Politik ekonominin Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından devrimci dönüştürülmesi
Politik Ekonomi 1
Marksizmin tarih sahnesine çıkmasından beri, burjuva iktisatçıları herşeyden önce ve esas olarak Marksizmin “çürütülmesi” ile uğraşmaktadır.
Kapitalist iktisat sistemi, 19. yüzyılın ortalarında Batı Avrupa’nın tayin edici ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri’nde egemen sistem haline geldi. Burjuvaziye karşı mücadeleyi yükseltmeye başlayan proletarya oluştu. İlerici proleter dünya görüşünün –bilimsel sosyalizmin– oluşmasının önkoşulları ortaya çıktı.
Karl Marx (1818-1883) ve Friedrich Engels (1820-1895), sosyalizmi bir ütopyadan bir bilime dönüştürdüler. Marx ve Engels tarafından hazırlanıp ortaya konan öğreti, işçi sınıfının temel çıkarlarını dile getirir ve kapitalizmin devrimci yıkılışı ve sosyalizmin zaferi için proleter kitlelerin mücadele bayrağıdır.
Marx’ın öğretisi, “felsefenin, politik ekonominin ve sosyalizmin en büyük temsilcilerinin öğretilerinin doğrudan ve dolaysız devamı olarak ortaya çıktı.”* Marx’ın dehası, Lenin’in gösterdiği gibi, onun insanlığın ileri düşüncesinin ortaya atmış olduğu sorulara yanıt vermesinde yatmaktadır. Onun öğretisi, inşan düşüncesinin insan toplumu bilimi alanında yarattığı en iyi şeyin meşru varisidir. Aynı zamanda Marksizmin oluşması, felsefede, politik ekonomide ve bütün toplum bilimlerinde temel bir devrimci dönüşümdü. Marx ve Engels, işçi sınıfını kendi içinde bütünlüklü ve uyumlu bir dünya görüşüyle, bilimsel komünizmin temelini oluşturan diyalektik materyalizmle donattılar. Diyalektik materyalizmin toplumsal görüngüler alanına yayılmasıyla, insan düşüncesinin muazzam bir kazanımını teşkil eden tarihsel materyalizmi yarattılar. İnsan toplumunun tarihsel köklerinden kopuk görüş açısının karşısına, gelişmenin gerçek gidişatının detaylı incelenmesine dayanan tarihsel yöntemi koydular. Toplumun değişmezliği ve hareketsizliği şeklindeki eski egemen düşüncenin yerine, toplumsal gelişmenin nesnel yasalarını, bir toplum düzeninin yerini bir diğerinin alması yasalarını ortaya çıkaran uyumlu bir öğretiyi geçirdiler.
Marx ve Engels, gerçek bilimsel politik ekonominin kurucularıdır. Diyalektik materyalizm yöntemini ekonomik ilişkilerin araştırılması alanında kullanmasıyla Marx, politik ekonomide derin bir devrimci dönüşüm gerçekleştirdi. Marx, politik ekonomiyle işçi sınıfının ideologu olarak uğraştığından, kapitalizmin çelişkilerini son noktasına kadar açığa çıkarmayı ve proleter politik ekonomiyi yaratmayı başardı. Marx, ekonomik öğretisini, burjuva savunuculuğa ve kapitalizmin küçük burjuva eleştirisine karşı uzlaşmaz mücadele içinde yarattı. Marx, burjuva politik ekonomisinin klasiklerinin –Smith ve Ricardo– bir dizi tezini kullandı ve geliştirdi, ama aynı zamanda bunların öğretilerinde var olan bilimsel olmayan görüşleri ve çelişkileri aştı. Marx, ekonomik öğretisinde, insan toplumunun tarihine ve özellikle kapitalizmin ortaya çıkma ve gelişme tarihine ilişkin muazzam miktarda materyali toparladı ve genelleştirdi. Marx, kapitalist üretim tarzının tarihsel olarak geçici karakterini ortaya koydu ve kapitalizmin ortaya çıkma, gelişme ve çöküşünün yasalarını araştırdı. Marx, kapitalist düzenin derin ekonomik tahlili temelinde, kapitalizmin mezar kazıcısı ve yeni, sosyalist toplumun yaratıcısı olarak proletaryanın tarihsel misyonunu gerekçelendirdi.
Marksist dünya görüşünün temelleri, daha henüz bilimsel komünizmin ilk programatik belgesinde, Marx ve Engels’in 1848 yılında kaleme aldıkları “Komünist Parti Manifestosu”nda ilan edildi. Marx, daha sonraki ekonomik araştırmalarının sonuçlarını, meta ve paranın tahliline adadığı çalışması “Politik Ekonominin Eleştirisi Üzerine”de (1859) yayınladı; bu çalışmanın önsözünde tarihsel materyalizmin temelleri klasik bir biçimde ortaya koymuştur. Marx’ın haklı olarak yaşam eseri diye adlandırdığı ana eseri, “Kapital”dir. “Kapital”in birinci cildini (“Sermayenin Üretim Süreci”) Marx, 1861 yılında yayınladı; “Kapital”in ikinci cildi (“Sermayenin Dolaşım Süreci”, ilk kez 1885 yılında, Marx’ın ölümünden sonra Engels tarafından yayınlandı; üçüncü cilt (“Kapitalist Üretimin Genel Süreci”, 1894 yılında yayınlandı. Marx, “Kapital” üzerinde çalışma yürüttüğü sırada, politik ekonominin tarihinin eleştirel tahlilini içerecek; bir dördüncü cildi yazmaya niyeti olduğunu açıkladı. Taslak biçiminde bırakılan ön yazı, ancak Marx ve Engels’in ölümünden sonra (üç cilt halinde) “Artı-Değer Üzerine Teoriler” başlığı altında yayınlandı.
Engels’in bir dizi klasik eseri de, bilimsel komünizmin teorisinin hazırlanıp ortaya konmasına adanmıştır. Bunlar: “İngiltere’de Çalışan Sınıfın Durumu” (1845), felsefenin, doğa bilimlerinin ve toplum bilimlerinin en önemli sorunlarının ele alındığı “Bay Eugen Dühring’in Bilimi Alt-Üst Edişi” (1878); ayrıca “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” (1884) eseri vb.
Marx, proleter politik ekonomiyi yarattığında, herşeyden önce emek değer teorisini çok yönlü ve tutarlı bir tarzda gerekçelendirdi ve geliştirdi. Marx, metanını ve onun kullanım değeriyle değeri arasındaki çelişkinin tahlilinde, metada cisimleşen emeğin ikili karakterini ortaya çıkardı. Bu, bir yandan metanın kullanım değerini yaratan somut emek ve diğer yandan metanın değerini yaratan soyut emektir. Emeğin ikili karakterini bulmak, Marx’ı, emek değer teorisi temelinde kapitalist üretim tarzının tüm görüngülerini bilimsel olarak açıklar duruma getirdi. Marx, değerin bir nesne olmadığını, tersine eşyaların ilişkisi olarak görünen insanın bir üretim ilişkisi olduğunu gösterdi ve böylelikle meta fetişizminin gizini ortaya çıkardı. Değer biçimlerini tahlil etti, değişimin ilk embriyonundan başlayarak meta üretiminin tam egemenliğine kadar tarihsel gelişmesini araştırdı ve böylelikle paranın gerçek doğasını ortaya çıkarmayı başardı.
Emek deler teorisi, Marx’a artı-değer öğretisinin temeli olarak hizmet etti. İlk kez Marx, kapitalizmde emeğin değil, işgücünün bir meta olduğunu kanıtladı. Bu özel metanın değerini ve kullanım değerini araştırdı ve kapitalist sömürünün karakterini teşhir etti. Marksçı artı-değer teorisi, kapitalizmin temel üretim ilişkisinin, kapitalistle işçi arasındaki ilişkinin özünü teşhir eder ve sınıf zıtlıklarının ve proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf mücadelesinin en derin temellerini ortaya çıkarır.
Marx, yalnızca artı-değerin kökenini ve kaynağını bulmakla kalmadı, aynı zamanda kapitalist sömürünün nasıl örtüldüğünü ve gizlendiğini de açıkladı. Emeğin fiyatının dönüşmüş biçimi olarak görünen işgücü fiyatı olarak iş ücretinin özünü araştırdı.
Marx, bilimsel bir esaslıkla, artı-değerin aldığı çeşitli biçimleri tahlil etti. O, artı-değerin dönüşmüş biçimde –kâr biçiminde– nasıl ortaya çıktığını, devamla nasıl toprak rantı ve faiz biçimini aldığını ve ücretin emeğin fiyatı olduğu, kârın salt sermayeden, toprak rantının topraktan ve faizin paradan kaynaklandığı şeklindeki yanlış düşüncelerin nasıl ortaya çıktığını gösterdi.
Marx, üretim fiyatı ve ortalama kâr öğretisinde, kapitalizmde pazar fiyatının değerden sapma göstermesi çelişkisini çözdü. Aynı zamanda, her kapitalistin elde ettiği ortalama kârın tek tek işletmelerdeki sömürü derecesi tarafından değil, tüm kapitalist toplumdaki sömürü derecesi tarafından belirlendiğini göstererek, işçi sınıfının sömürülmesi açısından kapitalist sınıfın dayanışmasının nesnel temellerini ortaya koydu.
Marx, diferansiyel rant teorisini ortaya koydu ve ilk kez bilimsel olarak mutlak toprak rantı teorisini gerekçelendirdi. Büyük toprak mülkiyetinin gerici, asalak rolünü ve köylülerin çiftlik sahipleri ve burjuvazi tarafından sömürülmesinin özünü ve biçimlerini ortaya koydu.
İlk kez Marx, kapitalist birikim yasalarını ortaya koydu ve kapitalizmin gelişmesinin, sermayenin yoğunlaşmasının ve merkezileşmesinin kaçınılmaz olarak, temelinde üretimin toplumsal karakteriyle mülk edinmenin özel kapitalist biçimi arasındaki çelişki yatan bu düzenin çelişkilerinin derinleşmesine ve keskinleşmesine yol açtığını saptadı. Marx, toplumun bir kutbunda zenginliğin ve lüksün büyümesini ve diğer kutupta sefaletin, baskının ve iş eziyetinin artmasını belirleyen kapitalist birikimin genel yasasını ortaya çıkardı. Kapitalizmin gelişmesiyle, proletarya ile burjuvazi arasındaki uçurumun derinleşmesi, bunlar arasındaki sınıf mücadelesinin keskinleşmesiyle sonuçlanan proletaryanın görece ve mutlak yoksullaşmasının başbaşa gittiğini kanıtladı
Marx tarafından yapılan toplumsal toplam sermayenin yeniden üretiminin tahlili, son derece esaslı öneme sahiptir. Marx, üretim sürecinde tüketilen değişmeyen sermayeyi görmezlikten gelen Smith’in yanlışını gösterdi ve toplumsal toplam ürünün değeri açısından üç bölüme (c + v + a) ve doğal biçimi açısından üretim araçlarına ve tüketim araçlarına bölündüğünü kanıtladı. Marx, basit ve genişletilmiş kapitalist yeniden üretimin koşullarını ve kaçınılmaz olarak aşırı üretim bunalımına yol açan kapitalist realize etmenin derin çelişkilerini tahlil etti. İktisadi bunalımların özünü araştırdı ve bunların kapitalizmde kaçınılmaz olduğunun bilimsel kanıtını sundu.
Marx ve Engels’in ekonomik öğretisi. derinlemesine ve çok yönlü olarak, kapitalizmin çöküşünün ve işçi sınıfının diktatörlüğünü kuran ve yeni bir çağı, sosyalist toplumun inşası çağını başlatan proleter devrimlerin zaferinin kaçınılmazlığını gerekçelendirir.
Daha henüz 19. yüzyılın 70’li ve 80’li yıllarında Marksizm, kapitalist ülkelerin işçi sınıfı ve ilerici aydınları arasında giderek daha geniş bir yaygınlık kazandı. Marksizmin düşüncelerinin yaygınlaştırılmasında bu yıllarda Fransa’da Paul Lafargue (1842-1911), Almanya’da Wilhelm Liebknecht (1826-1900) ve August Bebel (1840-1913), Rusya’da G.V. Plehanov (1856-1918), Bulgaristan’da Dimitri Blagoyef (1855-1924) ve işçi hareketinin çeşitli ülkelerdeki diğer seçkin önderleri, büyük bir rol oynadı.
Rusya’da Marksist işçi partisi ve onun dünya görüşü, Marksizmin en berbat düşmanlarından birine –Narodniklere– karşı uzlaşmaz bir mücadele içinde oluştu. Narodnikler, proletaryanın devrimci hareket içindeki önder rolünü reddediyorlardı: Rusya’da kapitalizmin gelişemeyeceğini iddia ediyorlardı. Narodniklere karşı Plehanov ve onun örgütlediği “Emeğin Kurtuluşu” grubu ortaya çıktı. Narodniklerin yanlış görüşlerini ilk kez Plehanov Marksist bakış açısıyla eleştirdi ve aynı zamanda Marksist düşünceleri parlak bir şekilde savundu. Plehanov’un 80’li ve 90’lı yıllardaki faaliyeti, Rusya’da sağlam bir proleter devrimciler çekirdeğinin ideolojik olarak oluşması açısından büyük bir öneme sahipti. Plehanov, çeşitli çalışmalarında Marx’ın öğretisinin ekonomik yönünü başarıyla popülerleştirdi ve bu öğretileri burjuva eleştirilere ve reformist çarpıtmalara karşı savundu. Plehanov’un yazınsal çalışmaları, Narodniklerin pozisyonlarını derinden sarstı. Ama Narodnik akımın ideolojik olarak paramparça edilmesi, bununla tamamlanmış olmaktan henüz çok uzaktı. Plehanov, daha faaliyetinin ilk başında, birçok sorunda, daha sonraki Menşevik görüşlerinin embriyonunu oluşturan yanlış görüşler savundu, proletaryanın devrim sürecinde köylülüğü beraberinde sürüklemesi gerektiğini anlamadı, liberal burjuvaziyi devrimi destekleyebilecek bir sınıf olarak gördü vs. Marksizmin düşmanı olarak Narodnik hareketi tümüyle parçalama ve Rusya’da Marksizmi işçi hareketiyle birleştirme görevini Lenin çözdü.
Burjuva ekonomi biliminin daha da alçalması. Modern burjuva politik ekonomisi
Almanya’da 19. yüzyılın ortalarında, politik ekonominin tarihsel ekolü denilen ekol ortaya çıktı (W. Roscher, B. Hildebrand ve diğerleri). Bu ekolün temsilcileri, toplumun ekonomik gelişme yasalarının varlığını açıkça reddettiler ve bilimsel araştırmanın yerine bağıntısından koparılmış tarihsel olguların tasvirini geçirdiler. Ekonomik yasaların reddedilmesi, bu iktisatçılara, her türden gerici keyfiliği ve her tarzda yüceleştirdikleri askeri-bürokrat devlet önünde dalkavukluğu haklı çıkarmak için hizmet etti.
Başında G. Schmoller’in bulunduğu tarihsel ekolün daha sonraki temsilcileri, tarihsel-törel ya da tarihsel-hukuksal akım denilen akımı oluşturdu. Kürsü sosyalizmi diye de adlandırılan bu akımın karakteristik belirtisi, ekonomik araştırmanın yerine töresel hedefler, hukuksal normlar vs. üzerine gerici-idealist gevezeliği geçirmeleridir. Kürsü sosyalistleri, öncüllerinin geleneklerini sürdürdüler; bunlar, militarist Alman devletinin uşakları olup, bu devletin her önlemini “bir parça sosyalizm” ilan rettiler. Kürsü sosyalistleri, Bismarck’ın gerici politikasını yücelttiler ve sınıfını aldatmasında ona yardım ettiler.
19. yüzyılın son on yıllarında Marksizmin düşüncelerinin yaygınlaşmasıyla, burjuvazi, ona karşı mücadele için yeni ideolojik araçlara gereksinim duydu. Bu dönemde Avusturya ekolü denilen ekol ortaya çıktı. Bu ekolün böyle adlandırılması, onun ana temsilcilerinin –K. Menger, F. Wieser ve E. Böhm-Bawerk– Avusturya üniversitelerinde profesör olmasıyla bağlıydı. Tarihsel akımdan farklı olarak Avusturya ekolünün temsilcileri ekonomik yasaları araştırmayı biçimsel olarak kabul ettiler, fakat kapitalist toplumu şirin göstermek ve savunmak için, araştırmayı toplumsal ilişkiler alanından öznel-psikolojik alana aktardılar, yani idealizm yolunda yürüdüler.
Değer teorisi alanında Avusturya ekolü, “limit yarar” ilkesi denilen ilkeyi ortaya attı. Buna göre, bir daha önce bazı ilkel iktisatçıların da iddia etmiş olduğu gibi, basitçe onun yararlılığı tarafından değil, tersine metanın limit yararı tarafından, yani bireyin sözkonusu meta birimine duyduğu en az ivedi gereksinim tarafından belirlenir. Bu teori, gerçekte hiçbir şeyi açıklamamaktadır. Örneğin, bir kilogram ekmeğin fazlasıyla doygun burjuva ve aç işçi tarafından sübjektif olarak değerlendirilişi arasında bir fark olduğu apaçıktır; ama ikisi de ekmek için aynı fiyatı öderler. Avusturya ekolünün temsilcileri, Marksçı artı-değer teorisinin karşısına, “üç üretim faktörü” ilkel teorisinin yeni bir baskısından başka bir şey olmayan gayri-bilimsel “ekleme teorisi”ni geçirdiler.
Emperyalizme geçiş ve buna bağlı olarak toplumsal çelişkilerin ve sınıf mücadelesinin son derece keskinleşmesi, burjuva politik ekonomisinin daha da alçalmasına yol açtı. Burjuva ideologlarının kapitalist düzenin sonsuzluğuna ilişkin iddialarını pratikte çürüten SSCB’deki sosyalist devrimin zaferinden sonra, burjuva iktisatçıların, ana görevlerinden birini, Sovyetler Birliği’nin karalanması yoluyla sosyalizmin ülkesinin dünya çapında tarihsel öneme sahip kazanımlarına ilişkin gerçekleri kapitalist ülkelerin emekçilerinden saklamakta görmeye başladılar. Modern burjuva politik ekonomisi, mali oligarşinin ideolojik bir silahı, emperyalist gericiliğin ve saldırganlığın bir hizmetkârıdır.
Kapitalizmin değer, fiyat, ücret, kâr ve rant gibi kategorilerinin açıklanmasında, modern burjuva iktisatçıları, genel olarak, yukarda anılan Avusturya ekolünün bir türü olduğu öznel-psikolojik akımın görüş açısında durmakta ve çeşitli nüans farklılıklarıyla eski ilkel üç üretim faktörü teorisini yinelemektedirler. İngiliz ekonomisti Alfred Marshall (1842-1924), üç farklı ilkel değer teorisini –arz ve talep teorisi, limit yarar teorisi ve üretim giderleri teorisi– eklektik bir şekilde birleştirmeye çalıştı. Amerikalı ekonomist John B. Clark (1847-1938), burjuva toplumunun çeşitli sınıflarının “çıkar uyumu” yalancı teorisini vaaz etti ve eski “sermayenin metanın değeri, üretkenliği” ilkel teorisiyle Avusturya ekolünün ilkel “limit yarar” teorisini birleştirme tuhaf çabasından başka birşey olmayan “limit üretkenlik” teorisini ortaya attı. Clark’ın iddiasına göre, kâr işverenin emeğinin bedelini oluşturmaktadır; emekçi sınıflar güya zenginliğin yalnızca küçük bir parçasını yaratmakta ve bu parça da tümüyle onların eline geçmektedir.
Rekabet serbestisini toplumun gelişmesinin temel koşulu olarak gören tekel öncesi kapitalizm çağının burjuva iktisatçılarından farklı olarak, modern burjuva iktisatçıları genellikle devletin bütün araçlarla iktisadi yaşama müdahale etmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Güya sınıflar üstünde duran ve kapitalist ülkelerin iktisadını planlamayı başaran bir güç olarak emperyalist devleti göklere çıkarmaktadırlar. Gerçekte ise, burjuva devletin iktisadi yaşama müdahale etmesinin iktisadın planlanmasıyla ortak bir yanı yoktur ve üretim anarşisini yalnızca daha da güçlendirmektedir. Emperyalist devletin mali oligarşiye tabi kılınması devlet aygıtının mali oligarşi tarafından kendi bencil çıkarları için tekel kârlarının artırılması amacıyla kullanılmasını, tekellerin savunucuları “örgütlü kapitalizm” diye sunmaktadır.
20. yüzyılın ilk on yıllarında Almanya’da politik ekonominin sosyal akımı ya da sosyal-organik ekolü denilen ekol yaygınlık kazandı (A. Amonn, R. Stolzmann, O. Spann vb.). Ekonomik görüngüleri öznel-psikolojik olarak değerlendiren Avusturya ekolünün farklı olarak sosyal akımın temsilcileri, insanların sosyal ilişkileri üzerine gevezelik yaptı; ama bu ilişkileri idealist bir şekilde, hiçbir maddi içerik taşımayan hukuksal biçimler olarak gördüler. Sosyal akımın iktisatçıları, toplumsal yaşamın hukuksal ve töresel normlar tarafından yönlendirildiğini iddia ettiler. Hararetle kapitalist tekellere hizmet ettiler ama bunu “toplumun refahı” ve “parça”nın, yani emekçi kitlelerin “bütüne”, yani emperyalist devlete tabi olma zorunluluğu gibi demagojik palavraların ardına gizlediler. Kapitalistlerin faa1iyetini övüp, bunu topluma hizmet olarak gösterdiler. Bu ekolün gerici deli zırvaları, Almanya ve diğer ülkelerde faşizme ideolojik silah olarak hizmet etti.
Alman faşizmi, Alman ilkel ekonomisinin en gerici öğelerini kullandı: onların son sınırına vardırılmış şövenizmini, burjuva devlet önünde dalkavukluklarını, yabancı bölgelerin zaptedilmesinin ve Almanya içinde “sınıf barışının” propagandasını. Sosyalizmin ve tüm ilerici insanlığın en kötü düşmanı olarak Alman faşistleri, anti-kapitalist demagojiye başvurdular ve kendilerini ikiyüzlü bir şekilde nasyonal-sosyalistler olarak adlandırdılar. İtalyan ve Alman faşistleri, kapitalizmin faşist ülkelerinde sınıfların ve sınıf çelişkilerinin ortadan kaldırıldığını iddia eden gerici “korporatif devlet” teorisini vaaz ettiler. Faşist iktisatçılar, yabancı toprakların Hitler Almanya’sı tarafından zaptedilmesi haydut pratiğini, “ırk teorisi” ve “yaşam alanı teorisi” yardımıyla haklı çıkarmaya çalıştılar. Bu “teori”lere göre Almanlar güya bir “üstün ırk” oluşturmaktadır ve diğer bütün uluslar “aşağılık”tır ve “üstün ırk” “aşağılık” halkların ülkelerini silah zoruyla işgal etme ve egemenliğini tüm dünyaya yayma hakkına sahip bulunmaktadır.
Tarihin deneyimleri, bu Hitlerci dünya hegemonyasını ele geçirme çılgınlığının tüm saçmalığını, tüm olanaksızlığını açık bir şekilde kanıtlamıştır.
Pazar probleminin son derece keskinleştiği, iktisadi bunalımların daha da sıklaştığı ve derinleştiği ve sürekli kitle işsizliğinin ortaya çıktığı kapitalizmin genel bunalımı döneminde, kapitalist düzen çerçevesinde “tam istihdam”ın sağlanabileceği ve üretim anarşisi ve bunalımın yokedilebileceği hayallerini yayan çeşitli teoriler ortaya çıktı. İngiliz ekonomisti, J.M. Keynes’in (1883-1946) “Genel İstihdam, Faiz ve Para Teorisi” (1936) adlı kitabında ortaya koyduğu teorisi, burjuva iktisatçılar arasında geniş yaygınlık kazandı.
Keynes, kapitalizmde sürekli kitlesel işsizliğin ve bunalımların gerçek nedenlerini gizledi ve burjuva toplumunun bu “kusurlarının” kökeninin kapitalizmin özü değil, tersine insanın ruh hali olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Keynes’e göre, işsizlik, bireysel gereksinim ve üretim gereksinimi nesnelerine olan yetersiz talebin sonucudur. Tüketim mallarına yetersiz talebin nedeni, insana özgü olan gelirlerin bir bölümünü biriktirme eğilimi; ve üretim gereksinimi nesnelerine olan yetersiz talebin nedeni, “sermayenin kârlılığı” genel olarak düştüğünden, kapitalistlerin sermayelerini çeşitli iktisadi dallara yatırmaya duydukları ilginin zayıflamasıdır. Nüfusun istihdam derecesini yükseltmek için, diye iddia etti Keynes, sermaye yatırımlarını artırmak gerekir, ve bunun için devlet bir yandan, işçilerin gerçek ücretinin düşürülmesi, enflasyon, ve faiz oranının düşürülmesi yoluyla sermayenin kârlılığını artırmalı ve diğer yandan da devlet bütçesinden büyük sermaye yatırımları yapmalıdır. Tüketim mallarına olan talebin genişletilmesi için Keynes, egemen sınıfların asalak tüketiminin ve israfının daha da artırılmasını, devletin silahlanma giderlerinin ve diğer üretici olmayan harcamalarının artırılmasını önermektedir.
Keynes’in teorisi, hiçbir şekilde güvenilir olmayıp, özü itibarıyla son derece gericidir. Tüketim mallarına olan yetersiz talebin nedeni mistik bir “insanların tasarruf eğilimi” değil, tersine emekçilerin yoksullaşmasıdır. Keynes tarafından nüfusun “tam istihdam”ını güvence altına almak için önerilen öneriler –enflasyon, savaş hazırlığı ve savaş yürütülmesi için üretken olmayan giderlerin artırılması– gerçekte emekçilerin yaşam düzeyinin daha da düşmesine, pazarın daralmasına ve işsizliğin artmasına yol açmaktadır. Keynes’in kaba teorisi, bugün ABD, İngiltere ve diğer kapitalist ülkelerdeki burjuva iktisatçıları ve sağ sosyalistler tarafından geniş bir biçimde kullanılmaktadır.
ABD’nin modern ilkel ekonomisi açısından karakteristik olan, kapitalizmin sakatlıklarının ortadan kaldırılmasının aracı olarak devlet bütçesinin ve devlet borçlarının artırılması teorisidir. Amerikalı ekonomist A. Hansen, elementar ekonomik güçlerin tek yönlü etkimesi sonucu kapitalizmin daha da gelişmesinin olanaklarının çok sınırlı olduğu ve devletin çokça siparişler verme yoluyla yatırım faaliyetini hızlandırarak kapitalist iktisadı “düzenlemesi” gerektiği görüşündedir. Hansen, sözde “herkesin çalışması”nı güvence altına alabilecek ve modern kapitalizmin sağlığına kavuşmasını sağlayabilecek kamu işlerinin devlet bütçesinden –yani vergi ve kredi kaynaklarıyla– örgütlenmesini propaganda etmektedir. Gerçekte ise, emperyalist güçler tarafından yeni bir dünya savaşının hazırlanması koşullarında, böylesi “kamu işleri”, stratejik otoyollar, demiryolları, havaalanları, deniz üsleri vs. inşasından, yani iktisadın daha fazla askerileştirilmesinden ve böylelikle emperyalizmin çelişkilerini keskinleştirmekten başka bir anlama gelmemektedir.
ABD ve İngiltere’deki bazı burjuva iktisatçıları “iktisadi güçlerin hareket serbestisini” savunmaktadır; bundan gerçekte anladıkları ise, tekellerin işçileri sömürme ve tüketicileri soymadaki sınırsız özgürlüğüdür. Bu iktisatçılar, sendikaların işçileri koruma faaliyetini ikiyüzlü bir şekilde “iktisadi özgürlüğün” zedelenmesi olarak nitelemekte ve emperyalist devletlerin gerici, işçi düşmanı yasalarını yüceltmektedirler. İktisadın burjuva devlet tarafından “düzenlenmesi”nin tellalları gibi, “iktisadi güçlerin hareket serbestisi”nin savunucuları da, ülke içinde emekçilerin sömürülmesinin daha da artırılması ve diğer ülkelere karşı emperyalist saldırıyla, azami kârlarını güvence altına almaya çalışan mali oligarşinin çıkarlarını dile getirmektedirler.
Burjuva iktisatçıları, emperyalist güçler tarafından yabancı toprakların zaptedilmesi ve diğer halkların yağmalanması haydut politikasını, çeşitli ırkların ve ulusların “eşdeğersizliği”, “üstün” ırkların ve ulusların “aşağı” ırklara ve uluslara karşı uygarlıkçı misyonu vb. şeklindeki bilim düşmanı “teoriler”le haklı çıkarmaya çalışmaktadır. Alman faşistlerinin izinden yürüyerek, İngilizce konuşan ulusların tüm diğer uluslara “üstünlüğü” şeklindeki insanlık düşmanı düşünceyi yayan ve ABD’nin dünya hegemonyasını kurma çılgınlığını bütün araçlarla haklı göstermeye çalışan gerici Amerikan iktisatçıları, bu konuda özellikle ateşli bir faaliyet yürütmektedirler.
Irk teorisinin öteki yüzü, ulusların hak eşitliği ilkesini yadsıyan ve devlet sınırlarının ortadan kaldırılmasını savunan burjuva kozmopolitizmidir. Burjuva kozmopolitleri, ulusal egemenliği, halkların bağımsızlığını eskimiş bir kavram ilan etmekte ve ulusal devletlerin varlığını modern burjuva toplumunun bütün toplumsal kötülüklerinin –militarizm, savaş, işsizlik, insanların yoksulluğu vs.nin– ana nedeni olarak görmektedirler, Halkların ulusal egemenliği ilkesinin karşısına, içinde önder rolünü ABD’ye verdikleri bir “dünya devleti” kozmopolit düşüncesini koymaktadırlar. “Birleşik Avrupa” düşüncesinin, “Avrupa Birleşik Devletleri” düşüncesinin güçlü bir şekilde propaganda edilmesiyle de yine aynı Avrupa halklarının ulusal egemenliğini ortadan kaldırma ve onları tümüyle ABD emperyalizminin hegemonyasına bağımlı kılma hedefi izlenmektedir. Kozmopolitizm propagandasının amacı, halkları ideolojik olarak silahsızlandırmak ve onların Amerikan emperyalizminin darbelerine karşı direnme arzularını kırmaktır.
ABD’li birçok burjuva ekonomisti, açık bir şekilde yeni bir dünya savaşını propaganda etmektedir. Bunlar, savaşı toplum yaşamının doğal ve sonsuz bir görüngüsü ilan etmekte ve kapitalist kampın ülkeleriyle sosyalist kampın ülkelerinin barış içinde yan yana yaşamasının imkansız olduğunu iddia etmektedirler.
Emperyalist saldırganlığın ve yeni bir dünya savaşı hazırlığının haklı çıkarılması için, burjuva yazınında Malthus’un çoktan ipliği pazara çıkmış olan teorisi çok yaygın bir biçimde propaganda edilmektedir. Modern Malthusçuluk için karakteristik olan, Malthus’un gerici düşünceleriyle ırk teorisinin birleştirilmesidir. Malthus’çu öğretinin ABD ve diğer burjuva ülkelerdeki yandaşları, insanların “aşırı üremesi” sonucu yeryüzünde nüfus yoğunluğunun aşırı bir şekilde arttığını ve kıtlıkların ve emekçilerin diğer acılarının ana nedeninin burada yattığını iddia etmektedirler. Bunlar, nüfusun, özellikle de sömürge ve bağımlı ülkelerdeki nüfusun ve halkları emperyalizme karşı bir kurtuluş mücadelesi sürdüren ülkelerin nüfusunun radikal bir şekilde azaltılmasını talep etmektedirler. Malthus’çu öğretinin bugünkü yandaşları, atom bombasından ve diğer kitlesel imha araçlarından yararlanarak yıkıcı savaşlar yürütme çağrısında bulunmaktadırlar. Kapitalizmin savunucularının bütün bu iddiaları, modern burjuva politik ekonomisinin tümden iflasının açık bir kanıtıdır.
II. Enternasyonal oportünistlerinin ve modern sağ sosyalistlerin ekonomik teorileri