Header Ads

Header ADS

Devlet ve Devrim - KOMÜNİST TOPLUMUN BİRİNCİ EVRESİ

Devlet ve Devrim

KOMÜNİST TOPLUMUN BİRİNCİ EVRESİ

Gotha Programının Eleştirisi'nde, Marks, Lassalle'ın, sosyalist rejimde işçinin, emeğinin "budanmamış" ürününü, ya da "tüm ürününü" alacağı yolundaki düşüncesini inceden inceye çürütür. Gösterir ki, toplumsal fonların tümünden, bir yedeklik fonu, üretimi artırmaya ayrılmış bir fon, "yıpranmış" makinelerin değiştirilmesine ayrılmış bir fon vb. çıkarmak gerekir. Sonra, tüketim nesnelerinden de: yönetim giderleri, okullar hastaneler, yaşlılık yurtları vb. için bir fon çıkarmak gerekir. 

Lassalle'ın ("emeğinin tüm ürünü işçiye" biçimindeki), bulanık, karanlık ve genel formülü yerine Marks, sosyalist toplumun işleri nasıl yöneteceğini açıklıkla gösterir. Marks, kapitalizmin varolmayacağı bir toplumdaki yaşama koşullarının somut çözümlemesine girişir ve düşüncesini şöyle açıklar: "Burada (işçi partisi programının incelenmesinde) uğraştığımız şey, kendine özgü temeller üzerinde gelişmiş bulunduğu biçimiyle değil, tersine, kapitalist toplumdan çıkmış bulunduğu biçimiyle bir komünist toplumdur; o halde, ekonomik, törel, entellektüel, bütün ilişkilerinde, henüz bağrından çıktığı eski toplumun izlerini taşıyan bir toplum." İşte kapitalizmin bağrından henüz çıkmış bulunan ve bütün alanlarda eski toplumun izlerini taşıyan bu komünist toplumu, Marks, komünist toplumun "birinci", ya da alt evresi olarak adlandırır. 

Üretim araçları, daha şimdiden, artık bireylerin özel mülkiyetinde değildir. Tüm toplumun malıdır. Toplumsal bakımdan gerekli çalışmanın belirli bir parçasını tamamlayan her toplum üyesi, toplumdan, sağladığı çalışmanın niceliğini gösteren bir bono alır. Bu bono ile, kamusal tüketim nesneleri mağazalarından, çalışmasına denk düşen bir nicelikte ürün almak hakkını elde eder. Sonuç olarak, toplumsal fona ödenen çalışma tutarı çıktıktan sonra, her işçi, toplumdan, ona vermiş olduğu kadarını alır.


"Eşitlik"in egemenliği denebilir buna. 

Ama, (çoğunlukla sosyalizm denilen ve Marks'in komünizmin birinci evresi adını verdiği) bu toplumsal düzenden sözeden Lassalle, bu düzende "hakkaniyetli bölüşüm", "eşit emek ürünü üzerinde herkesin eşit hakkı" olduğunu söylerken yanılır ve Marks bu yanılmanın nedenini açıklar.

Marks, "eşit hak" der; gerçekten, burada eşit hak vardır; ama burada sözkönusu olan şey, henüz "burjuva hukuku"dur; her hukuk gibi, eşitsizliği öngerektiren burjuva hukuku. Her hukuk, farklı insanlara, gerçekte ne özdeş ne de eşit olan farklı insanlara, tek bir kuralın uygulanmasına dayanır. Bundan ötürü, "eşit hak", aslında eşitliğe bir saldırı, bir adaletsizlik demektir. Gerçekte, herkes toplumsal üründen, kendisi tarafından sağlanan toplumsal çalışmanın eşit bir parçası için, (yukarıda belirtilen çıkarmalarla) eşit bir pay alır.

Oysa, bireyler birbirine eşit değillerdir: biri daha güçlü, öteki daha güçsüzdür; biri evli, öteki değildir; birinin çocuğu çok, ötekinin azdır vb..

"... Emek eşitliğinde ve dolayısıyla toplumsal tüketim fonuna katılma eşitliğinde, demek ki biri gerçekte ötekinden çok alır, biri ötekinden daha zengindir vb.. Bütün bu sakıncalardan kaçınmak için, hakkın eşit değil eşitsiz olması gerekirdi" diye bağlar Marks.

Öyleyse komünizmin ilk evresi, adalet ve eşitliği gerçekleştiremez; zenginlik bakımından insanlar arasındaki farklılıklar, hem de haksız farklılıklar sürecektir; ama insanın insan tarafından sömürülmesi de olanaksız olacaktır, çünkü üretim araçları, yani fabrikalar, makineler, toprak vb. üzerinde, özel mülkiyet olarak, egemenlik kurulamayacaktır. Lassalle'ın genel olarak "eşitlik" ve "adalet" üzerindeki karışık ve küçük-burjuva formülünü çürüterek, Marks, yalnız üretim araçlarının bireyler tarafından maledilmesi "haksızlığını" yıkmakla başlamak zorunda olan, ama öteki haksızlığı: tüketim nesnelerinin (gereksinimlere göre değil) "emeğe göre" bölüşümü haksızlığını birdenbire  yıkmakta yeteneksiz bulunan komünist toplumun gelişme akışını gösterir. 

Bayağı iktisatçılar, ve onlar arasında, "bizim" Tugan (Tugan Baranovski ç.) dahil, burjuva profesörler, sosyalistleri sık sık insanlar arasındaki eşitsizliği unutmak ve onun ortadan kaldırılmasını "düşlemek" ile kınarlar. Bu kınamanın ancak ve ancak, burjuva ideolog bayların aşırı bilgisizliğini tanıtladığı, görülüyor. 

Marks, yalnızca insanlar arasindaki kaçınılmaz eşitsizliği değil, üretim araçlarının tüm toplumun ortak mülkü haline dönüşümünün (sözcüğün alışılmış anlamında "sosyalizm"in), tek başına bölüşümdeki kusurları, ve, ürünler "emeğe göre" dağıtıldığına göre, egemen olmakta devam eden "burjuva hukuku"nun eşitsizliğini ortadan kaldırmayacağı gerçeğini de, sıkı sıkıya hesaba katar. "... Ama, diye sürdürür Marks, bu kusurlar, uzun ve sancılı bir doğum döneminden sonra, kapitalist toplumdan henüz çıkmış, bulunduğu biçimiyle, komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk, ekonomik durum ve ona karşılık düşen uygarlık derecesinden hiçbir zaman daha yüksek olamaz..." Demek ki, komünist toplumun (genellikle sosyalizm adı verilen) birinci evresinde, "burjuva hukuku" tamamen değil, ancak kısmen, ancak ekonomik devrimin yapılmış bulunduğu ölçüde, yani ancak üretim araçlarıyla ilgili olarak yürürlükten kaldırılmıştır. "Burjuva hukuku", bireylerin üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetini tanıyordu. Sosyalizm üretim araçlarını ortaklaşa bir mülkiyet haline getirir. İşte bu ölçüde, ama ancak bu ölçüde "burjuva hukuku" yürürlükten kaldırılmış olur. 

Ama bunun dışında, ürünlerin bölüşümü ve çalışmanın toplum üyeleri arasındaki dağılımının düzenleyicisi olmak bakımından (burjuva hukuku) yürürlükte kalır. "Çalışmayan yemez": Bu sosyalist ilke, şimdiden (Komünist toplumun ilk evresinde -ç.) gerçekleşmiştir; "eşit nicelikte emeğe, eşit nicelikte ürün": bu öteki sosyalist ilke de, şimdiden gerçekleşmiştir. Bununla birlikte, bu henüz komünizm değildir, ve henüz, eşit olmayan insanlara eşit olmayan (gerçekte eşit olmayan) bir emek tutarı için, eşit bir nicelikte ürün veren "burjuva hukuku"nu ortadan kaldırmaz. 

İşte bu bir "sakınca"dır, der Marks; ama bu sakınca, komünizmin ilk evresinde kaçınılmaz bir şeydir, çünkü, kapitalizm yıkıldıktan hemen sonra, insanların, hiçbir türhukuk kuralı olmaksızın toplum için çalışmayı hemen öğrenecekleri, ütopyaya düşmeden düşünülemaz; kaldı ki, kapitalizmin ortadan kalkışı, böylesine bir değişikliğin ekonomik öncüllerini hemencecik vermez. 

Oysa "burjuva hukuku" kurallarından başka kural yoktur. 

Bir yandan üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyetini korurken, bir yandan da emek eşitliğini ve ürünlerin bölüşümündeki eşitliği korumakla yükümlü bir devletin zorunluluğu, bu nedenle sürer. 

Bundan böyle, kapitalistler olmadığı, sınıflar ve dolayısıyla tepesine binilecek bir sınıf olmadığı için, devlet söner.

Ama, edimsel eşitsizliği onaylayan "burjuva hukuku" korunmaya devam edildiğine göre, devlet henüz büsbütün yok olmamıştır. Devletin büsbütün sönmesi için, tam komünizmin gerçekleşmesi gerekir. 

4. KOMÜNİST TOPLUMUN ÜST EVRESİ 


Marks, devam eder: "... Komünist toplumun yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne köleleştirici bağımlılığı ve, onunla birlikte, kol ve kafa emeği arasındaki karşıtlık yokolacağı zaman, çalışmanın yalnızca bir yaşama aracı olmaktan çıkıp, bir ilk dirimsel gereksinim durumuna geleceği zaman; bireylerin çok-yönlü gelişmesi ile birlikte, üretim güçlerinin de artacağı ve bütün kollektif zenginlik kaynaklarının bollukla fışkıracağı zaman; ancak o zaman burjuva hukuğunun sınırli ufku kesin olarak aşılabilecek ve toplum, bayrakları üstüne 'herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinimine göre!' diye yazabilecektir..." Acımasız alaylarıyla "özgürlük" ve "devlet" sözcükleri arasındaki o saçma birleşmeyi toz eden Engels'in düşüncelerinin tüm doğruluğunu ancak şimdi değerlendirebiliriz. Devlet varoldukça, özgürlük yoktur. Özgürlük olacağı zaman, devlet olmayacaktır. 

Devletin büsbütün sönmesinin ekonomik temeli, kafa emeğiyle kol emeği arasındaki tüm karşıtlık yokolacak ve, dolayısıyla, çağdaş toplumsal eşitsizliğin, yalnız üretim araçlarının toplumsallaşmasının, yalnız kapitalistlerin mülksüzleştirilmesinin hiçbir biçimde kökünü hemen kurutamayacağı başlıca kaynaklarından biri yokolacak kadar yüksek bir gelişme derecesine erişmiş komünizmdir. 

Bu mülksüzleştirme, üretim güçlerinde büyük bir gelişmeyi olanaklı duruma getirecektir. Ve, kapitalizmin daha şimdiden bu gelişmeyi ne kadar engellediğini ve şu anda erişilmiş bulunulan çağcıl  teknik sayesinde ne büyük bir gelişme sağlanabileceğini gördükten sonra, kapitalistlerin mülksüzleştirilmesinin toplumdaki üretim güçlerinde zorunlu olarak büyük bir gelişme sonucunu vereceğini mutlak bir kesinlikle ileri sürme hakkına sahip bulunuyoruz. Ama bu gelişmenin hızı ne olacak, işbölümünün son bulmasına, kafa ve kol emeği arasındaki karşıtlığın ortadan kalkmasına, çalışmanın "ilk dirimsel gereksinim" durumuna dönüşümüne ne zaman ulaşacak; işte bunu bilmiyoruz ve bilemeyiz de. 

Bundan ötürü, bu sürecin süresini, komünizmin üst evresinin gelişme hızına bağlılığını belirterek, ve bu sönmenin mühlet ya da somut biçimleri sorununu tamamen askıda bırakarak, devletin kaçınılmaz sönmesinden başka bir şeyden sözetme hakkına sahip bulunmuyoruz. Çünkü bu tür sorunları çözmemizi sağlayabilecek veriler yoktur. 

Toplum, "herkesten yeteneklerine göre, "herkese gereksinimlerine göre" ilkesini gerçekleştirmiş olacağı zaman, yani, insanlar, yeteneklerine göre isteye isteye çalışacak kadar toplum içinde yaşamanın temel kurallarına uymaya alışacakları, ve emeklerinin bunu sağlayacak kadar üretken bir duruma geleceği zaman, devlet büsbütün sönebilecektir. Bir Shylock [51*] açgözlülüğü ile: "Sakın komşudan yarım saat çok çalışmış olmayayım? Sakın ondan düşük ücret almış olmayayım?" biçiminde hesaplamaya zorlayan "burjuva hukuğunun sınırlı ufku" o zaman aşılmış olacaktır. Ürünlerin bölüşümü, herkese verilen ürünün toplum tarafından tayına bağlanmasını artık gerektirmeyecek, herkes  "gereksinimlerine göre" özgürce alacaktır. 

Burjuva açıdan, böylesine bir toplumsal rejimi "ütopyanın dik âlâsı" gözüyle görmek ve, her yurttaşa, çalışmasına hiç bakmaksızın, toplumdan istediği kadar yer mantarı, otomobil, piyano vb. alma hakkı vaadeden sosyalistlerle alay etmek kolaydır. Bugün de, burjuva "âlim"lerinin çoğu bu gibi alaylarla yetinir, böylece bilgisizliklerini ve kapitalizmin çıkarcı savunucusu anlayışlarını ortaya koyarlar. 

Bilgisizliklerini ortaya koyarlar; çünkü, komünizmin üst evresinin gerçekleşeceğini "vaat etmek" hiçbir sosyalistin aklına gelmemiştir; büyük sosyalistler tarafından bu evrenin gerçekleşeceğinin önceden sezilmesine gelince, bu sezgi, bugünkünden farklı bir emek üretkenliği, ve bugünün, Pomialosvki'nin seminaristleri[19] gibi, kamu servetlerini "yok yere saçıp savurmaya ve olanaksızı istemeye" yetenekli ortalama insanın yokolmasını öngerektirir. 

Komünizmin "üst" evresinin gelmesini beklerken, sosyalistler toplumdan ve devletten, çalışma ve tüketim ölçüsü üzerinde en sıkı denetimi uygulamalarını isterler; bu denetim kapitalistlerin mülksüzleştirilmesinden, işçilerin kapitalistler üzerindeki denetiminden başlamalı, ve, memurlar devleti tarafından değil, silahlı işçiler devleti tarafından uygulanmalıdır. 

Burjuva ideologları (ve onların Çereteliller, Çernov'lar ve hempaları gibi kuyrukçuları) tarafından kapitalizmin çıkarcı savunusu, uzak bir gelecek üzerindeki tartışmalar ve boş sözlerle, bugünkü siyasanın ivedi güncel sorununu: kapitalistlerin mülksüzleştirilmesi, bütün yurttaşların tek bir büyük "kartel"in, yani tüm devletin emekçi ve görevlileri haline dönüşümü; ve tüm bu kartelin her işinin, gerçekten demokratik bir devlete, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri Devletinebağlanması sorununu elçabukluğuna getirmeye dayanır. 

Gerçekte, bir bilgiç profesör, sonra hamkafa bir burjuva; daha sonra da Çereteli'ler ve Çernov'lar, sağduyuya aykırı ütopyalardan, Bolşeviklerin demagojik vaadlerinden, sosyalizmi "yerleştirme"nin olanaksızlığından sözettikleri zaman, komünizmin, genel olarak onu "yerleştirmek" olanaksız olduğu için, kimsenin hiçbir zaman "yerleştirme"yi ne vaat ettiği hatta ne de tasarladığı bu üst aşama ya da evresinin ta kendisini düşünürler. 

Burada, "Sosyal-demokrat" adının yerinde kullanılmamış olması üzerine daha önce Engels'ten aktarılmış bulunan parçada değinilip geçilen bir soruna, sosyalizm ile komünizm arasındaki bilimsel ayrım sorununa geliyoruz. Siyasal açıdan komünizmin ilk ya da alt evresiyle üst evresi arasındaki ayrım, elbette zamanla önem kazanacaktır; ama bugün, kapitalist rejimde, bunu sorun yapmak gülünç bir şey olur; ve belki yalnızca birkaç anarşist bunu birinci plana koyabilir (tutalım ki anarşistler arasında, Kropotkin'lerin, Grave'ların, Cornelissen'lerin ve anarşizmin öbür "yıldızları"nın, sosyal-şoven haline, ya da onur ve vicdanını koruyan ender anarşistlerden biri olan Gay'in deyimine göre, siper-anarşistleri durumuna "Plekhanov'vari" değişiminden sonra, hiçbir şey öğrenmemiş kimseler kalmış olsun). 

Ama sosyalizm ile komünizm arasındaki bilimsel ayrım açıktır. Genel olarak sosyalizm diye adlandırılan şeyi, Marks, komünist toplumun "birinci"  ya da alt evresi olarak adlandırmıştır. Üretim araçları ortaklaşa mülkiyet durumuna geldiği ölçüde, bunun tam komünizm olmadığını unutmamak koşuluyla, "komünizm" sözcüğü bu evre için de kullanılabilir. Marks'ın açıklamalarının büyük değeri, burada da, materyalist diyalektiği, evrim teorisini, tutarlı biçimde uygulamak, ve komünizmi, kapitalizmden başlayarak gelişen bir şey olarak düşünmektir. (Sosyalizm nedir, komünizm nedir? gibi) "uydurulmuş", skolastik ve yapay tanımlamalarla, kuru sözcük çekişmeleriyle yetinme yerine, Marks, komünizmin ekonomik olgunluk aşamaları denebilecek şeyi çözümler. 

Komünizm, ilk evresinde, ilk aşamasında, ekonomik bakımdan, henüz adamakıllı olgun, geleneklerin ya da kapitalizmin kalıntılarından henüz büsbütün kurtulmuş olamaz. Bu yüzden, komünist rejimde, bu rejimin ilk evresinde, "burjuva hukukunun sınırlı ufku" korunur; bu ilginç olayın nedeni budur. Kuşkusuz, burjuva hukuku, tüketim nesnelerinin bölüşümü bakımından, zorunlu olarak bir burjuva devlet'e dayanır; çünkü, koyduğu kurallara uymaya zorlamaya yetenekli bir aygıt olmaksızın, hukuk hiçbir şey değildir.
Bundan şu sonuç çıkar ki, komünist rejimde, belirli bir zaman boyunca, yalnızca burjuva hukuk değil, burjuva devlet de sürer —ama burjuvazisiz burjuva devlet! 

Bu söylenen şeyi bir paradoks, ya da düpedüz diyalektik bir zekâ oyununa benzeyebilir; zaten, marksizmin o derin özünü azıcık da olsa irdeleme zahmetine ömürlerinde hiç katlanmamış kimseler, onu çoğu kez bir paradoks ya da diyalektik bir zekâ oyunu olarak kınarlar. 

Gerçekte, doğada olsun toplumda olsun, geçmişin şimdiki zamanda süren kalıntılarını, yaşam bize her adımda gösterir. Ve Marks, bir "burjuva" hukuk parçasını komünizm içine asla keyfi olarak sokuşturmamıştır; o, kapitalizmin bağrından çıkmış bir toplumda, ekonomik ve siyasal bakımdan kaçınılmaz olan şeyi saptamaktan başka birşey yapmamıştır. 

İşçi sınıfının, kurtuluşu için, kapitalistlere karşı yürüttüğü savaşım içinde, demokrasinin çok büyük bir önemi vardır. Ama demokrasi hiçbir zaman aşılamayacak bir sınır da değildir; o yalnızca, feodaliteden kapitalizme ve kapitalizmden de komünizme giden yol üzerinde bir evredir. 

Demokrasi, eşitlik demektir. Proletaryanın, sınıfların ortadan kalkması anlamında almak koşuluyla, eşitlik ve eşitlik sloganı için savaşımının taşıdığı çok büyük önem kolay anlaşılır. Ama demokrasi yalnızca biçimsel eşitlik anlamına gelir. Ve, bütün toplum üyelerinin üretim araçları mülkiyetine göre eşitliği, yani emek eşitliği, ücret eşitliği gerçekleşir gerçekleşmez, biçimsel eşitlikten gerçek eşitliğe, yani "herkesten yeteneklerine göre, herkese gereksinimlerine göre" ilkesinin gerçekleşmesine geçmek için, insanlığın karşısına tamamlanması gereken yeni bir ilerleme sorununun dikildiği görülecektir. İnsanlık bu yüce ereğe doğru hangi evrelerden, hangi pratik önlemlerden geçerek gidecektir, bilmiyoruz, bilemeyiz de. Ama önemli olan, sosyalizmin ölü, donmuş, değişmez bir şey olduğu yolundaki yaygın burjuva düşüncesinin içinde sakladığı büyük yalanı görmektir; oysa gerçeklikte, toplumsal ve özel yaşamın bütün alanlarında, hızlı, edimsel, gerçek bir yığın hiteliğine sahip ve, önce  çoğunluğun, sonra da tüm nüfusun katılacağı bir ilerleme hareketi, yalnızca sosyalizm ile başlayacaktır. 

Demokrasi bir devlet biçimidir, çeşitli devlet biçimlerinden biridir. Öyleyse, her devlet gibi, demokrasi de, zorun, örgütlenmiş olarak, sistemli biçimde insanlara uygulanmasıdır. İşin bir yanı, bu. Ama, öte yandan, demokrasi yurttaşlar arasındaki eşitliğin, herkese eşit olarak, devletin biçimini belirleme ve onu yönetme hakkının resmen tanınması anlamına da gelir. Öyleyse bundan şu sonuç çıkar ki, demokrasi, gelişmesinin belirli bir aşamasında, önce, proletaryayı, bu devrimci anti-kapitalist sınıfı birleştirir, sonra da, onun, cumhuriyetçi de olsa, burjuva devlet makinesini, yani sürekli orduyu, polisi, bürokrasiyi yıkmasını, parçalamasını, yeryüzünden silip atmasını ve onlar yerine milise katılan silahli işçi yığınları, sonra kerteli olarak, tüm halk biçimi altında, daha demokratik, ama gene de bir devlet makinesi olmaktan geri kalmayan bir devlet makinesini geçirmesini sağlar. 

Burada, "nicelik niteliğe dönüşür": bu aşamaya eriştikten sonra demokratizm, burjuva toplum çerçevesinden çıkar ve sosyalizme doğru evrimlenmeye, sosyalizme dönüşmeye başlar. Eğer herkes gerçekten devlet yöntimine katılırsa, kapitalizm artık tutunamaz. Ve kapitalizmin gelişmesi de, kendi payına, "herkes"in devlet yönetimine gerçekten katılabilmesi için zorunlu öncülleri oluşturur. Bu öncüller içinde, ötekiler arasında, en ileri kapitalist ülkelerin birçoğu tarafından daha şimdiden gerçekleştirilmiş bulunan genel eğitim, sonra sosyalize edilmiş engin ve karmaşık posta, demiryolları, büyük fabrikalar, büyük ticaret, bankalar vb., vb. aygıtı tarafından, milyonlarca işçinin "disiplin bakımından eğitimi ve yetiştirilmesi" vardır. 

Bu tür ekonomik öncüllerle, kapitalistler ve memurlar alaşağı edildikten sonra, üretim ve bölüşümün denetimi, emeğin ve ürünlerin kaydı için, bugünden yarına, pekâlâ silahlı işçiler, tüm silahlı halk onların yerine geçirilebilir. (Kayıt ve denetim sorunu ile, mühendis, tarım uzmanı vb. gibi bilimsel bir formasyona sahip personel sorununu birbirine karıştırmamak gerekir: bugün kapitalistlerin buyruğu altında çalışan bu baylar, yarın silahlı işçilerin buyruğu altında daha da iyi çalışacaklardır.) 

Kayıt ve denetim: komünist toplumun, ilk evresinde, hem "yoluna konması", hem de düzenli işlemesi için özsel olan, işte budur. Burada, bütün yurttaşlar, silahlı işçiler tarafından kurulmuş olan devletin ücretli görevlileri durumuna dönüşürler. Bütün yurttaşlar bir tek devlet "kartel"inin, bir tek tüm halk "kartel"inin görevlileri ve işçileri olurlar. Önemli olan, herkesin eşit bir çaba göstermesini, çalışma kurallarına tastamam uymasını ve eşit bir ücret almasını sağlamaktır. Bu alandaki kayıt ve denetim, bu işleri en yalın gözetim ve yazma işlemlerine, ve bunlara karşılık düşen makbuzların teslimine, her şeyi, okur-yazar ve aritmetiğin dört işlemini bilir herhangi birinin yapabileceği bir duruma indirgemiş bulunan kapitalizm tarafından son derece yalınlaştırılmıştır. [52*] 

Halk çoğunluğu, bu kayıt işine, (bundan böyle görevli durumuna dönüşmüş olan) kapitalistlerle, kapitalist alışkanlıklarını koruyacak olan aydın bayların bu denetimi işine kendisi ve her yerde girişeceği zaman, o zaman bu denetim gerçekten evrensel, genel ve ulusal bir denetim olacak ve hangi biçimde olursa olsun, hiç kimse kendini bundan kurtaramayacak, "artık yapacak hiçbir şey kalmayacaktır".

Toplumun tümü, çalışma ve ücret eşitliğiyle, artık bir tek büro ve bir tek atelyeden başka bir şey olmayacaktır. 

Ama, proletaryanın kapitalistleri yenip sömürücüleri alaşağı ettikten sonra toplumun tümüne yayacağı bu "atelye" disiplini, bizim için asla ne ülkü ne de son erektir; bu yalnızca, toplumu kapitalist sömürünün bayağılık ve alçaklıklarından tamamen kurtarmak ve ileriye doğru sürekli gidişi sağlama bağlamak için zorunlu bir basamaktır. 

Toplumun bütün üyeleri, ya da hiç olmazsa bunların büyük bir çoğunluğu, devleti kendileri yönetmeyi öğrendiği, işi kendi ellerine aldığı, son derece küçük kapitalist azınlığı üzerinde, kapitalist alışkanlıklarını korumada istekli küçük beyler ve kapitalizm tarafından iyiden iyiye bozulmuş işçiler üzerinde denetimi "örgütlediği" andan başlayarak, genel olarak her türlü yönetim zorunluluğu ortadan kalkmaya başlar. Demokrasi ne kadar tam ise, gereksiz duruma geleceği an da o kadar yakındır. Silahlı işçiler tarafından kurulan "devlet" ne kadar demokratik ise, ne kadar "artık gerçek anlamda bir devlet değil" ise, tüm devlet de o kadar çabuk sönmeye başlar. 

Gerçekte, herkesin toplumsal üretimi kendisi yönetmeyi öğreneceği ve gerçekten yöneteceği  zaman, herkesin kayıt-kuyut işlerine ve asalakların, haramzadelerin, üçkağıtçıların ve başka "kapitalizm gelenekleri koruyucuları"nın kayıt ve denetimine kendileri girişeceği zaman, tüm halk tarafından uygulanan bu kayıt ve bu denetimden paçayı kurtarmak, her halde öylesine inanılmaz bir güçlükte ve öylesine ender bir istisna durumunda olacaktır ki, bu kayıt ve denetimden kurtulma çabası her halde öyle çabuk ve öyle sert bir ceza gerektirecektir ki, (silahlı işçiler pratik bir yaşam anlayışına sahiptirler; onlar duygusal küçük entellektüeller değildirler ve kendileriyle alay edilmesine asla izin vermiyeceklerdir), tüm insan toplumunun yalın ama özsel kurallarına uyma zorunluluğu, çabucak bir alışkanlıkdurumuna gelecektir.

Komünist toplumun birinci evresinden üst evresine, ve, sonuç olarak, devletin tamamen sönmesine geçişi sağlayacak kapı, o zaman ardına dek açılacaktır.

Altıncı Bölüm – Marksizmin Oportünistler Tarafından Sıradanlaştırılması 
Blogger tarafından desteklenmektedir.