Dünyada iki kampın oluşması ve bütünlüklü dünya pazarının parçalanması
Ekonomi Politik 1
Avrupa ve Asya’nın İkinci Dünya Savaşından sonra kapitalist sistemden kopan ülkeleri, Sovyetler Birliği ile birlikte kapitalizm kampına karşı duran bütünlüklü ve güçlü bir sosyalist kamp oluşturdu. İki kamp, başında Sovyetler Birliği’nin bulunduğu sosyalist kamp ve ABD’nin önderliği altındaki kapitalist kamp, ekonomik gelişmenin iki çizgisini temsil etmektedir. Bu çizgilerden biri, artan iktisadi güç, barış iktisadının kesintisiz olarak yükselmesi ve Sovyetler Birliği ve Halk Demokrasisi ülkelerinde emekçi kitlelerin refah düzeylerinin sürekli olarak yükselmesi çizgisidir. Diğer çizgi, üretici güçleri durgunlaşan kapitalizmin çizgisi, İktisadın askerileştirilmesi ve kapitalist dünya sisteminin giderek daha fazla keskinleşen genel bunalımı koşullarında emekçilerin yaşam standardının düşmesi çizgisidir.
İki kamp –sosyalist kamp ve kapitalist kamp– uluslararası politikanın birbirine zıt iki yönünü temsil etmektedir.
ABD ve diğer emperyalist devletlerin egemen çevreleri, yeni bir dünya savaşının hazırlanması ve ülkelerindeki yaşantının faşistleştirilmesi yolunda yürümektedir. Sosyalist kamp, yeni bir savaş tehlikesine ve emperyalist yayılmacılığa karşı mücadele etmekte, faşizmin kökünün kurutulması, barış ve demokrasinin pekiştirilmesi için mücadele yürütmektedir.
İkinci Dünya Savaşının ve dünyada iki kampın oluşmasının en önemli ekonomik sonucu, bütünlüklü, her yeri kapsayan dünya pazarının parçalanması oldu. “İki karşıt kampın varlığının ekonomik sonucu, bütünlüklü, her yeri, kapsayan dünya pazarının parçalanmış olması ve şimdi bunun sonucu olarak birbirine paralel ve birbirinin karşısında duran iki dünya pazarının var olmasıdır.”* Bu, kapitalizmin genel bunalımının daha da derinleşmesine yol açtı. .(V. Stalin, “SSCB’de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları”)
Savaş sonrası dönemde, sosyalist kampın ülkeleri ekonomik olarak birleştiler ve sıkı bir iktisadi işbirliği ve karşılıklı yardımlaşma örgütlediler. Sosyalist kampın ülkelerinin iktisadi işbirliği karşılıklı yardımlaşma ve genel bir iktisadi kalkınma elde etme samimi isteğine dayanmaktadır. Tayin edici kapitalist ülkeler –ABD, İngiltere ve Fransa–, bu ülkeleri boğmak için Sovyetler Birliği, Çin ve Avrupa halk demokrasisi ülkeleri üzerinde bir iktisadi abluka uygulamaya çalıştılar. Ama bununla, kendileri istemeksizin yeni, paralel bir dünya pazarının oluşmasını ve pekişmesini teşvik ettiler. Sosyalist kamptaki ülkelerin iktisadının bunalımsız gelişmesi sayesinde, bu yeni dünya pazarı pazarlama zorlukları tanımamaktadır; alım kapasitesi kesintisiz olarak yükselmektedir.
Bütünlüklü dünya pazarının parçalanmasıyla, kapitalizmin genel bunalımının ilk döneminde var olan pazarın görece istikrarına da bir son verildi. Kapitalizmin genel bunalımının ikinci aşaması açısından, kapitalist dünya pazarının alım kapasitesinin küçülmesi karakteristiktir. Bu, tayin edici kapitalist ülkelerin (ABD, İngiltere ve Fransa) güçleriyle dünyanın zenginlik kaynakları üzerinde etkimede bulundukları bölgelerin kaçınılmaz olarak daralması ve bu ülkeler için dünya pazarında pazarlama koşullarının kötüleşmesi anlamına gelmektedir. Kapitalist ülkelerde işletmelerin kronik bir biçimde kapasitelerinin altında çalıştırılması, savaş sonrası dönemde arttı. İkinci Dünya Savaşının bitiminden sonra ABD’nin çeşitli sanayi dallarındaki dev üretim kapasiteleri kısmen kapatılmasına ve kısmen de yok edilmesine rağmen, bu herşeyden önce ABD için geçerlidir.
En önemli kapitalist ülkelerin dünyanın zenginlik kaynaklarını denetimleri altında bulundurduğu alanların daralması, emperyalist kampın ülkeleri arasında pazarlama alanları, hammadde kaynakları ve sermaye yatırım alanları uğruna mücadelenin güçlenmesini beraberinde getirmektedir. Emperyalistler, herşeyden önce de Amerikan emperyalistleri, dev pazarların kaybı sonucu ortaya çıkan zorluklarını, rakiplerinin aleyhine yayılma, saldırı eylemleri, aşırı silahlanma ve iktisadın askerileştirilmesi yoluyla aşmaya çalışmaktadır. Ancak bütün bu önlemler, yalnızca kapitalizmin çelişkilerinin daha fazla keskinleşmesine yol açmaktadır.
Emperyalizmin sömürge sisteminin bunalımının keskinleşmesi
Kapitalizmin genel bunalımının ikinci aşaması, sömürge sisteminin bunalımının şiddetli bir şekilde keskinleşmesiyle belirlenmektedir. Emperyalist güçler, savaşın ve savaşın sonuçlarının yükünü bağımlı ülkelerin halklarının sırtına yüklemeye çalışıyorlar. Sömürgelerdeki emekçi halkların yaşam düzeyi, felaket bir şekilde düşmektedir. Bütün bunlar, sömürgelerle metropoller arasındaki çelişkiyi artırmaktadır. Amerikan tekelleri, az gelişmiş ülkelere “yardım” bahanesiyle, Batı Avrupa ülkelerinin sömürgelerine ve etki alanlarına sistemli bir şekilde sızmakta ve böylelikle köleleştirilmiş ülkelerin sömürülmesi daha da güçlendirilmekte ve emperyalist güçler arasındaki çelişkiler büyümektedir. Aynı zamanda, bir dizi sömürge ve yarı-sömürge ülkenin sanayinin savaş sonucu gelişmesi, emperyalizme, karşı giderek daha fazla aktif bir şekilde karşı çıkan proletaryanın büyümesini teşvik etti.
Bu koşulların etkisi altında, sömürge halkların ulusal kurtuluş mücadelesi güçlendi. Alman ve Japon emperyalizminin silahlı güçlerinin çökertilmesi, bu mücadelenin başarıyla sonuçlanması için yeni, uygun bir ortam yarattı.
İkinci Dünya Savaşının ve sömürgelerde ve bağımlı ülkelerde ulusal kurtuluş mücadelesinin yeniden canlanması sonucunda, emperyalizmin sömürge sistemi fiilen parçalanmaktadır. Bu parçalanma, herşeyden önce emperyalizm cephesinin çeşitli sömürge ülkelerde yarılması ve bu ülkelerin emperyalizmin dünya sisteminden kopması tarafından belirlenmektedir. Sömürgesel sömürü alanları, giderek daha fazla daralmaktadır.
Asya ve Pasifik Okyanusu bölgesinde, yani yeryüzünün yarım milyardan fazla insanı barındıran bir bölgesinde muazzam tarihsel değişiklikler meydana geldi. Bu değişiklikler içinde Çin Komünist Partisi’nin önderlik ettiği büyük Çin halkının, Amerikan ve Japon emperyalizminin ve yerli feodal gericiliğin birleşik güçleri üzerindeki zaferi, seçkin bir yer tutmaktadır. Çin’de halk devriminin zaferi, dünyanın en büyük ülkesinde feodal sömürücülerin ve yabancı emperyalistlerin egemenliğini ortadan kaldırdı. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulması, Rusya’daki Büyük Ekim Sosyalist Devrimi ve Sovyetler Birliği’nin İkinci Dünya Savaşındaki zaferinden sonra, emperyalizmin tüm sistemine indirilmiş en güçlü darbeydi. Halk Cumhuriyetleri, Kore ve Çinhindi’nde de oluştu. Emperyalist güçlerin Çin üzerinde egemenlik uğruna mücadelesi, Asya ve Pasifik Okyanusu bölgesinde uluslararası ilişkilerin özellikle keskinleşmesine yol açtı. Bugün Çin, tam ulusal egemenliğe sahip olan ve bağımsız bir dış politika yürüten bağımsız bir büyük güçtür. Sayısız dostluk ve işbirliği bağlarıyla Sovyetler Birliği ve sosyalist kampın diğer ülkeleriyle sımsıkı bağlı bulunan Çin Halk Cumhuriyeti, Uzakdoğu ve tüm dünyada barış ve demokrasinin güçlü bir faktörüdür.
Asya’nın ve Pasifik Okyanusu bölgesinin diğer ülkelerinde de esaslı değişiklikler gerçekleşti. Nüfusu 440 milyon insandan fazla tutan Hindistan’daki ulusal kurtuluş hareketinin baskısı sonucu, İngiliz emperyalizmi bu ülkedeki sömürge yönetimini geri çekmek zorunda kaldı. Hindistan, iki dominyona bölündü: Hindistan ve Pakistan. İktidar yerli egemen sınıfların eline geçti. İngiliz sömürgesi Seylan da dominyon oldu. Benzeri koşullar altında Hollanda, eski sömürgesi Endonezya’nın ve İngiltere de Birmanya’nın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Böylelikle Hindistan, Endonezya ve diğer bazı ülkeler, bağımsız, egemen gelişme yoluna girdiler. İngiliz emperyalizmi, Hindistan, Pakistan, Seylan ve Birmanya üzerindeki ekonomik egemenliğini korumaya çalışmaktadır. Aynı zamanda Amerikan tekelleri de, bu ülkelere girmeye çalışmaktadır. Ancak emperyalist güçlerin politikası, ulusal özgürlük ve bağımsızlık için mücadele eden bu ülkelerin, halklarının artan direnişiyle karşılaşıyor. Boyunduruk altındaki bir dizi ülkede ulusal kurtuluş hareketinin gelişmesi, halk kitlelerinin sömürgeci efendilere karşı uzun süreli silahlı mücadelesine yol açtı (Malezya, Filipinler).
Emperyalizm tarafından en çok ezilen Afrika halkları da, ulusal kurtuluş mücadelesi için ayağa kalktı (Madagaskar, Altın Sahili, Kenya, Güney Afrika Birliği). Ortadoğu (İran, Mısır) ve Kuzey Afrika (Tunus, Fas) ülkelerinde emperyalizme karşı direniş büyümektedir. Latin Amerika ülkelerinde de Birleşik Devletler’in finans oligarşisinin iktisatta başına buyruk davranışı ve politik baskıya karşı direniş aralıksız büyümektedir.
Emperyalist güçler, ulusal kurtuluş hareketinin gelişmesini durdurma çabası içinde, zor yöntemlerini aldatma yöntemleriyle tamamlamaktadır; bunlar, belirli sömürgelerin “bağımsızlığını” ilan etmekte, ama bu ülkeler üzerindeki egemenliklerini fiilen korumaktadırlar. Emperyalistlerin bu manevrayı yürütmekteki en büyük destekleri, feodal gericiliğin güçleri (büyük toprak sahipleri ve diğer feodal beyler) ve sömürge ülkelerin büyük burjuvazisinin yabancı sermayeye sıkı sıkıya bağlı anti-ulusal tabakalarıdır.
Tüm dünyada gericiliğin ve saldırganlığın kalesi olarak Amerikan emperyalizmi, ezilen halkların ulusal kurtuluş hareketlerini hem aldatma hem de silah yoluyla parçalama çabasında emperyalist güçlerin önderidir.
Emperyalistlerin Asya halklarının anti-emperyalist, anti-feodal temelde ulusal ve toplumsal yeniden doğuşunun güçlü sürecini boşa çıkarma çabaları, kaçınılmaz olarak karaya oturmaktadır. Kore’de Amerikan silahlı müdahalesinin başarısızlığa uğraması; Fransız ve Amerikan emperyalizminin Çinhindi’ndeki planının başarısızlığa uğraması, emperyalizmin isteklerini silah zoruyla Asya halklarına kabul ettirdikleri, bunların özgürlük ve bağımsızlık çabalarını bastırabildikleri dönemin geri gelmez bir şekilde geçtiğini tüm açıklığıyla gösterdi.
Ezilen halkların ulusal kurtuluş hareketi, bir dizi yeni özellikler kazandı. Sömürge ülkelerin çoğunda proletaryanın ve komünist partisinin önder rolü büyüdü ve pekişti. Bu da, ezilen halkların emperyalizmin kovulmasına yönelik ve demokratik dönüşümlerin gerçekleştirilmesi uğruna mücadelesinin başarısı için tayin edici bir önkoşuldur. İşçi sınıfının önderliği altında ulusal demokratik bir birleşik cephe oluşturmakta, işçi sınıfıyla köylülüğün emperyalizme ve feodalizme karşı mücadeledeki ittifakı pekişmektedir.
Emperyalizmin sömürge sisteminin başlayan parçalanması, kapitalist ülkelerin iktisadi ve politik zorluklarını artırmakta ve bir bütün olarak kapitalizmin temellerini sarsmaktadır.