BİR RUS "İDEALİST FİZİKÇİSİ"
İçinde çalışmak zorunda kaldığım kötü koşullar yüzünden tartışılmakta olan konuyla ilgili Rus yazınını tanıma olanağından hemen hemen tümüyle yoksundum. Bu bakımdan, bizim adı çıkmış gerici filozofumuz B. Lopatin'in kaleminden çıkma ve konum açısından çok önemli bir makaleyi özetlemekle yetineceğim. "Bir idealist fizikçi" adını taşıyan bu makale, Felsefe ve Psikoloji Sorunları[97] dergisinde (Eylül-Ekim 1907) yayınlandı. Gerçek bir Rus idealist filozofu Bay Lopatin'in, çağdaş Avrupalı idealistlere karşı sempatisi, örneğin Rus Halkının Birliği'nin[98] Batı'nın gerici partilerine olan sempatisi gibidir. Kültür ve toplumsal çevre yönünden birbirinden tümüyle farklı çevrelerde çok benzer felsefe eğilimlerinin kendini göstermesi daha az ibret verici bir şey değildir. Bay Lopatin'in makalesi, 1906'da ölen Rus fizikçisi N. I. Şişkin'in, Fransızların deyimiyle bir éloge'udur (övgüsüdür). B. Lopatin, Hertz'e ve yeni fiziğe karşı büyük bir ilgi duyan bu bilgili adamın yalnız Kadet partisinin sağ kanadına bağlı olmayıp (s. 339), aynı zamanda koyu bir dindar olmasından ve felsefede V. Soloviev'in fikirlerini kabul etmesinden vb., vb. büyük bir kıvanç duyuyor. Her ne kadar "çabalarının" esas çizgisi felsefe ile polisin komşuluk ettiği yörelerde kalıyorsa da, Bay Lopatin, okura, idealist fizikçinin bilgibilimsel görüşlerini nitelendiren bazı ipuçları da verebilmiştir. Şöyle yazıyor B. Lopatin: "O, bütünleşmiş ve yetkinleşmiş bir dünya anlayışının yapı malzemesi olarak bunların elverişliliği açısından araştırma yöntemlerinin, varsayımların. bilimsel olguların, en geniş biçimde eleştirilmesi yolunda gösterdiği yorulmak bilmez çaba ile gerçek bir olgucu olmuştur. N. I. Şişkin, bu bakımdan, çağdaşlarının pek çoğunun taban tabana karşıtı idi. Bu dergide yazmış olduğum daha önceki makalelerimde, bu sözümona
bilimsel dünya görüşünü oluşturan birbirine benzemez çoğu kez yetersiz malzemeleri açıklamaya çalıştım. Bunlar azçok cesur genellemeler, belli bir anda, şu ya da bu bilimsel alanda kullanışlı olan varsayımlar ve hatta yardımcı bilimsel kurgulardan oluşmuş olguları içerir. Ve bunların tümü söz götürmez nesnel doğrular payesine yükselmişlerdir, ve bütün öteki fikirler, bütün öteki felsefi ve dinsel nitelikteki inançlar, bu yadsınamaz nesnel doğrular açısından yargılanmalıdır ve bu doğrularda belirtilmemiş olan her şey reddedilmelidir. O bizim çok yetenekli doğa bilgini ve düşünür profesör V. I. Vernadski, örnek bir açıklıkla, belli tarihsel bir çağın bilimsel görüşlerini, hareketsiz. herkes için zorunlu, dogmacı bir sistemle değiştirme iddialarının ne kadar boş ve yersiz olduklarını göstermiştir. Üstelik böyle bir değiştirmenin suçlusu yalnızca geniş okur kitlesi değildir [B. Lopatin, burada not halinde şunları ekliyor: "geniş kamuoyu için, bütün sorulara yanıt getiren bilimsel bir ilmihalin varlığına olan inancı beslemek amacıyla çeşitli basit kitaplar yazılmıştır. Bu cinsten tipik yapıtlar şunlardır: Büchner'in Kuvvet ve Madde'si ve Haeckel'in Evrenin Bilmecesi"], bilimin belirli dallarındaki tek tek bilim adamları da değildir; işin daha da garibi bu günahın bütün çabaları, zaman zaman, daha önce özel bilimlerin temsilcilerinin söylemiş olduklarından fazla hiç bir şey söylemediklerini, ancak bunu kendi dillerince söylediklerini tanıtlamaya yönelik resmi profesörler tarafından sık sık işlenmiş olmasıdır.
bilimsel dünya görüşünü oluşturan birbirine benzemez çoğu kez yetersiz malzemeleri açıklamaya çalıştım. Bunlar azçok cesur genellemeler, belli bir anda, şu ya da bu bilimsel alanda kullanışlı olan varsayımlar ve hatta yardımcı bilimsel kurgulardan oluşmuş olguları içerir. Ve bunların tümü söz götürmez nesnel doğrular payesine yükselmişlerdir, ve bütün öteki fikirler, bütün öteki felsefi ve dinsel nitelikteki inançlar, bu yadsınamaz nesnel doğrular açısından yargılanmalıdır ve bu doğrularda belirtilmemiş olan her şey reddedilmelidir. O bizim çok yetenekli doğa bilgini ve düşünür profesör V. I. Vernadski, örnek bir açıklıkla, belli tarihsel bir çağın bilimsel görüşlerini, hareketsiz. herkes için zorunlu, dogmacı bir sistemle değiştirme iddialarının ne kadar boş ve yersiz olduklarını göstermiştir. Üstelik böyle bir değiştirmenin suçlusu yalnızca geniş okur kitlesi değildir [B. Lopatin, burada not halinde şunları ekliyor: "geniş kamuoyu için, bütün sorulara yanıt getiren bilimsel bir ilmihalin varlığına olan inancı beslemek amacıyla çeşitli basit kitaplar yazılmıştır. Bu cinsten tipik yapıtlar şunlardır: Büchner'in Kuvvet ve Madde'si ve Haeckel'in Evrenin Bilmecesi"], bilimin belirli dallarındaki tek tek bilim adamları da değildir; işin daha da garibi bu günahın bütün çabaları, zaman zaman, daha önce özel bilimlerin temsilcilerinin söylemiş olduklarından fazla hiç bir şey söylemediklerini, ancak bunu kendi dillerince söylediklerini tanıtlamaya yönelik resmi profesörler tarafından sık sık işlenmiş olmasıdır.
"N. I. Şişkin'de peşin yargılara dayanan bir dogmacılıktan eser yoktur. O, doğa görüngülerinin mekanikçi açıklamasının inançlı bir savunucusu olmuştur, ama bu açıklama onun için bir araştırma yönteminden başka bir şey değildir..." (s. 341.) Öyledir öyledir... Bildiğimiz nakarat! "O, mekanikçi teorinin, incelenen görüngülerin gerçek niteliğini ortaya çıkardığına inanmaktan uzaktı; bu teoriyi, yalnız, görüngüleri gruplar halinde bir araya toplamanın ve onları bilimsel amaçlarla açıklamanın en elverişli ve en verimli aracı olarak görüyordu. Bundan ötürü mekanikçi doğa anlayışı ile materyalist doğa anlayışı, onun gözünde, hiç bir biçimde çakışmıyorlardı. ..." Tıpkı Marksist Felsefe Denemeleri yazarlarının gözünde de olduğu gibi! "Tam tersine, ona öyle geliyordu ki, daha yüksek düzeydeki sorunlarda mekanikçi teori çok eleştirel ve hatta uzlaşmacı bir tutum benimsemelidir."
Mahçıların dilinde, buna, "tekyanlı, dar ve modası geçmiş" materyalizm ve idealizm karşıtlığını "aşmak" deniyor. ... "Şeylerin ilk başlangıcı ve nihai sonu, zihnimizin iç ya pisi, irade özgürlüğü, ruhun ölmezliği vb. sorunları, bütün genişlikleri içinde konulduklarında, en geniş anlamlarında onun kapsamı içerisine giremezler, çünkü bir araştırma yöntemi olarak o, yalnızca fiziksel deneyin olgularına uygulanabilirliğinin doğal sınırları içerisinde kalır." (s. 342.) ... Son iki satır, besbelli, A. Bogdanov'un Ampiryomonizm'inden aşırmadır.
Şişkin, "Mekanikçi Teori Açısından Psiko-Fiziksel Görüngüler" adlı makalesinde (Felsefe ve Psikolojinin Sorunları, c. I, s, 127), "Işık, töz olarak, hareket olarak, elektrik olarak, duyum olarak ele alınabilir" diye yazıyordu.
B. Lopatin'in, Şişkin'i olgucular arasında sınıflandırmakta haklı olduğundan, ve bu fizikçinin, tümüyle yeni fiziğin mahçı okuluna bağlı olduğundan kuşku yoktur. Işık konusundaki bu sözleriyle Şişkin, ışıkla ilgili çeşitli yöntemler, farklı görüş açılarına göre hepsi de aynı ölçüde geçerli (A. Bogdanov'un terminolojisiyle) "örgenleyici deney"in çeşitli yöntemleridir, ya da bunlar (Mach'ın terminolojisiyle) çeşitli "öğe bağlantılarıdırlar, ve, herhalde, fizikçilerin ışık teorisi, nesnel gerçekliğin kopyası değildir demek istiyor. Ama Şişkin berbat bir uslamlama yapıyor: "Işık, madde olarak, hareket olarak ele alınabilir..." Doğa ne hareketsiz maddeyi, ne de maddesiz hareketi tanır. Demek ki, Şişkin'in birinci "çatışkı"sı anlamsızdır. ... "Elektrik olarak...." Elektrik, maddenin bir hareketidir; şu halde, Şişkin bunda da haklı değil. Elektromanyetik ışık teorisi, ışığın ve elektriğin bir ve aynı maddenin (esirin) hareket biçimi olduğunu gösterdi. ... "Duyum olarak. ..." Duyum, hareket halindeki maddenin bir imgesidir. Duyumlarımız aracılığıyla olmadıkça, ne maddenin biçimlerine. ne de hareketin biçimlerine değgin hiç bir şey bilemeyiz; oysa, duyumları belirleyen şey, hareket eden maddenin bizim duyu örgenlerimiz üzerindeki etkisidir. Doğa bilimlerinin görüşü budur. Kırmızı duyumu, yaklaşık olarak saniyede 450 trilyonluk bir frekanstaki esir titreşimlerini yansıtır. Mavi duyumu, yaklaşık olarak saniyede 620 trilyon bir frekanstaki esir titreşimlerini yansıtır. Esirin titreşimleri bizim ışık duyumlarımızdan bağımsız olarak vardır. Bizim ışık duyumlarımız, esir titreşimlerinin insanın görme örgeni üzerindeki etkisine bağlıdır. Duyumlarımız nesnel, yani insanlıktan ve insanların duyumlarından bağımsız olarak var olan gerçeği yansıtırlar. Bilim bunu böyle görür. Şişkin'in materyalizme karşı kanıtları en ucuz türden bir safsatadır.
8. "FİZİKSEL" İDEALİZMİN ÖZÜ VE ÖNEMİ
Yeni fizikten çıkartılacak bilgibilimsel sonuçlar sorununun İngiliz, Alman, Fransız yazınında ele alındığını ve en değişik görüş açılarından tartışıldığını gördük. Burada, uluslararası belli bir felsefe sistemine bağımlı olmayan, ama felsefe alanının dışında yer alan, genel nedenlerle belirlenen bir ideolojik akımla karşı karşıya bulunduğumuzdan kuşku yoktur. Gözden geçirmiş bulunduğumuz veriler, Mach öğretisinin yeni fiziğe "bağlı" olduğunu kuşkuya yer bırakmayacak biçimde göstermektedir; bu veriler aynı zamanda, bizim mahçılarımız tarafından yayılan bu bağlılık fikrinin temelden yanlış olduğunu da göstermektedir. Bizim mahçılar, fizikte olduğu gibi felsefede de körü körüne modayı izlerler ve kendi marksist görüş açılarından bazı akımların genel görünümünü ve bunların önemini değerlendirmek yeteneğinde olmadıklarını ortaya koyarlar.
Mach'ın felsefesinin "20. yüzyıl doğa bilimlerinin felsefesi", "doğa bilimlerinin modern felsefesi", "doğa bilimlerinin en modern olguculuğu", vb. olduğu yolundaki sözlerin tümü çifte bir kalpazanlıkla doludur. (Bogdanov, Duyumların Tahlili, "Giriş", s. iv, xii; ayrıca bkz: Yuşkeviç, Valentinov ve ortakları.) Birincisi mahçılık, ideolojik olarak, modern doğa bilimlerinin dallarından birindeki bir okula bağlıdır. İkincisi, ve önemli olanı da bu noktadır, mahçılıkla bu okul arasındaki bağlantı, onu bütün öteki akımlardan, idealist felsefenin bütün küçük sistemlerinden ayıran şeyler değil, genellikle felsefi idealizmle olan ortak yanıdır. Bu savın doğruluğundan emin olmak için bu ideolojik eğilime bütünü içinde bir gözatmak yeterlidir. Bu okulun fizikçilerini düşününüz: Alman Mach, Fransız Henri Poincaré, Belçikalı P. Duhem, İngiliz K. Pearson. Bunların birçok ortak yanları vardır: bunların hepsinin temeli aynıdır ve aynı yönü izlemektedirler, ve kendileri de bunun böyle olduğunu kabul ederler. Ama onlarda ortak olan şey, ne genellikle ampiryokritisizm öğretisini, ne de özellikle Mach'ın sözgelimi "dünya öğeleri" öğretisini içerir. Sözü edilen son üç fizikçinin bu iki öğretiden haberleri bile yoktur. Onlar için ortak olan, "yalnızca" felsefi idealizmdir, bunların hepsi, ayrısız gayrısız, azçok bile bile, azçok açık bir biçimde felsefi idealizme eğinimlidirler. Yeni fiziğin bu okuluna dayanan, ona bilgibilimsel bir haklılık, bu- gerekçe sağlamaya ve onu geliştirmeye çalışan filozofları alınız; bunların arasında Alman içkinçilerini, mahçıları, Fransız yeni-eleştiricileri ve idealistleri, İngiliz tinselcilerini, Rus Lopatin'i, üstelik biricik ampiryomonist A. Bogdanov'u bulacaksınız. Bunların tümünde tek bir şey ortaktır, o da bunların hepsinin –azçok bilinçli, azçok kararlı, kimi zaman inancılığa doğru ani ve zamansız bir eğilim, ya da ona karşı kişisel bir tiksinti (Bogdanov)– felsefi idealizmin araçları olmalarıdır.
Yeni fizik okulu tarafından tartışma konusu yapılan temel fikir, duyumla verilen ve teorilerimizin yansıttığı nesnel gerçeğin yadsınması ya da bu gerçeğin varlığından kuşku duyulmasıdır. Bu okul, bu noktada (yanlış olarak gerçekçilik, yeni-mekanikçilik, hilokinetik denilen ve fizikçilerin kendilerinin bile bilerek açıklayıp ortaya koymadıkları) ve herkesin kabul ettiğine göre, fizikçiler arasında ağır basan materyalizmden ayrılır, ve ondan "fiziksel" idealizmin bir okulu olma sıfatıyla uzaklaşır.
Oldukça garip bir havası olan bu terimi açıklamak için, modern felsefe tarihindeki ve modern doğa bilimlerindeki bir olayı anımsamak gerekir. L. Feuerbach 1866'da, modern fizyolojinin kurucusu ünlü Johann Müller'e saldırıyor ve onu "fizyolojik idealistler" arasında sayıyordu (Werke, c. X, s. 197). Bu fizyologun idealizmi, duyumlara ilişkin duyu örgenlerimizin çalışma düzenini araştırırken, örneğin ışık duyumunun gözdeki çeşitli uyarmaların etkisinin sonucu olarak ortaya çıktığım göstererek, bundan duyumlarımızın nesnel gerçekliğin imgeleri olmadıklarının yadsınmasına varma eğilimi taşıyor olması olgusundan ibarettir. Bu, bilim adamlarının bir okulunun "fizyolojik idealizme" yönelmeleri, yani fizyolojinin bazı verilerinin idealistçe yorumlanmasına yönelmeleri eğilimi L. Feuerbach tarafından çok doğru bir biçimde saptanmıştır. Fizyoloji ile felsefi idealizmin, esas olarak kantçı türden "bağıntısı" gerici felsefe tarafından uzun süre sömürülmüştür. F. A. Lange, kantçı idealizmi desteklemede ve materyalizmi çürütmede fizyoloji ile büyük oyunlara girişti; (Bogdanov'un yanlış olarak Mach ile Kant arasında yer verdiği) içkincilerden J. Rehmke, 1882'de özellikle fizyolojinin sözde kantçılığı doğruladığı iddiasına başkaldırıyordu.16 Birçok tanınmış fizyologun o dönemde, idealizme ve kantçılığa eğilimli olmaları gibi, bugün de birçok ünlü fizikçinin felsefi idealizme eğinim gösteriyor olmaları tartışma götürmez. "Fiziksel" idealizmin, yani 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı fizikçilerinin bir okulunun idealizminin, materyalizmi "çürütme"de ve idealizm (ya da ampiryokritisizm) ile doğa bilimleri arasındaki bağın kurulmasında gösterdiği çaba, F. A. Lange ve "fizyolojik" idealistlerin gösterdikleri benzer çabalardan daha fazla değildir. Her iki durumda da, doğa biliminin bir dalındaki doğa bilginlerinin bir okulunun gerici felsefeye doğru gösterdiği sapma, esas olarak eski yerleşik kavramların. aniden çöküşünün neden olduğu geçici bir sapış, bilim tarihindeki hastalığın bir geçiş dönemi, bir büyüme aksaklığıdır.
Modern "fiziksel" idealizm ile modern fiziğin bunalımı arasındaki bağlar, daha önce de değindiğimiz gibi, herkesçe kabul edilmektedir. "Modern fiziğin şüpheci eleştirisinin kanıtlarının hepsi, aslında, dönüp dolaşıp her çeşit şüpheciliğin ünlü kanıtına varır: (fizikçiler arasındaki), görüşlerin çeşitliliği" diye yazan Rey, şüphecilerden çok Brunetiere gibi inancılığın içten yandaşlarını amaçlıyor. Ama bu çeşitlilik "fiziğin nesnelliğine karşı herhangi bir kanıt olamaz". "Fizik tarihinde, genel olarak tarihte olduğu gibi, teorilerin biçimleri ve genel görünümleri ile birbirinden ayrılan büyük dönemler ayırdedilebilir. ... Ama, yeni bir buluş yapılır yapılmaz, bu, fiziğin bütün alanlarını etkiler, çünkü bugüne dek yetersiz ya da eksik olarak anlaşılmış olan temel olguları yerleştirir, fiziğin bütün yapısı değişmiştir; yeni bir dönem başlamıştır. Newton'un bulgularından sonra da, Joule-Mayer ve Carnot-CIausius'un bulgularından sonra da olan budur. Radyoaktivitenin bulunmasından sonra olan da açıkça budur. ... Şeyleri belirli bir süre sonra görmek durumunda olan tarihçi, o şeylerle çağdaş olanların gördükleri çatışmaların, çelişkilerin değişik okullara bölünmelerin sürekli bir evrimini görmekte güçlük çekmez. Açıktır ki, şu son yıllarda fiziğin geçirmekte olduğu bunalım (felsefi eleştirilerin bundan çıkardıkları sonuçlara karşın), farklı bir şey değildir. Hatta, büyük modern bulguların yol açtığı tipik büyüme bunalımları, bunu çok iyi bir biçimde göstermektedir. Bunun sonucu ortaya çıkacak olan fiziğin yadsınamaz dönüşümü (bunsuz evrim ya da ilerleme olabilir miydi?) bilimsel anlayışı gözle görülür ölçüde değiştirmeyecektir." (Op, cit., s. 370-372.)
Uzlaştırmacı Rey, modern fiziğin bütün okullarını inancılığa karşı birleştirmeye çalışıyor! Ancak bu bir hatadır, kuşkusuz en iyi niyetlerle de olsa, gene de bir hatadır, çünkü Mach-Poincaré-Pearson okulunun idealizme (yani incelmiş inancılığa) eğinimi tartışma götürmez. İnancı anlayışın değil, "bilimsel anlayışın" temellerine bağlı ve Rey tarafından o kadar canla başla savunulan fiziğin nesnelliğine gelince, bu, materyalizmin "utangaç" bir tanımlamasından başka bir şey değildir. Fiziğin ve bütün modern bilimlerin temel materyalist anlayışı, bütün bunalımların üstesinden gelecektir, ama, metafizik materyalizmin yerine diyalektik materyalizmin zorunlu olarak konması koşuluyla.
Modern fiziğin bunalımı, onun kendi teorilerinin nesnel değerini açık yüreklilikle, açıkça ve kararlı bir biçimde kabul etmekten caymış obuasından ileri gelmektedir; uzlaştırıcı Rey sık sık bunu gizlemeye çalışır, ama gerçekler bütün uzlaştırma girişimlerinden daha güçlüdürler. Matematikçiler, diye yazıyor Rey, "konusu, hiç değilse görünüşte, bilim adamlarının kafasında yaratılmış olan ve, herhalde, çalışmalarda somut görüngülerin yer almadığı bir bilimle uğraşırlarken, kural olarak, son derece soyut bir fizik bilimi anlayışı oluşturmuşlardır, Fiziği matematiğe yaklaştırmak yolunda sürekli girişimler olmuştur, ve genel bir matematik anlayışı, genel bir fizik anlayışına aktarılmıştır, ... Bu bütün deneycilerin karşı çıktıkları fiziği anlama ve değerlendirme yöntemlerinin matematik anlayış tarafından istilasıdır. Üstü örtülü olmakla birlikte gene de egemen bulunan bu etkiden ötürü değil midir ki, düşünce, fiziğin nesnelliği konusunda zaman zaman kesin görüşlere varmaktan çekiniyor, duraksamalara, dolambaçlı yollara sapıyor ya da fiziğin nesnelliğini kanıtlamak için engelleri aşmak zorunda kalıyor? ..." (s. 227.)
Çok iyi söylenmiş. Fiziğin nesnelliği sorununda "düşüncenin duraksamaları" moda olan "fiziksel" idealizmin özünün ta kendisidir.
"... Matematiğin soyut kurguları fiziksel gerçeklik ile matematikçileri bu gerçekliğin bilimini anlayış tarzları arasına bir perde çekmişe benzer. Matematikçiler fiziğin nesnelliğini belli belirsiz hissediyorlar. ... Her ne kadar fizikle uğraşırlarken her şeyden önce nesnel olmak istiyorlarsa da; her ne kadar gerçeklikte bir basamak bulmaya ve orada kalmaya çalışıyorlarsa da, eski alışkanlıklardan bir türlü kurtulamıyorlar. Öyle ki, eski mekanikçilikten daha somut ve daha az varsayımlı olarak kurulması gereken, duyulabilir evreni yeniden kurmaya değil de, onu kopya etmeye çalışan energetik kavramlarında bile hâlâ matematikçilerin teorileri ile uğraşmaktayız. ... Onlar [matematikçiler] nesnellik olmadan fizikten sözedilemeyeceğini çok iyi anladıklarından, nesnelliği kurtarmak için her şeyi yaptılar. ... Ama teorilerinin karmaşıklığı, ya da çapraşıklığı gene de bir tedirginlik yaratmaktadır. Bu teori aşırı ölçüde yapmacıklı, zorlama, cafcaflıdır; bir deneyci, burada, fiziksel gerçek ile sürekli temasta olmasının kendisine verdiği kendiliğinden güveni hissetmez. ... Esas olarak fizikçi olan, ya da yalnızca fizikçi olan bütün fizikçilerin aslında söyledikleri budur – ve bunlar tümen tümendir; tüm yeni mekanikçi okulun söylediği de budur. ... Fiziğin bunalımı matematik anlayışın fizik alanını fethetmesinde yatar. Bir yandan fizikteki ilerlemeler, öte yandan matematikteki ilerlemeler, 19. yüzyılda bu iki bilim arasında sıkı bir kaynaşmaya yol açtı. ... Teorik fizik, matematiksel fizik oldu. ... O zaman biçimsel dönem, yani salt matematiksel olan matematiksel fizik, fiziğin bir dalı değil de, söz yerindeyse, matematiğin dalı, matematikçiler tarafından işlenen matematiksel fizik dönemi başladı. Bu yeni evreden matematikçi, çalışmasının tek konusunu oluşturan kavramsal (salt mantıksal) öğelere alıştı ve kendisini yeterince esnek bulmadığı kaba, maddi öğelerle kısıtlanmış hissederek, zorunlu olarak, her zaman, bunları olabildiğince soyutlama, onları tümüyle maddi olmayan ve kavramsal bir biçimde, ya da onları tümüyle görmezden gelerek soyutlamaya yöneldi. Ve her şeyi birden söylemek, gerçek, nesnel veriler olarak, yani fiziksel öğeler olarak öğeler, tümüyle kayboldular. Ancak geride diferansiyel denklemlerle gösterilen biçimsel ilişkiler kaldı. ... Eğer matematikçi, teorik fiziği tahlil ederken, yapıcı çalışmalarında aldanmıyorsa ..., teorik fiziğin deneyimle olan bağlarını ve onun nesnel değerin; fark edebilir, ama ilk bakışta ve bu konuda önbilgisi olmayan kişiye keyfi bir gelişmeyle karşı karşıya bulunuyormuşuz gibi gelebilir. ... Kavram, düşünce, her yerde, gerçek öğenin yerini almıştır. ... Böylece, tarihsel olarak, hastalık, fizikteki bunalım, ve onun nesnel olgulardan gözle görülür gerilemesi ... teorik fizik tarafından kabul edilen matematiksel biçim yardımıyla açıklanır." (s. 228-232.)
"Fiziksel" idealizmin ilk nedeni budur işte. Gerici girişimler, bizzat bilimin ilerlemesinden doğarlar. Doğa biliminin sağladığı büyük başarılar, maddenin öğelerine bunların hareket yasalarının matematiksel olarak ele alabilmelerini olanaklı kılacak kadar türdeş ve yalın bir biçimde yaklaşılması, matematikçilerin maddeyi görmezlikten gelmelerine yol açmıştır. "Madde kayboluyor", geriye denklemler kalıyor. Gelişmenin yeni bir aşamasında, açıkça yeni bir biçimde eski kantçı düşünceye varıyoruz: Us kendi yasalarını doğaya kabul ettirir. Hermann Cohen, gördüğümüz gibi, yeni fiziğin idealist anlayışından o denli hoşnut ki, işi, materyalist çağımızın sürüp attığı bu idealist anlayışı liseli öğrencilerin kafalarına yerleştirmek için bütün okullarda yüksek matematik öğretilmesini savunmaya kadar vardırıyor (F. A. Lange, Geschichte des Materialismus, 5. baskı, 1896, c. II, s. xlix). Bu, bir gericinin saçma rüyasından başka bir şey değildir: gerçekte ise, burada, küçük bir uzmanlar grubunun gözünde, geçici bir idealizm dalgasından başka bir şey yoktur ve olamaz da. Ama, boğulmakta olanın saman çöpünden medet umması gibi, kültürlü burjuvazinin temsilcilerinin de, bilgisizliğin, şaşkınlığın ve kapitalist çelişkilerin akılalmaz acımasızlığının yarattığı inancılığa ufacık bir yer bulmak ya da yerini korumak için en inceltilmiş, en kurnaz çarelere başvurmaları son derece anlamlıdır.
"Fiziksel" idealizmin bir başka nedeni de, görecilik ilkesi, bilgimizin göreliliği ilkesidir; görecilik ilkesi, eski teorilerin altüst oldukları bu dönemde, özel bir güçle fizikçilere kendini kabul ettirir ve eğer fizikçiler diyalektik konusunda bilisiz iseler bu kaçınılmaz olarak idealizme varır. Bu, görecilikle diyalektiğin ilişkileri sorunu, Mach öğretisinin teorik alandaki bahtsızlığının açıklanmasında belki de en önem li rolü oynamaktadır. Örneğin Rey'in, bütün Avrupalı olgucular gibi, Marks'ın diyalektiği hakkında hiç bir fikri yoktur. Diyalektik sözcüğünü yalnızca idealist felsefe spekülasyonları anlamında kullanır. Bunun sonucu olarak yeni fiziğin görecilik sorununda yolunu şaşırdığını hissetmiş olmasına karşın, gene de umutsuzca çırpınır durur ve ölçülü ile ölçüsüz görecilik arasında ayrım yapmaya çalışır. Kuşkusuz, "ölçüsüz görecilik, pratikte değilse bile mantıksal olarak, gerçek bir şüpheciliğin sınırlarına varır" (s. 215), ama görüyorsunuz ya, Poincaré'de böyle bir "ölçüsüz" şüpheciliğin kırıntısı bile yoktur. Ne boş kuruntu! Göreciliğin azlığı çokluğu eczacı terazisiyle tartılıyor ve böylelikle de mahçılık kurtarılmış oluyor!
Aslında görecilik sorununun teorik olarak tek doğru formülasyonu Marks ve Engels'in diyalektik materyalizminde verilmektedir, ve bunun bilinmemesi görecilikten felsefi idealizme varmaya mahkûmdur. Ve Bermann'ın bu olguyu anla maması, Çağdaş Bilgi Teorisi Işığında Diyalektik adlı saçma küçük kitabını her türlü değerden yoksun bırakmaya yetiyor. B. Bermann bir tek sözcüğünü anlamadığı diyalektik üzerine eski, çok eski martavalları yineliyor. Bütün mahçıların, bilgi teorisinde, her adımda, aynı bilgisizliği ortaya koyduklarını daha önce de görmüştük.
Fiziğin bütün eski doğrularının değişmez ve kesin sayılmış olanları da dahil, göreli doğrular oldukları ortaya çıkmıştır; şu halde insanlardan bağımsız nesnel hiç bir doğru olamaz. Mach'ın bütün öğretisinin, ve aynı zamanda genellikle bütün "fiziksel" idealizmin düşüncesi budur. Mutlak doğrunun gelişme süreci içindeki göreli doğruların toplamının bir sonucu olduğu, göreli doğruların, insanoğlundan bağımsız bir nesnenin göreli olarak güvenilir yansılarını temsil ettikleri, bu yansıların gitgide daha güvenilir olduğu, her bilimsel doğrunun göreli niteliğine karşın, mutlak doğrunun bir öğesini taşıdığı – Engels'in Anti-Dühring'i üzerinde düşünmüş olan herhangi bir kimse için apaçık olan bütün bu önermeler, "modern" bilgi teorisi için akılalmaz şeylerdir.
Duhem'in Fizik Teorisi17 gibi ya da Stallo'nun Çağdaş Fiziğin Kavram ve Teorileri18 gibi, Mach'ın özellikle öğütlediği yapıtlar, bu "fiziksel" idealistlerin bilgilerimizin göreliliğini tanıtlamaya en büyük önemi verdiklerini ve temelde, idealizm ile diyalektik materyalizm arasında yalpaladıklarını çok iyi göstermektedir. Başka başka dönemlerden olan ve sorunu değişik görüş açılarından ele alan (Duhem, yirmi yıl bk deneyi olan bir fizikçi; Stallo ise, 1848'de eski hegelci bir anlayışla yazdığı doğa felsefesi ile ilgili kitabından ötürü utanç duyan bir eski ortodoks hegelci) bu adı geçen yazarlar. Özellikle, mekanikçi-atomcu doğa anlayışına karşı bütün güçleri ile savaşıyorlar. Bunlar, bu anlayışın darlığını, bu anlayışın bilgimizin sının olarak kabul edilmesinin olanaksızlığını, bu anlayışı savunan yazarların bir sürü düşüncelerinin katılığını tanıtlamaya çalışıyorlar. Ve gerçekten de eski materyalizmin böyle bir kusuru bulunduğu yalanlanamaz; Engels, eski zamanın materyalistlerinin bütün bilimsel teorilerin göreliliklerini anlamayışlarından, diyalektiği bilmemelerinden, mekanik görüş açışım abartmalarından yalanmıştır. Ama Engels, (Stallo'nun tersine), hegelci idealizmi bir yana itmeyi ve hegelci diyalektiğin büyük ve gerçek özünü kavramayı başarabilmiştir. Engels, öznelciliğe kayan göreciliği değil de, diyalektik materyalizmi benimsemek üzere, eski metafizik materyalizme sırt çevirmiştir. Örneğin Stallo söyle der: "Mekanikçi teori, bütün metafizikçi teoriler gibi, kısmi, düşünsel belki de salt saymaca sıfat gruplarını ya da hatta tek tek sıfatları gerçek varlıklar haline getirir ve onları nesnel gerçekliğin çeşitlemeleri olarak ele alır." (s. 150.) Bu, nesnel gerçeğin bilgisinden vazgeçmediğiniz ve anti-diyalektik olduğu için metafizikle savaştığınız sürece doğrudur. Stallo bu açık seçikliği farketmiyor. O, materyalist diyalektiği anlamamıştır ve bu yüzden de sık sık görecilik yoluyla öznelciliğe ve idealizme kayar.
Duhem için de durum aynıdır. Duhem, büyük zahmetlere katlanarak, fizik tarihinden alınma –Mach'ta sık sık raslananlar gibi– değerli ve ilginç pek çok örneklerin yardımıyla, "yaklaşık oldukları İçin, her fizik yasasının, geçici ve göreli olduğunu" tanıtlar, (s. 280.) Bu konuyla ilgili uzun tartışmaları okuyan bir marksist, bu adam açık bir kapıyı çalıyor diye düşünür. Ama Duhem'in, Stallo'nun, Mach'ın, Poincaré'nin başarısızlıkları, diyalektik materyalizmin açmış olduğu kapıyı görememiş olmalarındadır. Onlar göreciliğin doğru bir tanımını yapamadıklarından idealizme yuvarlanıyorlar. "Bir fizik yasası, aslında ne doğru ne de yanlıştır, ama yaklaşıktır", diyor Duhem. (s. 274.) Buradaki "ama", bir sahteciliğin başlangıcını, nesneyi yaklaşık olarak yansıtan, yani nesnel doğruya yaklaşan bilimsel bir teori ile, örneğin bir dinsel teori ya da satranç oyunu teorisi gibi keyfi, hayali, düpedüz saymaca bir teori arasındaki sınırların kaldırılmasının başlangıcını içerir.
Duhem bu sahteciliği algısal görüngülere uygun düşen "maddi gerçekliğin" metafizik olup olmadığı sorusunu ortaya atmaya kadar vardırıyor, (s. 10.) Allah belasını versin bu gerçeklik sorununun! Bizim kavrayışlarımız ve varsayımlarımız "keyfi" (s. 27) yapıların simgeleridirler (s. 26) ancak, vb.. Buradan idealizme, B. Pierre Duhem tarafından kantçı bir anlayışla öğretilen "inan sahibinin fiziği"ne (Rey, s. 162; karş; s. 160) ancak bir adımlık yol vardır. Ve şu kusursuz Adler (Fritz) –bu da marksist geçinen bir mahçı!– Duhem'i söyle "düzeltmek"ten daha akıllıca bir şey bulmuş değildir: Duhem, "görüngülerin ardına gizlenen gerçekliklerin, gerçekliğin nesneleri değil de, yalnız teorinin nesneleri olarak" ayıklayıp attığını öne sürer.19 Bu, kantçılığın Hume ve Berkeley'in görüş açısından bilinen bir eleştirisidir.
Ama, kuşkusuz, P. Duhem'de hiç bir bilinçli kantçılık söz-konusu olamaz. Duhem, Mach gibi, göreciliğini neyle destekleyeceğini bilemeden yalpalar durur. Birçok pasajlarda diyalektik materyalizme son derece yaklaşır. O der ki, biz sesi, "kendi İçerisinde değil, ses üreten cisimler içerisinde değil, bizimle olan ilişkisi içerisinde tanırız. Duyumlarımızın bize ancak dışını, görünürünü verdikleri bu gerçek, akustik teorileri yardımıyla tarafımızdan bilinir. Bu teoriler, yalnız bu ses dediğimiz dış görünüşü kavradıkları yerde, gerçekte, çok küçük ve çok hızlı dönemsel bir hareketin var olduğunu bize gösterirler." (s. 7.) Cisimler duyumların simgeleri değillerdir, ama duyumlar cisimlerin simgeleridirler (ya da daha çok imgeleridirler). "Fiziğin gelişmesi, yeni malzemeler sunmaktan usanmayan doğa ile, bilmekten usanmayan us arasında sürekli bir mücadeleye neden olur." (s. 32) Doğa, tıpkı en küçük parçacığının (elektron da dahil) sonsuz oluşu gibi, doğa parçalarının en küçüğü gibi, sonsuzdur, ama us, tıpkı bunun gibi "kendinde-şeyleri" sonsuzcasına "bizim-için-şeyler"e dönüştürür. "Gerçeklik ile fizik yasaları arasındaki mücadele' böylece sonsuza dek sürecektir; fiziğin dile getirdiği her yasaya gerçeklik, er ya da geç olgu biçimindeki sert bir yalanlamayla karşı çıkacaktır, ama yorulmak bilmez fizik, yalanlanan yasayı iyileştirecek, değiştirecek ve karmaşıklaştıracaktır." (s. 290.) Eğer yazar sağlam bir biçimde insanlardan bağımsız bu nesnel gerçekliğin varlığını olumlasaydı, bu, kimsenin kusur bulamayacağı doğru bir diyalektik materyalizm açıklaması olurdu. "... Fizik teorisi, bugün kullanışlı, yarın ise işe yaramaz olan düpedüz yapma bir sistem değildir... bu, her gün daha çok doğallaşan bir sınıflandırma, giderek daha çok açıklık kazanan deneysel yöntemin yüzyüze gelmeyi kaldıramayacağı gerçekliklerin bir yansısıdır." (s. 445.)
Mahçı Duhem, bu son tümcesinde kantçı idealizmle flört ediyor: sanki "deneysel" yöntemden daha başka bir yönteme götüren bir patika varmış gibi, sanki biz "kendinde-şeyleri" doğrudan doğruya, dolaysız olarak, yüzyüze tanıyamazmışız gibi! Ama eğer fizik teorisi gitgide daha "doğal" oluyorsa, bu demektir ki, bu teorinin "yansıttığı" bir "doğa", bir gerçeklik bizim bilincimizden bağımsız olarak vardır, ve kesinlikle diyalektik materyalizmin düşüncesi de budur.
Kısacası, dünün "fizyolojik" idealizmi gibi bugünün "fiziksel" idealizmi de, yalnız, doğa bilimlerinin bir dalındaki doğa bilginlerinin bir okulunun, bir çırpıda doğrudan doğruya, metafizik materyalizmden diyalektik materyalizme yükselmeyi bilememesi yüzünden, felsefede gericiliğe düştüğünü gösterir.20 Modern fizik bu adımı atıyor ve atacaktır, ama fizik, tek iyi yönteme doğru, doğa bilimlerinin tek doğru felsefesine doğru, düz bir çizgi halinde değil de, zikzaklar çizerek, bilerek değil de içgüdüyle, "son amacı"nı açık seçik kavrayarak değil de, el yordamı ile, duraksamalarla, ve zaman zaman gerilemelerle yol almaktadır. Modern fizik sancı çekmektedir, diyalektik materyalizmi doğurmaktadır. Çocuk doğurma süreci acılıdır. Ve yaşayan sağlıklı bir varlık, pisliklerle birlikte çıkarılıp atılacak bazı ölü ürünleri ve fireleri de birlikte taşır. Bütün fiziksel idealizme, bütün ampiryokritikçi felsefeye, ampiryomonizme, ampiryosembolizme vb. bu tür fireler gözüyle bakılmalıdır.