RUSYA'DA ULUSAL SORUN
STALIN
MARKSİZM VE ULUSAL SORUN 1913
Geriye ulusal sorunun olumlu çözümünü anlatmak kalıyor.
Biz, sorunun, ancak Rusya'nın içinden geçtiği durum ile sıkı bağlılık içinde çözülebileceği olgusundan yola çıkıyoruz.
Rusya, "normal", "anayasal" yaşamın henüz kurulmamış, siyasal bunalımın henüz çözülmemiş bulunduğu bir geçiş dönemi yaşıyor. Henüz önümüzde fırtınalar ve "karışıklık" günleri var. Şimdiki ve gelecekteki hareket, erek olarak tam demokratlaştırmayı alan hareket buradan gelmektedir.
Ulusal sorun, işte bu hareket ile bağlılık içinde ele almamalıdır. Demek ki, ülkenin tam demokratlaştırılması, ulusal sorunun çözümünün temeli ve koşuludur.
Çözüm sırasında, yalnızca iç durumu değil, ama dış durumu da gözönünde tutmak gerekir. Rusya, Avrupa ile Asya arasında, Avusturya ile Çin arasında yerleşmiştir. Asya'da demokratizmin ilerlemesi kaçınılmaz bir şeydir.
Avrupa'da emperyalizmin gelişmesi bir raslantı sonucu değildir. Sermaye, Avrupa'da kendini sıkıntıda duymaya başlıyor ve yeni sürüm yerleri, ucuz bir emek-gücü, yeni etkinlik alanları ardında, başka ülkelere doğru saldırıyor. Ama bu, dış karışıklıklara ve savaşa yolaçıyor. Balkan Savaşının[100] bu karışıklıkların başlangıcı değil de sonu olduğunu kimse söyleyemez. Rusya'da şu ya da bu milliyetin kendi bağımsızlığı sorununu koymayı ve çözmeyi zorunlu bulacağı bir iç ve dış konjonktürler bağdaşımının ortaya çıkması elbette mümkündür. Ve bu durumda da, engeller çıkarmak elbette marksistlere düşmez.
Öyleyse Rus marksistlerinin ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkından vazgeçemeyecekleri sonucu çıkar.
Demek ki, kendi kaderini tayin etme hakkı, ulusal sorunun çözümünde zorunlu dayanak noktasıdır.
Devam edelim. Şu ya da bu nedenle, bir bütün çerçevesinde kalmayı yeğ tutacak uluslara karşı nasıl davranmalı?
Kültürel-ulusal özerkliğin işe yarar olmadığım gördük. Birincisi, yapay ve yürümez bir özerkliktir bu, çünkü yaşamın, gerçek yaşamın ayırdığı ve devletin çeşitli noktalarına savurduğu bireylerin, bir tek ulus içinde yapay olarak toplanmasına dayanır.
İkincisi, milliyetçiliğe götürür bu özerklik, çünkü sos-yal-demokrasiye hiç de yaraşmayan bir şeye, bireylerin ulusal boylar bakımından "sınırlanması" görüşüne, ulusların "örgütlenmesi" görüşüne, "ulusal özellikler"in "korunması" ve işlenmesi görüşüne yolaçar.
Reichsrat'daki Moravyalı ayrılıkçıların, Alman sosyal-demokrat milletvekillerinden ayrıldıktan sonra Moravyalı burjuva milletvekilleri ile, deyim yerindeyse bir tek "kolo"[101 ]içinde birleşmiş bulunmaları raslantı değildir. Bundun Rus ayrılıkçılarının, "cumartesi" ile "yidiş"i göklere çıkararak, milliyetçilik batağına saplanmış bulunmaları da raslantı değildir. Dumada henüz bundcu milletvekilleri yok, ama Bundun etkinlik alanında, dinci-gerici Yahudi topluluğu (cemaati) var, ve Bund, bu arada, bu topluluğun "yönetici kurumları" içinde, Yahudi işçileri ile Yahudi burjuvaları arasındaki "birlik"i örgütlüyor.[102] Kültürel-ulusal Özerkliğin mantığı işte budur.
Demek ki, ulusal özerklik, sorunu çözmez.
Öyleyse çıkış nerde?
Tek doğru çözüm, bölgesel özerklik, Polonya, Litvanya, Ukranya, Kafkasya vb. gibi daha şimdiden buharlaşmış bulunan birimlerin özerkliğidir.
Bölgesel özerkliğin üstünlüğü ilkin şuna dayanır: Bu özerklik ile uğraşılan şey, topraksız bir düş değil, ama belirli bir toprak üzerinde yaşayan belirli bir nüfustur.
Sonra, bu özerklik, bireyleri uluslar bakımından sınırlamaz, ulusal engelleri pekiştirmez: tersine, bu engelleri yıkmak ve yolu bir başka türden bir sınırlamaya, sınıflar bakımından sınırlamaya açmak üzere, nüfusu biraraya toplamaktan başka bir şey yapmaz.
Son olarak, bu özerklik, orta merkezin kararlarını beklemeksizin, bölgenin doğal zenginliklerini en iyi biçimde kullanmayı ve üretici güçleri geliştirmeyi sağlar — kültürel-ulusal özerklik içinde bulunmayan işlevler.
Demek ki, bölgesel özerklik, ulusal Sorunun çözümünde zorunlu dayanak noktasıdır.
Bölgelerden hiç birinin tam bir ulusal türdeşlik sunmadığından kuşku yok, çünkü onlardan herbirinde bir ulusal azınlıklar mozayiği vardır. Polonya'daki Yahudiler, Litvanya'daki Letonlar, Kafkasya'daki Ruslar, Ukrayna'daki Polonyalılar vb. gibi. Bunun sonucu, azınlıkların ulusal çoğunluklar tarafından ezilmesinden kaygılanılabilir. Ama bu kaygılar, eğer ülke eski düzeni koruyorsa gerçek bir temele dayanıyor demektir. Ülkede tam demokrasiyi sağlayın, kaygılar ortadan kalkacaktır.
Dağınık azınlıkları bir tek ulusal birlik içinde birleştirmek önerilir. Ama azınlıkların yapay bir birliğe değil, yaşamakta bulundukları yerler üzerinde gerçek haklara gereksinmeleri var. Tam bir demokratlaşma olmaksızın böyle bir birlik onlara ne verebilir? Ya da: tam demokratlaşma utunca, bir ulusal birlik zorunluğu nedir?
Ulusal azınlığı özellikle kaygılandıran şey nedir? Azınlık, bir ulusal birliğin yokluğundan değil, onun kendi ana dilini kullanma hakkının yokluğundan hoşnutsuzdur. Ona kendi ana dilinin kullanımını bırakın, hoşnutsuzluk kendiliğinden geçecektir.
Azınlık, yapay bir birliğin yokluğundan değil, ama yaşadığı yerde ana dilde bir okul yokluğundan hoşnutsuzdur. Ona bu okulu verin, hoşnutsuzluk ortadan kalkacaktır.
Azınlık, bir ulusal birliğin yokluğundan değil, ama vicdan, gezi, vb. özgürlüğünün yokluğundan hoşnutsuzdur. Ona bu özgürlükleri verin, o, hoşnutsuz olmaktan çıkacaktır.
Demek ki, (dil, okullar, vb.) bütün biçimleri altında ulusal eşitlik, ulusal sorunun çözümünde zorunlu dayanak noktasıdır. Ülkenin tam demokratlaşması temeli üzerinde kurulmuş ve istisnasız her türlü ulusal ayrıcalıkları ve ne olursa olsun ulusal azınlıkların haklarına her türlü engel ya da kısıtlamayı yasaklayan, tüm devlete yaygın bir yasa.
Azınlık haklarının, düşsel değil ama gerçek güvencesi işte bunda, ve ancak bunda bulunabilir.
Örgütlenmede federalizm ile kültürel-ulusal özerklik arasında mantıksal bir bağın varoluşu yadsınabilir ya da yadsınmayabilir. Ama kültürel-ulusal özerkliğin, tam bir kopuşa, ayrılıkçılığa dönüşen sınırsız bir federalizme elverişli bir ortam yarattığı yadsınamaz. Eğer Avusturya'da Çekiler ve Rusya'da da bundcular, özerklikten başlayarak federasyona geçtiler, en sonunda da ayrılıkçılık ile bitirdilerse, bu işte ulusal-özerkliğin doğal olarak yarattığı milliyetçi hava kuşkusuz büyük bir rol oynamıştır. Ulusal özerklik ile örgütlenmede federatif ilkenin birlikte gitmeleri raslantı değildir. Bunun anlaşılması da güç değil. Çünkü her ikisi de milliyetlerin sınırlandırılmasını isterler. Her ikisi de milliyetler bakımından örgütlenmeye dayanırlar. Benzerlik yadsınamaz. Tek ayrım, birinde genel olarak nüfusun, öbüründe sosyal-demokrat işçilerin sınırlanmasıdır.
İşçilerin milliyetler bakımından sınırlandırılmasının neye yolaçtığını biliyoruz. Tek işçi partisinin parçalanması, sendikaların milliyetler bakımından bölünmesi, ulusal sürtüşmelerin kızışması, öteki milliyetler işçileri karşısında ihanet, sosyal-demokrasi saflarında tam bir çöküntü — örgütlenmede federalizmin sonuçları işte bunlardır. Avusturya'da sosyal-demokrasinin tarihi ve Rusya'da Bundun etkinliği buna açıkça tanıklık ederler.
Böyle bir duruma karşı tek çıkar yol, enternasyonalizm ilkelerine dayanan örgütlenmedir.
Rusya'nın bütün milliyetler işçilerinin, hemen tek ve birleşmiş topluluklar içinde toplanması, bu toplulukların tek bir parti içinde birleştirilmesi — görev işte budur.
Partinin bu kuruluş biçiminin, bölgelerin tek bir bütün içindeki, parti içindeki geniş bir özerkliği dıştalamadığı, ama içtelediği kolay anlaşılır.
Kafkasya deneyimi, bu tür bir örgütlenmenin tüm yararlılığını gösterir. Eğer Kafkasyalılar, Ermeni ve Tatar işçiler arasındaki ulusal çatışmaların üstesinden gelme başarısını gösterebildilerse; eğer halkı toplu kıyım ve kurşunlanma olasılıklarına karşı koruma başarısını gösterebildilerse; eğer Baku'da, ulusal grupların bu çiçek dürbününde (kaleidoscope), ulusal çatışmalar bundan böyle artık olası değillerse, eğer orada işçileri tek bir güçlü hareket içine çekme başarısı gösterilmişse, — son rolünü oynamamış olan Kafkas sosyal-demokrasisinin uluslararası yapısındandır.
Örgütlenme tipi yalnızca pratik çalışma üzerinde etkili olmakla kalmaz, işçinin tüm manevî yaşamı üzerinde de silinmez bir iz bırakır. îşçi kendi örgütünün yaşamını yaşar, manevî bakımından orada gelişir ve eğitimini orada yapar. Böylece, kendi örgütü içinde gelişen ve her kez orada öteki milliyetlerden yoldaşlarına raslayan, onlarla birlikte ortak topluluğun yönetimi altında ortak savaşımı yürüten işçi, işçilerin her şeyden önce tek bir sınıf ailesinin üyeleri, tek bir sosyalizm ordusunun üyeleri oldukları fikrini iyiden iyiye özümler. Ve bu da işçi sınıfının büyük katmanları bakımından büyük bir eğitici önem taşımaktan geri kalamaz.
Bu nedenle, uluslararası örgütlenme tipi, enternasyonalizm yararına en etkili ajitasyon olan yoldaşlık duygularının okuludur.
Milliyetler bakımından örgütlenmede ise durum başkadır. Milliyet temeli üzerinde örgütlenen işçiler, örgüt engelleri ile birbirlerinden ayrılarak, kendilerini kendi ulusal kabukları içine kapatırlar. Vurgulanmış bulunan şey, işçiler arasında ortak olan şey değil, ama onları birbirlerinden ayıran şeydir. Burada işçi her şeyden önce kendi ulusunun üyesidir: Yahudi, Polonyalı, vb... Eğer örgütlenmede ulusal federalizm, işçilerde ulusal tecrit zihniyetini geliştirirse, bunda şaşılacak hiç bir şey yoktur.
Bu nedenle ulusal örgütlenme tipi ulusal dargörüşlülük ve ulusal görenek okuludur.
Böylece önümüzde ilke bakımından ayrı iki örgütlenme tipi var: uluslararası birlik tipi ile, işçilerin milliyetler bakımından örgütlenmesinde "sınırlama" tipi.
Bu iki tipi uzlaştırma çabaları şimdiye değin başarı kazanamamıştır.
Avusturya sosyal-demokrasisinin, 1897 yılında Wimberg' de hazırlanmış bulunan uzlaştırıcı tüzüğü, havada kalmıştır. Avusturya Partisi, ardında sendikaları da sürükleyerek, parçalanmıştır. "Uzlaşma"nın yalnızca ütopyacı değil, ama zararlı da olduğu görülmüştür. Strasser, "ayrılıkçılık, ilk zaferini, parti kongresinde, Wimberg'de kazandı"[103] demekte haklıdır.
Bu, Rusya'da da böyledir. Stokholm Kongresinde, Bund federalizmi ile varılan "uzlaşma" tam bir iflâsla sonuçlanmıştır. Bund, Stokholm uzlaşmasını başarısızlığa uğratmıştır. Daha Stokholm Kongresinin ertesi günü, Bund, işçilerin çalıştıkları yerlerde bütün milliyetlerden işçileri kapsayan tek bir örgüt içinde kaynaşması yolunda bir engel durumuna gelmiştir. Ve Bund, 1907 ve 1908'de Rus sosyal-demokrasisinin birçok kez bütün milliyetler işçileri arasındaki temel birliğin artık gerçekleşmesini istemesine karşın,[104 ]ayrılıkçı taktiğini dikkafalılıkla sürdürmüştür. Örgütlenmede, işe, ulusal özerklikle başlamış bulunan Bund, gerçekte, sonunda tam bir kopuşa, ayrılıkçılığa varmak üzere, federasyona geçmiştir. Oysa, Rus sosyal-demokrasisinden koparken, oraya kargaşalık ve düzensizlik getirmiştir. Jagello olayını anımsatmak yeter.[105]
Bundan ötürü, "uzlaşma" yolu, ütopyacı ve zararlı bir yol olarak bırakılmalıdır.
İki şeyden biri: ya Bund federalizmi, ve o zaman Rus sosyal-demokrasisi, işçilerin milliyetler bakımından "sınırlandırılması" temelleri üzerinde yeniden kurulur: ya da uluslararası örgütlenme tipi, ve o zaman da Bund, Yahudi işçilerin, Rusya'nın öteki milliyetler işçileri ile doğrudan doğruya birleşmesi sonucuna yolu açarak, Kafkasya, Letonya ve Polonya sosyal-demokrasisi örneğine göre, bölgesel özerklik temelleri üzerinde yeniden kurulur.
Orta yol yoktur: ilkeler yenerler, ama "uzlaşmazlar".
Demek ki, işçilerin uluslararası birleşme ilkesi, ulusal sorunun çözümünde zorunlu dayanak noktasıdır.
Prosceşçenye, n° 3-5
Mart-Mayıs 1313. Viyana, Ocak 1913