Kapitalizmin gelişmesinin eşitsizliğinin büyümesi. Amerikan emperyalizminin yayılması
Kapitalist ülkelerin gelişmesinin eşitsizliğinden doğan İkinci Dünya Savaşı, bu eşitsizliğin daha da keskinleşmesine yol açtı. Üç emperyalist güç –Almanya, Japonya ve İtalya– askeri olarak çökertildiler. Fransa, büyük zararla çıktı. İngiltere ciddi bir şekilde zayıfladı. Ama aynı dönemde savaş içinde daha çok zenginleşen ABD tekelleri, kapitalist dünyadaki konumlarını pekiştirdiler. Faşist saldırganların İkinci Dünya Savaşında çökertilmelerinden sonra dünya gericiliğinin ve saldırganlığın merkezi Amerika Birleşik Devletleri’ne kaydı.
Amerikan tekelleri, rakiplerinin zayıflamasından yararlanarak, azami kâr peşinde, savaş sonrası dönemde kapitalist dünya pazarının önemli bir bölümünü ellerine geçirdiler.
Daha 1949 yılının sonunda yurtdışındaki Amerikan sermaye yatırımları, hepsi beraber tüm diğer kapitalist devletlerin yurtdışındaki sermaye yatırımları toplamını aşmış bulunuyordu. Yurtdışına yatırılmış Amerikan sermayelerinin toplam tutarı, 1939 yılı sonunda 11.4 milyar dolardan 1953 yılının sonunda 39.5 milyar dolara çıktı. Yurtdışına yatırılan İngiliz sermayelerinin toplam tutarıysa, 1938’deki 3.5 milyar pound sterlinden 1951 yılında 2 milyar pound sterline düştü. Kapitalist ülkelerin altın stokunun ezici bölümü ABD’de yoğunlaşmıştır; ABD, bu ülkelerin başlıca alacaklısı durumuna geldi.
Amerikan yayılması, ilk dönemde “Avrupa’nın savaştan sonra yeniden inşa edilmesi” bahanesi ile gerçekleşti. 1948-1952 yılları için geçerli “Marshall planı”, Batı Avrupa ülkelerini gemleme, sanayilerini boğma, onları satılmayan Amerikan malları için pazarlama alanlarına dönüştürme, ve onların ulusal egemenliğini ortadan kaldırma amacı güdüyordu; bu plan, aynı zamanda bu ülkeleri Amerikan saldırı politikasının alanı içine çekme ve bunların iktisatlarının askerileştirilmesini ilerletme hedefini de güdüyordu. “Marshall planı”, Kuzey Atlantik Paktının, Amerikan emperyalizmi tarafından 1949 yılında dünya egemenliğini kurmak için İngiltere’nin egemen çevrelerinin de aktif desteğiyle kurulan bir saldırı paktının temelini oluşturdu. “Marshall planı”nın geçerlilik süresinin bitmesinden sonra, bunun yerini “karşılıklı güvenliğin sağlanması” programı aldı; buna göre Amerikan “yardımı” yalnızca aşırı silahlanma, yalnızca yeni bir savaş hazırlığı için verilmektedir. Böylelikle Amerikan emperyalizmi, kapitalist ülkelerin iktisadının “onarıcısı” maskesini nihai olarak attı.
Amerikan mali oligarşisinin kapitalist dünya pazarı üzerinde egemenlik kurma planı, başarısızlığa uğradı. Birleşik Devletler, daralan kapitalist dünya pazarında Batı Avrupa ülkelerinin –öncelikle de İngiltere’nin– artan rekabetiyle karşılaştı. Pazarlama alanları için mücadele, Batı Almanya ve Japonya tekellerinin savaşın bitiminden beş ile altı yıl sonra bu mücadeleye tekrar girişmeleriyle keskinlik kazandı. ABD emperyalistleri, kapitalist dünya pazarının daralmasıyla ortaya çıkan kayıplarını, azgın iktisadi ve politik yayılma, diğer kapitalist ülkelerin tümüyle ya da kısmen boyunduruk altına alınması, bu ülkelerin ulusal bağımsızlıklarının fiilen ortadan kaldırılması yoluyla karşılamaya çalışmaktadır.
Amerikan ihracatı, savaş sırasında Avrupa ülkelerinin, hepsinden önce de İngiltere’nin ihracatının sert şekilde düşmesi pahasına yükseldi. 1945 yılında Amerikan ihracatının tüm kapitalist ülkelerin ihracatı içindeki payı, 1937’deki %12.6’dan %40.l’e çıktı. İngiltere’nin payı ise, 1937’deki %9.9’dan 1945’de %7.4’e düştü. Savaştan sonra, dünya pazarında mücadelenin keskinleşmesi ve Avrupa ülkelerinin ihracatının artması sonucu, ABD ihracatının kapitalist ülkelerin ihracatı içindeki payı 1953 yılında %21.1 ve İngiltere’nin aynı yıldaki payı ise %10.1 tutmaktaydı.
Amerikan tekelleri, kapitalist kampın diğer ülkelerine meta ihracını yükseltmek için her yolu denemekte ve bu amaçla hem bu ülkelere verdikleri köleleştirici kredilere ve hem de açık dampinge baş vurmaktadır. ABD, aynı zamanda çok yüksek gümrükler koyarak kendi iç pazarını yabancı metaların ithaline karşı kapatmaktadır. Amerikan dış ticaretinin bu tek yönlülüğü, diğer kapitalist ülkelerde kronik bir dolar açığına yol açmakta, yani bu ülkelerde ABD’den ithal ettikleri metaların ödenebilmesi için dolar sıkıntısı bulunmaktadır.
Birleşik Devletler’in iktisadi yayılması, ülkeler arasında tarihsel olarak ortaya çıkmış çok yönlü iktisadi ilişkileri çökertmektedir. Amerikan emperyalizmi, daha önce Batı Avrupa sanayi ürünleri karşılığında bu maddeleri teslim eden Doğu Avrupa ülkelerinden besin maddeleri ve hammadde alma olanağını Batı Avrupa’nın elinden almaktadır. Kapitalist iktisadın savaş sonrası zorluklarını keskinleştiren bir etken, emperyalistlerin Sovyetler Birliği, Çin Halk Cumhuriyeti ve Avrupa halk demokrasisi ülkeleriyle ticareti hemen hemen tümüyle durdurarak, demokratik kampın dünya pazarına girişini bizzat kapatması durumudur.
İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllarda (1946-1953) ABD’nin yıllık ortalama ihracatı 13.3 milyar dolar ve buna karşılık ithalatı yalnızca 8.2 milyar dolar tutuyordu. ABD, Batı Avrupa ülkelerinden yılda ortalama 1.3 milyar dolarlık mal ithal etmekte ve bu ülkelere yaklaşık 4 milyar dolarlık mal ihraç etmekteydi. Bu sekiz yıl içinde ABD’nin Batı Avrupa ülkelerine yaptığı ihracat ile bu ülkelerden yaptığı ithalat arasındaki fark 21.6 milyar dolar tutmaktaydı.
ABD’nin bugün halk demokrasisi kampına mensup olan ülkelerle mal devir miktarı, 1951 yılında 1937 yılının yalnızca onda birini, İngiltere’nin bu ülkelerle mal devir miktarı altıda bir ve Fransa’nınki dörtte birden az tutmaktaydı.
Amerikan emperyalizmi, halkların uluslararası sömürücüsü ve zorbası olarak, diğer kapitalist ülkelerin iktisadını deorganize eden bir güç olarak işlev görmektedir. Amerikan tekellerinin yayılması, İngiliz ve Fransız tekellerinin çıkarlarını gayet ciddi bir şekilde zedelemektedir. Amerikan tekelleri, “yardım” bahanesiyle, kredi sağlama yoluyla bu ülkelerin iktisadına girmekte, bu ülkeleri ABD iktisadının bir uzantısına dönüştürmeye çalışmakta ve İngiliz ve Fransız sömürgelerinde önemli konumları ellerine geçirmektedirler. Kendileri için ucuz hammaddenin ve güvenceli pazarlama alanlarının birinci dereceden öneme sahip olduğu emperyalist ülkeler olarak İngiltere ve Fransa, bu duruma sürekli katlanamaz. Amerikan boyunduruğu altında bulunan yenik ülkeler de –BatıAlmanya, Japonya, İtalya–, kendilerine dünya egemenliğinde Amerikalı iddia sahipleri tarafından biçilen alçaltıcı kaderi kabul edemezler.
Lenin, daha 1920 yılında, Amerika Birleşik Devletleriyle diğer kapitalist güçler arasındaki karşıtlıkların temelini ortaya çıkardığında, şöyle diyordu: “Amerika güçlü, herkesin Amerika’ya borcu var, herşey ona bağlı, en çok Amerika’dan nefret ediliyor, o herkesi yağmalıyor... Aralarında en derin ekonomik çekişme bulunduğundan, Amerika diğerlerinden daha zengin olduğundan, Amerika diğer ülkelerle uzlaşamaz.”*V.İ. Lenin, “RKP (B) Moskova Örgütü Aktifinin Toplantısında Konuşma”
İkinci Dünya Savaşından sonra küçülmüş olan emperyalist kampın içinde gelişme eşitsizliği daha da arttı; bu ise kaçınılmaz olarak, kapitalist ülkeler arasındaki karşıtlıkların daha da büyümesine yol açmaktadır. Bu karşıtlıklardan en önemlisi, ABD ile İngiltere arasındaki karşıtlıklardır. Bu karşıtlıklar, Amerikan ve İngiliz tekelleri arasındaki pazarlama alanları, hammadde kaynakları (herşeyden önce petrol, kauçuk, renkli metaller ve nadir metaller) ve bir bütün olarak etki alanları (Batı Avrupa, Orta ve Uzakdoğu, Latin Amerika) uğruna açık mücadelelerinde dile gelmektedir. ABD tarafından yaratılan ve sosyalist kamp ülkelerine yönelik emperyalist devletlerin saldırgan bloku, sermayenin egemen olduğu alanların boyutlarının daralması koşullarında yüksek tekel kârı peşinde koşan blok ortakları arasındaki karşıtlıkları ve çatışmaları ortadan kaldıramaz. Buradan, emperyalizm çağında kapitalist ülkelerin gelişmesinin eşitsizliği yasası tarafından belirlenen kapitalist ülkeler arasında savaşların kaçınılmazlığı Leninist tezinin, içinde bulunulan dönemde de geçerliliğini koruduğu sonucu çıkar.
Emperyalist güçlerin, herşeyden önce de ABD’nin saldırgan egemen çevreleri, İkinci Dünya Savaşının bitiminden hemen sonra, üçüncü bir dünya savaşının hazırlanması politikasını gütmeye başladılar. Tekellerin uşakları, savaşın kaçınılmazlığının bugün dünyada iki zıt sistemin–kapitalizm ve sosyalizm–bulunmasından doğduğunu iddia ettiklerinde, halkları aldatmaya çalışmaktadır. Tarihsel olgular, bu deli zırvasını yalanlamaktadır. Birinci Dünya Savaşı, kapitalist sistemin henüz sınırsız olarak egemen olduğu bir dünyada emperyalist çelişkilerin keskinleşmesi sonucu çıktı. İkinci Dünya Savaşı, kapitalist ülkelerin iki koalisyonu arasındaki bir savaşla başladı. Sovyetler Birliği’nin başında bulunduğu sosyalist kamp ülkeleri, ikinci dünya savaşından sonra, kapitalist ve sosyalist sistemin birbirinin yanında barışçıl olarak yaşayabileceği ve birbiriyle iktisadi yarış içinde durabileceğinden hareket ederek, yanılmaz ve tutarlı bir şekilde halklar arasında barışın korunması ve pekiştirilmesi davasını savunmaktadır. Sovyetler Birliği ve halk demokrasisi ülkelerinin –hangi toplum düzenine sahip olursa olsun– devletlerin işbirliğini geliştirmeye yönelik politikası, tüm dünyadaki emekçi kitleler ve barış yanlıları tarafından desteklenmektedir.
Dünya barış hareketi, aralarında sermaye ülkelerinin milyonlarca insanının da bulunduğu bütün ülkelerin yüz milyonlarca insanını birleştirmektedir. En çeşitli toplumsal grupların, çeşitli politik ve dinsel görüşlerin temsilcileri, barışın ve halkların güvenliğinin korunması amacıyla birleşmektedir. Bugün emperyalistler tarafından hazırlanan yeni dünya savaşı, halklar barışın korunması davasını ellerine aldıklarında ve onu sonuna kadar koruduklarında, önlenebilir. “Dünyanın demokratik güçleri, ortaklaşa davrandıklarında ve savaş yoluyla zenginleşmek isteyen ve dünya egemenliği için hak talep edenlerin ellerini bağladıklarında, savaşı durdurabilecek yeterli güce sahiptirler.”*
Kapitalist ülkelerin iktisadının askerileştirilmesi