Header Ads

Header ADS

Herşey Sırayla

Jack T. Murphy - Stalin

Onuncu Bölüm - Herşey Sırayla

Sosyalizmi ilk gerçekleştiren ülke, o anda gericili­ğin bütün kudurgan güçlerinin kendisine hep bir­den saldırdıklarını görecektir. Eğer bu ülke, öteki ülkelerin işçi sınıflarının örgütlenecek ve ayakla­nacak zamanı bulabilmeleri için silaha sarılmaya ve kurşuna kurşunla karşılık vermeye hazırlıklı değilse, yok olup gidecektir. JAURES 

BOLŞEVİKLER için iktidarı ele geçirmek başka şey, onu el­de tutmak başka şeydi. Bunu iyi biliyorlardı. İktidarın ele geçirilmesi, iç savaşın sonu demek değildi. Tam tersine, ik­tidarın ele geçirilmesi, iç savaşın hemen eşi görülmemiş bir kasırga gibi patlaması ve tüm dünyada sınıf kinini körükle­mesi demekti. Lenin'in ve onun Bolşevik Partisinin gözüpekliği, Rusya sınırlarının çok ötesindeki ülkelerin yöneticilerini titretti. Bunların arasında şaşkınlıktan dili tutulmayanlarsa, kendi dillerinin sözcük dağarcığının yeni küfürler­le donattılar. Öfkeden çılgına döndüler. Hiçbiri Bolşevikle­rin iktidarı ellerinde tutabileceklerine olasılık tanımıyordu. Tabi ki, dünyada Ekim Devrimini ve yeni devleti hoş karşı­layan tek bir hükümet çıkmadı.


Bütün Müttefik Devletler, Şubat Devrimini yığınla tel­graf ve binlerce söylevle kutlamışlardı. Bu olay, onların Rusya sorununu nasıl "anladıklarını" ortaya koyuyordu. Şubat Devrimionların diledikleri gibi bir devrim olsaydı, böylesine sevinmeye gerçekten hakları olurdu. Hepsi de Rusya'da kendi sınıflarının iktidarı ele geçirdiğini sanmıştı. Oysa onların Rusya'daki smıfdaşları iktidarı ele geçirmek­ten çok uzaktılar. Olaylar ispatlamıştır ki, iktidar ellerine düştüğü zaman bile onu koruyamamışlardır. Şimdiyse ikti­dar, başka bir sınıfın, bu gözlemcilere göre yönetmekten aciz ve bu fırsatı elde etmesine hiçbir zaman göz yumulmaması gereken ezilen bir sınıfın eline geçmişti. Bu bir yıkım­dı, bir uğursuzluktu. Birbirine düşman hükümetleri "silah arkadaşları" yapan ve düşmanları "ortak tehlike" karşısın­da dolaştıran bu meydan okumaya göz yumulamazdı, yu­mulmamalıydı, yumulmayacaktı.

Lenin, Stalin ve bütün Bolşevikler, dünyadaki hükü­metlerin böyle bir tutum takınacağım kuşkusuz önceden tahmin etmişlerdi. Gerçekten de, Sovyet Cumhuriyetlerini kurarak yaptıkları devrimin, dünya devriminin bir haberci­si, daha doğrusu dünya devriminin ilk aşaması olduğuna inanıyorlardı. Ama onun çabucak yayılacağına olan umut­lar genellikle büyük olmasına karşın, Rusya sınırlarının ötesine ne zaman ve nasıl yayılacağını kimse söyleyemiyor­du. Bolşevizm saflarında daha sonra ortaya çıkacak müca­delelerin akışını anlamak istiyorsak, şu gerçeği kavramak büyük önem taşır: O sıralar Bolşevik Partisi, Lenin'in deyi­miyle "kaynaşmış" bir parti olmaktan, yani sosyalizm uğru­na mücadelede bütün sorunlara ortak bir yaklaşım tarzı sağlayan marksist ilkeler ve yöntemler temeli üzerinde bir­leşmiş bir parti olmaktan henüz çok uzaktı. Parti, hâlâ gençlik günlerini yaşıyordu ve birliği herhangi bir biçimde "kaynaşmış" hale gelene dek, dünya sosyalist devriminin başlangıç aşamaları diye adlandırılan şaşırtıcı kargaşalıkla­rın yansıdığı korkunç iç mücadeleler içinde büyük ölçüde "temizlenip" yoğurulması gerekecekti.

Devrimin önder partisi olduğunda ve henüz oluşmuş Sovyet Hükümetini denetimi altına aldığında Bolşevik Partisinin içinde bellibaşlı üç akım vardı. Merkez Komitesindeki önderler, Lenin, Stalin, Sverdlov ve Cerjinski, marksizmi Lenin'in anladığı gibi anlayanları temsil ediyor­lardı. Kamenev, Zinoviev ve Rikov zaman zaman Menşeviklerinkinden ayırt edilemeyecek bir politika izleyen bir grubu oluşturuyorlar; Buharin, Radek ve Şliyapnikov da, bir "Sol Komünistler" grubunun başını çekiyorlardı. Troçki ise bir gruptan öbürüne yalpalayıp duruyordu.

İktidarın ele geçiriliş anında koşullar, bütün grupları birleştirmişti. Her birinin devrime ilişkin ayrı ayrı düşünce­leri ne olursa olsun, hepsi de dünyadaki bütün hükümetle­rin Sovyet Hükümetinin düşmanı olduğuna inanıyorlardı. Nasıl Rusya içindeki yığınları kendi sınıf düşmanlarının tahakkümünden kurtarmak gerekliydi ise dünyanın geri kalan kısmındaki yığınları da hükümetlerini tehdit eder bir duruma getirmek için onlara çağrıda bulunmayı gerekli gö­rüyorlardı.

Lenin ve Stalin, süresini ikisinin de bilmedikleri bir zaman için bir sosyalist devletin kapitalist devletlerle yan-yana varolabileceği olasılığını önceden görmüşlerdi. Ama iktidarın ele geçirildiği o anda, herkes bunu uluslararası kapitalizme indirilmiş şiddetli bir darbe olarak, aslında em­peryalist savaşın bir uluslararası iç savaşa dönüşmesi ola­rak görüyordu. Bu, dünya kapitalizmindeki en zayıf halka­nın "kopmasıydı". Hiç kimse, devrim ateşinin, Rusya sınırla­rının ne kadar ötesine "körakleyebileceklerini" bilmiyordu ve bilemezdi. Grupların bu duruma karşı takındıkları tavırlardaki farklılıklar, gerçekte onları bir gün tamamen karşıt kamplara sürükleyecek olan politik düşünüşlerindeki te­mel farklılıkları ortaya koyuyordu.

Lenin bu "kopma"dan sonuna dek yararlanmaya ha­zırdı; güçlerini gerçekçi bir biçimde korumaya ve mücade­lenin sonraki aşamasına hazır duruma getirmeye hazırlan­mıştı. Bolşevik Partisini, ömür boyu bir savaş sürdüren pro­letaryanın genel kurmayı olarak görüyordu. Dolayısıyla da, bu büyük zaferden sonuna dek yararlanacaktı, ama bu so­nuna dek yararlanmanın sınırlarını yalnızca yaşamın ken­disi belirleyebilirdi. Devrimin sınırlarını tam olarak sapta­mak Lenin'e göre, devrim için öldürücü olurdu. O sıralar Troçki ile arasındaki anlaşmazlığın temeli, işte buydu. Troçki ısrarla, devrimin Batı Avrupa sınırlarına uluşmasının zorunlu olduğunu, yoksa mahvolacağını ileri sürüyor­du; Troçki'nin Rusya'da izlenecek politika konusundaki bütün görüşlerine bu görevin yerine getirilmesi sorunu egemendi. Kamenev ve Zinovyev grubu, Rusya proletarya­sının devrime önderlik edebileceğine inanmıyordu. Bu yüzden de onların bu güvensiz tutumu, Bolşeviklerin ikti­darı ele geçirmelerine her zaman karşı çıkmalarına ve dur­madan yalpalamalarına yol açmıştır. Buharin-Radek grubu ise devrimin ve sosyalizmin ilkelerini idealize ediyor ve el­de olanak olsun olmasın, bir "devrimci savaş" ve sosyalist programın tam uygulanması çağrısında bulunuyordu.

Bu farklı akımlar Rusya dışında görülmüyordu. Dün­yanın her tarafında iki ad çınlıyordu: Lenin ve Troçki, "devrimin çılgınları". Ve Rusya dışındaki bizler bu iki adın farklı politikaları ve düşünüşleri temsil ettiklerini bilmiyor­duk. Bu gruplar çatıştığında bunalım üstüne bunalım do­ğuyor, dışardakiler "Bolşevizmin parçalanmakta olduğu" izlenimine kapılıyorlar ve hele kaynaşma süreci sonunda muhalifler sanık sandalyesini ve idam müfrezesini boylayınca ölçüsüz bir şaşkınlığa düşüyorlardı. Ama burada farklılıkların kökü, Lenin'in Bolşevik Partisini kurmasına yol açan ilk fikir ayrılığına dek uzanan Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin tarihinde yatıyordu.

Lenin'in, Sovyetlerin İkinci Kongresinin açılışında, Rusya halkı için "Barış ve Ekmek" politikasının uygulan­ması yolunda ilk adımları atması, savaşan devletlere karşı bir meydan okuma ve hükümetlerinin başı üzerinden bü­tün ülkelerin halklarına savaşın sona erdirilmesi için yaptı­ğı bir çağrıydı. "Rusya Hükümeti, bütün savaşan halklara hemen böyle bir barış yapmalarını önerir; Rusya Hükümeti, bütün ülkelerin ve bütün ulusların tam yetkili temsilcileri­nin toplantısıyla böyle bir barışın kesin koşullarının sap­tanması doğrultusunda gerekli adımlan hemen ve hiç ge­cikmeksizin atmaya hazır olduğunu ifade eder. ..." Bu bil­diriyi Sovyetler Kongresi ve Bolşevik Partisinin bütün ör­gütleri kabul ettiler.

Lenin barış uğruna bu büyük atılımı yapar yapmaz, hiç vakit kaybetmeden, daha önce birçok hükümet ve parti­nin çökmesine yol açmış olan toprak sorununa yöneldi. Bolşeviklerin bütün yaptığı, devrim partisi iktidara gelmeden önce köylülerin büyük ölçüde gerçekleştirdiği toprak ağalarının topraklarına el konulması işlemini hiç duraksa­madan meşrulaştırmak oldu. Bolşeviklerin yaptığı öteki birçok hareket gibi bu da kendi ilkelerinin ve programları­nın çiğnenmesi olarak nitelendirildi. Sosyalistler buna, bü­yük işletme tarımı değil, küçük işletme tarımı olduğu için şiddetle karşı çıktılar; ama buna karşı çıkanlar bu aşamada toprak sorunu için mücadelenin esasının toprağı işleme yöntemleri, biçimi ve işletme büyüklüğü sorunu olmadığı­nı kavrayamadılar. Bolşeviklerin gördüğü gibi, temel so­run, mülkiyet sorununu çözmek, toprak ağalarını mülksüzleştirmek ve onlann ekonomik ve politik nüfuzlarını kır­maktı. Bolşevikler toprağı millileştirmeyi ve tarımı kollektif çiftlikler temeli üzerinde örgütlemeyi yeğ tutarlardı, ama Rusya sanayi ve tarımının o günkü aşamasında böyle bir şey tamamen olanaksızdı. Her şey sırayla olmalıydı ve hep­sinden önce de iktidar sorununu çözmek gerekiyordu. Bu­nun yolunu köylülerin kendileri belirlemişlerdi. Bu yolu meşrulaştıran Bolşevikler, köylülerin tümüyle kentlerdeki İşçilerin ittifakım gerçekleştirdiler.

Daha sonra ilk Sovyet Hükümetinin, Lenin'in başkanı olduğu Halk Komiserleri Konseyinin yapısı için öneriler geldi. Jozef V. Stalin Milliyetler Komiseri seçildi, ama bu onun öteki sorumluluklarını bıraktığı anlamına gelmiyor­du. Ayrıca bu, kentin herhangi bir yerinde, yeni yöneticile­rin işe başlamasını bekleyen memurların bulunduğu bir Milliyetler Bakanlığının kurulması anlamına da gelmiyor­du. Yeni devletin ne başkanının, ne de tek bir bakanlığının dairesi vardı. Smolni Enstitüsü, hâlâ, işleri başından aşmış bir biçimde başkentteki mevzileri ele geçirme işini yöneten ve devrimi Rusya İmparatorluğunun sınırlarına varana dek kentten kente genişleten devrim genel kurmayının kararga­hıydı. Kongrenin coşkun bir tezahüratla ilan ettiği Komi­serler Konseyi başını sokacak bir yer bulmak zorundaydı.

Stalin'in sekreteri olan bir Polonyalı Bolşevik, Pestovski. Milliyetler Komiserliği için nasıl yer bulduğunu an­latır. Stalin kendisine bir yetki belgesi vermiş, o da bunun­la, Smolni Enstitüsünde yarısını başka bir komisyonun paylaştığı bir oda bulmuş. Bir masa ve birkaç sandalye sağlayıp kapının üstüne "Milliyet İşleri Halk Komiserliği" yazı­şım asmış ve eski Dışişleri Bakanlığında para bulan Troçki'den üçbin ruble ödünç almış ve işe başlamış. Ama o aşa­mada milliyet sorunları konusunda yapılacak pek az iş var gibi görünüyordu. Bu sorun, devrim daha da ilerlediği za­man ortaya çıkacaktı.

O sıralar Stalin, daha önceden hazırlıklı olmadıkları başka bir işle ilgili olarak Lenin'in çalışma odasında bulu­nuyordu. Lenin, Stalin, Sverdlov ve Troçki orada oturup tartışıyorlar, bildirilerin taslaklarını hazırlıyorlar ve tali­matlar yayınlıyorlardı. Yeni komiserlikler çalışmaya başla­yabildikleri anda onlara yol gösterecek bildiriler, kararna­meler buradan kaynaklanıyordu. Stalin'in komiserliğine. Komiserler Konseyinin aşağıdaki kararnamesi yol gösteri­yordu:

(1) Rusya halklarının eşitlik ve egemenliği: (2) Rusya halklarının ayrılıp bağımsız bir devlet kurma hakkı da içinde olmak üzere ken­di yazgılarını kendilerinin serbestçe belirlemeleri: (3) hürün ulusal ve ulusal-dinsel ayrıcalıkların ve kısıtlamaların kaldırılması; (4) Rusya'da yaşayan ulusal azınlıkların ve halk topluluklarının ser­bestçe gelişmeleri.

Birçok kararnamenin yapıcı yanlarının işlemeye baş­laması için zamana gereksinim vardı. Ne var ki, zincirlerin koparılması ve halkın eski düzenin yasalarından ve kısıtla­malarından kurtarılması, hemen etkisini gösterdi. Ayrıca, Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmeleri ve ikinci Sovyetler Kongresinin desteğini almaları, ülkedeki bütün öteki poli­tik güçlerin bu değişikliği ses çıkarmadan kabullenmeleri demek değildi. Elbette muhaliflerin hepsi saf dışı bırakıl­mıştı. Geçici Hükümet üyelerinin çoğu hapse atılmıştı. Ama Menşevikler ve Sosyalist-Devrimciler, dağınık bir du­rumda oldukları halde, bir karşı-mücadeleye girişmek için elverişli olanaklar sağlayan bütün kurumlarda güçlerini ko­ruyorlardı. Birinci Sovyetler Kongresinin eski önderleri, İkinci Kongrenin aldığı kararları tanımayı reddettiler ve Sovyetlerin parasını Sovyet Hükümetine karşı grevler için kullandılar. Demiryolu İşçileri Sendikası onların elindeydi; çok sayıda demiryolu işçisini işi bırakmaya ikna ettiler. Bu­na benzer bir grev de, telgraf işçileri ve telefon santralı per­soneli tarafından yapıldı. Banka memurları da çalışmayı reddettiler. Kerenski ordusunun komutanları, Sovyetlerin emirlerine uymayı kabul etmediler. Bu durum şimdi artık herkesçe bilinen bir olaya, yani Lenin ve Stalin'in 9 Kasım gecesi sabaha dek Başkomutan General Duhonin'le telgraf başında uzun uzadıya konuşmalarına yol açtı. Stalin bunu şöyle anlatıyor:

Lenin, Krilenko ve benim Petrograd'daki genel kurmay karargahı­na nasıl gittiğimizi anımsıyorum.... Çok endişe verici bir andı. Duhonin ve ordu karargahı, Komiserler Konseyinin emirlerine uyma­yı kesinlikle reddetti. ... Ordu komitelerinin egemenliğinde olan oniki milyonluk ordunun nasıl bir tavır takınacağı bilinmiyordu.... Telgraf başında kısa bir aradan sonra Lenin'in yüzünün nasıl ay­dınlandığını anımsıyorum. Kararını verdiği belliydi. Lenin, "Rad­yoevi ne gidelim" dedi. 'Radyo işimize yarayacak. General Duhonin'i azleden ve yerine başkomutan olarak Krilenko yoldaşı atayan özel bir emir yayınlayacağız ve subayların boşları üzerinden asker­lere hitap ederek, onlardan, generalleri tutuklamalarını, askeri ha­re kah durdurmalarını, Avusturya-Alman askerleriyle bag kurmala­rın ve barış sorununu kendi ellerine almalarını isteyeceğiz. ..." Krilenko cepheye varır varmaz Duhonin tutuklandı ve öfkeli askerler tarafından linç edildi.

Stalin, Lenin'in yanında olmadığı zamanlarda, mutla­ka Lenin tarafından verilen bir işi yapmaya gönderilmiş de­mekti. Menşevikler tarafından tezgahlanan demiryolu işçi­leri grevi sona erdirilmeliydi. Onlarla görüşmeye gönderi­len Kamenev'in eli boş dönmesi üzerine bu kez Stalin gön­derildi ve tam bir başarı elde etti. Lenin tarafından Finlan­diya'ya devrime yardımda bulunmak için gönderilen Stalin'di; Ukrayna meclisiyle görüşmede bulunmak ve onun feshedilerek yerine Ukrayna Sovyet Hükümetinin kurulma­sını sağlamak üzere Sovyet Hükümetinin tam yetkili tem­silcisi olarak gönderilen de Stalin'di.

Devrimin yazgısı ortada görünüyordu. Moskova hiç vakit geçirmeden Petrograd'ı izledi ve Kremlin'i ele geçir­mek için verilen şiddetli çarpışmalardan sonra Sovyetler 15 Kasımda zafere ulaştı. 10 Aralıkta Sibirya'da Sovyetler kuruldu. 12 Aralıkta Petrograd'da Çarlık yanlısı bir komplo ortaya çıkarıldı. Ukrayna'da General Kaledin ve Dutov'un karşı-devrimi destekledikleri sırada, 22 Aralıkta General Kornilov ve General Denikin Don bölgesinde karşı-devrimin kuvvetlerine önderlik etmek üzere General Aleksiyev'le birleştiler.

Tüm ülkeyi devrimle karşı-devrimin sardığı bu koşul­larda bakanlıkların düzenlenmesi pek mümkün olamazdı. Hükümet komiserleri komünist önderlerdi ve hepsi de Lenin'in odasındaki grubun yönetiminde oraya buraya gön­deriliyorlardı. Bir iç savaşı yönetmek, hükümet cihazını kurmak, bir ordu yaratmak, Bolşevik Partisini büyük bir hızla geliştirmek ve politikanın çapraşık yollarında ilerle­mek zorundaydılar.

Onlar bu dev görevler karşısında yeni yönetim meka­nizmasını yaratmak gibi güç bir sorunla karşılaşıldığı za­man Geçici Hükümetin sahip olmadığı bir üstünlüğe sa­hiptiler. Öteki bütün politik parti ve gruplann Sovyetlerden kopup tamamen Batı parlamentoculuğuna bel bağladıkları bir sırada, Lenin'in dehası sayesinde Bolşevikler sovyetleri yığınlar tarafından yaratılmış bir yönetim aracı olarak tanı­dılar. Halkın iradesi ve gücü ifadesini Sovyetlerde buluyor­du ve Bolşevikler buna güveniyorlardı. Yerleşme birimleri­ne göre değil de, tarlalardaki, fabrikalardaki, atelyelerdeki, ordudaki ve donanmadaki çalışma faaliyeti esas alınarak örgütlenmiş olan Sovyet iktidarı, ne yapılması gerektiğini söylemenin yanısıra, yapılması gerekeni yapmak zorunday­dı da.

Halkın büyük çoğunluğunun okuma-yazması yoktu, ama hepsi de komşularının ya iş başında ya da silah altın­da olduğunu görebiliyor, duyabiliyor ve öğrenebiliyordu. Toplantılarda kendi temsilcilerini el kaldırarak seçiyorlar­dı. Toplantılarda seçtikleri temsilcileri azledebiliyorlardı. Sovyetler, yığınların düşüncelerinin barometresi ve düşün­cenin eyleme dönüştürülmesinin aracıydılar. Sovyetler, Bolşeviklerin zafere ulaşmak için güvenmek ve seferber et­mek zorunda oldukları büyük insan gücü yığınaklarıydılar. Bolşeviklerin gücü buna dayanıyordu ve çoğunluğu bir kez elde ettikten sonra bir daha kaybetmediler. Bolşevikler Sov­yetlere yalnızca güvenmekle kalmadılar, onlara kendi güçlerini ve fikirlerini aşıladılar ve Sovyetlerin en iyi unsurlarını Bolşevik Partisine kazandılar. Yönetim cihazının kurulma­sı Petrograd'dan zorla kabul ettirilen bir şey değil, Sovyet­lerdeki yığınların yönetim araçlarına hayat vermeleriydi.

Devrimin ilk ayları ve yıllarında Sovyetler aynı zaman­da partilerin birer mücadele alanıydılar. Ve her konuda mücadele vermek gerekiyordu. O sıralar Bolşevik Partisi amaçladığı gibi "kaynaşmış" bir parti olsaydı bile, görevle­rinin çetinliği ortadan kalkmayacaktı. Ama onun kendi de­neyimsizliği güçlükleri bir kat daha artırıyordu. Karşı-devrimci kuvvetlerin bir araya geldikleri ve iktidar sorununun henüz ortada olduğu bir sırada, parti yönetiminde anlaşmazlık Lenin ve arkadaşlarının nerdeyse yenilgisine yolaçacak bir bunalım yarattı.

Uluslararası barış görüşmeleri için yapılan çağrı Müt­tefik Devletler tarafından reddedildi. Bunun üzerine Sovyet hükümeti, Mihver Devletleriyle barış görüşmelerine başla­ma kararı aldı. 15 Aralıkta bir ateşkes imzalandı ve radyo aracılığıyla Müttefikleri barış görüşmelerine katılmaya ça­ğıran bir girişimde bulunuldu. Ama bu çaba da sonuç ver­medi. Bu arada Alman ve Avusturya askerleri arasında mil­yonlarca broşür dağıtılmış ve kardeşlik duyguları binlerce millik cepheye yayılmıştı. Sovyet hükümeti toprak ilhakını ve tazminatı reddeden bir barış ilan etti ve bağımlı ulusla­rın kendi yazgılarını belirlemelerini tanıdı.

Sovyet heyeti, Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Türkiye delegeleri tarafından kabul edildi. 25 Aralıkta Dörtlü ittifak Ruslar tarafından saptanan ilkelerin kabul edildiğini açık­ladı. Brest-Litovsk'ta Von Kuelman ve Hofmann'ın yönetti­ği Dörtlü İttifak delegeleriyle görüşmelerde bulunan Sovyet heyetinin başında Dışişleri Komiseri Troçki bulunuyordu. Troçki'nin büyük günlerinden biri daha gelmişti. Şimdi kürsü onundu ve o bundan muazzam yararlandı. Konfe­ransı, Alman önderlerinin başları üzerinden Avrupa işçile­rine seslendiği bir kürsü haline getirdi. Ama böyle parlak gösteriler ancak çok kısa sürebilirdi. Sonra ne olacaktı? Ba­rışın kesin koşulları ne olabilirdi? Barış masasının öbür ya­nında oturan Karl Liebknecht değil, Prusya Genel Kurmayıydı; Almanya devrimiyse mücadele alanında yavaş ilerli­yordu. Elbette devrimci gelişmeler başlamıştı, ama bunlar görüşmeleri etkilemekten çok uzaktı.

7 Ocak 1918'de Lenin, Bolşevik Partisi Merkez Komi­tesinden, Almanlar tarafından önerilen barış koşullarını çok ağır olduklan halde kabul etmesini istedi. "Her ne pa­hasına olursa olsun," diyordu Lenin, "devrim soluk alacak bir zaman bulmalıdır." Barış koşulları, Beyaz Rusya'nın bir kısmını, Litvanya ve Polonya'nın tamamını içine alan ve Kura yarımadasından Ukrayna'ya dek uzanan önemli bir toprak kaybına yol açıyordu; ayrıca savaş tazminatı öde­mek de gerekiyordu. O sıralarda Ukrayna'da bağımsız Uk­rayna Ulusal Cumhuriyeti ilan edilmişti ve Dörtlü ittifak onunla ayrıca barış görüşmeleri yapacaktı.

İşte o sıralar, Bolşevik önderler arasındaki çatışma başladı. Buharin, Radek ve Piyatakov bu önerileri tamamen reddettiler ve Almanlara karşı bir devrimci savaş açılması­nı istediler; Bolşevik safları dışında kalan ve Sovyet iktidarına karşı olan bütün muhalif güçler onları bu konuda des­tekliyorlardı. Troçki, "ne savaş ne barış" gibi yeni bir slo­ganla, Lenin'in grubuyla Buharin'in grubunun ortasında yer aldı. Lenin, Stalin ve Sverdlov, Buharin grubunu ro­mantikler olarak nitelediler. Lenin, Troçki'nin önerisinin boş bir laf cambazlığı olduğunu ve Almanya'nın koşullarını reddetmenin Estonya ve Dvinsk'in kaybedilmesi gibi da­ha da ağır istemlere yol açacağını söylüyordu. ilk başta Troçki ve Buharin yanlıları çoğunluk sağladılar ve Troçki Barış Konferansında tartışma çabalarını sürdürdü. Troçki "ne savaş ne barış" sloganına dayanan ünlü deklarasyonu­nu açıkladı ve antlaşmayı izmalamayı reddetti.

Troçki 15 Şubatta talimat verilmesini isteyen bir tel­graf çekti. Lenin bu telgrafı, "sorunuzu yanıtlamadan önce Stalin'e danışmak istiyorum," diye yanıtladı. Daha sonra, telgraf başında Troçki'yle görüşen Lenin şöyle dedi: "Stalin şimdi geldi. Kendisiyle görüşüp ortak yanıtımızı iletece­ğiz." Almanlar 17 Şubatta ateşkesin sona erdiğini ilan etti­ler ve Alman orduları tıpkı Lenin'in daha önceden belirtti­ği gibi ilerlemeye başladı. Lenin ve Stalin, Sovyetlerin barış koşullarını kabule hazır olduğunu açıkladılar. 21 Şubatta Almanlar, Sovyet hükümetine, yeni koşulları kabul etmesi için sekiz saatlik bir süre tanıyan bir ültimatomla karşılıkverdiler; o sırada Alman orduları istilayı sürdürüyorlardı. Merkez Komitesi 23 Şubatta yeniden toplandı ve Lenin tek oyluk bir çoğunluk sağladı. Ertesi gün Tüm Rusya Sovyet­leri Yürütme Komitesi 2 eksik, 26 çekimser ve 85 red oyuna karşı 126 oyla Almanların dayattığı koşullan kabul etti.

Böylece olaylar, Bolşevik Partisinin bütün-bütüne bir­leşmiş olmaktan uzak bulunduğunu bir kez daha gösterdi. 1912'deki bölünmeye dek Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin tarihini belirleyen eski mücadele, şimdi Bolşevik Partisinin içinde olanca şiddetiyle ortaya çıkıyordu. Ve tıpkı eskisi gi­bi, Lenin yalnız mücadeleyi kazanmakla kalmadı, aynı za­manda saygınlığım çok büyük ölçüde artırdı. Gene Troçki ve yandaşlarının devrimi nerdeyse yenilgiye götürdükleri canalıcı bir anda Lenin devrimi kurtarmıştı. Ama bu kez Lenin tek başına mücadele etmiyordu. Stalin ve Sverdlov onun başlıca yardımcılarıydılar. Polonyalıların durumun­dan acı duyan Cerjinski ise oy vermekten kaçınmıştı. Ama Buharin grubu muhalefetim daha büyük ölçülere vardırdı, partinin Moskova Komitesini, Merkez Komitesinin bazı üyelerini ve bazı komiserleri Lenin ve grubuna karşı hare­kete geçirdi ve hatta işi Lenin, Stalin ve Sverdlov'u tutukla­yıp hapse atmaya hazırlanmaya dek vardırdı.

Parti Kongresi yeniden toplantıya çağrıldı. Kongre 6 Mart 1918'de toplandı. Lenin, Kongreye sunduğu raporun­da şöyle diyordu:

Partimizin, bağrında "sol" bir muhalefetin oluşması nedeniyle bu­gün geçirmekte olduğu şiddetli buhran, Rusya devriminin yaşadığı en ağır buhranlardan biridir. Bu buhran altedilecektir. Partimizi ya da devrimimizi asla yenik dûşürmeyecektir... Devrim bizim sandı­ğımız kadar çabuk olmaz... Dünya sosyalist devriminin, ileri kapi­talist ülkelerde, Nikola ve Rasputin'in ülkesi Rusya'daki kadar ko­lay başlayamayacağını kabul etmeliyiz.... Ama kapitalizmin geliş­miş olduğu, demokratik bir kültür yarattığı ve her insanı örgütledi­ği bir ülkede, hiç hazırlık yapmaksızın bir devrim başlatmak yanlış ve gülünçtür. Biz, sosyalist devrimin sancılı başlangıç dönemine henüz yaklaşmaktayız. Bu bir gerçektir... Evet, uluslararası devrimi göreceğiz; ama bu şimdilik çok güzel bir peri masalıdır, harikulade bir peri masalı. Peki sorarım size: peri masallarına inanmak ciddi bir devrimciye yakışır mı?... Alman proletaryası saldırıya geçebil­se, bu elbette iyi bir şey olur. Ama Almanya devriminin tam olarak ne zaman başlayacağım hesap edebildiniz mi, ne zaman başlayaca­ğını belirleyecek aracı keşfettiniz mi? Hayır, keşfetmediniz, biz de keşfetmedik. Her şeyi şuna bağlıyorsunuz: Eğer devrim patlak ve­rirse her şey kurtulacak. Elbette! Ama ya işler umduğumuz gibi gitmezse, ya zafere hemen ertesi gün ulaşılamazsa, o zaman ne ola­cak? O zaman yığınlar size şöyle demezler mi: benciller gibi hare­ket ettiniz, her şeyi hiçbir zaman gerçekleşmeyen talihli bir rastlan­tıya bıraktınız, kaçınılmaz olarak gerçekleşecek olan, ama henüz başlamamış bulunan bir uluslararası devrim yerine bugün ortaya çıkan gerçek durum için ne kadar yetersiz olduğunuzu ispatladı­nız... Alman emperyalizmine hizmet ediyorsunuz, çünkü milyon­lar değerinde serveti —silâhları ve cephaneyi— onlara teslim etti­niz; ordunun inanılmaz derecede acıklı durumunu gören herhangi bir kimse bunu önceden tahmin edebilirdi.... Bunu öğrendiğimiz için bölünmenin, buhranın üstesinden geleceğiz.

Troçki'nin tavrı üzerine de şunları söylüyordu: Onun faaliyetlerindeki iki yönü birbirinden ayırt etmeliyiz: Brest'te görüşmelere başladığı ve bu görüşmelerden ajitasyon amacıyla mükemmel biçimde yararlandığı sırada hepimiz onunla aynı kanı­daydık... Ama aramızda kararlaştırdığımıza göre. Almanlar bize bir ültimatom verinceye dek dayanacak, ültimatom verildiğinde ise onu kabul edecektik... Troçki'nin taktikleri zaman kazanmaya yö­nelik oldukları sürece doğruydu; ama savaşın sona erdiği ilân edil­diği ve barış imzalanmadığı zaman yanlış hale geldiler. Kongre, Lenin'in görüşlerini destekledi. Antlaşma 2 Mart 191â'de imzalandı ve 17 Martta Tüm Rusya Sovyetleri Kongresince onaylandı. Temmuz-Ağustos Kongresinde Stalin, "Rusya sosyalizme giden yolda başı çekebilir," dedi­ği zaman belli belirsiz ortaya atılmış olan "tek ülkede sos­yalizm" sorunu buhran sırasında resmî olarak ele alınma­mıştı. Ama koşullann bu sorunu en somut bir biçimde öne çıkardığını görmezden gelmek mümkün değildir. Çünkü eğer Avrupa devrimi hâlâ bir "peri masalı"ydıysa, o zaman Rusya devrimi şuna karar vermek zorundaydı: sosyalist bir devrim mi olacaktı, yoksa kapitalizme teslim mi olacaktı?

Rusyanın yönetimini eline geçiren muzaffer Sovyetler Kon­gresinde Lenin'in, "şimdi artık sosyalizmi kurmaya başlı­yoruz" biçimindeki açış sözü, onun bu konuda hangi safta yer aldığını tüm açıklığıyla ortaya koydu. Nereye dek gidebilecekleri "soluk alma"nın süresine bağlıydı, ama Le­nin'in önderliğinde nereye gittikleri konusunda en küçük bir kuşku olamazdı. Gene de, hesap edilemeyecek bütün etkenler ortaya dökülmüştü. Devrim, dünya kapitalizminin yapısını yarıp geçmişti. Artık varlığını korumak için müca­dele ediyordu ve devrimcilerin bütün sorulara verecekleri yanıtları bu mücadelenin koşulları belirliyordu. Troçki'nin, Avrupa'nın kendine göre çizdiği sınırlarım Rusya'daki zaferin bir ön koşulu olarak kabul ettirmeye kalkış­ması, devrimi tehlikeye düşürmüş ve Sovyet Rusya'ya bü­yük insan ve toprak kaybına mal olmuştu. Artık bütün dik­katler, ele geçirilmiş olan iktidarın korunması ve öteki ül­kelerin işçi sınıflarının Rusya'nın yardımına ne kadar ça­buk koşacakları sorunu üzerinde toplanmıştı.

Her ne kadar buhran boyunca Stalin kararlılıkla Lenin'in yanında yer aldıysa da, Lenin'le Troçki ya da Stalin'le Troçki arasındaki ilişkilerin kötüleştiğine ilişkin bir kanıt yoktur. Ama Troçki Dışişleri Komiserliği görevinden istifa etti ve Savaş Komiseri oldu. Hükümet üyesi olan "sol" Sosyalist-Devrimciler, Almanya'yla barış antlaşması yapıl­masını protesto ederek istifa ettiler. Toplum henüz tek par­tili bir toplum haline gelmemiş olmasına karşın, hükümet artık tek partili bir hükümet olmuştu. Menşevikler, Sosya­list-Devrimciler, Kadetler ve Oktobristler can çekişen, ama ölmemek için umutsuzca mücadele eden örgütlerdi.

Barışla ilgili olarak ortaya çıkan buhran en yüksek noktasına vardığında, bu kişiler, Bolşeviklere karşı bir mü­cadele aracı olarak bir başka büyük soruna sarıldılar. Bolşe­vikler de içinde olmak üzere, bütün partiler, bir Kurucu Meclis toplanmasını istemişlerdi. Geçici Hükümet ise, Ku­rucu Meclisin toplanmasını durmadan ertelemişti. Şimdi Menşevikler ve Sosyalist-Devrimciler bu meclisin toplan­ması için her zamankinden daha istekliydiler. Kurucu Mec­lis toplantıya çağrıldı ve 5 Ocak 1918'de toplandı. Bolşevik­ler aşırılıktaydılar; çoğunlukta olan partiler Sovyetlerin da­ğıtılmasını istedi. Bolşevikler ise, meclisten; İktidarın Sov­yetlere verilmesini onaylamasını ve sonra da kendini feshetmesini istediler; ardından da toplantıdan çekildiler. Ge­ce geç vakit, salonun kapısındaki Kızıl Muhafızlar, geriye kalan meclis üyelerinin başkanına dağılma zamanının gel­diğini bildirdiler. Kurucu meclis gecenin karanlığında kay­boldu ve kimse de arkasından gözyaşı dökmedi, iktidar Sovyetlerde kalmıştı.

Meclisin dağıtılmak üzere toplantıya çağrılması, Bol­şevikler hesabına tuhaf bir davranış gibi görünebilir. Ama unutulmamalıdır ki, Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi yirmi yıldır bir Kurucu Meclis toplanmasını istemişti ve bu yüzden de birçok işçi ve köylü geleceğe ilişkin umutlarım hâlâ bu mecliste görüyorlardı. Bolşevikler, Kurucu Meclis toplanıp da Sovyetlerin iktidarını tanımayı reddettiği za­man, işçilerin ve köylülerin bu meclise bel bağlamaktan vazgeçeceklerine inanıyorlardı. Ve bunda Bolşevikler ta­mamen haklıydılar.

Bu süre, Bolşeviklere güçlerini biraz olsun sağlamlaş­tırma olanağı verdi. Lenin, bundan yararlanarak, kalkınma programını sundu. Hâlâ yaygın olan yanlış bir kanının ter­sine, "komünizme sıçrayış"ı da, bütün sanayinin millileştirilmesini de önermedi; Rusya'ya dönerken ana hatlarını saptadığı programı, bankaların millileştirilmesini, sanayi­nin işçiler tarafından denetlenmesini, toprağın köylülere verilmesini ve barışı kararlılıkla savundu. Aralık ayında sendika temsilcileri, fabrika komiteleri, hükümetin teknik elemanları ve uzmanlardan oluşan Ulusal Ekonomi Yüksek Konseyi kuruldu. Bu konseyin görevi, fabrikalardaki karga­şalığı düzene sokmak ve geleceğe yönelik millileştirme planları üzerinde çalışmaktı. Harikulade bir konuşmasında Lenin o anki durumu ve görevleri şöyle özetledi:

Uluslararası ilişkilerde olağanüstü güç ve tehlikeli bir durum; ma­nevra yapma ve geri çekilme zorunluluğu: Batıda ağır ve acılı adımlarla olgunlaşmakta olan devrimin yeni patlayışlarını bekleme dönemi: ülke içinde, küçük-burjuva gevşekliği ve anarşisinin teh­didine karşı sert, proleter disipliniyle uzun süreli ve kararlı bir bi­çimde yürütülen mücadelenin amansızca "şiddetlenmesi" ve ağır bir inşa dönemi—sosyalist devrimin şu anda yaşamakta olduğu­muz özel aşamasının ayırdedici özellikleri kısaca bunlardır... Bu­günkü aşamanın özel koşullarından doğan şu sloganları, bildiği­miz günlük "devrimci" kavramıyla karşılaştırmaya çalışın: manev­ra yapmak, geri çekilmek, beklemek, ağır ağır kurmak, amansızca şiddetlenme, sert disiplin, gevşekliği yok etmek.

Bankaların ve toprakların millileştirilmesi dışında, 1918 Temmuzuna dek yalnızca beşyüz kadar özel işletme millileştirilmişti. Ama Sovyet hükümetinin, millileştirmenin, el koymanın ve vesikaya bağlamanın Sovyet iktidarı­nın korunması için güçlü politik silâhlar haline geleceği, "Savaş Komünizmi" adı verilen bir politika izlemeye zorla­yacak eşi görülmemiş bir fırtına yaklaşıyordu.

1917 Kasımının ilk başlarındaki büyük günlerin he­men ardından, Kerenski ordusunun Genel Kurmay Başkanı General Aleksiyev, Don bölgesine ilerledi ve Sovyet İktida­rına karşı savaşmak üzere "Gönüllü Halk Qrdusu"nu örgüt­lemeye başladı. Daha sonra, Aralık ayında, Tiflis'teki Menşevikler kent cephaneliğini ele geçirdiler. General Kornilov ve General Denikin, Aleksiyev'e katıldılar.

Ukrayna Ulusal Hükümeti, merkezi Harkov'da bulunan Ukrayna Sovyet Hükümetine karşı Dön Kazaklarını destekledi. Al­man kuvvetlerinin Petrograd üzerine ilerleme tehlikesi baş-gösterince, Rusya Sovyet Hükümeti Petrograd'dan Mosko­va'ya taşındı. 1918 Şubat ve Mart aylarında İngiliz birlikleri Murmansk'a çıkarma yaptılar. General Mannerheim, Al­manları, Fin devrimini ezmek için kendisine askerî yardım göndermeye çağırdı. General Von der Goltz komutasında otuz bin asker gönderildi ve Mart ayında Fin devrimi bastı­rıldı. Temmuzun ilk haftasında, "sol" Sosyalist-Devrimcilér ve Anarşistler, Bolşevikleri "devrime ihanet etmekle suçla­yarak Moskova'da bir silâhlı ayaklanma düzenlediler. Avusturya-Macaristan savaş tutsaklarından oluşan bir Çek-Slovak kolordusu, Trans-Sibirya demiryolu üzerindeki Çelyabinsk'i ele geçirdi. Sosyalist Devrimciler, Halk Basın Ko­miseri V. Volodarski'yi katlettiler. Almanlar Ukrayna'nın kontrolünü ele geçirmişlerdi. Türkler Kafkasya'yı istila edi­yorlardı, Karşı-devrim kuvvetleri dört bir yandan bastırdıkça, yiyecek durumu gittikçe ciddileşiyordu. Stalin'e Cum­huriyetin ambarını kurtarma görevi verildiğinde, karşı­devrim kuvvetleri Çaritzin'i (şimdi Stalingrad) ve güney­den gelen bütün bir yiyecek ikmal sistemini tehdit ediyorlardı.
Blogger tarafından desteklenmektedir.