Tarih Çarpıtıcıları - ALMAN SALDIRISININ HAZIRLANMASI NASIL BAŞLADI
Amerikalı sahtekarlar ve onların İngiliz-Fransız yardakçıları, İkinci Dünya Savaşı'na varan Alman saldırganlığının hazırlanmasının, ancak 1939 sonbaharında başladığı izlenimini uyandırmaya çalışıyorlar. Ama her şişirilmiş sansasyona isteklice kulaklarını kabartan safdil insanlardan başka kim bu oltaya düşebilir? Almanya'nın, Hitler'in iktidan ele alınasından hemen sonra savaş hazırlığına başladığuu kim bilmez? Ayrıca, Hitler rejiminin, Alman tekelci çevreleri tarafından, Büyük Britanya, Fransa ve ABD'deki yönetici kampın tam onayı ile kurulduğunu kim bilmez?
Savaş için silahlanmak ve en yeni silahlan sağlamak amacıyla, Almanya, ağır sanayiini ve her şeyden önce de Ruhr bölgesinin maden ocaklarını ve silah sanayiini yeniden kurmak ve geliştirmek zorundaydı. Versay Antlaşması'nın boyunduruğuna koşulan Almanya, Birinci Dünya Savaşı'ndaki yenilgisinden sonra, bunu kısa zamanda kendi gücüyle başaramazdı. Amerika Birleşik Devletleri, Alman emperyalizmine bunun için büyük destekte bulundu.
Amerikan bankalarının ve tröstlerinin, Hükümetin tam onayı ile, Versay sonrası dönemde, Alman sa vaş potansiyelinin yeniden kurulmasında ve geliştirilmesinde kullanılan milyarlarca dolan Alman ekonomisine yatırdıklarını ya da kredi olarak Almanya'ya verdiklerini kim bilmez ki?
Versay sonrası dönem, bilindiği gibi, Alman savaş sanayüni, özellikle de Alman savaş potansiyelini yeniden kurmayı hedefleyen tüm bir önlemler sistemini Almanya'ya getirdi. Burada, ABD ve İngiltere'nin, sayesinde Alman sanayiini Amerikan ve İngiliz tekellerine bağımlı kılmayı düşündükleri Almanya için Dawes Onanın Planı büyük bir rol oynadı. Dawes planı, yabancı -öncelikle Amerikan- sermayesinin güçlü bir şekilde akışı ve Alman sanayiinde demir atması için yolu açtı. Sonuç; daha 1925 yılında Alman ekonomisinin üretim aygıtının yoğun yeniden donatımı süreci ile bağıntılı olan kalkınmasının başlaması oldu. Aynı zamanda, 1927 yılında 1913 yılının düzeyine erişen Alman ihracatı güçlü bir şekilde arttı; bu artış mamul maddeler düzeyi (1913 yılının fiyatlan ile) hatta % 12 geçti. 1924'ten 192H'a kadarki altı yıl içinde, 10-15 milyar Mark uzun vadeli ve 6 milyar l.V'"ı.ark'ın üzerinde kısa vadeli yabancı sermaye yatırımı Almanya'ya aktı. Bazı kaynaklara göre, sermaye yatınmının boyutu çok daha büyüktü. Bu, Alman ekonomik gücünün, her şeyden önce de savaş potansiyelinin muazzam bir şekilde güçlenmesine yolaçtı. Bütün uzun vadeli kredilerin toplamının % 70'inden az olm.ayan Amerikan sermaye yatınmlan, burada tayin edici öneme sahiptir.
Alman ağır sanayiinin finanse edilmesinde, Amerikan sanayisi ile Alman sanayisi arasındaki en sıkı bağların kurulmasında ve biçimlendirilmesinde, başlarında du Pont, Morgan, Rockefeller, Lamont aileleri ile diğer ABD sanayi kodamanlarının bulunduğu tekellerin oynadığı rol elbette bilinmektedir. önde gelen Amerikan tekellerinin, Almanya'nın ağır sanayii, silah tekelleri ve bankaları ile en sıkı bağları vardı. Otomobil tröstü General Motors'un en büyük hissedarlarından biri olan önde gelen Amerikan kimya tekeli du Pont de Nemours ve İngiliz emperyal kimya tröstünün (lmperial Chemical Industries), Alman kimya tekeli " G. Farbenindustrie" ile sıkı sınai ilişkileri vardı ve bununla 1926 yılın da barut satışı için dünya pazarlannın paylaşılması üzerine bir kartel anlaşması imzaladılar. Philadelphia'daki (ABD) «Rohm & Haas)) firmasının yönetim kurulu başkanı, savaştan önce aynı firmanın Darmstadt'taki (Almanya) şefinin ortaklarından biriydi. Geçerken söyleyelim, bu tekelin eski müdürü Rudolf Milller şimdi işlerini her iki «zon»da*da yürütüyor ve Hıristiyan-Demokrat Parti'nin (CDU) yönetici çevrelerinde önemli bir rol oynuyor. LG. Farbenindustrie'nin başkanı ve Deutsche Bank'ın yönetim kurulu üyesi Alman kapitalisti Schmitz, 1931 'den 1939'a kadar Amerikan firması General DyeStuff Corporation'ı kontrol ediyordu. 1938 Münih Konferansından sonra Amerikan petrol tröstü Standard Oil, I. G. Farbenindustie ile bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre, I. G. Farben, ABD'de üretilen uçak benzininden gelen kara ortak ediliyor ve karşılığında da Almanya'nın o zaman savaş amacıyla depoladığı sentetik benzini Almanya'dan ihraç etmekten severek vazgeçiyordu.
Böylesi bağlantılar yalnızca ABD'nin kapitalist tekelleri için sözkonusu değildir. Yalnızca ticari değil, aynı zamanda askeri önemde de olan en sıkı iktisadi ilişkiler, savaştan hemen önce örneğin Federation of British Industries (Britanya Sanayi Federasyonu) ile Alman Reichsgruppe Industrie [imparatorluk Sanayi Grubu .,çN] arasında vardı. Bu her iki tekel birliğinin temsilcileri, 1939'da Düsseldorf'ta bir ortak açıklama yayınladılar. Bu açıklamada, diğer şeylerin yanısıra, anlaşmanın amacının "'karşılıklı her iki ülkenin sanayi sistemleri arasında mümkün olduğunca tam bir işbirliğinin sağlanmasu" olduğu söyleniyordu. Ve bu, Hitler Almanya' sının Çekoslovakya'yı yuttuğu dönemde oluyordu! Londra «Economist» dergisinin bu vesileyle şunları yazması bir mucize değildir: «Aklı başında insanların şuurunu yitirtebilecek şey, biraz da Düsseldorf havasında yatmıyor mu?))
Amerikan -ama aynı zamanda İngiliz- sermayesi ile Alman sermayesi arasındaki sıkı kaynaşmanın karakteristik bir örneğini, Stinnes, Thyssen ve Ruhr bölgesinin diğer sanayi kodamanlan tarafından kurulan Alrrcan çelik tröstü Vereinigte Stahlwerke A. G!nin [Birleşik. Çelik İşletmeleri A. Ş. -ÇN] önder rolü oynadığı ve merkezleri New York ve Londra'da bulunan meşhur Schröder Bankası sunmaktadır. Bu bankanın işlerinde, Londra, Köln ve Hamburg Schröder'lerinin New York' taki firması J. Henry Schröder Banking Corporation'ın müdürü Allen Dulles, tayin edici sözü söylüyordu. Bu bankanın New York'taki merkezinde, Bay Marshall'ın şimdiki baş danışmanı John Foster Dulles tarafından yönetilen ünlü avukatlık firması (law firm) Sullivan & Cromwell, önde gelen bir rol oynuyordu. Bu firmanın, Alman sanayiine dev sermayeler yatıran; Rockefeller'in dünya çapındaki petrol tröstü Standard Oil ve ABD'nin en büyük bankası Chase National Bank ile sıkı bağlan vardır.
Almanya'da Versay sonrası dönemde enflasyon durdurulup, pazar istikrara kavuşturulur kavuşturulmaz, R. Sasuly'nin 1947'de New York'ta yayınlanan kitabında vurgulandığl gibi, kelimenin tam anlamı ile, Almanya'ya bir yabancı kredi akışı başladı. Almanya'nın dış borçları 1924'ten 1930'a kadar 30 milyar Mark'tan fazla arttı.
Yabancı sermayenin -esas olarak da Amerikan sermayesinin- yardımı ile Alman sanayii, öncelikle de Vereinigte Stahlwerke A. G., geniş ölçüde yeniden kuruldu ve modernize edildi. Bazı krediler doğrudan, yeniden silahlanınada başrolü oynayan firmalara aktı.
Vereinigte Stahıwerke'nin bu yıllarda finanse edilmesinde, İngiliz-Alman-Amerikan Schröder Bankası'nın yanısıra, direktörleri arasında yıllar boyunca şimdiki ABD Savunma Bakanı Forrestal'ın da bulunduğu en büyük New York bankalanndan biri olan Dillon, Read & Co., önde gelen bir rol oynadı.
Tam da Amerikan dolarlannın bu altın yağışı, Hitler Almanyası'nın ağır sanayiini ve her şeyden önce de silah sanayiini canlandırdı. Atlantik ötesi tekeller tarafından Hitler Almanyası'nın savaş ekonomisine yatırılan bu milyarlarca Amerikan doları, Alman savaş potansiyelini yeniden kurdu ve Hitler rejiminin eline saldırısını yürütmek için gerekli olan silahlan verdi.
Kısa bir süre içinde Almanya, esas olarak Amerikan tekellerinin maddi yardımına dayanarak, muazzam miktarda birinci sınıf savaş malzemesi, binlerce tank, uçak, top, en yeni tipte savaş gemileri ve diğer silah türlerini üretebilecek durumda olan güçlü bir silah sanayii yarattı.
Tarih çarpıtıcıları, bütün bunları doğrulamak istemiyorlar. Hitler saldırganlarını silahlandıran, İkinci Dünya Savaşına yol açan ve insanlığa milyonlarca ve on milyonlarca kurbana malolan ve tarihte bir örneği daha olmayan bir savaş felaketine yol açan politikaların sorumluluğundan kaçmaya çalışıyorlar.
Hitler saldırısının ilk ve en önemli önkoşulunun; Almanya'nın ağır sanayiinin ve diğer savaş sanayiinin; ancak Amerika Birleşik Devletleri egemen çevrelerinin ' doğrudan ve geniş çaplı mali yardımı ile mümkün olan yeniden doğuşu ve yenilenmesi olduğu unutulmamalıdır.
Hitler saldırısının başlamasını teşvik eden bir diğer tayin edici koşul, İngiltere ve Fransa'nın yönetici çevrelerinin, Hitler Almanya'sını «yatıştırma» politiksıdır; kollektif güvenliğe sırt dönme politikası olarak tanınan politikasıdır. Bugün İngiltere ve Fransa'nın yönetici çevrelerinin, kollektif güvenliğe sırt çevirmede, Alman saldırısına karşı çıkmayı reddetmede, Hitler Almanya'sının saldırgan taleplerinin kaydırılmasında cisimleşen tam da bu politikalardır, İkinci Dünya Savaşı'na yol açtığı artık herkesçe bilinmektedir.
Olgulara bakalım.
Daha Hitler'in iktidara geçmesinden kısa bir dönem sonra, İngiltere ve Fransa Hükümetlerinin çabası sonucu, 1933'te Roma'da dört güç -Büyük Britanya, Almanya, Fransa ve İtalya- arasında bir ((Uyum ve İşbirliği Antlaşması» (Pact of Accord and Co-operation) imzalandı. Bu antlaşma, İngiliz ve Fransız Hükümetleri ile, daha o zamanlardan saldırı niyetlerini gizlemeyen Alman ve İtalyan faşizmi arasında kirli bir pazarlıktı. Faşist devletlerle yapılan bu antlaşma, aynı zamanda, barışsever güçlerin saldırgan devletlere karşı birleşik cephesini pekiştirme politikasına sırt çevirme anlamına geliyordu. O sıralar toplanan silahsızlanma konferansında, bir saldırmazlık antlaşması ve saldırganın tanımı üzerine bir antlaşma imzalanması şeklindeki Sovyet önerisi tartışmaya sunulmuş bulunuyordu. Bu silahslanma konferansına katılan diğer güçleri atlatan Büyük Britanya ve Fransa; Almanya ve İtalya ile pazarlığı sonuçlandırarak., dünya barışının ve halkların güvenliğinin sağlanmasına bir darbe indirdiler.
Bundan kısa bir zaman sonra, 1934'te, İngiltere ve Fransa, kendileri ile ittifak içinde olan baronların Polonya'sının SSCB'ne karşı düşmanca tavrından yararlanması için Hitler'e yardımda bulundular. Bu sayede, Alman saldırısının hazırlanmasında önemli bir aşama olan Alman-Polanya saldırmazlık antlaşması ortaya çıktı. Hitler bu antlaşmayı, kollektif güvenlik yandaşlarının saflarını karıştırmak ve bu örnekle Avrupa'nın kollektif güvenliğe değil de ikili antlaşmalara ihtiyaç duyduğunu gösterebilmek için kullandı. Bu, Alman saldırganlarına, kiminle ve ne zaman bir antlaşma imzalama ve kime ve ne zaman saldırma konusunda bizzat karar verme olanağı sağladı. Alman-Polanya saldırmazlık antlaşması, kuşkusuz, kollektif güvenlik binasındaki ilk ciddi çatlaktı.
İyice küstahlaşan Hitler, Alman Silahlı Kuvvetleri' nin yeniden kurulması amacıyla bir dizi önlem aldı; bu, İngiliz ve Fransız iktidar sahipleri tarafından herhangi bir itirazla karşılaşmadı. Tam tersine, hemen kısa bir dönem sonra, 1935'te, Ribbentrop'un bu amaçla geldiği Londra'da, Büyük Britanya'nın Alman deniz kuvvetlerinin Fransız savaş donanmasına nerdeyse eşit gelecek ölçüde yeniden kurulmasını onayladığı bir İngiliz-Alman filo antlaşması yapıldı. Aynca Hitler, İngiliz denizaltı filosunun % 45'ine denk. gelecek toplam tonajda deniZ altılar inşa etme hakkını elde etti. Hitler Almanya'sının; Versay Antıaşması'nda saptanan Almanya'nın silahlı kuvvetlerinin büyümesine ilişkin diğer kısıtlamaların ortadan kaldırılmasına yönelik olan ve İngiltere, Fransa ve ABD tarafından hiçbir direniş görmeyen tek yanlı eylemleri de bu döneme rastlamaktadır.
Faşist saldırganlar, ABD, Büyük Britanya ve Fransa'nın açıktan destekleri sayesinde, her geçen gün daha açgözlü hale geldiler. Almanya ve İtalya'nın Habeşistan ve İspanya'daki askeri müdahalelerinde o sıralar zorluk çekmemeleri, elbette bir rastlantı değildir.
Yalnızca Sovyetler Birliği, tutarlı ve kararlı bir şekilde banş politikasım sürdürdü ve aynı zamanda Milletler Gerniyeti'nin üyesi olan Habeşistan'ın hak eşitliği ve bağımsızlığı ilkesini ve İspanya'nın meşru cumhuriyetçi hükümetinin, Alman-İtalyan müdahalesine karşı mücadelesinde demokratik ülkeler tarafından desteklenmesi hakkını savundu.
V. M. Molotov, SSCB Merkez Yürütme Komitesi'nin 10 Ocak 1936'daki oturumunda, Habeşistan'a yapılan İtalyan saldırısı dolayısıyla şunları söyledi:
«Sovyetler Birliği, Milletler Gerniyeti'nde bu ilkeye; bütün devletlerin devlet bağımsızlığı ve ulusal hak eşitliği ilkesine olan sadakatini, küçük ilikelerden biri -Habeşistan- örneğinde gösterdi. Aynca, Sovyetler Birliği, Milletler Gerniyeti'ne katılımını, emperyalist saldırgana karşı yönelen çizgisini pratiğe geçirmek için kullandı.»
V. M. Molotov, o dönemde şunları söyledi: «İtalyanHabeşistan Savaşı, bir dünya savaşı tehlikesinin daha da büyüdüğünü, Avrupa'yı giderek daha fazla sardığım göstermektedir.»
Ama ABD, Büyük Britanya ve Fransa Hükümetleri, faşist haydutlarm kendi gözleri önünde artan bir şekilde küstahlaşarak kurbanlanm bir bir boğazladıkları bu dönemde ne yaptılar? Alman ve İtalyan saldırganlarını durdurmak, halkların ayaklar altına alınan haklarını savurunak, barışı korumak ve yaklaşmakta olan İkinci Dünya Savaşını durdurmak için parmaklarını bile kıpırdatmadılar.
Yalnızca Sovyetler Birliği, faşist saldırganların önünü almak için olanaklan ölçüsünde her şeyi yaptı. Sovyetler Birliği, kollektif güvenliğin önayakçısı ve öncü savaşçısı olarak öne çıktı. Daha 6 Şubat 1933'te Sovyetler Birliği temsilcisi M. M. Litvinov, Genel Sila.lısızlanma Komisyonu'nda, saldırının ve saldırganın tanımının yapıldığı bir deklarasyon kabul edilmesini önerdi. Sovyetler Birliği, saldırganı tanımlama önerisinde, genel gü. venlik ve maksirnal silahsızlanma üzerine daha kolay bir anlaşma yararına, "kendilerini haklı çıkarmalan için her türlü bahanenin önünü almak" amacıyla «saldırgan» kavramını mümkün olduğunca tam olarak tanımlama zorunluluğundan hareket etti. Ancak konferans, İngiltere ve Fransa'nın önderliği altında, Alınan saldırganın çıkarına ve yararına bu öneriyi reddetti.
Sovyetler Birliği'nin ve onun M. M. Litvinov'un önderliği altındaki Milletler Gerniyeti delegasyonunun, kollektif güvenliğin sürdürülmesi ve güçlendirilmesi için sürdürdüğü ısrarlı ve çetin mücadele herkesçe bilinmektedir. Tüm savaş öncesi dönemde, Milletler Gerniyeti'ndeki Sovyet delegasyonu, kollektif güvenlik ilkesini sa vundu ve Milletler Gerniyeti'nin her oturumunda, her komisyonunda, sesini bu ilkenin savunulması için yükseltti. Ama bilindiği gibi Sovyetler' Birliği, çölde boşuna bağıran biri olarak kaldı. Bütün dünya, Sovyet Hükümeti adına Milletler Çemiyeti Genel Sekreteri Bay Avenol'a Milletler Cemiyeti'nde tartışmaya sunulması amacıyla verilen kollektif güvenliğin güçlendirilmesi için önlemlere ilişkin Sovyet delegasyomuıun önerilerini tanımaktadır. Ama, herhangi bir şeye girişilmeksizin bu önerilerin Milletler Gerniyeti'nin arşivine gömüldüğü de bilinmektedir.
O dönemler Milletler Cemiyeti'nde önderliği elinde bulunduran İngiltere ve Fransa'nın, bir Alman saldırısına karşı kollektif direnişi reddettikleri açıktı. Kollektif güvenlik, Alman saldırganın «yatıştırılınası» şeklindeki yeni politikalarının, Nazi saldırganına ödünler verilmesi politikasının sürdürülmesinde engelleyici olduğu için bunu yaptılar. Elbette, böyle bir politika Almanya'yı daha da saldırgan yapmak zorundaydı; Hitler'in Batı'daki ödünlerle tatmin edilmesinden sonra ilitler saldınsını Doğu'ya yöneltip onu Sovyetler Birliği'ne karşı bir silalı olarak kullanabileceklerine inandıklanndan, İngiltere ve Fransa yönetici çevreleri bunu tehlikeli görmüyorlardı.
SBKP XVIII. Parti Kongresme -Mart 1939- sunduğu raporda, Hitler saldinsının yoğunlaşmasının ne. denlerini açıklarken, J. V. Stalin şunları söylüyordu:
«Başta gelen neden, saldırgan olmayan ülkeler çoğunluğunun, ve en başta da İngiltere ile Fransa' mn ortaklaşa güvenlik siyasetinden, saldırganlam ortaklaşa direnme siyasetinden vazgeçmiş bulunmalandır; bu ülkelerin, karışmama, 'tarafsızlık' tutumuna geçmiş bulunmalandır.* J. Stalin, SBKP(B) MK'nin Faaliyeti Üzerine XVIII. Parti Kongresine Rapor, Moskova 1939,
Okuyucuyu yanıltmak ve aynı zamanda Sovyetler Birliği'ni karalamak amacıyla, Amerikalı gazeteci Neal Stanford, Sovyetler Birliği'nin kollektif güvenliğe karşı olduğunu, kollektif güvenliğin güçlendirilmesi politikası izlediği için M. M. Litvinov'un Dışişleri Halk Korniserliği görevinden alındığını ve yerine V. M. Molotov'un getirildiğini iddia etmektedir. Bu uydurma iddiadan daha aptalca bir şey düşünülemez. M.M. Litvinov, elbette ki kendi özel politikasını değil, Sovyet hükümetinin politikasım sürdürdü. Diğer taraftan, Sovyetler Birliği'nin ve aralannda M. M. Litvinov'un da olduğu temsilcilerinin, tüm savaş öncesi dönem boyunca kollektif güvenlik uğruna sürdürdükleri mücadele de herkesçe bilinmektedir.
V. M. Molotov'un Dışişleri Halk Korniserliği'ne atanmasına gelince; faşist saldırganlarm İkinci Dünya Savaşını hazırladıklan ve arkalarında Amerika Birleşik Devletleri duran Büyük Britanya ve Fransa tarafından doğrudan teşvik edilip Sovyetler Birliği'ne karşı bir savaşa kışkırtıldığı o zamanki karışık ortamda, Dışişleri Halk Komiserliği gibi böylesine sorumlu bir makamda, M. M. Litvinov'dan daha deneyimli olan ve ülkede ondan daha fazla popülaritesi olan bir politikacının olması gerektiği tümüyle açıktır.
Batılı güçlerin kollektif güvenlik üzerine bir antlaşmayı reddetmeleri bir raslantı değildi. O dönemde, uluslarası politikanın iki doğrultusu arasında bir mücadele başlamıştı. Bir doğrultu, barış, kollektif güvenliğin örgütlenmesi ve saldırganın barışsever halkların birleşik kuvveti sayesinde püskürtülmesi amacıyla mücadele doğrultusuydu. Bu doğrultuyu, bütün büyük ve küçük banşsever halklarm çıkarlarını tutarlı ve kararlı bir şekilde savunan Sovyetler Birliği temsil ediyordu. Diğer doğrultu, kollektif güvenliğin örgütlenmesini ve saldınya karşı direnişi reddediyordu; bu da faşist ülkeleri kaçınılmaz olarak daha saldırgan eylemlere teşvik ediyor ve Jöylelikle yeni bir savaşın patlamasını kolaylaştırıyordu.
Bütün bunlardan, tarihsel doğruların aşağıdaki gibi olduğu ortaya çıkmaktadır:
Hitler saldırısı; birincisi, ABD, kısa zamanda. Alman saldınsı için askeri ve ekonomik bir temel yaratmasında Almanya'ya yardım ettiğinden ve bu şekilde saldırganı silahlandırdığından; ve ikincisi, İngiltere ve Fransa'nın yönetici çevreleri koliektif güvenliğe sırt çevirerek barışsever ülkelerin saflarını dezorganize ettikleri, saldırıya karşı bu. ülkelerin birleşik cephesini parçaladıklan, Alman salclınsına yol hazırladıkları ve İkinci Dünya Savaşını başlatması için Hitler'e yardım ettiklerinden dolayı mümkün olmuştur.
Hitler saldırısı; birincisi, ABD, kısa zamanda. Alman saldınsı için askeri ve ekonomik bir temel yaratmasında Almanya'ya yardım ettiğinden ve bu şekilde saldırganı silahlandırdığından; ve ikincisi, İngiltere ve Fransa'nın yönetici çevreleri koliektif güvenliğe sırt çevirerek barışsever ülkelerin saflarını dezorganize ettikleri, saldırıya karşı bu. ülkelerin birleşik cephesini parçaladıklan, Alman salclınsına yol hazırladıkları ve İkinci Dünya Savaşını başlatması için Hitler'e yardım ettiklerinden dolayı mümkün olmuştur.
Eğer ABD, Hitler Almanya'sının ağır sanayiini finanse etmeseydi; ve İngiltere ve Fransa kollektif güvenliğe sırt çevirmeyip de tam tersine Sovyetler Birliği ile Alınan saldırısına karşı bir kollektif savunma hazırlasaydı ne olurdu?
Hitler, saldırısı için yeterli silah bulamazdı. Hitler' in haydutluk politikası, kollektif bir güvenlik rejimi ta :cafından kıskaç içine alınırdı. Hitler faşistlerinin İkinci Dünya Savaşını başlatmadaki başarı şansı asgariye inerdi. Hitler faşistleri, kendileri için bu kadar olumsuz k şullara rağmen, İkinci Dünya Savaşını çıkarmaya karar verselerdi bile, daha savaşın ilk yılında yenilgiye uğratılırlardı.
Ama ne yazık ki bu, ABD, İngiltere ve Fransa'nın tüm savaş öncesi dönemde izledikleri zararlı politika sonucu gerçekleşmedi.
Eğer Hitler faşistleri nerdeyse altı yıl süren ve milyonlarca kurban yutan İkinci Dünya Savaşını başlatmayı başarabildi ise, bunun suçu tam da onlardadır.