REFORM - SONRASI EKONOMİSİNİN BAZI ÖZELLİKLERİ - 7
BAY STRUVE RUSYA’NIN REFORM - SONRASI EKONOMİSİNİN BAZI ÖZELLİKLERİNİ
NASIL AÇIKLIYOR?
Bay Struve’nin kitabının son (altıncı) bölümü en önemli soruna, Rusya’nın ekonomik gelişmesi sorununa ayrılmıştır. Bu bö lümün teorik içeriği şu aşağıdaki kısımlara bölünmüştür: 1. Tarımsal Rusya’da nüfus fazlalığı, bunun niteliği ve nedenleri; 2. Köylülüğün farklılaşması, bunun önemi ve nedenleri; 3. Köylülüğü yıkıma uğratmada sanayi kapitalizminin oynadığı rol; 4. Özel tarımsal işletme; bunun gelişmesinin niteliği; ve 5. Rus kapita lizmi için pazarlar sorunu. Bay Struve’nin bu sorunların herbi- rine yaklaşım çizgisini incelemeye geçmeden önce, Köylü Reformu hakkında ne söylediğini inceleyelim.
Yazar, Reformun «idealist» kavranışına karşı çıkmakta ve daha büyük emek üretkenliğine gerek duyan devlet ihtiyaçlarına, toprağı rehinden kurtarmaya ve «aşağıdan gelen» baskıya işaret etmektedir. Ne yazık ki, yazar bu meşru karşı çıkışını sonuna kadar götürmemiştir. Popülistler Reformu «toplum»da «insancıl» ve «kurtarıcı» fikirlerin gelişmesiyle açıklamaktadırlar. Bu, kuşku götürmez bir gerçektir; ama böylece Reformu açıklamak, anlamsız tekrarlamalar yapmak ve «kurtuluşu» «kurtarıcı» fikirlere indirgemek anlamına gelir. Materyalist, bu fikirleri uygulamaya koymak için alınan önlemlerin içeriğinin özel bir incelenmesini gerekli görür. Tarih hiçbir zaman, sınıfsal bir niteliği olmuş olsa bile, onu desteklemek için ileri sürülmüş büyük kelimeleri ve büyük fikirleri olmayan tek bir önemli «reforma» şahit olmamıştır.
Bu köylü Reformu için de aynı derecede doğrudur. Yolaçmış olduğu değişikliklerin gerçek içeriğine dikkat edecek olursak, bunların niteliğinin şöyle olduğunu göreceğiz: Köylülerin bir kısmı topraktan yoksun bırakılmıştır ve —başta gelen şey budur— topraklarının bir kısmını elinde tutan geri kalan köylüler, sanki toprak köylülerin üzerinde kesinlikle hiçbir hakları olmayan bir şey miş gibi, toprağı toprak ağalarının rehininden kurtarmak, üstelik de yapay olarak yaratılan yüksek bir ücret ödeyerek rehinden kur tarmak zorunda kalmışlardır. Yalmz burada, Rusya’da değil, Ba tı’da da bu tür Reformlar, «özgürlük» ve «eşitlik» teorileriyle süslenmişlerdir ve Kapital’de özgürlük ve eşitlik fikirlerine temel teşkil eden şeyin meta üretimi olduğu zaten gösterilmiştir. Her neyse, Rusya’da Reformu uygulamaya sokan bürokratik mekanizma ne kadar karmaşık olursa olsun, görünürde ( **) bizzat burjuvaziden ne kadar uzak olursa olsun, bu tür bir reform temelinde yalnızca burjuva düzeninin gelişebileceği, kuşku götürmez bir gerçek olarak kalmaktadır. Bay Struve, Rus Köylü Reformuyla Batı Avrupa Reformlarım alışılagelmiş biçimde karşılaştırmanın yanlış olduğunu söylerken, bütünüyle haklıdır: «(Böylesine genel bir biçimde ) Batı Avrupa’da köylülerin toprak olmadan özgürlüğe ka- vuşturulduklarmı, ya da başka bir deyimle, yasa çıkarma yoluyla topraklarının ellerinden alındığını öne sürmek bütünüyle yanlıştır» (S. 196). «Böylesine genel bir biçimde» kelimelerinin altını çiziyorum, çünkü her nerede bir köylü reformu sonuna kadar gö- türüldüyse, köylülerin yasa yoluyla topraktan koparılmaları kuşku götürmez bir tarihsel gerçekti; fakat bu genel bir gerçek değildir, çünkü, Batı’da köylülerin bir kısmı feodal bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulunca, toprağı toprak ağalarından satın alarak rehinden kurtarmışlardır ve Rusya’da böyle yapmaktadırlar. Ancak burjuvalar satın alarak rehinden kurtarma gerçeğini saklamak ve «köylülerin toprak dağıtımıyla birlikte özgürlüğe kavuşturulmalarının^*) Rusya’yı bir tabula rasa haline getirdiğini» (sözcükler Bay Yakovlev diye birine aittir. Bay Mihayilovski bunları «yürekten kabul etmiştir» — Bkz. Bay Struve’nin eserinin 10. sayfası) ileri sürmek yeteneğine sahiptir ler.
Bu köylü Reformu için de aynı derecede doğrudur. Yolaçmış olduğu değişikliklerin gerçek içeriğine dikkat edecek olursak, bunların niteliğinin şöyle olduğunu göreceğiz: Köylülerin bir kısmı topraktan yoksun bırakılmıştır ve —başta gelen şey budur— topraklarının bir kısmını elinde tutan geri kalan köylüler, sanki toprak köylülerin üzerinde kesinlikle hiçbir hakları olmayan bir şey miş gibi, toprağı toprak ağalarının rehininden kurtarmak, üstelik de yapay olarak yaratılan yüksek bir ücret ödeyerek rehinden kur tarmak zorunda kalmışlardır. Yalmz burada, Rusya’da değil, Ba tı’da da bu tür Reformlar, «özgürlük» ve «eşitlik» teorileriyle süslenmişlerdir ve Kapital’de özgürlük ve eşitlik fikirlerine temel teşkil eden şeyin meta üretimi olduğu zaten gösterilmiştir. Her neyse, Rusya’da Reformu uygulamaya sokan bürokratik mekanizma ne kadar karmaşık olursa olsun, görünürde ( **) bizzat burjuvaziden ne kadar uzak olursa olsun, bu tür bir reform temelinde yalnızca burjuva düzeninin gelişebileceği, kuşku götürmez bir gerçek olarak kalmaktadır. Bay Struve, Rus Köylü Reformuyla Batı Avrupa Reformlarım alışılagelmiş biçimde karşılaştırmanın yanlış olduğunu söylerken, bütünüyle haklıdır: «(Böylesine genel bir biçimde ) Batı Avrupa’da köylülerin toprak olmadan özgürlüğe ka- vuşturulduklarmı, ya da başka bir deyimle, yasa çıkarma yoluyla topraklarının ellerinden alındığını öne sürmek bütünüyle yanlıştır» (S. 196). «Böylesine genel bir biçimde» kelimelerinin altını çiziyorum, çünkü her nerede bir köylü reformu sonuna kadar gö- türüldüyse, köylülerin yasa yoluyla topraktan koparılmaları kuşku götürmez bir tarihsel gerçekti; fakat bu genel bir gerçek değildir, çünkü, Batı’da köylülerin bir kısmı feodal bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulunca, toprağı toprak ağalarından satın alarak rehinden kurtarmışlardır ve Rusya’da böyle yapmaktadırlar. Ancak burjuvalar satın alarak rehinden kurtarma gerçeğini saklamak ve «köylülerin toprak dağıtımıyla birlikte özgürlüğe kavuşturulmalarının^*) Rusya’yı bir tabula rasa haline getirdiğini» (sözcükler Bay Yakovlev diye birine aittir. Bay Mihayilovski bunları «yürekten kabul etmiştir» — Bkz. Bay Struve’nin eserinin 10. sayfası) ileri sürmek yeteneğine sahiptir ler.
I
Bay Struve’nin «tarımsal Rusya’da nüfus fazlalığının niteliği» hakkındaki teorisine geçelim. Bu, Bay Struve’nin Malthusia- nizm için Marksizm «öğretisinden» ayrıldığı en önemli noktalardan biridir. Bay N.—on ile tartışmada geliştirmiş olduğu görüşlerinin özü, tarımsal Rusya’daki nüfus fazlalığının «kapitalist de ğil de, güya, doğal ekonomiye uygun düşen basit bir nüfus fazla lığı»(*) olduğudur.
Bay Struve, Bay N.—on’a itirazının «F.A. Lange’ın Marks’m nüfus fazlalığı teorisine karşı genel itirazına tamamen uyduğunu» söylediğine göre (S. 183, dipnot), önce Lange’ın bu «genel itirazını» ele alıp inceleyeceğiz.
Lange, Marks’ın nüfus yasasını «İşçi Sorunu» adlı eserinin V. Bölümünde ele almaktadır (Rusça çeviri, S. 142 -178). Marks’ın, «gerçekte, her özel tarihsel üretim tarzının yalnızca kendi sınırları içerisinde tarihsel olarak geçerli olan kendi özel nüfus yasaları vardır. Soyut bir nüfus yasası, ancak bitkiler ve hayvanlar için mevcuttur»!134) yolundaki ana teziyle işe başlamaktadır. Lan- ge’m yaptığı yorum şöyledir :
«İlk olarak, kesin konuşmak gerekirse, ne bitkiler, ne de hayvanlar için hiçbir soyut nüfus yasasının olmadığını belirtmemize izin verilmesini rica ederiz; çünkü soyutlama, bütününde, yalnızca, genelin birbirine benzer bir dizi olgu arasından kavranmasıdır.» (S. 143), ve Lange, Marks’a soyutlamanın ne olduğunu ayrıntılarıyla açıklamaktadır. Görüldüğü gibi Lange, Marks’m açıklamasının anlamını İliç anlamamıştır. Bu açıdan Marks, inşam, toplumsal üretim sistemi ve bundan dolayı da dağıtım sistemi tarafından belirlenen, tarihsel olarak birbirini izleyen çeşitti türde toplumsal organizmalarda yaşadığı için, bitkiler ve hayvanlarla karşılaştırmaktadır. İnsanın üreme koşulları doğrudan doğruya farklı toplumsal organizmaların yapışma bağlıdır; işte bu yüzden nüfus yasası bu türden her organizma için «soyut olarak» değil de, ayrı olarak ve toplumsal yapının tarihsel olarak farklı biçimlerini gözönüne almadan incelenmelidir. Lange’ın, soyutlama, genelin birbirine benzer bir dizi olgu arasından kavranmasıdır yolundaki açıklaması doğrudan doğruya yazarın karşısına çıkmaktadır: Yalnızca hayvanların ve bitkilerin varlık koşulları benzer kabul edilebilir, fakat bu insan için böyle değildir, çünkü bildiğimiz gibi insan, örgütsel bakımdan farklı tipte toplumsal birliklerde yaşamıştır.
Marks’ın kapitalist bir ülkedeki nisbi nüfus fazlalığı teorisini açıkladıktan sonra, Lange şöyle devam eder : «Elbetteki ilk bakışta bu teori, organik doğayı ta başından sonuna kadar katedip insana kadar uzanan bağı koparan ve emek sorununun temellerini —sanki insan ırkının varlığı, üremesi ve mükemmelleşmesi konusundaki genel araştırmalar amacımız bakımından, yani emek soru, nunun kavranışı bakımından tamamen yüzeyselmiş gibi— açıklayan bir teori gibi görünebilir» (S. 154) (*).
Organik doğayı ta başından sonuna kadar katedip insana kadar uzanan bağ, Marks’ın teorisi tarafından hiç de koparılma- makta; bu teori yalnızca «emek sorünunun» —bu şekliyle yalnızca kapitalist toplumda varolduğu için— insan üremesi konusundaki «genel araştırmalar» temelinde değü, tersine kapitalist ilişkilerin yasaları konusundaki özel araştırmalar temelinde çözîimlenmesini istemektedir. Oysa Lange başka türlü düşünmektedir: «Gerçekte böyle değildir» diyor. «Her şeyden önce şu açıktır ki, fabrika çalışması daha başından itibaren sefalet getirir» (S. 154) Ve Lange zaten apaçık olan ve bizi bir milim bile ileriye götürmeyen bu tezi ispatlamak için birbuçuk sayfa ayırmaktadır. İlk olarak, biliyoruz ki, yoksulluk, bizzat kapitalizm tarafmdan yaratılmıştır, kapitalizmin gelişmesindeki üretimin fabrika üretimi biçimine bürünmesinden önce gelen bir aşamasında, makinalarm nüfus fazlası yarattığı dönemden önce yaratılmıştır; ikinci olarak, kapitalizmden önce gelen toplumsal yapı biçimi —feodal düzen, serflik düzeni— kapitalizme miras olarak aktardığı, kendine özgü bir sefalet yaratmıştır.
«Fakat ilk patron, böylesine güçlü bir yardımcıyla [yani sefaletle bile] çok sayıda işçiyi yeni çalışma türüne çekmeyi ancak ender durumlarda başarmıştır. Genellikle olupbitenler şunlardır: Patron, fabrika sanayiinin çoktan yerleşmiş olduğu bir î'ölgeden beraberinde bir gurup işçi getirir, bunlara bu sırada işsiz olan az sayıda topraksız köylüyü(*) ekler, ve fabrikanın varolan işçi kadrosunun daha da artırılması yeni yetisen gençlerle sağlanır» (S. 156). Bu üç kelimeyi italik yazan Lange’dir. Görüldüğü kadarıyla, «varlık, üreme ve insan ırkının mükemmeleşme- si... konusundaki genel araştırmalar, tam da fabrikatörün yeni işçileri eli-ayağı tutmayan ihtiyarlar arasından değil de, yeni yetişen gençler arasından topladığı varsayımında ifadelerini bulmuşlardır. Bu iyi Lange bu «genel araştırmalar» üzerine tam bir sayfa (S. 157) daha yer ayırmakta ve okuyucuya, ana - babaların çocuklarının geçimini güvence altına almaya çalıştıklarını, işsiz güçsüz ahlâkçıların, içinde doğdukları koşullardan kurtulmaya çalışanları yermekte haksız olduklarını ve çocuklara kendi geçimlerini sağlama olanağı vermek için çahşmanın tamamen doğal olduğunu anlatmaktadır. Ancak alfabede işe yarayabilecek olan bütün bu gözlemler üzerinde durduktan sonra, sorunun özüne geliyoruz:
«Bütün toprağın küçük ve büyük mülk sahiplerine ait olduğu bir tarım ülkesinde, eğer gönüllü doğum kontrolü eğilimi gelenek haline gelmemişse, eldeki toprağın ürünleriyle yaşamak isteyen işçi ve tüketicilerin sayısında zorunlu olarak sürekli bir artış meydana gelir» (S. 157 - 158). Tamamen Malthus’çu olan bu tez Lange tarafından hiçbir kanıt verümeden ileri sürülmektedir. O bunu sürekli tekrarlamakta ve şöyle demektedir: «Durum ne olursa olsun, böyle bir ülkede nüfus mutlak olarak alındığında çok az bile olsa, genellikle nisbi bir nüfus fazlalığının belirtileri vardır» ve daha ilerde: «Pazarda emek arzı sürekli olarak fazladır, oysa emeğe olan talep önemsizdir.» (S. 158), fakat bütün bu iddiaları için hiçbir kanıt getirmemektedir. «İşçi sayısında bir fazlalığın» gerçekten «zorunlu» olduğu da nereden çıkmaktadır? Bu fazlalıkla, gönüllü doğum kontrolünün gelenek haline gelme eğilimi olmadığı gerçeği arasındaki ilişki de nereden çıkmaktadır? «Halkın gelenekleri» konusunda fikir yürütmeden önce, bu halkın içinde yaşadığı üretim ilişkilerine bir göz atmak gerekmez miydi? Örneğin, Lange’ın sözünü ettiği küçük ve büyük mülk sahiplerinin maddi servetlerin üretiminde birbirlerine nasıl bağlı olduklarını gözümüzün önüne getirelim: Küçük mülk sahipleri, geçimlerini sağlayabilmek için, büyük toprak sahiplerinden toprak payları alırlar ve buna karşüık, büyük toprak sahipleri hesabına angarya çalışarak, onların tarlalarım ekip - biçerler. Sonra da, bu ilişkilerin yıkıldığını, insancıl fikirlerin büyük mülk sahiplerinin kafasını «köylülerini toprakla birlikte serbest bırakacak» kadar döndürdüğünü, yani, köylülere ait verilmiş - toprakların yaklaşık % 20’sini onlardan kestiklerini ve geri kalan % 80 için iki kat daha yüksek bir fiyat ödemeye mecbur bıraktıklarını düşünelim. Hiç kuşkusuz, «proleterya ülserine» karşı bu tür bir güvenceye sahip olan köylüler, halâ büyük mülk sahibi hesabına çalışmak zorundadırlar;oysa artık eskiden olduğu gibi feodal kâhyanın emriyle değil, özgür sözleşme temelinde çalıştıkları, artık birbirlerine bağlı olarak değil, her biri daha çok kendi hesabına çalıştığı için, iş konusunda birbirleriyle kavga edeceklerdir. İş konusunda birbirleriy- le kavga ettikleri bu koşullarda, bazı köylüler kaçınılmaz olarak saf dışı edileceklerdir: Toprak paylan küçüldüğü ve ödemeleri arttığı için köylüler, toprak ağası karşısında daha zayıf duruma dü- tığı için köylüler, toprak ağası karşısında daha zayıf duruma düşmüşlerdir, böylece köylüler arasındaki rekabet artık - ürün oranını artırmakta ve, toprak ağası ise daha az sayıda köylüyle işlerini yürütebilmektedir. Gönüllü doğum kontrolü eğiliminin, gelenek haline gelmesi ne kadar artarsa artsın, bir «nüfus fazlalığı» oluşması gene de kaçınılmazdır. Lange’ın sosyo - ekonomik ilişkileri görmezlikten gelen akıl yürütme çizgisi, yalnızca kullandığı yöntemlerin faydasızlığını açıkça ispatlamaya yaramaktadır. Bu tür akıl yürütmelerin dışında Lange’ın bize verdiği yeni bir şey yoktur. Hangi tarihin, hangi toplumsal üretim biçiminin ana-baba- larda çocuklarını köleleştirici işe koymadaki bu «yatkınlığı» yarattığını incelemeden, Lange, fabrikatörlerin sanayii {Alm. metin. S. 474’de -üretimi- denmektedir - Yay.} seve seve kırın derinliklerine aktardıklarını, çünkü orada «her iş için gerekli miktarda çocuk emeğinin her zaman el altında hazır bulunduğunu» (S. 161) söylemektedir. Kullandığı yöntemler aşağıdaki düşüncelerinde en açık biçimde görülmektedir: Makinah sanayiinin, sermayenin kadın ve çocuk emeğini satın almasına olanak sağlamakla, işçiyi bir «köle tüccarı» yaptığım söyleyen Marks’tan alıntı yapmaktadır.
Lange zafer kazanmış bir tavırla; «işte onun varmak istediği şey budur!» diye haykırmaktadır. «Fakat, sefalet yüzünden işgücünü satmaya mecbur kalan işçinin, —bir yandan sefalet, diğer yandan kötü yola teşvik {temptation - baştan çıkarma, cazibe v.b. anlamına gelir - Yay.) tarafından bu adımı atmaya zorlanmamış olsa,— kendi karısını ve çocuklarını böylesine kolayca satacağı beklenebilir mi?»
Bu iyi Lange, gayretini, Marks’a karşı işçiyi koruma nokta sına kadar vardırmakla; işçinin «sefalet yüzünden itildiğini» Marks’a ispat etmeye çalışmaktadır.
«Hem sonra hiç durmadan artan bu sefalet, aslında hayatta kalmak için yürütülen mücadelenin değişime uğraması değil de nedir?» (S. 163).
«İnsan soyunun varlığı, üremesi ve mükemmelleşmesi konusunda yapılan genel araştırmalarımı hangi yeni buluşlara yol açtığı burada görülüyor! Bize sefaletin, hayatta kalmak için girişilen mücadelenin değişmiş bir şekli olduğu söylendiğinde, «sefaletin» nedenleri, siyasi - ekonomik içeriği ve gelişme süreci hakkında hiçbir şey öğreniyor muyuz? Böyle birşey, işçiyle kapitalist arasındaki ilişki, toprak sahibiyle fabrikatör ve toprak kölesi köylü arasındaki ilişki vb. vb. konusunda da söylenebilir. Lange’ın Marks’ı düzeltme denemesi, bize böyle anlamsız bayağılıklardan ya da saflıklardan başka birşey vermemektedir. Şimdi Lange’ın izleyicisi olan Bay Struve’nin, tarımsal Rusya’da nüfus fazlalığı sorunu gibi böylfe somut bir sorunu tartışırken, {Lange’a ait) bu düzeltmeyi desteklemek için neler getirdiğini görelim.
Bay Struve, meta üretimi iç pazarın kapasitesini artırır diye başlamaktadır. «Değişim, yalnızca üretimin teknik ve ekonomik bakımdan tamamen yeniden örgütlenmesiyle böyle bir etkide bulunmakla kalmaz, fakat aynı zamanda üretim tekniğinin eski düzeyde kaldığı ve doğal ekonominin, nüfusun genel ekonomisindeki eğemen rolünü koruduğu durumlarda da böyle bulunur. Ancakbu durumda, kısa bir canlanmadan sonra, kaçınılmaz olarak bir ‘nüfus fazlalığı’ ortaya çıkar; burada suçlanacak olan meta ekonomisiyse, bu yalnızca: 1. uyarıcı olması, ve 2. karıştırıcı etken olması nedeniyledir» (S. 182). Meta ekonomisi olmadan da nüfus fazlalığı ortaya çıkardı, çünkü o kapitalist olmayan bir niteliğe sahiptir.
Yazarın ileriye sürdüğü tezler işte bunlardır. İnsan daha ilk başlangıçta, bu tezlerin aynen Lange’ın tezleri gibi bir nedene da- yandırılmamalarından dolayı şaşırmaktadır: Doğal ekonomi koşullarında nüfus fazlalığının kaçınümaz olduğu iddia edilmekte, fakat tam olarak hangi sürecin buna yol açtığı hakkında hiçbir açıklamada bulunulmamaktadır. Şimdi, yazarın görüşlerini doğruladığını kabul ettiği gerçeklere bakalım.
(Okurun dikkatine : Önsözde de işaret ettiğimiz gibi, İngilizce, Almanca ve Fransızca metinler arasında var olan farklılıklara bir örnek olması bakımından, yukarda İngilizce metinden yapılan çevirinin Almanca metinden yapılan çevirisini de aşağıya aktarıyoruz. - Yayıncı.)
«Fakat, sefalet yüzünden kendi iş gücünü kapitalizme satan işçinin, eğer bu adımı atmaya bir yandan sefalet ve öte yandan işin cazibesi tarafından itilmemiş olsa, karısı ve çocuğu için dahi bu kadar kolaylıkla köle tüccarı durumuna geleceği düşünülebilir mi?» (S. 163).
1762 - 1846 yıllarına ait veriler nüfusun genel olarak böyle hızlı artmadığını, yıllık artışın % 1,07 ile % 1,5 arasmda olduğunu göstermektedir. Üstelik, Arsenyev’e göre «tahıl üreten» eyaletlerde artış daha hızlı olmuştur. Bay Struve bundan şu sonucu çıkarmaktadır: «Bu gerçek, nüfus artışının doğal verimliliğe doğrudan doğruya bağımlı olduğu halk ekonomisinin ilkel biçimleri için son derece karakteristiktir; denilebilir ki, bu bağımlılık elle tutulabilir bir bağımlılıktır». «Nüfusun artışıyla geçinme araçları arasındaki uygunluk yasası»nın (S. 185) etkisi buymuş. «Toprak ne kadar büyük ve toprağın doğal verimliliği ne kadar fazla olursa, doğal nüfus artışı da o kadar fazla olur» (S. 186). {Bundan} şu aşağıdaki, doğruluğu kesinlikle ispatlanmamış sonuç çıkarılmaktadır: 1790 ve 1846 yılları arasında Avrupa Rusya’sının merkezi eyaletlerinde nüfus artışının en az Vladimir ve Kaluga eyaletlerinde olması gibi tek bir gerçek, nüfus artışının geçinme araçlarıyla uygunluğunu gösteren bütün bir yasaya temel olarak alınmıştır. Acaba «toprakların genişliğine» bakılarak, nüfusun geçinme araçlarıyla uygunluğu hakkında hüküm verilebilir mi? (Bu kadar az veriden genel sonuçlar çıkartılabileceği bir kez kabul edilmiş olsa bile). Ne de olsa, «nüfus», «doğal verimliliğin» ürünlerinden elde etmiş olduğunu kendi kullanımı için ayırmamış, bunları toprak ağalarıyla, devletle paylaşmıştır. Bugünkü feodal ekonomi sisteminin —kira verme yükümlülüğü ya da angarya, vergi miktarı ve bunların toplama şekli, vb.— değişik tiplerinin, halkın eline geçen «geçinme araçlarının» miktarını, üreticilerin kendi başlarına ve serbestçe kullanamadıkları toprağın genişliğinin etkilediğinden çok daha fazla etkilediği açık değil midir? Fakat yalnız bu da değil. Serflik sisteminde ifadesini bulan toplumsal ilişkilerden bağımsız olarak, halk o zaman da değişme yoluyla birbirine bağlanmıştı. Yazar haklı olarak, «manüfaktür sanayiinin tarımsal ekonomiden ayrılması, yani toplumsal, ulusal iş bölümü Reform öncesi dönemde de vardı» (S. 189) demektedir. Peki, biz bu durumda, neden bataklık üzerinde yaşayan Vladimir’li el - zanaatçısının veya sığır tüccarının, «toprağının bütün doğal verimliliğine» karşın, Tombov’daki basit çiftçiden daha az «geçinme araçlarına» sahip olduğuna inanmak zorunda olalım?
Daha sonra Bay Struve, esaretten kurtulmadan önce, serflik koşullarındaki nüfusun azalması hakkında veriler aktarmaktadır. Onun, görüşlerinden alıntı yaptığı iktisatçılar bunu «refah düzeyinin gerilemesine» (S. 189) bağlamaktadırlar. Yazar bundan şu sonuçları çıkarmaktadır :
«Biz, esaretten kurtulmadan önce {1861 Reformundan önce} serflik koşullarındaki nüfusun sayıca azalması gerçeği üzerinde durduk, çünkü görüşümüze göre bu, Rusya’nın o dönemdeki ekonomik durumuna ışık tutmaktadır. Ülkenin önemli bir kısmına... o zaman varolan teknik - ekonomik ve toplumsal - hukuksal koşullar bakımından en yüksek {maksimum} nüfus yerleşmişti: Koşullar, toplam nüfusun hemen hemen % 40’ı açısından herhangi bir hızlı artış için çok elverişsizdi.» (S. 189). Feodal toplumsal düzen bu geçinme araçlarını bir avuç büyük toprak ağasımn elinde topluyor ve çoğalmaları araştırılmakta olan nüfus kitlesinin ellerini boş bırakıyorken, Malthus’un nüfus artışıyla geçinme araçlarının uygunluğu hakkındaki «yasa»smın konuyla ne ilgisi var? Örneğin, yazarın, nüfus artışının ister sanayiinin az gelişmiş olduğu pek verimli olmayan eyaletlerde, ister salt tarımla uğraşan kalabalık nüfuslu eyaletlerde en az olduğu yolundaki iddiasına herhangi bir değer verilebilir mi? Bay Struve, bunda meta ekonomisi olmadan bile ortaya çıkması gereken ve «doğal ekonomiye uygun düşen», «kapitalist olmayan nüfus fazlalığının» bir belirtisini görmek istemektedir. Fakat, daha fazla olmasa bile aynı haklılıkla bu nüfus fazlalığının feodal ekonomi biçimine uygun düştüğü, nüfusun yavaş artmasının nedeninin herşeyden önce toprak ağalarının işletmelerinde meta üretiminin artmasının yolaçtığı köylü emeğinin artan sömürülmesi olduğu söylenebilir, çünkü bu sırada {toprak ağaları) angaryayı yalnızca kendi ihtiyaçlarını karşılamak için değil, satış için tahıl üretmede kullanmaya başlamışlardır. Yazarın verdiği örnekler bizzat yazarı çürütmektedir: Bu örnekler, toplumsal ilişkilerin belli tarihsel sistemleri ve bunların gelişme aşamaları görmezlikten gelindiğinde, nüfus artışı ve geçinme araçlarının uygunluğu hakmdaki formüle göre soyut bir nüfus yasası kurmanın olanaksızlığını anlatmaktadırlar.
Reform sonrası döneme geçerek Bay Struve şöyle demektedir : «Nüfusun, serfliğin yıkılışını izleyen tarihinde, kölelikten kurtulmadan önce olduğu gibi aynı temel özelliği görüyoruz. Nüfusun dinamikleri toprak genişliğine ve toprak payına doğrudan bağımlı olarak artar» (S. 198). Bu, köylüleri verilmiş - toprak büyüklüğüne göre guruplayan ve verilmiş - toprağın büyüklüğü ne kadar fazlaysa, nüfustaki artışın da o kadar fazla olacağım gösteren küçük bir tabloyla kanıtlanmaktadır. «Ye bu öncelikle bizzat ürtecinin kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan... doğal ‘kendi ihtiyacını kendi karşılayan’ ekonomi koşullarında başka türlü olamaz» (S. 199).
Gerçekten de, eğer bu böyle olsaydı, eğer toprak payları herşeyden önce üreticinin ihtiyaçlarının doğrudan doğruya giderilmesine hizmet etselerdi, eğer bunlar {toprak payları) bu ihtiyaçları gidermenin biricik kaynağı olsalardı, o zaman, ancak o zaman bu verilerden genel bir nüfus artışı yasası çıkarılabilirdi. Oysa biz, bunun böyle olmadığmı biliyoruz. Toprak payları «herşeyden önce» toprak ağalarının ve devletin ihtiyaçlarını karşılamaya yarar:
Eğer bu «ihtiyaçlar» zamanında karşılanmazsa, topraklar sahibinin elinden alınır; köylüler gelirlerini çok aşan ödemeler yapmak zorunda bırakılırlar. Ayrıca bunlar köylülerin tek gelir kaynağı değildir. Yazar, işletmenin verdiği bir açığın, nüfus üzerinde önleyici ve bastırıcı bir şekilde mutlaka yansıyacağını söylemektedir. Bunun da ötesinde, yetişmiş erkek nüfusu uzaklaştırdıkları için dışarda görülen işler, nüfus artışını daha da azaltmaktadır (S. 199). Fakat eğer verilmiş - topraklardaki işletmenin açığı, toprağı kiraya vermek ya da ek bir kazançla kapatılırsa, o zaman köylünün geçinme araçları «enerjik bir çoğalma» için bütünüyle yeterli olabilir. Hiç kuşkusuz, bu koşullar ancak köylülüğün bir azınhğı için bu kadar elverişli olabilir, fakat, köylülük içinde varolan üretim ilişkilerinin hiçbir özel incelemesinin yapılmadığı yerde, bu artışın düzenli olduğunu, ve esas olarak azınlığın refahına bağlı olmadığını gösterecek hiçbir şey yoktur. Son olarak, bizzat yazar doğal ekonomiyi, kendi tezinin denenmesi için bir koşul olarak ileri sürmektedir; oysa, Reform’dan sonra, kendisinin de kabul ettiği gibi, meta ekonomisi şimdiye kadar süregelen hayatın içine geniş ölçüde girmiştir. Yazarın ortaya sürdüğü veriler, genel bir nüfus artışı yasası oluşturmak için kesinlikle yetersizdir. Üstelik, bu yasanın, İncelenmekte olan toplumdaki üretim araçlarının «öncelikle bizzat üreticinin doğrudan ihtiyaçlarını karşılamaya hizmet ettiğini» varsayan soyut «basitliği», son derecede karmaşık gerçeklerin kesinlikle yanlış ve bütünüyle dayanaksız bir incelemesini vermektedir. Örneğin, kölelikten kurtuluştan sonra —diyor Bay Struve— topraklarını köylülere kiraya vermek top- rakağalarının çıkarınaydı. «Böylece, köylülüğün eline geçebilen gıda alanı, yani köylülerin geçinme araçları artmıştı» (S. 200). Kiralanan toprağın bütününü böyle düpedüz «gıda alanı» kategorisine dahil etmek tamamen temelsiz ve yanlıştı. Yazarın kendisi, toprak ağalarının topraklarından elde edilen ürünün aslan payını kendilerine ayırdıklarına işaret etmektedir (S. 200); öyle ki, toprağı böyle kiraya vermenin (örneğin, bir emek - hizmeti karşılığında) kiracıların içinde yaşadıkları koşulları kötüleştirip kötüleştirmediği, bunun onlar üzerinde son tahlilde gıda alanının azalmasına yolaçan zorunluluklar yükleyip yüklemediği halâ bir sorudur. Daha ilerde bizzat yazar yalnızca zengin (S. 216) köylülerin toprak kiralayacak durumda olduklarını, çünkü onların elinde kiralamanın, «kendi ihtiyacını kendisi karşılayan» işletmenin güçlenmesinden çok, meta ekonomisinin genişlemesi için bir araç olarak hizmet ettiğini belirtmektedir. Eğer toprak kiralamanın genel olarak «köylülüğün» durumunu iyileştirdiği ispatlanmış olsaydı bile, kendi kelimelerini kullanırsak, toprağın kiralanması yoksul köylüleri yıkıma uğratmışsa, (S. 216), yani bazıları için iyileştirme başkaları için kötüleştirme anlamına gelmişse, bu ispatın ne önemi olabilir? Görüldüğü gibi, toprağın köylülerce kiralanması koşullarında, eski, feodal ve yeni, kapitalist ilişkiler birbi- riyle iç içe geçmektedir; yazarın ne birini ne de ötekini hesaba katan soyut akıl yürütmesi bu ilişkilere açıklık kazandırmakta faydalı olacağına, tersine, yalnızca kafa karıştırmaya yaramaktadır.
Yazar, kendi görüşlerini doğruluyor diye kabul ettiği verilere bir yerde daha değinmektedir; yani «eski toprak kıtlığı kelimesi, bilimin nüfus fazlalığı diye adlandırdığı şeyi ifade etmek için yalnızca pratik hayatta kullanılan bir terimdir» (S. 186) demesini kastediyorum. Böylece yazar önceden olduğu gibi kendine dayanak olarak bütün popülist literatürümüzü almaktadır; bu popülist literatür köylü toprak paylarının «yetersiz» olduğu gerçeğini kuşku götürmez bir şekilde tespit eden ve şu «basit» tezi —yani nüfusun arttığını, toprak paylarmm bölündüğünü ve doğal olarak köylülerin yıkıma uğramakta olduklarım— ileri sürerek «köylü toprak mülkiyetinin genişletilmesi» yolundaki arzularını binlerce kez «kuvvetlendirmiş» olan bir literatürdür. Oysa, «toprak kıtlığı» konusundaki, bu çok kullanılıp bayağılaşmış popülist tezin hemen hemen hiç bir bilimsel (*) değeri olamaz; olsa olsa ancak anavatanın doğru yol üzerinde acısız bir şekilde ilerlemesini iş edinmiş bir komisyondaki «iyiniyetli konuşmalarda işe yarayabilir. Bu tezin içinde, ağaçlardan orman görülememekte, görüntünün dış çizgileri yüzünden tablonun temel sosyo - ekonomik geri planı görülememektedir. Bir yanda muazzam bir toprak kitlesinin «eski soyluluk» sisteminin üyelerine ait olması gerçeği, diğer yanda da satın alma yoluyla toprağın elde edilmesi — işte temel geri plan böyledir; bu koşullarda her «toprak mülkiyetinin genişletilmesi» acınacak bir geçici önlem olarak kalacaktır. Gerek popülistlerin toprak kıtlığı konusundaki tezleri, gerekse Malthus «yasaları», varolan somut sosyo - ekonomik ilişkileri görmezlikten gelen soyut «basitlikleri» yüzünden sakattırlar.
Bay Struve’nin iddialarının bu gözden geçirilmesi bizi şu sonuca götürmektedir: Onun, tarımsal Rusya’daki nüfus fazlalığının, çoğalmanın geçinme araçlarıyla bir uyum içinde olmadığıyla açıklanması gerektiği yolundaki tezi, kesinlikle ispatlanmamış bir şeydir. Bay Struve iddialarını şöyle sonuçlandırmaktadır: «Ve böylece, meta - ekonomik {meta ekonomisine özgü . Yay.} etkenlerle ve feodal dönemin toplumsal yapısından miras kalan diğer önemli özelliklerle karmaşıklaşmış olan doğal - ekonomik {doğal ekonomiye özgü - Yay.) nüfus fazlalığının bir tablosuyla karşı karşıya kalmaktayız.» (S. 200). Doğal olarak «doğal» ekonomiden «meta» ekonomisine geçiş aşamasında bulunan bir ülkede her ekonomik olgunun «meta - ekonomik etkenler tarafından karmaşıklaş tırılmış doğal - ekonomik bir olgu» olduğu söylenebilir. Bunun tersi de söylenebilir : «Doğal - ekonomik etkenler tarafından karmaşıklaştırılmış meta - ekonomik bir olgu», — oysa bütün bunlar, varolan sosyo - ekonomik ilişkiler temelinde lam olarak nasıl bir nüfus fazlalığı oluştuğu konusunda bir «tablo» vermek şöyle dursun, en ufak bir fikir bile veremezler. Yazarın Bay Nik-on’a ve onun Rusya’daki kapitalist nüfus fazlalığı teorisine karşı ileri sürdüğü nihai sonuç şöyledir: «Köylülerimiz yeterince gıda maddesi üretmiyorlar» (S. 237).
Köylülerin tarımsal üretimi, bugüne kadar, devlet aracılığıyla toprağı rehinden kurtarma ödemeleri alan toprak ağalarının ellerine geçmekte olan ürünler vermeye devam etmektedir; köylü üretimi, sürekli olarak, tüccar {Almanca metinde «ticaret» olarak geçmektedir, S. 481 - Yayıncı.} ve tefeci sermayesinin, büyük köylü kitlelerini ürünlerinin önemli bir kısmından yoksun bırakan işlemlerine konu olmaktadır; ve son olarak, bu üretim bizzat «köylülük» içinde öylesine karmaşık bir şekilde dağılmıştır ki, genel ve ortalama kazanç (kiralama) kitle için bir kayıp haline gelmekte ve Bay Struve bütün bu toplumsal ilişkiler ağını, Gordiyom’- un düğümü gibi soyut ve tümüyle tepeden inme çözümle bıçakla keser gibi kesmektedir: «Üretim yetersizdir». Fakat hayır, bu teori hiçbir eleştiriye dayanamaz: Bu teorinin yaptığı şey, yalnızca, tam da incelenmesi gereken şeyi, yani tarımsal köylü ekonomisindeki üretim ilişkilerini arap saçma çevirmektir. Malthus teorisi, meseleleri sanki karşımızda Rus köylü ekonomisinin bugünkü örgütlenmesi içinde içiçe geçmiş olan feodal ve burjuva ilişkiler değil de, bir tabula rasa (boş bir sayfa - Yayıncı} varmış gibi ortaya koymaktadır.
Söylemeye gerek yok, Bay Struve’nin görüşlerini yalnızca eleştirmekle yetinemeyiz. Bunun yanında, kendi kendimize şu soruları sormalıyız: Onun hatalarının temeli nedir? Ve birbirleriyle çekişen hasımlardan (Bay Nik-on ve Bay Struve’den) hangisi nüfus fazlalığı konusundaki açıklamasında haklıdır?
Bay Nik-on nüfus fazlalığı konusundaki açıklamasını, işçi kitlelerinin, köylü sanayilerinin kapitalistleşmesi yüzünden «özgürleştirilmiş» olması gerçeğine dayandırmaktadır. Buna bağlı olarak, yalnızca büyük - çaplı fabrika sanayinin büyümesiyle ilgili verileri aktarmakta ve bu arada, toplumsal iş bölümünün güçlendiğini belirten el - zanaatçıları sanayilerindeki büyüme gerçeğini dikkate almamaktadır (*). Bay Nik-on, tarımsal ekonominin sosyoekonomik örgütlenmesinin ve gelişme derecesinin tam bir tasvirini vermek için girişimde bile bulunmadan, aynı açıklamayı tarımsal ekonomiye de aktarmaktadu1 .-*****S
Buna cevap olarak Bay Struve, «Marks’ın kastettiği anlamda» kapitalist nüfus fazlalığının, teknik ilerlemeye sıkı sıkıya bağlı olduğunu» (S. 183) belirtmekte, ve Bay Nik-on’la birlikte köylü «ekonomisinin» «tekniğinin» «hemen hemen hiç bir ilerleme kaydetmediğini» (S. 200) kabul ettiği için, tarımsal Rusya’daki nüfus fazlalığının kapitalist nitelikte olduğunu reddetmekte, ve başka açıklamalar aramaktadır.
Bay Struve’nin Bay Nik-on’a verdiği cevapta yaptığı tespit doğrudur. Kapitalist nüfus fazlalığı sermayenin üretime egemen olması yüzündendir; sermaye, gerekli (belli miktarda ürünün üretilmesi için gerekli) işçi sayısını azaltarak, bir nüfus fazlası yaratmaktadır. Marks, tarımsal ekonomideki kapitalist nüfus fazlalığından sözederken şunları söylemektedir :
«Kapitalist üretim tarımı eline geçirir geçirmez, ve bunu yaptığı ölçüyle orantılı olarak tarımda kullanılan sermayenin birikimi artarken, tarımda emekçi nüfusa duyulan talep mutlak olarak azalır ve bu geri itme {olayı} tarım dışı sanayilerde olduğu gibi daha büyük bir çekme {olayı} ile telâfi edilemez. Tarımsal nüfusun bir kısmı işte bu yüzden sürekli olarak şehir proletaryasının ya da manüfaktürle uğraşan proleteryanm saflarına geçme noktasındadır... (*) (Burada manüfaktür her türlü tarım-dışı sanayiler anlamında kullanılmaktadır.) (**)
Bu nisbi fazla - nüfus kaynağı böylece sürekli akmaktadır. Fakat, şehirlere doğru bu sürekli akış kırsal bölgenin kendisinde sürekli bir saklı fazla - nüfus bulunmasını gerekli kılar ve bu fazla - nüfusun büyüklüğü ancak akış kanalları olağanüstü bir genişliğe ulaştığı zaman belli olur. Tarım emekçisinin ücreti bu nedenle en düşük düzeye indirilmiş durumdadır ve daima bir ayağı zaten sefalet batağına saplanmış bir durumda bulunur.» (Das Kapital, S. 668)
Bay Nik-on tarımsal Rusya’daki nüfus fazlalığının kapitalist
niteliğini ispatlamamıştır; çünkü onu tarımdaki kapitalizmle bir-
leştirmemiştir: Kendini özel tarımsal işletmenin kapitalist evrimi
ne yüzeysel ve eksik bir değinmeyle sınırlayarak, köylü işletme
sinin örgütlenmesinin burjuva özelliklerini tamamen görmezlikten
gelmiştir. Bay Struve Bay Nik-on’un açıklamasının bu yetersizli
ğini düzeltmeliydi; bu çok büyük önem taşımaktadır, çünkü ta
rımda kapitalizmi, kapitalizmin egemenliğini ve aynı zamanda
onun halâ zayıf olan gelişmesini görmezlikten gelmek, doğal ola
rak, iç pazarın yokluğu ya da daralması teorisine yolaçmıştır. Bay
Nik-on’un teorisini kapitalizmimizin somut verilerine indirgeyeceği yerde, Bay Struve bir diğer hataya düşmüştür: Nüfus fazlalığının kapitalist niteliğini tamamen inkar etmiştir.
Tarımın sermaye tarafından istila edilmesi, Reform - sonrası döneminin tüm tarihi için karakteristiktir. Toprak ağaları çok yaygmlaşan ve hatta köylülerin ek - kazançlarının büyük kısmının niteliğini belirleyen kiralanmış emeğe (yavaş ya da hızlı olarak, bu ayrı bir sorundur) başvurmuşlar, teknik yenilikler getirmişler ve makina kullanmaya başlamışlardır. Ölmekte olan feodal ekonomi sistemi bile —angarya karşılığında köylülere toprak verilmesi— köylüler arasındaki rekabet yüzünden, burjuva yönde bir değişikliğe uğramıştır; bu, kiracıların durumunun kötüleşmesine, kiralama koşullarının daha da ağırlaşmasına (*) ve dolayısıyla işçi sayısında bir azalmaya yol açmıştır. Köylü ekonomisinde köylülüğün bir köy burjuvazisi ve proletarya olarak bölünmesi tamamen açıkça ortaya çıkmıştır. «Zenginler» kiraladıkları toprakları genişletmişler, işletmelerini daha iyi bir duruma getirmişler [Karş. V. V. Köylü Ekonomisinde İlerici Eğilimler] ve ücretli emeğe başvurmak zorunda kalmışlardır. Bütün bunlar (biraz sonra göreceğimiz gibi) Bay Struve tarafından da değinilen, çoktan oluşmuş ve herkesin kabul ettiği gerçeklerdir. Bir diğer örnek olarak, Rus köyü için çok tipik olan şu durumu alalım: «Kulak»ın biri «köy topluluğundan», ya da daha doğrusu proleter tipteki köylü hemşehrilerinden verilmiş - toprağın en iyi parçasını kapmıştır; ve onu gırtlağına kadar borç ve yükümlülükler altında boğulacak durumda olan ve popülistlerin çok sevdiği topluluk ilkelerinin gücüyle —karşılıklı toplumsal uyum ve ortak dayamşma için— velinimetlerine bağlı olan aynı «verilmiş - toprağa sahip» köylülerin emeği ve aletleriyle işletmektedir. Hiç kuşkusuz {bu kulağın) işletmesi, yıkıma uğramış köylülerinkinden çok daha iyi işletilmek tedir ve gerekli olan işçi sayısı, bu toprak parçası birkaç küçük çiftçinin elindeyken gerekli olan sayıdan çok daha azdır. Hiçbir popülist bunların kural dışı değil, olağan gerçekler olduğunu inkar edemez. Popülistlerin teorilerinin kendine özgülüğü yalnızca bu gerçeklere onların gerçek adlarını vermemelerinden ve bu gerçeklerin tarımda sermayenin egemenliği anlamına geldiğini görmek istememelerinden kaynaklanmaktadır. Sermayenin ilk başlangıç biçiminin her zaman ve her yerde tüccar sermayesi, para sermaye olduğunu, sermayenin her zaman teknik üretim sürecini bulduğu şekliyle aldığını ve ancak ondan sonra onu teknik değişime tabi tuttuğunu unutmaktadırlar. Onlar bu yüzden bugünkü tarımsal düzeni, «yaklaşmakta olan»(?!) kapitalizme karşı «savunduklarında» (elbette ki kelimelerle - başka bir şeyle değil), yalnızca sermayenin Ortaçağa özgü biçimlerini, sermayenin en son, tam anlamıyla burjuva biçimlerinin hücumuna karşı savunduklarım görmemektedirler.
Böylece, tarımda sermayenin egemenliği nasıl inkâr edilemezse, Rusya’daki .azıalığının kapitalist niteliği de inkâr edilemez. Fakat Bay Nik-on’un yaptığı gibi, sermayenin gelişme derecesini görmezlikten gelmek, elbette ki tamamen gülünçtür. Bay Nik-on heyecana kapılarak bu gelişmeyi hemen hemen tamamlanmış diye göstermekte ve bu nedenle iç pazarm daralması, ya da yokluğu hakkında bir teori uydurmaktadır. Oysa gerçekte, sermaye egemen olduğu nalde, nisbeten çok az gelişmiş bir biçimdedir; tam gelişmeye ulaşmadan önce, üretici üretim araçlarından tamamen koparılmadan önce, hala aşması gereken bir çok ara aşamalar vardır; ve tarımsal kapitalizm tarafından ileriye doğru atılan her adım, iç pazarın bir büyümesi anlamına gelir. Marks’ın teorisine göre bu büyüme, tam da tarımsal kapitalizm tarafından yaratılmaktadır ve Rusya’da daralan değil, fakat tam tersine oluşmakta ve gelişmekte olan bir şeydir.
Tarımsal kapitalizmimizin (*) çok genel bir niteliği olmasına karşın, daha ilerde, bunun kırdaki sosyo - ekonomik ilişkilerin bütününü kapsamadığını görüyoruz. Tarımsal kapitalizmimizin yanında halâ feodal ilişkilere de rastlamaktayız —bu ilişkilere hem ekonomik alanda (örneğin, köylülerin elinden alınmış toprakların angarya hizmeti karşılığında kiraya verilmesi ve ödemelerin ürün cinsinden yapılması— burada feodal ekonominin bütün özellikleri yeralmaktadır: Üreticiyle üretim araçları sahibi arasındaki doğal «hizmet değişimi», ve üreticinin üretim araçlarından koparılarak değil de, toprağa bağlanarak sömürülmesi), hem de daha fazlasıyla toplumsal ve hukuksal - siyasal alanda («verilmiş - toprak sağlanması» zorunluluğu, toprağa bağlanma, yani bir yerden bir yere gitme özgürlüğünün olmaması, toprağı rehinden kurtarma parası ödenmesi, yani toprak ağasına eskiden olduğu gibi aynı feodal faizin ödenmesi, mahkemelerde ve yönetimde vb. ayrıcalıklara sahip olan toprak sahiplerine tabi olmak) rastlanmak- tadır; bu ilişkiler, hiç kuşkusuz aynı şekilde köylülüğün yıkıma uğramasına, işsizliğe ve toprağa bağlı tarım emekçilerinde bir «nüfus fazlalığına» yolaçmaktadırlar. Bugünkü ilişkilerin kapitalist temeli, «eski soyluluk» tabakasının, kapitalizm tarafından tam da kapitalizmin gelişmemiş oluşu nedeniyle henüz yokedilmemiş olan, bu halâ güçlü kalıntılarını saklamamalıdır. Kapitalizmin gelişmemiş durumu, popülist tarafından bir «şans»(*) olarak kabul edilen «Rusya’nın geriliği» ancak şanslı doğmuş olan sömürücüler için bir şanstır. Dolayısıyla, bugünkü «nüfus, fazlalığı», temel kapitalist özelliklerinin yanında feodal özellikler de içermektedir.
ğer bu sonraki tezi, Bay Struve’nin «nüfus fazlalığının» doğal - ekonomik ve meta - ekonomik özellikler içerdiği yolundaki teziyle karşılaştırırsak, göreceğiz ki, doğal - ekonomik özellikler meta- ekonomik özellikleri saf dışı bırakmamakta, fakat tam tersine, onların içinde yeralmaktadırlar: Serflik «doğal - ekonomik» olgulara, kapitalizm de «meta - ekonomik» olgulara bağlıdır. Bay Struve’nin tezi, bir yandan kesinlikle hangi ilişkilerin doğal - ekonomik ve hangilerinin meta - ekonomik olduklarını tam olarak be- lirtmemekte ve diğer yandan bizi gerisin geriye Malthus’un temelsiz ve anlamsız «yasalarına» götürmektedir.
Bu kusurlar, doğal olarak şu aşağıdaki bölümün yetersiz niteliğine yol açmışlardır. Yazar şöyle sormaktadır: «Hangi yolla, hangi temelde, ulusal ekonomimiz yeniden örgütlenebilir?» (S. 202). Tuhaf bir soru, gene çok profesörce bir tarzda formüle edilmiş, tam da popülist bayların durumun yetersiz niteliğini ilân et tiklerinde ve anavatan için en iyi yolları seçtiklerinde ortaya koymaya alışkın oldukları sorular gibi sorulmuş. «Ulusal ekonomimiz», örgütlenmesi ve «yeniden örgütlenmesi» bu ekonomiyi «yöneten» burjuvazi tarafından belirlenen, kapitalist bir ekonomidir. Yeniden örgütlenmenin nasıl olanaklı olacağı sorusu yerine, ortaya atılması gereken, bu burjuva ekonomisinin gelişmesinin birbirini izleyen aşamalarının neler olduğu sorusu olmalıydı; ve bu, yazar —Bay Nik-on’u «kuşku duyulmayan bir marksist» olarak tanıtan— Bay V. V. ’ye karşı, hangi teori adına, bu «kuşku duyulmayan marksistin» hem sınıf mücadelesi, hem de devletin sınıfsal kökeni konusunda hiçbir fikri olmadığı yolunda böyleşine güzel cevap vermişse, işte o teorinin bakış açısından ortaya konulmalıydı. Eğer yazar soruyu ortaya koyma biçimini belirtilen anlamda değiştirmiş olsaydı, bu onu 202 - 204. sayfalarda okuduğumuz, «köylülük» hakkındaki karışık tartışmalardan kurtarmış olacaktı.
Yazar, köylülüğün yetersiz verilmiş - toprağa sahip olduğu, bu yetersizliği toprak kiralayarak telafi etseler bile, «köylülüğün önemli bir bölümünün» sürekli açık vereceği; köylülükten bir bütün olarak söz edilemeyeceği, çünkü böyle bir şeyin bir hayal- den(*) sözetmek anlamına geldiği (S. 203) iddiasıyla işe başlamaktadır. Ve doğrudan doğruya bundan çıkarılan sonuç şudur:
«Durum ne olursa olsun, yetersiz üretim ulusal ekonomimizin temel ve egemen gerçeğidir» (S. 204). Bu tamamen temelsizdir ve önceden söylenenlerle tümüyle bağlantısızdır: İçinde uzlaşmaz karşıtlıkta sınıflar oluşmakta olduğu için köylülüğün tek bir bütün olarak ele alınmasının hayal olduğu gerçeği neden «temel ve egemen gerçek» olarak kabul edümemektedir? Yazar kendi sonucunu, —salt Malthusianizm çıkarma bir ön yargı yüzünden— hiçbir veriye dayanmadan, «yetersiz üretimle» [ki bu da azınlığın, ço. ğunluğun zararına refaha ulaşmasına engel değildir] ya da köylülüğün bölünmesiyle ilgili gerçekleri hiç de tahlil etmeden çıkarmaktadır. «Bu nedenle», diye yazar devam etmektedir, «tarımsal emeğin üretkenliğindeki bu artış, Rus köylülüğü için doğrudan doğruya yararlı ve çok iyi bir şeydir» (S. 204). Bu sözlerden de hiçbir şey anlamıyoruz: Yazar daha yeni, popülistlere karşı, onların bir hayalden —genel olarak «köylülükten»— sözettiklerinden dolayı - ciddi (ve son derece haklı) bir suçlamada bulundu, ve şimdi de bizzat kendisi, tahlilinde bu hayale yer vermektedir! Eğer bu «köylülük» safları içindeki ilişkiler, çoğunluk proleterleşirken, bir azınlığın «ekonomik bakımdan güçlü» duruma gelmesi şeklindeyse, çoğunluk sürekli olarak açık verip yıkıma uğru- yorken, eğer bir azınlık topraklarını genişletiyor ve zenginleşiyorsa, nasıl olur da bu süreçten genel olarak «yararlı ve çok iyi bir şey» diye sözedilebilir? Belki de yazar, sürecin köylülüğün bir bölümü için olduğu kadar diğer bölümü için de yararlı olduğunu söylemek istiyordu. Fakat o zaman yazar, ilk olarak, her gurubun durumunu incelemeli ve ayn ayrı araştırmalıydı, ve ikinci olarak bu guruplar arasındaki uzlaşmaz karşıtlık nedeniyle, yazar, hangi gurubun bakış açısmdan bunun «yararlı» ve «çok iyi bir şey» olduğunu kesinlikle tespit etmeliydi. Bay Struve’nin yetersiz, tu- tarsız objektivizmi bu örnekte kendini bir kez daha göstermektedir.
Bay Nik on bu konuda karşıt bir görüşe sahip olduğu için ve «eğer ürünler meta biçiminde üretilirlerse, tarımsal emeğin (*) üretkenliğindeki bir artış, ulusal refahın {Almanca metinde «halkın refahı» olarak geçmektedir, S. 488 - Yay.) artmasına hizmet edemez» diye iddia ettiği için (Denemeler, S. 266), Bay Struve şimdi de bu görüşü çürütmeye koyulmaktadır.
Bay Struve, ilk olarak, bugünkü buhranın tüm ağırlığım hisseden köylünün kendi tüketimi için tahıl ürettiğini; tahılı satmadığını, fakat üstelik satın da aldığını söylemektedir. Yazara göre bu tür köylüler için, — bunlar köylülerin % 50’sidir (1 atı olan veya hiç atı olmayan köylüler) ve hiçbir durumda % 25’inden daha az değildir (atı olmayan köylüler) emek üretkenliğinin artması, tahıl fiyatlarının düşmesine karşın her durumda yararlıymış.
Evet, hiç kuşkusuz, eğer köylü, işletmesinin varolan durumunu koruyabiliyor ve daha da geliştire biliyorsa, üretkenlikteki bir artış böyle bir köylü için yararlıdır. Fakat bu koşullar, tek atı olan, ya da hiç atı olmayan köylüler için zaten yoktur. İşletme tekniklerini iyileştirmek şöyle dursun, bu köylüler ilkel aletleri, toprağı düzensiz ekip - biçmeleri vb. ile, varolan işletmelerini bile koruyamamaktadırlar. Teknik bakımdan iyileştirme meta ekonomisinin büyümesinin bir sonucudur. Ve eğer meta ekonomisinin gelişmesinin bugünkü aşamasında bizzat kendileri için ek tahıl satın almak zorunda olan köylüler bile, tahıl satmaya zorlanıyor- salar, o zaman bir sonraki aşamada bu satışlar çok daha gerekli olacak (yazarın kendisi de doğal ekonomiden meta ekonomisine geçişin zorunluluğunu kabul etmektedir), ve işletme yöntemlerini iyüeştirmiş olan köylülerin rekabeti, toprağa bağlı proleterleri kaçınılmaz olarak ve derhal mülksüzleştirecek ve onları kuşlar kadar özgür olan proleterlere dönüştürecektir. Böyle bir değişikliğin onlar için yararsız olduğunu söylemek istemiyorum. Tam tersine, eğer üretici bir kez kapitalizmin pençesine düşmüşse, —ve bu, İncelenmekte olan köylü gurubu için, hiç kuşkusuz tamamlanmış bir gerçektir— ona efendilerini değiştirme olanağı veren ve özgür bir el kazandıran tam - özgürlük, onun için, çok «yararlı ve iyi bir şeydir». Fakat Bay Struve ve Bay Nik-on’un arasındaki tartışma, hiç de bu tür düşünceler çerçevesinde hareket etmemektedir.
îkinci olarak, diye devam ediyor Bay Struve, «Bay Nik on, tarımsal emeğin üretkenliğinde bir artışın, yalnızca teknikte ve çiftçilik ya da mahsul yetiştirme sisteminde değişiklikler yapmakla olanaklı olduğunu unutmaktadır.» (S. 206). Gerçekten de Bay Nik-on bunu unutmaktadır, fakat bu düşünce, yalnızca, ekonomik bakımdan zayıf köylülerin, yani «proleter tipteki» köylülerin tümüyle mülksüzleştirilmelerinin kaçınılmazlığı yolundaki tezi güç- lendirmektedir. Teknikte iyiye doğru bir değişiklik yapmak için paraya gerek vardır, oysa bu köylülerin yeterli yiyecekleri bile yoktur.
Sonuç olarak, üçüncüsü, diyor yazar, Bay Ni.-on tarımsal emeğin üretkenliğinde bir artış rekabetçileri fiyatları düşürmeye zorlayacaktır diye iddia etmekte haksızdır. Bay Struve haklı olarak şöyle demektedir: Bu tür bir fiyat indirimi için, tarımsal emeğimizin üretkenliğinin yalnızca Batı Avrupa’dakine yetişmekle kalmayıp [bu durumda ürünü toplumsal olarak gerekli emek düzeyinde satmış oluruz] hatta onu geçmesi bile zorunludur. Bu itiraz tümüyle yerindedir, fakat bize, bu teknik - iyileştirmeden, «köylülüğün» hangi belli kesiminin ve niçin yararlanacağı konusunda hiçbir şey anlatmamaktadır.
«Genel olarak, Bay Nik.-on tamamen haksız yere, tarımsal emeğin üretkenliğinin artmasından korkmaktadır» (S. 207). Bay Struve’nin görüşüne göre, Bay Nik.-on, tarımsal ilerlemeyi, beraberinde giderek artan biı şekilde makinaların işçüerin yerini almasını da getiren, ekstansif tarımın ilerlemesinden başka bir şey olarak düşünemediği için böyle yapmaktadır.
Yazar çok yerinde olarak, Bay Nik.-ön’un tarımsal tekniğin gelişmesi karşısındaki tutumunu «korku» kelimesiyle nitelemektedir; yazar bu korkunun saçma olduğunu söylerken çok haklıdır.
Fakat bizce, yazarın tartışma çizgisi Bay Nik.-on’un temel hatasına hiç dokunmamaktadır.
Görünürde sıkı sıkıya marksist öğretiye sarılan Bay Nik.-on, kapitalist toplumda ta rımın kapitalist gelişmesiyle manüfaktör sanayiinin gelişmesi araşma kesin bir ayrım çizgisi çekmekten de geri kalmamaktadır; ve bu ayrımı, İkincisi için kapitalizmin ilerici etkisini, yani emeğin toplumsallaştırılmasını kabul etmesi, birincisi içinse kabul etmemesi açısından yapmaktadır. Bu nedenle o, manüfaktür sanayiinde emek üretkenliğinin artmasından «korkmamakta», oysa tarımsal ekonomide bundan «korkmaktadır», oysa sorunun sosyo -ekonomik yönü ve bu sürecin toplumdaki farklı sınıflar üzerindeki etkisi her iki durumda da tamamiyle aynıdır... Marks bu tezi şu aşağıdaki açıklamada çok çarpıcı bir şekilde ifade etmiştir: «Mili, Rogers, Goldvvin Smith, Fawcett vb. gibi insansever İngiliz iktisatçıları ve John Bright ve yandaşları gibi liberal fabrikatörler, Tanrının Kabil’e kardeşi Babil’i sorduğu gibi, İngiliz toprak soylularına, binlerce özgür çiftçimiz nereye gittiler diye sormaktadırlar. Peki, o zaman siz nereden geliyorsunuz? Bu özgür çiftçilerin mahvolup gitmesinden. Neden bağımsız dokumacılar, iplikçiler, el- zanaatçılarının da nerede olduğunu sormuyorsunuz?» (Das Kapital I, S. 780, Dipnot 237) (1M). Bu son cümle, açıkça, tarımdaki küçük - üreticinin kaderini manüfaktür sanayiindeki küçük - üreticinin kaderiyle özdeşleştirmekte ve her iki durumda da burjuva toplumundaki sınıfların oluşumunu vurgulamaktadır (*). Bay Nik.-on’un asıl hatası, tam da, bu sınıfların köylülüğümüzde ortaya çıkışlarını görmezlikten gelmesi ve bu sınıflar arasındaki karşıtlığın gelişmesinin birbirini izleyen her aşamasını inceden inceye izlemeyi kendine hedef edinmemesi gerçeğinde yatmaktadır.
Fakat Bay Struve sorunu bu tarzda ortaya koymamaktadır-. Bay Nik.-on’un, belirtmiş olduğumuz hatasını düzeltmek şöyle dursun, tersine, Bay Struve, ilerlemenin «köylülük» için ne kadar «yararlı» olduğunu söyleyerek, kendine sınıflar üstü bir yer veren bir profesörün bakış açısından sorunu ele almakla, bizzat kendisi de aynı yanlışlığı tekrarlamaktadır. Sınıflar üzerine çıkması için yapılan bu cüretkâr deneme, yazarın tezlerini son derece bu- lanıklaştırmaktadır, öyle ki, bu tezlerden şu aşağıdaki burjuva sonuçlar çıkarılabilir: Kapitalizmin tarımsal ekonomide (aynen kapitalizmin sanayide yaptığı gibi) üreticinin durumunu kötüleştirdiği konusundaki hiç kuşkusuz doğru olan tezin karşısına, genel olarak bu değişiklerin «yararlı» olduğu tezini çıkarmaktadır. Bu, herhangi bir kimsenin, burjuva toplumunda makinalar konusunda fikir yürüterek, romantik ekonomistlerin makinalarm emekçilerin durumunu kötüleştirdiği konusundaki teorilerini, genel olarak ilerlemenin «yararlı ve iyi bir şey» olduğunu ispatlamaya çalışarak çürütmek istemesiyle aynı şeydir.
Bay Struve’nin bu düşüncesine popülist belki de şöyle cevap verecektir: Bay Nik.-on’un korktuğu şey emek üretkenliğinin artışı değil, onun burjuva niteliğidir.
Tarımdaki teknik ilerlemenin kapitalist düzenimizdeki burjuva nitelikten ileri geldiği kuşku götürmezken, popülistlerin «korkusu» hiç kuşkusuz bütünüyle saçmadır. Burjuva nitelik, gerçek hayatın bir olgusudur; tarımda da emek zaten sermayeye tabidir, ve «korkulması» gereken şey, bu burjuva nitelik değil, tersine üreticinin bu burjuva niteliğin bilincinde olmaması, onun kendi çıkarlarını bu burjuva niteliğe karşı savunmaktan yoksun oluşudur. Bu yüzden, arzu edilen şey, kapitalizmin gelişmesinin yavaşlatılması değil, tersine onun tamamen gelişmesi, gelişmesini tamamlamasıdır.
Bay Struve’nin kapitalist toplumdaki tarımı incelerken işlediği hatanın temelini daha ayrıntılı ve daha kesin bir biçimde göstermek için, bu incelemelere olanak veren teknik değişiklikle beraber, sınıfların oluşması sürecini de (en genel hatlarıyla) göstermeye çalışalım. Burada Bay Struve ekstansif ve intansif tarımı kesin olarak birbirinden ayırmakta ve Bay Nik.-on’un yanılgıları nın kökünün onun yalnızca ekstansif tarımı kabul etmek istemesinde yattığını söylemektedir. Biz Bay Nik.-on’un asıl hatasının burada olmadığını ve intansif tarıma geçişte burjuva toplumun- da sınıfların oluşmasının esas olarak aynı ekstansif tarımın gelişmesindeki gibi olduğunu ispatlamaya çalışacağız.
Ekstansif tarım konusunda fazla bir şey söylemeye gerek yok, çünkü burada «köylülüğün» burjuvazi tarafından saf dışı edildiğini Bay Struve de kabul etmektedir. Biz yalnızca iki noktayı vurgulamak istiyoruz. Birincisi şudur: Teknik ilerlemeyi doğuran şey meta ekonomisidir; bu ilerlemeyi gerçekleştirmek için çiftçinin özgür ve kendi üretim araçlarının tüketimi ve yeniden üretimi bakımından fazla parasal imkânlara sahip olması gerekir. Bu imkânlar nereden sağlanabilir? Açıktır ki, yalnızca meta - para - meta dolaşımının para - meta - daha fazla para dolaşımına dönüşmesinden. Başka bir deyişle, bu imkânlar ancak ve ancak sermayeden, tüccar ve tejeci sermayesinden, saf Rus popülistlerinin kapitalizm değil de, tersine «yağmacılığa» dahil ettikleri «aracılardan, kulaklardan, tüccarlardan» vb. sağlanabilir (sanki kapitalizm yağmacılık değilmiş gibi! Sanki Rusya gerçeği bize bu «yağmanın» düşünülebilecek tüm biçimleri arasındaki çok yönlü ilişkiyi gös- termiyormuş gibi — hem de en ilkel ve en eski kulak yöntemlerinden patronların en modern, rasyonel işletme yöntemlerine kadar !)(*). İkinci olarak, Bay Ni.-on’un bu sorunda ortaya koyduğu tuhaf tutumuna işaret etmek istiyoruz. S. 233’teki 2. dipnotta Bay Nik.-on, makinaların köylü işletmesindeki çalışma alanını iki katına, işçi başına 10 desiyatinden 20 desiyatine çıkardığını ve işte bu yüzden «Rusya’nın sefaletinin» nedeninin «köylü işletmesinin küçüklüğünde» aranması gerektiğini anlatan ve «Güney Rusya’ mn Köylü Ekonomisi» kitabının yazarı olan Bay V. Y. Postnikof’u çürütmektedir. Başka bir deyişle: Burjuva toplumunda teknik ilerleme küçük ve geri işletmelerin mülksüzleştirilmelerine yol açmaktadır. Bay Nik.-on, buna, yarın teknik, çalışma alanını üç katına bile çıkarabilir diye itiraz etmektedir; o zaman 60 desiyatin- lik işletmeleri 200 ya da 300 desiyatinlik işletmelere dönüştürmek gerekecektir. Tarımımızın burjuva nitelikte olduğu tezine karşı öne sürülen böyle bir iddia, bugünün buhar makinasının yerini «yarın» bir elektrik motorunun alması gerektiğini söyleyerek, fabrika kapitalizminin zayıflığını ve güçsüzlüğünü ispatlamaya girişmek kadar gülünçtür. Bay Nik.-on, «aynı şekilde özgürleştirilmiş milyonlarca emekçinin ne olacağı da bilinmemektedir» diye eklemekte ve burjuvaziyi kendi yargıç koltuğunun önüne davet etmektedir, fakat bu arada onlar hakkında hüküm verebilecek olan yargıcın bizzat üretici olduğunu unutmaktadır. Yedekte bir işsizler ordusunun oluşması, burjuva tarımında makina kullanımının olduğu kadar burjuva sanayiinin de zorunlu bir sonucudur.
Ve böylece, ekstansif tarımın gelişmesiyle ilgili olarak, hiç kuşku yok ki, meta ekonomisi koşullarında teknik ilerleme, «köylünün» bir yandan kapitalist bir çiftçiye (çiftçi sözünden tarımdaki girişimciyi, kapitalisti anlıyoruz), diğer yandan bir tarım emekçisine ya da gündelikçiye dönüşmesine yolaçmaktadır. Şimdi de, ekstansif tarımın intansif tarım haline geldiği durumu inceleyelim. İşte Bay Struve’nin «köylü» için «yarar» umduğu süreç budur. Kullandığımız malzemenin güvenilir olup olmadığı konusunda herhangi bir tartışmayı önlemek için Bay Struve’nin öylesine sınırsız övgüsünü kazanmış olan Bay. A. I. Skvortsof’un Demiryolu Taşımacılığının Tarım Üzerindeki Etkisi adlı eserinden faydalanalım.
Kitabının dördüncü kısmının 3. bölümünde Bay Skvortsof, ekstansif ve intansif işletmesi olan ülkelerde «demiryolu taşımacılığının etkisiyle tarım tekniğinde meydana gelen değişmeler»i incelemektedir. Onun, yoğun - nüfuslu, ekstansif işletmeleri olan ülkelerde bu değişikliği nasıl tasvir ettiğini ele alalım. Merkezî Avrupa Rusya'sının bu kategoriye gireceği samlabilir. Bay Skvortsof böyle bir ülkenin, Bay Struve’nin görüşüne göre, eninde sonunda Rusya’da da meydana gelecek olan değişikliklere sahne olacağını, yani, gelişmiş bir fabrika üretimi olan intansif tarımlı bir ülkeye dönüşeceğini önceden bildirmektedir.
Bay A. Skvortsof’u izleyelim (§£ 4-7, S. 440 - 451).
Sözkonusu olan ekstansif tarımlı bir ülkedir (*). Nüfusun çok önemli bir bölümü tarımla uğraşmaktadır. Aynı türden işlerle uğraşmak pazar yokluğunun nedenidir. Nüfus yoksuldur, çünkü birincisi işletmeler küçüktür, ve çünkü İkincisi, değişim yoktur : «Bizzat çiftçi tarafından üretilen gıda maddeleri dışındaki ihtiyaçlar, denilebilir ki, yalnızca Rusya’da el - zanaatı sanayi diye bilinen ilkel el - zanaatçısı kuruluşlarının ürünleriyle sağlanmaktadır.»
Bir demir yolunun yapımı tarımsal ürünlerin fiyatlarını arttırmakta ve dolayısıyla nüfusun satın alma gücünü arttırmaktadır. «Demiryoluyla birlikte, ülkede» yerel el - zanaatçılarını yıkıma uğratan «manüfaktür ve fabrikaların ucuz ürünleri bir sel gibi ortalığı kaplamaktadır». «Birçok işletmenin yıkıma uğramasının ilk nedeni budur.
Yıkımın ikinci nedeni hasadın kötü gitmesidir. «Aynı zamanda bu güne kadar tarım ilkel bir biçimde, yani sürekli olarak rasyonel olmayan bir biçimde yapılmıştı ve dolayısıyla hasadların kötü gitmesi ender rastlanan bir durum değildi. Fakat demiryolunun yapımından sonra önceleri hasadın kötü gitmesinin sonucu olan ürün fiyatındaki yükseliş, ya hiç olmamakta, ya da olsa bile eskisine oranla önemli ölçüde düşük olmaktadır. Bu nedenle kötü giden ilk hasadın doğal sonucu, genellikle bir çok işletmenin yıkımıdır. Normal hasadlardan ayrılan ürün fazlalığı ne kadar azsa, ve nüfus el - zanaatı sanayiilerinden sağladığı kazançlara ne kadar çok bel bağlamışsa, çöküş de o kadar hızlı olur.»
El - zanaatları olmadan da geçinebilmek ve intansif (rasyonel) tarıma geçmek yoluyla kendini hasadın kötü gitmesine karşı güvence altına almak için şunlar gereklidir: Birincisi, (tarımsal ürünlerin daha yüksek fiyatlarla satılmasından elde edilen) büyük parasal farklılıklar ve İkincisi, nüfusun belli bir kültürel düzeyde elması, ki bu olmadan hiçbir rasyonelleştirme ve yoğunlaştırma {tarımı intansif duruma getirme - Yayıncı) olanaklı olamaz. Doğal olarak, nüfusun çoğunluğu bu koşullara sahip değildir; bunlar ancak bir azınlık (*) için geçerlidir.
«Böylece oluşan nüfus fazlalığı» [yani el - zanaatları sanayilerinin gerilemesi ve tarımın daha da büyüyen gerekleriyle yıkıma uğrayan bir çok işletmenin «tasfiye olması»nın bir sonucu olarak oluşan] «kısmen, bu durumdan daha iyi bir şekilde sıyrılan ve üretimin yoğunlaşmasını arttırabilen işletmeler tarafından yutulacaktır» (yani, bunlar doğal olarak, ücretli işçiler, tarım emekçileri ve gündelikçiler şeklinde «yutulacaklardır». Bay A. Skvort sov belki de, çok açık bir şey olarak kabul ettiği için, bunu söylemektedir). Büyük ölçüde insan enerjisi harcamak gerekecektir, çünkü ulaşımın iyileştirilmesi nedeniyle pazarın yakınlaşması, çabuk bozulduğu için nakledilmesi zor olan ürünlerin yetiştirilmesini olanaklı kılar ve «bu İkincisi, genellikle, önemli ölçüde insan gücü harcanmasını beraberinde getirir». «Oysa, genellikle» diye devam etmektedir Bay Skvortsof, «yıkım süreci, ayakta duran işletmeleri iyileştirme sürecinden çok daha hızlı ilerler, ve yıkıma uğrayan köylülerin bir kısmı doğrudan doğruya ülke dışına olmasa bile, en azından şehirlere göçetmek zorundadırlar. Demiryolları yapıldıktan bu yana, Avrupa şehirlerindeki nüfus artışının ana gövdesini oluşturan işte bu kısımdır.»
Devam edelim. «Nüfus fazlalığı, ucuz işgücü demektir.» «Toprak verimli (iklim de uygun...) olunca, bitkilerin ve genel olarak birim toprak başına» — özellikle, işletmelerin küçük boyutlu oluşlarının («önceki boyutlarına oranla büyümelerinin olanaklı olmasına karşın») makina kullanımını zorlaştırması yüzünden— «büyük bir emek gücü harcanmasını gerektiren tarımsal ürünlerin yetiştirilmesi için bütün koşullar bir araya gelmiş demektir» (S. 443). «Bunun yanında, sabit sermayede de değişiklikler olacaktır ve her şeyden önce onun niteliğini değiştirecek olan şey cansız tarım araçlarıdır». Ve makina kullanımından başka, «toprağı daha iyi bir şekilde ekip - biçmek için duyulan ihtiyaç, daha önceleri kullanılmış olan ilkel aletlerin yerini, daha geliştirilmiş aletlerin almasına, tahtanın yerini demirin ve çeliğin almasına yol açacaktır. Bu değişiklik zorunlu olarak, burada bu tür aletler üreten fabrikaların kurulmasına yol açacaktır, çünkü el - zanaatçıları sanayiiyle bu tür aletlerin benzerlerini bile üretemez.» Bu sanayi dalının gelişmesi için elverişli olan koşullar şunlardır: 1. Maki- nayı veya makina parçasını çabucak temin etme zorunluluğu; 2. «İşgücü bol ve ucuzdur», 3. Yakıt, binalar ve toprak ucuzdur; 4. «İşletmelerin küçüklüğü, daha fazla araç kullanılmasına yol açar, çünkü bilindiği gibi küçük işletmeler nisbi olarak daha fazla, araç gerektirir. «Diğer sanayi dallarında gelişmektedir.» Zorunluluktan dolayı madencilik sanayiinde bir gelişme vardır, «çünkü bir yandan el altında bol miktarda özgür el - emeği vardır ve öte yandan demir yolları, makinalı manüfaktürün ve diğer sanayilerin gelişmesi sayesinde, madencilik sanayinin ürünlerine duyulan talep artmaktadır.
«Böylece, demiryolu yapılmadan önce yoğun bir nüfusu olan ve ekstansif tarıma sahip bir bölge, az çok hızlı bir şekilde, az çok gelişmiş bir fabrika üretimi olan çok intansif bir tarıma sahip bir bölgeye dönüşür.» Yoğunluğun artması, ürün yetiştirme sistemindeki değişiklikte kendini göstermektedir. Hasat dalgalanmaları nedeniyle üç - tarla - sistemi olanaksızdır. Hasat dalgalanmalarını önleyen bir «ürün değiştirme sistemi»ne geçiş zorunludur. Doğal olarak, çok yüksek bir yoğunluk düzeyi {intansiflik} gerektiren lam bir ürün değiştirme sistemi (*) bir anda gerçekleştirilemez. Bu nedenle, ilk olarak tahıl ürünlerini değiştirme [ürünlerin düzenli olarak birbirini izlemesi] uygulanır; sığırcılık ve hayvan yemi yetiştiriciliği geliştirilir.
«Son olarak, bu nedenle, yoğun nüfuslu ekstansif tarım bölgemiz, demiryolları geliştikçe, az çok hızlı bir şekilde son derecede intansif bir tarımın yapıldığı bir bölgeye dönüşmekte ve intansif liği {tarımın yoğunluğu}, söylenmiş olduğu gibi, her şeyden önce değişken sermaye büyüdükçe artmaktadır.»
intansif tarımın gelişme sürecinin bu ayrıntılı tasviri açıkça göstermektedir ki, bu durumda da meta ekonomisi koşullarındaki teknik ilerleme burjuva ekonomisine yolaçmakta, ve dolaysız üreticileri, intansif tarımın yararlarından, aletlerin geliştirilmesinden vb. faydalanan çiftçilere ve «özgürlüğü» ve «ucuzluğu» ile «ulusal ekonominin bütününün ilerici gelişmesi» için en «uygun koşulları» sağlayan işçilere bölmektedir.
Bay Nik.-on’un esas hatası kendini ekstansif tarımla sınırlayıp, intansif tarımı görmezlikten gelmesinde değil, tersine, Rusya’da tarımsal üretim alanındaki sınıf çelişkilerini tahlil etmek yerine, okuyucunun karşısına «bizim» yanlış yolda gittiğimiz konusunda saçma sapan yakınmalarla çıkmasında yatmaktadır. Bay Struve, «objektif» gözlemlerle sınıf çelişkilerinin üstünü örtmekle bu hatayı tekrarlamakta ve yalnızca Bay Nik.-on’un ikinci dereceden hatalarını düzeltmektedir. Bizzat kendisi, bu «kuşku du- yulamayacak marksist»i sınıf mücadelesi teorisini anlamadığından dolayı tamamen haklı olarak azarladığında, bu yaptığı daha da tuhaftır. Üstelik bu çok acınacak bir hatadır, çünkü Bay Struve bu hatasıyla, tarımdaki teknik ilerlemeden «korkmanın» saçma olduğu konusundaki tamamen doğru olan düşüncesinin gücünü zayıflatmaktadır.
Bu tarımdaki kapitalizm sorununu sonuçlandırmak için, şimdiye kadar söylenenleri toparlayalım. Bay Struve sorunu nasıl ortaya koyuyor? Nüfus fazlalığının geçinme araçlarıyla uyum içinde olmayan nüfus artışının bir sonucu olduğu konusundaki öncel {a priori}, temelsiz açıklamayla işe başlamakta, daha sonra köylülerimizin gıda maddesi üretiminin «yetersiz» olduğuna işaret etmekte ve sorunun çözümünü, teknik ilerlemenin «köylülük» için yararlı olmasında ve «tarımsal verimliliğin arttırılması gerekti- ği»nde (S. 211) görmektedir. Eğer marksizmin «öğretisine bağlı» olsaydı, {Bay Struve’nin} sorunu nasıl ortaya koyması gerekirdi? Rus tarımındaki varolan üretim ilişkilerinin tahliliyle işe başlaması ve üreticinin ezilmesinin şans ya da siyasetle değil de, tersine, sermayenin egemenliğiyle —ki bu da zorunlu olarak meta ekonomisi temelinde ortaya çıkar— açıklanması gerektiğini gösterdikten sonra, bundan sonra, bu sermayenin, küçük üretimi nasıl yıktığını ve süreç içinde sınıf çelişkilerinin hangi biçimlere büründüklerini göstermeliydi. Bundan sonra, ileriki gelişmenin nasıl sermayenin tüccar sermayesinden, (ekstansif tarımda şu ve bu, intansif tarım koşullarında -şu ve bu biçimlere bürünen) sanayi sermayesine dönüşmesine yolaçtığını ve bu arada, sermaye henüz eski biçimindeyken temelleri sağlamca atılmış olan smıf çelişkisini geliştirdiğini ve keskinleştirdiğini, bunu «özgür» emeği ve «rasyonel» üretimi kesin olarak karşı karşıya çıkararak yaptığını göstermeliydi. Bu değişikliğin «ilerici» niteliği, üretici için «yararı» tamamen açıkça ortaya çıksın diye, burjuva üretiminin ve burjuva sömürüsünün bu birbirini izleyen iki biçimini yalnızca karşılaştırmak işte o zaman yeterli olacaktı: Birinci durumda, emeğin sermayeye tâbi oluşu, üreticinin sorunun özünü görmesini engelleyen ve {üreticinin} ideologunun kafasında «toplumdan» vb. yardım beklemenin olanaklı olduğu konusunda saçma ve gerici fikirler uyandıran binlerce Ortaçağ ilişkileri kalıntılarıyla örtülüdür; ikinci durumda, bu tabî oluş, Ortaçağ zincirlerinden tamamen kurtulmuştur ve üretici, kendi «zıddı» olan şeye karşı bağımsız ve bilinçli eyleme başvurma olanağını kazanmış ve bunun gerekliliğini kavramıştır. Kapitalizme «zor ve acıh bir geçiş» konusunda tartışmak yerine, yalnızca sınıf çelişkilerinden sözetmek- le kalmayan, fakat aynı zamanda bu smıf çelişkilerini, üretimin ve «ekstansif» ve «intansif» tarımın her «rasyonel olmayan» ve «rasyonel» biçiminde, gerçekten açığa çıkaran bir teoriye sahip olmuş olacaktık.
Bay Struve’nin «tarımsal Rusya’daki nüfus fazlalığının niteliği» konusuna ayrılmış olan kitabının dördüncü bölümünün ilk kısmını incelememizden çıkardığımız sonuçlar şöyle formüle edilebilir : 1. Bay Struve’nin Malthusçuluğu hiçbir şekilde gerçeklere dayanmamaktadır ve metodolojik olarak yanlış ve dogmatik pos- lulatlar üzerine temellenmiştir. 2. Tarımsal Rusya’daki nüfus fazlalığı, nüfustaki artışla geçinme araçları arasındaki bir uyumsuzlukla değil de, sermayenin egemenliğiyle açıklanmaktadır. 3. Bay Struve’nin, nüfus fazlalığının doğal - ekonomik niteliği konusundaki tezi, ancak feodal ilişkilerin kalıntılarının tarımsal sermayeyi gelişmemiş ve bu nedenle, üretici için özellikle ağır biçimler içinde dondurduğu anlamında doğrudur. 4. Bay Nik.-on, Rusya’ daki nüfus fazlalığının kapitalist niteliğini ispatlayamamıştır, çünkü sermayenin tarımdaki egemenliğini incelememiştir. 5. Bay Nikon’un Bay Struve tarafından da tekrarlanan ana hatası, burjuva tarımının geliştiği yerde oluşan sınıfları tahlil etmemesidir. 6. Sınıf çelişkilerinin, Bay Struve tarafından böyle görmezlikten gelinmesi, doğal olarak, teknik geliştirmelerin ilericiliği ve istenilirli- ği konusundaki tamamen doğru tezinin son derece bulanık ve yetersiz bir biçimde formüle edilmesi sonucuna yolaçmıştır.