çok iyi belirlenmiş duyum yetisiyle bezenmiş başka bir maddeyle olan ilişkisinin ne olduğu, hâlâ incelenmesi ve yeniden incelenmesi gereken bir sorun olarak kalır. Materyalizm, henüz çözümlenmemiş olan bu sorunu, açık seçik bir biçimde koyar, böylece, bu sorunun çözümünü ve daha ileri deneysel araştırma girişimlerini isteklendirir. Bulanık, anlaşılmaz idealizmin bir çeşidi olan Mach öğretisi, sorunu karartır, ve "öğe" konusunda salt söze dayanan hileler, kurnazlıklarla sorunun incelenişini doğru yoldan saptırır.
Mach'ın bütün yapıtlarının özeti olan felsefe konusundaki son kitabından, bu idealist kurnazlıkta yanlış olan ne varsa hepsini göreceğimiz bir pasaj aktaralım. Bilgi ve Yanılgı'dan okuyoruz: "Duyumlardan, yani ruhsal öğelerden her fiziksel öğeyi kurmakta (aufzubauen) herhangi bir güçlük olmadığı halde, modern fizikte kullanılmakta olan öğelerden, yani kitle ve hareketten (bu öğelerin bütün katılıklarını –Starheit– yalnız bu özel bilime özgü durumu içinde almak üzere) herhangi bir ruhsal öğenin nasıl gösterileceğini (darstellen) tasarlamak kesinlikle olanak dışıdır (ist keine Möglichkeit abzus ehen)."
Engels, birçok çağdaş bilim adamının anlayışlarının katılığından ve onların metafizik (sözcüğün marksist anlamında, yani onların anti-diyalektik) görüşlerinden sık sık ve çok açık bir biçimde sözeder. Daha ilerde göreceğiz ki, Mach da, görecelik ile diyalektik arasındaki ilişkileri anlamamak ya da bilmemek yüzünden, tam bu noktada pusulayı şaşırır. Ama şimdilik sözkonusu olan bu değildir. Burada önemli olan, yeni [sayfa 40] olduğu öne sürülen, bulanık, karışık bir terminolojiye karşın, apaçık bir şekilde görünen Mach'ın idealizmini kaydetmektir. Demek ki, duyumlarla, yani ruhsal öğelerle, her fiziksel öğeyi kurmakta herhangi bir güçlük yoktur! Gerçekten de böylesine yapıtları kurmak, salt sözde yapılar olduklarından ötürü ve inancılık için sığınacak bir kovuk görevi gören bomboş bir iskolastik olduğu için, kuşku yok ki, zor değildir. Bundan sonra Mach'ın, yapıtlarını, içkincilere (immanents) adamasında ve en gerici felsefi idealizmin yandaşı olan içkincilerin de Mach'a kucak açmalarında şaşılacak bir şey yoktur. Ernst Mach'ın "modern olguculuğu" ancak iki yüzyıl kadar gecikmiş oluyor. Berkeley, kendi zamanında, "duyumlarla, yani ruhsal öğelerle" tekbencilikten başka bir şey kurulamayacağını yeteri kadar göstermişti. Mach'ın, burada da, açıkça, tam deyimiyle "düşman" diye adlandırmaksızın felsefi görüşleriyle karşı çıktığı materyalizme gelince, Diderot örneğiyle de onun gerçek görüş tarzının ne olduğunu daha önce görmüştük. Bu görüş tarzı, duyumu, maddenin hareketinden çıkarmak ya da duyumu maddenin hareketine indirgemekten ibaret değildir, ama, duyumu, hareket halindeki maddenin özelliklerinden biri olarak kabul etmekten ibarettir. Bu konuda Engels, Didcrot'nun görüşünü paylaşıyordu. Engels, diğer şeyler yanında, karaciğerin safra salgıladığı gibi beynin de aynı şekilde düşünce salgıladığı yolundaki yanlış inancı taşımaları nedeniyle Vogt, Büchner ve Moleschott gibi "kaba" materyalistlerden kendini ayrı tutmuştur. Ama durmadan felsefi görüşlerini materyalizmin karşısına diken Mach, besbelli ki, bütün büyük materyalistleri, Diderot'yu olduğu kadar Fcuerbach'ı, Marks ve Engels'i de, tıpkı resmi felsefenin bütün resmi profesörlerinin yaptığı gibi, görmezlikten gelmektedir.
Avenarius'un en eski ve temel görüşlerini belirlemek için 1876'da yayınlanan ilk bağımsız felsefi yapıtını alalım: Philosophie als Denken der Weit gemäss dem Prinzip des [sayfa 41]kleinsten Kraftmasses. Prolegomena zu emer Kritik derreinen Erfahrımg'unu alalım. Bogdanov, Ampiryomonizm'inde (Kitap I, 2. baskı, 1905, s. 9, notta) şöyle diyor: "Mach'ın görüşlerinin gelişmesinde, hareket noktası felsefi idealizm idi, oysa ta başından beri gerçekçilik eğilimi Avenarius'un bir özelliğiydi." Bogdanov böyle diyordu, çünkü o, Mach'ın söylediklerine (Duyumların Tahlili'ne bakınız, Rusça çeviri, s. 288) inanmıştı. Bogdanov Mach'a inanmamalıydı ve onun savı, gerçekle taban tabana karşıttır. Tersine, Avenarius'un idealizmi, 1876'da yayınlanmış yapıtında, öylesine açık bir biçimde göze çarpmaktadır ki, Avenarius'un kendisi de, 1891'de, bunu, kabul etmek zorunda kalmıştır. İnsanın Dünya Anlayışı'nın önsözünde şöyle yazıyor: "Benim ilk sistematik çalışmamı yani Felsefe'yi vb. okuyan bir kimse, hemen, benim, salt deneyin eleştirisi sorununu, İdealist görüşle ele almaya çalıştığımı, sanacaktır." (Der Menschliche Weltbegriff, 1891, Önsöz, s. ix), ama "idealizmin felsefi kısırlığı", "beni daha önceki yolumun doğru olup olmadığı konusunda kuşkuya düşürdü" (s. x). Avenarius'un bu idealist çıkış noktası, felsefi yazında genel olarak bilinmektedir; Prolégomènes'de Avenarius'un felsefi görüşünü, "birci (monist) idealizm" olarak nitelendiren Fransız yazar Couwelaert'i belirteceğim, Alman yazarları arasında ise, Avenarius'un öğrencisi, "Avenarius, gençliğinde ve özellikle 1876'daki ilk çalışmasında tamamıyla bilgibilimsel (gnoséologique) idealizm denen şeyin etkisi altında (gam im Banne) kalmıştı" diyen Rudolf Willy'yi anacağım.
Gerçekten de, Avenarius'un, açık bir biçimde "varolan olarak yalnızca duyum düşünülebilir" dediği Prolégomènes'indeki idealizmi yadsımak gülünç olurdu, (ikinci Almanca [sayfa 42] baskı, s. 10 ve 65, italikler bizimdir.) Avenarius'un yapıtının 116'ıncı paragrafının içeriğini bizzat koyusu böyledir. İşte bu paragrafın tümü: "Varlığın (das Seiende) duyarlıkla bezenmiş bir töz olduğunu kabul ettik; töz gidince (tözün ve dış dünyanın olmadığını düşünmenin, "daha ekonomik" olduğunu, "daha az çaba" İstediğini, görmüyor musunuz!) ... geriye duyum kalır: varlık, bu andan itibaren, duyuma yabancı (nichts Empfidungsloses) tüm dayanaktan yoksun bir duyum olarak kavranacaktır."
Böylece, duyum, "töz" olmaksızın vardır, yani düşünce beyin olmaksızın vardır! Ya bu beyinsiz felsefeyi savunabilecek filozoflar gerçekten var mıdır? Bulunuyor böyleler!. Profesör Richard Avenarius bunlardan biridir. Aklı-başında bir insan için onu ciddiye almak ne kadar güç olursa olsun, şu savunma üzerinde biraz durmak zorundayız. Avenarius'un aynı yapıtının 89 ve 90'ıncı paragraflarındaki düşüncelerini aktaralım: "... Hareket duyumu meydana getirir önermesi, yalnızca görünür deneye dayanır. Algı edimini içeren bu deneyin, belirli bir töz (beyin) içersinde, bu töze iletilen bir hareketin (uyarı) sonucu olarak ve öteki maddi koşulların (örneğin kanın) yardımıyla, duyumun meydana geldiği gerçeğinden oluştuğu varsayılır. Ne var ki, –böylesine bir oluşun, hiç bir zaman, bizzat (selbst) gözlemlenememiş olması gerçeği bir yana– bu varsayılan deneyi, bütün ayrıntılarıyla gerçek bir deney olarak kurabilmek için, en azından, şu ya da bu şekilde, daha önce töz içinde bulunmayan, iletilmiş hareket yoluyla bir töz içersinde meydana geldiği kabul edilen duyumu, görgül (empirique) olarak tanıtlamak gerekir; öyle ki, duyumun ortaya çıkışı, ancak iletilen hareketin yaratıcı bir edimi ile açıklanabilsin. Böylece, şimdi duyumun meydana geldiği yerde, daha önce en ufak bir duyumun meydana gelmediğini tanıtlayarak, ancak, tüm öteki deneyleri yadsıyan ve tüm öteki doğa anlayışımızı (Naturanschauung) kökten değiştirecek olan bir yaratma edimini simgeleyen bir gerçeği koymak mümkün olabilirdi. Ama, hiç bir deney, bu tanıtı sağlamamıştır ve sağlayamaz. Tersine, daha sonra duyum ortaya koymaya başlayacak olan bir tözün, duyumdan tümüyle yoksun oluşu kavramı, sadece bir varsayımdır. Ve bu varsayım, bizim bilgimizi yalınlaştırıp, durulaştıracağı yerde, karmaşık hale getirir ve bulandırır.
"Sözde deneyin, yani bir tözde iletilen hareketin ortaya çıkan ve bu andan itibaren algılanmaya başlanan duyumun daha yakından incelenmesiyle ancak açığa çıkabileceği anlaşılsa da, bu deney, en azından, hareketin koşullarından gelen duyumun göreli kökenini gösteren, yani belirsiz ya da pek az ya da herhangi bir nedenden ötürü bilincimize erişememiş, iletilmiş hareket dolayısıyla serbest hale gelmiş ya da artmış ya da bilinçte ortaya çıkmış olmasına karşın, mevcut duyumları gösteren, deneyin geri kalan içeriğinde gene de yeterince malzeme vardır. Ama deneyin içeriğinin bu küçücük kalıntısının kendisi de ancak bir görüntüdür. Eğer, ideal bir gözlemle, hareket halindeki bir A tözünden türeyip çıkan ve çeşitli ara merkezlerle iletilen, duyarlıkla bezenmiş bir B tözüne erişen bir hareketi tahlil edersek, olsa olsa B tözünün duyarlığının, hareketin bu töze iletildiği ölçüde gittikçe yükseldiğini ya da geliştiğini buluruz, ama bunun, hareketin bir sonucu olduğunu saptayanlayız. ..."
Avenarius'un bu materyalizmi çürütmesini, okur "modern" ampiryokritikçi felsefenin gerçekten ne zavallı safsatalara başvurduğunu görsün diye kasıtlı olarak bütünüyle aktarıyoruz. Şimdi idealist Avenarius'un uslamlaması ile Bogdanov'un materyalist uslamlamalarını, materyalizme ihanet etmiş olmasından dolayı cezalandırmak için de olsa, karşılaştıralım!
Çok eski günlerde –bundan dokuz yıl kadar önce– o zaman "doğa bilimlerinin materyalizmine yarı yarıya bağlı (yani çağdaş doğa bilimcilerin pek çoğunun içgüdüsel olarak kabul ettikleri materyalist bilgi teorisinden yana olan) Bogdanov, karışık kafalı Ostwald'ın yarı yarıya yolundan saptırdığı Bogdanov şöyle yazıyordu: "Alışılageldiği üzere, antik çağdan günümüze kadar, betimli psikolojide, bilinç olguları üç gruba ayrılır: duyumlar ve tasarımlar, duygulanmalar, içtepiler. ... Birinci gruba, bilinç içersinde kendileri olarak alman ya da iç dünyanın olgularının imgeleri girer. ... Böyle bir imgeye, dış duyu organları aracılığıyla, ona uygun düşen dış olgularla doğrudan meydana gelmişse, duyum denir."7 Biraz daha aşağıda şunu okuyoruz: "Duyum ... bilinçte dış duyu organlarıyla dış ortamdan iletilen belli bir içtepinin bir sonucu olarak ortaya çıkar." (s. 222.) Ya da şöyle: "Duyumlar, zihni hayatın temelidir, onun dış dünya ile doğrudan bağıdır." (s. 240.) "Duyum sürecinin her anında, dış uyarmanın enerjisinin bilinç olgusuna dönüşmesi vardır." (s. 133.) 1905'te bile, Bogdanov, Ostwald'ın ve Mach'ın lütufkar yardımlarıyla felsefede materyalist görüşü, idealist görüş uğruna terk etmişti, Ampiryomonizm'de (unutkanlıkla!) şöyle yazıyordu: "Bilindiği gibi dış uyarının enerjisi, sinir uçlarında, (henüz az incelenmiş ama gizemli hiç bir yanı olmayan bir sinir akımının) telgraf'vari bir biçimde, sinir akımına dönüşür, önce, "aşağı" merkezler denilen yerlerde bulunan nöronlara –gangliyorılara, omurilik merkezlerine ve korteks-altı merkezlere– ulaşır." (Kitap I, 2. baskı, 1905, s. 118.)
Her materyalist için olduğu gibi profesörce felsefeyle yolundan saptırılmamış her bilgin için de, duyum, gerçekten de, bilinç ile dış dünya arasındaki doğrudan ilişkidir; dış uyarma enerjisinin bilinç olgusuna dönüştürülmesidir. Bu dönüşüm, herbirimiz tarafından milyonlarca kere her yerde gözlemlenmiştir ve gözlemlenmektedir. İdealist felsefenin bilgiççiliği (sofizmi), duyumu, bilinç ile dış dünya arasındaki bir [sayfa 45] bağ gibi değil, ancak, bilinci dış dünyadan ayıran bir bölme, bir duvar gibi kabul etmekten; duyuma uygun düşen dış olgunun bir imgesi değil de, ancak "varolan tek veri" olarak kabul etmekten ibarettir. Avenarius, piskopos Berkeley tarafından cıcığı çıkarılmış bu eski bilgiççiliği hafifçe değiştirmekten başka bir şey yapmamıştır. Duyum ile belirli bir biçimde örgenlenmiş madde arasında, devamlı gözlemlediğimiz ilişkilerin bütün koşullarını henüz bilmediğimize göre, bir tek duyumun varlığını kabul edelim: işte Avenarius'un bilgiççiliğinin vardığı yer budur.
Ampiryokritisizmin temel idealist ilkelerini açıklamayı tamamlamak için felsefi eğilimin İngiliz ve Fransız temsilcilerine kısaca değineceğiz. Mach, kaçamaklı sözlere başvurmaksızın, İngiliz Karl Pearson'un "bütün temel noktalarda, onun bilgibilimsel görüşleriyle tam bir birlik içersinde olduğunu (erkenntniskritischen)" açıklıyor. (Mekanik, adı geçen basım, s. ix.) Buna karşılık, Pearson da, Mach'la görüş birliği içersindedir.Pearson'a göre "gerçek şeyler", "duyu izlenimleri "dir. Pearson'a göre, duyu izlenimlerinin sınırlarının ötesinde şeylerin varlığını kabul etmek, metafiziktir. Pearson, materyalizme karşı (ne Feuerbach'ı, ne de Marks-Engels'i tanımadan) büyük bir kararlılıkla savaşıyor; onun kanıtları, yukarda incelediklerimizden farklı değildir. Bununla birlikte, materyalistlik taslamak isteği Pearson'a öylesine yabancıdır ki (zaten bu Rus mahçılarının bir özelliğidir), Pearson öylesine dikkatsizdir ki, kendi felsefesine "yeni" adlar bulmuyor, ve sadece, kendi görüşlerine ve Mach'ın görüşlerine "idealist" adını veriyor! (İbİd., s. 326.) Pearson'ın soyağacı, doğrudan, Hume'e ve Berkeley'e kadar uzanır. Pearson'ın felsefesi, ilerde tekrar tekrar göreceğimiz gibi, Mach'ın felsefesinden daha büyük bir bütünlük ve daha büyük bir derinlik göstermesiyle ayrılır.
Mach, Fransız fizikçileri P. Duhem ve Henri Poincaré [sayfa 46] ile dayanışma içinde olduğunu açıklamaya özen gösterir. Yeni fizikle ilgili bölümde, bu yazarların, özellikle çelişik .ve tutarsız felsefi görüşlerini inceleyeceğiz. Burada, biz, H. Poincaré'ye göre şeylerin, "duyum grupları"ndanbaşka bir şey olmadıklarım, benzer bir görüşün Duhem tarafından zaman zaman ifade edildiğini belirtmekle yetineceğiz.
Şimdi ilk baştaki anlayışlarının idealist niteliğini kabul eden Mach ve Avenarius'un daha sonraki yapıtlarında bunları nasıl düzelttiklerini görelim.
2. "DÜNYA ÖĞELERİNİN BULUNMASI"