Stalin ve Savaş
Onyedinci Bölüm - Stalin ve SavaşGeliyorlar mı?
Gelsinler.
Gelecekleri varsa
Görecekleri de var.
VLADİMİR MAYAKOVSKİ
VLADİMİR MAYAKOVSKİ
Alaylar geçiyor yanıbasımdan.
Davut çalıyor yiğitler
gümbür gümbür.
Başlar
dimdik yukarda
sert adımlarla geçiyorlar.
Anavatanı savunmak için
silâhlanıyorlar,
Kızıl Ordu askerleri onlar.
Dörderle
kol halinde
uygun adım
ilerliyorlar:
Benim
düşmanım
senin düşmanın.
Senin
düşmanın
benim düşmanım.
Nazi orduları Sovyetler Birliği sınırlarını geçince, Stalin görülmemiş ölçüde çetin sorunlarla karşı karşıya kaldı. Hiçbir sınav savaş kadar çetin olamaz. Üstelik bu seferki, savaşların en büyüğü olacaktı. İnsanoğlunun yaşam kavgasında ilkel sopasını eline aldığından bu yana yapılan savaşların en yıkıcısı, en çılgıncası ve en karmaşığı olacaktı.
Daha şimdiden Avrupa'nın hemen bütün ülkeleri, dünyayı tahakküm altına almak amacıyla bu kez de ilk sosyalist devlete yüklenen kuvvetin karşısında sapır sapır dökülmüşlerdi. Yalnızca tüm imparatorluğuyla birlikte İngiltere okyanustaki savaşını sürdürüyordu. Ama o da bir kara ya da hava savaşına tamamen hazırlıksızdı. Kıta Avrupasını istila edebilmek için koskoca üç yıla gereksinim duyacaktı. Bu bile o sırada İngiltere'nin ne kadar hazırlıksız olduğunu açıkça göstermeye yeter.
Hitler'in İngiltere ve Amerika'nın savaşın ilk aylarında hazırlıksız olmalarını fırsat bilerek Avrupa'yı istila ettikten sonra doğuya yönelmeyi kararlaştırması, belki de askerlik tarihinin en büyük yanılgısı olarak kalacaktır. Bu yanılgının psikolojik ve politik açıklaması ne olursa olsun, Avrupa'nın bütün sanayi kaynakları el sürülmemiş olarak Hitler'in elinin altındaydı ve Hitier, kuvvetinin en çoğunu doğu cephesine yığmıştı. Almanya ve onun müttefikleri Romanya, İtalya, Macaristan, İspanya ve Finlandiya'dan ikiyüzaltmış tümen doğuya yürüyordu. Savaş tarihinde, bu kuvvetlerin tek bir ülke karşısındaki vurucu güçleriyle karşılaştırdabilecek hiçbir güç yoktur. 1914-18 Dünya Savaşında Almanlar ve müttefikleri yalnızca doğu cephesine 127 tümen yığmışlardı. Üstelik bugünkü beş Alman tümeni, geçen savaştaki 100 tümenden daha fazla makinalı tüfek gücüne sahiptir.
Aynı zamanda Hitler her türlü inisiyatif ve ani saldırı üstünlüğüne de sahipti. Hitler, uyarı anlamına gelebilecek hiçbir yakınmada bulunmadan ve Almanya'nın Sovyetler Birliği'yle olan uzun süreli antlaşmalarını hiçe sayarak, 22 Haziran 1941 günü sabah saat dörtte saldırıya geçti. Leningrad ve Moskova da içinde olmak üzere tüm Doğu Rusya'nın, Ukrayna'dan Volga kıyılarına ve Kafkaslara dek olan bütün topraklarının üç ay içinde eline geçeceğinden emindi.
Hitler o sıralar yanlış düşünen tek devlet adamı değildi. İngiltere ve ABD'deki hemen bütün askerî "uzmanlar ve politik önderler de aynı yanılgıyı paylaşıyorlardı. Bunların hiçbiri, Sovyetler rejiminin dayanıklılığına ve gücüne inanmıyordu. Onlar, Lindberg'lere ve Sovyet-Fin Savaşı üzerine yayılan asılsız söylentilere kulak vermişlerdi. Hem zaten eski Savaş Komiseri Troçki onlara, "Stalin'in büyük bir savaştan korktuğunu" ve "Kremlin'in gerek ülke içinde, gerek ülke dışında yığınların güvenini yitirdiğini" söylememiş miydi? Bütün bunlara inanacak kadar safdil olmayan tutucu beyzadeler ise hemen hemen aynı ölçüde cahildiler. Bay Churchill bile, Hitler'in saldırıya geçtiği gün yaptığı o unutulmaz radyo konuşmasında ingiltere'nin Sovyetler Birliğiyle ittifakını ilân ederken, Rusya'yı son sipere dek savaşacak bir yiğit köylüler ülkesi olarak tanımlamaktan öteye gidemiyordu.
"Demokratik" ülkelerde yer yer Sovyetler Birliği'nin yenilmezliğine olan güveni dile getiren birkaç ses duyuluyordu. Ama gene de bizler, olmasını istedikleri şeyin mutlaka gerçekleşeceğini sanan hayalciler olarak görülüyorduk.
Stalin olayların değişmesi karşısında gafil mi avlanmıştı? Daha geniş anlamıyla düşünülecek olursa, hayır. Stalin'in, Hitler'in iktidara gelişinden bu yana giriştiği bütün eylemler bunu kanıtlamaktadır. Ama gene de, darbenin indirileceği anı tam olarak bilinememesi bakımından beklenmedik bir durum vardı. Sir Stafford Cripps 1941 Martında Rusya'da yabancı gazetecilerle yaptığı bir konuşmada, saldırının tarihini bir hafta farkla doğru kestirmişti. Bay Churchill, bir ay önceden Stalin'e bir mektup yazmış ve onu yaklaşan saldırıya karşı uyarmıştı. Ama bu uyarmalara ve Stalin'in elindeki bütün başka haber alma kaynaklarına karşın, gene de beklenmedik bir durum sözkonusuydu. Nevar ki, Stalin 22 Haziran sabahı hükümetteki ve Kızıl Ordunun Genel Kurmaymdaki önder arkadaşlarım Kremlin'de topladığında, onları hiç beklenmeyen bir durumu gözden geçirmek için çağırmadığı son derece açıktı. Çağrılanlar arasında Kalinin, Molotov, Voroşilov, Kagano-viç, Jdanov, Beria ve daha birçokları vardı. Hepsi de Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmek için verdikleri mücadelelerde ve müdahale savaşlarına karşı verdikleri savunma savaşlarında ün ve saygınlık kazanmış kişilerdi. Ama bu kez durum, Kızıl Muhafızların oluşturduğu dağınık birliklerden gelişen ve yabancı istilacılardan ele geçirdiği silâhlarla çarpışan bir orduya sahip oldukları günlerden çok farklıydı. Toplantıya katılanların her biri, kurulmasına yardım ettikleri ya da kurulmasından sorumlu oldukları büyük bir örgütün başında bulunuyordu. Her biri, örgütün ülkenin dört bir yanındaki çalışmalarını, sorunlarını, örgütte görev alanların durumlarını, buhran anında kendisinden ve örgütünden neler beklendiğini çok iyi biliyordu.
Stalin, müdahale savaşı günlerinde askeri önderlik sıfatını yalnızca kendi elinde toplamamıştı. Mihayl Frunze'yi Kızıl Ordunun başına getiren oydu. Frunze, daha ilk günlerdeki yönetimiyle, askerî deha sıfatına layık olduğunu kanıtlamıştı. Savaş sona erer ermez, Birinci Dünya Savaşının ve Rusya Devriminin deneyimlerinin ışığında askerlik teorisini daha da derinliğine incelemeye koyulmuştu. Modern savaş tekniğinde devrimci değişiklikler meydana geldiğini, artık savaşın gittikçe topyekün ve üç boyutlu bir nitelik almaya başladığını ve artık hiçbir biçimde durağan olmadığını ilk farkeden kimselerden biriydi. 1922'de yaptığı bir konuşmada şöyle demişti:
Gelecek savaşta, emperyalist savaşın durağan cephesinin yeri olmayacaktır ... havacılığın, kimyasal maddelerin ve başka savaş araçlarının güçlü gelişmesi, artık durağan cepheyi olanaksızlaştırmaktadır. ... Bu savaşta milyonluk ordular olacaktır. Bu savaş, bir ölüm-kalım savaşı olacaktır... bugünkü, barış zamanındaki askeri örgütümüz, seferberlik anında, saldırı anında, önümüzdeki savaşın gerektirdiği milyonlarca askeri savaş meydanına sürecek durumda olmalıdır... seferberlik, tüm ekonomimizi, tüm eğitimimizi, her şeyi kapsamalıdır.
Stalin, 1925'le ölen Frunze'den çok şey öğrenmişti. Beş Yıllık Planların stratejik kesimini inceleyenler, Stalin'in Frunze'yle tamamen aynı düşüncede olduğunu ve onun düşüncelerini günbegün uyguladığını rahatlıkla görebilirler. Frunze'nin yazıları Kızıl Ordunun Askerî Akademisinin ders kitapları olmuştu.
Ama haklı olarak askeri deha sıfatına layık görülmüş bir Kızıl Ordu komutanı daha vardı: Mareşal Boris Mihayloviç Şapoşnikov. Eskiden Çarlık ordusunda bir albay olan Şapoşnikov, devrimin başlangıcında Kızıl Orduya katılmıştı. 1919'da önde gelen harekât komutanlarından biriydi. 1921'de Kızıl Bayrak nişanı aldı. 1922'de Genel Kurmay Başkanı oldu. Yalnızca askeri yeteneklerle sınırlı bir insan değil, aynı zamanda bir bilim adamı ve matematikçidir. 1932 yılında Stalin onun konferanslarına devam etti ve modern savaş tekniğini onunla birlikte inceledi. Ama Stalin hiçbir zaman bu incelemelerle "yetinmedi", aynı zamanda "yedek güç" ve "kuşatma" teorisini, harekât savaşını ve modern savaşın topyekûn niteliğini de öğrenmek için kapsamlı araştırmalar yaptı.
Toplantının amacı, gevezelik etmek değil, çabuk kararlar almak ve bu kararların uygulanması için talimatlar yayınlamaktı. Stalin, güç durumlarda, bir çelik yay kesinliğiyle hareket eder. Boş sözler ve parlak söylevlerle vakit kaybetmez. Stalin ve toplantıda bulunan herkes, Nazilere karşı sınırsız bir nefret ve kinle doluydu. Bu durumda, genel olarak kapitalistlere karşı duyulan öfke bir yana bırakılmak zorundaydı. Rusya'nın yanında Nazilere karşı savaşacak herkes dosttu. Buna karşı çıkacak herkes düşmandı. Her Sovyetler Birliği yurttaşının yüreğindeki ulusal yurtseverlikle kaynaşmış Sovyet yurtseverliği, iç ayrılıklara ilişkin bütün Öngörüleri boşa çıkaracaktı, önderlerin toplantısı, durumun gerginliğini yansıtmaktaydı. Hepsi de halka ve halkın gücüne güveniyorlardı. Bundan hiçbirinin kuşkusu yoktu. Ulusa ilk açıklamaları Molotov ve Kalinin yapacaktı. Kaganoviç ve savaş sanayi yöneticileri, Leningrad, Moskova ve Ukrayna'nın bütün kent ve kasabalarından ta güneydeki Don Rostov'una dek bütün fabrikaları, tezgâhları ve işçileri hemen Urallardaki önceden hazırlanmış merkezlere ve ülkenin içerilerindeki cumhuriyetiere ve eyaletlere aktaracaklardı. Voroşilov seferberlik mekanizmasını harekete geçirmişti; ordular garnizonlar takviye etmeye ve yaklaşan düşmanı karşılamaya koşuyorlardı.
Öğleden Önce saat 11.00'de Molotov radyoda istila haberini okudu. Bir anda cesareti ve özverilik azmiyle tüm dünyayı şaşkınlık içinde bırakan 200 milyon insan tek bir amaç, tek bir irade ve tek bir ülküde birleşti. Ve o saat gözlerini, güvenlerinin, umutlarının ve özlemlerinin somutlaştığı insana, Stalin'e çevirdiler. Onları yüzyıllar boyu süregelen geriliklerinden amansız bir uğraşla, ama aynı zamanda büyük bir bilgelikle kurtaran ve onları yirminci yüzyıl düzeyine ulaştıran Stalin'di. Stalin, çok-milliyetli devletin tartışmasız önderiydi. Ona ve seçkin çalışma arkadaşlarına sonsuz bir güven besliyorlardı.
İstilanın başlamasından onbir gün sonraya, yani 3 Temmuza dek Stalin hiçbir radyo konuşması yapmadı. Bu onbir gün içinde devletlerle uluslar, sınıflarla kurumlar arasındaki ilişkilerde çok büyük değişiklikler meydana geldi. Ama onu hiçbir şey Sovyetler Birliği'nin kuvvetierini yönetme görevinden alıkoyamazdı. Gece gündüz çalışma odasındaydı. Ancak birkaç saat uyuyabiliyordu. Halkın moralinin son derece yüksek olduğunu biliyordu. 3 Temmuzda, geniş halk yığınları, herkesten daha fazla güvendikleri bu insanın söylediklerini can kulağıyla dinliyorlardı..
Stalin konuşmasına, "Bayanlar ve Baylar", diye başlamadı. Şöyle başladı: "Yoldaşlar, yurttaşlar, kardeşler. Ordumuzun ve Donanmamızın erleri! Size sesleniyorum, sevgili arkadaşlar!" Sınıfsız insan kardeşliğinin diliydi bu... Şöyle sürdürdü:
Hitler Almanyasının yurdumuza karsı giriştiği haince saldın 22 Haziranda başladı ve sürüyor. Girmek zorunda bırakıldığımız bu savaş nedeniyle, ülkemiz en azılı, en hinoğluhin düşmanı Alman Faşizmiyle bir ölüm-kalım savasına girmiş bulunuyor. Tanklar ve uçaklarla dişine dek silahlanmış bir düşmana karşı ordularımız kahramanca çarpışıyor. Kızıl Ordu ve Kızıl Donanmaa, butün güçlüklerin üstesinden gelerek, her bir karış Sovyet toprağı uğruna özverilikle savaşıyor. Kızıl Ordunun ana kuvvetleri binlerce tank ve uçakla donatılmış olarak harekete geçiyor....
Ülkemizin karşısına dikilen tehlikeyi yok etmek için gerekli olan nedir? Düşmanı yerle bir etmek için hangi önlemler alınmalıdır? Her şeyden önce, halkımızın, Sovyet halkının, ülkemizin karşı karşıya bulunduğu tehlikenin büyüklüğünü tam olarak kavraması ve rahatlığı, rastgeleceligi ve savaştan önce çok doğal olan, ama bugün savaşın tüm durumu temelinden değiştirdiği bir sırada ölümcül olan barış içinde kuruluş çalışması anlayışını terketmesi zorunludur. Düşman zalim ve amansızdır. Alın terimizle suladığımız toprakları, emeğimizle elde ettiğimiz tahıl ve petrolümüzü gaspetmeyi amaçlamaktadır. Toprak ağalarının egemenliğini geri getirmek, Çarlığı geri getirmek, Rusların, Ukraynalıların, Beyaz Rusların, Litvanyalıların, Letonyalıların, Estonyalıların, Özbeklerin, Tatarların, Moldavyalıların, Gürcülerin, Ermenilerin, Azerbeycanlıların ve Sovyetler Birliği'nin öteki özgür halklarının ulusal kültürünü ve ulusal varlığını ortadan kaldırmak, onları Almanlaştırmak, Alman prenslerinin ve baronlarının köleleri haline getirmek amacını gütmektedir. Bu yüzden sorun, Sovyet devleti ve SSCB halkları için bir ölüm-kalım sorunudur....
Ayrıca, saflarımızda yufka yüreklilere, korkaklara, yılgınlık yaratanlara ve kaçaklara yer yoktur. Halkımız korku nedir bilmeden savaşmalı, faşist istilacılara karşı yurtsever kurtuluş savaşımıza özveriyle katılmalıdır. Devletimizin yüce kurucusu Lenin, Sovyet erkeklerinin ve kadınlarının en büyük erdeminin, mücadelede cesaret, yiğitlik ve korkusuzluk ve yurdumuzun düşmanlarına karşı halkla birlikte savaşmaya hazır bulunmak olması gerektiğini söylerdi. Bolşeviklerin bu eşsiz nitelikleri, Kızıl Ordu ve Kızıl Donanma askerlerinin, Sovyetler Birliğindeki bütün halkların nitelikleri haline gelmelidir. Bütün çalışmalarımız, savaş esas alınarak, hemen yeniden örgütlenmelidir. Her şey, cephenin çıkarlarına ve düşmanın yok edilmesi görevinin örgütlenmesine bağımlı hale konmalıdır....
Kızıl Ordu. Kızıl donanma ve tüm Sovyetler Birliği yurttaşları, her-bir karış Sovyet toprağını savunmalı, kentleri ve köyleri kanlarının son damlasına dek korumalı ve halkımızın doğasında var olan cesaret, atılganlık ve uyanıklığı göstermelidir. Kızıl Orduya her yönden yardımcı olunmasını örgütlemeli, saflarını güçlü bir biçimde takviye etmeli ve gereksinim duyduğu her şeyi sağlamalıyız....
Kızıl Ordunun cephe gerisini güçlendirmeli, bütün çalışmalarımızı bu amaca yöneltmeliyiz. ...
Cephe gerisindeki bozgunculara, kaçaklara, yılgınlık yaratanlara, asılsız söylentiler yayanlara karşı amansız bir savaş açmalıyız. Casusları, sabotaj ajanlarını ve düşman paraşütçülerini yok etmeliyiz. ...
Kızıl Ordu birlikleri geri çekilmek zorunda kalırlarsa, bütün demiryolu taşıtlarını yanımızda götürmeli, düşmana tek bir lokomotif, tek bir vagon, tek bir çuval tahıl ve tek bir litre yakıt bırakmamalıyız. ...
Düşman tarafından işgal edilmiş bölgelerde bindirilmiş ya da yaya gerilla birlikleri kurulmalıdır. Düşman birlikleriyle çarpışmak, her yerde gerilla savaşını başlatmak, köprüleri ve yolları uçurmak, telgraf ve telefon hatlarını tahrip etmek, ormanları, depoları ve ulaşım hatlarını ateşe vermek üzere sabotaj ekipleri örgütlendirilmelidir....
Faşist Almanya'yla savaş, sıradan bir savaş olarak görülmemelidir. Bu, yalnızca iki ordu arasındaki bir savaş değil, aynı zamanda tüm Sovyet halkının faşist Alman ordularına karşı bir savaşıdır. Ülkemizi faşist zalimlere karşı savunduğumuz ulusal yurtsever savaşımızın hedefi, yalnızca kendi ülkemizin üstündeki tehlikeyi ortadan kaldırmak değil, aynı zamanda Alman faşizminin boyunduruğu altında inleyen bütün Avrupa halklarına yardım etmektir. Bu kurtuluş savaşında yalnız olmayacağız. Bu büyük savaşta, Hitlerci elebaşılar tarafından köleleştirilen Alman halkı da içinde olmak üzere Avrupa ve Amerika halkları gerçek müttefiklerimiz olacaklardır.
Ülkemizin özgürlüğü uğrundaki savaşımız, Avrupa ve Amerika halklarının kendi bağımsızlıkları ve demokratik özgürlükleri uğrundaki mücadeleleriyle birleşecektir.... Bu bakımdan, İngiltere Başbakanı Bay Churchill'in Sovyetler Birliği'ne yardım yapılmasını öngören tarihi sözleri, Amerika Birleşik Devletleri hükümetinin Ülkemize yardıma hazır olduğunu belirten ve Sovyetler Birliği halklarının yüreğinde şükran duygusu uyandıran bildirisi, tamamen anlaşılabilir ve açık bir şeydir.
Yoldaşlar, kuvvetlerimiz sonsuzdur. Kibirli düşman bunu çok geçmeden canı pahasına anlayacaktır. Binlerce işçi, kollektif çiftlik üyesi ve aydın, saldırgan düşmana karşı Kızıl Orduyla omuz omuza savaşmak üzere ayağa kalkıyor. Moskova ve Leningrad'ın emekçi halkı daha şimdiden Kızıl Orduyu desteklemek üzere büyük Halk Muhafız alayları kurmaya başladı. Düşmanın istila tehdidi altında bulunan bütün kentlerde bu türden Halk Muhafız alayları kurulmalıdır. Bütün emekçiler, özgürlüklerini, onurlarını ve ülkelerini Alman faşizmine karşı yurtsever savaşta canlan pahasına savunmak üzere ayağa kalkmalıdırlar....
Bütün kuvvetlerimizle kahraman Kızıl Ordumuzu ve şanlı Kızıl Donanmamızı destekleyelim!
Halkımızın bütün kuvvetleriyle, düşmanı yok edelim! Zafere doğru ileri!
Bunu izleyen dört ay, Stalin'in Sovyetler Birliği'nin önderi olarak yaşadığı en zorlu ve en çetin aylardı. Bu süre boyunca her şey sınavdan geçti. Kızıl Ordunun yalnızca bir bölümü savaş deneyimine sahipti. Gerçi öteki bölümleri de çok iyi bir eğitim görmüşlerdi, ama henüz barış zamanında yapılan manevralar ile orduların amansızca dövüştükleri ve birbirlerine kinle ateş ettikleri gerçek savaş arasındaki farkı öğrenmeleri gerekiyordu. Acaba Sovyet ordusu, deneyim içinde pişmiş, hiçbir zaman yenilmeyeceğine inanmış ve eşi görülmemiş zaferlerden başı dönmüş Alman ordularının var güçleriyle yüklenmesine karşı koyabilecek miydi?
Kızıl Ordu daha baştan karşı konulmaz bir hırs ve inatla savaşacağını gösterdi. Ama asıl büyük sınavı Smolensk savaşında verdi ve bu sınavdan alnının akıyla çıktı. Nazi ordusunun kurulmasından ve Nazi komutanlarının ordularının yenilmez olduğunu ilân etmelerinden bu yana ilk kez herkesin yenilmez sandığı Blitzkrieg yenilgiye uğratıldı. Smolensk'te Alman ordusuna karşı tam otuz gün direnildi. Almanlar en sonunda korkunç bir kıyımdan sonra-kentin küllerini ele geçirdiklerinde, muharebeyi kazanmış, ama savaşı kaybetmiş bulunuyorlardı. Hem Nazilerin yenilmez oldukları efsanesi, hem de bir savaş teorisi olarak Blitzkrieg, Kızıl Ordu tarafından yerle bir edilmişti.
Her iki tarafın da kaybı büyüktü. Ama Kızıl Ordunun topçuluk tekniği görevini hakkıyla yerine getirmişti. Nazi önderlerinin kuvvetlerini toparlamaları altı hafta aldı. Oysa zaman hızla uçup gidiyordu. Smolensk savaşının başında, tank kolordusu birliklerine verilen "hemen Moskova üzerine yürüyün" emri, askerlik tarihi tutanaklarına geçmiştir. Ama artık Alman ordusu Moskova'yı kıştan önce ele geçirse bile, her şey programın gerisinde kalmıştı. Smolensk'in düşüşünden tam altı hafta sonra Hitler şunu ilân etmişti: "Son yirmidört saattir, savaşın gidişini ve süresini belirleyecek nitelikte harekâtlar sürdürülmektedir." ileri harekâtta bulunmak ve başkenti ele geçirmek için seksen Alman tümeni çaba harcıyordu. Kızıl Ordu, ilerleyen düşmana durup dinlenmeden vuruşlar indiriyor, savaşarak geri çekilirken kuvvetini koruyor ve düşman yorgunluk belirtisi gösterdiği ve ilerleme hızı düştüğü anda ezici bir güçle üstüne atılmak üzere taze yedek güç topluyordu. Bu "yedek güç teorisinin uygulanması, sonsuz bir sabır, bitmez tükenmez bir savaşma gücü ve karşı-saldırıya geçilecek anı hiç şaşmadan kestirebilme yeteneği istiyordu.
Stalin, bu niteliklerin tümüne sahipti. Bu müthiş mücadelede genel kurmayıyla birlikte, Kızıl Orduyu gece gündüz izliyor ve yönetiyordu. Kasım sonlarına doğru Alman saldırısının etkisi azalmaya başladı. Daha sonraki günlerde de sürekli olarak azalmaya devam etti. Stalin, kışın yaklaştığını haber veren bir geceden sonra, 6 Aralık sabahı, büyük karşı-saldırı emrini verdi ve Moskova'nın ardında toplamış olduğu ve kış savaşı için eşsiz bir biçimde donattığı muazzam yedek ordusu savaşa fırtına gibi dalarak Almanları Moskova kapılarından ve daha birçok yerden söküp attı. Yalnızca bir yaz savaşına göre donatılmış olan, kentlerin sıcak örtüsünden ve bir ilkbahar saldırısı olanağından yoksun bulunan Alman ordusu, Rusya kışının ıssız bozkırlarına geri püskürtüldü.
İkinci Dünya Savaşı tarihi kaleme alındığında, gerek Smolensk meydan savaşının modern savaşın Blitzkrieg reçetesinin yanılmazlığını darmadağın edişi, gerek Kızıl Ordunun 6 Kasım 1941'de başlayan karşı-saldırısının savaşın kesin dönüm noktası olduğu mutlaka belirtilecektir. Hitler, ne kadar çabalarsa çabalasın, Moskova üzerine yürüyüşünü artık sürdüremiyecekti. Daha sonraları, Leningrad ve Stalingrad üzerinden büyük kuvvetlerle düzenlediği kuşatma harekederiyle Moskova'ya erişmeye çalışacaktı. Kızıl Ordu hattı iki kez nerdeyse yarılacak gibi olacaktı. Ama Nazi ordusunun en seçkin birlikleri yenilmiş, hırpalanmış, bitkin düşmüştü. Onların yerine gönderilenlerse hiçbir zaman aynı ayarda olmayacaktı. Artık Nazi genel kurmayının, Kremlin'deki adamın stratejisiyle boy ölçüşebüecek hiçbir stratejik sermayesi kalmamıştı.
İkinci Dünya Savaşının 1941'deki Moskova Meydan Muharebesinin, Birinci Dünya Savaşındaki Marn Muharebesine benzer bir yanı vardır. 1915'teki Marn Muharebesi, Almanların batı yönünde derlemelerinin doruk noktasını meydana getiriyordu. Orada, bel veren Fransız hattı, ardındaki kuvvet Almanların hiçbir zaman erişemeyeceği boyutlara varıncaya dek ayakta tutulunca, Almanya'nın nihaî yenilgisi kesinleşmişti. Şimdi de aynı biçimde, Petsamo, Leningrad, Moskova, Stalingrad ve Kuban boyunca uzanan ve bel veren hattın geresinde durmadan asker ve silâh yığınağı yapılıyordu. Bu yığınak, Moskova Muharebesiyle başlamış olan şeyi tamamlayacak dev çığı hazırlıyordu.
Bu büyük savaşın ortasında, Naziler Moskova'ya gittikçe yaklaşırlarken, Lord Beaverbrook ve Bay Averil Harriman başkanlığında bir İngiliz-Amerikan kurulu Moskova'ya geldi. Kurul üyeleri, Stalin'in sinirli, kuşkulu. yaklaşan tehlike karşısında paniğe kapılmış bulacaklarını umuyorlardı. Oysa Stalin'le karşılaştıklarında hayal kırıklığına uğradılar. Daha sonraları Bay Harriman şöyle diyecekti: "Beaverbrook ve sen esas olarak Stalin'le çalıştık. Onun kadar hızlı ve yoğun çalışan bir insan görmedim." Lord Beaverbrook da şunları söyleyecekti: "Eğer insanları biraz olsun tanıyorsam, eğer şu uzun yaşamımda biraz olsun deneyim kazanmışsam, bu adamın önderlik gücüne inandığımı rahatlıkla söyleyebilirim."
6 Kasımda, Sovyet Devrirninin yirmidördüncü yıldönümünün arifesinde Stalin, Moskova Sovyeti ve çeşitli parti örgütleri ve kamu kuruluşlarının bir toplantısında bir konuşma yaptı. Ortaya bir kez daha gerçekleri ayndınlatan, yapılacak işler konusunda herkese açık bir fikir veren, yalın, kesin ve bilimsel bir çözümleme koydu. Şöyle dedi:
... Savaşın başlarında yaptığım konuşmalardan birinde, savaşın ülkemiz için ciddi bir tehlike yarattığını söylemiştim. Şimdi dört aylık bir savaştan sonra, bu tehlikenin azalmak şöyle dursun, tersine arttığını belirtmem gerekiyor.... Düşmanı hiçbir zayiat durdurmuyor, askerlerinin kanının dökülmesine zerrece aldırmıyorlar, yıkılanların yerine durmadan daha fazla asker sürüyorlar, Leningrad ve Moskova'yı kış bastırmadan ele geçirmek için olanca çabalarını harcıyorlar, çünkü kışın kendileri için hiç de hayırlı olmayacağını çok iyi biliyorlar.
Dört aydır süren savaşta 350 bin ölü, 378 bin kayıp verdik; yaralılarımızın sayısı 1.020.000. Aynı süre içinde düşman ölü, yaralı ya da tutsak olarak 4.500.000'den fazla kayıp verdi. Faşist Alman istilacılan, ülkemize saldırıya geçerlerken, Sovyetler Birliği'nin işini birbuçuk, İki ayda kesin olarak "bitireceklerini" ve bu kısa süre içerisinde Urallara ulaşabileceklerini sanıyorlardı. Almanları bu "yıldırım" planını gizlemediklerini belirtmek gerekir. ... ama bu çılgınca plana artık tamamen bozguna uğramış gözüyle bakılabilir.
... Faşist Alman strateji uzmanları, Sovyetler Birliği'nin işini İki ayda bitireceklerini ve bu kısa süre içinde Urallara ulaşacaklarını ileri sürerlerken neye bel bağlıyorlardı?
Onlar her şeyden önce ciddi olarak. SSCB'ye karşı genel bir ittifak kurmayı, bu ittifaka İngiltere ve ABD'yi de katmayı ve bu ülkelerdeki egemen çevreleri devrim umacısıyla korkutarak ülkemizi öteki devletlerden tamamen tecrit etmeyi hesaplıyorlardı.... Aslında ünlü Hess. Alman faşistleri tarafından İngiltere'ye, sınf İngiliz politikacılarını SSCB'ye karşı genel bir haçlı seferine katılmaya ikna etmek amacıyla gönderilmişti. Ama Almanlar fena halde yanıldı-lar. ... SSCB yalnızca tecrit olmamakla kalmadı, aynı zamanda İngiltere, ABD ve Almanlar tarafından işgal edilen öteki ülkelerin kişiliğinde yeni müttefikler kazandı....
Almanlar, İkinci olarak, Sovyet düzeninin istikrarsızlığına ve Sovyet cephe gerisinin güvenilmezliğine bel bağlamışlardı.... ama Almanlar bunda da fena halde yamldılar. SSCB'deki halklar ailesini. Kızıl Ordusunu ve Kızıl Donanmasını büyük bir özverilikle destekleyen tek bir sarsılmaz kamp içinde birleştirdiler.... Son olarak, Alman İstilacıları, Kızıl Ordu ve Kızıl Donanmanın zayıflığına bel bağladılar.... Ama bunda de fena halde yamldılar.... Kendi güçlerini olduğundan büyük, bizim ordu ve donanmamızın gücünü ise olduğundan küçük gönlüler. Hiç kuşkusuz, ordumuz ve donanmamız henüz gençtir, topu-topu dört aydır savaşıyor ve henüz tam kıvamında değildir. Buna karşılık, karşıtlarında iki yıldır savaşan Almanların kıvamında bir ordusu ve donanması vardır.
... Kızıl Ordunun aleyhine bazı etkenler vardır. Bunun sonucunda, ordumuz geçici bir takım yenilgilere uğramaktadır. ... Bu aleyhte etkenler nelerdir?
... Kızıl Ordunun yenilgi nedenlerinden bir tanesi, Avrupa'da faşist Alman ordularına karşı ikinci bir cephenin bulunmamasıdır. Gerçekten de şu anda, İngiltere ve ABD'nin Avrupa kıtasında faşist Alman birliklerine karşı savaşacak hiçbir ordusu yoktur. ... Avrupa'da Almanlara karşı ikinci bir cephenin bulunmaması hiç kuşkusuz Alman ordusunun durumunu kolaylaştırmaktadır. Ama Avrupa kıtasında ikinci bir cephenin açılması —yakın gelecekte mutlaka açılmalıdır— hiç kuşkusuz esas olarak ordumuzun durumunu kolaylaştıracak ve Alman ordusunun aleyhine olacaktır. Ordumuzun uğradığı geçici yenilgilerin bir nedeni de, ordumuzun tank sayısının ve kısmen de hava kuvvetlerinin yetersiz oluşudur. ...
Almanlann tank üstünlüğünü bertaraf etmenin ve böylece ordumuzun durumunu köklü bir biçimde düzeltmenin tek bir yolu vardır. Bu da, yalnızca ülkemizin tank üretimini birkaç misli artırmakla yetinmemek, aynı zamanda tanksavar uçakları, tanksavar silâh ve toplan, tanksavar elbombalan ve havanlan üretimini de kesin olarak artırmak, daha fazla tanksavar siperi kazmak ve her türden tanksavar engelleri kurmaktır. İşte, bugünkü görevlerimiz bunlardır.
Daha sonra Stalin, Sovyetler Birliği'nin kesin hedeflerini belirlemeye koyuldu:
Hitler Almanyasının tersine, Sovyetler Birliği ve müttefikleri, Avrupa'nın ve SSCB'nin köleleştirilmiş halklarını Hitler zulmünden kurtarmak amacıyla haklı bir kurtuluş savaşı vermektedirler, işte bu yüzden, bütün dürüst insanlar, SSCB, ingiltere ve bütün öteki müttefiklerin ordularını kurtuluş orduları olarak desteklemelidirler.
Bizim, yabancı Avrupa topraklarım ya da İran da içinde olmak üzere Asya halklarını ve topraklarını ele geçirmek gibi savaş hedeflerimiz yoktur ve olamaz da. Bizim İlk hedefimiz, topraklarımızı ve halklarımızı faşist Alman boyunduruğundan kurtarmaktır.
Bizim, Avrupa'nın yardımımızı bekleyen Slav uluslarına ya da öteki köleleştirümiş uluslara kendi irademizi ya da kendi düzenimizi zorla kabul ettirmek gibi bir sava; hedefimiz yoktur ve olamaz da. Bizim amacımız, Mitler zorbalığına karsı verdikleri kurtuluş mücadelelerinde bu uluslara yardım etmek ve sonra da onları topraklarında diledikleri yasamı kurmakta tamamen serbest bırakmaktır. Başka ülkelerin içişlerine müdahale edilemezi... Bu konuşmada geçen "ikinci bir cephenin bulunmayışı" gibi sözler, birçoklarınca, gerçek durumun ortaya konulması olarak değil de, îngütere ve ABD'ye yönetilmiş bir eleştiri olarak kabul edildi. Gerçi Finlilerin yardımına giden askeri kuvvetin ne kadar çabuk hazır edüdiği ve "Almanya ile Rusya'yı aynı sepete koymamızı" isteyen bakanın böbürlenmeleri gözönüne alındığında, mgdtere'nin askeri bakımdan bu derece hazırlıksız oluşunu anlamak çok zordu; ama ben o dönemde Stalin'in böyle bir eleştiri yöneltmeyi aklından geçirdiğim sanmıyorum.
Ama gene de, "Avrupa'daki İkinci Cephe" sorunu çok geçmeden Sovyetler Birliği ve İngiltere hükümetleri arasındaki ilişkilerde bir gerilemeye yol açtı. Bu ayrılık, Bay Churcillin 1942 sonbaharında Moskova'yı ziyaret edişine dek büyüdü. Churchill'in Moskova'ya gelip Stalin'le görüşmesi unutulmaz bir olaydı. Bu iki sağlam kişilikli savaşçı, temsil ettikleri toplum düzenlerinin somut birer anlatımı olan bu iki insan, kendilerince değerli bildikleri şeyler uğruna kendi tarzlarında savaşan bu iki adam, yaşamlarının en önemli döneminde ilk kez karşılaşıyorlardı. Birçok ortak yanları vardı. Apayrı nitelikte ordularda ve bambaşka amaçlar uğrunda hizmet görmüş olmalarına karşın, her ikisi de çok zengin deneyimlere sahip askerlerdi. Her ikisi de Önderlik etmeye alışkın politika adamlarıydılar. Her ikisi de "pratik insanlar"dı; güçlü bir mizah duyusuna sahiptiler. Karşılaşmalarının alaylı bir yanı da vardı. Birbirlerine ordularla karşı çıktıkları, birbirlerini iğneleyici sözlerle yerdikleri günlerin üzerinden çok uzun bir zaman geçmemişti. Ama önlerinde böylesine büyük bir tehlike dururken, birbirlerine geçmişle ilgili suçlamalar yönelterek vakit kaybetmeyecek kadar büyük adamdılar.
Bu iki dev, ağızlarından eksik etmedikleri pipo ve pürolarıyla, bir akşam Kremlin'deki odayı çatışan fikirlerin kıvılcımlanyla, anılarla ve kahkahalarla canlandırdıkları ve gecenin geç vakitlerine dek süren "gizli" bir görüşme yaptılar. Karşıt yaşam felsefelerinin karşı karşıya geldiği, ama onları ortak amaçlarında birbirlerine daha da yaklaştıran bu görüşmeyi ancak orada hazır bulunanlar anlatabilir. Acaba devrim tarihine, müdahale savaşına ve İngiliz-Sovyet ilişkilerine değindiler mi? Askeri stratejiyi, savaşın olasılıklarını, Nazilere karşı mücadelenin sonuçlarını, İngiliz imparatorluğu'nun, Sovyetler Birliği'nin ve genel olarak dünyanın geleceğini tartıştılar mı? Tahminden öteye gidemeyiz. Ama kesin olan bir şey varsa o da, her ikisinin de birbirlerini daha yakından tanıma olanağı bulduğu ve birbirlerinden daha derin bir saygıyla, bu savaşta ve daha sonra, birlikte uzun bir yol yürüyebileceklerine güvenli olarak ayrılmış olduklarıdır.
Hiç kuşkusuz gerek "resmi toplantılar"da, gerek "gayri-resmi toplantılar"da "İkinci Cephe" sorunu çok tartışıldı. Gerçekten de, Bay Churchill'in Moskova'yı ziyaretinin amaçlarından biri de, "İkinci Cephenin daha bir süre açılmamasının nedenlerini açıklamaktı".
Churchill Moskova'ya, Kızıl Ordunun Moskova Muharebesinden beri en büyük baskıyla karşı karşıya kaldığı, Almanların Stalingradı ele geçirmek için büyük bir muharebeye girişmek üzere oldukları bir sırada gitti. Sovyet kuvvetleri bir yıldır ikibin millik bir savaş hattı üzerinde çarpışıyorlardı. Bu bir yıl boyunca, tarihte görülmemiş büyüklükte bir insan ve malzeme boşaltma işlemini sürdürmek zorunda kalmışlardı. Stalin, savaşın tüm yükünü Kızıl Ordunun taşıdığını birçok kez belirterek batı müttefikinden yardım harekâtına girişmesini istemişti. Bay Churchill, Stalin'in ve çalışma arkadaşlarının ta 1944 Martına dek büyük çıkarma harekâtlarından neyin amaçlandığını değerlendirmekte güçlük çektiklerini birçok kez belirtmiştir.
Stalin'in, bu teknik açıklamaları kabul etmek zorunda kalmakla birlikte, onları hiçbir zaman çağrısı için yeterli yanıt saymadığı açıktır. Bay Churchill'in ayrıntılı açıklamasını dinlerken, Stalin'in, "Biz devam ediyoruz.. Karşılıklı şikâyet yok" dediği söylenir. Bay Churchill, "Stalin, hayallare kapılmayan bir insandır" demiştir. Rusya'nın önderi, Bay Churchill'in görüşü üzerinde daha önceleri bir ölçüde hayale kapılmış olsa bile, artık onu tam olarak biliyordu. Ama Stalin'in ikinci Cephe istemiyle müttefiklerin uzayıp giden hazırlıkları arasındaki karşıtlığın ardında, Stalin'in bakış açısıyla Bay Churchill'in bakış açısı arasındaki derin ayrım yatmaktadır. Stalin'in bu istemde bulunmasının nedeni, eğer yardım gelmezse Kızıl Ordunun bu zorlu baskıya dayanamayacağından korkması değildi. Onun bu isteğinin nedenleri başkaydı. Her şeyden önce, Kızıl Ordu Alman birliklerinin bitkin ve yorgun kuvvetlerine kendi yedek kuvvetleriyle şiddetli bir karşı-saldırıya geçeceği sırada, batıda da Almanlar doğuda yedek güç sıkıntısı çekerken onları çok miktarda kuvvetlerini batıya çekmek zorunda bırakacak güçlü bir saldırının başlatılması, Almanların sonu demek olacaktı. Stalin, bunu çok iyi biliyordu.
Yoksa Almanlar doğuya daha fazla kuvvet yığabilecekler ve Kızıl Ordu, Alman Ordusunu büyük karşı-saldırıya olanak sağlayacak kadar yıpratmak için çok daha çetin ve uzun bir görevle karşı karşıya kalacaktı. Bu büyük karşı-saldırı, Bay Churchilli ziyaretinden bir buçuk yıl sonra meydana gelecek ve Başbakanın deyişiyle, "Alman ordusunun bağırsaklarını deşecekti." Ama o sırada İkinci Cephe hâlâ ön "yumuşatma" aşamasında bulunacaktı.
Ayrıca daha önemli bir sorun daha vardı. Amerikalı müttefiklerimizle birlikte Bay Churchill ve hükümeti stratejilerini şuna dayandırmışlardı: Kendileri Öldürücü vuruş için çok büyük bir kuvvet toplayıncaya dek, Kızd Ordu Almanları Doğu Avrupa'da iyice uğraştıracak, onlar da kendi askerî harekâtlarını imparatorluklarının savunulmasıyla sınırlı tutacaklar, Sovyetler Birliği'ne yalnızca cephane yardımı yapacaklardı. Bu kişisel bir kanı değil, bir gerçektir. Stalin'in, bunun Sovyet halkına ve Kızıl Orduya büyük özverilikler yükleyeceğini görmemesi olanaksızdı. Sovyet halkının müttefiklerinden çok daha fazla kanı dökülecekti.
Bu iki farklı savaş stratejisinin ardında, "büyük çıkarma harekâtlarının gerektirdiği görevlerin farklı bir biçimde değerlendirilmesinden çok daha başka şeyler yatıyordu. Bu iki farklı strateji anlayışının ardında, bu iki adamın herbirinin kendi temsil ettiği toplum düzeninde derin kökler salmış farklı felsefeleri yatıyordu. Bu iki farklı felsefeyi berrak bir biçimde görmek için bugün şu soruyu sormak yeter:
"Eğer Dunkirk'ten sonra Almanya iki cephede birden savaşmayı seçseydi, İngiltere ne yapardı?"
Eğer bize karşı böyle bir mücadele açılsaydı, ülkenin dört bir bucağı mutlaka Dunkirk'tekini fersah fersah geride bırakan bir özverilik ruhuyla dolardı. Ve Bay Churchill düşmanı alt edebilmek için buna, bu özverilik ruhuna dayanan bir stratejik programla karşılık vermek zorunda kalırdı. Düşman tarafından zorunlu kılınmış olsaydık yapmak zorunda kalacağımız şeyi, Stalin, bizim kendi insiyatifimizle ve daha büyük bir zafer stratejisinin bir parçası olarak yapmamızı bekliyordu.
Stalin, yurtseverliği, mali çıkarlara dayalı müyonlarca özel kaygıyla kösteklenmeyen bir halka önderlik etmektedir. Sovyet halkının özel ve sosyal çıkarları öylesine bütünleşmiştir ki, birinin çıkarı hepsinin çıkarı haline gelmiştir. Bizim tarihimizde bir an için olağanüstü bir özverilik ve hizmet ruhuyla bütün kişisel çıkar düşüncelerinin üstüne çıkan "Dunkirk ruhu", Sovyet halkının yalnızca bir saatlik değil, her zamanki feragat ruhudur.
Bay Churchill ise, tarihinde Dunkirk gibi destanların pek az bulunduğu bir halka önderlik etmekte ve giriştiği eylemler, Dunkirklerin çürüttüğü görüşler ve kaygılar tarafından kösteklenmekte ve yönetilmektedir. Bu, Bay Churchill'in elinde olan bir şey değildir. Kendi çıkarlarını ulusun çıkarlarının üstünde tutan, her zaman özel mülkiyetin çıkarlarının en yüce olduğuna inanmış olan bir sınıftan gelen Churchill, parlamentodan, bu temel sorunla ilgili her türlü tartışmadan uzak durmasını istemekten başka bir şey yapamaz. Bu durumda, önderlik ettiği halk, biri yurtseverlik ruhuyla dolu, öteki yalnızca kendi çıkarını düşünen iki ayrı ulustan oluşurken, Bay Churchill'in stratejisini birleşik bir halkın ortak kurtuluş mücadelesine dayandırması mümkün müdür?
Stalin, Churchill'i, Churchill olmakla "suçlamıyor". Stalin, İngiliz kapitalizminin bu çağda sahneye çıkardığı önderler arasında, söyledikleriyle yaptıkları birbirini tutan tek önderin Churchill olduğu kanısındadır. Ama şunu da unutmuyor ki, Bay Churchill gerek söyledikleri, gerek yaptıkları, onun hizmetinde bulunduğu emperyalist sistemin çıkarlarıyla sınırlıdır. Bu yüzden, ikisi de birbirlerinden neyi bekleyeceklerinin bilincinde olarak, Bolşevik'in Bolşevik, tutucu emperyalistin de tutucu emperyalist kaldığı bir dostluk kurmuşlardır.
Yaptıkları görüşmeden sonra Stalin, Churchill'in stratejisinin sınırlan içerisinde azami yardımı alabileceğini ve kendi stratejisini bu sınırlara göre ayarlamak zorunda olduğunu açıkça görmüştü. Ama bu sorun karşısında kişisel tutumunu değiştirmediği gibi, sessiz de kalmamıştı. 6 Kasım 1942'de, Sovyet Devriminin yirmidördüncü yıldönümü dolayısıyla yapılan bir toplantıda konuşurken, artık tüm dünyanın öğrendiği o açık ve yalın anlatımıyla durumu gözden geçirdi ve şöyle dedi:
... Hükümetimizin ve parti organlarının geçen dönemdeki faaliyetleri şu iki yönde olmuştur: bir yandan, barış içinde kuruluş ve güçlü bir cephe gerisinin örgütlenmesi yönünde; öte yandan da, Kızıl Ordu tarafından savunma ve saldın harekâtlarına girişilmesi yönünde.
Bu dönemde yönetici organlarımızın barış içinde kuruluş çalışmaları, hem askeri, hem de sivil sanayimizin temelini ülkemizin doğu yörelerine aktarmaktan; sanayi işçilerini ve fabrikalardaki makina ve gereçleri boşaltıp yeni yerlerine yerleştirmekten; doğudaki ekili topraklan genişletip kışlık ekim alanını büyütmekten; ve son olarak da, cephe için üretimde bulunan sanayi dallarımızın çalışmasını köklü bir biçimde geliştirmekten ve cephe gerisinde, hem fabrikalardaki, hem de kollektif çiftlikler ve devlet çiftliklerindeki çalışma disiplinini güçlendirmekten ibaretti. ... Ülkemizin bundan önce hiçbir zaman böylesine güçlü ve iyi örgütlenmiş bir cephe gerisine sahip olmadığını belirtmek gerekir.... ... Yönetici organlarımızın geçen yılki askeri faaliyetlerine gelince, bunlar Kızıl Ordunun faşist Alman birliklerine karşı saldırı ve savunma harekâttandır. Geçen yıl Sovyet-Alman cephesindeki askerî harekâtlar iki döneme aynlabilir:
Birinci dönem, esas olarak kış dönemiydi. Bu dönemde, Almanların Moskova üzerine giriştikleri saldırıyı geri püskürten Kızıl Ordu insiyatifi ele geçirdi, saldırıya geçti, Alman birliklerini geri sürdü ve dört aylık bir zamanda 250 mil ilerledi, ikinci dönem, yaz dönemiydi. ...
Sovyet-Alman cephesindeki askeri harekâtların ikinci dönemi, insiyatifin Almanlara geçmesiyle belirlendi. Bu dönemde, Almanlar cephemizi güneybatı yönünde yardılar, Alman birlikleri ilerlediler ve Voronej, Stalingrad, Novorossissk, Piatigorsk ve Mozdok bölgelerine ulaştılar....
Almanların askerî harekâtın insiyatifini bu yıl hâlâ ellerinde tutabilmelerini ve cephemizde oldukça büyük taktik başarılar elde etmelerini nasıl açıklayabiliriz? ... Bunun başlıca nedeni ... Avrupa'da ikinci bir cephenin bulunmayışının, onların cephemize ellerindeki bütün yedek güçleriyle yüklenebilmelerini ve güneybatı yönünde büyük bir kuvvet üstünlüğü kurabilmelerini sağlamasıdır.
Avrupa'da, Birinci Dünya Savaşında olduğu gibi, ikinci bir cephenin bulunduğunu ve bu ikinci cephenin sözgelimi altmış Alman tümenini ve Almanya'nın müttefiklerinin de yirmi tümenini uğraştırdığını düşünelim. Cephemizdeki Alman birliklerinin durumu ne olurdu acaba? Durumlarının çok acıklı olacağını kestirmek hiç de güç değildir. Üstelik bu, faşist Alman birliklerinin kesin yenilgisinin başlangıcı olurdu. Çünkü o zaman Kızıl Ordu bugün bulunduğu yerde değil. Pskov, Minsk, Jitomir ve Odessa yakınlarında bir yerlerde olurdu. ... Bunun gerçekleşmemiş olmasının nedeni, Avrupa'da İkinci bir cephenin bulunmayışı sayesinde Almanlann paçalarını kurtarmış olmalarıdır....
Almanya'nın Avrupa'yı istilası, çoğu zaman Napolyon'un Rusya'yı istilasına benzetilir. Ama bu benzetme biraz deşildiğinde geçerliliğini yitirmektedir. Napolyon, Rusya'ya karşı giriştiği sefere 600 bin askerle başlamış, oysa Borodino'ya dek bunlardan ancak 130-140 bin kadarını getirebilmişti. Moskova'da emrindeki askerlerin sayısı bundan ibaretti.
Buna karşılık biz bugün, Kızıl Ordu cephesinde, hepsi de modern savaş araçlarıyla donatılmış üç milyondan fazla askerle karşı karşıyayız. Burada nasıl bir benzetme yapılabilir ki?
Almanlann ülkemizi istilası kimi zaman da Almanların Rusya'yı Birinci Dünya Savaşı sırasındaki istilasına benzetiliyor. Ama bu da son derece su götürür bir benzetmedir. Bir kez, Birinci Dünya Savaşında Avrupa'da, Almanların durumunu çok zorlaştıran ikinci bir cephe vardı; oysa bu savaşta Avrupa'da İkinci bir cephe yoktur. İkinci olarak, bu savaşta cephemizin karşısında, Birinci Dünya Savaşındakinin iki kat kadar asker bulunuyor. Açıkça görüleceği gibi, bu benzetme hiç de yerinde değildir. Şimdi, Kızıl Ordunun karşı karşıya bulunduğu güçlüklerin ne kadar ciddi ve olağanüstü olduğunu ve faşist Alman ordularına karşı kurtuluş savaşında Kızıl Ordunun gösterdiği kahramanlığın ne kadar büyük olduğunu gözünüzün önünde canlandırabilirsiniz.
Sanırım, başka hiçbir ordu ve ülke, faşist Alman haydutlarının ve onların müttefiklerinin canavar sürülerinin böyle bir saldırısına karşı koyamazdı. Böyle bir saldırıya ancak bizim Sovyet ülkemiz ve Kızıl Ordumuz karşı koyabilirdi. Üstelik yalnızca karşı koymakla kalmıyor, aynı zamanda üstesinden geliyoruz. Sık sık şöyle bir soru soruluyor:
Peki, Avrupa'da eninde sonunda ikinci bir cephe açılacak mı? Evet, açılacak. Ergeç açılacak. Hem de yalnızca biz gereksinim duyduğumuz için değil, aynı zamanda müttefiklerimiz de en az bizim kadar gereksinim duydukları için açılacak.
Müttefiklerimiz, Fransa'nın saf dışı kalmasından bu yana faşist Almanya'ya karşı ikinci bir cephenin açılmamasının, kendileri de içinde olmak üzere özgürlüğüne düşkün bütün ülkeler için kötü bir sonuç doğuracağını görmezden gelemezler...."
Stalin, Bay Churchill'in Kızıl Orduya yardım etmenin en iyi yolu olarak gördüğü Kuzey Afrika'daki savaşın önemini küçümsüyor muydu? Amerikan Haber Ajansı Associated Press'ten Bay Cassidy'nin yönelttiği soruları yanıtladığı mektubunda şöyle yazıyordu:
Sayın Bay Cassidy, 13 Kaslm 1942
12 Kasımda elime geçen sorularınızı yanıtlıyorum,
1.Soru: Müttefiklerin Afrika'daki harekâtına ilişkin Sovyet görüşü nedir?
Yanıt: Sovyet görüşüne göre, bu harekât. Müttefik silahlı kuvvetlerinin gücünün gittikçe arttığını gösteren ve İtalyan-Alman ittifakının en yakın gelecekte dağılma olasılığını ortaya çıkaran çok önemli bir olaydır....
2.Soru:Bu harekât. Sovyetler Birliği üzerindeki baskının hafiflemesinde ne ölçüde etkili olmuştur ve Sovyetler Birliği daha başka ne gibi bir yardım beklemektedir?
Yanıt: Sovyetler Birliği üzerindeki baskının hafiflemesinde bu harekâtın ne ölçüde etkili olduğunu söylemek için vakit çok erkendir. Ama bu etkinin hiç de az olmayacağı ve Sovyetler Birliği üzerindeki baskıda yakın gelecekte belli bir hafifleme olacağı kesinlikle söylenebilir. Ama önemli olan tek şey bu değildir. En önemlisi, insiyatifin müttefiklerimizin eline geçtiğini gösterdiğinden Afrika'daki harekât Avrupa'deki askeri ve politik durumu ingiliz - Sovyet -Amerikan ittifakı lehine kökünden değiştirmektedir. Mihver devletler sisteminin önder gücü olarak Hitler Almanyasının prestijini temelinden sarsmakta ve Hİtler'in Avrupa'daki müttefiklerinin moralini bozmaktadır. Fransa'yı uyuşukluktan kurtarmakta, Fransa'nın Hitler aleyhtarı güçlerini harekete geçirmekte ve Hitier aleyhtarı bir Fransız ordusunun örgütlenmesi için zemin yaratmaktadır. İtalya'yı saf dışı bırakmanın ve Hitler Almanyasını tecrit etmenin koşullarını yaratmaktadır. Son olarak da, Avrupa'da Almanya'nın canalıcı merkezlerine daha yakın ikinci bir cephenin açılmasının ön koşullarını yaratmaktadır. Bu, Hitler zorbalığına karşı zafer sağlanmasında belirleyici bir önem taşıyacaktır.
3.Soru: Doğudaki Sovyet saldırı kuvvetinin kesin zaferi çabuklaştırmak üzere batıdaki müttefiklerle birleşme olasılığı ne kadardır?
Yanıt: Kızıl Ordu, bütün savaş boyunca olduğu gibi, görevini şeref-le yerine getirecektir; bundan kuşkunuz olmasın.
Saygılarımla, J. STALİN
Dört ay kadar sonra, Kızıl Ordunun kuruluşunun yirmibeşinci yıldönümünde, 23 Şubat 1943'te Stalin muzaffer bir havayla şunları söylüyordu:
Kızıl Ordu birlikleri üç ay önce Stalingrad varoşlannda saldırıyı başlatmışlardı. O zamandan bu yana askeri harekâtlarda insiyatif bizde kalmıştır ve Kızıl Ordunun saldırı harekatlarının hızı ve vurucu gücü azalmamıştır. Bugün, kış mevsiminin çetin koşullarında, Kızıl Ordu 950 millik bir cephe üzerinde ilerlemekte ve hemen her yerde başarı kazanmaktadır. Kızıl Ordu, kuzeyde Leningrad önlerinde, merkezi cephede, Harkov dolaylarında, Donetz Havzasında, Rostov'da, Azov Denizi ve Karadeniz kıyılarında Hitler ordularına vuruş üstüne vuruş indiriyor.
... Kızıl Ordunun yalnızca 1942-43 kışındaki saldırısının üç ayı içerisinde, Almanlar 7 binden fazla tank. 4 bin uçak, 17 bin top ve çok sayıda daha başka silah kaybettiler.
Kızıl Ordu, savaşın başlangıcından bu yana savunma ve saldırı muharebelerinde, 9 milyon kadar faşist Alman subay ve askerini saf dışı bıraktı. Bunlarınn en azından 4 milyonu savaş meydanında öldürüldü....
Alman istilacıları kudurganca karşı koyuyorlar, karşı-saldırılara geçiyorlar, savunma hatlarında tutunmaya çabalıyorlar. Ve yeni maceralara kalkışabilirler. Bu yüzden, saflarımızda şimdiki durumla yetinme anlayışına, temkinsizliğe ve kendini beğenmişliğe yer yok.
Tüm Sovyet halkı, Kızıl Ordunun elde ettiği zaferlerden büyük bir coşkunluk duyuyor. Ama Kızıl Ordunun erleri, komutanları ve politik görevlileri öğretmenimiz Lenin'in şu öğütlerini akıldan çıkarmamalıdırlar: "Birincisi, zafer sarhoşluğuna ve kendini beğenmişliğe kapılmamak gerekir; ikincisi, zaferi pekiştirmek gerekir; üçüncüsü, düşmanın işini bitirmek gerekir...."
Bundan böyle Kızıl Ordu, faşist kuvvetleri Sovyetler Birliği'nden sürdükçe, Stalin'in bildirileri zafer üstüne zafer haberleri verecektir.
Bu büyük gelişmeler sırasında Stalin, Bay Churchill'le ikinci kez, Başkan Roosevelt'le de ilk kez görüşmek üzere Tahran'a gitti. Müthiş bir buluşmaydı bu! Bu önderlerden her birine, insanoğlunun gördüğü en büyük askeri ve politik birleşimi temsil eden ve birçok yetenekli asker, denizci ve politika adamından oluşan kalabalık bir topluluk eşlik ediyordu.
Belki günün birinde, içtikleri tütün ve şaraplar, yedikleri yemekler ve giydikleri elbiseler dışında orada neler olup bittiğini öğrenebiliriz. Hepsi de alınan kararlardan hoşnut olduklarını belirttiler. Stratejik planların uyumluluk içinde yürütülmesi konusunda anlaşmaya varıldı. Savaştan sonra politik ilişkileri düzenleyecek ilkeler yeniden saptandı ve bazı ayrıntılarına dek tartışıldı. Bu planların ve ilkelerin ne olduğuna gelince, dünya bunlan eyleme döküldükçe birer birer öğrenecektir.
Stalin, daha önceki konferanslardan olduğu gibi bu konferanstan da tüm dünyanın gözündeki saygınlığını artırarak çıktı. Bay Churchill, "Büyük Stalin"in şerefine burada kadeh kaldırmıştı ve bugün artık bu sıfata hiç kimsenin bir itirazı yoktur.
Stalin, konferanstan sonra hemen Moskova'ya döndü. Düşmanlarının karalamalarına zerrece aldırmadı. Beri yandan, kendisine yağdırdan övgülerin sarhoşluğuna da kapılmaksızın yoğun çalışmalarının başına döndü. Onun için, Tahran Konferansı halkının çektiği acıların süresini bir hafta ya da bir ay kısaltmış ve döktüğü kanları biraz olsun azaltmış bile olsa, başarılı sayılacaktı. Savaşta indirilen ilk vuruştan bu yana yaklaşan zaferden bir an bile kuşkuya düşmemişti.
Şimdi, muhteşem zafer çığının Ukrayna'nın tarlalarından ve kentlerinden geçerek Sovyetler Birliği'nin batı sınırlarına ulaştığı ve bu sınırları aştığı, Kızıl Ordunun Nazi ordularını dilediği anda yerle bir edecek gibi göründüğü şu anda, Stalin'in devrimin gücüne olan inancı bin kat artmıştı. 1941'in karanlık günleri geride kalmıştı. 1942 yılının açlıkla dolu en zor günleri geride kalmıştı. 1943 yılı Sovyetler Birliği'nin yalnızca askeri zaferlerine değil, aynı zamanda üretimin savaşın gerektirdiği miktarın çok üstüne çıkmasına da tanık olmuştu. Savaşın insanlardan koparıp aldığı sosyal yaşam koşulları yavaş yavaş da olsa geri dönmeye başlıyordu. En sonunda, düşmanın üstüne batıdan girişilecek saldırının tarihi saptanmıştı. İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri hava kuvvetleri, Almanya'nın üretim merkezlerini büyük bir çaba ve durmadan artan bir şiddetle bombalıyorlardı. Çok geçmeden Avrupa'nın köleleştirilmiş halkları derin acılarının arasından ayağa kalkacaklar ve Nazi Almanyasını çökerteceklerdi.
Ama Stalin sıradan bir insan değildir. O, her zafer anında Leninin öğüdünü anımsar: "Kendini beğenmişliğe kapılma, zaferleri pekiştir, düşmanın işini bitir." Tahran Konferansı ve Nazi ordularının Sovyetler Birliği topraklarından sürülüp atılması yeterli değildir. Düşman tümüyle" yok edilmelidir". O zamana dek, elde edilen zaferlerle yetinilemez. "Hitler bir imha savaşı istedi. Ona istediğini vereceğiz." Son Nazi de teslim oluncaya ya da ölünceye dek, Stalin bu sözleri gerçekleştirmeye çalışacaktır.