Header Ads

Header ADS

Marks-Engels Alman İdeolojisi - ÜRETİM ALETLERİ VE MÜLKİYET BİÇİMLERİ

Marks-Engels Alman İdeolojisi 

[IV] 

1. ÜRETİM ALETLERİ VE MÜLKİYET BİÇİMLERİ

[40] [11**]... bulunmuştur. Birinci noktadan oldukça gelişmiş bir işbölümü ile yaygın bir ticaret önkoşulu, ikinci noktadan ise yerel karakter sonucu çıkar. Birinci durumda bireyleri biraraya toplamak gerekir; ikinci durumda, bireyler, (sayfa 74) kendileri de üretim aletleri olarak belli üretim aletinin yanında bulunurlar. O halde, burada, doğal üretim aletleri ile uygarlığın yarattığı üretim aletleri arasındaki farklılık kendini gösterir. İşlenmiş toprak (su, vb.) doğal üretim aleti olarak kabul edilebilir. Birinci durumda, doğal üretim aleti konusunda bireyler doğaya bağımlıdırlar; ikinci durumda emeğin bir ürününe bağımlıdırlar. Birinci durumda, mülkiyet (toprak mülkiyeti) demek ki, dolaysız ve doğal bir egemenlik gibi görünür; ikinci durumda bu mülkiyet bir emek egemenliği, bu konuda, birikmiş emeğin, sermayenin egemenliği olarak görünür. Birinci durum, bireylerin, ister aile, ister kabile ve hatta toprak vb. olsun herhangi bir bağla birleşmiş olmalarını önceden varsayar. İkinci durum ise, bu bireylerin birbirlerinden bağımsız olmalarını ve ancak değişimlerle birarada tutulmalarını önceden varsayar. Birinci durumda değişim, esas olarak, insanlar ile doğa arasında bir değişimdir, birinin [insanların -ç.] emeğinin, ötekinin [doğanın -ç.] ürününe karşı trampa edildiği bir değişimdir; ikinci durumda, değişim, egemen olan biçimiyle, insanların kendi aralarında bir değişimdir. Birinci durumda insan için orta bir zeka yeterlidir, bedensel faaliyet ile zihinsel faaliyet birbirlerinden henüz hiç ayrılmış değildir; ikinci durumda bedensel faaliyet ile zihinsel faaliyet arasındaki bölünme daha önceden pratik olarak gerçekleşmiş olmalıdır. Birinci durumda, mülk sahibinin mülksüzler üzerindeki egemenliği, kişisel ilişkilere, bir çeşit ortaklığa dayanabilir; ikinci durumda, bu egemenlik maddi bir biçim almış olmalı, üçüncü bir ötede, parada, cisimleşmelidir. Birinci durumda, küçük imalatçılık (sanayi) vardır, ama doğal üretim aleti kullanıma bağımlıdır ve bu yüzden de başka başka bireyler arasında işin bölüşümü yoktur; ikinci durumda, sanayi ancak işbölümünde ve bu bölünme ile mevcuttur. 


[41] Buraya kadar hep üretim aletlerinden hareket ettik ve bazı sanayi aşamaları için özel mülkiyet zorunluluğu, bu durumda, zaten besbelli bir şey olmuştu. İstihraç sanayiinde, özel mülkiyet işe tamamen uygun düşmektedir; küçük sanayide ve bütün tarımda, şimdiye kadar mülkiyet, mevcut iş aletlerinin zorunlu sonucudur; büyük sanayide üretim aracı ile özel mülkiyet arasındaki çelişki, ancak, o ürünü yaratmak için daha önceden çok gelişmiş olması gereken bu (sayfa 75) büyük sanayiin ürünüdür. O halde, özel mülkiyetin kaldırılması ancak büyük sanayi ile olanaklıdır. 

[2. MADDİ EMEK İLE ZİHİNSEL EMEK ARASINDA İŞBÖLÜMÜ. KENT İLE KIRIN AYRILMASI. LONCALAR]

En büyük maddi ve zihinsel işbölümü, kent ile kırın ayrılmasıdır. Kent ile kır arasındaki karşıtlık, barbarlıktan uygarlığa, aşiret düzeninden devlete, bölgesellikten ulusa geçişle birlikte ortaya çıkar, ve zamanımıza kadar bütün uygarlık tarihi boyunca sürüp gider. (Tahıl Yasalarına Karşı Birlik[32*].) — Kentin varlığı, yönetimin, polisin, vergilerin vb. zorunluluğunu, kısacası, belediye örgütünün, bu nedenle de genel olarak siyasetin zorunluluğunu içerir. İşte nüfusun ilk kez olarak iki büyük sınıf halinde bölünmesi, doğrudan işbölümüne ve üretim araçlarına dayanan bölünme, burada ortaya çıkmıştır. Zaten, kent, nüfusun, üretim aletlerinin, sermayenin, zevklerin, gereksinmelerin bir merkezde toplanması olayıdır, oysa kır tam tersi bir olayı, ayrı ayrı olmayı ve dağınıklığı ortaya koyar. Kent ile kır arasındaki karşıtlık ancak özel mülkiyet çerçevesi içinde mevcut olabilir. Bu karşıtlık, bireyin işbölümüne olan bağımlılığının, onun kendisine kabul ettirilen belirli bir eyleme karşı bağımlılığın en göze çarpan ifadesidir. Bu bağımlılık, her ikisi de birbirinden sınırlı olmak üzere, birini bir kent hayvanı, ötekini bir kır hayvanı haline getirir ve her gün bu iki tarafın çıkarlarının karşıtlığını yeniden doğurur. Burada da emek, gene en başta gelen şeydir, bireyler üzerindeki güçtür ve bu güç mevcut olduğu sürece özel mülkiyet de var olacaktır. Kent ile kır arasındaki bu karşıtlığın kaldırılması ortaklaşalığın ilk koşullarından [42] biridir ve herkesin ilk bakışta saptayabileceği gibi, bu koşulun kendisi de, tek başına iradenin gerçekleştirmeye yetmeyeceği, önceden yerine gelmesi gereken maddi koşullar yığınına bağlıdır. (Şu koşulların daha fazla geliştirilmesi gerekir.) Kent ile kırın ayrılması, sermaye ile toprak mülkiyetinin ayrılması olarak, sermayenin toprak mülkiyetinden bağımsız varlığının ve gelişmesinin başlangıcı olarak, tek temeli emek ile değişim olan bir mülkiyetin başlangıcı olarak kavranabilir.

Ortaçağda, daha önceki tarih tarafından tam kurulmuş bir şekilde devralınmamış olan; henüz yeni yeni biçimlenmekte olup, özgürlüğünü kazanmış serflerin yaşadıkları kentlerde, herbir kişinin, birlikte getirdiği ve hemen hemen yalnız en vazgeçilmez avadanlıklardan ibaret olan küçük sermayesi dışında, biricik mülkiyeti, kendi özel emeği idi. Durmadan kentlere akın eden kaçak serflerin rekabeti, kırın kente karşı sürekli savaşı ve bu yüzden kentlerde örgütlü bir askeri gücün gerekliliği, belirli bir işin ortaklaşa mülkiyetinin meydana getirdiği bağ, zanaatçıların aynı zamanda tacir de oldukları bir dönemde metalarının satışı için ortak binaların gerekli oluşu ve bu binaların kapılarının kalifiye olmayan kişilere kapalı tutulması, değişik meslekler arasındaki çıkar çatışması, güçlükle öğrenilen bir işin korunması zorunluluğu ve bütün ülkenin feodal düzeni, her meslekten emekçilerin ayrı loncalar halinde birleşmelerinin nedeni oldular. Burada, daha sonraki tarihsel gelişmelerin loncalar sistemine getirdiği sayısız değişiklikleri derinleştirecek değiliz. Serflerin toplu halde kentlere doğru göçü, bütün ortaçağ boyunca sürmüştür. Kırda senyörlerin işkencesine maruz bulunan bu serfler birer birer kente geliyorlardı ve, orada, örgütlü bir ortaklık buluyorlardı; bu ortaklığa karşı güçsüzdürler ve bunun içerisinde, onların emeğine duyuları gereksinmenin ve kentteki örgütlü rakiplerinin çıkarının kendilerine tayin ettiği durumu kabul etmek zorundaydılar. Tek başlarına gelen bu emekçiler hiçbir zaman bir kuvvet meydana getirecek duruma ulaşamadılar, çünkü onlar için şu iki şeyden biri kaçınılmazdı: ya onların yaptıkları iş bir loncanın yetki alanına giriyordu ve öğrenilmesi gerekiyordu, o takdirde bu loncanın ustaları onları kendi kurallarına bağımlı kılıyorlar ve onları kendi çıkarlarına göre örgütlüyorlardı; ya da onların işi çıraklığı gerektirmiyordu, bir meslek kolunun alanına girmiyordu, gündelikçi bir işti bu, bu durumda ise hiçbir zaman bir örgüt yaratmaya yaklaşmıyorlar ve örgütlenmemiş bir pleb olarak yaşıyorlardı. Kentlerde gündelik iş zorunluluğu, plebi yarattı. 

Bu kentler, ivedi bir gereksinmeden, mülkiyetin korunması gibi kaygıdan doğan ve tek tek üyelerinin üretim araçlarını [43] ve korunma yollarını geliştirmeye elverişli gerçek "birlik"ler[33*] meydana getiriyorlardı. Bu kentlerin plebi, (sayfa 77) birbirlerine yabancı ve kente ayrı ayrı gelmiş olan bireylerden oluştuğu için, örgütlü, savaş için donatılmış ve dört gözle kendilerini kollamakta olan bir güç karşısında örgütsüz bir halde bulunuyorlardı, ve işte bu durum, pleb tabakasının her türlü iktidarlardan yoksun oluşunu açıklar. Kalfalar ve çıraklar her meslekte ustaların çıkarlarına en iyi hizmet edecek şekilde örgütlenmişlerdi;[62] ustalarıyla kendileri arasındaki ataerkil ilişkiler, ustalara çifte bir güç veriyordu. Bu ilişkilerin, bir yandan, kalfaların bütün yaşamları üzerinde doğrudan doğruya bir etkileri vardı; öte yandan, bu ilişkiler, aynı ustanın yanında çalışan kalfalar arasında gerçek bir bağı temsil ettiğinden bunlar öteki ustaların yanında çalışan kalfalara karşı birleşiyorlardı ve bu, onları öteki kalfalardan ayırıyordu; ve son olarak, kalfaların mevcut loncalar sistemine bağlanmış olmaları, yalnızca kendilerinin de ustalığa geçmekte çıkarları olması yüzündendi. Onun için, pleb tabakası, hiç değilse bütünüyle kent düzenine karşı ayaklanacak, pleb tabakasının güçsüzlüğü yüzünden tamamıyla etkisiz kalacak ayaklanmalar yapacak kadar ileri gittiği halde, kalfalar, bütün loncalar sisteminde, her zaman görülebildiği gibi, ayrı ayrı loncalar içersindeki küçük başkaldırmaların dışına çıkmıyorlardı. Ortaçağın büyük ayaklanmalarının hepsi kırdan başlamıştır, ama hepsinin kaderi, köylülerin dağınıklığı ve bunun sonucu olan kültürsüzlükleri yüzünden başarısızlık olmuştur. 

Kentlerde, sermaye, konuttan, aletlerden ve soydan geçme doğal bir müşteriler topluluğundan ibaret olan aynı sermaye idi, ve değişimlerin henüz embriyon durumunda olması ve dolaşımın eksikliği nedeniyle, sermaye, gerçekleştirilmesi olanaksız bir servet olarak kalıyor, zorunlu olarak, babadan oğula geçiyordu. Modern sermayenin tersine, bu sermaye, para ile ölçülebilen bir sermaye değildi ve bu sermaye için, bir şeye ya da başka bir şeye yatırılmış olması pek önemli değildi; bu sermaye, sahibinin belirli işine doğrudan bağlı, bu işten ayrılmaz bir sermaye idi, yani bir mesleğe bağlı (ständisches, zümresel) sermayeydi. 

Gene kentlerde, işbölümü, [44] çeşitli loncalar arasında henüz tamamen kendiliğinden bir tarzdaydı, ama hiçbir biçimde, loncaların kendi içlerinde, tek tek işçiler arasında yerleşmiş değildi. Her emekçi, bütün bir çalışma seyrini tamamlamaya elverişli olmalıydı; kendi avadanlıklarıyla yapılabilecek her şeyi yapabilecek durumda olmalıydı; değişimlerin sınırlı oluşu, çeşitli kentler arasındaki ilişkilerin azlığı, nüfusun seyrekliği ve gereksinmelerin sınırlılığı da, işbölümünün daha ileri gitmesine elverişli bir durum yaratmıyorlardı ve bunun için ustalığa geçmek isteyen her kimse mesleğini tam anlamıyla bilmeliydi. Bu yüzden gene ortaçağ zanaatçılarında, dar anlamda belli bir artistik düzeye kadar yükselebilen kendi özgül işinde ustalaşmaya bir ilgi görülür. Ve gene bunun içindir ki, ortaçağın her zanaatçısı kendini tamamıyla işine veriyordu; işiyle ilgisi bakımından duygusal bir kölelik ilişkisi içindeydi ve o, kendi işine, işine karşı ilgisiz modern emekçiden çok daha bağlıydı. 

İŞBÖLÜMÜNÜN GENİŞLEMESİ SANAYİ İLE TİCARETİN AYRILMASI. ÇEŞİTLİ KENTLER ARASINDA İŞBÖLÜMÜ. MANÜFAKTÜR


Blogger tarafından desteklenmektedir.