Header Ads

Header ADS

Usta Devrimci

Jack T. Murphy - Stalin
Üçüncü Bölüm - Usta Devrimci

Ben yalnızca Lenin'in bir öğrencisiyim ve tüm amacım, sadık bir öğrenci olmaktır. J. STALIN 

O SIRALAR Jozef Stalin marksizme ilgi duyduğunda, daha Lenin'in varlığından bile haberi yoktu. 1898'de Tiflis İlahi­yat Okulundayken ve illegal devrimci grubun etkin bir üye­siyken, İşçi Sınıfının Kurtuluşu için St. Petersburg Birliği tarafından yayınlanan bir gazetede Lenin'in yazdığı bir ya­zı dikkatini çekti. Okul günlerinde öğrendiği öteki şeylerin yanısıra, söyleyeceklerini kusursuz ifade etme yeteneği ve çözümleyici bir düşünme yöntemi edinmişti. Bu özellikleri onu öğrenci arkadaşları arasında önde gelen bir kişi haline getirmişti, işte, kendisinin tanımadığı bu yazarın yazısını okuduğunda, ilk gözüne çarpan bu nitelikler oldu.

Yazının başlığı, Halkın Dostları Kimlerdir ve Sosyal-Demokratlara Karşı Nasıl Mücadele Ediyorlar? dı. "Halkın Dost­ları" Narodniklerdi. Yazı Rusya'nın ekonomik gelişmesinin bir çözümlemesini içeriyordu. Aynı zamanda, marksizmin bir dogma değil, bilimsel bir teori olduğunu açıklıyordu. En önemli yanı, gerçeklere uygun düşen bir yazı olmasıydı. Yazı şöyle bitiyordu:

Sosyal-Demokratlar, dikkatlerini ve faaliyetlerini, sanayi alanında­ki İşçi sınıfı üzerinde toplamaktadırlar. Bu sınıfın ileri üyeleri, bi­limsel sosyalizmin fikirlerini ve Rus İşçisinin tarihteki rolü düşün­cesini özümledikleri zaman, onların fikirleri geniş ölçüde yaygın­lık kazandığı ve işçiler, bugünkü kopuk ekonomik mücadeleyi bi­linçli bir sınıf mücadelesine dönüştürecek olan kalıcı örgütleri kur­dukları zaman, işte o zaman Rus işçisi bütün demokratik unsuriann başına geçerek mutlakiyeü yıkacak ve Muzaffer Komünist Devri-mi'ne giden açık politik mücadelenin şaşmaz yolunda (bütün ülkele­rin proletaryasının yanında) Rusya proletaryasına önderlik edecektir.

Genç Stalin, Lenin'in, Rusya'yı ve işçileri anlayan, ne istediğini ve onu nasd elde edeceğini bilen bir önder oldu­ğunu gördü. Bu yazıyı okuduğu andan başlayarak, bu yeni yazarın her sözünü dört gözle beklemeye başladı. Ve çok geçmeden, bu tanımadığı kişi, Stalin'in gözünde kahra­manların kahramanı oldu. Lenin, hiç haberi olmadan, ken­di öğretisini özümleyen ve onu her gün coşkuyla anlatıp yayan bir izleyici kazanmıştı. Stalin'in öğrenci arkadaşla­rından biri, 1898 yılında bir gün Stalin'i, okul meydanında bir grup öğrenciyi çevresine toplamış, Sosyal-Demokrat Gruptan bir Gürcü önderi olan Jordanya'nın görüşlerini şiddetle eleştirirken gördüğünü anımsıyor. O sırada Stalin, Lenin'in, eleştirisine anahtar olan bir yazısını daha yeni okumuştu. Yazıyı arkadaşı Kapanadze'ye verirken şöyle dedi: "Ne pahasına olursa olsun onunla tanışmalıyım."

Onunla ilk kez beş yıl sonra mektuplaşarak tanıştı. Stalin, Lenin'le ilgili o sıradaki görüşü konusunda çok son­raları şöyle diyecekti: "O sırada onun kişiliğinde, partinin yalnızca mütevazi bir önderini değil, aynı zamanda parti­nin gerçek kurucusunu da görüyordum. Çünkü partimizin iç varlığını ve acil gereksinimlerini yalnızca o anlıyordu. Onu silâh arkadaşları Plehanov, Martov, Akselrod ve öbür-leriyle karşılaştırdığımda; onlar Lenin'den bir baş boyu aşağıda kalıyorlardı. Onların yanında Lenin, yalnızca bir önder değil, aym zamanda daha yüksek tipte bir önder, mücadelede korku nedir bilmeyen ve Rusya devrimci hare­ketinin keşfedilmemiş yollarında partiyi cesaretle ilerleten bir dağ kartalıydı,"

Stalin kahramanıyla ancak 1905 yüında, Finlandi­ya'nın Tammerfors kentindeki bir Parti Konferansında yüz yüze geldi. O anda birden büyük bir şaşkınlığa düştü, Şöy­le anlatıyor:

Partimizin dağ kartalını [bu deyimi ne kadar sık kullanıyor!] büyük insanı, yalnızca politik olarak değil, fizikî olarak da büyük bir in­san olarak görmeyi umuyordum. Çünkü Lenin'i hayalimde heybet­li ve gösterişli bir dev olarak canlandırmıştım. Son derece sıradan görünüşlü, ortalama boyun altında ve sıradan fanilerden hiçbir bi­çimde, sözcüğün tam anlamıyla hiçbir biçimde ayırt edilmeyen bir insanla karşılaşınca, hayal kırıklığına uğramıştım... Büyük bir insanın, meclistekiler gelişini soluk soluğa beklesinler diye toplantılara geç gelmesi olağan bir şey olarak kabul edilir; ve büyük adam tam içeri girmek üzereyken, "Şiştt. Susunl... Geliyor!" diye bir uyan yükselir. Bu tören bana sahte gelmezdi, çünkü bir et­ki uyandırır, saygı yaratırdı. Bu yüzden, Lenin'in Konferansa dele­gelerden önce geldiğini, köşede bir yere yerleştiğini ve mütevazi bir şekilde Konferanstaki en sıradan üyelerden biriyle en sıradan bir konuşmaya giriştiğini öğrenince, hayal kırıklığına uğradım. O sırada bunun bana, bazı zorunlu kuralların çiğnenmesi gibi geldi­ğini sizlerden saklamayacağım.

Tabii, önderler için gerekli olan nitelikler ve tutum ko­nusunda Stalin'in hemen bir yeniden değerlendirme yaptı­ğını söylemeye gerek yok, çünkü bugün herkes ona karşı da aynı sevgiyi besliyor. Kahramanının öteki nitelikleri de onu derinden etkiliyordu. Lenin'in konuşmaları üzerine Şöyle diyordu:

Konuşmalarındaki karşı konulmaz mantık gücü beni teslim alıyor­du; oldukça kısa ve kesin olmasına karşln. dinleyicilerine tümüyle egemen oluyor, onlan yavaş yavaş coşturuyor ve sonra da, deyim yerindeyse, onlan tamamen teslim alıyordu. Delegelerden birinin şöyle dediğini anımsıyorum: "Lenin'in konuşmalarındaki mantık, sizi bir suç işliyonnuşsunuz gibi dört bir yandan yakalayan ve pen­çesinden kendinizi çekip kurtarmaya gücünüzün yetmediği dev bir antene benzer: Ya teslim olmak, ya da yenilgiyi kabullendiğinizi söylemek zorundasmızdır."

Lenin, Plehanov'la, Akselrod'la ve öbürleriyle tanıştı­ğında, hepsi de karşılarında sıradan olmayan bir önder bu­lunduğu kanısında birleştiler. Plehanov'un onu geleceğin Robespierre'i olarak tanımladığı; Akselrod'un da, onunla Cenevre'de karşılaştığında, Rusya Devriminin gelecekteki önderinin karşılarında bulunduğu kanısına vardığı söyle­nir. Lenin'in büyüklüğü nereden ileri gelmektedir de, Rus marksistleri arasındaki genç, hatta yaşlı devrimciler üzerin­de bile böylesine güçlü bir izlenim bırakabilmektedir? Sa­nırım şöyle özetlenebilir: Lenin, Marx'm şu sözlerinin içer­diği her şeyin canlı ifadesiydi: "Bugüne dek filozoflar dün­yayı çeşitli yollardan açıkladılar. Bizim görevimiz, dünyayı değiştirmektir." Lenin, dünyayı açıklama görevini reddet­miyordu, ama dünyayı onu değiştirmek için açıklıyordu. Lenin, toplumun evrimini yöneten yasaları Marx'tan öğ­rendikten sonra, onları kendi çağına ve kendi kuşağına uy­gulamaya koyuldu ve dünyayı Marx'm vasiyetine uygun olarak değiştirecek güçlerin harekete geçirilmesi ve gelişti­rilmesi için zorunlu olan bir teknik yarattı.

O, Marx ve Engels'in öğrettikleri sosyal gelişme yasa­larını inceledi, onlan toplumun gelişmesine uyguladı ve onların ardındaki teorileri genişletti. Rusya'nm ekonomik ve politik durumu üzerine yaptığı çözümleme, onu, Rus­ya'nın kendiliğinden ve kaçınılmaz olarak sosyalist bir ül­ke haline gelmeyeceği, ama ilerdeki onyıllann akışı içeri­sinde öteki ülkelerin tarihine damgasını vuran dönemden geniş ölçüde kaçınmayı mümkün hale koyacak bir fırsat yaratacağı inancına vardı; ama her zaman, Rus işçi sınıfı­nın gelen fırsatı tam zamanında yakalaması için devrimci bir sosyalist önderlik tarafından geliştirilmesi koşuluyla.

Bunu, Plehanov ve ötekiler de görüyorlardı. Marksist Lenin, yaşlı marksistlerden ya da Marx'in kendisinden bu noktada aynlmıyordu. İşçi sınıfını devrimci bir sosyalist sı­nıf haline getirmenin yollan konusundaki anlayışında ayrı­lıyordu. Plehanov, Akselrod ve daha birçokları, yazılı söz­cüklerin propagandacısı ve yorumcusuydular. Oysa Lenin, marksizmin ilkelerini yaşama uyguladı. Marx'in ve En­gels'in yazdığı her şeyi canından değerli tutuyordu ve onla­rın kaleme aldıktan her kitabı ve her belgeyi herhalde her­kesten daha iyi biliyordu; ama onun gözünde belgeler en nihayet belgeydiler ve belge olmaktan öteye de gidemezler­di. Yaşam ise durmadan değişen bir şeydi. Kitaplardaki fi­kirleri, değişmekte olan olguları kavramaya yarayacak bir yaklaşımla özümledi. Derin bir biçimde tarih okudu; ama allâme olmak için değil, tarihi yeniden yaratmak üzere in­sanın deneyimlerinden ders çıkartmak için.

Hiçbir zaman, Marx ve Engels'in felsefe, bilim ve tarih üzerine son sözü söylemiş dokunulmaz kişiler olduktan ve kendisine düşen tek şeyin, işçileri devrimci sosyalistler yapmak için Marx'in Kapital' inin üç cildini onların kafası­na doldurmak olduğu düşüncesine kapılmadı. Tam tersi­ne, Marx ve Engels'in yaptıklarını kavradı ve onların ilkele­rine sahip çıkarak bu ilkeleri geliştirmeye ve uygulamaya koyuldu. Lenin ve arkadaşları arasındaki bu büyük ayrım, St. Pretesburg'a gelişini izleyen günlerde ayırt edilebiliyor­du ve belirleyici bir önem taşıdığı çok geçmeden anlaşıla­caktı. Bir Sosyal-Demokrai İşçi Partisi olması gerektiği dü­şüncesine herkes katılıyordu. Ama bu, nasıl bir parti ola­caktı? Kimlerden oluşacaktı? Tutumuna hangi ilkeler ege­men olacaktı? Görevleri nelerdi?

Lenin bu partinin, o güne dek hiç görülmemiş tipte bir parti olması gerektiğine inanıyordu ve bu inananda karar­lıydı. Bilimsel sosyalizmle silâhlanmış, sanayi alanındaki işçi sınıfı içinde derin kökler salmış, yürekli, gözü pek ve kararlı devrimcilerden oluşan bir parti. Devrimin anlamı ve neleri gerektirdiği konusunda hayaller beslemeyen, işçile­rin geriliğini öne çıkarmayı reddetmeyen, onları iç savaşa ve İktidar için ayaklanma mücadelesine sokmaya hazır kişilerden oluşan bir parti.

Burada, bir politik parti kurma sorununa yepyeni bir yaklaşım olduğu apaçıktır. O zamana dek kurulmuş olan her parti, belli çıkarların savunulmasıyla, kurulu toplum düzeni içinde hazırlanacak bir programın yayılması ve bir grubun iktidarı kendi hesabına ele geçirmesiyle sınırlandı­rılmıştı. Tutucu bir parti toplumu geçmişine bağlı tutmak, liberal bir parti toplumu liberalleştirmek, bir işçi partisi toplumu lâf ebeliği ve ince yöntemlerle ikna ederek düzelt­mek, faşist bir parti toplumu fesatlıklarla kurtarmak, sosya-list-devrimci bir parti de topluma köylü reformları yaptır­mak üzere dehşet saçmak amacıyla ortaya çıkarlar. Ama burada sözkonusu olan, yeni yöntemleri ve yaşama karşı yeni bir dünya görüşü olan yeni tipte bir partinin örgütlen-mesiydi. Bu parti, toplumun yapısını ve toplum içerisinde çatışan sınıf güçlerinin ilişkilerini bilimsel olarak çözümle-yebilecek üyelerden oluşmalıydı. Üyelerin sayısından çok niteliğine önem vermeliydi. Bu partide gelip geçici kimse­lere yer olmayacaktı. Kendisini yükselen sınıfla bütünleşti­recek ve tek bir amacın yön verdiği bir strateji ve taktik ge­liştirecekti: Sosyal devrimin zorunlu Ön koşulu olarak politik iktidarın isçi smtfi tarafından ayaklanma yoluyla ele geçirilmesi.

Marx böyle bir parti düşünmemişti. Bu yeni tipte par­tiye aşağı-yukan en yakın olan, ama yalnızca programı açı­sından en yakın olan parti, genel felsefesi olarak marksizmi kabul eden, programında "proletarya diktatörlüğü" ve ikti­darın iç savaşla ele geçirilmesinin zorunluluğunu tanıyan Alman Sosyal-Demokrat Partisiydi. Ama parti büyüdükçe ve her geçen gün daha fazla parlemanter bir nitelik aldıkça, bu özellikleri geri planda kalmıştı. Gerçekten de, Marx ve Engels, Alman Sosyal-Demokrat Partisinin ilkelerinden uzaklaşmasıyla o kadar yakından ilgilenmişlerdi ki, geliş­mesine o kadar katkıda bulundukları bu partiden birçok kez ayrılma noktasına gelmişlerdi. Lenin, daha baştan, yal­nızca programı benimseyen üyelere sahip olmanın yeterli olmadığını görmüştü. Onun anlayışına uygun parti, aynı zamanda üyelerinin niteliğini de dikkate almalı ve bu nite­liğin ölçütü, üyelerin faaliyeti olmalıydı. Lenin'e göre devrim bir bilim olduğu kadar bir sanattı da.

Rusya'yı daha o zamandan devrim süreci içerisinde bir ülke olarak görüyordu. En geri sınıf olan köle sahipleri ve soylular dışında, bütün sosyal sınıflar, yani kapitalistler, köylüler, işçi sınıfı, ezilen milliyetler ve aydınlar ülkeyi yö­neten köhnemiş despotluğa karşıydılar. Ama bunlardan hiçbiri kendi başına bir devrim yapamazdı. Rusya İmpara-torluğundaki ezilen milliyetlerden hiçbiri kendi başına kurtuluşunu elde edemezdi. Köylüler ayaklanabilirlerdi, ama hiçbir zaman bir sosyalist devrime önderiik edemezlerdi. Kapitalistler kendilerini iktidara getirecek bir devrim istiyorlar; ama Rusya'nın Jakobenlerinin devrimi peşlerin­den sürüklemelerinden ve devrimin 1789'daki Fransız ör­neğine benzemesinden korkuyorlardı. Ayrıca kapitalistler henüz politik mücadelede belirleyici ölçüde güç kazanma­mışlardı. Dahası, sanayi proletaryası günlük yaşamlarına egemen olan koşullara karşı yığın mücadeleleri geliştirme­ye başladıkça, politik demokrasi istemi de büyüyordu. Lenin'in görüşüne göre, mevcut durumun düzeltilmesi, işçi sınıfıyla kapitalist sınıf arasında bir mücadele olacaktı.

Bu yüzden işçi sınıfı, yetişmiş sosyalist önderlerden bir genel kurmaya sahip olmalı ve inançlarında birleşmiş olmalıydı. Önderler devrimci savaş içinde çelikleştirilmeli, işçilerin en iyileri de onlarla birlikte yetiştirilmeliydi. Silâh­sız bir işçi sınıfı ancak o zaman silâhlarını kullanmaya ha­zır ve istekli bir silâhlı işçi sınıfı haline gelebilirdi. Ayrıca, kendi fikirlerini Çarlığın silâhlı kuvvetlerine de aşılamalıydılar. Lenin bu durumu şöyle özetliyordu:

Tarih, önümüze, herhangi bir başka ülkenin proletaryasının acil görevlerinden daha devrimci bir görev getirmiştir. Bu görevin ta­mamlanması, Avrupa ve hatta Asya gericiliğinin en güçlü kalesi­nin yıkılması, Rusya proletaryasını uluslararası proletarya devrimi­nin öncüsü yapacaktır. Ve (seleflerimizinkinden bin kal daha yay­gın ve derin olan( hareketimizi aynı eksiksiz cesaret ve canlılık ru­huyla donatabilirsek, fseleflerimizin, 1870'lerin devrimcilerinin çok önceden hak ettikleri) bu şeref unvanını kazanacağımıza ina­nabiliriz (Lenin, Bütün Eserleri, Cilt V).

Böyle bir parti, yalnızca bir program yayınlayarak ve destekleme çağrıları yaparak yaratılamazdı. Burada gene Lenin partinin nasıl mücadele içinde filizlenmesi, mücade­le içinde gelişmesi ve önderlik edeceği devrimin kendisin­den istediği bütün nitelikleri mücadele içinde kazanması gerektiğini açık-seçik görmesiyle, öteki önderlerden ayrılı­yordu. Lenin, usta bir devrimci olarak büyük eserine, devrim­ci aydınlarla birlikte şiddetli bir ideolojik mücadeleye atıla­rak ve bu mücadeleyi doğrudan doğruya St. Petersburg iş­çilerine taşıyarak başladı. Bu, daha baştan yeni türden bir politik mücadeleydi, çünkü Lenin mücadelenin yalnızca teorik bir tartışmadan ibaret kalmasına izin vermiyordu. Tartışılan her sorunun pratiğe uygulanması gerekiyordu. Teori, pratik tarafından sınanmak zorundaydı. Lenin'in bu mücadeleyi nasıl yürüttüğü ve mücadelenin gelişmesi için­de her adımı nasıl dikkatle attığı, ilk başlarda 1902 yılında yayınlanan Ne Yapmalı ? adlı parlak eserinde açıkça görüle­bilir. Bu kitapta şöyle diyordu Lenin:

Rus sosyal-demokrasisinin tarihi üç farklı döneme ayrılabilir: Bi­rinci dönem, aşağı-yukan 1884 ve 1894 arasındaki on yılı kapsar. Bu dönem, sosyal-demokrasinin teori ve programının filizlendiği ve kök saldığı dönemdi. Rusya'daki yeni eğilimin taraftarlarının sa­yısı parmakla sayılacak kadar azdı. Sosyal-demokrasi, bir işçi hare­ketinden yoksundu; o sırada, doğuş dön emindeydi.

İkinci dönem, 1894 ile 1898 arasındaki üç-dört yılı kapsar. Bu dö­nemde sosyal-demokrasi, dünyada bir sosyal hareket olarak, halk yığınlarının ayaklamşı olarak, bir politik parti olarak belirdi. Bu dönem, sosyal-demokrasinin çocukluk ve ilk gençlik dönemidir. Sosyal-demorat fikirler aydınlar arasında bir salgın gibi yayıldı ve popülizme (Narodnikler) karşı mücadele ve işçilerin arasına gidil­me içerisinde tamamen özümlendi; ve bütün işçiler grevler düzenlemeye girişti. Hareket dev adımlar attı... Gördüğümüz gibi, üçün­cü dönem 1897'de başladı ve 1898'de kesin olarak ikinci dönemin yerini aldı. Bu bir karışıklık, dağınıklık ve bocalama dönemiydi, tik gençlik çağında delikanlının sesi çatlar. Bu dönemde de Rus sos­yal-demokrasisinin sesi çatlamaya, falso yapmaya başladı... Ama yolunu şaşıranlar, yalnızca Önderlerdi; hareketin kendisi büyüme­sini sürdürdü ve dev adımlarla ilerledi... Dördüncü dönem, militan marksizmin sağlamlaşmasına tanık olacaktır... En devrimci sınıfın gerçek bir öncüsüne sahip olacağız...

Böylece Lenin, her aşamayı inceleyerek, hem geriye hem ileriye bilimsel bir gözle bakarak ve bir sonraki yapıla­cak şey üzerinde her zaman kesin bir sonuca vararak adım adım ilerlemeye devam etti. Kendi sorusunu tam ve eksik­siz olarak yanıtlıyordu. Kitap, bu türde yazılmış ilk kitaptı; çünkü o zamana dek, devrimci bir sosyal-demokrat parti­nin nasıl örgütleneceği sorunu teorik olarak ele alınmamış­tı. Marksizm ilk kez kendi silâhına uygulanıyordu. Lenin, kendi katkılarından hiçbir zaman "leninizm" olarak sözetmez; bu, onun seleflerine bırakılmıştır. Ama onun, Rus­ya'daki marksizmin teori ve pratiğine yaptığı ilk göze çarpı­cı katkı bu konudadır.

özellikle "Rusya'da" diyorum, çünkü Rus parti Örgüt­lenmesinin başka yerlere mekanik bir biçimde aktarılması­nı herkesten önce Lenin kendisi gülünç buluyordu, örgüt­lenme ilkelerinin her yerde uygulanması gerektiğini, ama koşullara göre uygulanmalarının zorunlu olduğunu, yoksa yeterli sonuç alınamayacağını savunuyordu. Ne Yapmalı? Rus işçi sınıfı hareketi içindeki her fikir akımını inceler, çö­zümler ve çözümledikten sonra sonuçlan, hiçbir yanlış an­lamaya yer bırakmayan bir açıklıkla belirtir. Lenin'in çıkar­dığı sonuçlar şunlardır:

(1) Sürekliliği korumak için önderlerin kalıcı bir örgütü olmadan hiçbir hareket sağlam olamaz: (2) yığınlar ne kadar geniş ölçüde mücadeleye kazanılır ve hareketin temelini oluşturursa, böyle bir örgüte sahip olmak ve bu örgütün o kadar sağlam olması o ölçüde gerekli olur (çünkü o zaman demagogların, yığınların daha geri kesimlerini yoldan çıkarmaları daha zor olacaktır); (3) Örgüt, esas olarak, devrime profesyonel olarak katılmış kişilerden oluşmalıdır; (4) despot bir hükümetin bulunduğu bir ülkede, bu örgütün üyele­rini ne kadar devrime profesyonel olarak katılmış ve siyasî polise karşı mücadele sanatında profesyonel olarak yetişmiş kişilerle sı­nırlarsak, örgütün ele geçmesi de o kadar güç olacak ve (5) işçi sı­nıfından ya da toplumdaki öteki sınıflardan harekete katılabilen ve onun içinde etkin çalışmada bulunabilen erkek ve kadınların çev­resi o kadar geni; olacaktır.

Bu beş öneriye bir başkasını daha ekliyor; tüm Rus­ya'ya hitap eden tamamen yeni tipte bir gazetenin, aynı za­manda hem ajitator, hem propagandacı, nem de örgütleyim olacak bir gazetenin çıkarılması. Bu gazete, önderliği mer­kezileştirmenin ve yığınların faaliyetini ve düşüncesini ge­liştirmenin, kısacası devrime her yerde önderlik etmenin bir aracı olacaktı.

Lenin'in bu eseri üzerinde önemle durdum, çünkü bu eser, Lenin'in ve onun yaşam boyu süren çalışmasının an­laşılmasında ve onun halefi Jozef Stalin'in kavranılmasın­da esastır. Parti, o olmadan Lenin'in dünyayı değiştirme görevini yerine getiremiyeceği bir araçtı. Ama canlı, hayatî ve insanî bir araç olduğu için, muazzam bir sosyal hareke­tin bir parçası olarak büyüyen devrimin bütün öteki araçla­rını kendine bağladığı için, onun içindeki ideolojik müca­dele de öteki kuruhışlardakinden çok daha yoğun oldu. Her sorun teorik tartışmayla çözülmek zorundaydı, ama Lenin her zaman teorik çatışmayı pratik politik kavgaya dönüştü­rüyordu.

Ne Yapmalı? kitabı, Lenin'in özetlediği önerileri, öylecene kabul ya da reddedilecek ideal bir tasarı olarak ortaya koymuyordu, ilkönce, işçilerin ekonomik sorunlar üzerin­de yoğunlaşmasını isteyenlere, işçilerin sendika politikası­nı izlemesini isteyenlere, yalnızca "işçilerin yaşam koşulla­rının düzeltilmesiyle ilgilenenlere, "kendiliğinden dev-rim"den sözedenlere ve yerel faaliyete bel bağlayıp merke­ziyetçiliğe karşı çıkanlara karşı savaşılarak meydan temiz­lenmeliydi. Bütün bu farklı akımların hepsi de hareketin içiydeydiler ve birliğin sağlanabilmesi için bunların kökü­nün kazınması gerekiyordu.

Onun bu gözle görülür pratikliği, hayal kurmasına en­gel değildi. Tüm Rusya'nın coşkuyla harekete geçirilmesini hayal ediyordu. Ve bu hayalini, açlık ve umutsuzluk dolu iç savaş yıllarında gerçekleştirmeye başladı. Sir VVilliam Ram-say'in toprağın içindeki kömürün gaz haline getirilmesi ta­sarısının bir gün gerçek olacağını ve artık o zaman yüzbin-lerce madencinin geçimlerini sağlamak için yerin altını kazmak zorunda kalmayacağını hayal ediyordu. Başkaları­nı sömürmeyi bir suç olarak görecek yeni sosyal insanı; zengin ve bereketli bir yaşamın içinde kadın ve erkeklerin arkadaşça yaşayacaklarım; en ileri olanların, bir gün, en ge­ri olanların sırtındaki politik ve zihni zincirleri koparıp ata­caklarını hayal ediyordu. Ama hiçbir zaman bu hayallere kaptırıp koyvermiyordu kendini. Her şeyin sırasına göre yapılması gerektiğine inanıyordu ve ilk sırada yapılması gereken de, bu hayallerin gerçek haline geleceği koşulları yaratmaktı.

Jozef Stalin devrimci çıraklık dönemine başladığı sıra­larda, artık Lenin'in genç Rus marksist hareketi üzerindeki etkisi genellikle kabul edilmiş bulunuyordu. Stalin'in onu öğretmeni ve önderi olarak görmesinde hiç de şaşılacak bir yan yoktur; bu durumun, Gürcü öğrencinin bir gün Le­nin'in halefi olacak bir profesyonel devrimci haline gelme­sinde belirleyici bir rol oynaması da şaşırtıcı değildir.
Çartizm: Ondokuzuncu yüzyılda İngiltere'de genel oy hakkının elde edil­mesi İçin mücadele eden partinin ilkeleri, (ç.n.)
Blogger tarafından desteklenmektedir.