Header Ads

Header ADS

Felsefenin Temel İlkeleri - Devletin İçeriği ve Biçimi

III. DEVLETİN İÇERİĞİ VE BİÇİMİ


Egemen ve sömürücü sınıfların ideologları tarafından devlet sorununu anlaşılmaz hale getirmek için kullanılan bellibaşlı çarelerden biri, devletin biçimiyle içeriğini birbirine karıştırmaktır. Çeşitli devlet tiplerini tanımlarken, her zaman, iktidar ayrıcalığını kullanan insanların sayısından sözederler: monarşik, aristokratik, demokratik devlet ayrımı yaparlar. Tartışmayı biçim sorunlarıyla, iktidarı yürüten örgütlerin niteliğiyle sınırlandırırlar: örneğin, bir parlamentonun varlığı, "kuvvetlerin ayrılığı", "adaletin bağımsızlığı", vb. ile içeriğinin dokunulmaz olduğunu gösterirler. Marksizme göre en önde gelen sorun şudur: kimin çıkarına ve kime karşı bu iktidar yürütülmektedir? Marksizm, devletin toplumsal içeriğini biçiminden ayırdeder. 


Devletin toplumsal içeriği.

Bir devlete, niteliğini, onun gerçek toplumsal içeriği, yani sınıf içeriği verir. Bir devlet köleci ya da feodal, burjuva ve kapitalist ya da proleter ve sosyalisttir. Her devlet, bir sınıf iktidarıdır: bu, onun kökeninin ve rolünün sonucudur. İçerik, devletin özünü temsil eder, biçimden önce gelir ve onu belirler. Her egemen sınıf, kendi sınıf iktidarına en iyi uyan biçimi seçer. Birkaç tarihsel örneğe bakalım. Antikçağ devleti, bir köleci devlet midir? Evet, biçimi ne olursa olsun, çünkü, bu devlette, köle, yurttaş değildi. Ortaçağ devleti, bir feodal devlet midir? Evet, biçimi ne olursa olsun, çünkü, bu devlette serfin hiçbir zaman en küçük bir siyasal hakkı yoktu; burjuvalara gelince, onlar feodal devlette kurtuluşlarını yüksek bir savaşımla elde ettiler. Çağdaş Fransız devleti, 1789'dan beri, kapitalist burjuvazinin devleti midir? Evet, biçimi ne olursa olsun, çünkü, hiçbir zaman proletaryanın bu devlette burjuvaziden savaşımla kopardığı ve her an sürdürdüğü savaşımla saygı gösterilmesini sağladığı haklarından başka bir siyasal hakkı olmamıştır. Sovyet devleti, işçilerin ve köylülerin devleti midir? Evet, çünkü, "... SSCB'nin siyasal temeli, büyük toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin iktidarının devrilmesi sonucunda iktidarın proletarya tarafından elegeçirilmesi ile büyüyen ve kuvvetlenen emekçi vekillerinin Sovyetleri tarafından oluşur." (SSCB Anayasası,
2. Madde.) "SSCB'de bütün iktidar, emekçi vekilleri Sovyetlerinin kişiliğinde, kent ve köy emekçilerine aittir." (SSCB Anayasası, 3. Madde.) Şu halde, zamanımızda bir devletin niteliğini belirlemek için sorulacak ilk soru, bir burjuva kapitalist devlet mi, yoksa işçilerin ve köylülerin sosyalist devleti mi sözkonusudur? sorusudur. Devlet, bir insanın ya da bir partinin devleti olamaz; her  zaman, bir sınıfın devletidir. Bir devlet, görmüş olduğumuz gibi, iktisadi bir temeli olmadan kendisini sürdüremez, iktisadi temel ise, biliyoruz ki, üretim araçları mülkiyetiyle nitelenir. Mülkiyeti cisimleştiren, onu elinde bulunduran ve ondan yararlanan toplumsal güç, hiçbir yerde, bir insan ya da bir parti değildir, her zaman ve her yerde bir sınıftır, şurada kapitalist burjuvaların sınıfı, ötede emekçi köylüler sınıfının müttefiki olan işçilerin sınıfıdır. Demek ki, bir devletin toplumsal içeriği şu sorunun yanıtıyla verilir: hangi üretim ilişkilerinin hizmetinde, hangi mülkiyet biçiminde (özel ya da toplumsal), ve hangi sınıfın devletidir? Bütün siyasal kavramlar konusunda bu soruyu sormak gerekir. Örneğin özgürlük konusunda, Lenin, hemen kağıt üzerine şu notları düşmüştü:
" 'Özgürlük.' = meta sahipleri için özgürlük. "Ücretli işçiler için, köylüler için gerçek özgürlük. "Sömürücüler için özgürlük. "Kimin için özgürlük? "Kimden? Neden özgürlük?"[15]
Ve eşitlik konusunda;
" 'Eşitlik'. Anti-Dühring'de Engels (eğer sınıfların ortadan kaldırılmasının ötesine geçerse önyargıdır). "Meta sahiplerinin eşitliği. "Sömürülen ile sömüren arasında eşitlik. "Aç ile tok arasında eşitlik. "İşçi ve köylü arasında eşitlik. "Kimin arasında eşitlik? Neyin arasında?"[16]
Bir devlet yönetiminin araçları, devletin aleti olduğu sınıfın araçlarıdır, ve bu sıfatla, anlamlıdırlar ve devletin içeriğine tanıklık ederler. Kapitalist devlet için bunlar kapitalist araçlardır ve en başta da paradır.  Engels bu konuda şöyle yazıyor:
"... demokratik cumhuriyet, [bu] en yüksek devlet biçimi, servet ayrımlarını artık resmen tanımaz. Zenginlik, demokratik cumhuriyette, gücünü, dolaylı, ama o kadar da güvenli bir biçimde gösterir. Bir yandan, Amerika'nın klasik bir örnek sunduğu, memurların düpedüz rüşvet yemesi, öbür yandan, hükümetle borsa arasındaki ittifak biçimi altında; bu ittifak, devlet borçları ne kadar çok artar, ve hisse senetli şirketler, yalnızca ulaştırmayı değil, üretimin kendisini de ellerinde ne kadar çok toplar ve böylece borsada ne kadar merkezî bir durum kazanırlarsa, o kadar kolay gerçekleşir."[17]
Zamanımızda burjuva cumhuriyette zenginliğin egemenliği daha az belirgin değildir. Her ne kadar mali oligarşinin üyelerine devletin kilit noktalarını ayıran hiçbir yasal ya da adli karar yoksa da "devlet aygıtının tekellere bağımlılığı"[18] bir olgu olmaktan geri kalmaz. Bir yandan, 200 aile, kendi üyelerinden bazılarını, devlet aygıtında yüksek görevlere yerleştirme olanaklarına sahiptirler: bu görevlere alınma kuralları ne olursa olsun, sonuçta maliye müfettişliği ve benzerleri gibi "büyük devlet görevlerine" kabulünü sağlayan şeyin, adayın toplumsal durumu olduğu bilinir. Öte yandan mali oligarşi, yüksek memurların düzenli bir şekilde özel sektöre doğru göçmesini düzenler, bu gerçek iş bıraktırma, ona kendi kadrolarından sürekli olarak adam toplamayı sağlama olanağını verir, ki bu da, tutku, kazanç hırsı, ahlaksızlıkla bütün yönetim hiyerarşisini denetlemeye yönelir. Bu ahlaksızlık, kapitalist devletin kaçınılmaz ve devresel skandallarında patlak verir. Ayrıca, tröstlerin yönetim kurullarındaki üyeliklerin, milletvekillerine, diplomatlara, generallere vb. doğrudan doğruya dağıtılması biçimini de alır. Yukarda, devletin, mali sermayenin hizmetinde, tarihsel rolünü gördük. Marshall planının kredileri yüzünden Fransız  devleti, Yankee tekellerine bağımlı bir duruma ve devletin çarklarından bazıları, örneğin Quai d'Orsay, onların ajanları tarafından sıkı sıkıya denetlenir duruma düştü. Büyük burjuvazi, parlamento üzerinde bir şantaj aracı olarak "mali bunalım"ı da istediği gibi kullanır: devlet borçlarının artması ona göre siyasal iyi bir iştir: burjuvazi hesabına krallar üzerinde baskı yapmak için bir araç olmuş olan mali şantaj, burjuvazi için kendi devleti ile ve sıkıntı içindeki yabancı devletlerle olan ilişkilerinde de yararlanılabilir bir pratik olarak kalır. Burjuva devlette zenginliğin siyasal rolü, daha bir sürü konuda ortaya çıkar: basın özgürlüğünün içeriği bir gazete kurmanın ve onu finanse etmenin maddi olanağına yalnız kapitalistler sahip olduklarına göre, kapitalistlerin bu içeriği yaratmada hareket serbestisinin tümüne sahip oluşlarından başka nedir ki? - herkesin eğitim görme hakkının içeriği nedir, eğitim görme olanağına gerçekten sahip olanlar, yalnızca, eğitimin masraflarını ödeyebilen toplumsal sınıf ve tabakalar olduktan sonra - düşünce özgürlüğünün ve siyasal hakların içeriği nedir, gerçekten adayların kayıt yaptırma olanağı, yalnızca seçim kampanyasını finanse edebilecek kapitalist gruplar için sözkonusu olduktan sonra? Unutmayalım ki, bağımsız bir işçi sınıfı partisinin varlığı, burjuva liberalizmin değil, yığınların etkili dayanışmasının sonucudur. Sınıf devletinin çizgileri adalet sorununda net olarak belli olurlar. İlkin şunu kaydedelim ki, adalet verilmez, teslim edilmez, burjuvazi tarafından satılır: teorik olarak parasız olan adalet, gene de ancak bir davanın giderlerini üzerine alabilecek kimselere verilir; bir emekçi, bir iş kazası için nasıl zarar-ziyan tazminatı elde edebilir? Bir idari eşitsizliğe karşı, devlet konseyinden nasıl yardım isteyebilir? Adalet, ta burjuvazinin ilk zamanlarına kadar giden ve halk yığınlarınca anlaşılmaz olan bir ifadeyle dağıtılır. Ensonu ve özellikle adaleti yöneten ilkeler, mülkiyetin, sermayenin savunulması üzerine kurulu burjuva hukukun ilkeleridir; kişisel mallan Çalanlara, hırsızlara karşı yapılan önleme ve bastırma, sömürücülerine  karşı savaşım veren emekçilere karşı baskıya bir özür oluşturur; siyasal işlerde burjuva devletin yüksek yargıçlar üzerindeki baskı araçları, terfilerine karşı şantajdan, kışkırtıcı ajanların yaptıkları, zarzor maskelenebilen tehditlere kadar çok çeşitlidir; hatta cinayetler konusunda bile, burjuva ideolojisinin, bunları, cinayetin bahtsız bir düşkün ya da bir "şerefli" ailenin çocuğu tarafından işlenişine göre çok farklı biçimde değerlendirdiği bilinen bir şeydir: en-sonu çöküş halindeki burjuvazinin ahlakça düşüşü, adaleti, pratik bakımdan, toplumun "yüksek" çevrelerinin soygununu yapan büyük işler peşindeki kaçakçı, karaborsacı ve gangsterleri karşısında güçsüz bir hale getirir. Hukukun içeriği, varolan mülkiyet rejimini onaylamak gibi bir göreve sahip olması olgusundan doğar. Sonsuz ilkelerin, "doğal yasaların" ya da "kolektif bilincin" iradesinin türleşmesi olmaktan uzak bulunan hukuk, üstyapı oluşturan bir öğedir, mutlağa götürerek, sözde değişmez bir "ilke"yle doğruluğunu tanıtlayarak sonsuzlaştırmaya çabaladığı egemen mülkiyet biçiminin yansısıdır: burjuva hukuk anlayışı, metafizik yöntemin en iyi uygulama örneklerinden biridir. Basit bir örnek, hukukun sınıf içeriğini açıklayacaktır. Yasa, çocuklara, ana-babalarının gereksinmelerine yardımda bulunmak ve ana-babalara ise çocuklarını yetiştirmek zorunluluğunu yükler. Bütün toplum için genel kural olan bu zorunluluk ancak mülk sahibi olan burjuva aileler için bir anlam taşımaktadır; proletaryanın çalışmayan unsurlarının, yani yaşlı, hasta ve sakat emekçilerin ise, çocuklarını yetiştirme zorunluluklarını yerine getiremeyecekleri açık değil midir? Burjuva "demokratik" devlet, bunlardan başka, şu aşağıdaki çizgilerle karakterize olur: - bürokrasi: yönetim yalnızca yukardan aşağıya büyük burjuvazinin gizli buyruklarına göre yürütülür; yüksek yönetim pratik olarak sorumsuzdur ve doğrudan doğruya malı oligarşi tarafından denetlenir; yüksek memurlar, "yeteneklilerin", yani burjuvazinin yüzyıllardan gelme sınıf deneyiminin  taşıyıcıları olan uzmanlaşmış, içine kapalı "müfrezeleri" oluştururlar; bu yönetim "meslek sırrı" bahanesiyle parlamento komisyonlarının denetiminden kaçırılır; il yönetimi yerel meclislerin çalışmalarını gözden geçirir ve onların kararlarını büyük burjuvazinin sınıf çıkarlarına bağımlı kılar.[19] - militarizm: barışı yalnız iki saldırı arasında bir ateşkes sayan emperyalizmin bir sonucu olan askerî hizmet süresinin çok fazla olmasının, bütün öteki amaçlarının yanında, gençliği emperyalizmin hizmetinde ayakta tutmak gibi bir amacı vardır; disiplin, tartışmasız, yukardan empoze edilen edilgin bir itaat gibi anlaşılır; emperyalizm, erlerine kendi sınıf amaçlarını açıkça itiraf edemez. - parlamentarizm: seçimler, yalnız her 4 ya da 5 yılda bir burjuvazinin hangi güvenilir adamının parlamentoda halkı temsil edeceğine ve ezeceğine karar vermek zorunda oldukları şeklinde anlaşılır; halkın temsilcileri, seçmenleri tarafından görevden alınamaz, düşürülemezler ve burjuvazinin "kuvvetlerin ayrılması" safsatası gereğince yürütme ve yönetme kuvvetini ellerinde bulundurmazlar; parlamentarizmin tanımlaması öyledir ki, seçilen meclisler, kararlarının yürütülmesini ve uygulanmasını kendileri denetlemezler, meclisler iş görmezler, etkili değillerdir.  Ensonu Fransa'da son zamanın olayı, siyasal personelin bile, bir Pinay, bir Mayer, bir Laniel ile birlikte artık siyasal personeli boyundurukları altında bulundurmakla yetinmeyen ve hükümetin, yönetimini şahsen sağlayan kapitalistler arasında doğrudan doğruya seçilmesidir. Birleşik Devletler'de bu olay daha eski ve daha yaygındır: generaller, diplomatlar, yargıçlar, bu görevleri bizzat kendileri yerine getiren kapitalistlerdir. İşte şimdi bütün devletin hangi anlamda bir sınıf iktidarı olduğunu görüyoruz; bu demektir ki, iktidar gerçeği kendi çıkarları içinde ve kendisine özgü yöntemlerle iş gören bir sınıfa aittir. Burjuva devlet, kapitalistler için demokrasi olabilir, ama her zaman işçi sınıfı üzerinde bir diktatörlüktür. Lenin, "Diktatörlük, demokrasinin yadsınması. Kim için?"[20] diyordu. O halde faşizmi, "bir partinin diktatörlüğü" olarak tanımlamak yanlıştır. Faşizm, "finans kapitalin en gerici, en şoven, en emperyalist unsurlarının açık terörist diktatörlüğü"dür (Dimitrov). Tek parti, bu sınıf diktatörlüğünün aletinden başka bir şey değildir. Ensonu, modern devlete "proleter unsurların nüfuz etmesi" üzerine, ki bu, devlete sözde "aracı" bir nitelik sağlayacaktır, çünkü, devlet "tamamıyla proleter olmasa" da artık "bütün bütüne burjuva" da olamayacaktır türünden sosyal-demokrat gevezelikler de şu gerçeği maskeleyemez: eğer proletarya, büyük zahmetlerle, kapitalist devletin ileri karakollarından birkaçını düşürmek zorunda kaldı ise, bu, kapitalist devletin kapitalist devlet olarak kalmasını önler mi, ya da tersine, bu devletin kapitalist devlet olduğunun kesin kanıtı değil midir?

b) Devletin biçimi.
Devletin biçimi toplumsal içeriğinin ifadesidir, sınıf savaşımının gelişimi ile belirlenir. Lenin antik çağdan beri ortaya çıkan çeşitli devlet biçimlerini ayırdeder:
- bir tek kişinin iktidarı olarak monarşi; - seçilmemiş iktidara yer vermeyen devlet olarak cumhuriyet; - nispeten sınırlı olan bir azınlığın iktidarı olarak aristokrasi; - halkın iktidarı olarak demokrasi.
Bu çeşitli biçimler, aralarında birleşiyorlardı. Örneğin cumhuriyet, aristokratik ya da demokratik olabilir ve aynı zamanda monarşi artıklarını içinde barındırabilir. Devletin biçimi çok kere değişkendir: biçim, çok kere içeriğe göre geride kalarak, kendi tutumuyla toplumun iç çelişkilerini ifade eder. Antikçağda, bütün devlet biçimlerinin köleci bir içerikleri vardı. Bununla birlikte, birinden ötekine, aristokratik cumhuriyetten demokratik cumhuriyete (örneğin Roma'da) geçiş, zorunlu olarak, toprak sahipleri (patrisyenler) ile tacirler (plebyenler) arasındaki sınıf savaşımının yeni bir evresini yansıtıyordu. Feodal düzende, devlet biçimleri büsbütün değişik oldular: feodallerin, devlet şefini, imparatoru seçtikleri aristokratik cumhuriyetler olmuştu; bazıları babadan oğula geçen monarşiler haline döndüler. Charlemagne her yıl Karolenjiyen soylulardan bir parlamentoyu toplantıya çağırıyordu, bu Frankların "cumhuriyetçi" geleneklerinin bir kalıntısıydı. Birinci Kapetiyenler seçiliyorlardı ve belli bir dönemde, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğunda, imparator büyük feodaller tarafından seçilirdi. Ama bütün bu durumlarda da devletin içeriği feodaldi. Seçilmiş delegelerden oluştuklarına göre eski rejimin Etajenero (Etats généraux) meclisi "cumhuriyetçi" nitelikte bir kurumdu, ve burada feodaller, otomatik olarak her iki üçte-birin, yani soylularla din mensuplarının çoğunluğundan yararlandıklarına göre aynı zamanda aristokratik bir kurumdu: ve bu arada feodallerin çıkarlarına hizmet ettiği için de feodal bir kurumdu.[21]  Burjuvazi, mali çarelerle monarşik feodal devlette bir nüfuz elde edince, feodal bir kurum olan ve burjuvazinin azınlıkta bulunduğu Etajenero kurumunu yenilgiye uğrattı. Bunun içindir ki, XIV. Louis'nin ve Colbert'in -Colbert bir burjuvadır- "mutlak" monarşisinde Etajenero meclisi hiçbir zaman toplanmadı. Ama 18. yüzyılda, burjuvazinin kaydettiği, feodal sistemin varlığını bile tehlikeye sokan ilerlemelerden dolayı, daha önce Fronde ayaklanmasından sonraki günlerde feodallere karşı yöneltilmiş olan monarşik mutlakiyetin sivri ucu bu kez burjuvaziye karşı döndü. Burjuvazi, bunun üzerine, Etajenero meclisinden yararlanmayı tasarladı. Durum değişmişti: birkaç reform yaparak şimdi burjuvaziye hizmet edebilirdi! Soylular, ülkede tecrit edilmiş durumdaydılar; din mensupları ise, sınıf savaşımı sonucu, feodal yüksek ruhban ve halktan çıkma aşağı ruhban olarak ikiye bölünmüştü; burjuvazi, ulusal ekonominin zenginliğinin dayandığı sınıftı: burjuvazi, üçüncü-gücün (tiers-état) (geleneksel olarak öteki iki tabakanın her birininkine eşit olan) delegelerinin sayısını iki katma çıkarmak ve Etajenero meclisi içinde artık zümre hesabıyla değil de adam sayısıyla bir oya sahip olmak için halk yığınları arasında bir kampanya yürüttü; bu şekilde din mensupları grubunun alt tabakasının delegelerinin desteğini de sağlayarak Etajenero meclisinde kesin olarak salt çoğunluğu elde etti! Delegeler toplandığı zaman üçüncü-gücün vekilleri, oturumu kendi otoriteleriyle yürüterek, din mensupları vekillerini kendileriyle birleşmeye davet ettiler ve kendilerini millet meclisi olarak ilan ettiler. Görülüyor ki, sınıf savaşımındaki durum değişikliklerine göre, burjuvazi, bazı kez, feodal devletin monarşik kurumlarından (kraldan), bazı kez, feodal devletin "cumhuriyetçi" kurumlarından (Etajenero meclisinden) yararlanmayı bildi. Sınıf savaşımının gelişmesidir ki, bu feodal kuruma yeni  bir içerik, burjuva bir içerik vermek olanağını sağlamıştır; yeni içerik, belli bir zaman için, eski bir biçime büründü ve kendi değişikliklerini sağladı. Ensonu şunu da kaydedelim ki, nicel bir evrim, ülkede burjuvazinin gücünün artması, diyalektik olarak kurumların biçiminde nitel bir değişikliğe, Etajenero meclisinin millet meclisi haline gelmesine, ve aynı zamanda, genel siyasal durumun tümden tersine dönmesine, siyasal devrime yolaçtı. Bütün bunlar sınıf savaşımının gelişim temeli üzerinde yapılmıştı. Bizzat burjuvazi de, sırası gelince, egemen sınıf oldu, çeşitli devlet biçimlerini uyguladı: - meşruti krallık, yani yalnız belli bir vergiyi ödeyebilecek kadar zengin olan "etkin yurttaş"ların seçmen olabildiği "yükümlü seçmenler sistemine, yani 'gens' sistemine" dayanan, demokratik olmayan bir cumhuriyetle sımsıkı sınırlandırılmış bir monarşi; - "gens" sistemine dayanan cumhuriyet; - "genel" oy hakkıyla demokratik cumhuriyet. Ama birinci biçim, gerekli olduğu dönemlerde, eski rejimle yapılan bir uzlaşmayı temsil ediyordu. İkincisi, rejimin iktisadi temeline uygun düşmesi bakımından burjuvazinin tercihi oldu: bu, mülk sahiplerinin cumhuriyetiydi. Üçüncüsü, proletaryanın sınıf savaşımı geliştiği ve "sınıfların çatışmasını ılımlaştırmak", proletaryanın devrimci atılışını yönlendirmek ve kırmak için, burjuvazinin kendi sınıf diktatörlüğü görüşünü değiştirmesi gerektiği zaman zorunlu oldu. Burjuvazi, demokratik cumhuriyetin ideal ve son devlet biçimi olduğu, "ilerici bilincin", uygarlığın, hümanizmin "doğal hukukun" cisimleşmesinin son sözü olduğu, bir bakıma tarihin de sonu olduğu fikrine herkesi inandırmayı çok isterdi. Böylece sermayenin egemenliğini sonsuzlaştırabilirdi. Kapitalizmin çelişkileri, sınıf savaşımının ve iktisadi bunalımların keskinleşmesi, emperyalist saldırıların hazırlanışı, kapitalizmin genel bunalımının başlaması buna olanak vermedi. Burjuvazi, çürümüş bir ekonomi üstünde yalpalayan kendi sınıf egemenliğini sürdürüp gitmek ve savaşı hazırlamak için demokratik maskesini atmak ve kendi öz meşruiyetini bozmak zorunda kaldı. O zaman kan dökücü vahşiliği içinde faşizmin lanetlenmiş çehresini, sermaye diktatörlüğünü gösterdi. Bununla, devletin sınıf içeriğinin biçimden önce geldiğinin, demokratik cumhuriyetin, tarihsel, geçici ve burjuvazinin kendi sınıf çıkarlarına bağlı olan, hiçbir şekilde kutsal ve sonsuz olmayan bir devlet biçimi olduğunun kanıtını verdi. Burjuvazi, özgürlüğe ve uygarlığa karşı, çıkar gütmeyen ve kayıtsız-şartsız olan aşkına ilişkin beyanlarının ikiyüzlülüğünü kendisi tanıtlamış oldu.

IV. SINIF SAVAŞIMI VE ÖZGÜRLÜK 
Blogger tarafından desteklenmektedir.