Header Ads

Header ADS

II. ENTERNASYONALİN İFLASI (BATKISI) - 1

Lenin
ENTERNASYONALİN batkısından bazan sorunun yalnızca biçimsel yönü, savaşan ülkelerin sosyalist partileri arasındaki uluslararası bağların kesilmesi, uluslararası bir konferans, ya da uluslararası sosyalist büronun toplanma olanaksızlığı vb. anlaşılıyor. Küçük yansız ülkelerin bazı sosyalistleri, hatta belki o ülkelerde varolan resmi sosyalist partilerden çoğunun, ve oportünistler ile onların savunucularının yetindikleri görüş budur. Rus basınında, Bay VI. Kosovski, Bund'un Haber Bülteni'nin 8. sayısında bu konumu derin bir minnete değer açık yüreklilikle savundu. Bülten yazı kurulunun, yazarla uzlaşmazlığını göstermek için en küçük bir işarette bulunmadığını di1 belirtelim. Milliyetçiliğin, savaş ödeneklerini onaylayan Alman sosyal-demokratlarını doğrulayacak denli ileri gitmiş olan Bay Kosovski tarafından savunulmasının, birçok işçinin Bund'un burjuva milliyetçi niteliğine kesinlikle güven getirmesine yardımcı olacağı umulur.


Bilinçli işçiler için sosyalizm, uzlaşıcı küçük-burjuva fikirleri ve milliyetçi muhalefet eğilimlerini gizlemeye yarayan kullanışlı bir maske değil, ciddi bir inançtır. Enternasyonalin batkısı, onlar için, resmi sosyal-demokrat partilerin çoğu tarafından, inançlarının Stuttgart ve Basel uluslararası kongrelerindeki söylevlerde, bu kongreler kararlarında vb. yapılan en görkemli bildirimlerinin çileden çıkartıcı yadsınmasıdır. Bu ihaneti ancak onu görmek istemeyen, onu görmekte çıkarı olmayan kişiler göremez. Sorunu bilimsel bir biçimde, yani çağdaş toplumdaki sınıflar açısından formüllendirmek gerekirse, başlarında, en başta II. Enternasyonal partilerinin en büyük ve en etkilisi olan Alman partisinin bulunduğu sosyal-demokrat partilerden çoğunun, proletaryaya karşı, kendi genel kurmaylarının, kendi hükümetlerinin, kendi burjuvazilerinin yanında yer aldıklarını söylememiz gerekir. Dünya çapında tarihsel önem taşıyan bir olaydır bu, ve en çeşitli yönleriyle çözümlemekten başka bir şey yapılamaz. Neden oldukları bütün iğrençlik ve yıkımlara karşın, insan kurumlarındaki birçok çürümüş, süresi dolmuş ve ölmüş öğeyi acımasızca ortaya koymaları, geçersizliklerini göstermeleri ve yıkmaları bakımından, savaşların az çok yararlı oldukları uzun zamandan beri kabul edilmiştir. 1914-1915 Avrupa savaşı da, insanlık için yadsınmaz bir yararlıkta olmaya başladı, çünkü uygar ülkelerin ileri sınıfına, kendi partileri içinde iğrenç bir irinli çıbanın patlamak üzere olduğunu, ve nerden bilinmez, dayanılmaz bir ceset kokusunun çıktığını gösterdi.

I

Avrupa'nın başlıca sosyalist partileri inançlarını gerçekten yadsımış ve görevlerinden gerçekten vazgeçmişler midir? Bundan söz etmekten, kuşkusuz, ne hainlerin kendileri hoşlanır, ne de onlarla dostluk ve barış içinde olmaları gerektiğini kesin olarak bilen -ya da belli belirsiz tahmin eden- kimseler. Ama, bu II. Enternasyonalin çeşitli "otorite"lerine ve onların Rusya sosyal-demokratları arasındaki klik dostlarına ne denli tatsız görünürse görünsün, gerçekleri olduğu gibi görmeli, onları kendi [sayfa 130]adlarıyla çağırmalı, ve işçilere doğruyu söylemeliyiz. Güncel savaştan önce ve bu olasılığa karşı, sosyalist partilerin görevlerini ve taktiklerini nasıl düşündüklerinin bilinmesini sağlayan somut veriler var mıdır? Evet, hiç kuşkusuz. 1912 Basel uluslararası sosyalist kongresinin, aynı yıldaki Chemnitz Alman sosyal-demokrat kongre kararı ile birlikte, sosyalizmin "unutulmuş sözler"inin bir anımsatması olarak bir kez daha yayınladığımız kararı. Savaşa karşı bütün ülkelerin geniş propaganda ve ajitasyon yazınının bir bilançosunu çıkaran bu karar, savaş ve savaş taktiği konusundaki sosyalist görüşlerin en belgin ve en tam, en görkemli ve en kesin açıklamasını oluşturur. Dünkü Enternasyonal ve bugünkü sosyal-şovenizm otoritelerinden hiçbirinin, ne Hyndman, ne Guesde, ne Kautsky, ne de Plehanov'un, -üzerinde kesin bir susku gösterdikleri ya da (Kautsky'nin yaptığı gibi), özsel olan her şeyi bir yana bırakarak ancak ikincil parçaların sözünü ettikleri- bu kararı okurlarına anımsatma cesareti gösterebilmiş olmaları, ihanetten başka türlü nitelendirilemezdi. En "sol", hatta aşırı devrimci kararlar, sonra da onların en utanmazca unutuluş ya da yadsınmaları, - işte Enternasyonalin batkısının en çarpıcı belirtilerinden ve, aynı zamanda, yalnızca eşsiz saflığı, eski ikiyüzlülüğü sürdürme kurnazca isteğine pek yakın olan kimselerin, bugün sosyalizmi kararlara başvurmaktan başka bir şey yapmaksızın "düzeltme", "doğru çizgiye getirme" olanağına inanabilecekleri gerçeğinin en çık kanıtlarından biri.

Söz yerindeyse, daha dün, Hyndmann emperyalizmi savunmak üzere savaştan önce yüzseksen derecelik dönüş yaptığı zaman, bütün "saygıdeğer" sosyalistler onu yolunu şaşırmış bir zirzop olarak görüyorlar, ve hepsi de ondan ancak küçümsemeyle söz ediyorlardı. Oysa, bugün, bütün ülkelerin en gözde sosyal-demokrat önderleri, yalnızca nüans ve mizaç farklılıkları ile, kendilerini tamamen Hyndmann'ın konumuna uydurmuş bulunuyorlar. Ve biz, örneğin "yoldaş" Kautsky'den saygılı (yoksa dalkavuk mu?) bir havayla söz ederken -ya da o konuda [sayfa 131] susarken- "bay" Hydmann'a karşı küçümseyici bir tonla davranan Naşe Slovo yazarları gibi kişilerin uygarca cesaretini değerlendirecek ve az buçuk parlamenter bir deyimle nitelendirebilecek durumda gerçekten değiliz. Bu tutumu sosyalizme ve sosyalizm inançlarına saygı ile bağdaştırmak olanaklı mı? Siz eğer Hyndmann'ın şovenizminin zararlı ve kötü niteliğine inanmışsanız, eleştiri ve saldırıları bu görüşlerin daha etkili ve daha da tehlikeli bir savunucusuna, yani Kautsky'ye karşı yöneltmek gerekmez mi?

Guesde'in görüşleri şu son günlerde Guesdeci CharIes Dumas tarafından: Bizim İstediğimiz Barış broşüründe belki en ayrıntılı bir biçimde sergilendi.

Broşürün iç kapağındaki imzasına göre, bu "Jules Guesde'in özel kalem müdürü", sosyalistlerin yurtseverce bir anlayış içinde yapılmış daha önceki bildirimlerini elbette "aktarıyor" (tıpkı Alman sosyal-şoveni David'in, yurt savunması konusundaki son broşüründe benzer bildirimleri aktardığı gibi), ama Basel Bildirgesinin adını bile anmıyor! Plehanov da, şoven yavanlıkları olağanüstü bir kendini beğenmişlikle sergilerken, bu bildirgeyi suskuyla geçiştiriyor. Kautsky, Plehanov'a eş: Basel Bildirgesini anarken, bütün devrimci parçaları (yani tüm özsel içeriğini!) es geçiyor, her halde sansür yasakları yüzünden... Sansürleri sınıflar savaşımı ve devrimden söz edilmesini yasaklayan polis ve askeri otoriteler, sosyalizme ihanet eden kimselerin yardımına "tam da zamanında" yetişiyor!

Ama Basel Bildirgesi, onu bugünkü somut savaşa kesin olarak bağlayabilecek ne tarihsel, ne de taktik belli bir öz taşıyan, içeriksiz bir çağrı olmasın sakın?

Tam tersine. Basel kararı öbür bildirgelerden daha az boş söz, ve daha çok somut içerik taşır. Basel kararı patlak vermiş olan bu savaşın ta kendisinden, 1914-1915'te alevlenen bu emperyalist çatışmaların ta kendisinden söz eder. Balkanlar konusunda Avusturya ile Sırbistan arasındaki, Arnavutluk vb. konusunda Avusturya ile İtalya arasındaki, pazarlar ve genel olarak sömürgeler [sayfa 132] konusunda İngiltere ile Almanya arasındaki, Ermenistan ve İstanbul konusunda Rusya ile Türkiye vb. arasındaki çatışmalar - işte bugünkü savaş olasılığına karşı, Basel kararının sözünü ettiği şey. Tam da "büyük Avrupa devletleri" arasındaki güncel savaş konusunda, Basel kararı bu savaşın "en küçük bir ulusal çıkar bahanesiyle" "haklı" gösterilemeyeceğini bildirir!

Ve eğer bugün Plehanov ile Kautsky -biri Rusça yazan ve öbürü bu dile likidatörler tarafından çevrilmiş bulunan en tipik ve bize en yakın iki yetkili sosyalisti alıyoruz- savaş için (Akselrod'un yardımıyla) çeşitli "halka dayalı (ya da daha doğrusu, burjuvazinin heyecan yaratıcı basınından alınmış, ayak takımına dayalı) gerekçeler" arıyorlarsa, eğer bilgin bir hava ve Marx'tan bir düzmece alıntılar yedekliği ile, "örnekler"e, 1813 ve 1870 savaşlarına (Plehanov) ya da 1854-1871, 1876-1877, 1897 savaşlarına iletmede bulunuyorlarsa, bu türlü kanıtları ancak gerçekten sosyalist inançların gölgesi olmayan, sosyalist bilincin damlası bulunmayan kimseler "ciddiye" alabilir, bu türlü kanıtları ancak, onlar görülmemiş dalaverecilik, ikiyüzlülük ve sosyalizm orospuluğu ile suçlamayabilirler! Bırakalım Almanya'daki partinin "Vorstand" yönetimi, Kautsky'yi kendi gerçek değeriyle değerlendirdiği için, Mehring ile Rosa Luxemburg'un yeni dergisine (Entemasyonal) saldırsın; bırakalım "Antant" polisi tarafından desteklenen Vandervelde, Plehanov, Hyndman ve hempaları karşıtlarına karşı aynı biçimde davransınlar, biz buna önderlerin ihanetten başka hiçbir sözcükle adlandırılamayacak bu yön değiştirmesini gösteren Basel Bidirgesinin basit bir yeniden basımı ile yanıt vereceğiz.

Basel kararı, Avrupa'da örnekleri görülmüş ve hatta 1789-1871 dönemi için tipik olan ulusal savaştan, halk savaşından, ya da sosyal-demokratların yapmayacakları üzerine hiçbir zaman ant içmedikleri devrimci savaştan söz etmez; "kapitalist emperyalizm" ve "hanedan çıkarları" alanı üzerinde, Avusturya-Alman grubu olsun, İngiliz-Fransız-Rus grubu olsun, her iki savaşan devletler grubunun da "fetih siyasası" alanı üzerinde başlamış [sayfa 133] olan güncel savaştan söz eder. Plehanov, Kautsky ve hempaları bu sömürgeci, emperyalist soygun savaşını, bir halk savaşı, (kim için olursa olsun) bir savunma savaşı olarak göstermek için çabalarını artıran bütün ülkeler burjuvazisinin çıkarcı yalanını yineleyerek, ve bu savaşı emperyalist olmayan savaşlara ilişkin tarihsel örnekler aracıyla doğrulamaya çalışarak, işçileri düpedüz aldatıyorlar.

Güncel savaşın emperyalist soyguncu, proleter düşmanı niteliği sorunu, salt teorik bir sorun olma aşamasını uzun zamandan beri geride bırakmış bulunuyor. Emperyalist savaş, başlıca çizgileri içinde, yıkıma doğru giden, dökülen, kokuşmuş burjuvazinin, bundan böyle yalnızca teorik bakımdan dünyanın paylaşılması ve "küçük" ulusların köleleştirilmesi savaşımı olarak görülmekle kalmamıştır; bu sonuçlar bütün ülkelerin sayısız sosyalist yayını tarafından yalnızca binlerce kez yinelenmekle kalmamıştır; örneğin Yaklaşan Savaş adlı broşüründe (1911!), güncel savaşın Fransız burjuvazisi konusunda da soyguncu niteliğini halkın anlayacağı bir biçimde açıklamış olan, yalnızca ülkemiz bakımından "bağlaşık" bir ulusun bir sözcüsü, Fransız Delaisi değildir. Dahası da var. Bütün ülkeler proleter partilerinin delegeleri, Basel'de, emperyalist nitelikte olacak bir savaşın yakınlığı konusundaki sarsılmaz inançlarını oybirlikli ve kesin bir biçimde ortaya koymuş, ve bundan taktik sonuçlar çıkarmışlardır. Bundan ötürü, ulusal taktikle uluslar arası taktik arasındaki ayrımın yeterince irdelenmediği (Akseldor'un Naşe Slovo'nun 87. ve 90. sayılarındaki son konuşmasına bakınız) vb., vb. yolundaki bütün kanıtların, safsata olarak hemen reddedilmeleri gerekir. Bu bir safsatadır, çünkü emperyalizmin ayrıntılı bilimsel irdelemesi bir şeydir, bu irdeleme yeni başlar ve doğası gereği, genel olarak bilim gibi, sonsuzdur; kapitalist emperyalizme karşı sosyalist taktiğin, sosyal-demokrat gazetelerin binlerce nüshası ve Enternasyonal kararlarında sergilenmiş olan ilkeleri ise bir başka şeydir. Sosyalist partiler tartışma kulüpleri değil, ama savaşım içindeki [sayfa 134] proletaryanın örgütleridir, ve taburlar düşmana geçtikleri zaman, "herkes"in emperyalizmi "aynı biçimde" anlamadığını; örneğin şoven Kautsky ile şoven Cunow'un bu konuda ciltler yazabileceklerini; "sorunun yeterince görüşülmediği"ni vb. söyleyen ikiyüzlü söylevlere kendini "kaptırmadan", onları damgalamak ve hain ilan etmek gerekir. Kapitalizm, soygunculuğunun bütün görünüşleri ve tarihsel gelişmesi ile ulusal özelliklerinin en ince dal budak salmaları içinde hiçbir zaman sonuna değin irdelenmeyecektir; bilginler (ve hele bilgiçler) özel ayrıntılar üzerinde tartışmayı hiçbir zaman bırakmayacaklardır. "Bu yüzden" kapitalizme karşı sosyalist savaşımdan vazgeçmek, bu savaşıma ihanet etmiş olan kimselere karşı çıkmak istememek gülünç olurdu. Oysa, Kautsky, Cunow, Akselrod vb. bize başka ne öneriyorlar?

II

Ama sakın içten sosyalistler, savaşın devrimci bir durum yaratacağını sanarak Basel kararını desteklemiş, ve olaylar devrimin olanaksızlığını göstererek onları yalanlamış olmasın?

Cunow (Partinin Batkısı mı? adlı broşüründe ve bir dizi makalede) burjuvazi kampına geçişini işte bu safsata ile haklı göstermeye çalışıyor, ve başta Kautsky olmak üzere hemen bütün sosyal-şovenlerde, anıştırma biçimi altında, bu tür "kanıt"larla karşılaşıyoruz. Bir devrim umudu boş çıktı; oysa, boş umutları savunmak bir marksiste yaraşmaz - böyle düşünüyor Cunow. Bunu yaparken de, bu Struve çömezi, Basel Bildirgesini imzalayanların "boş umut"ları üzerine tek söz söylemiyor; ama, soyluluk dolu bir davranışla, bunun kusurunu Pannekoek ve Radek gibi aşırı solculara yüklemeye çalışıyor!

Basel Bildirgesi yazarlarının devrimin olacağına içtenlikle inandıkları, ama olaylar tarafından beklentilerinde düş kırıklığına uğramış oldukları yolundaki kanıtı ele  alalım. Basel Bildirgesi: 1) Savaş iktisadi ve siyasal bir bunalım doğuracak; 2) işçiler savaşa katılmayı, "kapitalistlerin kârı ve hanedanların gururu, ya da gizli antlaşmalar kombinezonları için birbirlerini vurma"yı bir cinayet sayacaklar; savaş işçiler arasında "hoşnutsuzluk ve öfke" uyandırıyor; 3) bu bunalım ve işçilerin bu durumu sosyalistler tarafından "halk katmanlarını harekete getirmek" ve "kapitalist egemenliğin yıkılışını hızlandırmak" için kullanılmalıdır; 4) "hükümetler" -istisnasız hepsi- "kendileri için de tehlikeyi göze almadıkça" savaşı başlatamazlar; 5) hükümetler "proleter devrim"den "korkmakta"dırlar; 6) hükümetler Paris Komünü'nü (yani iç savaşı), Rusya'daki 1905 devrimini vb. "anımsamakla iyi yapacaklardır", der. Son derece açık fikirler; devrimin olacağı inancası yok içlerinde; olguların ve eğilimlerin gerçek ayırdedici özelliği üzerinde duruluyor. Bu fikir ve düşünceler konusunda devrim beklentisinin bir boş umut olduğunun anlaşıldığını söyleyen biri, devrim karşısında marksist değil ama Struveci bir davranış, bir polis ve dönek davranışı gösteriyor demektir.

Bir marksist için, devrimci bir durum olmadıkça devrimin olanaksız olduğu kuşkusuzdur, ama her devrimci durum da devrime yol açmaz. Devrimci bir durumun göstergeleri, genel olarak nelerdir? Başlıca şu üç göstergeyi ileri sürerken yanılmadığımıza inanıyoruz: 1) Egemen sınıflar için egemenliklerini değişmez bir biçim altında sürdürme olanaksızlığı; "doruk" bunalımı, egemen sınıf siyasasında, ve ezilen sınıfların hoşnutsuzluk ve öfkesinin kendine yol açacağı bir çatlak oluşturan bir bunalım. Devrimin patlaması için, genellikle "taban"ın eskisi gibi yaşamayı "istememesi" yetmez, ama "doruğun artık bunu yapamaması" da gerekir. 2) Ezilen sınıfların yoksulluk ve sıkıntısının, her zamankinden çok kötüleşmesi. 3) "Barışçıl" dönemlerde kendini ses çıkarmadan soyduran, ama çalkantılı dönemde genel olarak bunalım tarafından olduğu denli, "doruk"un kendisi tarafından da bağımsız bir tarihsel eyleme doğru itilen yığınların etkinliğinde, yukarıda belirtilen nedenlerden ötürü görülen artış. 

Yalnızca şu ya da bu grup ve partinin değil, ama şu ya da bu sınıfın iradesinden de bağımsız bu nesnel değişiklikler olmadıkça, devrim, genel kural olarak, olanaksızdır. Devrimci bir durumu, işte bu nesnel değişikliklerin tümü oluşturur. Rusya'da 1905'te ve Batıdaki bütün devrimler çağında bu durum görüldü; ama bu durum, o sıralarda devrimler olmamasına karşın, geçen yüzyılın 60 yıllarında Almanya'da, ve 1859-1861 ile 1879-1880'de Rusya'da da vardı. Neden o sıralarda devrim olmadı? Çünkü devrim her devrimci durumdan değil, ama yalnız yukarıda sayılan nesnel değişikliklere öznel bir değişikliğin, yani: devrimci sınıfa ilişkin olarak, hatta bunalımlar çağında bile, eğer "düşürülmez"se, hiçbir zaman "düşmeyecek" olan eski hükümeti tamamen (ya da kısmen) yıkacak denli güçlü yığınsal devrimci eylemler yürütme yeteneğinin de gelip eklendiği durumdan doğar.
Marksist devrim görüşü, bütün marksistler tarafından birçok ve birçok kez açıklanmış ve söz götürmez olarak kabul edilmiş ve, biz Ruslar için, 1905 deneyi ile çok özel bir belirginlikle doğrulanmış olan marksist devrim görüşü, işte budur. Sorun, Basel Bildirgesinin 1912'de bu bakımdan ne düşündüğünü ve 1914-1915'te ne olduğunu bilmektir.

Kısaca "iktisadi ve siyasal bunalım" deyimiyle betimlenen devrimci bir durum düşünülüyordu. Bu durum ortaya çıktı mı? Evet, hiç kuşkusuz. Şovenizmin savunmasını ikiyüzlü Cunow , Kautsky, Plehanov ve hempalarından daha büyük bir doğruluk, içtenlik ve dürüstlükle üstüne alan sosyal-şoven Lensch, hatta düşüncesini şöyle bile açıkladı:"Bir devrim denebilecek bir şeyle karşı karşıya bulunuyoruz" (Alman Sosyal-Demokrasisi ve Savaş adlı broşürünün 6. sayfası, Berlin 1915). Siyasal bunalım ortada: Hükümetlerden hiçbiri yarından güvenli değil, bir mali yıkıma uğrama, topraklarından yoksun bırakılma ve ülkesinden kovulma (Belçika hükümetinin ülkesinden kovulduğunu görmesi gibi) tehlikesi ile karşı karşıya bulunmayan tek hükümet yok. Bütün hükümetler bir barut fıçısı üzerinde yaşıyor; hepsi de kendini yığınların  girişkenlik ve kahramanlığına bırakıyor. Avrupa siyasal rejimi tamamen sarsılmış bulunuyor, ve büyük bir siyasal sarsıntılar dönemine girmiş bulunduğumuzu (ve gitgide daha da derin bir biçimde girdiğimizi - bu satırları İtalya'nın savaş ilan ettiği gün yazıyorum) yadsımayı da, kuşkusuz kimse düşünmeyecektir. Eğer, savaş ilanından iki ay sonra (2 ekim 1914 günü), Kautskvy Neue Zeit'ta "bir hükümet hiçbir zaman bir savaşın başında olduğu denli güçlü ve partiler de o denli güçsüz değildir" diye yazıyordu ise, bu Kautsky'nin Südekumlara ve öbür oportünistlere yaranmak için tarih bilimini çarpıtma biçiminin örneklerinden biri olmaktan başka bir şey değildi. Hükümet hiçbir zaman egemen sınıfların partileri arasındaki anlaşmaya ve ezilen sınıfların bu egemenliğe "barışçıl" boyun eğmesine, savaş sırasında olduğu denli gereksinim duymaz. Bu, birincisi. İkincisi, her ne denli "bir savaşın başında", hele çabuk bir zafer bekleyen ülkede, hükümet son derece güçlü görünürse de, dünyada hiç kimse hiçbir zaman ve hiçbir yerde devrimci bir durum beklentisini salt bir savaşın "başlangıcı" ile birleştirmemiş, ve hele "görünüş"ü gerçeklik ile bir tutmamıştır.

Avrupa savaşının bütün öbürlerinden daha çetin olacağını herkes biliyor, görüyor ve kabul ediyordu. Savaş deneyi bunu durmadan daha çok doğruluyor. Savaş yayılıyor, Avrupa'nın siyasal temelleri gitgide daha çok sarsılmaktadır. Yığınların sıkıntısı korkunçtur, ve hükümetler, burjuvazi ve oportünistler tarafından bu sıkıntı yöresinde susmak için gösterilen çabalar gitgide daha sık bir biçimde başarısızlığa uğruyor. Bazı kapitalist grupların savaştan sağladıkları kârlar ölçüsüz ve utanç vericidir. Çelişkiler son derece artıyor. Yığınların kendini pek açıkça belli etmeyen hoşnutsuzluğu, ezilen ve bilisiz katmanların iyi ("demokratik") bir barışçık özlemi, homurdanmaya başlayan "halk tabakası", - bütün bunlar bir [sayfa 138] gerçek. Ve savaş ne denli uzar ve ağırlaşırsa, hükümetler de olağanüstü çaba ve yeni özveriler istedikleri yığınların etkinliğini o denli geliştiriyor ve geliştirmek zorunda kalıyorlar. Savaş deneyi, tarihteki her büyük bunalım, insan yaşamındaki her büyük yıkım ve her dönemeç deneyi gibi, kimilerini alıklaştırıp çökertir, ama buna karşılık kimilerini de yetiştirip savaşkanlaştırır, ve dünya tarihinde şu ya da bu devletin bazı yalıtık çökme ve yıkılma örnekleri dışında, bu sonuncular ensonu birincilerden her zaman daha kalabalık ve daha güçlü olmuşlardır.
Barış yapılması bütün bu sıkıntı ve çelişkilerin bütün bu keskinleşmesine yalnızca "hemen" bir son verememekle kalmayacak, ama, tersine, birçok bakımdan bu sıkıntıyı nüfusun en geri yığınları için daha duyumsanır ve son derece açık bir duruma getirecektir.

Kısacası, devrimci durum Avrupa'nın ileri ülkeleri ve büyük devletlerinin çoğunda gerçekleşmiş bir durumdur. Bu bakımdan, Basel Bildirgesinin öngörüsü tamamen doğrulanmıştır. Bu gerçeği, Cunow, Plehanov, Kautsky ve hempalarının yaptıkları gibi açıkça ya da üstü örtülü bir biçimde yadsımak, ya da sözünü etmemek, çok büyük bir yalan savurmak, işçi sınıfını aldatmak ve burjuvaziye hizmet etmek demektir. Sosyal-Demokrat'ta (n° 34, 40 ve 41) biz devrimden korkan kimselerin, hıristiyan hamkafa papazların, genel kurmayların, milyonerlerin gazetelerinin, Avrupa'daki devrimci durumun belirtilerini saptamak zorunda kaldıklarını gösteren olguları belirttik. 

Bu durum varlığını daha uzun zaman sürdürecek mi ve ne ölçüde ağırlaşacak? Devrime yol açacak mı? Bunu bilemiyoruz, ve kimse de bilemez. Bunu yalnız devrimci durumun gelişme ve ileri sınıfın, proletaryanın devrimci eyleme geçme deneyi gösterecek. Bu konuda ne genel olarak "boş umutlar" söz konusu edilebilir, ne de bu umutların kırılışı; çünkü hiçbir sosyalist, hiçbir zaman ve hiçbir yerde, devrimin (gelecekteki değil de) bu savaş tarafından (yarınki devrimci durum değil de) güncel devrimci durum tarafından yaratılacağı güvencesini vermemiştir. Burada bütün sosyalistlerin en söz götürmez ve en özsel görevi söz konusu: yığınlara devrimci bir durumun varlığını gösterme, bu durumun genişlik ve derinliğini açıklama, proletaryanın devrimci bilinç ve enerjisini uyandırma, devrimci eyleme geçmesine yardımcı olma, ve bu yönde çalışmak için devrimci duruma uygun örgütler kurma görevi.

Hiçbir sorumlu ve etkili sosyalist hiçbir zaman sosyalist partilerin bu görevinden kuşkulanma cüretini göstermedi; ve Basel Bildirgesi, ne en küçük bir "boş umut" yayarak, ne de böyle bir umudu besleyerek, sosyalistlerin bu görevinin ta kendisinden söz eder: halkı uyarmak, "harekete geçirmek" (yoksa Plehanov , Akselrod ve Kautsky'nin yaptıkları gibi, şovenizmle uyutmak değil), bunalımdan kapitalizmin yıkılışını "çabuklaştırmak" için yararlanmak; Komün ve ekim-aralık 1905 örneklerinden esinlenmek. Bu görevi yerine getirmemek, -güncel partilerin ihaneti, siyasal ölümleri, rollerini bırakmaları, burjuvaziden yana geçmeleri, işte bunu yansıtır.

III

Ama II. Entemasyonalin en gözde önderleri sosyalizme nasıl ihanet edebilirler? İlkin bu ihaneti "teorik olarak" doğrulamayı gözeten girişimleri inceledikten sonra, bu sorun üzerinde ayrıntılı bir biçimde duracağız. (Özellikle İngiliz-Fransız sosyal-şovenlerinin, Hyndmann ile yeni yandaşlarının kanıtlarını yineleyen) Plehanov ile (teorik bakımdan, görünüşte çok daha "ince", karşılaştırılamaz derecede daha sağlam kanıtlar ileri süren) Kautsky'nin, yandaşları sayılabilecekleri sosyal-şovenizmin başlıca düşüncelerini belirgin bir duruma getirmeye çalışalım.

Hepsinin en ilkeli, belki de "kışkırtıcı" teorisidir. Bir saldırıya uğradık, kendimizi savunuyoruz: proletaryanın çıkarları, Avrupa barışının bozucularına bir direnç gösterilmesini gerektirir. Bütün hükümetlerin bildirimlerini ve dünyanın bütün burjuva ve satılık basınının tumturaklı sözlerini yinelemektir bu. Plehanov, bu denli bayağı bir yavanlığı bile, "diyalektik"e, bu yazarda zorunlu olan ikiyüzlü bir iletme ile daha da güzelleştirmekten geri kalmaz: somut durumu hesaba katmak bahanesiyle, ona göre, her şeyden önce kışkırtıcıyı [savaş kışkırtıcısı -ç.] bulmak, ve bütün öbür sorunları durumun değişeceği güne değin erteleyerek, onu gerçek yerine oturtmak gerekir (Plehanov'un Savaş Üzerine adlı broşürüne, Paris 1914, ve düşüncelerinin Goloss'un 86 ve 87. sayılarında Akselrod tarafından yinelenmesine bakınız). Diyalektik yerine safsatacılığı geçirme yolundaki bu soylu girişimde, Plehanov bir rekor kırdı. Safsatacı, bütün öbürleri arasında canının istediği bir "kanıt"a sarılıyor; oysa Hegel, haklı olarak, neyi olursa olsun desteklemek için "kanıt"lar bulunabileceğini söylüyordu. Diyalektik, toplumsal bir olayın, gelişmesi boyunca, bütün yönleriyle irdelenmesini, ve görünüşün, dış yönün, en önemli itici güçlere, üretici güçlerin gelişmesine ve sınıflar savaşımına, indirgenmesini gerektirir. Plehanov Alman sosyal-demokrat basınından bir alıntı alıveriyor: Almanlar, kendileri, diyor, kışkırtıcıların Avusturya ile Almanya olduklarını savaştan önce kabul ediyorlardı, -ve onun için tartışma bitmiştir. Plehanov, çarlığın Galiçya, Ermenistan vb. konusundaki fetih planlarını Rus sosyalistlerinin birçok kez ortaya koymuş oldukları olgusunu suskuyla geçiştiriyor. Onda, şu son otuz yılın bile olsa, en küçük bir iktisadi ve diplomatik tarihine yanaşma girişimi görülmüyor; oysa, bu tarih, sömürgelere el koyma, başkasının topraklarını soyma, daha başarılı bir rakibin ayağını kaydırma ve yıkıma uğratılmasının, bugün savaşan her iki grup devletin de merkez siyasal ekseni olduğunu çürütülmez bir biçimde gösterir.

Plehanov'un burjuvaziye yaranmak için öylesine yüzsüzlükle çarpıttığı diyalektiğin savaşlarla ilgili temel tezi, "savaş siyasanın başka araçlarla (daha açıkçası, zorla) sürdürülmesidir", tezidir. En büyük askeri tarihçilerden biri olan, fikirleri Hegel tarafından zenginleştirilmiş olan Clausewitz'in formülü budur.Ve her savaşı, belli bir an da bunda çıkar gören devletler -ve bu devletler içindeki çeşitli sınıflar- siyasasının uzantısı olarak gören Marx ile Engels'in görüşü de, her zaman bu olmuştur.

Plehanov'un kaba şovenizmi, Kautsky bütün ülkeler sosyalistlerinin "kendi" kapitalistlerinin safına geçişini aşağıdaki düşünce ile kutsallaştırdığı zaman, onun daha ince, uzlaştırıcı ve yumuşak görünüşlü şovenizminin teorik konumuyla yetinir:  "Herkes kendi yurdunu savunma hak ve görevine sahiptir; gerçek enternasyonalizm, bu hakkı, benimki ile savaş içinde bulunan uluslar da içinde, bütün uluslar sosyalistlerine tanımaya dayanır..." (2 ekim 1914 günlü Neue Zeit'a, ve aynı yazarın öbür yazılarına bakınız).

Bu pek şaşırtıcı düşünce sosyalizmin öylesine kaba bir karikatürüdür ki; ona verilecek en iyi yanıt, bir yanında Guilllaume II ile Nikola II'nin, ve öte yanında da Pleharıov ile Kautsky'nin portreleri bulunan bir madalya ısmarlamak olurdu. Gerçek enternasyonalizm, görüyor musunuz, "yurt savunması" adına, Fransız işçilerinin Alman işçilerine, Alman işçilerinin de Fransız işçilerine ateş etmeleri olgusunu doğrulamaya dayanıyor!

Ama eğer Kautsky'nin düşüncelerinin teorik öncülleri yakından incelenirse, Clausewitz tarafından bundan seksen yıl önce alaya alınmış olan aynı görüş görülür: Savaşın başlaması ile birlikte, halklar ve sınıflar arasında tarihsel olarak kurulmuş siyasal ilişkiler kesilir, ve ortaya kesin olarak farklı bir durum çıkar! "Yalnızca" saldırganlar ve saldırıya uğrayanlar vardır, "yalnızca" "yurt düşmanları" püskürtülür! Yeryüzü nüfusunun yarıdan çoğunu oluşturan birçok ulusa karşı büyük emperyalist devletler halkları tarafından uygulanan baskı, ganimet paylaşımı için bu ülkeler burjuvazileri arasındaki rekabet, işçi hareketini bölmek ve ezmek için sermaye tarafından gösterilen çabalar, bütün bunlar, savaştan önce onyıllar boyunca bu "siyasa"nın ta kendisini betimlemesine karşın, Plehanov ile Kautsky'nin görüş alanından birdenbire yok olmuş.

Marx ve Engels'e yapılan uydurma iletmeler, bu durumda, sosyal-şovenizmin iki elebaşısının "ağır" kanıtını oluşturuyor: Plehanov, Prusya'nın 1813 ve Almanya'nın 1870'teki ulusal savaşını anımsatıyor; Kautsky, bilginler bilgini bir havayla, Marx'ın 1854-1855, 1859, 1870-1871 savaşlarında başarısı en çok istenen kamp (yani burjuvazi) sorununu irdelediğini, marksistlerin de 1876-1877 ve 1897 savaşlarında aynı şeyi yaptıklarını tanıtlıyor. Bütün safsatacıların her zamanki yöntemidir bu: ana öğelerinde birbirlerine benzemeyen durumlarla ilgili örnekleri [sayfa 143] almaya dayanır. Bize örnek olarak verilen daha önceki savaşlar, bir başka ulus tarafından dayatılmış bulunan yabancı boyunduruğa ve (Türk ve Rus) mutlakıyetine karşı burjuva ulusal hareketler tarafından uzun yıllar boyunca izlenen "siyasanın bir uzantısı" idiler. O zaman şu ya da bu burjuvazinin başarısını yeğ tutmanın gerekip gerekmediğini bilmekten başka bir şey söz konusu olamazdı; marksistler, Marx'ın Rusya'ya karşı savaş için 1848'de ve daha sonra yaptığı, Engels'in 1859'da Almanların baskıcılarına karşı, Napoleon III ile Rus çarlığına karşı ulusal nefretini körüklediği gibi, ulusal nefretleri körükleyerek halkları bu türlü savaşlara önceden çağırabiliyorlardı.

Feodalite ile mutlakıyete karşı savaşım siyasasının, kurtuluş yolundaki burjuvazi siyasasının "uzantısı"nı, feodallerle bağlaşma içinde, proletaryayı ezen günü geçmiş -yani emperyalist, yani tüm dünyayı soymuş bulunan- ve gerici bir burjuvazi "siyasasının uzantısı" ile bir tutmak, metrelerle kilogramları bir tutmak demektir. Bu, "burjuvazi temsilcileri" Robespierre, Garibaldi ve Jelyabov'u, "burjuvazi temsilcileri" Millerand, Salandra, Guçkov ile bir tutmaya benzer. Dünya tarihinin kendilerine burjuva "yurt"ları adına konuşma hakkı verdiği ve, feodal sisteme karşı savaşım içinde, yeni ulusların milyonlarca insanını uygar yaşama yükseltmiş büyük burjuva devrimciler için en büyük saygıyı duymadıkça marksist olunamaz. Ve Belçika'nın Alman emperyalistleri tarafından boğazlanması konusunda ya da Avusturya ile Türkiye'nin soyulması için, İngiliz, Fransız, Rus ve İtalyan  emperyalistleri tarafından varılan anlaşma konusunda "yurt savunması"ndan söz eden Plehanov ile Kautsky'nin safsatacılığını aşağısamaya mahkum etmedikçe (nefret duymayınca) de marksist olunamaz.

Sosyal-şovenizmin öbür "marksist" teorisi: sosyalizm, kapitalizmin hızlı gelişmesine dayanır; ülkenin zaferi, orada kapitalizmin gelişmesini, dolayısıyla sosyalizmin gelişini hızlandıracaktır; ülkenin yenilgisi ise, onun iktisadi gelişmesini, dolayısıyla sosyalizmin gelişini geciktirecektir. Bu struveci öğreti, ülkemizde Plehanov, Almanlar arasında Lensch ve öbür yazarlar tarafından sergilenmiştir. Kautsky bu kaba teoriye karşı, onu açıkça savunan Lensch'e karşı, onu gizliden gizliye destekleyen Cunow'a karşı kalemiyle saldırıyor, ama yalnızca daha ince, daha ikiyüzlü bir şoven konum üzerinde yer alarak, bütün ülkeler sosyal-şovenlerinin uzlaşmasını sağlamak için saldırıyor.

Bu kaba teorinin çözümlenmesine uzun boylu takılıp kalacak değiliz. Struve'nin Eleştirel Notlar'ı 1894'te yayınlandı, ve yirmi yıldan beri, Rus sosyal-demokratları, kültürlü Rus burjuvalarının kendi görüş ve isteklerini, her türlü devrimci ruhtan arındırılmış bir "marksizm" örtüsü altında kabul ettirmek için kullandıkları bu "usul"ü tamamiyle tanımasını öğrendiler. Struvecilik yalnızca bir Rus akımı değil, ama son olayların özel bir açıklıkla gösterdiği gibi, "ajitasyon", "demagoji", "blankici ütopi" dışında, marksizmin "gerçekten bilimsel" "bütün" yön ve öğelerini kabul ediyormuş gibi görünerek, marksizmi "tatlılıkla" öldürmeyi, onu daha iyi boğmak için kucaklamayı amaçlayan burjuvazi teorisyenlerinin uluslararası bir akımıdır da. Başka bir deyişle: Reformlar için savaşım da içinde, (proletarya diktatorası olmaksızın) sınıflar savaşımı da içinde, "sosyalist ülküler"in "genel" kabulü ve kapitalizm yerine "yeni bir rejim"in geçirilmesi de içinde, marksizmden liberal burjuvazi için kabul edilebilir ne varsa almak, ve "yalnızca" marksizmin yaşayan ruhunu, "yalnızca" devrimci anlayışını yadsımak.

Marksizm, proletaryanın kurtarıcı hareketinin teorisidir. Öyleyse bilinçli işçilerin, marksizm yerine struveciliğin geçirilmesi sürecine çok büyük bir dikkat göstermek zorunda olmaları kolay anlaşılır. Bu sürecin itici güçleri çok ve çeşitlidir. Yalnızca belli başlı üçünün sözünü edeceğiz: 1) Bilimin ilerlemesi, Marx'ın düşüncesinin doğruluğunu tanıtlayan gereci gitgide daha bol bir biçimde sağlıyor. Öyleyse, marksizmin ilkelerine açıkça karşı çıkmadan, ama onu kabul eder gibi görünerek, safsatalarla onu içeriğinden yoksun bırakarak, marksizmi burjuvazi için zararsız, kutsal bir "ikon" durumuna getirerek, onunla ikiyüzlüce savaşmak zorunlu. 2) Sosyal-demokrat partiler içinde yayılan oportünizm, onu her türlü oportünist ödünü doğrulayabilecek bir biçimde uyarlayarak; marksizmin bu "revizyon"unu destekliyor. 3) Emperyalizm dönemi, dünyanın, bütün öbür ulusları ezen ayrıcalıklı "büyük" uluslar arasında paylaşılması dönemidir. Bu ayrıcalıklardan ve bu ezgiden gelen ganimet kırıntıları, hiç kuşkusuz, bazı küçük-burjuvazi katmanlarına olduğu gibi, işçi sınıfı aristokrasi ve bürokrasisine de düşüyor. Proletarya ve emekçi yığınların son derece küçük bir azınlığı olan bu katmanlar "struvecilik"e doğru yönelmişlerdir, çünkü struvecilik onlara bütün ulusların ezilen yığınlarına karşı "kendi" ulusal burjuvazileri ile bağlaşmalarının bir doğrulamasını sunar. Enternasyonalin batkı nedenleri üzerinde konuşacağımız zaman, bu konuya bir kez daha dönmemiz gerekecek.

IV

Sosyal-şovenizmin en ince, bilim ve enternasyonalizme benzer bir şeyle en ustaca süslenmiş teorisi, Kautsky tarafından dile getirilen "ultra-emperyalizm" teorisidir. İşte bu teorinin en açık, en belgin ve en yeni yapılan, ve yazarın kendisinden aldığımız açıklaması:

"İngiltere'de koruyucu (himayeci) hareketin gerilemesi; Amerika'da gümrük tarifelerinin indirilmesi; silahsızlanma eğilimi; savaştan önceki son yıllar içinde, Fransa ve Almanya'nın sermaye ihracında hızlı düşme, ensonu, çeşitli mali sermaye kliklerinin artan uluslararası  girişikliği (birbirine geçme, birbirine dolaşması), -bütün bunlar beni, kendi kendime, güncel emperyalist siyasanın, yani ulusal mali sermayeler arasındaki savaşımının yerine, dünyanın uluslararası ölçüde birleşmiş mali sermaye tarafından ortaklaşa sömürülmesini geçiren ultra-emperyalist bir siyasa ile değişmesinin olanaklı olup olmadığını sormaya sürükledi. Kapitalizmin böyle bir yeni evresi pekala düşünülebilir. Bu evre gerçekleşebilir bir evre midir? Henüz sorunu çözmek için yeterli öncüller yok." (Neue Zeit, n° 5, 30 nisan 1915, s. 144).

"... Güncel savaşın gelişmesi ve sonucu, bu bakımdan kararlaştırıcı olabilir. Savaş, mali kapitalistler arasındaki ulusal düşmanlığı da en yüksek derecede körükleyerek, silahlanma yarışını yoğunlaştırarak ve rekabeti hızla artırdığı için, ikinci bir dünya savaşını kaçınılmaz duruma getirerek, ultra-emperyalizmin güçsüz tohumlarını büsbütün ezebilir. İktidar Yolu adlı broşürümde ileri sürdüğüm öngörü, o zaman korkunç ölçüler içinde gerçekleşecek, sınıf çelişkilerinin keskinleşmesi ve kapitalizmin manevi çöküşü (Abwirtschaftung, sözcüğü sözcüğüne: iktisadi çöküş, batkı) hızla büyüyecektir..." (Kautsky'nin bu özentili sözcükle yalnızca ve yalnızca "proletarya ile mali sermaye arasındaki aracı katmanlar", yani: "aydınlar, küçük-burjuvalar, hatta küçük kapitalistler" tarafından kapitalizme karşı duyulan "düşmanlığı" kastettiğini belirtmek gerek)..." Ama savaş başka türlü de bitebilir. Güçsüz ultra-emperyalizm tohumlarının güçlenebilecekleri biçimde sonuçlanabilir. Savaşın dersleri" (bunu aklınızda iyi tutun!) "kendini barış zamanında uzun zaman bekletecek bir gelişmeyi hızlandırabilir. Eğer uluslar arasında bir uzlaşmaya, silahsızlanmaya, sürekli bir barışa değin gidilebilirse, savaştan önce kapitalizmin manevi çöküşüne artan ölçüler içinde yol açan en kötü nedenler, 'ortadan kalkabileceklerdir'. Yeni evre proletaryaya elbette 'yeni', 'belki daha da kötü felaketler' getirecektir; ama; 'bir zaman için', 'ultra-emperyalizm', 'kapitalizm çerçevesinde bir yeni umutlar ve yeni beklentiler çağı yaratabilir"' (s. 145).

Sosyal-şovenizmin doğrulanması bu "teori"den nasıl çıkarılmış?
Bir "teorisyen" için oldukça tuhaf bir biçimde. Şöyle: 

Almanya sol sosyal-demokratları, emperyalizm ile onun doğurduğu savaşların rastlantı sonucu değil, ama mali sermaye egemenliğine yol açan kapitalizmin kaçınılmaz ürünü olduğunu ileri sürüyorlar. Bundan ötürü, görece barışçıl gelişme dönemi sona erdiğinden, yığınların devrimci savaşımına geçmek zorunludur. "Sağ" sosyal-demokratlar, kabaca: emperyalizm "zorunlu" olduğu anda, biz de emperyalist olamayız, diyorlar. "Merkez" rolünü oynayan Kautsky , yalancıktan uzlaştırıcılar gibi görünüyor:

"Aşırı sol" diye yazıyor, Ulusal Devlet, Emperyalist Devlet ve Devletler Birliği (Nurerıberg, 1915) adlı broşüründe, sosyalizmi, yani 'yalnızca bizim bir yarım yüzyıldan beri kapitalist egemenliğin bütün biçimleri karşısına çıkardığımız sosyalizm propagandasını değil, ama sosyalizmin doğrudan gerçekleştirilmesini', kaçınılmaz emperyalizmin 'karşısına çıkarmak', istiyor. İşte çok radikal gibi görünen bir davranış, ama bu, sosyalizmin dolaysız pratik gerçek!eşmesine inanmayan herkesi emperyalizm kampına itmekten başka bir sonuç veremez" (s. 17, bazı sözcüklerin altı tarafımızdan çizildi).

Sosyalizmin dolaysız gerçekleştirilmesinden söz ederken, Kautsky , Almanya'da, özellikle askeri sansür rejimi altında, devrimci eylemden söz edilememesinden yararlanarak, bir üçkağıtçılık "gerçekleştiriyor". Kautsky solların partiden "sosyalizmin dolaysız pratik gerçekleştirilmesi"ni değil, ama dolaysız bir propaganda ve devrimci eylemler hazırlığı istediklerini çok iyi biliyor.

Emperyalizmin zorunluluğundan, sollar devrimci eylemlerin zorunluluğu sonucunu çıkartıyorlar. Kautsky "ultra-emperyalizm teorisi"nden, oportünistleri doğrulamak için, gerçekleri onların burjuvazi kampına katılmadıklarına, ama yalnızca yeni bir silahsızlanma ve sürekli barış "çağ"ının "çıkagelebileceği"ni düşündüklerinden dolaysız sosyalizme "inanmadıkları"na inandıracak bir biçimde göstermek için yararlanır. Bu "teori", kapitalizmin yeni bir barışçıl çağı umudu ile, Kautsky'nin, Basel kararının görkemli bildirimlerine karşın, oportünistler ve resmi sosyal-demokrat partilerin burjuvaziye katılmalarını ve içinde yaşadığımız çalkantılı dönem içinde devrimci (yani proleter) taktiği yadsımalarını doğrulaması olgu suna, ve yalnızca bu olguya indirgenir.

Kautsky'nin, yeni evrenin şu ya da bu durum ve koşullardan çıktığını ve çıkması gerektiğini bildirmek şöyle dursun, açıkça: "Henüz bu yeni evrenin 'gerçekleşebilir' olup olmadığını bile söyleyemem", dediğine de dikkat edin. Gerçekten, onun belirttiği yeni çağ "eğilim"lerini düşünün. Yazarın "silahsızlanma eğilimi"ni iktisadi olaylar arasına soktuğunu görmek çok şaşırtıcı! Zararsız küçük-burjuva gevezeliği ve düşlerin gölgesine sığınmak için, çelişkilerin hafiflemesi teorisiyle hiç de uyuşmayan, [sayfa 148] yadsınması olanaksız gerçeklerden kaçmadır bu. Kautsky'nin "ultra-emperyalizm"i -bu terim, yazarın demek istediği şeyi hiç mi hiç anlatmıyor- kapitalizmin çelişkilerinde şaşırtıcı bir hafifleme anlamına gelirdi. "İngiltere ve Amerika'da koruyuculuk hareketinin gerilemesi" -deniyor bize. Yeni bir çağa en küçük bir eğilim var mı burada? Amerika'nın sert korumacılığı yumuşamıştır, ama varlığını sürdürüyor, tıpkı İngiliz sömürgelerinin İngiltere yararına ayrıcıklarının, tercihli tarifelerinin varlıklarını sürdürdükleri gibi. Kapitalizmin, bir önceki, "barışçıl" dönemden, güncel, emperyalist döneme geçişinin hangi koşullar içinde gerçekleştiğini anımsayalım: özgür rekabet, alanı tekelleştirici kapitalist birliklere bıraktı ve yeryüzü tamamen paylaşıldı. Bu iki olgunun (ve etkenin) gerçekten dünya çapında bir önem taşıdıkları açık: Özgür ticaret ve barışçıl rekabet, sermaye sömürgelerini bir güçlükle karşılaşmadan genişletebildiği ve Afrika'da vb. boş toprakları eline geçirebildiği sürece olanaklı ve zorunluydu; üstelik, sermaye yoğunlaşması henüz güçsüzdü, ve henüz tekelci, yani belli bir sanayi kolunun tümünü egemenlik altına alabilecek ölçüde büyük işletmeler de yoktu. Bu türlü tekelci işletmelerin ortaya çıkma ve gelişmesi (bu sürecin ne İngiltere ne de Amerika'da durduğu düşünülebilir; Kautsky bile savaşın bu süreci hızlandırıp yoğunlaştırdığını yadsımaya her halde cesaret edemezdi), eski özgür rekabeti olanaksız kılar ve adımlarını boşlukta bırakır, oysa dünyanın paylaşılması, sömürge ve etki alanlarının bir yeni paylaşımı için, barışçıl genişlemeden silahlı savaşıma geçmeye zorlar. Korumacılığın her iki ülkede de güçten düşmesinin herhangi bir şeyi değiştirebileceğini düşünmek gülünçtür.

Sonra, her iki ülkedeki sermaye ihraçlarının, birkaç yıl içindeki azalması. Bu iki ülkeden, Fransa ve Almanya'dan her biri, yabancı ülkelerde, örneğin 1912'de Harms istatistiklerine göre, 35 milyon Mark (17 milyon Rubleye yakın) dolaylarında bir sermayeye sahip [sayfa 149] bulunuyordu; ve İngiltere, tek başına, bunun iki katına sahipti.[5*] Sermaye ihraçlarının artışı kapitalist rejimde hiçbir zaman düzenli olmamıştır ve olamazdı da. Kautsky, örneğin yığınların durumundaki gözle görülür bir düzelme sonucu, sermaye birikiminin güçten düştüğünü ya da iç pazarın gücünün büyük ölçüde değiştiğini ileri süremezdi. Bu koşullarda her iki ülkede de sermaye ihraçlarının birkaç yıl boyunca azalması olgusu, yeni bir çağın başladığı sonucunun çıkarılmasına izin vermez.

"Çeşitli mali sermaye kliklerinin artan uluslararası girişikliği (giriftleşme)." Birkaç yılda ya da iki ülkede değil, ama tüm dünyada, kapitalizmin tümünde, gerçekten genel ve söz götürmez tek eğilim, budur. Ama bundan neden şimdiye değin olduğu gibi bir silahlanma eğilimi değil de, bir silahsızlanma eğilimi sonucu çıksın? Herhangi bir dünya "top" (ya da, daha genel olarak, savaş gereci üreten) firmasını, örneğin Armstrong'u alalım. Son günlerde (1 mayıs 1915 günlü) İngiliz Economist, bu firmanın kârlarının 1905-1906'da 606.000 sterlinden (6 milyon rubleye yakın), 1913'te 856.000 ve 1914'te 940.000 sterline (9 milyon Ruble) yükseldiğini bildiriyordu. Mali sermayenin girişikliği burada çok büyüktür ve daha da ilerlemektedir; Alman kapitalistleri İngiliz firmasının işlerine "katılıyor"; İngiliz firmaları Avusturya için denizaltılar yapıyorlar vb.. Uluslararası olarak birbiri içine girmiş sermaye, silahlanma ve savaşlar sayesinde çok iyi işler yapıyor. Çeşitli ulusal sermayelerin tek bir uluslararası bütün içinde toplanıp birbirine karışmaları olgusundan, iktisadi bir silahsızlanma eğilimi sonucunu çıkarmak, sınıf çelişkilerinin hafiflemesi konusundaki dindarca küçük-burjuva istekleri, bu çelişkilerin gerçek ağırlaşması yerine geçirmek demektir.

V

Kautsky, savaş "dersleri"ni, savaş felaketleri karşısındaki bilinmez hangi manevi tiksinti olarak sunarken, savaş "dersleri"nden büsbütün hamkafa bir anlayış içinde söz ediyor. Örneğin, Ulusal Devlet vb. başlıklı broşüründe, şöyle düşünüyor:

"Dünya barışı ve silahsızlanmayı çok derinden isteyen katmanların varlığı kuşkusuz ve tanıtlama gerektirmeyen bir şeydir. Küçük-burjuvaları ve küçük köylüleri, hatta birçok kapitalist ve aydını emperyalizme bağlayan çıkarlar , savaş ve silahlanma yarışı nedeniyle bu katmanların uğradığı zararları bastırmaz" (s. 21).

Bu, 1915 şubatında yazılmış! Olgular, küçük-burjuvalarla, "aydın"lar da içinde, bütün varlıklı sınıfların hep birlikte emperyalistlere katıldıklarını gösteriyor, ama Kautsky, kavanoz içindeki adam[56] gibi, olağanüstü bir küstahlık ve iyilik taslayan yavan sözlerle, olgulara yan çiziyor. Küçük-burjuvazinin çıkarlarını, onun davranışına göre değil, bazı küçük-burjuvaların sözlerine göre değerlendiriyor - bu sözler onların davranışlarıyla her an yalanlansalar da. Bu tastamam genel olarak burjuvazinin "çıkar"larını, sanki onun eylemlerine göre değil de, güncel rejimin hıristiyan ülkü ile dolu olduğuna yemin billah eden burjuva rahiplerin sevgi taşan konuşmalarına göre değerlendirmemize benzer. Kautsky marksizmi tüm içeriği uçup gidecek ve geriye, bilinmez hangi doğaüstü, manevi anlamda anlaşılmış "çıkar" sözcüğünden başka bir şey kalmayacak bir biçimde uyguluyor, çünkü burada söz konusu olan gerçek iktisadi yaşam değil, ama evrensel refah üzerine dinsel dileklerdir.

Marksizm, "çıkar"ları, günlük yaşamın milyonlarca olgusu arasında kendilerini gösteren sınıf çelişkileri ve sınıflar savaşımı temeli üzerinde değerlendirir. Küçük -burjuvazi çelişkilerin bir hafiflemesinin düşünü görür ve ağırlaşmalarının "zararlı sonuçlar"a yol açacağı "kanıt"ını ileri sürerek bu konuda parlak sözler eder. Emperyalizm, varlıklı sınıfların bütün katmanlarının mali sermayeye bağımlılığı ve dünyanın bugün çoğu savaşa katılan beş altı "büyük" devlet arasında paylaşılması [sayfa 151] demektir. Dünyanın büyük devletler arasında paylaşılması, sömürgeler ve etki alanları elde edilmesinde, yabancı ulusların ezilmesinde, az çok kazançlı görevlerde ve "büyük" bir devlet ve ezgici bir ulus üyesi olma olgusu tarafından sağlanan ayrıcalıklarda bu devletlerin bütün varlıklı katmanlarının çıkarları olduğu anlamına gelir.

Kesintiye uğramadan gelişen ve yeni ülkelere derece derece yayılan bir kapitalizmin görece dingin, uygar çevresi içinde, eski moda yaşamak olanaksızdır, çünkü bir başka çağ gelmiştir. Mali sermaye belli bir ülkeyi büyük devletler arasından atar ve atacaktır, sömürge ve etki alanlarını elinden alacaktır. (İngiltere'ye karşı savaşa girmiş bulunan Almanya'yı bunu yapmakla tehdit ettiği gibi); bir "büyük devlet" e üye olma sonucu yararlandığı ayrıcalıklar ve ek gelirleri küçük-burjuvazinin elinden alacaktır. Savaşın tanıtlamakta olduğu şey, budur. Çelişkilerin, uzun zamandan beri herkes tarafından, İktidar Yolu adlı broşüründe Kautsky'nin kendisi tarafından da kabul edilen kızışması, sonunda fiili olarak işte buna yol açmıştır.

Ve emperyalist büyük devlet ayrıcalıkları için silahlı savaşımın bir oldu bitti durumuna geldiği şu anda, savaşın korkunç bir şey, oysa silahsızlanmanın iyi bir şey olduğunu söyleyen Kautsky, kapitalistlerle küçük-burjuvaziyi yüreklendirmeye girişiyor; tıpkı, kürsüsünden, kapitalistleri insan sevgisinin bir Tanrı buyruğu, ruhun bir özlemi ve bir uygarlık yasası olduğuna inandırmak isteyen bir hıristiyan papazı gibi ve aynı sonuçlarla. Kautsky'nin "ultra-emperyalizm" iktisadi eğilimleri dediği  şey, gerçekte para babalarını kötülük yapmamaya çağıran küçük-burjuva bir çağrıdır.

Sermaye ihracı mı? Ama bağımsız ülkelere, örneğin Amerika Birleşik Devletleri'ne, sömürgelere olduğundan daha çok sermaye ihraç ediliyor. Sömürgeler fethi mi? Ama daha şimdiden hepsi fethedilmiş, ve hemen hepsi kurtuluşa can atıyor: "O (Hindistan) bir İngiliz sömürgesi olmaktan çıkabilir, ama tek parça bir imparatorluk olarak başka bir yabancı egemenlik altına hiçbir zaman girmeyecektir" (adı geçen broşürün 49. sayfası). "Sanayici bir kapitalist devletin, hammadde gereçlendirmesi bakımından yabancı ülkelerden bağımsız duruma gelmesini sağlayan bir sömürge imparatorluğu kurma yolunda göstereceği her çaba, ona karşı bütün öbür kapitalist devletleri birleştirmekten ve onu ereğine yaklaştırmaksızın bitmez tükenmez öldürücü savaşlar içine sokmaktan geri kalamazdı. Bu siyasa, devletin tüm iktisadi yaşamını batkıya götürmenin en güvenceli yolu olurdu" (s. 72-73).

Para babalarını emperyalizmden vazgeçmeye çağıran bir çağrı değil mi bu? Kapitalistleri bir iflas (bankruptcy) tehlikesiyle ürkütmek istemek, borsacılara borsada oynamamayı öğütlemek demektir, çünkü "birçokları tüm servetlerini böyle yitirirler". Sermaye, rakip kapitalist ile rakip ulusun iflasından, daha da çok yoğunlaşarak, kazanır; bundan ötürü, iktisadi rekabet, yani iflasa doğru iktisadi zorlama ne denli yüksek ve "sıkı " olursa, rakibin iflasını çabuklaştırmak için kapitalistlerin bu zorlamaya askeri zorlamayı ekleme eğilimi de o denli güçlü olur. Sömürgelere ve Türkiye gibi bağımlı devletlere olduğu denli elverişli bir biçimde sermaye ihraç edilebildiği ülkeler azaldıkça, -çünkü sömürge ve bağımlı ülkelere ihraç edilen sermayeden, Amerika Birleşik Devletleri gibi özgür, bağımsız ve uygar bir ülkeye ihraç edilen sermayeye göre, para babası üç misli bir kâr sağlar-, Türkiye'nin, Çin'in vb. köleleştirilmesi ve paylaşılması için savaşım daha da zorlu olur. İktisadi teorinin mali sermaye ve emperyalizm çağı konusunda dediği budur. Olguların dediği budur. Oysa, Kautsky bütün bunları hamkafa bir yavan "moral"e  dönüştürüyor. Türkiye'nin paylaşılması ya da Hindistan'ın fethi için pek o denli kızışmaya, hele hele savaşmaya değmez, diyor; çünkü, "ne olursa olsun, bu uzun zaman sürmez", ve sonra kapitalizmi barışçıl bir biçimde geliştirmek daha iyi olurdu... Elbette, ücretlerde bir artış aracıyla kapitalizmi geliştirmek ve pazarı genişletmek daha iyi olurdu: son derece "anlaşılır" bir şey bu, ve para babalarını bu yola sokmaya çalışmak, bir papazın vaazı için dört dörtlük bir konudur... Sömürgeler nasıl olsa çok kısa bir sürede kurtulacaklarına göre, iyi yürekli Kautsky, Alman para babalarını sömürgeler için İngiltere ile savaşmaya değmediğine inandırmayı hemen hemen başarmış!...

İngiltere'nin Mısır'a yaptığı ihracat ve bu ülkeden yaptığı ithalat, 1872'den 1912'ye değin, İngiltere'nin tüm ihracat ve ithalatından daha güçsüz bir biçimde gelişmiştir. "Marksist" Kautsky'nin kıssadan hissesi: "Mısır'ın askeri işgali olmaksızın, onun (bu ülke ile ticaretin) salt iktisadi etkenlerin etkisiyle daha az artacağını varsaymamız için hiçbir neden yoktur" (s. 72). "Sermayenin genişleme eğilimleri", "herşeyden çok, emperyalizmin zor yöntemleri ile değil, barışçıl demokrasi ile kolaylaştırılabilir" ( s .70) .

Ne dikkat çekecek derecede ciddi, bilimsel, "marksist" bir çözümleme! Kautsky şu saçma tarihi çok güzel "düzeltmiş"; İngilizlerin Mısır'ı Fransızlardan almak için hiçbir gereksinimleri olmadığını, ve Alman para babalarının savaşa başlamakta, Türkiye seferini örgütlemekte ve İngilizleri Mısır'dan kovmak için başka önlemlere başvurmakta hiçbir yararları olmadığını "tanıtlamış"! Bütün bunlar yalnızca bir yanlış anlama, başka hiç bir şey değil! İngilizler, öyle görünüyor ki, "en iyi"nin Mısır'da zor kullanmayı bırakmak ve (Kautsky'ye göre sermaye ihracatını genişletme ereğiyle) "barışçıl demokrasi"ye geçmek olacağını henüz kavramamışlardır...

"Elbette, özgür değişimin kapitalizmin doğurduğu iktisadi karşıtlıkları tamamen ortadan kaldıracağına inanmak, burjuva free-trader'lerin [özgür değişimcilerin] bir kuruntusuydu: Bu konuda özgür değişim de [sayfa 154) demokrasi denli yeteneksizdir. Ama bu çelişkilerin emekçi yığınlara en az özveri ve sıkıntı yükleyen savaşım biçimleri ile aşılmasında büyük yararımız var" (s. 73)...

Bizi bağışla, Tanrım! Tanrım, bize acı! Bir hamkafa nedir? -diye soruyordu Lassalle- ve ozanın çok tanınmış özdeyişiyle yanıt veriyordu: "Hamkafa, Tanrının merhamet duyacağı, korku ve umut dolu boş bir barsaktır." Kautsky marksizmi alçaltmış ve gerçek bir vaiz durumuna dönüşmüştür. Vaiz, kapitalistleri barışçıl demokrasiye geçmeye çağırıyor - ve buna da diyalektik adı veriliyor: eğer, başlangıçta özgür değişim, ve sonra da tekeller ve emperyalizm olmuşsa, neden bir "ultra-emperyalizm" ve yeni baştan özgür ticaret olmasın? Rahip "gerçekleşebilir" olup olmadığını söylemekten gene de sakındığı bu "ultra-emperyalizm"in iyiliklerini betimleyerek ezilen yığınları teselli ediyor! Dini, insanı teselli ettiği kanıtıyla savunan kimselere karşı, Feuerbach tesellilerin gerici anlamını haklı olarak belirtiyor: kim ki, diyordu, köleyi köleciliğe karşı başkaldırmaya özendirecek yerde teselli eder, kölecilere yardım etmekten başka bir şey yapmaz.

Bütün baskıcı sınıflar, egemenliklerini sürdürmek için, iki toplumsal işlevi: celladın toplumsal işleviyle rahibin toplumsal işlevini gereksinirler. Celladın görevi ezilenlerin protesto ve başkaldırmasını bastırmaktır. Rahibin görevi ezilenleri teselli etmek, onlara, sınıf egemenliğinin korunması ile, mutsuzluk ve özverilerde bir yumuşama perspektiflerini çizmek (bu perspektiflerin "gerçekleşebilir" şeyler oldukları güvence altına alınmadığı zaman bu işi yapmak son derece kolaydır), ve böylece onlara bu egemenliği kabul ettirmek, onları devrimci eylemden caydırmak, devrimci anlayışlarını güçten düşürmeye ve devrimci enerjilerini söndürmeye çalışmaktır. Kautsky marksizmi en tiksinç ve en saçma, en iğrenç can sıkıcı öğütler karşı-devrimci teorisi durumuna getirmiş.

Kautsky, 1909'da, İktidar Yolu broşüründe, kapitalizmin çelişkilerinin -hiç kimsenin çürütemediği ve  çürütülmez olan- ağırlaşmasını, bir savaşlar ve devrimler çağının, yeni bir "devrimci dönem"in yakınlaştığını kabul eder. "Mevsimsiz" devrim, der, söz konusu edilemez, ve savaşımdan önce, bir yenilgi olasılığı da yadsınmamakla birlikte, ayaklanma sırasında zafer olanağı ummayı yadsımayı "davamıza düpedüz bir ihanet" olarak açıklar.

Savaş geldi patladı. Çelişkiler daha da keskin bir durum aldı. Yığınların sıkıntısı dev boyutlara erişti. Savaş uzuyor ve genişlemeye devam ediyor. Kautsky broşür üstüne broşür yazıyor, sansürün buyruklarına uysalca uyuyor, toprakların yağmalanmasına ve savaşın korkunçluklarına, savaş vurguncularının yüz kızartıcı kârlarına, yaşam pahalılığına, silah altındaki işçilerin "askeri köleliği"ne ilişkin verilerin sözünü etmiyor; buna karşılık, proletaryayı durmadan teselli ediyor -onu burjuvazinin devrimci ya da ilerici olduğu, "Marx'ın bile" şu ya da bu burjuvazinin zaferini dilediği savaşlar örneğiyle teselli ediyor; sömürgesiz ve yağmasız, savaşsız ve silahlanmasız bir kapitalizm "olanağı"nı gösterecek ve "barışçıl demokrasi"nin yararlarını tanıtlayacak rakam sütunları ile teselli ediyor. Yığınların sıkıntısının arttığını ve devrimci bir durumun gözlerimizin önündeki gerçek gelişimini [bundan söz etmek yasak! Sansür izin vermiyor...] yadsımaya cüret edemeyen Kautsky, "daha az özveri ve sıkıntı"nın olacağı yeni evredeki savaşım biçimlerinin ("gerçekleşebilir" olduğu konusunda güvence vermediği) "perspektif"ini çizerek, burjuvazi ve oportünistler karşısında el pençe divan duruyor... Franz Mehring ile Rosa Luxembourg, Kautsky'ye orospu (Mädchen jür alle) davranışında bulunarak tepki göstermekle son derece haklılar.

*

1905 ağustos ayında Rusya'da devrimci bir durum vardı. Kaynaşma içindeki yığınları "yatıştırmak" ["teselli etmek"] için, Çar "Buligin Duması"nı[58] vaat etmişti. Eğer para babalarının silahlanmadan vazgeçmeleri ve "sürekli bir barış" yararına uzlaşmalarına "ultra-emperyalizm" denebilirse, Buligin tarafından öğütlenen Danışmacı Parlamento rejimine de "ultra-absolutisme" ["aşırı mutlakıyet"] denebilirdi. Yüzlerce dev işletme içinde çıkarları "sarmaşan" dünyanın yüz kadar en büyük para babasının, yarın halka, savaştan sonra silahsızlanmadan yana olacaklarını vaat ettiklerini bir an için kabul edelim (bu varsayımı yalnızca Kautsky'nin bu çocukça teorisinden çıkan siyasal sonuçları incelemek için bir an kabul ediyoruz). Hatta o zaman bile, proletaryaya, o olmaksızın bütün vaatlerin, bütün mutlu perspektiflerin boş bir kuruntudan başka bir şey olamayacağı devrimci eylemden caymasını öğütlemek, ona kesin olarak ihanet etmek olurdu.

Savaş kapitalistler sınıfına yalnızca inanılmayacak kârlar ve görkemli yeni soygun perspektifleri (Türkiye, Çin vb.), milyonları bulan yeni siparişler, yüksek faiz oranlı yeni borçlar getirmekle kalmadı. Dahası da var. Savaş kapitalistler sınıfına, proletaryayı bölerek ve baştan çıkararak, çok yüksek siyasal yararlar da sağladı. Kautsky bu baştan çıkarmaya yardım ediyor; "kendi" uluslarından oportünistlerle, Südekumlarla birlik adına, savaşım içindeki proleterlerin bu uluslararası bölünmesini kutsallaştırıyor! Ve eski partilerin birlik belgisinin, ulusal proletaryanın kendi ulusal burjuvazisi ile "birlik" ve çeşitli uluslar proletaryasının bölünmesi anlamına geldiğini anlamayan kimseler de var...

VI

Yukarıdaki satırlar, (28 Mayıs günlü) Neue Zeit'in Kautsky'nin "sosyal-demokrasinin batkısı" konusundaki son düşüncesini (Cunow'a itirazının 7 paragrafı) içeren 9. sayısı yayınlandığı sırada yazılmış bulunuyordu. Kautsky sosyal-şovenizmin savunusu konusundaki bütün eski safsataları ve bir yenisini, kendisi işte şöyle toplamı ve özetlemiş:

"Savaşın salt emperyalist bir savaş olduğunu, savaş patlak verdiği anda, emperyalizm ya da sosyalizmden başka bir seçenek bulunmadığını, Almanya, Fransa ve, birçok bakımdan, İngiltere sosyalist partileri ile proleter [sayfa 157] yığınlarının, düşünmeden, bir avuç parlamenterin basit buyruğu üzerine, kendilerini emperyalizmin kollarına attıklarını, sosyalizme ihanet ettiklerini ve böylece tüm tarihte eşi görülmemiş bir batkıya yol açtıklarını söylemek, gerçeğe düpedüz aykırıdır."

Yeni safsata ve işçilerin yeni aldatılması: savaş, efendim, "salt" emperyalist değil!
Güncel savaşın nitelik ve anlamı konusunda, Kautsky'nin gerçekten şaşırtıcı duraksamaları var; bu erdemli parti önderinin, son soygun yerine gelmekten sakınan bir hırsızın sakınırlığı ile, Basel ve Chemnitz kongrelerinin açık ve kesin bildirimlerinden yan çizdiğini de ekleyelim. 1915 Şubat'ında yazdığı Ulusal Devlet vb. adlı broşüründe Kautsky, savaşın "gene de, son çözümlemede, emperyalist" olduğunu doğruluyordu (s. 64). Şimdi yeni bir çekince getiriyor: salt emperyalist değil. Peki ama, ne?
Ola ki henüz ulusaldır! Kautsky şu "Plehanovcu" sözde-diyalektik yardımıyla bu densizliğe değin gidiyor:

"Güncel savaş -diyor-, yalnızca emperyalizmin değil, ama Rus devriminin de çocuğudur." Kautsky, Rus devriminin panislavizmi yeni bir biçim altında dirilteceğini, "demokratik bir Rusya'nın, Avusturya ve Türkiye Slavlarının ulusal bağımsızlık özlemlerini kaçınılmaz olarak canlandıracağını", görüyor musunuz, daha 1904'te öngörmüştü... "Polonya sorunu da o zaman yoğunlukla ortaya çıkacaktı... Ve Avusturya dağılacaktı, çünkü Çarlığın çöküşü ayrılmak isteyen çeşitli öğeleri bugün gene de birleştiren demir çemberi kıracaktı" (Kautsky bu son alıntıyı kendi 1904 tarihli makalesinden alıyor)... "Rus devrimi... Doğunun ulusal özlemlerine yeni ve güçlü bir atılım vermiş, Avrupa sorunlarına Asya sorunlarını eklemiştir. Bütün bu sorunlar, güncel savaş içinde, kendilerini gürültülü bir biçimde gösteriyor ve, egemen sınıflarda ağır basan eğilimler emperyalist eğilimler olduğu halde, proleter yığınlarda içinde, halk yığınlarının anlayışı bakımından kesin bir değer kazanıyorlar." (s. 273, bazı sözcüklerin altı tarafımızdan çizildi). 

İşte marksizmin alçaltılmasının bir başka örneği! "Demokratik bir Rusya" Doğu Avrupa uluslarının özgürlük özlemlerini canlandıracağı için (söz götürmez bir şeydir bu), bir tek ulusu kurtarmayan ama bir çoğunu köleleştiren güncel savaş, sonucu ne olursa olsun, bundan ötürü, "salt" emperyalist bir savaş değildir. "Çarlığın yıkılışı", ulusal yapısının demokratik olmayan niteliği nedeniyle Avusturya'nın dağılması anlamına geleceği için, geçici olarak güçlenmiş olan karşı-devrimci Çarlık, Avusturya'yı soyarak ve bu ülke ulusları üzerinde daha da büyük bir baskı kurarak, bundan ötürü "güncel savaş"a salt emperyalist değil, ama bir ölçüde ulusal bir nitelik vermiştir. "Egemen sınıflar" dar kafalı küçük-burjuvaları ve ezilmiş köylüleri emperyalist savaşın ulusal erekleri üzerine masallarla aldattıkları için, "marksizm" konusunda bir otorite ve II. Enternasyonalin bir temsilcisi olan bilim adamı, bundan ötürü bu yutturmacayı yığınlara: egemen sınıfların eğilimleri emperyalisttir, oysa "halk"ın ve proleter yığınların eğilimleri "ulusal"dır, "formül"ü aracıyla kabul ettirmekte yetkilidir.

Diyalektik en iğrenç, en aşağılık safsatacılık durumuna geliyor!

Güncel savaştaki ulusal öğe (Partimizin Berne konferans kararının da belirttiği gibi), yalnızca Sırbistan'ın, Avusturya'ya karşı savaşı tarafından temsil edilmektedir. Uzun yıllardan beri süren, "halk yığınları" arasındaki milyonlarca insanı kapsayan ve "uzantısı" Sırbistan'ın Avusturya'ya karşı savaşı olan bir ulusal kurtuluş hareketi, yalnızca Sırbistan'da ve Sırplar arasında vardır. Eğer bu savaş tek olsaydı, yani eğer genel Avrupa savaşına, İngiltere'nin, Rusya'nın vb. bencil ve soyguncu amaçlarına bağlanmış olmasaydı, bütün sosyalistler Sırp burjuvazisinin başarısını dilemek zorunda olurlardı - güncel savaştaki ulusal etkenden çıkarılacak doğru ve kesin olarak zorunlu tek sonuç, işte budur. Ama şimdilik Avusturya burjuvaları, din adamları ve generallerinin hizmetinde olan safsatacı Kautsky, işte bu sonucu çıkarmıyor!

Devam edelim. Bilimsel evrimci yöntemin son sözü olan Marx diyalektiği, irdelenen konunun yalıtık, yani  tek yönlü ve çarpıtılmış incelenmesini olanaksız kılar. Sırbistan-Avusturya savaşındaki ulusal etken, genel Avrupa savaşında hiçbir ciddi önem taşımaz ve taşıyamaz. Eğer Almanya kazanırsa, Belçika'yı, Polonya'nın bir parçasını daha, belki Fransa'nın da bir parçasını boğazlayacaktır. Eğer Rusya kazanırsa, Galiçya'yı, Polonya'nın bir parçasını daha, Ermenistan'ı vb. boğazlayacaktır. Eğer sonuç "sıfır" olursa, eski ulusal baskı olduğu gibi kalacaktır. Sırbistan için, yani güncel savaşa katılanların yüzde bir kadarı için,bu savaş burjuva kurtuluş hareketi "siyasasının uzantısı"dır. Yüzde 99 içinse, savaş emperyalist, yani günü geçmiş, ulusları kurtarmaya değil, ama bozmaya yetenekli burjuvazi siyasasının uzantısıdır. Antant, Sırbistan'ı kurtarırken, Sırp özgürlük çıkarlarını, Avusturya'nın soyulması karşılığında, İtalyan emperyalizmine satıyor.

Herkesçe bilinen bütün bu şeyler, oportünistleri doğrulamak için Kautsky tarafından utanmazca çarpıtılmıştır. Ne doğada, ne de toplumda, olaylar "arı" durumda değildirler ve olamazlar da: arılık kavramının kendisinin tek yanlı ve dar bir nitelik içerdiğini, insan bilgisinin nesneye tam olarak, tüm karmaşıklığı içinde erişmesini engellediğini söyleyen Marx diyalektiğinin bize öğrettiği şey, işte budur. Dünyada "arı" durumda kapitalizm yoktur ve olamaz da, çünkü kapitalizm, her zaman içine feodal, küçük-burjuva öğeler, ya da başka bir şey katılmış olarak bulunur. Bu nedenle, emperyalistler düpedüz soygunculuk amaçlarını "ulusal" bir söz ebeliği ile açıkça maskeleyerek "halk yığınları"nı utanç verici bir biçimde aldatırlarken, savaşın "salt" emperyalist olmadığını anımsatmak, son derece dar kafalı bir bilgiç, ya da bir düzenbaz ve üçkağıtçı olmak demektir. Her şey gelir, Kautsky'nin, "proleter yığınlar da içinde, halk yığınları" için ulusal sorunlar "kesin bir değer" taşırlar, oysa egemen sınıflar için, "ağır basan emperyalist eğilimler"dir (s. 273) derken, ve bu kesinlemeyi "son derece çeşitli gerçeklik"e (s. 274) sözde diyalektik bir iletme ile "pekiştirir"ken, halkın emperyalistler tarafından aldatılmasını desteklemesi [sayfa 160] olgusuna dayanır. Gerçekliğin son derece çeşitli olduğundan hiç kuşku yok, en arı gerçek bu! Ama bu sonsuz çeşitlilik içinde iki temel ve özsel akımın belirdiğinden de kuşku yok: Savaşın nesnel içeriği, emperyalizm siyasasının, yani başka ulusların, "büyük devletler"in çökmekte olan burjuvazisi tarafından (ve bu devletlerin hükümetleri tarafından) soyulması "siyasasının uzantısı"dır; egemen "öznel" ideolojiye gelince, yığınları aldatmak için yayılmış "ulusal" boş sözlerden başka bir şey değildir bu ideoloji.

Kautsky'nin, durmadan üzerine döndüğü, ve "sol" sosyal-demokratlara göre, savaşın başlangıcında konulmuş olan seçeneğin, ya emperyalizm ya da sosyalizm olduğunu ileri sürmeye dayanan eski safsatasını daha önce inceledik. Kautsky gerçeği utanmazca çarpıtıyor, çünkü o solların, ya emperyalist soygun ve aldatma partisine katılma, ya da devrimci eylemler propaganda ve hazırlığı biçiminde bir başka seçenek koymuş olduklarını çok iyi biliyor. Kautsky, Südekumlar karşısında uşaklıkla yaydığı saçma masalının Almanya "sol"ları tarafından sergilenmesine karşı kendisini yalnızca sansürün koruduğunu da biliyor.

"Proleter yığınlar" ile "bir avuç parlamenter" arasındaki ilişkiler konusunda, Kautsky çiğnene çiğnene sakıza dönmüş itirazlardan birini yineliyor:

"Kendi davamızı savunmamak için, Almanları bir yana bırakalım. Ama Vaillant ve Guesde, Hyndmann ve Plehanov gibi adamların, bugünden yarına emperyalizm kampına geçtiklerini ve sosyalizme ihanet ettiklerini ciddi ciddi ileri sürmeyi kim isterdi? Parlamenterler ile 'merciler'i bir yana bırakalım... (Kautsky açıkça Rosa Luxembourg ile Franz Mehring'in dergisine, mercilerin, yani Alman Sosyal-Demokrat Parti resmi yönetici çevrelerinin, Merkez Komitesinin (Vorstand), parlamento grubunun vb. siyasasının, çok haklı bir küçümseme ile eleştirildiği Enternasyonal'e anıştırmada bulunuyor)... "Ama 4 milyon bilinçli Alman proleterinin, bir avuç parlamenterin basit buyruğu üzerine, 24 saat içinde sağa çark edip önceki ereklerinin tam tersini savunabildiklerini ileri sürmeye kim cüret edecek? Eğer bu doğru olsaydı, kuşkusuz, yalnızca partimizin değil, ama yığının da (altı Kautsky tarafından çizilmiş) korkunç bir batkısına tanıklık ederdi. Eğer bu yığın ahlaktan bu derece yoksun bir koyun sürüsü olsaydı, bize kendimizi gömdürmekten başka yapacak bir şey kalmazdı" (s. 274). 

Bütün yetkisiyle birlikte, Karl Kautsky , davranışı ve içler acısı kaçamakları nedeniyle, siyasal ve bilimsel bakımdan, kendini çoktan gömdürmüş bulunuyor. Bunu anlamayan, ya da hiç değilse sezmeyen biri, sosyalizm için yitmiş biridir; ve bu nedenle Mehring, Rosa Luxembourg ve yandaşları, Kautsky ve hempalarına en aşağılık insanlar olarak davranırlarken, Enternasyonal'de tek doğru dili konuşmuşlardır.

Düşünün bir: Savaş karşısındaki tutuma ilişkin olarak, yalnızca "bir avuç parlamenter" (yönetmelik tarafından korunan parlamenterler, oylarını tam bir özgürlük içinde kullandılar; pekala. karşı oy da kullanabilirlerdi; Rusya'da bile, bundan ötürü kimse ne dövüldü, ne de hırpalandı, hatta ne de tutuklandı), bir avuç memur, gazeteci vb., düşüncesini belli bir özgürlükle açıklayabildi. (Yani hemen tutuklanıp kışlaya götürülmeksizin, hemen kurşuna dizilme tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaksızın.) Bugün, Kautsky, oportünizm taktik ve ideolojisiyle ilişkisi o aynı Kautsky tarafından yıllar boyunca onlarca kez belirtilmiş olan bu toplumsal katmanın ihanet ve alçaklığını, soylu bir biçimde yığınlar üzerine yüklüyor! Genel olarak bilimsel araştırmanın, özel olarak da marksist diyalektiğin ilk ve temel kuralı, sosyalizm içindeki eğilimlerin -ihaneti bağıra çağıra sergileyen ve bu konuda alarm çanı çalan eğilim, ve ihaneti görmeyen eğilim- güncel savaşımı ile, daha önce onyıllar boyunca yapılmış olan savaşım arasındaki ilişkiyi incelemektir. Kautsky bu konuda tek söz söylemiyor, eğilimler ve akımlar sorununu koymak bile istemiyor. Şimdiye değin akımlar vardı, şimdi yok artık! Şimdi, artık yalnızca "otorite"lerin, her zaman aşağılık ruhları gözler önüne seren cafcaflı adları var. Bu durumda, birbirine güvenmek ve kendi "küçük günah"larını haklı göstermek için iki ahbap çavuş gibi anlaşmak çok kolaydır. Oportünizm mi bu, amma da yaptınız ha, ne zaman ki... Guesde, Plehanov, Kautsky! diye haykırıyordu Martov, Berne'deki açıklamasında (Sosyal- Demokrat'ın 36. sayısına bakınız). Guesde gibi adamlar oportünizmle suçlandığı zaman, diye yazıyordu [sayfa 162] Akselrod (Goloss, n° 86 ve 87), daha sakıntılı olmak gerekir. Kendimi savunmayacağım, ama... Vaillant ve Guesde, Hyndman ve Plehanov! diyor Berlin'de Kautsky. Guguk kuşu horozu över, çünkü horoz guguk kuşunu över.

Uşaklık çabasıyla kendinden geçen Kautsky , yazılarında, Hyndman'ı emperyalizme ancak bir gün önce katılmış biri gibi göstererek, onun bile elini öpecek duruma gelmiştir. Oysa, o aynı Neue Zeit ile tüm dünyanın onlarca sosyal-demokrat: gazetesinde, daha önce yıllar boyunca, Hyndman'ın emperyalizmi sergilenmişti! Eğer Kautsky adını andığı kişilerin siyasal yaşam öyküsü ile iyice ilgilenseydi, belleğine başvurur ve kendi kendine bu yaşam öyküsünün, onların emperyalizme geçişlerini, "bir tek günde" değil, ama onlarca yılda hazırlanmış bulunan gösterge ve olayları kapsayıp kapsamadığını; Vaillant'ın jorezcilerin tutsağı, Plehanov'un da menşevikler ile likidatörlerin tutsağı olup olmadıklarını; Guesde eğiliminin önemli herhangi bir konuda bağımsız bir konum alma yeterliğinden yoksun, açıkça cansız ve yeteneksiz bir dergi olan Guesdeci Le Socialisme dergisinde herkesin gözü önünde can çekişip çekişmediğini; Kautsky'nin, Bernstein eğilimine karşı savaşının başında, Millerancılık sorununda bir yüreklilik eksikliği gösterip göstermediğini (bunu, onu da -haklı olarak- Hyndman ve Plehanov'un yanına koyan kimseler için ekleyelim) vb. sorardı.

Ama söz konusu önderlerin yaşam öyküsünün bilimsel çözümlemesi için en küçük bir ilgi bile görülmüyor. Şimdi bu önderlerin kendilerini kendi öz kanıtları ile mi, yoksa oportünistlerle burjuvaların kanıtlarını yineleyerek mi savunduklarını inceleme girişimi de görülmüyor. Bu önderlerin eylemlerinin kazandığı siyasal önem, bu önderlerin özel bir etkisine mi, yoksa onların sosyalizme yabancı, gerçekte "etkili" ve askeri örgüt tarafından desteklenen bir akıma, yani burjuva akıma katılmış bulunmalarına mı dayanıyor? Kautsky sorunu irdelemeye bile girişmemiş; yığınların gözünü boyamak, kendini kabul ettirmiş kişi adlarının gürültü patırtısı ile onları sağırlaştırmak, tartışılan sorunu açıkça koyup bütün yönleriyle çözümlemelerini engellemekten başka bir şeyle uğraşmamış

"... Dört milyon kişilik bir yığın, bir avuç parlamenterin basit buyruğu üzerine, sağa çark etmiş..."
Bu sözcüklerin herbiri bir yalandır. Parti örgütü, Almanlar arasında, dört değil, bir milyon üye kapsıyordu, ve bu yığın örgütünün ortak iradesi de (her örgüt gibi) yalnızca kendi tek siyasal merkezi tarafından, sosyalizme ihanet etmiş olan "bir avuç" kişi tarafından dile getirilmiş bulunuyordu. Bu bir avuç insan, kendisine danışılmış, oy vermeye çağrılmıştı; oy verebilir, makaleler yazabilirdi vb.. Yığınlara gelince, onlara danışılmamıştı. Yalnız oy kullanmalarına izin verilmemekle kalınmamış, ama bir avuç parlamenterin değil, askeri otoritelerin "buyruğu üzerine", parçalanmış ve mahmuzlanmışlardı da. Askeri örgüt karşıdaydı; bu örgütte önderlerin ihaneti yoktu, "yığın"ı, şu ültimatomu vererek, tek tek çağırıyordu: Ya (önderlerinin öğütlediği gibi) orduya katılacaksın, ya da kurşuna dizileceksin. Yığın örgütlü biçimde davranamıyordu,çünkü daha önce varolan, "bir avuç" Legien, Kautsky ve Scheidemannlarda simgelenen kendi örgütü, yığına ihanet etmişti, ve yeni bir örgüt kurmak için de, zaman ister, eski çürümüş, günü geçmiş örgütü çöp tenekesine atma kararlılığına sahip olmak ister.

Kautsky karşıtlarını, solları, onlara şu saçma düşünceyi yükleyerek yenmeye çalışıyor: Savaşa "yanıt olarak", "yığınlar" emperyalizme karşı "24 saat içinde" devrim yapmalı ve "sosyalizm"i kurmalıydılar, yoksa "yığınlar" "alçaklık ve ihanet"ten suçlu olurlardı. Ama, kötü üsluplu [sayfa 164] burjuva ve polis yazarların şimdiye değin devrimcileri "ezdikleri" ve şimdi de Kautsky'nin gözler önüne serdiği bir budalalığın ta kendisidir bu. Kautsky'nin sol karşıtları devrimin "yapıla"mıyacağını, devrimlerin nesnel olarak (partilerin ve sınıfların iradelerinden bağımsız olarak) olgunlaşmış bunalım ve tarihsel dönüm noktalarından doğduklarını; örgüt olmadıkça, yığınların ortak iradeden yoksun olduklarını; merkezi devletlerin güçlü, terörist askeri örgütüne karşı savaşımın güç ve uzun soluklu bir iş olduğunu çok iyi biliyorlar. Yığınlar önderlerinin tehlikeli andaki ihaneti karşısında hiç bir şey yapamazlardı; oysa bu "bir avuç" önderler, savaş ödeneklerine oy vermeme, "iç barış" ve savaşın doğrulanmasına karşı çıkma, kendi hükümetlerinin yenilgisinden yana olduğunu bildirme, siperlerde kardeşleşmeyi öğütlemek için uluslararası bir aygıt kurma, devrimci eylemlere geçme zorunluluğunu öven yasadışı gizli bir basın örgütleme vb. gibi işleri pekala yapabilirlerdi ve yapmalıydılar da.
Kautsky Almanya "sol"larının tam da bu, ya da daha doğrusu benzer eylemleri düşündüklerini, ve askeri sansürden ötürü, bu konuda içtenlikle, açıkça konuşamadıklarını çok iyi biliyor. Oportünistleri ne pahasına olursa olsun savunma isteği, asker sansürcülerin arkasına sığınarak, sansürcülerin onu yüzündeki maskenin düşmesinden koruyacakları inancı içinde, sollara açık bir saçmalık yüklediği zaman, Kautsky'yi görülmemiş bir alçaklığa götürüyor. 

Blogger tarafından desteklenmektedir.