SBKP(B) XVI. PARTİ KONGRESİ'NE SİYASİ FAALİYET RAPORU - Dünya Ekonomik Krizi
MERKEZ KOMİTESİ'NİN SBKP(B) XVI. PARTİ KONGRESİ'NE SİYASİ FAALİYET RAPORU
1— Dünya Ekonomik Krizi
a— Krizi incelerken herşeyden önce şu olgular göze çarpıyor:
1) Bugünkü ekonomik kriz, bir fazla-üretim krizidir. Bunun anlamı, pazarın alabileceğinden daha fazla meta üretilmiş olduğudur. Bunun anlamı esas tüketicilerin, yani gelirleri düşük seviyede kalan halk kitlelerinin, ellerindeki parayla alabileceklerinden daha fazla mensucat, yakıt, mal ve gıda maddeleri üretilmiştir. Kapitalist koşullar altında halk kitlelerinin satınalma gücü en düşük seviyede kaldığından, kapitalistler, mamul madde, mensucat, tahıl vs. "fazlalarını" depolamakta ya da hatta fiyatları yüksek tutmak için imha etmekte, üretimi kısıtlamakta, işçi çıkarmakta, ve halk kitleleri yokluk çekmek zorunda kalmaktadır, çünkü çok fazla meta üretilmiştir.
2) Bugünkü kriz, savaştan bu yana yaşanan ilk dünya çapında ekonomik krizdir. O, sadece, dünyanın tüm ya da he-men hemen tümsanayi ülkelerini —bu arada, organizmasına, Almanya'nın tazminat olarak ödediği milyarlarca Markı sistemli biçimde enjekte eden Fransa bile, bütün verilere göre krize dönüşmek zorunda olan belli bir deprasyondan kaçamamıştır— kapsaması anlamında bir dünya krizi değildir. O aynı zamanda, sanayi krizinin, dünyanın en önemli tarım ülkelerinde her türlü hammadde ve gıda maddesi üretimini kapsayan tarım kriziyle aynı zamana rastlaması anlamında da bir dünya krizidir.
3) Bugünkü dünya krizi, genel karakterine rağmen eşitsiz gelişmekte ve şu ya da bu ülkeyi farklı zamanlarda ve farklı ağırlıklarda etkisi altına almaktadır. Sanayi krizi ilkönce Polonya, Romanya ve Balkanlar'da başladı. Buralarda bütün geçtiğimiz yıl boyunca gelişti. Başgösteren tarım krizinin açık işaretleri daha 1928 sonlarında Kanada, ABD, Arjantin, Brezilya ve Avustralya'da görüldü. Bütün bu dönem boyunca ABD sanayii gelişme halindeydi. 1929 yılı ortalarına doğru ABD'de sanayi üretimi neredeyse rekor seviyeye ulaştı. Ancak 1929'un ikinci yarısında ani bir değişiklik başgösterdi, sonra da fırtına gibi bir endüstriyel üretim krizi ortalığı kasıp kavurarak ABD'yi 1927 seviyesine geriletti. Bunu Kanada ve Japonya'daki sanayi krizleri izledi. Ardından iflaslar ve Çin'de sömürge ülkelerde kriz başladı. Gümüş fiyatlarının düşmesiyle bu kriz ağırlaştı ve aşırı üretim krizi köylü ekonomisinin yıkımıyla birleşerek, feodal beylerin sömürüsü sonucu ve katlanılmaz vergilerle, bu ülkelerin köylü ekonomisini takatsizlikten tamamen tükenme noktasına getirdi. Batı Avrupa'ya gelince, burada kriz etkisini ancak bu yılın başından beri göstermeye başladı. Ama şiddeti her yerde aynı değildir; hatta Fransa bu dönemde bile endüstriyel üretimde hâlâ bir büyüme kaydetmektedir.
Özellikle krizin varlığını gösteren rakamlara girmenin gereksiz olduğuna inanıyorum. Krizin var olduğunu bugün artık kimse inkâr etmiyor. O nedenle, kısa süre önce Alman "Konjonktür Araştırma Enstitüsü"nün yayınladığı küçük ama karakteristik bir tablo vermekle yetineceğim. Bu tablo, ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Polonya ve SSCB'de 1927'den beri madenciliğin ve büyük imalât sanayiinin gelişmesini yansıtmaktadır; 1928'deki üretim seviyesi 100 olarak alınmıştır.
Yıl | SSCB | ABD | İNGİLTERE | ALMANYA | FRANSA | POLONYA |
---|---|---|---|---|---|---|
1927 | 82.4 | 95.5 | 105.5 | 100.1 | 86.6 | 88.5 |
1928 | 100 | 100 | 100 | 100 | 100 | 100 |
1929 | 123.5 | 106.3 | 107.9 | 101.8 | 109.4 | 99.8 |
1930 (İlk Üç Ay) | 171.4 | 95.5 | 107.4 | 93.4 | 113.1 | 84.6 |
Bu tablo neyi göstermektedir?
Herşeyden önce, ABD, Almanya ve Polonya'nın endüstriyel büyük üretimde şiddetli bir kriz içinde bulunduklarını, bu arada 1930'un ilk çeyreğinde ABD'de üretim seviyesinin, 1929'un ilk yarısındaki yükselişten sonra 1929'la karşılaştırıldığında yüzde 10,8 düşerek 1927 seviyesine gerilediğini; Almanya'da üretim seviyesinin üç yıllık bir durgunluktan sonra, geçen yılla karşılaştırıldığında, %8,4 gerilediğini ve 1927 yılı seviyesinin yüzde 6,7'nin altına düştüğünü; Polonya'da ise üretim seviyesinin, geçen yılki krizden sonra, geçen yılla kıyaslandığında, yüzde 15,2 düştüğünü ve böylece 1927 yılı seviyesinin yüzde 3,9 altına gerilediğini göstermektedir.
Bu tablo, ikinci olarak, İngiltere'nin üç yıldan beri yerinde saydığını, 1927 yılı seviyesinin üzerine çıkamadığını ve ağır bir ekonomikdurgunluk geçirdiğini, hatta, 1930'un ilk çeyreğinde üretim seviyesinin, bir önceki yıla kıyasla, yüzde 0,5 düştüğünü ve, böylece krizinbaşlangıç safhasına girdiğini göstermektedir.
Bu tablo, üçüncü olarak, büyük kapitalist ülkeler içinde, sadece Fransa'nın, büyük sanayide belli bir büyüme kaydettiğini, büyümenin 1928'de yüzde 13,4 ve 1929'da yüzde 9,4 olduğunu, ne var ki 1930'un ilk çeyreğinde —1929 yılıyla karşılaştırıldığında— sadece yüzde 3,7'ye ulaşabildiğini ve böylece, yıldan yıla düşen bir gelişme eğrisi gösterdiğini gözler önüne sermektedir.
Son olarak, bu tablo, bütün dünya ülkeleri içinde sadece SSCB'de büyük sanayiin fırtınalı bir yükselme içinde olduğunu, 1930'un ilk çeyreğinde üretim seviyesinin 1927 yılındaki seviyenin iki katından fazla olduğunu büyüme hızının 1928'de yüzde 17,6'dan 1929'da yüzde 23,5'e ve 1930'un ilk çeyreğinde yüzde 32'ye çıkarak yıldan yıla yükselen bir gelişme eğrisi sunduğunu göstermektedir.
Şu itiraz getirilebilir: Bu yılın ilk çeyreğinde durum gerçekten de böyle olmuş olabilir, fakat bu, yılın ikinci çeyreğinde olumlu yönde bir değişiklik olmayacağını göstermez. Ne var ki, ikinci çeyreğe ilişkin veriler böyle bir varsayımı kesinlikle çürütmektedir. Tam tersine, bu veriler, yılın ikinci çeyreğinde durumun daha da kötüleştiğini gösteriyor. Bu veriler New-York borsasında hisse senetlerinde yeni bir düşüş ve ABD'de yeni bir iflas dalgası; ABD, Almanya, İngiltere, İtalya, Japonya, Polonya, G. Amerika, Çekoslovakya vs.de üretimin yenidengerileyişi, işçi ücretlerinde düşüş ve işsizliğin artması; Fransa'da bir dizi sanayi dalının bugünkü uluslararası ekonomik durumda krizin uç vermeye başlamasının belirtisi olan durgunluk safhasına girdiğini gösteriyor. Bugün ABD'de 6 milyondan fazla, Almanya'da 5 milyon civarında, İngiltere'de 2 milyondan fazla, İtalya, Güney Amerika ve Japonya'da birer milyon, Polonya, Çekoslovakya ve Avusturya'da beş yüz bin işsiz vardır. Milyonlarca çiftçi ve emekçi köylüyü mahveden tarımsal krizin şiddetinin arttığından söz bile etmiyorum. Tarımda aşırı üretim krizi öyle ileri gitmiştir ki, fiyatları yüksek tutmak ve burjuvazinin kârını korumak için Brezilya'da 2 milyon çuval kahve denize dökülmüştür; Amerika'da kömür yerine mısır yakılmaya başlanmış, Almanya'da yüzbinlerce kental çavdar domuz yemi olarak kullanılmaktadır. Pamuk ve buğdaya gelince, ekim alanlarını yüzde 10 ila 15 civarında azaltmak için her türlü önlem alınmaktadır.
Giderek yaygınlaşan dünya ekonomik krizinin genel tablosu budur.
b— Dünya ekonomik krizinin orta va küçük kapitalistlerin çökmelerine, işçi aristokrasisinin ve çiftçilerin yıkılmasına ve milyonlarca işçinin açlığa mahkum olmasına yol açıp yıkıcı etkilerini göstererek geliştiği bugün, herkes soruyor: Krizin nedeni nedir, krize ne yol açmıştır, krizle nasıl mücadele edilmelidir, kriz nasıl yok edilebilir? Çok çeşitli kriz "teori"leri icad ediliyor. Krizi "hafifletmek", "engellemek", "tasfiye etmek" için projeler öneriliyor. Burjuva muhalefetleri, birden bire, krizi engellemek için "gerekli önlemleri almamış" oluveren burjuva hükümetlerini gösteriyorlar parmaklarıyla. "Demokratlar" "Cumhuriyetçiler"i, "Cumhuriyetçiler" "Demokratlar"ı ve hepsi birlikte, krizi "dizginleyemeyen" Hoover Grubuyla onun "Federal Rezerv Sistemi"ni [37] suçluyorlar. Hatta, dünya ekonomik krizinin nedenini "Bolşeviklerin çevirdiği dolaplar"da gören sivri zekâlar bile var. Bunu söylerken aklımdan, "işveren"den çok, yazarlar arasında "işveren"e ve işverenler arasında "yazar"a benzeyen Rechberg geçiyor. (Gülüşmeler.)
Bütün bu "teoriler"in ve projelerin bilimle hiçbir ilgisi olmadığı açıktır. Burjuva iktisatçılarının kriz karşısında tamamen iflas ettiklerini saptamak gerekiyor. Dahası, ortaya çıktığı gibi, bunlarda asgari ölçüde gerçeklik duygusu bile yoktur, ki kendilerinden öncekilerin tümü için bunu söylemek mümkün değildir. Bu baylar, krizlerin, kapitalist ekonomi sistemi içinde rastlantısal bir olgu olarak değerlendirilemeyeceğini unutuyorlar. Bu baylar, ekonomik krizlerin, kapitalizmin kaçınılmaz bir sonucu olduğunu unutuyorlar. Bu baylar, krizlerin kapitalizmin egemenliğiyle birlikte dünyaya geldiğini unutuyorlar. Yüz yıldan fazla bir zamandır, her on iki, on, sekiz ve daha az yılda bir tekrarlanan periyodik ekonomik krizler gündeme gelmektedir. O zamandan beri her türden ve renkten burjuva hükümetleri, her seviyeden ve çaptan burjuva şahsiyetleri, istisnasız hepsi, bütün güçleriyle, krizlerin "engellenmesi" ve "ortadan kaldırılması"na çalıştı. Fakat hepsi baltayı taşa vurdu. Baltayı taşa vurdu, çünkü kapitalizm çerçevesi içinde kaldıkça, ekonomik krizleri ne engellemek ne de ortadan kaldırmak mümkündür. Bu durumda, bugünün burjuva şahsiyetlerinin de baltayı taşa vurmalarında şaşılacak ne var? Burjuva hükümetlerinin aldıkları önlemlerin, gerçekte krizin hafiflemesine, milyonlarca emekçi kitlesinin durumunun hafifletilmesine değil de, yeni iflaslar zincirine, yeni işsizlik dalgasına, daha az güçlü kapitalist birliklerin daha güçlü kapitalist birlikler tarafından yutulmasına yol açmasında şaşılacak ne var?
Ekonomik aşırı üretim krizlerinin temeli, nedeni, bizzat tüm kapitalist ekonomi sisteminde yatmaktadır. Krizin temeli, üretimin toplumsal karakteriyle, üretimin sonuçlarının mal edinilmesinin kapitalist biçimi arasındaki çelişkide yatmaktadır. Kapitalizmin bu temel çelişkisinin ifadesi, azami kapitalist kârı elde etmeyi hedefleyen kapitalizmin üretim kapasitelerinin muazzam ölçüde büyümesiyle yaşam standartları kapitalistler tarafından asgari sınırlar içinde tutulmaya çalışılan milyonlarca emekçi kitlesinin ödeme gücüne sahip talebinin görece gerilemesi arasındaki çelişkidir. Rekabet mücadelesinde kazanmak ve mümkün olduğunca çok kâr sızdırmak için kapitalistler, tekniği geliştirmek, rasyonalizasyon uygulamak, işçilerin sömürüsünü şiddetlendirmek ve fabrikalarının üretim kapasitelerini sonuna kadar artırmak zorundadırlar. Birbirlerinin arkasında kalmamak için bütün kapitalistler üretim olanaklarını hızla geliştirme yoluna şu ya da bu biçimde girmek zorundadırlar. Fakat gerek iç pazar gerek dış pazar, son tahlilde ana alıcılar olan milyonlarca işçi köylü kitlesinin alım gücü düşük seviyede kalır. Aşırı üretim krizleri bundandır. Az çok periyodik olarak tekrarlanan, metaların satılmamasına, üretimin gerilemesine, işsizliğin büyümesine, ücretlerin düşmesine neden olan, böylece de üretim seviyesiyle ödeme gücüne sahip talebin seviyesi arasındaki çelişkiyi daha da keskinleştiren bilinen sonuçlar bundandır. Aşırı üretim krizi, bu çelişkinin şiddetli ve yıkıcı biçimlerdeki ifadesidir.
Kapitalizm üretimi, azami kâr hedefine değil, halk kitlelerinin maddi durumlarının sistematik biçimde iyileştirilmesine uydurabilseydi, kârı asalak sınıfların keyiflerinin tatmin edilmesi, sömürü yöntemlerinin mükemmelleştirilmesi, sermaye ihracı için değil, işçi ve köylülerin maddi durumlarının sistematik olarak yükseltilmesi için kullanabilseydi, bu durumda krizler olmazdı. Ne var ki o zaman kapitalizm de kapitalizm olmazdı. Krizleri ortadan kaldırmak için kapitalizmi ortadan kaldırmak zorunludur.
Ekonomik aşırı üretim krizlerinin temeli genelde budur.
Fakat, bugünkü krizin karakterizasyonu bu kadarla bitmez. Bugünkü kriz daha önceki krizlerin basit bir tekrarı olarak değerlendirilmemelidir. Bugünkü kriz, eksiksiz bir tablo elde edebilmek için açıkça saptanması gereken yeni bazı koşullardan kaynaklanmakta ve onlar altında gelişmektedir. Bugünkü kriz, bir dizi özel durum tarafından karmaşıklaştırılmakta, derinleştirilmektedir, ve bunlar açıklığa kavuşturulmaksızın bugünkü ekonomik kriz hakkında açık bir fikir edinmek olanaksızdır.
Bu özel durumlar nelerdir?
Bu özel durumlar şu karakteristik olgularla sonuçlanmaktadır:
1) Kriz en şiddetli biçimde kapitalizmin baş ülkesini, kalesini, bütün dünya ülkelerinin toplam üretiminin ve toplam tüketiminin en az yarısını elinde toplayan ABD'yi etkilemiştir. Bu durumun, zorunlu olarak, krizin etki alanını büyük ölçüde genişlettiğini, krizin şiddetlenmesine, dünya kapitalizminin önünde önceden tahmin edilemeyecek zorluklar yığılmasına yol açacağını kavramak zor değil.
2) Dünya krizinin gelişme seyri içinde en önemli kapitalist ülkelerdeki sanayi krizi, tarım ülkelerindeki tarım kriziyle sadece aynı zamana denk gelmekle kalmamış, onunla içiçe geçmiştir, bununla zorluklar derinleşmiş ve ekonomik aktivitede genel bir düşme kaçınılmaz hale gelmiştir. Söylemeye gerek yok ki, sanayi krizi tarımsal krizi şiddetlendirecek ve tarımsal kriz de, sanayi krizinin uzamasına yol açacak, bu durum da zorunlu olarak bir bütün olarak ekonomik krizi derinleştirecektir.
3) Bugünkü kapitalizm, eski kapitalizmden farklı olarak, tekelci kapitalizmdir ve bu durum peşinen, aşırı üretime rağmen metaların yüksek tekel fiyatlarını korumak için kapitalist birliklerin mücadelesini kaçınılmaz kılmaktadır. Krizi, metaların ana tüketicisi olan halk kitleleri için özellikle acı ve yıkıcı hale getiren bu durumun, krizi kaçınılmaz olarak uzatacağı, hafiflemesine engel olacağı anlaşılmaktadır.
4) Bugünkü ekonomik kriz, daha emperyalist savaş döneminde başlamış olan ve kapitalizmin temel direklerinin altını oyup ekonomik krizin başlamasını kolaylaştıran kapitalizmin genel krizi temelinde gelişmektedir.
Bu ne anlama gelir?
Bu, herşeyden önce, emperyalist savaşın ve onun sonuçlarının, kapitalizmin çürümesini güçlendirdiği ve dengesini altüst ettiği, bugün bir savaşlar ve devrimler çağında yaşadığımız, kapitalizmin artık dünya ekonomisinin biricik ve herşeyi kapsayan sistemi olmadığı, kapitalistekonomi sistemi yanında, gelişip güçlenen, kapitalist sisteme karşı çıkan ve salt varlığıyla bile kapitalizmin çürümüşlüğünü gösteren ve onun temellerini sarsan sosyalist sitemin varolduğu anlamına gelir.
Ayrıca bu, emperyalist savaşın ve SSCB'de devrimin zaferinin, emperyalizmin sömürge ve bağımlı ülkelerdeki temel direklerini sarstığı, emperyalizmin bu ülkelerdeki otoritesinin artık sarsıldığı, onun bu ülkelerde artık işlerini eski tarzda yürütme gücüne sahip olmadığı anlamına gelir.
Bu ayrıca, savaş sırasında ve sonrasında sömürge ve bağımlı ülkelerde, pazarlarda eski kapitalist ülkelerle başarılı bir biçimde rekabet eden ve bu yüzden sürüm pazarları uğruna verilen mücadeleyi keskinleştirip karmaşıklaştıran kendi genç kapitalizmlerinin doğup gelişmesi anlamına gelir.
Ve son olarak bu, savaşın kapitalist ülkelerin çoğuna, işletmelerin müzmin az-kapasiteyle çalışması ve yedek ordulardan sürekli işsizler ordusuna dönüşen milyonluk işsizler ordusunun varlığı biçiminde zor bir miras bıraktığı anlamına gelir, ve bu, daha şimdiki ekonomik kriz başlamadan önce kapitalizme bir sürü zorluklar çıkarmıştır ve kriz döneminde sorunları daha da güçleştirmek zorundadır.
Dünya ekonomik krizini ağırlaştıran ve keskinleştiren hususlar bunlardır.
Şunu saptamak gerekir ki, bugünkü ekonomik bunalım, şimdiye kadarki dünya ekonomik bunalımlarının en ciddisi ve en derinidir.
Dünya Ekonomik Krizi
Kapitalizmin Çelişkilerinin Keskinleşmesi
SSCB İle Kapitalist Devletler Arasındaki İlişkiler