Header Ads

Header ADS

Başlangıcın Sonu

Jack T. Murphy - Stalin

Beşinci Bölüm - Başlangıcın Sonu

Kim o yenilgiden söz eden? Bilesiniz ki, bizim davamız çok daha yücedir yenilgiden. F. ADAMS 

MOSKOVA başkaldırıcılarının yenilgisi, 1905 Devrimini sona erdirmedi. Aralık ayında barikatlarda yapılan çarpış­malar, 1904 Aralığında başlayan ve 1907'de sönen bir ayaklanmanın doruğuydu. Mücadele gerçekten de, bir mağara adamı yüksek matematikten ne kadar anlarsa, içinde yaşadıkları çağı o kadar anlayabilen bir despotun ve onun görevlilerinin budalaca gaddarlıklarına karşı uzun süreli bir iç savaş, bir kendiliğinden patlamalar dizişiydi.

Çar, yaşamları bir ekonomik ve politik devrimle baş­tan aşağı değişmekte olan 160 milyon insanın yaşadığı ge­niş bir imparotorluğun başında mutlak egemendi. Çar, eğer güney ingiltere'de, küçük bir malikânede, emekli ayağının geliriyle, batıl inançlara sahip, cahil ve sevimli karısıyla ya­şasaydı, "tam bir köy efendisi" deyimine uygun düşecek bir insandı. Orada karısıyla birlikte safça bir mutluluk ve kay­gısızlık içinde küçük yaşamlarını sürdürebilirler, sahip ol­dukları söylenen "gerçekten kibar tabiatlarını" gösterecek eşsiz bir ortam bulabilirlerdi. Ama her ikisinin de talihsizliğine bakın ki, Nikola bütün Rusların Çan III. Aleksandr'ın oğluydu ve onun ardından imparatorluk tahtına geçmişti. Zamanın koşullan ona üstesinden gelemeyeceği kadar bü­yük işler yükledi. Geleneksel iktidarını etkili bir biçimde kullanamıyor, ancak iktidarına öylece sarılmayı akıl edebi­liyordu.

Eğer burnunun dibinde oluşan değişiklikleri biraz olsun kavrayabilseydi, toprak ağalarının çıkarları ile geli­şen kapitalistlerin çıkarlarını bütünleştirecek, köylülerin ve kentli işçilerin hoşnutsuzluğunu yasal yollara yöneltecek bir parlementonun desteklediği bir meşrutî kral olmayı kendisi önerirdi.

Ama o böyle bir kavrayıştan tamamen yoksundu. Bas­kı altında kaldığı zaman ödünler veriyor, ama baskı kalkın­ca verdiklerini zorla geri almaya girişiyordu. Onun tarafın­dan atanan bakanlar, hiçbir uyarı ya da açıklama yapılma­dan göreve atanıyorlar ve görevden alınıyorlard. "Ayak takımını üniversitelerden uzak tutmayı" ve halka boyun eğ­dirmeyi "eski usulle" gerçekleştiren sadık polis görevlisi Trepov yanında olmadıkça kendini rahat hissedemiyordu. Kendi zayıflığının bilincinde olan despotun bir şeyden güç alması gerekir. İşte sadık Trepov'un basit kafası tam ona göreydi. Trepov'un kafası, "Kazakları çağırın!" biçimindeki basit formüle göre çalışıyor ve gerçek anlatımını "Kanlı Pazar"da buluyordu. O sırada hükümetin başı olan Vitte gibi daha zeki politikacılar, Nikola için çok fazlaydı.

Vitte, zekâyı hilebazlıkla birleştiren bir insandı. Ka­muoyunda doğan fırtınayı dindirmeyi başarmıştı; hem ödünleri gerçekten değil de, şeklen vererek. Çann 30 Ekim 1905'teki Manifestosu Vitte'nin eseriydi. Özde değil, bi­çimde bir maşrutî hükümet getiriyordu. Çar ise meşrutî hü­kümeti özde de, biçimde de istemiyordu. Çar, kendisine bunları sağlayacak olan bir Trepovlar çetesiyle atalannın eski günlerindeki sağlamlığını ve güçlü mutlakiyetini elde etmek istiyodu. Ne var ki, o günler artık geride kalmıştı ve Trepovlar sosyal yükselişe karşı mücadele etmek üzere Ka­ra-Yüzler biçiminde bir araya gelirlerken, sağlamlığın te­mellerinin yerinde yeller esiyordu. Çarın, farkında olmadı­ğı halde, her şeyden fazla güvenebileceği ve kendisine yol gösterebilecek ileri görüşlü bir kapitalist sınıf önderine ge­reksinimi vardı. Ama böyle bir önder ortada yoktu. Böylece her ödün ondan zorla sökülüp alınıyor ve her ödünü büyük bir tehlike olarak gördüğü için de durmadan ileriye değil, geriye gidiyordu.

Ama gene de Manifesto bazılarına yeni bir liberalizm döneminin habercisi gibi göründü ve yeni partiler kuruldu. Kadet Partisi olarak bilinen Anayasacı Demokrat Parti, Zemtsvoların konferansından sonra daha yeni kurulmuştu ve yeni gelişmelerin en fazlasını gerçekleştirmek isteyen kapitalist bir liberal partiydi. Yeni kurulan partilerden biri de, Oktobrist Partiydi; Manifestonun yayınlandığı ayın adı­nı almıştı ve onun önerilerini destekliyordu. İstibdadı des­teklemek için Grandük Nikola'nın kanadı alımda Rus Hal­kının Birliğini kurmuş olan vesveseliler, bu belgeyi yayın­lamaktaki gerçek amacının ne olduğunu öğrenmek üzere Çar'ı ziyaret ettiler. Çar onların yanında kendini rahat his­sediyordu; aslında istibdattan vazgeçmediğini, "çünkü bu­nun dinî bir ilke olduğunu" açıkladı. Ve daha Duma açıl­madan, yeni temel yasalar çıkararak bu görüşünü ispatla­mış oldu. Rus Halkının Birliği bildiği yolda ilerledi ve Özel­likle Yahudilere karşı [[Pogrom]]lar (katliamlar- ç.n.) düzenle­mek için Kara-Yüzleri örgütledi. Çok sonralan Nazizm ve Faşizm olarak ortaya çıkacak olan şeyle birçok ortak yanı bulunan bu örgüt gerçekten de Nazi Partisinin bir haberci­siydi.

Rus Halkının Birliği belki de Çarın politik ülkülerinin tam bir anlatımı değildi, ama gene de Çar bu örgüte ve onun çalışmalarına büyük bir yakınlık duyuyordu. Mani­festonun yayınlanmasının ertesi günü bu örgüt tarafından yüzden fazla Pogrom düzenledi ve binlerce insan katledil­di. Yeni "temel yasalar"ın Birinci Duma'nın seçilmesin­den önce çıkarılması açıkça gösterdi ki, Çarın kişisel yetki­si olduğu gibi kalacak ve bütün bakanlar parlamentoya kar­şı değil, Çara karşı sorumlu olacaklardı. Aynı zamanda 87 numaralı bir yasa maddesine göre, hükümet, Duma'nın ta­tilde olduğu sırada uygun gördüğü herhangi bir yasayı, ilk oturumundan sonraki iki ay içerisinde onanmak üzere Du­ma'ya sunulması koşuluyla, çıkarmakta serbestti.

Savunma, dış politika ve maliye gibi bazı konular tamamen imparatorun yeüasindeydi. Başbakan Vitte, Duma'nın çıkara­cağı "dertlerin önceden karşılanması için Fransa'dan bü­yük miktarda para ödünç alıyor; Alman imparatoru Çara, üstesinden gelemeyeceği ölçüde bir devrim tehlikesine kar­şı yardımcı olması için birkaç kruvazör ve iki torpido gemi­si filosu gönderiyordu. Bu arada Nikola, Vitte'ye o kadar az güveniyordu ki, bütün belgeleri ona göstermeden önce, ar­tık kişisel bakanı haline gelmiş olan Trepov'a sunuyordu.

Cezalandırma seferlerinin ortalığı kasıp kavurduğu ve Kara-Yüzlerin ordu ve polisle el ele çalıştığı bir sırada Du­ma iki dereceli seçimle seçildi ve 10 Mayıs 1906'da St. Petersburg'da toplandı. Toplantıdan hemen önce Vitte göre­vinden alınmış ve yeni meclisin karşısına çıkacak ilk baş­bakan Goremikin olmuştu. Goremikin tam Çarın istediği gibi bir adamdı ve milletvekvekillerinin karşısına çıkar çıkmaz da, "İmparatorluğun görüşünü değiştirmek için girişeceği­niz herhangi bir çaba size yarar değil, yalnızca zarar geti­rir," dedi. Zaten birkaç hafta sonra da Duma dağıtdacaktı.

Bu yasa ömürlü meclis tek bir iş yapmıştı. Napolyonvari bir şevkle "düzeni sağlayarak" Çarın korkusunu gide­recek olan yeni bir bakanı, Stolyipin'i Rus politika sahnesi­ne çıkarmıştı. Stolyipin, valilikten gelme yetenekli bir dev­let memuruydu ve devrimcileri sindirmek ve halkın hoş­nutsuzluğunu başka yönlere saptırmak üzere şiddetli bir baskı ve reform politikası izlemeye hazırlıklıydı. Goremikin'in yetkilerini de aşarak, Birinci Duma'nın üyelerinin çoğunu hapse attırdı, askeri mahkemeler kurdurdu, geniş ölçüde cezalandırma seferleri düzenledi ve 87. madde adı altında köylüler için bir reform yasası çıkardı.

Stolyipin, kendisini iktidara getiren Duma'yı ortadan kaldırdıktan sonra, aynı sınırlı oylamaya dayanan başka bir seçim düzenledi. Bu arada ikinci Duma'nın da icabına bak­tıktan sonra kullanacağı daha da sınırlı bir seçim sistemi hazırlıyordu, ikinci Duma konusundaki en büyük şikâyeti bu meclisin çok uzun ömürlü olmasıydı. Ama meclisi orta­dan kaldırmada polisin ilginç bir tertibinden yararlandı.

İkinci Duma 5 Mart 1907'de toplandı. Dumaya altmışbeş Sosyal-Demokrat seçilmişti. Polis bu kadarına tahammül edemezdi. Hemencecik, Sosyal-Demokratlarla Sosyalist-Devrimcilerin Çarı öldürmek için tasarladıkları bir komplo ortaya çıkarıldı. Tabiî aslında böyle bir komplo yoktu. Sonradan bunun, polis merkezinde tezgâhlanmış büyük bir tertip olduğu anlaşıldı. Ama çok geç kalınmış, hile amacına ulaşmıştı. Çar, Duma'yı hükümdara karşı komplo düzenlemekle suçlayan yeni bir manifesto yayınla­dı ve 3 Haziran 1907'de Duma kapatıldı. Altmışbeş Sosyal-Demokrat milletvekili tutuklandı ve Sibirya'ya sürüldü. Ondan sonra da yeni seçim sistemi ilân edildi. Yeni sistem her türlü genel oy hakkını ortadan kaldırıyor ve seçimleri hemen tümüyle köylük bölge eşrafının ellerine bırakıyor­du. Kasabaların çoğu nerdeyse bütün üyelerini kaybetti, öyle yeni düzenlemeler vardı ki, sonraları Sir Bernard Pares Üçüncü Duma üyelerinden birine yeni bir önlemi seçmenlerine nasıl açıkladığını sorduğunda şu karşdığı almış­tı: "Benim seçmenlerimin hepsi bir odaya sığabilirdi." Bu durum, 1832 Reform Yasasının önce İngiltere'deki "çürü­müş kasabalar" dönemine benzetilebilirdi.

Üçüncü Duma 1907 sonbaharında seçildi. Onsekizi Sosyal-Demokrat olan 442 üyesi vardı. Üçüncü Duma 1912 yılına dek sürdü, daha sonra aynı oy sistemiyle seçilen Dördüncü Duma'ysa 1917 Ekim Devrimi tarafından ortadan kaldırdı. Bu Duma'da altı Bolşevikle yedi Menşevik vardı ve hepsi de Sibirya zindan­larına gönderilmişlerdi.

Böylece Çar ve akıl hocaları, sefih Rasputin'le birlikte, Rus parlamentarizminin kuluçka döneminin ötesine geç­mesini durmadan engellediler; devrim yumurtaları, kuluç­ka makinasın da paramparça edinceye dek. Politik değişik­likler yapılmasına karşı gösterilen tutucu isteksizliğin yanısıra, ülkenin geçirmekte olduğu ekonomik değişikliği durdurmada güçsüzlük de görülüyordu. Gerçekten de politik devrimi boğmak için "celladın ipi"ni kullanmış olan Stolyi­pin, ekonomik devrimi besledi ve böylelikle yok etmeye ça­lıştığı sosyal güçlerin gelişmesini teşvik etmiş oldu. Yaptığı toprak reformlarıyla, 1861'deki "Köylünün Kurtuluşu Yasasından artakalan feodalizmi ve onun yanısıra köylük bölgelerdeki komünal topraklan ortadan kaldırmayı ve Çarlığın kalesi olacak bir kapitalist tarım topluluğu kurmayı amaçlıyordu. Ama bu önlemler, köylüler arasındaki eko­nomik farklılıkları artırmaktan, zenginleri (kulaklar) daha da güçlendirirken yoksulların en azından bir milyonunu toprağından etmekten başka bir işe yaramadı. Bunun iki yanlı bir etkisi vardı. Hem fabrika malına olan istem arttı, hem de büyümekte olan sanayiler geniş yığınların ucuz emeğini elde ettiler.

Böylece, kendine özgü durgunluk dönemlerini yaşa­makta olduğu halde, kentlerdeki kapitalizm de yükseldi. Ama, sanayi alanındaki bu gelişmenin, devrimin ilk ayla­rında kazanılanlar dışında işçilere verilen ödünlerin ilerici bir genişlemesine yol açtığı sanılmasın. Tam tersine, işçiler on saatlik işgününü, sendika kurma hakkını, söz, toplanma ve basın özgürlükleriyle ilgili bir kararnameyi elde etmiş oldukları halde, 1908 yılında işgünü her yerde oniki saate çıkarılmış, ücretler yüzde on-onbeş arasında indirilmiş, pa­ra cezası sistemi konulmuş ve sendikalar zorla kapatılmış bulunuyordu. 1912'de yeni bir mücadele dalgası yükseldi­ğinde, yalnızca 1905'te elde edilen kazançların bir kalıntısı çıktı ortaya: Basın özgürlüğü artmıştı, daha fazla din öz­gürlüğü vardı ve Finlandiya, Polonya ve Ukrayna'ya verilen politik ödünler geri alınmamıştı.

Moskova'daki Aralık ayaklanması doruk noktasına ulaştıktan sonra devrimci mücadelenin gerilemesi, asla Stolyipin gericiliği karşısında uysal bir geri çekiliş süreci değildi. İşçiler ve köylüler hepten yenik düşünceye dek var güçleriyle savaştılar. 1905'te 14 bin grev oldu, grevlere ka­tılanların sayısıysa 2.900.000'di. 1906'da 6.100 greve 2.100.000 grevci katıldı. 1907'de 3.600 greve 740.000 işçi katıldı. O yıl 1692 ölüm cezası verildi, gazetelerde 748 kişi­nin idam edildiği açıklandı. Tiflis ve Kutay illerinde (Sta­lin'in faaliyet gösterdiği bölgeler) yöneticilerin emriyle 3074 kişi sürgüne gönderildi. Binlerce kişinin ortadan kay­bolduğu cezalandırma seferlerinin ve askerî mahkemelerin sonuçlan bu rakamların dışındadır. Böylece, plansız dev­rimci dalga ve Çarın görevlilerinin karşı-devrimci önlemle­ri, genç sosyal-demokrat işçi hareketini savaş alanında bü­yük kayba uğrattı. Binlerce kişi öldü ya da yaralandı ve da­ha binlercesi de Rusya zindanlarını doldurdu ya da Sibirya'ya sürgün edildi.

Hiç kuşkusuz, bu muazzam deneyimin incelenmesi gerekiyordu. Çocukluk çağındaki devrimci partinin, içine atıldığı bu deneyim, henüz gerek maddî gerek manevi ba­kımdan üstesinden gelemeyeceği kadar büyük bir sınavdı. O zamana dek üzerinde teorik olarak tartışılmış bulunan birkaç soru, şimdi pratikte yanıtlanmış oluyordu. Kadetler gibi yeni kurulan kapitalist partilerin ve genel olarak Sosyalist-Devrimcilerin ve Narodniklerin eylemleri, Sosyal-De­mokrat İşçi Partisi'nin sanayi proletaryasının çıkarlarını sa­vunabilecek biricik parti olduğu gerçeğini ortaya çıkarmış­tı. Ama Sosyal-Demokratlar, Bolşevikler ve Menşevikler di­ye iki kampa bölünmüşlerdi. Her birinin parti içinde kendi örgütü vardı ve her ikisi de birbiri üzerinde çoğunluk sağ­lamaya çalışıyordu. Bolşevikler partiyi Lenin'in Ne Yapma­lı? 'da özetlediği biçimde kurmada her zamankinden daha fazla çaba gösteriyorlardı. Menşevikler de mücadelenin içi­ne girmiş, binlercesi devrim şehitleri arasında yer almış, birçoğu da bir hayli saygınlık kazanmıştı. İşçiler de birleşik bir parti istiyorlardı, ama birlik konusunda açık bir fikre sa­hip değillerdi. Üstelik yorgun ve bitkindiler.

Yenilginin ve baskının sonuçlan çok geçmeden Bolşe­viklerin önderleri dışında bütün kesimleri etkilemeye baş­ladı. En küçük bir yılgınlığa kapılmayan Lenin tükenmiş güçleri yeniden toparladı. Lenin ve genç izleyicisi Stalin yılgınlığı alt etmede eşsizdiler. Önlerinde, devrimci prati­ğin derslerinden çıkarılan zengin deneyimler vardı; vakit geçirmeden bunları özümlemeye giriştiler. 1905 Devrimi­nin, daha büyük ve daha geniş kapsamlı bir ayaklanmanın başlangıcı olduğuna inanıyorlar ve işçi sınıfının hiç vakit kaybedilmeksizin daha iyi donatılmasını istiyorlardı.

Yakınıp sızlanarak vakit harcamadılar. Marksist felse­feyle silâhlanarak durumu gerçekçi bir biçimde ele aldıkla­rında karşılarına çıkan görünüm şu oldu: Çarlık iktidarı te­melinden sarsılmıştı. Kapitalist sınıf iktidarın eşiğine dek gelmiş, ama o aşamada iktidarı ele geçirebilecek gücü ol­madığı anlaşılmıştı. Aşırı bulduğu yığınlardan korkan ka­pitalist sınıf, işçilere ve köylülere karşı Çar ve toprak ağalarıyla birleşince ve böylece bir ülkede işçi sınıfı kendi kendinin bilincine varınca, kendi önderliğini elde edince, o ülkede kapitalist sınıfın artık devrimci bir güç değil, gerici bir güç haline geldiği bir kez daha ispatlanmıştı.

Rusya işçi sı­nıfı büyük ölçüde ilerlemişti. Artık Peder Gaponları geride bırakmıştı, Çarlığa kendi partisinin bayrağı altında saldırı­yordu. Sovyetleri (İşçi Konseyleri) kurmuş ve eninde so­nunda iktidarı elinde tutacağı yönetim biçimini tüm dün­yanın gözleri önüne sermişti. İşçi sınıfı, çabaları aynı anda tek bir hedefe yönelik olmadığı halde, politik yığın grevi­nin silâhlı mücadeleyle nasıl birleştirilmesi gerektiğini gös­termişti. İşçiler, silâha sarıldıkları yerlerde savunma savaşı vermişler, askerî çabalarım saldırıya yönelik bir tarzda planlamamışlardı. Askerî taktiklere ya da sokak çarpışmalarının örgütlenmesine öncelikle önem vermiş değillerdi. Kasaba ve kentlerdeki işçiler, başkaldırıları tıpkı onlarınki gibi dağınık özellikler taşıyan köylülerle birleşmiş değiller­di. Silâhlı kuvvetler içinde önceden hiçbir devrimci eğitim çalışması yapılmamıştı. 1906 Ocağında yayınlanan "İki Ça­tışma" adlı bir yazısında Stalin durumu şöyle özetliyordu:

"Ayaklanmanın zafere ulaşması için birleşik bir parti, bu parti tarafından örgütlenen silâhlı bir ayaklanma ve bir sal­dırı politikası gereklidir."

Sosyal-Demokrat İşçi Partisi 1906 Nisanında Stokholm'de bir konferans topladı. Bu, partinin, Stalin'in katıl­dığı ilk Tüm Rusya Konferansıydı. Bu konferansa, "Birlik Konferansı" adı verilmişti. Ama birlik hemen hemen yok denecek kadar azdı ve tamamen biçimseldi. Çünkü hem Bolşevikler (yerel örgütlerinin birçoğu yok edildiği için azınlıktaydılar) hem de Menşevikler ayrılıklarını ayrı parti­ler kurma noktasına vardırmaktan kaçındılar. Aslında iki kesim arasındaki ayrılıklar uzlaştırılmayacak ölçüde derin­di. Ama Lenin, fikirleri Sosyal-Demokratlar tarafından çok daha ileri bir düzeyde benimseninceye dek sorunu zorla­mayı ve bağımsız bir Bolşevik Partisi kurmayı doğru bul­madı. Ayrıca, bölünme olmadan önce yerel örgütlerde, par­tinin merkezî cihazında ve parti gazetesinde çoğunluğu el­de etmek istiyordu. Bu yüzden, konferansta, yakın geçmi­şin deneyimlerinden dersler çıkarmaya ve Bolşeviklerle Menşeviklerin pratikte izledikleri farklı politikaları partinin ve işçilerin gözleri önüne sermeye çalıştı.

Menşevikler kendi tutumlarında direttikçe gerçek yüzleri açığa çıkıyordu. Yenilgiye uğrayacaklarını hissetti­ler ve Sosyal-Demokratların Liberallerle birleşmeleri gerek­tiğini, çünkü kapitalist demokrasinin sosyalizme giden yolu açacağını ve hazırlayacağını savundular. Bu durumda, ayrılığı tanımlayan Stalin oldu. Şöyle dedi:

"Proletaryanın hegemonyası mı; yoksa demokratik burjuvazinin hegemonyası mı; işte partinin içindeki sorun budur, ayrıldığı­mız nokta budur."

Açıkçası, marksistlerin diliyle konuşu­yor ve bu durumda şunu söylemek istiyordu:

"Çarlığa karşı devrime, ya kapitalist sınıf ya da işçi sınıfı önderlik edecek­tir. Biz Bolşevikler, Sosyal-Demokrat İşçi Partisi önderliğin­deki işçi sınıfından yanayız". Sonra da şunu ekliyordu: "...ve Sosyal-Demokrat İşçi Partisi, Bolşevik bir parti olma­lıdır."

Bu sorunda Bolşevikler azınlıkta kalıp Menşevikler karşısında yenilgiye uğradılar.

O sırada konferans, Sosyal-Demokratların toprak so­rununa ilişkin politikasını belirlemek zorunluluğuyla karşı karşıya kaldı. O zamana dek, 1861'deki sözümona Kurtu­luş Yasasına oranla köylülerin durumlannda bir takım ge­lişmeler sağlanmasını desteklemekten öteye gitmemişlerdi. Lenin, artık toprakların kamulaştırılması isteminde bulun­manın zamanı geldiğini ileri sürüyor, ama bunun ancak Çarlığın yıkılmasından sonra mümkün olabileceğini ve o zaman işçilerin köylülerle ittifak halinde sosyalizme geçiş­lerinin kolaylaşacağını savunuyordu. Dolayısıyla bu istem, köylülerin işçilerle birlikte Çara ve toprak ağalarına karşı ayaklanması için bir çağrıydı. Menşevikler bu öneriye de karşı çıktılar ve bir yerelleştirme programım savundular. Toprakların Zemstvoların (yerel meclisler) emrinde olma­sını, her köylünün toprağını kendi yerel yöneticisinden ki­ralamasını ve kirasını ödeyebileceği kadar toprağa sahip ol­masını istiyorlardı. Bolşevikler, köylüleri devrim yolunda harekete geçirmeyecek olan bu öneriyi desteklemediler. Menşeviklerin bu önerisi, tam tersine, köylülerin harekete geçmesini önleyecek, onların faaliyetlerini yerel sınırlar içine hapsedecek ve onları kentlerdeki işçilerden her za­mankinden daha fazla koparacaktı. Ama çoğunluğu Men­şevikler kazandı.

Daha sonra konferans, Sosyal-Demokratlann Duma ile ilgili olarak ne yapacaklara konusunu kararlaştırmak zorun­da kalınca, bir kez daha tartışma patlak verdi. Menşevikler, bütün sınırlılığına karşın, Duma'nın kabul edilmesini de­mokratik devrimin ilk adımı olarak görüyorlar ve bunu hoşnutlukla karşılıyorlardı. Bolşeviklerse Duma'yı, Çarlı­ğın, Çar uygun gördüğü zaman bir yana fırlatılacak bir uzantısı olarak görüyorlardı. Ne var ki, Birinci Duma için yapılan seçimleri boykot ettikleri halde, seçimleri ve Du­ma'nın kendisini işçileri ve köylüleri devrim yolunda hare­kete geçirmek üzere kullanmak amacıyla, ikinci Duma'ya katılmayı kabul ettiler. Hâlâ Plehanov ve Martov'un Önder­liğindeki Menşevikler, işçilerin silâha sarılmış olmalarına üzülüyorlardı. Bolşeviklerse tam tersine, kusuru, işçilerin yeterince silâha sahip olmamasında, yeterince askerî hazır­lıkları olmamasında ve savunma savaşı vermelerinde bulu­yorlardı. Daha fazla silâha ve bir saldırı politikasına gerek­sinimleri vardı.

Parti içinde böylesine temel bir çatışma varken, ger­çek birlik olamazdı. Menşevikler Bolşeviklerden daha fazla oy topladılar ve Yürütme Komitesinde ve parti gazetesi Iscra'nın yazı kurulunda çoğunluk sağladılar. Böylece "Bir­lik" Konferansı, her iki kesimin çabucak yerel örgütlere dönmesiyle son buldu.

Stalin, Klim Voroşilov'la ilk kez bu konferansta tanış­tı. Voroşilov, Ukrayna'dan gelmiş bir Bolşevik delegesiydi; gençti ve canlılık doluydu, daha o zamandan bir grev önde­riydi. Birçok bakımdan Stalin'den farklıydı; yuvarlak yüzlü ve sarışındı, hep gözlerinin içi gülüyordu, karşısındakine takılmaya ve şaka yapmaya her zaman istekliydi; Stalin ise, uzun yüzlü, siyah saçlı, esmer, oldukça ciddî görünüşlüy­dü, keskin bir mizaha sahipti, ama aynı ölçüde canlılık do­luydu. Okulda daha uzun bir süre kaldığı için Stalin, Voro­şilov'dan daha bilgiliydi. Ne olursa olsun, Lenin'e olan tut­kulu bağlıklarının yanısıra daha birçok ortak yanları var­dı. Her ikisinin de ağır basan yanı, eylem adamı oluşlarıy­dı. İkisi de işçilerin arasından çıkmışlardı. Her ikisinin de yaşam tarzı aynıydı; ikisi de başkalarından kendilerinin yapmaya hazır olmadıkları şeyleri yapmalarını istemezlerdi.

Bu konferansta, illegal mücadele ve iç savaş yılları boyunca sağlamlığından hiçbir şey kaybetmeyen bir arkadaşlık kur­dular. Bugün de, Sovyetler Birliği Silâhlı Kuvvetlerinin ba­şında omuz omuza Rusya'nın en büyük savaşını yönetiyor­lar.

Bu konferanstan hemen sonra Voroşilov Baku'da Stalin'e katıldı. Orada, Stalin'in sağlam bir arkadaşı olan baş­ka bir Gürcüyü, Orconikidze'yi yanlanna alarak birlikte petrol işçileri arasında çalıştılar ve Bolşevikliği Baku işçile­ri arasına köklü bir biçimde yerleştirdiler. Stalin, geri döner dönmez, Kafkasya'daki Bolşeviklerin tanınmış önderi oldu ve onun yönetiminde Menşeviklerle mücadele etmek üzere bölgesel bir büro kuruldu. Stokholm'de olup bitenleri ne­denleriyle birlikte açıklayan Şimdiki Durum ve İsçi Partisinin Birlik Konferansı adlı bir broşür yazdı. Bunu, polisin Alvabar basımevini bulduğu zaman baskın verdiği Elva gazete­sinde yazdığı yazılar izledi. Onun bu yazı kampanyasının bütün amacı, Sosyal-Demokratları Bolşevik görüşüne ka­zanmak, Menşeviklerin safında yer alanlan tecrit etmek ve yerel örgütlerde çoğunluğu elde etmekti.

Bu politikayı izlerken Stalin gene onu bütün öteki Rus önderlerinden ayıran nitelikler gösteriyordu. Bir toplantı­dan önce güçlerini örgütlüyordu. Menşeviklerle yapılan tartışmalar onun gözünde Çarlığa karşı yürütülen mücade­lenin bir parçasıydı, polisle yapılan bir çatışmadan farksız­dı ve hatta çok daha önemliydi. Böyle tartışmaların yol ar­kadaşları arasındaki basit bir fikir alışverişi olarak kalması­na hiçbir zaman izin vermezdi. Stalin'in gözünde bunlar her zaman birer savaştı; daha sonraki yıllarda Troçki'ye ve daha birçoklarına karşı verilen mücadeleye önderlik eder­ken, mücadelenin özü konusundaki bu anlayış farklılığı­nın ona büyük yararı dokunacaktı. Artık bıkmadan usan­madan bu yolu izleyerek, Bolşeviklerin Sosyal-Demokrat İş­çi Partisinin denetimini ele geçirecekleri başka bir ulusal konferansın koşullannı hazırlıyordu.

Bu kongre 1907 Mayısında Londra'da Brotherhood Church'te toplandı. Bolşevikler iyi bir hazırlık çalışması yapmışlardı. 336 delegenin katıldığı kongrede her konuda çoğunluğu sağladılar. Stalin, Baku'ya döner dönmez broşür olarak yayınlanan bir rapor yazdı. Bir Delegenin Notları adını verdiği bu raporunda, kongrenin birleşimini, ortaya getirilen çeşitli sorunların oylanışındaki tavrı ayrıntılı ola­rak çözümlüyor ve Menşeviklerin ve Bolşeviklerin karşılıklı tutumlarını açıklıyordu. Yeri geldi miydi, Menşeviklere ve Liberallere bir darbe de kendisi indiriyordu. Şöyle yazı­yordu:

...Londra Kongresi, Rusya Sosyal-Demokrat İsçi Partisinin daha da birleştirilmesine ve sağlamlaştırılmasına büyük ölçüde yardıma ol­du. Bu, Londra Kongresinden çıkan birinci önemli sonuçtur... Kongre, "Bolsevizm"in, devrimci sosyal-demokrasinin, partimizin oportü­nist kanadı olan "Menşevizm" üzerindeki zaferiyle sonuçlandı... Dolayısıyla, bundan böyle parti kesinlikte sosyalist proletaryanın sınıf politikasını izleyecektir. Bundan böyle proletaryanın kızıl bay­rağı liberal hilebazların önünde düşürülmeyecektir. Proletaryaya as­la yakışmayan entelektüel yalpalama ölümcül bir darbe yemiştir. Bu da, partimizin Londra Kongresinden çıkan ve hiç de daha az önemli olmayan ikinci sonuçtur...

Artık genç bir ajitatorün ve şiir yazarının diline rast­lanmıyor. Burada artık, bir düşmanı bozguna uğratan ör­gütlü güçlerin ölçülü ilerleyişi var. Tartışmaları rapor edi­yor ve indirilen şiddetli darbenin tadını çıkarıyor. Kongre­de meydana gelen bir çatışma vardı ki, oradaki bütün öteki olaylardan daha fazla hoşuna gitmişti. Polonya heyetini temsil eden Tiszko'nun, "Her iki taraf da marksist görüşün safında yer aldığı konusunda bizi temin ediyor. Ne var ki, Bolşeviklerin mi, yoksa Menşeviklerin mi marksist görüşün yanında yer aldığını anlamak herkes için kolay değil..." de­diğini anımsıyor. Menşeviklerden yükselen çığlıklarla sözü kesiliyor Tiszko'nun: "Biziz marksist görüşün yanında yer alan!" "Hayır yoldaşlar" diye karşılık veriyor Tiszko, "Siz marksist görüşün yanında yer almıyor, marksist görüşün üstüne yatıyorsunuz; çünkü sizin, proletaryanın sınıf mücadelesine önderlik etmedeki çaresizliğiniz, büyük Marx'ın büyük sözlerini ezbere bildiğiniz halde onları pratiğe uygu­layamazsınız, bunu hiçbir kuşkuya yer bırakmayan bir bi­çimde ispatlıyor."

"Bu ustaca bir vuruştu," diyordu Stalin. Delegeler Tiszko'nun sözlerini gürültüyle onaylarlarken Stalin'in omuzlarının sarsıldığını görebiliyorum.

İlerdeki mücadelelerde birçok kez yoluna çıkacak olan Troçki'yi de ilk kez bu kongrede görmüştü. Birbirleriyle hiç konuşmadılar. Hiç kuşkusuz Troçki o sıralar Stalin'i gözü­ne çarpmayacak kadar önemsiz görüyordu. Lenin'le savaş­maktan, kimseyi görecek durumda değildi. Bolşeviklere karşı çıkıyordu, ama Menşeviklerle de kavga etmişti. Kendi deyimiyle, ayrılıkları uzlaştırarak birleşik bir parti oluştur­mak üzere, kendi grubunu oluşturmaya çalışıyordu. Ama bu ayrılıklar uzlaştırılabilir türden değildi.

Kongre henüz sona ermiş ve delegeler Rusya'ya dön­mek üzere yola koyulmuşlardı ki, İkinci Duma dağıtıldı ve altmışbeş Sosyal-Demokrat milletvekili Sibirya'ya sürüldü. Stolyipin gericiliği gemi azıya almıştı, cezalandırma sefer­leri, Stolyipin "boyunbağı" ve idam mangalarıyla iş başındaydı. Kentlerdeki işçi sınıfı örgütleri darmadağın edilmiş­ti. "Liberal İlkbahar" artık sona ermiş, soldaki partiler derin bir yıkıma uğramışlardı. Sosyal-Demokrat İşçi Partisi de bundan son derece vahim bir biçimde etkilenmişti. Parti­nin 1907'deki 150.000 üyesinden geriye birkaç bin üye kal­mış ve önderler arasındaki yılgınlık havası, izlenecek poli­tika konusunda çeşitli görüşlerin boy atmasına yol açmıştı. Devrime sövmeye ve partinin tasfiye edilmesini ve marksiz­min revizyondan geçirilmesini istemeye dek varıyordu bu görüşler.

Dünyayı değiştirecek olan yeni düşünürler bir sınav vermek zorundaydılar. Tüm yüzeysel görünümüne karşın oniki yıllık çaba boşa gitmişti, darkafalılar bozgunculuk ediyorlardı. Böyle görüşler her büyük bunalımda ortaya çı­kar. Ama gene de, Bolşeviklere düşman bir Menşevik olan T. Dan daha sonraki yıllarda bu en koyu bunalım dönemin­deki Bolşeviklerden şöyle sözetmek zorunluluğunu duya­caktı:

Partinin Bolşevik kesimi kendisini çelikten bir disiplin ve birleştiri­ci rehber kararlarla toparlanan bir savaş örgütüne dönüştürürken, Menşevik kesimin safları kavgalar ve gevşeklik içinde gittikçe daha vahim bir biçimde dağılıyordu.

Stalin'in böyle bir "dağılma" ya da yılgınlık geçirdiği konusunda tek bir kanıt yoktur. Bu döneme, kazandığı de­neyimlerle çelikleşmiş ve yeni koşulların kendisinden isteyeceği her şeye hazır bir biçimde girdi. Yıkılmış oldukları her yerde Bolşevik Örgütleri yeniden kuruyordu. Stalin için, hedefe ulaşılıncaya dek bu savaşın sonu yoktu. Elbette bu tutumunda tek başına değildi.

Gericiliğin şiddetli darbeleri partiyi hiç kuşkusuz bü­yük güçlüklerle karşı karşıya getirmişti. Partinin malî des­tek yolları kesilmişti. Parti maliyecisi mühendis Leoni Krassin profesyonel devrimciler, gizli basımevleri ve yayınlar için, hatta silah ve cephane satın alınması için epey para toplamıştı. Orta sınıf içindeki "sempatizanlardan da epey­ce para toplanmış, aynca 1905 ve 1906'daki mücadeleler sırasında silahlı gruplardan bazıları daha fazla silah alabil­mek için birkaç bankayı "mülksüzleştirmişti". Peki şimdi ne yapılmalıydı? Partinin malî kaynakları tamamen orta­dan kalkmıştı. Artık "sempatizanlar da sempati göstermiyorlardı. Olağanüstü bir şey yapılmazsa, parti felce uğraya­caktı. Krassin sorunu çözmek için Stalin'e başvurdu. Sta­lin'in o koşullarda yaptıklan üzerine saçmasapan bir sürü şey yazılmıştır. Tabiî her şey, yazanın bakış açısına bağlı­dır. Eğer yazar Stalin'in bir haydut olduğunu ispatlamak ve onu korkunç bir haydut olarak göstermek niyetindeyse, di­lediği kadar malzeme bulabilir. Eğer Bolşeviklerin, böyle faaliyetlere girişmektense örgütlerinin yok olup gitmesine izin vermeleri gerektiği görüşünden yanaysa, o zaman el­bette Stalin'i suçlayacaktır. Ama davranışlan konusunda Bolşevikler için tek bir ölçüt vardı: Devrimci partinin göre­vini yerine getirmesine hizmet eden her şey iyidir; bunu köstekleyen her şey kötüdür.

Stalin, Kafkaslar yöresindeki partizan gruplarının örgütleyicisiydi. Baş yardımcısı da, çocukluk günlerinin sa­dık arkadaşı Ter-Petrosyan'dı: Stalin ona "Kamo" adını takmıştı. Kamo, Kafkasların gerçek bir Robin Hood'uydu. Bir­çok kez yakalanmış ve kaçmıştı, iki kez darağacına dek gitmiş, bir kezinde kendi mezarını kazmak zorunda kalmış, birçok kez hapse girmiş, ama her kezinde bir yolunu bulup yakayı sıyırmış, Gürcü geleneğine uygun olarak devrimci çalışmasını sürdürmüştü. Kafkasların haydutlan arasında­ki nispeten iyi unsurları örgütlemiş, eğitmiş ve devrimci ruhla şevklendirmişti. Gerek Kamo, gerek arkadaşları günde 50 Köpekten (üç liradan) fazla para harcamıyorlardı. Ka­mo, Tiflis Postanesinden kentin başka bir yerindeki Merkez Bankasına muhafızlar eşliğinde 250.000 ruble taşıyan hazi­ne arabasını soyma işi için Stalin'in örgütlediği grubun önderiydi.

23 Haziran 1907 sabahı, içinde bir veznedarla bir yaz­man, 250.000 ruble ve iki polis memuru taşıyan iki araba, beş Kazak muhafızın eşliğinde, Tiflis Postanesinden Tiflis Merkez Bankasına gitmek üzere yola çıktı. Palsya Goldava adlı bir kadın, beklemekte olan soygunculara kararlaştırı­lan işareti verdi. Bunun üzerine Arma Sulamlidze, Erivan Meydanına giden yolda bekleyen başka birine işaret etti. Yol boyunca bekleyen birçok adam vardı. Altı kişi de mey­danda dolanıyordu. Ansızın iki müthiş patlama oldu. İki polisle bir Kazak yere yıkıldılar. Atlar muhafızların arasın­dan öteki bekleyenlere doğru ileri atılddar, içinde para bu­lunan araba havaya uçurulmamıştı. O sırada atların bacak­ları arasına bir bomba atılmış, ardından da birisi para çan­tasını arabadan kapıp kaçmıştı. Bu arada subay kılığına girmiş olan Kamo, meydandaki bir arabanın içinde oturu­yordu. Kopan patırtıyı görür görmez oturduğu yerden fırla­dı, soygunculara saldırıyormuş gibi bağırıp ateş etmeye başladı ve en sonunda arabasını arkalarından sürdü. As­kerler meydanı sardıklarında, herkes kaçmış bulunuyordu. Para önce bir eve götürüldü, daha sonra Tiflis Rasathanesi müdürünün özel çalışma odasında bir yere saklandı.

Olaydan altı ay kadar sonra, bugün diplomatik deha­sıyla tüm dünyada ün kazanmış bulunan Maksim Litvinov, paranın bir miktarını yabancı paraya çevirirken Paris'te ya­kalandı. Gene bugün ünlü olan daha birkaç kişi başka ülke­lerde aynı suçtan tutuklandı.

Bu olayla ilgili olarak büyük bir velvele koparıldı. Sayı­lan hiç de az olmayan bazı Bolşeviklerle birlikte parti için­deki Menşevikler Stalin'i suçladılar. Ama bu şamata, böyle bir olayın ingiltere'de yol açacağı şamatadan çok farklıydı. Ahlaki değil, politikti. Cezalandırma seferlerinin düzenlen­diği, binlerce kişinin asıldığı, zulme ve cinayetlere alışkın bir ülkede iki polisin, bazı Kazakların ve birkaç sivilin öl­dürülmesi sıradan sayılabilecek bir olaydı ve ahlâkî bir tepki uyandırması beklenemezdi. Soygunu düzenleyenlere yöneltilen eleştiri, onları bireysel soygunculuğun destekle­yicileri olmakla suçluyordu. Eğer Stalin'e bugün olay üze­rinde ne düşündüğü sorulsaydı, mutlaka şu karşılığı verir­di: "Bu tür olaylar politikamızın ayrılmaz bir parçası değil­dir, ama tehlikeli durumlar tehlikeli tedavileri gerektirir. Devrimci partiye sınırsız hizmet dışında bir ölçüt kabul edenler partiye katılmamalıdırlar." Bugün Tiflis'te bir so­kak, bir hastane ve birçok çocuk yuvası, pek çok devrimci serüvenin kahramanı olan ve Rusya Devrimi için çok şey yapmış olan bu insanın anısına, Kamo adını taşıyor.

O dönemin öteki olayları da, Rus İmparatorluğunun temellerinden sarsılmaya devam ettiğini gösteriyordu. Sta­lin yeniden Baku'ya döndü. Orada, Voroşîlov ve Orconikidze'yle birlikte, Baku İşçisi'nin başına geçti ve sanayi prole­taryasına önderlik etmek için bir mücadele başlattı. Menşevikleri hatırı sayılır bir yenilgiye uğrattılar ve Voroşilov, Petrol işçileri Sendikasının önderi oldu. Bu sendikanın nü­fuzunun ve gücünün arttığını gören işverenler bir toplantı önerisinde bulundular. Böyle bir toplantı kabul edilmeli miydi? Menşevikler bu sorunda ikiye bölündüler; bazıları "evet", bazıları "hayır" diyorlardı. Bolşevikler adına konu­şan Stalin, Baku İşçisi'ne şöyle dedi: "Sendikanın tanınma­sı, delegelerin serbestçe seçilmesi ve basınm özgür olması koşuluyla, evet!" Onun bu önerileri işçilerin ezici çoğunlu­ğunun desteğini kazandı ve böylece Bolşeviklerin Atelye Temsilcileri Konseyinin başına geçmesini sağladı. Kayıt­larda şöyle yazıyor: "Rusya'da gericiliğin kol gezdiği bir dö­nemde iki hafta boyunca Baku'da Bolşeviklerin önderliğin­de bir işçi parlamentosu kuruldu. Bu parlamentoda işçile­rin istemlerini saptadılar ve asgari programlan için yaygın bir propaganda yürüttüler." Böylece petrol işçileriyle pat­ronları arasında uzun bir mücadele başladı ve Stalin bu mücadelede önder rol oynadı. O yöreyi politik faaliyetin sağlam bir merkezi haline getirmeyi başardı ve o yöredeki politik faaliyet, ülkenin öteki yörelerinin yenik düştüğü ve moralinin bozulduğu tüm bir gericilik dönemi boyunca durmadan gelişti.

Bu dönemin ilk aylarında Stalin gene bir Bolşevik olan Katerina Svanidze adlı bir Gürcü kızla evlendi. Katerina Svanidze üzerine pek az şey biliniyor ve Stalin de aile yaşa­mı konusunda fazla konuşkan bir insan değildir. Ama ke­sin olan bir şey var. Stalin ile Svanidze'nin aile mutlulukları kısa ömürlü olmuştur, çünkü her ikisi de illegal bir parti­nin üyesiydiler ve her ikisi de kaldıklan her "ev"i ister iste­mez son derece geçici kılan bir yaşamın içindeydiler. Nite­kim 25 Mart 1908'de polis, Stalin'in çalışmalannı gene kesti ve bu kısa ömürlü ve habire kesintiye uğrayan aile yaşamına son verdi.

Stalin tutuklandı, Bailo Hapishanesine götürüldü ve sekiz ay hapis, üç yıl da Sibirya'da Solviçegodsk'ta sürgün cezasına çarptırıldı. Daha önceki mahpusluğunda hapisha­ne koşulları nispeten yumuşaktı. Ama şiddetli gericiliğin etkisi altında cezaevi yöneticileri artık yavaş yavaş eski ko­şullan kaldırıyorlar, kurallar gittikçe sertleşiyordu. Siyasî mahkûmlar ayaklandı. 1908 Paskalyasının pazar günü, ce­zaevi yöneticileri siyasî mahkûmlara "iyi bir ders vermeyi" kararlaştırdılar ve ayaklanmayı bastırmak için Solyansk Alayını çağırdılar. Siyasî mahkûmları hapishane bahçesi­ne tek sıra halinde dizdiler. Askerler de iki sıra halinde di­zildiler. Sonra mahkûmlar gene tek sıra halinde iki sıra as­kerin arasından geçirildiler; geçerlerken, askerler dipçikleriyle vuruyorlardı. Stalin, başı dimdik ve koltuğunun altın­da bir kitap, dipçik darbeleri arasından hiç sendelemeden yürüyüp geçti.
Blogger tarafından desteklenmektedir.