Header Ads

Header ADS

Marks-Engels Alman İdeolojisi - GERÇEK KURTULUŞUNUN KOŞULLARI


1. İNSANLARIN GERÇEK KURTULUŞUNUN KOŞULLARI

[1] [18]Felsefeyi, tanrıbilimi, tözü ve bütün öteki boş şeyleri "öz-bilinç"e indirgemekle, "insanları" hiçbir zaman kölesi olmadıkları bu sözlerin egemenliğinden kurtarmakla "insan"ın "kurtuluşu" yolunda tek bir adım bile atılmış olmayacağını; gerçek dünyanın dışında ve gerçek araçları kullanmadan gerçek bir kurtuluşu gerçekleştirmenin mümkün olmadığını,[19] buharlı makine ve mulejenny[2**] olmadan köleliğin, tarımı iyileştirmeksizin serfliğin kaldırılamayacağını; daha genel olarak, insanlar, yeterli nicelik ve nitelikte yiyecek, içecek, barınak ve giyecek tedarik edecek durumda olmadıkları sürece, onları kurtarmanın mümkün olmadığını, bilgiç filozoflarımıza anlatmak zahmetine[20] girmeyeceğiz. "Kurtuluş", zihinsel değil, tarihsel bir iştir, ve bu tarihsel koşullar, sanayiin, tica[retin,] [tarı]mın, [karşılıklı ilişkinin (Verkehr) durumu] tarafından gerçekleştirilir [...][3**] [2] sonra farklı gelişme aşamalarına göre, şu saçmalıklara [meydan verirler[4**]]: töz, özne, öz-bilinç ve katıksız eleştiri, tıpkı dinsel ve tanrıbilimsel saçmalıklar gibi, bunları da yeteri kadar geliştirildikleri zaman bir yana atarlar.[21] Ancak önemsiz bir tarihsel gelişmenin meydana geldiği Almanya gibi bir ülkede bu fikir gelişmeleri, bu idealize edilmiş etkisiz ıvır zıvırlar, doğal olarak mevcut olmayan tarihsel gelişmelerin yerini alır, yer edinir ve onlarla savaşmak gerekir.[22] Ama bu yerel önemde bir savaştır.[23] (sayfa 45)

[2. FEUERBACH'IN SEZGİSEL VE TUTARSIZ MATERYALİZMİNİN ELEŞTİRİSİ]

[...] [5**][8] gerçekte ve pratik materyalist için, yani komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek (revolutionieren), varolan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir.[24] Feuerbach'da kimi zaman bu cinsten görüşler bulunsa da, bunlar, hiçbir zaman kopuk kopuk sanılardan öteye gitmezler, ve bunların onun genel bakış tarzı üzerinde çok az etkisi vardır ve o nedenle biz, burada, bunları gelişmeye elverişli tohumlardan başka bir şey olarak görmüyoruz. Feuerbach'da duyumsal (Sinnliche) dünya "kavramı",25 bir yandan bu dünyanın basit sezgisiyle (Anschanung) öte yandan da basit algısıyla (Empfindung) sınırlı kalır, "gerçek tarihsel insan" diyeceğine "İnsan" der. "İnsan" dediği, gerçekte "Alman"dır. Birinci durumda, duyumsal dünyanın sezgisinde, zorunlu olarak, kendi bilinciyle ve kendi duygusuyla gelişen, kendisinin önceden varsaydığı duyumsal dünyanın bütün parçalarının, özellikle insanın ve doğanın uyumunu bozan şeylere toslar. Bunları safdışı etmek için, ikili bir görüş tarzına sığınmak zorunda kalır, yalnızca "besbelli olanı" algılayan dünyevi bir görüş tarzı ile, şeylerin "gerçek özü"nü algılayan daha yüksek, felsefi bir görüş tarzı arasında salınır.[26] Çevresindeki duyumsal dünyanın nasıl sonsuzluktan bu yana hiç değişmeden kalan bir şey olmayıp, sanayiin ve toplumun durumunun ürünü, hem de tarihsel anlamda ürünü olduğunu, her biri kendinden önceki kuşağın omuzları üzerinde yükselen, onun sanayiini, ve karşılıklı ilişkisini yetkinleştiren, ve gereksinmelerdeki değişikliklere uygun olarak toplumsal düzenini değiştiren bir dizi kuşağın faaliyetinin sonucu olduğunu[27] görmez. Feuerbach, (sayfa 46) en basit "duyumlu kesinlik" nesnelerini bile ancak toplumsal gelişme, sınai ve ticari ilişkiler (Verkehr) sayesinde edinmiştir. Herkes bilir ki, kiraz ağacı, hemen bütün meyve ağaçları gibi, yalnızca birkaç yüzyıl önce ticaret yoluyla bizim enlemimize nakledilmiş ve [9] belirli bir toplumun, belirli bir çağdaki bu eylemi sayesindedir ki, kiraz ağacı Feuerbach için "duyumsal kesinlik" haline gelmiştir.[28

Kaldı ki, şeyleri gerçekten oldukları gibi ve gerçekten cereyan ettikleri gibi gören bu anlayışta, her derin felsefi sorun, biraz ilerde daha açık görüleceği gibi, çok basitçe ampirik bir olgu haline geliverir. Örneğin "töz" ve "öz-bilinç" konusundaki bütün o "sınırsız yücelikteki yapıtlar"a[10*] kaynaklık etmiş insan-doğa ilişkisi (hatta Bruno'nun sözünü ettiği (s. 110)[11*] "doğa ile tarih arasındaki karşıtlıklar" —sanki bu ikisi birbirlerinden ayrı "şeyler"miş gibi, sanki insan her zaman bir tarihsel doğa ve bir doğa tarihi ile karşı karşıya değilmiş gibi—) konusundaki bu önemli sorun, şu pek ünlü "insan-doğa birliği"nin, tıpkı insanların doğa ile "savaşı" gibi, sanayide hep ve sanayiin gelişmişlik düzeyine bağlı olarak ve üretici güçlerini o düzeye tekabül eden bir temel üzerinde geliştirdikleri noktaya dek her çağda farklı biçimlerde varolageldiği anlaşıldığında, kendiliğinden ortadan kalkar. Sanayi ve ticaret, yaşamsal gereksinmelerin üretimi ve değişimi, dağıtımı, değişik toplumsal sınıfların yapısını belirledikleri gibi, yürütülüş tarzlarına göre kendileri de, bunlar tarafından belirlenirler — ve o nedenledir ki, Feuerbach, örneğin Manchester'da yüzyıl önce yalnızca çıkrıkların ve dokuma tezgahlarının olduğu yerde fabrikalar ve makineler görüyor, ve Roma köyünde, Augustus zamanında yalnızca Romalı kapitalistlerin bağ-bahçelerini ve villalarını bulacağı yerde, ancak otlaklar ve bataklıklar buluyor.[29]Feuerbach, doğa bilimi anlayışından özellikle sözediyor, ancak fizikçinin ve kimyacının görebileceği gizlere değiniyor; ama ticaret ve sanayi olmasaydı doğa biliminin hali nice olurdu? Hatta, bu "katıksız" doğa bilimine amacını gösteren ve ona materyalini sağlayan ticaret ve sanayi, insanların maddi faaliyetleri değil midir? Ve insanların kesintisiz bu faaliyeti, (sayfa 47) bu işi, bu maddi şeylerin yaratılması, bir sözcükle bu üretim, günümüzde olduğu biçimiyle bütün duyumsal dünyanın temelidir, şundan da belli ki , eğer bunlar kesintiye uğratılsaydı, bu kesinti bir yıl için bile olsa, Feuerbach, yalnızca, doğal alemde muazzam bir değişiklik bulmakla kalmayacak, bütün insanlık aleminin kaybından olduğu kadar kendi seyretme yetisinin kaybından, hatta bizzat kendi varlığının kaybından da pek çabuk yakınacaktı. Elbette, dış doğanın önceliği bu yüzden geçerliğinden bir şey yitirmez ve bütün bunlar, doğaldır ki, generatio aequivoca[6**] yoluyla üremiş olan ilk insanlara uygulanamazlar; ama bu ayrımın, ancak, insan doğadan ayrı bir şey olarak kabul edildiği takdirde anlamı vardır. Zaten insanların tarihinden önce gelen bu doğa, hiç de Feuerbach'ın içinde yaşadığı doğa değildir; bu doğa, zamanımızda, belki de yakın zamanda oluşmuş olan Avusturalya atollerinden başka hiçbir yerde mevcut değildir. Dolayısıyla Feuerbach için de mevcut değildir. 

İtiraf edelim ki, Feuerbach'ın, [10] "katıksız" materyalistlere göre, insanın da bir "duyumsal nesne" olduğunu farketmek gibi büyük bir üstünlüğü vardır; ama burada da yine teori alanında kalıp, insanları verili toplumsal bağlamları içinde, mevcut yaşam koşulları içinde ele alamadığından ötürü, insanı "duyumsal faaliyet" olarak değil de, yalnızca "duyumsal nesne" olarak ele alıyor olması bir yana, gerçekten varolan, faaliyet halindeki insanlara da hiçbir zaman varamıyor, "insan" soyutlamasını aşamıyor ve bu insanı duyulara sahip "gerçek, bireysel, etten kemikten insan"ın ötesine götüremiyor, yani "insan ile insan" arasında aşk ve dostluk dışında başka bir "insan ilişkisi" tanımıyor, üstelik onu da idealize ediyor.[30] Güncel yaşamın koşullarının eleştirisini yapmıyor. Bu yüzden, duyumsal dünyayı, onu meydana getiren bireylerin canlı duyumsal faaliyetinin toplamı olarak kavramaya erişemiyor; ve sözgelimi sağlıklı insanlar yerine bir açlar, sıracalılar, bitkinler, veremliler sürüsü görünce, "yüksek sezgi"ye ve "türlerin" düşünsel "ödeşmesi"ne sığınmak zorunda kalıyor; bu yüzden de, komünist materyalistin sanayide olsun, toplumsal yapıda olsun köklü bir dönüşümünün hem zorunluluğunu, hem de koşulunu gördüğü yerde, (sayfa 48) idealizme düşüyor.[31

Feuerbach materyalist olduğu zaman tarihten uzak duruyor, ve tarihi hesaba kattığı zaman da materyalist olmaktan çıkıyor. Feuerbach'da tarih ve materyalizm birbirlerinden tamamen ayrı şeylerdir, zaten bu da daha önce söylediklerimizden anlaşılmaktadır.[32

[3. BAŞLANGIÇTAKİ TARİHSEL İLİŞKİLER YA DA TOPLUMSAL FAALİYETİN ESAS YÖNLERİ: GEÇİM ARAÇLARININ ÜRETİMİ, YENİ GEREKSİNMELERİN ÜRETİMİ, İNSANLARIN ÜREMESİ (AİLE), TOPLUMSAL İLETİŞİM, BİLİNÇ]

[11] Her türlü öncülden yoksun Almanlar söz konusu olduğundan, her türlü insan varlığının, dolayısıyla her türlü tarihin[33] ilk öncülünden, yani insanların "tarihi yapabilmek"[34] için yaşamlarını sürdürebilecek durumda olmaları gerektiği öncülünden işe başlamak zorundayız. Ama yaşamak için her şeyden önce içmek, yemek, barınmak, giyinmek ve daha bazı başka şeyler gerekir. Demek ki, ilk tarihsel eylem, bu gereksinmeleri karşılayacak araçların üretimi, maddi yaşamın kendisinin üretimidir, ve bu, binlerce yıl önce olduğu gibi, bugün de salt insanlar yaşamlarını sürdürebilsinler diye günbegün, saatbesaat yerine getirilmesi gereken tarihsel bir eylem, bütün tarihin temel bir koşuludur. Duyumsallık, Aziz Bruno'da[12*] olduğu gibi, bir sopaya, bu en düşük asgariye indirgendiği zaman bile, bu sopayı üretme eylemini varsayar. Demek ki, bütün tarih anlayışında, başta gelen şey, bu temel olguyu, bütün önemi içinde, ve bütün genişliği içinde gözlemlemek ve onun hakkını vermektir. Herkes bilir ki, Almanlar, bunu hiç bir zaman yapmadılar; tarihi hiçbir zaman dünyevi bir temele oturtamadılar ve bu (sayfa 49) yüzden de hiçbir zaman bir tarihçileri olmadı. Her ne kadar Fransızlar ve İngilizler bu olgunun tarih denilen şeyle bağlantısını, özellikle siyasal ideoloji içinde hapsedilmiş kaldıkları ölçüde, ancak en dar bir açıdan gördüyseler de, bu, onların sivil toplumun (bürgerlichen Gesellschaft), ticaretin ve sanayiin tarihini ilkönce yazarak tarihe maddi bir temel kazandırmak için ilk denemelerde bulunmalarına engel olmadı. 

İkinci nokta [12] şudur ki, ilk gereksinmenin kendisi bir kez sağlandığında, sağlama eylemi ve bu sağlama işinden kazanılmış olan alet, yeni gereksinmeler yaratır — ve bu yeni gereksinmelerin yaratılması ilk tarihsel eylemdir. Pozitif malzeme sıkıntısı içine düştüklerinde ve ne dinbilimsel, ne de siyasal ya da edebi saçmalıklara katkıda bulunamadıklarında, bunun tarih değil de "tarih-öncesi" olduğunu iddia eden Almanların, tarih konusundaki büyük bilgeliklerinin nemenem bir şey olduğu bu noktada hemen açığa çıkıverir; zaten —her ne kadar tarih konusundaki kurgularında bu tarih-öncesinin kendilerini "çıplak olgular"dan koruduğunu, aynı zamanda da, bu "tarih-öncesi"nde binlerce hipotez yaratıp binlercesini de çürütebileceklerini düşündüklerinden, bu "tarih-öncesi"ne özel bir gayretle sarılıyorlarsa da— bu "tarih-öncesi" saçmalığından tarihin kendisine nasıl geçildiğini de açıklamıyorlar. 

Burada, tarihsel gelişmenin içine daha baştan dahil olan bir üçüncü ilişki de şudur: her gün kendi yaşamlarını yenileyen insanlar, başka insanlar yaratmaya, kendi kendilerini yeniden üretmeye koyulurlar; bu, kadınla erkek arasındaki, ana babalarla çocuklar arasındaki ilişkidir; bu ailedir. Başlangıçta tek toplumsal ilişki olan bu aile, zamanla, artan gereksinmeler yeni toplumsal ilişkiler doğurduğu ve nüfusun artması yeni gereksinmeler yarattığı zaman (Almanya'dan başka her yerde) ast bir ilişki haline gelir; bu bakımdan, bu aile konusunu, Almanya'da yapılması adet olduğu üzere "aile kavramı"na göre değil de, mevcut ampirik olaylara göre incelemeli ve geliştirmelidir. Üstelik, toplumsal faaliyetin bu üç yönünü üç farklı aşama olarak anlamamak, yalnızca toplumsal faaliyetin üç farklı yönü olarak anlamak gerekir, ya da Almanlar için daha açık bir dil kullanmak gerekirse, tarihin başından beri ve ilk insanlardan buyana birarada birlikte mevcut olmuş ve bugün de hâlâ tarih içinde kendini gösteren üç "uğrak" ("Moment") olarak anlamak gerekir. 

Yaşamı üretmek, işle kendi öz yaşamını olduğu kadar, döl vererek başkasının yaşamını üretmek, demek ki, artık bize çifte bir [13] ilişki olarak görünür, bir yandan bir doğal ilişki olarak, öte yandan da bir toplumsal ilişki olarak — şu anlamda toplumsal ki, bununla, birçok bireyin, hangi koşullarda, ne tarzda ve ne amaçla olduğu önemli olmayan elbirliği anlaşılır. Bundan çıkan sonuca göre: bir üretim tarzı ya da belirli bir sanayi aşaması, sürekli olarak bir elbirliği tarzına veya belirli bir toplumsal aşamaya bağlıdır; ve bu elbirliği tarzının kendisi bir "üretici güçtür"; gene bundan çıkan sonuca göre: insanlarca ulaşılabilir üretici güçler toplamı toplumsal durumu belirler ve dolayısıyla "insanlık tarihinin", sanayi ve değişim (mübadele) tarihi ile kesintisiz bağlantısı içinde incelenmesi ve ele alınması gerekir. Ama gene aynı derecede açıktır ki, Almanya'da böyle bir tarih yazmak olanaklı değildir, çünkü, bunu yapabilmek için Almanlarda eksik olan yalnızca onu kavrama yetisi ve materyal değil, aynı zamanda "duyumsal kesinlik"tir, zira Ren nehrinin öte yanında bu gibi şeyler yaşanamaz, çünkü oralarda tarih artık durmuştur. Demek ki, insanlar arasında, gereksinmelerin ve üretim tarzının koşullandırdığı ve bizzat insanlar kadar eski bir maddi bağlar sisteminin varlığı daha baştan bellidir — öyle bir bağlar. sistemi ki, durmaksızın yeni biçimler alır ve insanları gitgide biraraya toplayan herhangi bir siyasal ya da dinsel saçmalık henüz mevcut olmadan da, bir "tarih" sunar. 

Ve ancak şimdi, ta başlangıçtaki tarihsel ilişkilerin dört uğrağını, dört yönünü inceledikten sonradır ki, insanın "bilinç"i de olduğunu görüyoruz.[35] Ama, öyle de olsa, bu daha baştan "katıksız" bilinç değildir. "Tin", daha baştan, [14] burada kendisini titreşim halindeki hava tabakaları, sesler, kısacası dil biçiminde gösteren bir maddeye "yakalanmış" olmaktan muzdariptir. Dil, bilinç kadar eskidir, — dil, öteki insanlar için de varolan,.ve o halde benim için de varolan (sayfa 51) ilk, pratik, gerçek bilinçtir ve, tıpkı bilinç gibi dil de, ancak, diğer insanlarla karşılıklı ilişki [Verkehr] kurma gereksinmesiyle, zorunluluğuyla ortaya çıkar.[36]Bir ilişkinin mevcut olduğu yerde, o ilişki benim için de mevcuttur, hayvan hiçbir şeyle "ilişki içinde değildir", kısaca hiçbir ilişki bilmez. Hayvanın öteki hayvanlarla olan ilişkisi kendisi açısından bir ilişki değildir. Bilinç, demek ki, daha baştan toplumsal bir üründür ve insanlar mevcut oldukları sürece böyle kalır. EIbette ki, bilinç, herşeyden önce, yalnızca en yakın duyumsal çevrenin bilincidir, ve bilinçlenmekte olan bireyin, kendisi dışında yer alan öteki şeyler ve öteki kişiler ile olan sınırlı bağlantısının bilincidir; bilinç, aynı zamanda, insanların karşısına önceleri baştan aşağı yabancı, mutlak güçlü ve karşı çıkılamaz bir güç olarak dikilen, insanların kendisine karşı düpedüz hayvanca bir davranış içinde bulundukları ve insanları da hayvanları ürküttüğü kadar ürküten bir doğa bilincidir; o halde salt hayvansal bir doğa bilinci (doğa dini)[36a] —ve, öte yandan, çevresindeki bireylerle ilişki kurmak zorunluluğunun bilinci, toplum halinde yaşamakta olduğu bilincinin başlangıcıdır. Bu başlangıç, hayvansaldır; basit bir sürü bilincidir, ve burada, insan, koyundan, yalnızca bilincin içgüdünün yerini alması olgusuyla ya da içgüdüsünün bilinçli bir içgüdü olması olgusuyla ayırdedilir. Bu sürücül, ya da kabilesel bilinç, üretkenliğin artmasıyla, gereksinmelerin çoğalmasıyla ve daha önceki iki unsurun temeli olan nüfusun çoğalmasıyla orantılı olarak gelişir ve yetkinleşir. [15] İlkel durumunda cinse ilişkin eylem içindeki işbölümünden başka bar şey olmayan işbölümü, böylece gelişir ve ardından (örneğin bedensel güç gibi) doğal durumlar yüzünden, gereksinmeler, raslantılar vb. yüzünden kendiliğinden ya da "doğal olarak" işbölümü haline gelir.[37] İşbölümü, ancak (sayfa 52) maddi ve zihinsel bir işbölümü meydana geldiği andan itibaren gerçekten işbölümü halini alır.[38] Bu andan itibaren, bilinç, mevcut pratiğin bilincinden başka bir şey olduğunu, gerçek bir şeyi temsil etmeksizin bir şeyi gerçek olarak temsil ettiğini gerçekten sanabilir. Bu andan itibaren, bilinç, dünyadan kurtulma ve "salt" teorinin, tanrıbilimin, felsefenin, ahlakın vb. oluşmasına geçme durumundadır. Ama bu teori, bu tanrıbilim, bu felsefe, bu ahlak vb. bile, mevcut ilişkilerle çelişki haline girdiklerinde, bu, ancak, mevcut toplumsal ilişkilerin mevcut üretici güçlerle çelişki haline gelmiş olmasından ileri gelebilmektedir; zaten, belirli bir ulusal ilişkiler çemberinde, bu durum, çelişkinin bu ulusal alanın içinde değil, ama bu ulusal bilinç ile öteki ulusların pratiği arasında, yani bir ulusun ulusal bilinci ile evrensel bilinci arasında[39](halen Almanya'da olduğu gibi) meydana gelmesinden olabilir, ancak ve o halde, bu ulus için, bu çelişki, ancak ulusal bilincin bağrında bir çelişki gibi açıkça kendini gösterdiğinden, savaşım, bu ulusal pislikle sınırlanmış görünür, elbette ki, bu ulus kokuşmanın ta kendisi olduğu için böyle görünür. [16] Üstelik, bilincin tek başına ne yaptığı o kadar önemli değildir; bütün bu çürüme, bize ancak şu sonucu verir: şu üç uğrak, üretici güç, toplumsal durum ve bilinç, birbirleriyle çelişkiye düşebilirler ve düşmek zorundadırlar, çünkü işbölümü sayesinde, faaliyet ile maddi faaliyetin,[40] keyif çatma ile çalışmanın, üretim ile tüketimin farklı farklı bireylerin payına düşme olasılığı, hatta olgusu ortaya çıkar ve bunların birbirleriyle çelişkiye düşmemelerinin tek yolu, bizzat işbölümünün kendisinin tekrar kaldırılmasıdır. Ayrıca besbelli ki, "hayaletler", "ayaktakımı", "en yüce varlık", "kavram", "kuşkular"[14*] tekil bireyle sınırlı idealist, tinsel ifadeler, anlayışlardır, yaşamın üretilme tarzının ve ona bağlı karşılıklı ilişki biçiminin (Verkehrsform) içinde hareket ettikleri çok ampirik kısıtlılıklar ve sınırlılıklar anlayışından (sayfa 53) başka bir şey değildir.[41


Blogger tarafından desteklenmektedir.