Header Ads

Header ADS

Komintern - Türk Zaferi ve Doğu


M. N. Roy
14 Ekim 1922

((Büyük Yunanistan)) rüyası bitti. Kral Komutan­ tin, ((sadrk tebaasının isteğine uyarak ve candan sev­ diği Yunanistan'm iyiliği için» büyük bir lütuf göste­ rerek tahttan ikinci kez feragat etti. Venizelos, gerçi hükümetin dizginlerini resmen ele almadı, ama perde arkasından ipleri ustalıkla oynatıyor. İşgüzar bir şekil­ de Manş denizinin her iki tarafındaki dışişleri bakan­ lıklarını sırayla ziyaret ederek, her seferinde onlara . yeni esrarengiz önerilerde bulunuyor. Kurnaz Giritli, kendisi için ya da "Büyük Yunanistan" rüyasını ayakta tutabilmek için gerekli askeri desteği sağlama almadan, Yunanistan'ı kurtarma görevini yüklenmek istemiyor. Can düşmanı Konstantin'in ikinci defa devril­diği günün hemen ilk saatlerinde Atina'ya gelmemesi­ nin tek nedeni, Downing Street'in (Londra Dışişleri Bakanlığı) kayıtsız şartsız desteğini henüz sağlayama­ mış olmasıdır. Türk ordularının zaferi öylesine derin bir etki yarattı ki, İngiliz hükümeti bugün, Yunan halkının Türkleri Avrupa'dan sürüp atmak için vere­ ceği bu nihai savaşın başına geçme görevini Venizelos'a yüklemeden önce iyice düşünüp taşınmak zorundadır. Çünkü bu, İngiliz emperyalizminin kaygı duymadan, kolaylıkla yüklenemeyeceği çok ciddi askeri sonuçlara da yol . açabilir. Ne var ki, şanslı Venize­los, rakibi Kralın aksine her iki kampta da düşman­ lara·• sahiptir; hem Quai d'Orsay (Paris Dışişleri Ba.. kanlığı) nın himayesi altındadır hem de Bir Basil Za­ harof'un aracılığıyla Lloyd George - Churcill kliğinin güvenilir adamıdır. Böylece Venizelos, kendini Fransa'­ ya bir türlü sevdiremeyen Konstantin'e oranla çok daha elverişli koşullar altında dolaplarını çevirebilir.

Konstantin, Fransız yardımının tamamen Yunan emperyalizmine karşı seferber olmasını önlemek için
tahtına veda etmek zorunda kaldı. Krallık bayrağı al­tındaki bir «Büyük Yunanistan» sadece İngiltere'nin desteğine güvenebilirdi; oysa Venizelos'un yönettiği bir "Büyük Yunanistan" Manş denizinin her iki tara­ fındaki iki rakibi kendi safına çekebilecekti. Venizelos bugünlerde işte  bu oyunları oynuyor ve müttefiklerin 23 Eylül tarihli ortak notası, Venizelos diplomasisinin hiç olmazsa kısmi bir zafer kazandığıni gösteriyor. Fransız ve İngiliz mali sermayesi arasındaki rekabet, Türkiye'nin arkasında beliren Sovyet Rusya umacısı karşısında bir ölçüde azalmışa benzer. Kemalist ordu­ ların arkasındaki bu görünmez güç, milliyetçi Türki­ye'nin yeni koruyucusu rolünü oynayarak Yakın Do­ğuyu kendi tekeli altına almak isteyen Fransız serma­yesinin yüreğini daraltmış gibidir. İstanbulun İngiltere yerine Sovyetere bir korunak olması olasılığı Fransa için asla hoş bir şey değildir. Bu durum, Fran­sa'nın kararsız tutumunu ve Franklin Bouillon'un, Kemal'e Fransa hükümetinin onunla hangi noktaya kadar birltkte gidebileceğini açıklamak amacıyla An­kara'ya yaptığı ani ziyareti  açıklamaktadır.

Yunan silahlı kuvvetlerinin morali tamamen bo­zulmuştur ve Boğazların Asya yakasındaki İngiliz  birlikleri Türk hücumunu durduramayacak kadar zayıf­ tır. Demek ki İstanbul yolu Ankara  ordularına aslın­da tamamen açıktı. Buna rağmen Mustafa Kemal, dur emri vererek düşmanlarıyla pazarlığa hazır olduğunu bildirmek zorunda kaldı. Mustafa Kemal bu siyase­ti, salt askeri  açıdan intihar demek olduğunu, çünkü düşmana güçlerini toparlayabilmesi için zaman kazan­ dırdığını bilecek kadar askerdi. İki hafta önce müm­kün olan şey bugün imkansız hale gelmiştir. Kemal'in birlikleri artık Boğazlara hücum ederek İstanbul'u alamazlar.

Türk Başkomutanlığı buna neden izin verdi? Ne­ den zaferin son meyvelerini elinden kaçırdı? 

Yakın Doğu satranç tahtasındaki taşların Paris ve Londra'­ daki esrarengiz eller tarafından oynatıldığını bilen bir kimse bu soruyu kolaylıkla cevaplandırabilir. Kemal, kurtuluşun eşiğinde duran Türkiye köylülüğünün devrimci toplumsal güçlerine bağlı olduğu sürece, zafer­ den zafere koştu, ama her türlü devrimci ruh ve uzak­ görüşlülükten yoksun askeri bir diktatör olarak boy­ nunu, İngiliz emperyalizmine karşı dolaplar çeviren Fransız emperyalizminin boyunduruğuna gönüllü ola rak uzattı. Böylece, Türkiye köylülerinin kanı ve canı pahasına kazanılan zafer, pratikte yok olma tehlike­ siyle karşı karşıya kalmaktadır.

Yakın Doğudaki bu çatışmanın kesin sonucu ne olursa olsun, Doğu halkları ve özellikle Hindistan üze rindeki siyasi ve manevi etkisi çok büyük olmuştur. Siyasi rekabetin ağlarına takılan Kemal, askeri açıdan şimdiden koruyamaz olduğu üstün durumunu bile ter­ ketmeye zorlanabilir; tabii, dostluğu ve desteği ban­kerlerle para babalarının keyfine kalmış Batı Avrupa diplomasiyle tilin bağları kararlı bir biçimde koparıp atma cesaretine sahipse, o zaman  başka.

Ama galip İttifak Devletlerinin kutsadığı, Londra'­ nın da kayıtsız şartsız desteklediği «Büyük Yunanistanın bugün artık tarihe karışmış olması, sadece Ana­dolu'nun değil Trakya'nın bir bölümünün de gelecek­ te yeniden Türk olması ve Avrupa emperyalizminin onu ebedi köleliğe mahmur etme hakkına karşı 'bir Doğu milletinin, başarıyla direnme yeteneğini kanıt­laması, işte sırf bu olgular bile, kölelik altındaki tüm halklar için önemli bir cesaret kaynağı oluşturmaya yeter. Örneğin, Hint Müslümanlarının bu deneye ba­karak, halifeliği korumak için bugüne değin gösterdik­leri çabaların saçmalığını görmeleri akla uygundur 

Türklerin, İttifak Devletlerini, Milletler Cemiyetinin de onayladığı bir barış anlaşmasının bir bölümünü ip­tal etmeye zorlayabilmesi, hiç kuşkusuz, Arap Müslü­manlarını Sir Bercy Jones'un diktatörlük Mandasına karşı çıkmaya yüreklendirecektir. İran'daki İngiliz et­kisi çoktan tarihe karışmıştır. Mısır, yerli burjuvazi­ nin temsilcilerinin ihaneti nedeniyle sürekli isyan halindedir.

Türk zaferinin manevi etkisi genel olarak işte bu­ dur. Ama bundan çok daha derin etkiler de beklenme­lidir. Bu etkiler, Doğu ülkelerinin devrimci, milliyet­çi unsurlarının görüşlerinde köklü bir değişikliğe yol açabilir, hatta ezilen hakların öfkesinin toplumsal ni­ teliğini bile değiştirebilir.

Bilindiği gibi, milliyetçi Türkiye, Sovyet Rusya ve Fransa•nın desteğini sağlamış, buna karşılık İngiltere ise Yunanistan'a arka çıkmıştır. İngilizlerin direnme­ sine karşın Sevr Barış Anlaşmasını çiğnemeye kadar varan . Fransa•nın tutumu, Doğu burjuvazisi üzerinde iyi bir izlenim bıraktı. Böylece, dünya savaşı deneyiyle oldukça sarsılmış olan şu eski düşünce yeniden canlandı Azılı emperyalist hükümetlerin baskısına karşı demokratik milletlerin dostluğu sağlanmalıdır. Bu düşüncenin uğursuz sonuçları ise çok iyi bilinmektedir.

Bu düşünce, eski emperyalisti yerinden atmaya çalışan yeni bir emperyalistin girişine zemin hazırlar.
Türkiye, işte kendi diplomatları ve askeri kli'klerınin de yerlerini sağlamlaştırmak umuduyla körükledikleri ve emperyalist intikam hırsına halkın kurban edilmesiyle son bulan bu emperyalist rekabetin egemenliği altında parçalanmıştır. Türkiye, bu canice siyaset sonucu millet olarak parçalandı ve bu parçalanma tehdidine karşı halkın isyanı bugünkü ulusal hareketin doğmasına yol açtı.

Yeni kurulan Ankara'daki milli hükümetin, kendisini yok olmanın eşiğine getiren tüm İttifak Devletlerine karşı mücadele ettiği sırada, ona yardım elini uzatan biricik devlet devrimci Rusya oldu. Ama Fransa'nın, Türkiye'de, İngiliz rakibine arkadan saldırma olanağını keşfetmeden çok önce manda bölgelerini kendi isteğiyle boşaltması olumlu bir etki yarattı. Bununla birlikte Franklin Bouillon tarafından imzalanan. Ankara anlaşmasının gerçek içeriği sokaktaki adamdan tamamen gizlendi. Türk aydınları ve militaristleri hep Fransız dostuydu. Militaristler Prusya junkerleriyle 0rtak iş çevirmenin daha yararlı olacağını görene dek bu böyle sürdü.

İngiliz liberalizminin arkasında yatan ticaret çıkarlarının geleneksel Türk düşmanı siyaseti, Fransız
mali sermayesinin Türkiye'ye nüfuz etmesine yol açtı. 'Osmanlı borçlarının en az yüzde 70'ini Fransız bankaları devraldı. Manda bölgelerini işgalden vazgeçme karşılığında elde edilen bu muazzam tutar Fransa için hiç de kötü bir pazarlık değildi; üstelik işgal, Fransa'-nın zaten kötü durumda olan bütçesi için ağır bir yüktü. 'Sonra büyük demiryolu ve maden ayrıcalıkları, bütün Türkiye'nin Fransız mali sermayesinin iktidarı altına girmesi için iyi bir başlangıç oluşturuyordu.

Böylece Fransız - Türk Anlaşması, Sevr Anlaşmasını imzalayan öteki galip devletlerin çıkarlarının söz ko­nusu olduğu noktalarda, Sevr Anlaşmasının ölüm fermanı oldu. Aynı zamanda, zaferin tüm meyvelerini yalnızca Fransa'nın kucağına atan yeni bir çığır da açtı.

Ankara hükümeti, Paris'in pek hayırsever bir yanı olmayan dostluğunu üç sebepten kabul etti : Birincisi askeri zorunluluklar yüzünden, ikincisi İngilt􀃺re'yi yıldıracak diplomatik bir atılım yüzünden, üçüncüsü de, esas olarak, devrimci sonuçlan Türkiye hakim sınıfını özellikle korkutan Rus yakınlaşmasına karşı bir panzehir olarak.

Bugünkü bunalım gene de durumun açıklığa kavuşmasına yol açtı. Fransız dostluğunun yüzeyselliği
açığa çıktı. Türk önderleri, Fransız koruyucularının oynamalarını istediği gerçek rolü hal.A. göremedilerse, gözlerinin önünde perde var demektir. Fransızlara gö:ve Türkiye, Manş denizinin iki yakasındaki emperyalist hükümetler arasında oynanan oyunda yalnızca bir satranç taşı olmalıdır. İngi11!ere, Fransız militarizminin isteklerine uyarak Fra111.sa'ya tüm dünyanın iktisadi sömürüsünde önemli bir pay bırakırsa, bu iki .emperyalist devlet arasındaki çelişmenin keskinliği önemli ölçüde azalır. Bunun sonucunda Türklere hissedilir bir biçimde dur denecektir. Türkler, mutlak bir zaferin · getireceği başanlardarı vazgeçmeye mecbur bırakılacaklardır. Franklin Bouillon•un Kemal'e, Ankara Millet Meclisine iletmesi dileğiyle getirdiği mesajın gerçek içeriği budur. Daha sonra Meclis, zafer gü-vence altında olduğu sürece pazarlıklara razı olacağı yolunda bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Bu mesaj dikkate alınmasa ve Türkler Parisli dostlarının dayatmasına karşı çıkacak cesarete sahip olsalardı, karşılarında İttifak Devletlerinin Avrupa siyasetinde parlak iflas örnekleri vermiş olan birleşik direnişini bulacaklardı.

Doğunun ezilen halklarının içindeki devrimci unsurlar bu olaylardan mutlaka önemli dersler çıkara ·
caktır. Onlar, emperyalizmin belli bir ülkenin sınırlarıyla, belli milletlerle sınırlı olmadığını, tam tersine emperyalizmin dünya çapında bir iktisadi olgu olduğunu anlamakla büyük yarar sağlayacaklardır. Boğazların 'korunmasında müttefiklerin yanında yer aldığını ve barbar Türklere karşı Hristiyan azınlıkların korunması gibi kutsal bir görevi yüklenmek istediğini açıklayan Amerika genel tabloyu itamamlıyor. Gerçi çeşitli emperyalist devletler ganimetin paylaşılması konusunda rekabet halindeler, ama iş yağmanın kenti.isine geldi ,mi hepsi tek bir ruh tek bir yürektir.örneğin Fransa'nın Türk milliyetçilerini kayıtsız şartsız desteklemesi, hem Fransız hem de İngiliz siyasetinin temelini oluşturan emperyalist hakların çiğnenmesi anlamına gelirdi.

Doğu halkları bu acı derslerden ve düş kırıklıklarından şunu öğrenecektir : Bu çapulcular topluluğunun tek bir bireyi bile Doğu halklarının milli kurtu-luşuna iyi gözle bakmaz. Ancak birleşik emperyalist güruha karşı toplumsal devrim bayrağını açan Avrupa proletaryası ve onun öncüsü, ezilen halkların kurtuluşunun gerçek dostu olabilir. Çünkü her ikisinin de mutluluğu emperyalizmin yıkılmasına bağlıdır.

Milliyetçiliğin zengin önderleri emperyalizm olgusu na karşı mücadele etmez, onların mücadelesi hep sadece başkalarının emperyalizmine karşıdır. Türk zaferi, ancak Türkiye halkı kendi önderlerini
entrikacı diplomatlarla oynaşmaktan vazgeçmeye ve devrimci Rusya'nın dostluğuna cesaretle dayanmanın zorunlu olduğunu görmeye zorladığı zaman, tam bir zafer haline gelecektir. Aynı şey, Türk deneyinden pek çok şey öğrenecek olan tüm öteki Doğu halkları iÇinde geçerlidir.

Internationale Presse - Korresıpondenz,

14 Ekim 1922, Sayı 199, s. 1333 - 1334
Blogger tarafından desteklenmektedir.