Uzun Bir Ara ve Bu Aranın Sona Erişi
İnsanoğlu yeryüzününün efendisi olacaktır.
İnsanların yasa yapma hakkı, gözle görülmeyen sar-
sıntılanrı bugün bile yeryüzünün yüreğinde süreduran
ilk büyük çağdaş depremi yaratmıştı.
İnsanların yeryüzüne sahip olma hakkı ise ikinci depremi
yaratacaktır. Yeryüzünün efendileri, ellerinizi ve
evlatlarınızın ellerini ustalaştrın, çünkü onlara ihtiyacınız olacak
JAMES HNTON LALOV
SİBİRYA'NIN karlar arasındaki Yeniseysk ilinde, ıssız Kareyka köyünde, Stalin olayları izleyerek bekliyordu. O sıralar onbeş köy kulübesinden meydana gelen Kareyka, aynı adı taşıyan bir ırmağın kıyısında yer alıyordu. Stalin bu kulübelerden birinin bir odasında, Sverdlov da başka birinin bir odasında oturuyorlardı. Stalin'in kulübesinin sahibi ailesiyle birlikte başka bir odada ve mutfakta oturuyordu. Elli mil uzakta bir kurşun madeni vardı. Yüzelli mil kadar batıda ise Turuhansk hapishane kampı bulunuyor, orada da üçyüz kadar siyasî mahkûm yaşıyordu. Gerek Turuhansk, gerek Kareyka, kuzey Asya'nın bu uçsuz bucaksız tundralar bölgesinde küçücük birer benek gibi kalıyorlardı. Gerçi ırmaklar ve dereler balık doluydu, bölge vahşi hayvanlarla dolu tam bir av cennetiydi, ama etkin bir politik önderin hiç de oturmak için seçeceği bir yer sayılmazdı.
Ama yarı-tropikal Kafkasların çocuğu Jozef Stalin gene de, dondurucu kutup rüzgârlarının eksik olmadığı, yılın sekiz-dokuz ayının kar ve buzla kaplı olduğu bu yerde dört yıla yakın bir süre yaşamak zorunda kaldı. Kış geceleri bitmek bilmiyor, karanlığın içinden her gün yalnızca bir-iki saatlik bir günışığı doğuyordu. Bu sıkıntılı ortamın tekdüzeliği, ancak yaz aylarında kısa bir süre için yükselip kaybolan güneşle biraz olsun diniyordu. Yakındaki kulübelerden bir komşu köylü, arada sırada gelip kapıdan bir bakıyor, kimi zaman da Turuhansk hapishanesinden bir koşu gelen birkaç siyasî mahkûm, Stalin ve Sverdlov'la oturup bazı sorunları tartışıyorlardı. Bu hapishane kampındaki siyasî sürgünlerden biri olan Vera Şvaytzer. Suren Spandaryan'la birlikte, Kareyka'daki Stalin'e yaptıkları ziyaretlerden birini şöyle anlatıyor:
Yılın o mevsiminde geceyle gündüz tek bir sonsuz kutup gecesinde bütünleşir, her yer sert bir don tabakasıyla kaplanır. Ardımızda sürekli kurt ulumaları, Monastirskoye İle Kareyka arasındaki 200 kilometrelik kasvetli gölden geçerek hiç durmaksızın, köpeklerin çektiği bir arabayla Yenisey'den aşağı indik.... Stalin yoldaş bizim bu beklenmedik gelişimiz karşısında aşın bir sevinç gösterdi ve "kutup yolculan"nı rahat ettirmek iğin elinden geleni yaptı. İlk işi, oltalarının buzdaki deliklerde hazır durduğu Yenisey'e koşmak oldu. Birkaç dakika sonra sırtında koca bir mersin balığıyla geri döndü. Bu "usta balıkçı"nın kılavuzluğunda balığı çabucak temizledik, yumurtalarını çıkardık ve enfes bir balık çorbası yaptık. Bu mutfak İşleri yapılırken, bir yandan da parti sorunlarını dobra dobra tartışıyorduk... Bir köşede, kendi yaptığı oltalar ve av takımları duruyordu...
Böylece, devrim önderi, kendisini yeni çevresine uydurmuş ve usta bir ava ve balıkçı olup çıkmıştı; bekleyiş günleri sona erdiğinde fazlasıyla gereğini duyacağı gücü ve sağlığı kazanıyordu. Tundraların ötesindeki dünyayla olan bağlar son derece zayıftı. Yakın dostları Alleluyev'lerden uzun aralarla gelen mektuplar, Lenin'den, St. Petersburg'daki Putilov fabrikası işçilerinden ve Baku'nun petrol yataklarından haberlerle doluydu. Ama Stalin'in uzaktan hiçbir mücadeleyi yönetmesi mümkün değildi. Gazeteler ve bazı kitaplar çıktıktan aylar sonra eline geçiyordu. Bazıları, sanki Stalin Kuzey Kutbunda bir köylü kulübesine değil de, İngiliz Müzesinin okuma odalarına sürülmüş gibi, "Bu dönemde neden Stalin'in teorik eserleri yok?" diye sormuşlardır zaman zaman.
Gene de, Stalin ve Sverdlov, sürgünlerine kesin olarak son verecek olan olayların gittikçe kabaran dalgasını ellerinden geldiğince izliyorlardı. O kadar ilerisini görmek çok zordu. Ama dünya savaşı patladığında Bolşevikler hiç kuşkusuz şaşırmamışlardı. Bütün ülkelerin sosyalist önderleri daha yirminci yüzyılın başlarından beri, yaklaşmakta olan yangına karşı insanlığı durmadan uyarmışlardı. Ne var ki, bu konuda çok kesin de olamamışlardı. Kimin kime karşı savaşacağını söyleyememişlerdi. Ama hammadde ve pazarları elde etmek için amansızca mücadele eden ve durmadan silâhlanan rekabetçi kapitalizmin insanlığı bir dünya savaşma sürüklediğini ısrarla belirtmişlerdi.
Teşhisin kesinlikten yoksun oluşu, dünya işçi sınıfının bu gelişmelere karşı kovmak için ne yapması gerektiği konusunda ancak genel anlamda öğütler verilmesine ve bir ölçüde de, savaşı önlemek için hemen hiçbir örgütlü hazırlığın yapılamamasına yol açtı.
1889'da Enternasyonal Sosyalist Büronun kurulmasından bu yana, her uluslararası sosyalist konferans, her ülkedeki sosyalist işçi sınıfı hareketini yönetecek belli ilkeler koymuştu. Her konferansta ortaya keskin bir fikir ayrılığı çıkmış ve her karar, belli bir birliği koruma uğruna bir uzlaşmayı temsil etmişti. Bunlardan en açık ve en kesin olanı, 1912 Basel Konferansında alınan karardı. Daha sonra bildiri olarak yayınlanan bu kararda şöyle deniyordu:
Eğer bir savaş tehlikesi doğarsa, ilgili ülkelerdeki işçi sınıflarının ve onların parlemanter temsilcilerinin görevi. Enternasyonal Sosyalist Büronun uyumlu çalışmalarının da desteğiyle, savaşın patlak vermesini, uygun gördükleri en etkili yollarla önlemek üzere en büyük çabayı göstermektir; hiç kuşkusuz, savaşı önlemenin yolları, sınıf mücadelesinin şiddetlenmesine ve genel politik durumun keskinleşmesine göre değişir.
Ama savaş her şeye karşın patlak verecek olursa, onların görevi, savaşın hızla sona erdirilmesi için müdahalede bulunmak ve tüm güçleriyle, savaşın yarattığı ekonomik ve politik buhrandan, halkı ayaklandırmak ve böylece kapitalist sınıfın tahakkümünün yıkılışını hızlandırmak üzere yararlanmaktır....
Kongre, bu dış politika İlkelerinde tüm Sosyalist Enternasyonalin aynı fikirde olduğunu belirtir. Bütün ülkelerin isçilerini, proletaryanın uluslararası dayanışmasının tüm gücüyle, kapitalist emperyalizme karşı çıkmaya çağırır. Bütün devletlerin egemen sınıflarını, yığınların kapitalist üretim biçimi tarafından yaratılan sefaletini savaş yanlısı eylemleriyle artırmamaları için uyarır. Önemli barış isteminde bulunur.
Hükümetler,'Avrupa'nın bugünkü durumunda ve işçi sınıfının bugün içinde bulunduğu havada, kendilerini tehlikeye atmadan bir savaş çıkarmalarının olanaksız olduğunu unutmasınlar. Fransız - Alman Savaşını devrimci Komün ayaklanmasının izlediğini, Rus-Japon Savaşının Rus imparatorluğu halklarının
devrimci güçlerini harekete geçirdiğini, kara ve deniz kuvvetlerin-de silâhlanma yansının ingiltere'de ve Avrupa'da görülmemiş şiddette sınıf çatışmalarına yol açtığını ve muazzam bir grev dalgasını başlattığını unutmasınlar. Hükümetler, canavarca bir dünya savaşı düşüncesinin, kaçınılmaz olarak işçi sınıfının nefretine ve başkaldırısına yol açacağım farketmezlerse, çılgınlık etmiş olacaklardır. Kapitalistlerin kârları, hanedanların ihtirasları ve gizli diplomatik antlaşmaların daha da büyük şan kazanmaları uğruna birbirlerine ateş etmeyi proletarya bir suç olarak görmektedir....
1914 Temmuz ve Ağustosunda dünya savaşı gerçekten patlak verdiğinde, proletarya ayaklanmayla karşılık vermedi. Sosyalistler de öyle. Savaş, uluslararası işçi ve sosyalist hareketini paramparça etti. Ve Enternasyonalin yalnızca tek bir partisi, Rusya Bolşevik Partisi, Basel Konferansının bildirisinde belirtilen devrimci ilkelere uygun bir tutum benimsedi. Her ülkenin sendikası kendi hükümetinin kuyruğuna takıldı. Barışçı ve birkaç küçük gruptan ibaret olanlar dışında, sosyalist ve işçi partileri de aynı biçimde hareket ettiler.
Lenin'in önderliğindeki Bolşevikler bile tamamen tecrit olmuşlardı, çünkü muhalifler arasında bile bulanıklık vardı. Ama Bolşeviklerin tutumunda en küçük bir belirsizlik yoktu. Bolşeviklerin tutumunun öteki partilerin tutumundan ne kadar farklı olduğunu göstermek için onların şu iki sloganını belirtmek bile yeterlidir: "Emperyalist Savaşı İç Savaşa Dönüştürün!" ve "İşçilerin Düşmanı, İçteki Hükümettir!".
Lenin'in kararı ulaştığında, Kareyka ve Thruhansk'ın uzak kulübelerinde bayram sevinci doğdu. Stalin kararı büyük bir sevinçle okudu, çünkü karar kendisinin çok önceden sürgündeki arkadaşlarına anlattığı görüşleri doğruluyordu.
Yirmibeş yıl sonra Avrupa'da ikinci Dünya Savaşı patladığı zaman, Lenin'in yerini devralmış bulunan Stalin, "1914 kararı geçerliliğini korumaktadır" diyecekti. Lenin ve Bolşevik Partisinin yarım düzine üyesi tarafından Cenevre'de yapılan açıklamada şöyle deniyordu:
Avrupa ve Dünya Savaşı, bir burjuva-emperyalist ve hanedan savaşının kesin damgasını taşımaktadır. Pazarlar uğruna yabancı ülkeleri yağmalama özgürlüğü uğruna mücadele: ayrı ayrı ülkelerde proletaryanın devrimci hareketine ve demokrasiye son verme eğilimi; burjuvazinin yararına, ücretli köleleri birbirlerine karşı kışkırtarak bütün ülkelerin proleterlerini aldatma, bölme ve katletme eğilimi: İşte savaşın biricik gerçek anlamı ve önemi budur. ...
Bu açıklamayı çok şey izledi. Rusya'daki Bolşevikler Lenin tarafından dile getirilen bakış açışını onayladılar ve politikalarını buna göre geliştirdiler. Artık, emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi, Rusya içindeki bütün parti faaliyetlerinin odak noktası oldu. Liebknecht ve Lüksemburg, bu politikanın Rusya dışındaki en büyük destekleyicileriydiler. Ama bu politika Rusya için bütün öteki ülkelerden daha büyük bir önem taşıyordu, çünkü Rusya'nın devrimci değişiklikler için olgunluğu öteki ülkelerle karşılaştırılamayacak ölçüde fazlaydı. Egemen sınıflar arasında 1905 ayaklanmasıyla ortaya çıkan keşmekeş, Stolyipin gericiliğinin zaferiyle, binlerce devrimcinin öldürülmesiyle ve zindanların ve sürgün kamplannm doldurulmasıyla giderilememişti. İstibdat hâlâ olduğu gibi duruyordu. Hükümetin dümeni hâlâ feodalizmin elindeydi. Kapitalist ekonomik devrim hız kazanıyor ve 1905 olayının ardında yatan ve onu mümkün kılan fikirleri oluşturan koşullan çok daha büyük bir ölçüde yeniden yaratıyordu.
1914'te savaş patladığında Rusya bağrında iki devrimin tohumlarını taşıyordu. Eğer Çar 1905'te ülkesine "1789 Devrimini verseydi, yani liberal bir anayasası olan meşruti bir krallık kursaydı, Rusya 1914 savaşına yaygınlaşan sanayileşmenin tam hızıyla girecekti. Çar asla böyle bir şeye yanaşmadı ve dolayısıyla savaş, Çarlık hükümetinden özü gereği yerine getiremeyeceği şeyler istedi. Tarihin bu döneminde başbakanlar ve devlet bakanları korkunç bir hızla birbirlerinin yerini alırlarken, isterik Çariçe de pısırık kocasını aşağılık Rasputin'in önerilerini yerine getirmeye zorluyordu.
Savaş üretimine giren sanayiciler hiçbir müdahaleyle karşılaşmadan korkunç vurgunlar vurdular. Köylüler milyonlarca evlatlarını savaş uğruna feda ettiler ve askerler durmadan kırılmalarına karşın yiğitçe savaştılar. Cephe gerisi, ilkin yavaş yavaş, sonra artan bir hızla, savaşan kuvvetlere erzak ve mühimmat sağlayamaz oldu. Silâhsız ve cephanesiz kalan ordular birbirini izliyordu. Yurt içinde fiyatlar yükseldi, buna karşılık gerçek ücretler düştü. 1913 yılında sanayi kesiminde çalışanların ortalama aylık kazancı 85,5 rubleyi bulurken, 1917 Ocağında 38 rubleye düşmüştü. Bu arada kent ve kasabalardaki kiralar 1913 düzeyine oranla yüzde 200-300 yükseldi. Savaş başladığı sıralarda hemen tamamen ortadan kalkan grevler durmadan artan bir hızla ve gittikçe büyüyerek yeniden ortaya çıktılar. 1914 Ağustos ve Aralık aylan arasında 34.753 işçiyi kapsayan yalnızca 68 grev olmuştu. Oysa 1916 yılının aynı aylarında 1.086.364 işçiyi kapsayan 1.410 grev görülüyordu.
Toplumun bütün kesimlerini bozgunculuk ruhu sarmıştı. Bozgunculuk ruhu tepedekileri öylesine sarmıştı ki, soylular işi Rasputin'i öldürmeye ve cesedini Neva ırmağına atmaya dek vardırdılar. Toplumun yoksulluk ve açlıktan kırılan aşağı tabakalarındaysa, yığınlar ayaklandılar, toprak ağalarından oluşan Duma'yı, Çarı tahttan indirmeye zorladılar. Çar 8 Mart 1917'de kendisine tüm ülkeyi kaplayan olayların ciddiyetini anlatmaya çalışan Başbakan Protopopov'la görüştükten sonra St. Petersburg'dan ayrıldı. Doğruca ordu karargâhına gitti ve o gece karısına şu satırları yazdı: "Boş vakitlerimde domino oynamaya başlayacağım. ... Burada kafamı dinliyorum; burada zihnimi yoran bakanlardan da, belalı sorunlardan da uzaktayım. Bunun benim için iyi olduğu kanısındayım...."
Çarın "domino oynamaya başlamak" üzere kentten ayrıldığı gün, St. Petersburg sokaklarında yiyecek başkaldırıları çıkıyordu. İki gün sonra sokaklardaki kalabalıklar daha da büyümüştü ve Kazaklar halka dostça davranıyorlardı. O gece saat 21.00'de gelen bir telefon haberini Çar şöyle yanıtladı: "Başkentteki karışıklıkların yarına dek durdurulmasını istiyorum." Aslında bu, deniz kabarmasının durdurulamasıydı.
Artık durumu denetimleri altında tutan iki otorite vardı: başında Prens Lvov bulunan Duma'nın Geçici Hükümeti ve ayaklanan halkın, işçilerin, köylülerin, askerlerin ve denizcilerin temsilcisi olan Sovyetler. Geçici Hükümet ayaklanmanın yalnızca dolaylı bir ürünüydü. Halkın içinden gelen bir kuruluş değildi. Çarlığın Çar'dan koparılmış bir eklentisiydi; üzerine hiç de üstlenmek istemediği yönetim sorumlulukları almıştı. Geçici Hükümetin dış politikası Çarınkinin aynısıydı; yani savaşın sürdürülmesi ve Çarın hükümetlerince imzalanan antlaşmaların yerine getirilmesi. Yurt içinde izlediği politika ise, toplamakta duraksama geçirdiği Kurucu Meclis toplanıncaya dek başkaldıran kalabalıkları durdurmak ve bütün radikal değişiklikleri ertelemekten ibaretti.
Geçici Hükümeti Çar'dan kopmaya zorlayan, halkın devrimci ayaklanmaşıydı ve gene Geçici Hükümetin ilerideki politikası da, Sovyetlerde örgütlenen hu yeni güç tarafından belirlenecekti. Sovyetlerin ilk Yürütme Komitesi, kurulur kurulmaz, Geçici Hükümetle bağlantı kurdu; bağlantı görevlisi de, Sosyalist-Devrimci avukat Kerenski'ydi. Bu bağlantı sürdüğü sürece, Geçici Hükümet devletin başı olarak kabul edilecek ve devrimin "çok ileri gitmesi"nin önlenmesi olasılığı ortadan kalkmayacaktı. Böylelikle bağlantı komitesi, Geçici hükümetin yığınlarla olan organik bağını koruması ve Sovyetlerin istemlerinin durmadan belirsiz ve karardık bir geleceğe ertelenmesiyle Kurucu Meclis vaadinin Sovyetleri ustalıkla hareketsizleştirdiği bir araç haline geldi. Son derece karışık bir durum vardı. Çarlığın gümbürdemiş ve yerine hiçbir sağlam otoritenin kurulmamış olması dışında, kesin olan hiçbir şey yoktu.
Bütün sınıflar kardeşlik havası içinde özgürlük türküleri söylüyorlar, hiç alışkın olmadıkları özgürlüğü kutluyorlar ve bundan sonra ne yapılması gerektiğini bilmez görünüyorlardı. Hapishanelerin kapıları açılmış, ama sürgünler henüz ülkelerine dönmemişlerdi. Bazıları Bolşevizmi küçümsemeye ve bu karışık durumu, Bolşeviklerin devrimdeki sorumluluğunu ve devrimci gelişmeye ilişkin teorilerini tepeden tırnağa çürüten açık-seçik bir karara varamamıştı.
Bolşevikler de, Menşevikler de devrimin Çarın tahttan indirilmesi, mutlakıyetin yıkılması ve Batı tipinde bir demokratik rejimin kurulmasından ibaret kalacağını sanmışlardı. Bolşeviklerin programında şöyle deniliyordu:
... Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin üstlendiği birinci ve acil görev. Çarlık monarşisini yıkmak ve anayasasında aşağıdaki noktaların güvence altına alınacağı bir demokratik cumhuriyet kurmaktır:
(1) Halkın egemenliği, yani tüm devlet iktidarının, halkın temsilcilerinden oluşan ve bir meclis oluşturan bir yasama meclisinin elinde toplanması.
(2) Yasama meclisi ve çeşitli yerel kendi kendini yönetim organları için yapılan seçimlerde, yirmi yaşında ya da daha büyük bütün erkek ve kadın yurttaşlara genel, eşit ve doğrudan oy hakkı; seçimlerde oyların gizli olarak kullanılması; her seçmenin herhangi bir temsili kuruluşa seçilme hakkı; parlamentonun İki yıl İçin seçilmesi; halkın temsilcilerine aylık ödenmesi; bütün seçimlerde orantılı temsil sistemi; seçmenlerin çoğunluğunun isteğiyle, hiç ayırımsız bütün delegelerin ve seçilmiş görevlilerin her zaman görevlerinden alınabilmesi....
Bolşevikler, Menşevikleri aralarından atıp da bağımsız bir parti olarak ortaya çıktıklarında, bu programı değiştirmemişlerdi. Ama programı hazırlayan yazarların kafalarında Rusya'nın kendine özgü koşullarından çok, batı ülkelerinin koşullarının bulunduğunu anlamak için, programı Rusya koşullarına bağlı olarak incelemek yeterlidir; çünkü program Rusya koşullarında uygulanmak zorundaydı, ikinci paragrafta belirtilen noktalar ancak ve ancak batı Avrupa'nın sanayi ve kültür düzeyindeki ülkelere uygulanabilirdi.
Programda, Almanya ya da İngiltere'deki gibi seçimlerin yapılma olasılığının bulunduğu, basın kampanyaları, mitingler, partiler ve adaylar adına yayın kampanyaları düzenlenebileceği ve en önemlisi okuma-yazma bilen bir seçmen yığının olduğu varsayılıyordu. Ama oy kullanmaya çağrılacak olanların yüzde 75-80'i okuma-yazma bilmiyordu! Rusya'nın sanayileşmesinin ve onun yanısıra modern kapitalist topluma özgü gelişmelerin tamamlandığı da varsayılıyordu; oysa herkesin bildiği gibi, tamamlanmamıştı.
Peki, Rusya Devriminin çözümlenmesinde Bolşevikler niçin böyle yetersiz kalmışlardı? Kanımca bu sorunun yanıtı, 1917 Martından önce hiç kimsenin Marx'in devlet teorisini onun bıraktığı yerden alıp geliştirmemiş olmasında yatmaktadır. Marx, kapitalist devletin yıkılması ve onun yerini "proletarya diktatörlüğü"nün alması gerektiğini tekrar tekrar vurgularken, hiç kuşkusuz prototipini Paris Komünü'nde görmüş olmasına karşın proletarya devletinin yapısal biçimini ayrıntılı bir biçimde işlememişti. Ama 1917'de Lenin "Nisan Tezlerinde ve Devlet ve îhtilal kitabında, Marx'in çözümlemesini mantıkî sonucuna vardırdı. Mart ayaklanmasına dek Bolşevikler Menşeviklere karşı esas olarak devrime hangi sınıfın, burjuvazinin mi yoksa proletaryanın mı önderlik edeceği sorununda mücadele etmişler ve "proletarya"nın safında yer almışlardı. İktidarın devrimci yollardan, yani silâhlı ayaklanma ve iç savaş yoluyla ele geçirilmesi gerektiğini açık-seçik bir biçimde kavrıyorlar, ama sorunu çok basit, yani Çarın ve onun yönetiminin yıkılması, batı örneğine uygun tek meclisli bir parlamentonun kurulması ve Bolşevik Partisinin proletaryanın öncü partisi olarak işe koyulmasından ibaret görüyorlardı. Önderlik etmek istedikleri tipte bir sosyal devrimin kendi yönetim organlarını kendisinin geliştireceğini henüz göremiyorlardı.
Böylece 1917 Şubat Devrimi işçilerin, köylülerin ve askerlerin iktidar aracı olarak Sovyetleri tekrar oluşturduğunda, onları 1905'te olduğundan çok daha fazla geliştirdi. 1905'te Sovyetler esas olarak bir grev silâhı, politik genel grevin silâhları olmuşlardı. Askerler kendi sovyetlerini kurmamışlardı. Oysa 1917 ayaklanması Kara ve Deniz kuvvetlerini, kentleri ve köyleri hep birden kapladığında, yığınlar her yerde Sovyetler kurdular. Kendilerini nasıl örgütleyecekleri konusunda şaşkınlığa kapılmadılar. Gerçi çoğunluk okuma-yazma bilmiyordu, ama kendilerine kimlerin sözcülük edebileceğini biliyorlar ve kendi sözcülerini gizli oylamayla olmasa bile açık toplantılarda ellerini kaldırarak seçebiliyorlardı. Bunu 1905 olaylarından ve sosyal-demokratların sürekli kampanyalarından öğrenmişlerdi. Dolayısıyla Sovyetler, yığınların gücünü, zamanla ellerindeki iktidarın bilincine vardıklarında diktatörlüklerini uygulayacakları aracı temsil ediyorlardı. Onlara bu bilinci Bolşevikler verecekti.
Devrim tüm ülkeye yayıldıkça. Geçici Hükümet Sovyetlerin desteği olmadan yapamaz oldu. Ama Sovyetleri kuranlar, bunu, başka bir iktidarın devam eden varlığına meydan okuduklarını farketmeden yapmışlardı. Yaptıklarının kesin sonuçlarını farketmeksizin bir devlet iktidarı kuruyorlardı ve Geçici Hükümetin Kurucu Meclis vaadi de kvışıklığı artırıyordu. Bir anda durumu tüm gerçekliğiyle gören ve izlenecek eylem yolunda direten tek bir kişi vardı. O da Lenin'di. İkinci komutan Jozef Stalin sorunları henüz Lenin gibi göremiyordu.
Devrim patlak verdiğinde Lenin de, Stalin de St. Petersburg'da değildiler. Stalin Sibirya'da, Lenin'se Cenevre'deydi. Çarın tahttan indirildiği haberi Sibirya'ya ulaşır ulaşmaz hapishane köylerindeki muhafızlar ortadan kayboldu ve binlerce siyasi sürgün ülkelerine dönmek üzere yola çıktı. Gelgelelim, daha birçok devrimci gibi Stalin'le Sverdlov'un da alışılmış anlamda bir evleri yoktu. Hem zaten kafalarında yuvalarına kavuşmak gibi bir sorun da yoktu. 25 Mart 1917'de Stalin St. Petersbuıg'a vardı. Ardından Sverdlov geldi. Kamenev geldi. Kalinin geldi. Lenin'in de yolda olduğu söyleniyordu. Geri dönen sürgünler hiç vakit geçirmeden, Bolşevik Partisinin St. Petersburg Komitesiyle işbirliği içerisinde önderlik görevlerini üstlendiler. Aslında biraz bekleselerdi belki de daha iyi ederlerdi, oldukça güç bir durumdaydılar. 18 Martta Parti Merkez Komitesi, eski parti programına dayalı bir manifesto yayınladı:
Doğmakta olan yeni cumhuriyetçi düzenin başına geçecek bir Geçici Devrimci Hükümet kurmak, işçi sınıfının ve devrimci ordunun görevidir. Geçici Devrimci Hükümet, halkın bütün haklarını ve özgürlüklerini savunan geçici yasalar çıkarmayı, manastırların, toprak sahiplerinin ve Çarlığın topraklarına ve Çarın hanedan mensuplarına bahşettiği topraklara el koymayı, 8 saatlik işgününü getirmeyi ve cinsiyet milliyet ve din ayırımı yapmaksızın genel, eşit ve doğrudan oy hakkı temeli üzerinde gizli oylamayla seçilen bir Kurucu Meclis toplamayı kendi üzerine almalıdır. ...
Bunu Pravda başyazılarında, "Şiarımız, "Geçici Hükümete basla yapalım'dır" diyerek izledi. Yani bu, Geçici Hükümeti Bolşevik yolu izlemeye zorlamak anlamına geliyordu. Böylece yeni gelenler, daha önceden saptanmış ve yürürlüğe konulmuş, ama devrimin ortaya çıkardığı sorunlara hiçbir çözüm getirmeyen bir politikayla karşılaştılar. Aslında Merkez Komitesi, ilkönce koşullara uygun düşen sözcükleri araştırmaksızın, yazılı programına bakarak konuşmuştu.
Pravda'nın yönetimine getirilen Stalin ve Kamenev bir anda olayların beklenmedik bir biçimde önlerine çıkardığı bir yığın karışık sorunlarla karşılaştılar. Uğrunda mücadele verdikleri ve işçileri yönelttikleri bu devrim, "burjuva demokratik devrim" miydi? Eğer öyleyse, gerçek otorite kimdi; Duma'nın Geçici Hükümeti mi, yoksa Sovyetier mi? Yoksa bu her iki kuruluş da, vaat edilen Kurucu Meclisi geciktiren geçici şeyler miydi? Bolşevikler bu sorulara kesin yanıtlar getiremiyorlardı.Bolşevikler emperyalist olarak ilân ettikleri savaşa karşıydılar; Geçici Hükümet ise Çarlık hükümetinin bütün yükümlülüklerini üstlenmişti ve savaşın sürdürülmesinden yanaydı. Bolşevikler Sovyetlerde azınlıktaydılar; ya Kerenski ve Sosyalist-Devrimci Partinin ya da Menşeviklerin izleyicilerinden oluşan çoğunluk ise savaş yanlısıydı. Bolşevikler el yordamıyla yeni bir yön aramaya koyuldular. St Petersburg'a gelişinden iki gün sonra Stalin Pravda'da şunları yazıyordu:
... Sovyetler, eski güçlerin işini bitirmek ve illerle bağıntı halinde, Rusya devrimini daha da ilerletmek için, kazanılmış olan haklara
sarılmak zorundadırlar.... Durumlarını sağlamlaşürmalı, Sovyetleri yaygınlaştırmalı ve onlan İşçi ve Asker Delegeleri Merkezi Sovyetinin kalkanı altında halkın devrimci iktidarının organı olarak birleştirm elidirler....
İki gün sonra da şunları yazıyordu: "Emperyalistlerin maskesini indirmeli ve şimdiki savaşın ardında yatanı yığınların gözleri önüne sermeliyiz; ama bu savaşa karşı gerçek savaş ilân etmek, şimdiki savaşı olanaksız duruma sokmak anlamına gelir. İlk haftanın sonunda, "... halkın bütün yaşayan güçlerini karşı-devrime karşı seferber etmek gerekir.... Böyle bir organ olarak hizmet edebilecek tek kuruluş, İşçi, Asker ve Köylü Delegeleri Ulusal Sovyetidir...." diyebilecek aşamaya ulaşmıştı. "El yordamıyla aramak" sözü bu yazıları gerçekten de iyi tanımlıyordu. Bu alıntıların Stalin'in her zamanki akıcı ve etkili üslubuna uymayışı da, onun bu durumdan hiç de hoşnut olmadığını kanıtlamaktadır.
Bereket, Cenevre'den gelmekte olan bir adam vardı ki, o el yordamıyla ilerlemiyordu. 16 Nisan 1917'de Stalin ve öteki Bolşevik önderler Lenin'i Byeloostrov'da karşıladılar ve onunla birlikte St. Petersburg'a gittiler. Lenin'in Rusya'ya dönüşünün öyküsü çok çeşitli biçimlerde anlatılmıştır. Acelesi vardı, buketler ve alkışlarla ilgilenecek durumda değildi. Hiç kuşkusuz, Rusya'ya döndüğü için mutluydu. Ama ne olmuştu parti önderlerine? Nedendi bu karışıklık ve el yordamıyla arayış? Neydi bu Pravda'daki "... sürece, Geçici Hükümeti desteklemek" gibisinden saçmalıklar?
Lenin, devrimin o günlerdeki biçimi alacağını önceden görmüş değildi. Ama o koşullarla yüz yüze geldiği zaman da bir an bile şaşkınlığa kapılmamıştı. Tarihi daha oluşurken kavramadaki o şaşırtıcı yeteneğiyle durumu çözümledi ve devrimci parti için stratejisini ortaya koydu. Devrimin ilk haberlerinı aldığı andan başlayarak her gün Cenevre'den "Uzaktan Mektuplarını göndermiş, ama mektuplar ancak Lenin Rusya'ya döndükten sonra Pıravda' ya ulaşmıştı. Yurda dönerken, ünlü "Nisan Tezlerini kaleme almıştı. Rusya'ya varır varmaz, tren istasyonundan doğruca parti karargâhına gitmiş ve tezleri parti önderlerine sunmuştu.
Sanırım hiçbir siyasî bomba bu kadar etkileyici bir biçimde patlamamıştır. Bu tezleri okuyan bir kimse, aklını başına toplamak ve kesin bir karara varmak zorundaydı. Bu tezler karşısında hiç kimse kıvrrtamaz ya da onlan görmezden gelemezdi. El yordamıyla ilerlemeye çalışan herkes bu tezleri okuduğunda yolun parlak bir ışıkla aydınlandığını görecekti. Bu tezleri reddetmeye kalkışanlarsa daha önce hiç vermedikleri bir mücadele vermek zorunda kalacaklardı.
Şöyle yazıyordu Lenin:
Devrimci proletarya, devrimci bir savunma savasına ancak (a) tüm iktidarın proletaryaya ve onun müttefiki olan köylülerin en yoksul kesimine aktarılması, (b) bütün toprak ilhaklarından lâfta değÜ, fiiliyatta vazgeçilmesi, (c) sermayenin bütün çıkarlarından tamamen kopulması koşuluyla rıza gösterebilir.
Bugünkü durum, devrimin birinci aşamasından, tüm iktidarı proletaryanın ve köylülerin en yoksul tabakalarının ellerine teslim edecek olan ikinci aşamasına bir geçişi temsil etmektedir.... Dolayısıyla, Geçici Hükümet hiçbir biçimde desteklenemez. ... Bolşevikler Sovyetlerde azınlıktadırlar. Çoğunluğu elde etmelidirler. ... Bundan böyle bir parlemanter cumhuriyet istemiyoruz, çünkü bu geriye doğru bir adım demek olur. Biz ileriye, bir İsçi, Tarım Emekçileri ve Köylü Delegeleri Sovyetler Cumhuriyeti'ne doğru gitmeliyiz. Toprağı devletleştirmeli ve bankaları Sovyetlerin denetimi altındaki tekbir büyük Ulusal Bankada birlesürrneliyiz. Bizim acil görevimiz, sosyalizmi getirmek değil, bütün üretimi Sovyet hükümetinin denetimi altına sokmaktır. ... Parti içindeki karışıklık, partinin programını değiştirecek ve onu devrimin gereksinimlerine uygun bir hale getirecek bir parti kongresiyle sona erdirilmetidir....
Bolşevikler de, Menşevikler de hayrete kapıldılar. Lenin, dostu düşmanı şaşkınlığa uğratan bir şiddet ve kesinlikle hasımlarını yere çaldı. Bir önderin böylesine gözü pek davrandığı görülmüş şey değildi. Kararlıydı; ya kendi görüş açısını Bolşevik Partisine kabul ettirecek ya da partiden kopup yeni bir parti kuracaktı; bu açıktı. Tüm partinin kararsız bir durumda oluşu, muhalefeti asgariye indirdi. Lenin'in görüşlerine karşı mücadele edenlere, bütün buhranlı zamanlarda bir Bolşevikten çok bir Menşevik gibi hareket eden Kamenev önderlik ediyordu. Stalin, durumu daha başından açık-seçik bir biçimde göremediği için biraz huzursuz, dinliyordu. Lenin'in ileri sürdüğü görüşleri dinledikçe, kendi izlediği politikanın zayıflığını daha iyi kavrıyordu. Lenin'le durum üzerinde tekrar tekrar konuştu, önderinin haklı olduğunu gördü ve artık hiç duraksamadan, yaklaşan mücadelede onun safında yerini aldı.
Stalin yıllar sonra bu olaylardan sözederken şöyle diyecekti:
"Çarlık tarafından zindanlara atılıp, sürgünlere gönderilen ve Rusya'nın dört bir yanından yeni bir program hazırlamak üzere ancak bir araya gelebilen Bolşeviklerin, yeni durum içerisinde bir çırpıda yollarını bulamamaları hiç de şaşılacak bir şey değildir. ... Hatalı görüş açımı partinin çoğunluğuyla paylaştım ve Nisan ortalarına doğru Lenin'in Nisan Tezleri'ni benimseyerek hatalı görüş açımı tamamen terkettim."
Bu özür o zamandan günümüze vardığında çok zayıf kalmakta ve hiç kuşkusuz, Rusya halkının milyonlarcasının dizlerinin üzerinde doğrulduğu o Nisan günlerinde partinin içinde bulunduğu buhranın ciddiyetini hafifletmektedir. Elbette buhranın büyüklüğü, iki hafta kadar sürmesiyle değil de, yoğunluğuyla ölçülebilir. Bolşevik önderlerin hiçbiri Lenin'e katılmıyordu, çünkü onun önerileri öyle derindiler ki, tüm parti programını devrimcileştiriyordu. İnsan, ister istemez, eğer Lenin gelmeseydi ve partiye kendi önderliğinde çekidüzen vermeseydi, kimbilir bu acı deneyim Rusya'nın işçilerine ve köylülerine nelere mal olacaktı diye düşünmekten alıkoyamıyor kendini.
Peki, bütün bunlar olup biterken Troçki ne yapıyordu diye sorulabilir. Bolşevik Partisi üyesi olmayan Troçki kendi kendini sürgün ettiği Amerika Birleşik Devletlerinden henüz dönmemişti. Orada, "Çara hayır, işçi Hükümeti" istemini formüle etmişti. Lenin ise onun bu istemini, "iktidarı ele geçirmede gönülsüzlük" olarak mahkûm etmişti.
Lenin'in ve onun Nisan Tezleri'nin gelişi, Bolşevik Partisi ve Rusya Devriminin yazgısı için büyük bir talihti. Ekim Devrimine giden yol artık açılmıştı. Devrimci parti ilerideki ayaklanma günlerine daha da hazırlanmak zorundaydı, ama artık hem mutlaka hazırlanması gerektiğini, hem de nasıl hazırlanması gerektiğini biliyordu. Ve Mart ayının sorunlarıyla Nisan ayının sorunları arasındaki büyük farklılık da buradaydı.