Header Ads

Header ADS

Materyalizm ve Ampiryokritisizm - Gerici Bir Felsefe Üzerine Eleştirel Notlar


BİRİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ

Marksist geçinen bazı yazarlar, bu yıl, marksist felsefeye karşı gerçek bir kampanyaya giriştiler. Altı aydan kısa bir zamanda, esas olarak ve hemen hemen sadece diyalektik materyalizme saldıran dört kitap çıktı. Bunların, ilki ve en önemlisi, Bazarov, Bogdanov, Lunaçarski, Bermann, Hellfond, Yuşkeviç ve Suvorov'un yazılarından derlenen Marksist Felsefe Üzerine (? – "karşı" denseydi daha doğru olurdu) Denemeler'i (St. Petersburg 1908); sonra Yuşkeviç'in Materyalizm ve Eleştirel Gerçekçilik'i, Bermann'ın Çağdaş Bilgi Teorisi Işığında Diyalektik'i, Valentinov'un Marksizmin Felsefi Yapıları'dır. 

Bütün bu adamlar, Marks ve Engels'in, felsefi görüşIerinin, diyalektik materyalizm olduğunu defalarca belirtmiş oldukları gerçeğini bilmezlikten gelemezler. Siyasi görüşlerinde keskin ayrılıklar olmasına karşın, gene de bütün bu adamlar, diyalektik materyalizme duydukları kinde birleşmişlerdir ve gene de felsefede marksist olduklarını öne sürmektedirler! Engels'in diyalektiği, "gizemci"dir ("mystique"tir) diyor Bermann. Bazarov, sanki kendiliğinden açık bir gerçekmiş gibi, Engels'in görüşleri "eskimiştir" diye gelişigüzel atıyor – ve materyalizm, "çağdaş bilgi teorisi"ni, "modern felsefe"yi (ya da "modern olguculuğu"), yani "20. yüzyılın doğa bilimleri felsefesi"ni böbürlenerek kendilerine tanık gösteren bu gözüpek savaşçılarımız tarafından böylece çürütülmüş oluyor.
Bütün bu sözde en modern öğretilere dayanarak, diyalektik materyalizm yıkıcılarımız, pervasızca, işi, doğrudan inancılığa1 (fidéisme)[2] vardırıyorlar (bu, en iyi Lunaçarski'de görülür, ama o, tek basma değildir![3] Buna karşılık Marks ve Engels'e karşı tutumlarını açık bir şekilde belirlemek sözkonusu olduğunda, bütün cesaretlerini ve kendi inançlarına karşı bütün saygılarını yitiriyorlar. Gerçekte, diyalektik materyalizmden, yani nıarksizmden tam bir ayrılma; lafta, sadece sonu gelmez kaçamaklar, kurnazlıklar, sorunun özünden kaçma çabaları, kendi gerilemelerini maskeleme, genel olarak materyalizm yerine bir çeşit materyalizm koyma, kısaca, Marks ve Engels'in sayısız materyalist tezlerinin doğrudan tahlillerini yapmayı kararlı bir şekilde reddetme. Bir marksistin çok doğru olarak nitelendirdiği gibi, bu, gerçek bir "diz çökerek isyan"dır. Bu, tipik bir felsefi revizyonizmdir, çünkü, marksizmin temel görüşlerinden uzaklaşarak ve terkettikleri fikirlerle açık sözlülük, dürüstlük, kararlılık ve açıklıkla "hesaplarını kesmede" yeteneksizlik ve aşırı korkaklık göstererek kötü bir ün kazanan sadece revizyonistlerdir. Ortodoks marksistler, Marks'ın bazı [sayfa 8] eskiyen görüşlerini belirtmek durumunda kaldıkları zaman (Mehring'in bazı tarihsel önermelerine karşı çıktığı gibi), bu işi, her zaman o kadar belirlilikle ve o kadar ayrıntılı bir biçimde yaptılar ki, onların çalışmalarında hiç bir zaman en küçük bir kuşku uyandıracak bir durum bulunamadı. 

Zaten, Marksist Felsefe "Üzerine" Denemeler'de gerçeğe benzer bir tek tümce vardır. Bu da, Lunaçarski'nin "Belki yanlış yoldayız, [burada, besbelli ki, Denemeler'in yazarları kastediliyor], ama bir arayış içindeyiz." (s. 161) diyen tümcesidir. Okurun dikkatine sunduğum bu kitapta, tümcenin birinci tümceciğinin mutlak bir gerçek olduğunu, ikincisinin ise göreli bir gerçek olduğunu tanıtlamaya çalışacağım. Şimdilik şunu belirtmekle yetineyim ki, eğer filozoflarımız, marksizm adına değil de, bazı marksist "arayıcılar" adına konuşmuş olsalardı, kendilerine ve marksizme karşı daha büyük bir saygı göstermiş olacaklardı. 

Kendi payıma, ben de, felsefede "arayanlar"dan biriyim. Daha açıkçası: bu notlarda, marksizm kılığı altında, bize, bilmem hangi tutarsız, karmakarışık, gerici şeyi sunan kişilerin nerede yollarını şaşırdıklarım araştırmayı kendime görev edindim. 

Eylül 1908 YAZAR 

İKİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ
Bu baskı, birkaç düzeltme dışında, daha önceki baskıdan farklı değildir. Kitabın, –Rus mahçıları ile olan polemik dışında– marksizmin felsefesine, diyalektik materyalizme ve doğa bilimlerinin en son buluşlarından çıkarılan felsefi sonuçlara giriş anlamında olmak üzere, pek de yararsız olmayacağını umarım. Yoldaş V. I. Nevski'nin bu kitabı izleyen makalesi, incelemek fırsatını bulamamış olduğum A. A. Bogdanov'un son yapıtları hakkında gerekli açıklamalar veriyor.[4] Genel olarak yalnızca bir propagandacı olarak çahşmalarında değil, aynı zamanda, özel olarak parti okulunda etkin bir militan olarak da V. İ. Nevski yoldaş, A. A. Bogdanov'un "proletarya kültürü"[5] kılığı altında burjuva ve gerici görüşleri yaydığı inancına varma fırsatını bol bol bulmuştur. 

2 Eylül 1920 N. LENİN 

GİRİŞ YERİNE 

BAZI "MARKSİSTLER" 1908'DE, 
VE BAZI İDEALİSTLER 1710'DA 
MATERYALİZMİ NASIL ÇÜRÜTÜYORLARDI?


FELSEFİ yazınla çok az tanışıklığı olan bir kimse, bugün doğrudan ya da dolaylı olarak, materyalizmi çürütme çabasında olmayan bir tek felsefe (ya da tanrıbilim) profesörü bulmakta güçlük çekileceğini bilmek zorundadır. Yüzlerce ve binlerce kez materyalizmin çürütülmüş olduğu ilan edildi, ama yüz birinci, hatta bin birinci kez, materyalizmi çürütmeye devam ediyorlar. Bizim bütün revizyonistlerimiz, ne materyalist Engels'i, ne materyalist Feuerbach'ı, ne de J. Dietzgen'in materyalist görüşlerini değil, gerçekte, sadece materyalist Plehanov'u çürütmeye çalışır görünüyorlar – ve ayrıca da, materyalizmi, "modern" ve "çağdaş" olguculuk, doğa bilimleri vb. görüş açısından çürütüyorlar, isteyen  herkesin, yukarıda belirtilen yapıtlarda, yüzlercesini bulabileceği alıntılara başvurmadan, ancak, Bazarov, Bogdanov, Yuşkeviç, Valentinov, Çernov1 ve bazı öteki Mach yandaşlarının materyalizmi yenmelerine yardımcı olan kanıtları hatırlatacağım. Mahçı terimini, ben, bütün kitap boyunca, ampiryokritikçilerin bir eşanlamı olarak kullanacağım, çünkü bu terim, hem daha kısa ve basittir ve hem de Rus yazınında yer alma hakkını kazanmış bulunmaktadır. Ernst Mach, genellikle felsefi yazında "ampiryokritisizm"in güncel temsilcilerinin en popüleri olarak tanınmaktadır ve Bogdanov'un ve Yuşkeviç'in onun "saf" Mach öğretisinden sapmaları, daha ilerde göstereceğimiz gibi, tamamen ikincil önemdedir, Materyalistler, deniyor bize, bilinemez "kendinde-şey"i, "deney dışında" bizim bilgimizin dışında bulunan maddeyi, düşünülemez ve bilinemez olarak kabul ederler. Onlar, "deney"in ve bilginin sınırlarının üstünde bir şeyin, ötesinde bir şeyin varlığını kabul ederek, gerçek bir gizemciliğe düşerler. Maddenin, duyu örgenlerimiz üzerinde etki yaparak duyumlar meydana getirdiklerini söylediklerinde, materyalistler kendilerine temel olarak, "bilinmeyen"i, hiçliği almaktadırlar; çünkü böylece onlar, duyularımızın bilginin tek kaynağı olduğunu bizzat ifade etmiş olmuyorlar mı? Materyalistler (Plehanov "kendinde-şey"in, yani bilincimizin dışındaki şeylerin varlığını kabul etmekle) kantçılığın içine düşüyorlar; onlar, dünyayı "ikileştiriyor", ve ikiciliği (dualisme) öğütlüyorlar, çünkü materyalistler, görünümün ötesinde kendinde-şeyin varlığını, doğrudan duyu verilerinin ötesinde bir başka şeyin, bir tür fetişin, bir "put"un, bir mutlak'ın, bir "metafizik" kaynağın, dinin bir suretinin varlığını (Bazarov'un dediği gibi "kutsal madde"yi) kabul ediyorlar. 

İşte mahçıların, materyalizme karşı kanıtları, yukarda adı geçen yazarların değişik perdeden yineleyip durdukları, dönüp dolaşıp söyledikleri kanıtlar bunlardır. 

Bu kanıtların yeni olup olmadıklarını ve gerçekten sadece "kantçılığa düşmüş" bir Rus materyalistine karşı yönelip yönelmediklerini anlamak için, eski bir idealist George Berkeley'in "yapıtlarından, ayrıntılı bazı bölümler aktaracağız. Berkeley'e ve felsefede yarattığı akıma sık sık başvuracağımızdan, bu tarihsel inceleme, yorumlarımızın girişinde çok gereklidir, çünkü, mahçılar, Mach'ın Berkeley'le olan ilişkilerini olduğu kadar, Berkeley'in felsefesinin özünü de yanlış olarak sunmaktadırlar. 

Piskopos George Berkeley'in 1710'da İnsan Bilgisinin İlkeleri Üzerine İnceleme adıyla yayınlanmış olan yapıtı, şu aşağıdaki uslamlamalarla başlar; "insan bilgisinin konularını inceleyen herhangi bir kimse için, bu konuların ya duyular tarafından gerçek olarak algılanan fikirleri (ideas), ya tutkuların ve aklın edimlerinin (aetes) ilgisiyle kazanılmış fikirleri, ya da nihayet belleğin ve imgelemenin yardımıyla biçimlenmiş fikirleri temsil ettikleri açıktır. ... Görme yoluyla, ışık ve renk, onların çeşitli dereceleri ve farklılıkları fikrine sahip oluyorum. Dokunma ile yumuşağı ve serti, sıcağı ve soğuğu, hareketi ve direnci algılıyorum. ... Koku alma bana kokuları; tat alma tatları; işitme ise sesleri öğretiyor. ... Çeşitli fikirler birbirleriyle birarada gözlemlendikleri için, onlara ortak bir ad verilir ve onlar bir şey sayılırlar. Böylece, örneğin, belli bir düzenleniş (to go together) içersinde, belli bir renk, bir tat, bir koku, bir biçim, bir kıvam gözlemlenir; elma sözcüğüyle belirlenen ayrı bir şey olarak tanınır; öteki fikir dermeleri (collections of ideas), taş, ağaç, kitap ve öteki duyumlanabilir şeyleri meydana getirirler..." (§ 1.)

Berkeley'in yapıtının birinci paragrafının içeriği işte budur. Şunu aklımızda tutalım ki, bu yazar, felsefesine temel olarak, "serti, yumuşağı, sıcağı, soğuğu, renkleri, tatları, kokuları" vb. alıyor. Şeyler, Berkeley için "fikir dermeleri"dirler, fikirlerden de soyut fikirleri değil, kesinlikle, az önce sıraladığımız nitelikleri ya da duyumları anlar. 

Berkeley daha aşağıda diyor ki, "bilginin bu fikirlerinden ya da konularından" başka, onları algılayan şey –"akıl, ruh, can ya da ben"– de vardır (§. 2). Şurası kendiliğinden anlaşılır ki –yargısına varıyor filozof–, "fikirler", onları algılayan akim dışında varolamazlar. Buna, kendimizi inandırmak için "varolmak" sözcüğünün anlamını tahlil etmek yeterlidir. "Üzerinde yazı yazdığım masa vardır dediğim zaman, bu, ben, onu görüyorum ve onu duyuyorum demektir; ve eğer odamdan dışarı çıksaydım gene masanın var olduğunu söyleyecektim, şu anlamda ki, eğer odamda olsaydım onu algılayabilirdim. ..." Yapıtının 3'üncü paragrafında Berkeley, düşüncesini, böyle ifade ediyor ve materyalist dediği kimselere karşı polemiğe girişiyor (§ 18-19 vb.). "Benim için, diyor o, algılanması İle herhangi bir bağıntı olmaksızın düşünme yeteneğinden yoksun şeylerin mutlak varlığından sözedilmesi, tamamıyla anlaşılmaz bir şeydir." Varolmak, algılanmaktır (their, [yani nesneler], esse is percipi § 3 – Berkeley'in felsefe tarihi özetlemelerinde kullanageldiği bilge sözü). "İnsanlar arasında, evlerin, dağların, ırmakların, bir sözcükle, duyulur tüm nesnelerin, aklın onları algılamalarının dışında doğal ya da gerçek bir varlıkları olduğu görüşü, garip bir şekilde yaygın haldedir." (§ 4.) Bu görüş, diyor Berkeley, "apaçık bir çelişkidir". "Çünkü bu nesneler, duyularımız tarafından algılanan şeylerden başka neyi temsil eder? Peki, eğer fikirlerimizi ya da duyumlarımızı (ideas or sensations) algılamıyorsak, neyi algılıyoruz? O halde fikirlerin ya da  duyumların ya da bunların bileşimlerinin algılanmaksızın da varolabildiklerini sanmak, düpedüz saçma değil midir?" (§4.) 

Berkeley, şimdi de "fikir dermeleri" ifadesi yerine, ona göre eşdeğer olan duyumların bileşimi ifadesini koyuyor ve materyalistleri, daha da ileri gitmek ve bu karmaşığın –affedersiniz, bu duyumlar bileşiminin– kaynağını araştırmak gibi "saçma" bir eğilimleri olmakla suçluyor. § 5'te, materyalistler soyutlamayla çok uğraşmakla suçlanıyorlar, çünkü, Berkeley'e göre, duyumları nesnelerden ayırmak salt bir soyutlamadır. 

"Gerçekte –diyor ikinci baskıda çıkartılan § 5'in, sonunda– nesne ve duyum, bir tek ve aynı şeydir (are the something) ve birbirinden soyutlanamazlar." "Diyeceksiniz ki, diye yazıyor Berkeley, fikirler, zihnin dışında varolan nesnelerin düşünce yeteneğinden yoksun töz (substance) içindeki kopyaları ya da yansıları (resemblances – benzerleri) olabilirler. Ben de, fikir, fikirden başka bir şeye benzemez derim; bir renk ya da bir dış görünüş, ancak başka bir renge ya da başka bir biçime benzeyebilir. ... Soruyorum: fikirlerimizin görüntüleri ya da ifadeleri olan bu varsayılan asıllar (originals) ya da dış şeyler, bizzat algılanabilirler mi, algılanamazlar mı? Eğer evet diyorsanız, öyleyse bunlar fikirdirler ve biz bir adım ileri gitmedik; ve eğer bana hayır diye yanıt veriyorsanız, renk görülemez bir şeye benzer, sert ya da yumuşak dokunulamaz bir şeye benzer vb. biçimindeki önermelerin bir anlamı olup olmadığını sorarım." (§ 8.) 

Bazarov'un Plehanov'a karşı, bizim dışımızda, bizim duyularımız üzerinde etkisi olmayan şeylerin var olup olmadıkları konusundaki kanıtları, okurun da gördüğü gibi, Berkeley tarafından adı belirtilmeksizin materyalistlere karşı ileri [sayfa 15] sürülen kanıtlardan hiç bir farkı yoktur. Berkeley, "maddenin ya da maddi tözün" varlığı fikrini (§ 9) bir "çelişki", çürütmek için zaman kaybetmeye değmeyen bir çeşit "saçmalık" sayar. "Ama, diyor o, bu, maddenin varlığı tezi (tenet), filozofların kafasına derin bir şekilde demir atmış göründüğünden ve bir sürü tehlikeli vargılar doğurduğundan, bu peşin yargıyı ortaya çıkarmak ve kökünden söküp atmak için herhangi bir şeyi eksik bırakmaktansa, sözü uzatmayı ve sıkıcı olmayı yeğ tutuyorum." (§ 9.)

Berkeley'in değindiği tehlikeli vargıların neler olduklarım biraz sonra göreceğiz. İlkin onun materyalistlere karşı teorik kanıtlarının işini görelim. Berkeley, nesnelerin "mutlak" varlıklarını, yani insan bilgisi dışındaki şeylerin varlıklarını yadsıyarak, karşıtlarının görüşlerini, açıkça, sanki onlar "kendinde-şey"i kabul ediyorlarmış gibi sunuyor. § 24'te, Berkeley, çürüttüğü bu görüşün, "kendinde duyulabilir şeylerin (objects in themselves) ya da zihnin dışındaki şeylerin mutlak varlığını" kabul ettiğini altını çizerek belirtiyor. (Op. cit., s. 167-168.) Klasik filozofları "yani" sistemlerin çağdaş yapımcılarından ayırdeden iki felsefe akımı, burada, kesinlik, açıklık ve açık yüreklilikle gösterilmiştir. Materyalizm, "kendinde-şeyler"in ya da zihnin dışında şeylerin kabul edilmesidir; fikirler ve duyumlar, materyalizme göre, bu şeylerin kopyaları ya da yansılarıdırlar. Karşıt öğreti (idealizm), şeylerin "zihnin dışında" varolmadığını ileri sürer; şeyler, "duyum bileşimleri"dirler. 

Bunlar, 1710'da, Emmanuel Kant'ın doğumundan ondört yıl önce yazıldı. Ve bizim mahçılarımız, "modern" olduğunu iddia ettikleri bir felsefeye dayanarak, "kendinde-şey"in kabul edilmesinin, materyalizmin kantçılıkla bulaştırılmasının ya da bozulmasının bir sonucu olduğunu keşfediyorlar! [sayfa 16] Mahçıların bu "yeni" bulguları, bellibaşlı felsefe akımlarının tarihi konusundaki şaşırtıcı bilisizliklerinin ürünüdür. 

Bunların "yeni" fikirlerinden biri de, "madde" ya da "töz" kavramlarının, eleştiri ruhundan yoksun eski öğretilerin kalıntılarından başka bir şey olmadığıdır. Mach ve Avenarius, öyle görünüyor ki, felsefi düşünceyi ilerlettiler, tahlili derinleştirdiler, "mutlak"ı ve "değişmez tözler"i vb. felsefeden ayıkladılar. Bu iddiaları doğrulamak kolaydır: ilk kaynağa, Berkeley'e kadar çıkmaktan başka bir şey gerekmez, ve bunların, yüksekten atma birer uydurma oldukları görülecektir. Berkeley, çok kesin bir şekilde, maddenin bir "non-entity" (tözü olmayan, § 68), maddenin yokluk (néant) (§ 80) olduğunu ifade ediyor. "‘Madde' sözcüğünü, canınız pek istiyorsa, başkalarının ‘yokluk' sözcüğünü kullandıkları yerde kullanabilirsiniz" diye materyalistlerle alay ediyor (op. cit, s. 196-197). İlkin, diyor Berkeley, renklerin, kokuların vb. "gerçekte varolduğu" sanıldı; ama daha sonra, bu çeşit görüşler reddedildi, ve görüldü ki, bunlar, ancak duyumlarımız sayesinde vardır. Ne var ki, bu eski yanlış kavramların ayıklanması işi sonuna kadar götürülmedi; geriye, Berkeley'in 1710'da kesin olarak çürütmüş bulunduğu bu yukarıdakilere benzer bir "önyargı" (§ 195) olan "töz" (§ 73) kavramı kaldı. Oysa, bizde, hâlâ 1908'de, Avenarius'un, Petzoldt'un, Mach'ın ve ortaklarının, yalnızca "modern olguculuğun" ve "modern doğa bilimlerinin", bu "metafizik" kavramları ayıklamayı başarabildiğini ileri süren beyanlarını ciddiye alacak maskaralar bulunuyor. 

Bu aynı maskaralar (Bogdanov da dahil), insan bilinci dışında var olan şeylerin, insan bilincindeki bir tür "yansı" olduğunu söyleyen, ebedi olarak çürütülmüş materyalist öğretideki "dünyanın ikilenmesi" yanılgısını, kesin olarak yeni felsefenin ortaya koyduğu konusunda, okurlara inanca veriyorlar. Adı geçen yazarlar, bu "ikilenme" üstüne bir sürü heyecan verici şeyler yazdılar. Ama, bilisizlikten [ya da unutkanlıktan, bu bulguların, daha 1710'da bulunmuş olduğunu eklemeyi ihmal ettiler. 

"Bizim [fikirler ya da şeyler hakkındaki] bilgimiz –diye yazıyor Berkeley– son derece bulanık ve karmakarışık hale getirildi, duyulabilir şeylerin ikili (twofold) varlığı, –biri, kavranılır (intelligible) varlığı ya da zihinde varlığı, ve öteki, gerçek varlığı, zihnin dışındaki [yani bilinç dışındaki] varlığı– varsayılarak, son derece tehlikeli yanlışlara sürüklendik." Berkeley, düşünülmezi düşünmek olanağını kabul eden "saçma" görüşü alaya alıyor! Bu "saçmalığın" kökeni, doğaldır ki, "şeyler"le "fikirler" ayrımında (§ 87), "dış nesnelerin kabulü"ndedir. Berkeley'in 1710'da bulduğu ve Bogdanov'un 1908'de yeniden bulduğu gibi, fetişlere ve putlara inanma da aynı kaynaktan doğmaktadır. "Maddenin ya da algılanmamış şeylerin varlığı, diyor Berkeley, yalnız tanrıtanımazların ve kadercilerin başlıca dayanak noktası olmamıştır; putatapıcılık da, bütün biçimleriyle, bu ilkeye dayanmaktadır." (§ 94.) 

İşte şimdi, piskopos Berkeley'i, bu öğretiyi yalnızca teorik olarak çürütmekle kalmayıp, aynı zamanda, bu öğretinin yandaşlarını düşman olarak tutkuyla mahkûm etmek zorunda bırakan dış dünyanın varlığı gibi "saçma" öğretiden çıkarılan şu "tehlikeli" sonuçlara gelmiş bulunuyoruz. "Tanrıtanımazlığın ve dini yadsımanın tüm dinsiz yapıları, gösterildiği gibi, madde ya da maddi töz öğretisi üzerine kurulmuş gibidir. ... Her devrin tanrıtanımazlarının maddi tözde nasıl büyük bir dost bulmuş olduklarını söylemeye hiç gerek yoktur. Onların dehşet verici bütün sistemleri, bu maddi töze, açıkça ve o kadar kaçınılmaz bir şekilde bağlıdır ki, bu köşetaşı çekip çıkarıldığında, bütün yapının yıkılması kaçınılmaz olacaktır. Onun için, tanrıtanımazların çeşitli sefil mezheplerinin saçma öğretilerine özel bir dikkat göstermemiz gerekmez." (§ 92, op. cit., s. 203 ve 204.) 

"Madde, bir kez doğadan sürülüp atıldıktan sonra tanrı bilimciler ve filozoflar için, onların görüşlerini karartanı gözleri önünde birer perde olan bir sürü şüpheci ve dinsiz yapıları da ve [Mach tarafından 1870 ve 1880'de bulunan "düşünce tasarrufu ilkesi", Avenarius tarafından 1876'da ortaya atılan "felsefe, asgari çaba ilkesi üzerine kurulmuş dünya anlayışı" gibi!] bir sürü tartışmaları ve karmakarışık sorunları da kendisiyle birlikte alıp götürür; madde, insana o kadar yararsız iş yüklemiştir ki, bizim ona kargı ileri sürdüğümüz kanıtlar, pek tanıtlayıcı olmasaydılar bile, (ben kendi payıma onları apaçık kabul ediyorum) bu yüzden, gerçeğin, barışın ve dinin tüm dostlarının bu kanıtların yeterli sayılmasını istemek için, her türlü nedene sahip olduklarına daha az inanmayacaktım." (§ 96.) 

Piskopos Berkeley biraz safça bir açık yüreklilikle düşünmekteydi! Günümüzde, felsefedeki "madde"nin "ekonomik" olarak ayıklanması konusundaki aynı fikirler, çok daha kurnazca bir biçime sokulmuş, ve "yeni" terminolojiyle bulanıklaştırılmış, böylece, saf kişiler, bu fikirleri, "modern" bir felsefe olarak kabul etmişlerdir. 

Berkeley, kendi felsefesinin eğilimlerinden tam bir açık yüreklilikle özetmekle yetinmiyordu; aynı zamanda kendi idealist çıplaklığını da örtmeye, ve onu bütün saçmalıklardan bağışık, arınmış gibi ve "sağduyu"ca kabul edilebilir gibi göstermeye çalışıyordu. Şimdi öznel idealizm ve tekbencilik (solipsisme) denebilecek olan bir suçlamaya karşı içgüdüyle kendini savunarak diyor ki, bizim felsefemiz, "doğadaki hiç bir şeyden bizi yoksun bırakmaz." (§ 34.) Doğa varlığını sürdürür, ve gerçek olanlar ile gerçek olmayanlar arasında ayrım devam eder, ancak, "her ikisi de eşit ölçüde bilinçte vardır", "ister duyumlar tarafından, ister anlayışımız tarafından olsun, kavrayabileceğimiz herhangi bir şeyin varlığına karşı çıkmıyorum. Gözlerimle gördüğüm ve ellerimle dokunduğum şeyler vardır, gerçekte vardır, bundan en ufak kuşkum yok. Varlığını reddettiğimiz tek şey, filozofların(italikler Berkeley'indir) madde ya da maddi toz dedikleri şeydir. Bunu yadsımak, sanırım ki, onun yokluğunu hiç bir zaman fark etmeyecek olan insanlığa herhangi bir zarar getirmez. ... Ama tanrıtanımaz, gerçekte, kendi tanrıtanımazlığını kurmak için anlamdan yoksun bir adın yarattığı bu heyulaya gereksinme duyar. ..." 

Bu düşünce, Berkeley'in felsefesine yönelmiş olan, maddi tözleri yoketme suçlamasını yanıtladığı § 37'de, daha da açıklıkla ifade edilmiştir: "Töz sözü, eğer sözcüğün kaba (vuigar) anlamıyla yani duyulabilir niteliklerin bileşimi, boyut, katılık, ağırlık vb. olarak anlaşılıyorsa, bunu yoketmekle suçlanabilirim. Ama eğer töz, felsefi anlamında, bilincin dışında [var olan] belirtilerin ya da niteliklerin temeli olarak anlaşıhyorsa, o zaman, imgelemde (muhayyilede) bile hiç bir zaman var olmamış olan bir şeyin yok edilmesinden sözedildiği ölçüde, gerçekten de onu yoketmeyi kabul ediyorum." Berkeley yanlısı bir idealist olan, öğretmeninin yapıtlarını yayınlayan ve onları kendi notlarıyla tamamlayan, idealist İngiliz filozofu Fraser, Berkeley'in öğretisini "doğal gerçekçilik" ("realisme naturel") olarak adlandırmakta haksız değildir (Op. cit., s. x). Bu ilginç terminolojiye dikkat edilmelidir, çünkü Berkeley'in gerçekçilik oynama isteğini iyi dile getirmektedir. Daha ilerde de, başka söz oyunlarıyla, başka bir biçimde, ama aynı manevraları ya da aynı kalpazanlığı tekrarlayan "modern olgucular"la daha pek çok kez karşılaşacağız. Berkeley, gerçek şeylerin varlığını yadsımıyor! Berkeley, bütün insanlığın görüşüyle ters düğmek niyetinde değildir! Berkeley, "sadece", filozofların öğretilerini, yani bütün düşünce sistemlerini, ciddiyetle ve kararlılıkla, dış dünyanın ve onun, insanların bilincindeki yansısının tanınıp kabul edilmesi üzerine kurulan bilgi teorisini yadsıyor. Berkeley, bu teori üzerine, yani materyalist bilgi teorisi üzerine kurulu, ve her zaman da (çok kez bilinçsiz olarak) kurulmuş olan doğa bilimlerini yadsımıyor. § 59'da şunları okuyoruz: "Biz, [sayfa 20]bilincimizdeki fikirlerin bir arada bulunuşları ve birbirini izlemesi konusunda sahip olduğumuz deneyimizden [Berkeley: "salt deney" felsefesi] ... şu anda bulunduğumuz koşullardan çok farklı koşullar içinde bulunduğumuzda, duyacağımız (ya da göreceğimiz) şeylerin pek doğru bir yargısına varabilme olanağına sahip olabiliriz. İşte doğanın tanınması bundan ibarettir, [iyi dinleyiniz!] ki bu, yukarda söylenenlerle uygunluk içersinde, gayet mantıklı olmak üzere, değerini ve kesinliğini koruyabilir." 

Dış dünyayı, doğayı, tanrısallığın zihnimizde meydana getirdiği bir "duyumlar bileşimi" olarak ele alalım. Bunu kabul ediniz ve bu duyumların "kaynağım" bilincin dışında, insanın dışında aramaktan vazgeçiniz, ben de, benim idealist bilgi teorimin çerçevesi içerisinde, bütün doğa bilimlerini, onların vargılarının bütün değerini ve kesinliğini kabul edeceğim. Benim "barış ve din" lehindeki vargılarımı (diéuctions) doğrulamak, haklı çıkarmak için bu çerçeveye, sadece bu çerçeveye gereksinmem var. işte Berkeley'in düşüncesi budur. Daha ilerde mahçıların doğa bilimlerine karşı tutumlarım incelediğimizde, idealist felsefenin özünü ve onun toplumsal niteliğini iyi ifade eden bu düşünceyle yeniden karşılaşacağız. 

Burada, 20. yüzyıldaki modern olgucu ve gerçekçi eleştirmen P. Yuşkeviç'in piskopos Berkeley'den aldığı modern bulgulardan birini daha kaydedelim. Bu "ampiryosembolizm"dir. Berkeley'in "gözde teorisi" diyor Fraser, "doğal evrensel simgecilik" (op. cit., s. 190) ya da "doğal simgecilik" (Natural Symbolism) teorisidir. Eğer bu sözcükler 1871'de çıkan bir basımda bulunmasaydı, inancı (fideist) İngiliz filozofu Fraser'in, çağdaşımız matematikçi ve fizikçi Poincaré'nin ve Rus "marksist"i Yuşkeviç'in sözlerim aşırdığından şüphe edilebilirdi. 

Fraser'in hayran olduğu Berkeley'in bu teorisi, piskopos tarafından şu terimlerle açıklanmıştır: 

"Fikirlerin ilişkisi [Berkeley'e göre, fikirlerin şeylerden farklı olmadığını unutmayınız] neden ve etki bağıntısını göstermez, ama sadece belirtilmiş olan şeyin bir İşareti ya da bir simgesini gösterir." (§ 65.) "O halde şurası açıktır ki, etkilerin sonucuyla bir arada ve uygunluk içindeki neden kavramı açısından (under the notion of a cause) bu şeyler kesinlikle açıklanamaz, ve bizi büyük saçmalıklara sürükler, ancak bize bilgi vermeye hizmet eden işaretler ya da simgeler olarak kabullendiklerinde ... çok doğal olarak açıklanabilirler." (§ 66.) Berkeley ve Fraser'e göre, kuşkusuz, bu "görgücü-simgeler" ("ampiryosemboller") yoluyla, bize bilgi veren, tanrısallıktan başka bir şey değildir. Simgeciliğin bilgibilimi (gnosélogie, Epistémologie) bakımından değerine gelince, bu, Berkeley'in teorisinde, "şeyleri maddi nedenlerle açıklamayı ileri süren" (§ 66) öğretinin yerine simgeciliği koymaktan ibarettir. 

İşte, nedensellik sorunu konusunda, iki felsefi eğilim ile karşı karşıyayız. Biri, "şeyleri, maddi nedenlerle açıklamayı ileri sürüyor" ve piskopos Berkeley tarafından çürütülmüş olan şu "saçma madde öğretisine" apaçık bir şekilde bağlı bulunuyor. Öteki, "neden kavramını", "bize" (tanrısal) "bilgi vermeye yarayan" "işaret ya da simge" kavramı yerine koyuyor. Mach öğretisinin ve diyalektik materyalizmin bu soruna karşı tutumunu tahlil ederken, 20. yüzyıl modasına göre uygulanan bu iki eğilimle yeniden karşılaşacağız. 

Ayrıca, gerçek sorunuyla ilgili olarak şunu da kaydetmek gerekir: Berkeley, bilincin dışındaki şeylerin varlığım kabul etmeyi reddederek, gerçek ve kurgusal olan arasında bir ayrım ölçütü bulmaya çalışır. § 36'da, insan zihninin kendi keyfince canlandırdığı fikirlerden söz ederken şöyle diyor: "Bunlar, duyumlarımızın bize sağladığı fikirlere göre, soluk, güçsüz, kararsız, oynaktırlar. Doğanın belirli kurallarına [sayfa 22] ya da belirli yasalarına göre bizde yer eden bu sonuncular, insan zihninden daha güçlü, daha bilge bir zihnin etkisine tanıklık ederler, Bunların, dendiği gibi, birincilerden daha büyük bir gerçekliği vardır; onlar, bir başka deyişle, daha berrak, daha düzenli, daha açık-seçiktirler ve onları algılayan, zihnin kurguları değildir. ..." Başka yerde (§ 84), Berkeley, gerçek kavramını, birbiriyle özdeş olan duyumların pek çok kişiler tarafından aynı anda algılanmasına bağlamaya çalışıyor. Örneğin, şu sorunu nasıl çözümlemeli: Bize anlatılan, diyelim, suyun şaraba dönüşmesi gerçek miydi? "Eğer bütün hazır bulunanlar şarabı görmüş olsalardı, onun kokusunu almış olsalardı, eğer ondan içmiş ve tatmış olsalardı, eğer onun etkisini duymuş olsalardı, bu şarabın gerçekliği konusunda hiç kuşkum olmazdı." Ve Fraser yorumluyor: "Aynı duyulabilir fikirlerin başka başka kişilerdeki aynı andaki bilinci, burada, hayal edilen nesnelerin ya da heyecanların salt bireysel ya da kişisel bilincinin tersine, birinci kategoriden fikirlerin gerçekliğinin kanıtı olarak kabul edilmiştir." 

Buradan da görülüyor ki, Berkeley'in öznel idealizmi, bireysel algı ile kolektif algı arasındaki ayrımı bilmezlikten geldiği anlamında yorumlanamaz. Tersine o, kendi gerçeklik ölçütünü bu ayrım üzerine kurmaya uğraşır, Berkeley, "fikirleri", tanrısallığın insan zihni üzerindeki etkisiyle açıklayarak nesnel idealizme yaklaşır: dünya, artık, benim bir tasarımım değildir, "doğa yasalarım" olduğu kadar "daha gerçek" fikirleri daha az gerçek fikirlerden ayıran yasaları vb. yaratan bir tek üstün tanrısal nedenin ürünüdür. 

Berkeley'in kendi görüşlerini halkın anlayacağı bir dille ortaya koymaya çalıştığı Hylas ile Philonous Arasında Üç Konuşma (1713) adlı başka bir yapıtında, kendi öğretisi ile materyalist öğreti arasındaki ayrım şöyle belirtilmiştir:

"Herhangi bir şey dışarıdan bizim üzerimize etki yaptığına göre, (bizim) dışımızda var olan kuvvetlerin, bizden ayrı bir varlığa ait bulunan kuvvetlerin varlığını kabul etmek zorunda olduğumuzu ben de sizin [materyalistler] gibi ileri sürüyorum. Öyleyse biz, birbirimizden, bu güçlü varlığın ne türden bir varlık olduğu konusunda ayrılıyoruz. Ben bunun ruh (esprit) olduğunu iddia ediyorum; siz, bunun madde ya da bilmem hangi (ve ekleyebilirim ki, bunu, siz de bilmiyorsunuz), üçüncü doğa olduğunu iddia ediyorsunuz." (Op. cit., s. 335.) Fraser şöyle yorumluyor: "Sorunun düğüm noktası budur. Materyalistlerin görüşüne göre duyulabilir olaylar bir maddi tözden ya da bilinmeyen bir "üçüncü yapı"dan gelmedirler; Berkeley'e göre, Akılcı İradeden; Hume'ün ve olgucuların görüşüne göre ise, bunların kökeni katiyen bilinemez ve biz, onları, ancak tümevarım yöntemiyle, süregelen alışkanlıklarla, olgular olarak, genelleştirebiliriz." 

Berkeley'in İngiliz öğretilisi Fraser, burada, kendi tutarlı idealist görüş açısından, materyalist Engels tarafından son derece açık bir biçimde nitelendirilen felsefenin temel "görüşlerine yaklaşıyor. Engels, Ludwig Feuerbach adlı kitabında, filozofları "iki büyük kamp"a ayırır; materyalistler ve idealistler. Bu iki akımın teorilerini en gelişmiş biçimleriyle Fraser'den çok daha derinlemesine inceleyen Engels, onlar arasında şu ana ayrımı görüyor; materyalistlere göre doğa birincil, ruh ikincildir; idealistlere göre ise, tam tersidir. Engels, bilinemezciler (.agnostiques) diye adlandırdığı evreni tanıma olanağını yadsıyan ya da hiç değilse derinliğine tanıma olanağını yadsıyan Hume ve Kant yandaşlarını, bu iki kampın arasına yerleştirir.[6]Bu kitapta, Engels, bu terimi, sadece, (Fraser'in de, kendi kendilerini "olgucu" diye adlandırmaktan hoşlandıkları gibi) Hume'ün öğretilileri için kullanmıştır; ama Tarihi Materyalizm üzerine incelelemesinde, "yeni-kantçı bilinemezciler"in[7] görüşlerini ince ler ve yeni-kantçılığıt[8] bilinemezciliğin bir çeşidi olarak kabul eder.

Burada, F. Engels'in bu dikkat çekici haklı ve derin düşüncesi (Mach'ın öğretililerinin utanmadan bilmezlikten geldikleri düşüncesi) üzerinde duramayız. Aynı konuya daha ilerde tekrar inceden inceye değineceğiz. Şimdilik bu marksist terminolojiye ve karşıt uçların karşılaşmasına, yani felsefenin bellibaşlı iki akımı konusundaki tutarlı materyalist ile tutarlı idealistin görüşlerine değinmekle yetineceğiz. Bu eğilimleri (ki daha ileride, bunlarla uğraşmak sürekli işimiz olacaktır) aydınlatmak için Berkeley'inkinden ayrı bir yol İzlemiş olan 18. yüzyılın ünlü filozoflarının fikirlerini kaydedelim. 

İşte Hume'ün, İnsan Anlayışı Üzerine Bir Araştırma'sında, şüpheci (sceptique) felsefe bölümündeki (XII) düşünceleri: "İnsanların doğal içgüdüleriyle ya da doğal yetenekleriyle kendi duygularına güvenmeye eğilimli oldukları ve bizim algılarımıza bağımlı olmayan ve duyarlılıkla bezenmiş bütün varlıklarla birlikte ortadan kalktığımız takdirde bile var olacak olan bir dış evrenin varlığı, en ufak bir uslamlama yapmadan ya da hatta uslamlamaya başvurmadan önce, her zaman varsaydığımız apaçık belli bir şey olarak kabul edilebilir. Hayvanlar bile bu türden bir kanıyla yönetilirler ve hayvanlar bütün düşüncelerinde, bütün tasarımlarında, bütün eylemlerinde dış nesnelerin bu inancım korurlar. ... Ama bütün insanların bu evrensel ve birincil kanısı, bize, zihnimizde hiç bir şeyin bir imgesi ya da algısı dışında varolamayacağını ve duyumların zihin ve nesne arasında doğrudan doğruya herhangi bir müdahalede (intercourse) bulunma yeteneğinden yoksun olarak bu imgelerin içerisinden geçtiği birer kanaldan (inlets) başka birşey olmadığını öğreten birazcık (slightest) felsefeyle hemen sarsılır. Görmekte olduğumuz masa, ondan uzaklaştıkça daha küçük görünür, ama bizden bağımsız olarak var olan gerçek masa, değişmez; o halde  bizim zihnimiz, masanın imgesinden (image) başka bir şeyi algılamamıştır. Usun gösterdikleri bunlardır ve düşünen, hiç bir kimse, bugüne dek sözünü ettiğimiz nesnelerin (ezistances), örneğin "bu masa"nın, "bu ağaç"ın bizim zihnimizin algılarından başka bir şey olduklarından kuşkulanmamıştır. ... Zihnin algılarının onlara benzemekle birlikte (eğer öyle olabilse), onlardan tamamen farklı dış nesneler tarafından ortaya çıkarılmış olmaları gerektiği ve ne bizzat zihnin enerjisinden ya da bir tür görülemez ve bilinemez bir ruhun varsayımından ya da bizce çok daha az bilinen bir başka nedenden mi ortaya çıktıkları hangi kanıtla tanıtlanabilir? ... Bu sorun nasıl belirlenebilir? Kuşkusuz, bu cinsten bütün sorunlar gibi, deneyle. Ama burada deney susuyor ve susmamazlık edemez. Zihnin algıdan başka hiç bir şeyi yoktur ve algılar ile nesneler arasındaki ilişkiler üzerindeki herhangi bir deneye hiç bir şekilde girişemez. Bunun içindir ki, böylesine bir karşılıklı bağıntının varlığı varsayımı mantık temelinden yoksundur. Duyularımızın gerçekliğini tanıtlamak için Yüce Varlığın gerçekliğine başvurmak, kuşkusuz, sorunu, hiç beklenmedik bir biçime saptırmaktır. ... Biz dış dünya sorununu koyduğumuz andan itibaren, bu Varlığın ya da onun herhangi bir sıfatının varlığını tanıtlayabilecek kanıtları bulmakta güçlük çekeceğiz."

İnsan Tabiatı Üzerine İnceleme'sinde (IV. kısım, 2. bölüm, "Duyularımız Konusundaki Şüphecilik Üzerine") Hume, aynı şeyi söylüyor: "Algılarımız bizim tek nesnelerimizdir". (Renouvier ve Pillon'un Fransızca çevirisi, 1878, s. 281.) Hume, duyumları, nesnelerin, ruhun vb. etkisi ile açıklamayı reddetmeyi, algıları bir yandan bir dış dünyaya, öte yandan da tanrısallığa ya da bilinmeyen bir ruha indirgemeyi reddetmeyi şüphecilik diye adlandırıyor. Hume'ün Fransızca çevirisinin önsözünün yazarı, –(daha ileride göreceğimiz gibi) [sayfa 26] felsefede Mach'ınkine yakın bir eğilimde olan– F. Pillon, haklı olarak, Hume'de, özne ve nesnenin, "çeşitli algı grupları"na, "bilincin öğelerine, izlenimlere, düşüncelere, vb." indirgendiğine, haklı olarak işaret etmektedir; ve [Hume'e göre] sadece "bu öğelerin gruplaşmaları ve bileşimleri" sözkonusu olmalıdır. Aynı şekilde, Hume'ün İngiliz öğretilisi, doğru ve yerinde bir terim olan bilinemezcilik (agnosticisme) teriminin yaratıcısı Huxley, Hume hakkındaki kitabında, "duyumları'', "bilincin ilk ve indirgenemez durumları" olarak kabul eden Hume'ün, duyumların kökenlerini nesnelerin insan üzerindeki etkisiyle mi, yoksa zihnin yaratıcı gücüyle mi açıklamak gerektiğini kendine sorduğu zaman, kendi kendisiyle tutarlı olmadığım belirtiyor. "O (Hume) realizmle idealizmi, her İkisi de aynı ölçüde olası iki varsayım olarak kabul eder." Hume, duyumlardan öteye gitmez. "Kırmızı ya da mavi renk, gülün kokusu, yalın algılardır. ... Kırmızı gül, bize, kırmızı renk ve gül kokusu vb. gibi yalın algılara ayrışabilen bileşik bir algı verir." (İbid., s. 64 ve 65.) Hume, "materyalizmi" de, "idealizmi" de kabul ediyor (s. 82); "algılar dermesi", Fichte'nin "ben"i tarafından meydana getirilmiş olabilir ve, aynı zamanda, gerçek herhangi bir şeyin (real something) "imgesi ya da hiç değilse simgesi" olabilir. İşte Huxley'in Hume hakkındaki yorumlan bunlardır. 

Materyalistlere gelince, ansiklopedistlerin[10] hocası Diderot, Berkeley için şöyle yazıyor: "Sadece kendi varlıklarının, kendi, içlerinde birbirlerini izleyen duyumların bilincinde olan, başka bir şeyi kabul etmeyen filozoflara idealist denir. Bana göre, bu, ancak körün ortaya çıkarabileceği zırva bir sistemdir; insan aklı ve felsefe için ne utanılacak şeydir ki, hepsinin en saçması olduğu halde mücadele edilmesi en güç olan sistemdir."Ve çağdaş materyalist görüşe  (ki onlara göre yalnız başına kanıtlar ve tasımlar idealizmi çürütmeye yetmez, çünkü bu durumda teorik kanıtlar sözkonusu değildir) çok yaklaşmış olan Diderot, idealist Berkeley'in ilkeleri ile duyumcu (sensualiste) Condillac'ın ilkeleri arasındaki benzerliği ortaya koyar. Diderot'nun görüşüne göre, Condillac, duyumları bizim bilgilerimizin tek kaynağı olarak gören öğretiden çıkartılan böyle bir saçmalığın vargılarına karşı korunmak için Berkeley'i çürütmeyi görev edinmeliydi. 

Diderot, d'Alembert ile Konuşma'sında, felsefi anlayışını şöyle açıklıyor: "... Bir duyarlık ve bellek klavseni* varsayınız ve tuşları üzerinde meydana getireceğiniz havaları acaba kendiliğinden tekrarlamayacak mı? söyleyiniz. Bizler duyarlılık ve bellekle bezenmiş aletleriz. Duyularımız, bizi kuşatan doğanın üzerlerine vurduğu ve çoğu kez kendi kendilerine vuran tuşlar gibidirler; ve işte, benim düşünceme göre, sizin ve benim gibi, örgenlenmiş bir klavsende de olup bitenler bundan ibarettir." D'Alembert, bu şekilde yapılmış bir klavsenin kendini beslemek ve küçük klavsenler üretmek yetisine sahip olması gerekirdi diye karşı yıkıyor. – Kuşkusuz, diye yanıtlıyor Diderot. Bu yumurtayı görüyor musunuz? "İşte bununla bütün tanrıbilim okulları ve yeryüzünün bütün tapınakları altüst edilir. Bu yumurta nedir? Tohum içine girmezden önce duyarsız bir kitle; peki ya tohum içine girdikten sonra nedir? Gene duyarsız bir kitle, çünkü bu tohumun kendisi de devinimsiz ve kaba bir akışkandır. Bu kitle, başka bir örgenlenişe, duyarlılığa, hayata naşı! geçecektir? Isı ile. Isıyı kim meydana getirecektir? Hareket." Hayvan yumurtadan çıkışında sizin bütün duyumlarınızla donanmıştır; o, bütün eylemlerinizi yapar. "Descartes'la birlikte bunun salt bir makine benzeri olduğunu mu ileri süreceksiniz? Ama küçük çocuklar sizinle alay edecekler ve filozoflar, [sayfa 28] eğer bu bir makineyse, siz de bir makinesiniz diye yanıt vereceklerdir. Eğer hayvan ile sizin aranızda sadece örgenlenmede ayrım olduğunu kabul ederseniz, anlayış ve akıl göstermiş, iyi niyetle davranmış olursunuz, ama buradan size karşı bir sonuç, devinimsiz bir maddeden ısı ve hareket yoluyla bir başka devinimsiz madde parçasının içine işlemesiyle belli bir yolda örgenlendiği, duyum, hayat, bellek, bilinç, tutku ve düşüncenin meydana geldiği sonucu çıkacaktır." Size sadece şu ikisinden birini kabul etmek kalıyor, diye devam ediyor Diderot, ya devinimsiz kitlesi içersine, gelişmenin belirli bir anında kabuğu arasından yumurtaya usulca sokulan, uzayda yer tutup tutmadığı, maddi olup olmadığı, ya da bir amaç için yaratılıp yaratılmadığı bilinmeyen bir "gizli öğe"yi varsaymak. "Bu, sağduyuya aykırı bir şeydir ve bizi çelişkilere ve saçmalığa götürür." Ya da, "her şeyi açıklayan basit bir varsayım" yapmak zorundayız, yani duyum yetisi, "maddenin genel bir özelliği ya da örgenlenmenin bir ürünü"dür. Ve Diderot, d'Alembert'in bu varsayımın özünde madde ile bağdaşmaz bir özelliği kabul ettiği yolundaki itirazına yanıt olarak: "Peki, maddenin ya da duyarlığın özü konusunda hiç bir şey bilmediğinize göre, duyum yetisinin, özünde madde ile bağdaşmaz olduğunu nasıl biliyorsunuz? Hareketin mahiyetini, onun bir cisim içindeki varlığını ve onun bir cisimden bir başkasına iletilişini daha mı iyi anlıyorsunuz?" D'Alembert: "Duyumun ya da maddenin mahiyetini kavramaksızın, ben, duyum yetisinin, yalın bir nitelik, tek, bölünmez ve bölünebilir bir öznenin ya da onun yerini tutan şeyle bağdaşmaz bir nitelik olduğunu görüyorum." Diderot: "Metafizik-teolojik zırva! Ne yani? Maddenin bütün niteliklerinin ve duyulabilir biçimlerinin özünde bölünmez olduklarını görmüyor musunuz? Anlaşılmazlığın azı ya da çoğu olmaz. Yuvarlak bir cismin yarısı vardır, ama yuvarlaklığın yarısı yoktur. ... Fizikçi olunuz ve bir etkinin meydana geldiğini gördüğünüz zaman, neden ile sonuç arasındaki [sayfa 29] bağı kendi kendinize açıklayamamanıza karşın, sonucun meydana gelişini kabul ediniz. Mantıklı olunuz ve neden olan ve her şeyi açıklayan bir nedenin yerine, kavranamayan, sonuçla bağlantısını kavramak daha da güç olan, sonsuz derecede çeşitli güçlükler doğuran ve bunlardan hiç birini çözümlemeyen başka bir nedeni koymayınız." D'Alembert: "Ama ya bu nedenden vazgeçersem?" Diderot: "Evrende, insanda, hayvanda, sadece bir töz vardır. Laterna ağaçtandır, insan etten. Kanarya ettendir, müzisyen de başka türlü örgenlenmiş ettendir; ama her İkisi de aynı kökendendir, aynı oluşumdandır, aynı işlevleri vardır ve erekleri aynıdır." D'Alembert: "Peki sizin iki klavseniniz arasındaki ses uyuşması nasıl oluyor?" Diderot: "... Duyarlı alet ya da hayvan, belli bir sesi çıkarırken kendisinin dışında belli sonuçlar meydana getirdiğini, kendisine benzer başka duyarlı aletlerin ya da başka benzer hayvanların yaklaştıklarını, uzaklaştıklarını, istediklerini, sunduklarını, yaraladıklarını, okşadıklarını deneyle öğrenmiştir ve bütün bu sonuçlar, onun belleğinde ve öteki hayvanların belleğinde bu seslerin oluşumuyla ilişki içerisine girmiştir; ve dikkat ediniz, insanlar arasındaki ilişkilerde sadece gürültüler ve eylemler vardır. Ve benim sistemimin bütün gücünü kavrayabilmek için şuna da dikkat edin ki, bu sistem de, Berkeley'in cisimlerin varlığına karşı ileri sürdüğü aynı aşılmaz güçlükle karşı karşıyadır. Öyle bir taşkınlık anı oldu ki, duyarlı klavsen, yeryüzünde gelmiş geçmiş tek klavsen olduğunu ve evrenin tüm uyumunun kendi içinde yer aldığını düşündü." Bu sayfalar 1789'da yazıldı. Bizim tarihi kaynaklara kısaca başvurmamız burada bitiyor. "Modern olguculuğu" tahlilimiz boyunca bu "çılgın klavsen"i ve "insanın içinde olan evrenin uyumu"yla birçok kez karşılaşacağız. 
Şu an için, şu basit vargı ile yetinelim: Mach'ın "modern" [sayfa 30] öğretilileri, materyalistlere karşı piskopos Berkeley'de bulunamayacak hiç bir, ama sözcüğün tam anlamıyla hiç bir kanıt ortaya koymamışlardır. 

İlginç bir şey olarak, bunlardan birinin, Valentinov'un, durumun yanlışlığını yarım yamalak hissederek Berkeley ile olan yakınlığının "izlerini silmeye" çalıştığım ve bunu gülünç bir tarzda becerdiğini kaydedelim. Kitabının 150. sayfasında şunları okuyoruz: "... Mach'tan sözederken, Berkeley'i kastedenlere soruyoruz: hangi Berkeley kastediliyor? Geleneksel olarak, kendini bir-tekbenci (solipsiste) sayan [Valentinov, biz öyle sayıyoruz diyebilir] Berkeley'i mi? Yoksa Tanrının doğrudan varlığını ve koruyuculuğunu olumlayan Berkeley'i mi? Genel olarak tanrıtanımazlığın yıkıcısı filozof piskopos Berkeley'i mi; yoksa derin tahlilci Berkeley'i mi kastediyorlar? Gerçek şudur ki, Mach'ın, tekbenci ve dinsel metafiziğin propagandacısı Berkeley ile ortak hiç bir yanı yoktur." İdealist Berkeley'i, bu "derin tahlilci"yi materyalist Diderot'ya karşı savunmak zorunluluğunu duymasının nedenlerini iyi farkedemediği için, Valentinov, burada, bir karışıklık yaratıyor. Diderot, belli başlı felsefi eğilimleri açık bir biçimde birbirinden ayırmıştı; Valentinov, onları birbirine karıştırıyor ve eğlenceli bir tonla bizi avutuyor: "Mach'ın, Berkeley'in idealist görüşleriyle yakınlığı,' diye yazıyor, gerçek bile olsaydı. bunun felsefi bir cinayet olduğuna İnanmıyoruz." (149.) Felsefenin uzlaşmaz iki temel eğilimini birbirine karıştırmak – "cinayet" olacak ne var bunda? İşte tam da bu karışıklığa indirgeniyor Mach'ın ve Avenarius'un büyük bilgeliği. Şimdi biz, bu bilgeliğin tahliline geliyoruz.

BİRİNCİ BÖLÜM. — Ampiryokritisizmin ve Diyalektik Materyalizmin Bilgi Teorisi I
Duyumlar ve Duyum Karmaşaları
Blogger tarafından desteklenmektedir.