Popülizmin Ekonomik İçeriği - Köylülüğün Parçalanması - 8
Şimdi de dördüncü bölümün köylülüğün parçalanması sorununa ayrılmış olan ikinci kısmına geçelim. Bu kısım doğrudan doğruya önceki kısma bağlıdır ve tarımdaki kapitalizm sorunu konusunda bir tamamlayıcı materyal olarak hizmet etmektedir.
Bay Struve Reform’u izleyen ilk 20 yıl içinde tarımsal ürünlerin fiyatlarındaki artışı belirterek, tamamen haklı olarak, bundan «kârlı çıkanlar esas olarak toprak sahipleri ve zengin köylülerdi» demektedir (S. 214). «Köylü nüfus arasındaki farklılaşma artmalıydı ve bu konudaki ilk başarılar bu döneme aittir.» Yazar, yerel araştırmacıların yorumlarını, demiryolu yapımının yalnızca köylülüğün zengin bölümünün refahını arttırdığı, toprak kiralamanın köylüler arasında, her zaman ekonomik bakımdan güçlü unsurların zaferine yolaçan «düzenli bir savaşa» neden olduğu anlamma gelecek şekilde aktarmaktadır (S. 216-217). Yazar, Postnikof’un araştırmasından aktarma yapmaktadır; bu yazar {Postnikof}, zengin köylülerin işletmeleri pazara zaten o kadar bağımlıdırlar ki, ekilip - biçilen alanın % 40’ı satış için ürün vermekte ve diğer zıt kutupta bulunan köylüler «emek güçlerini satmakla, ekonomik bağımsızlıklarını kaybetmekte ve tarım işçisi olmanın eşiğinde bulunmaktadırlar» diye eklemekte ve haklı olarak şu sonucu çıkarmaktadır: «Zayıf işletmelerin yıkıma uğramasından, ekonomik bakımdan güçlü köylü işletmelerinin yarar sağlayabileceği gerçeğini, ancak değişim ekonomisinin (tarıma) girmesi açıklar» (S. 223). «Para ekonomisinin gelişmesi ve nüfusun artması», diyor yazar, «köylülüğün iki kısma bölünmesine yol açar: Birisi, ekonomik bakımdan güçlüdür ve yeni bir gücün temsilcilerinden, bütün biçimleri ve aşamaları içinde sermayenin temsilcilerinden oluşmaktadır, ve diğeri, yarı bağımsız köylülerden ve gerçek tarım emekçilerinden oluşmaktadır» (S. 239).
Yazarın bu «farklılaşma» konusundaki sözleri kısa olmasına karşın, gene de bize, İncelenmekte olan sürecin aşağıdaki önemli özelliklerini tespit etme olanağı sağlamaktadır: 1. Burada yalnızca mülkiyet eşitsizliğinin yaratılması söz konusu değildir: «Yeni bir güç», yani sermaye oluşmaktadır. 2. Bu yeni gücün oluşmasına, yeni tipte köylü işletmelerinin ortaya çıkması eşlik etmektedir: Birincisi, zengin, ekonomik bakımdan güçlü ve gelişmiş bir meta ekonomisi sürdüren, yoksul köylülerin ellerindeki toprakları kiralayan ve başkalarının emeğini (*) sömürmeye yönelen tipte işletmeler; İkincisi, emek gücünü sermayeye satan, «proleter» tipte köylülüğe ait işletmeler. 3. Bütün bu olgular doğrudan doğruya meta - ekonomisi temelinde oluşmuşlardır. Bizzat Bay Struve, meta ekonomisi olmadan bunların olanaksız olduklarını, ama meta ekonomisinin kırsal alana girişiyle, kaçınılmaz olduklarını göstermiştir. 4. Bu olgular («yeni güç», köylülüğün yeni tipleri) üretim alanına dahildirler, değişim alanıyla, meta dolaşımı alanıyla kendilerini sınırlamış değillerdir: Sermaye tarımsal üretimde kendini göstermektedir; aynı şey iş - gücünün satışı için de doğrudur.
Sürecin bu özelliklerinin, salt kapitalist bir olguyla uğraştığımızın, kapitalist topluma özgü olan sınıfların, yani burjuvazi ve proletaryanın köylülük içinde oluşmakta olduklarının doğrudan bir belirtisi olduğu sanılabilir. Bundan da öte: Bu gerçekler, yalnızca tarımda kapitalizmin egemenliğini değil, fakat aynı zamanda, eğer böyle ifade edilmek istenirse, sermayenin zaten ikinci bir adım atmış olduğunu da doğrulamaktadırlar. Sermaye, tüccar sermaye, sinden sanayi sermayesine, pazara egemen olan sermayeye dönüşmektedir; zengin toptan satın - alıcıyla fakir köylü arasındaki sınıf çelişkisi, rasyonel bir işletme yürüten burjuva patronla özgür iş - gücünün özgür satıcısı arasındaki çelişkiye dönüşmektedir.
Burada bile Bay Struve Malthusçuluğundan vazgeçememekte- dir; onun görüşüne göre ele alman süreçte sorunun yalnızca bir yanı («yalnızca ilerici yanı») ifade edilmektedir, fakat buna ek olarak kendisi bir diğer yan daha görmektedir, «tüm köylü ekonomisinin teknik bakımdan rasyonel olmayışı»nı görmektedir: «Bunda denilebilir ki, tüm sürecin geriletici yanı ortaya çıkmaktadır» rasyonel olmayan teknik, köylülüğü «aynı düzeye getirmekte» ve «nüfus artışına bağlı olarak» eşitsizliği silmektedir. (S. 223 - 224).
Bu oldukça bulanık muhakemedeki tek açık şey, yazarın somut ifadeler yerine son derecede soyut önerileri tercih etmesi, ve nüfustaki artışın geçinme araçlarıyla uyum içinde olduğu konusundaki «yasa»yı herşeye bulaştırdığıdır. «Bulaştırmaktadır» diyorum, çünkü kendimizi kesinlikle bizzat yazarın aktarmış olduğu olgularla sınırlamış olsak bile, sürecin marksist «öğretiyle» uyum içinde olmayan ve Malthusianizmi kabul etmeyi gerektiren herhangi bir somut özelliğinin hiçbir belirtisini bulamayız. Bu süreci bir defa daha gözden geçirelim: Aşağı yukarı aynı tipte köylüler olan doğal üreticilerle işe başlıyoruz (*). Meta üretiminin kırsal alana girmesi, tek tek köylü hanelerinin refahını pazara bağımlı kılmakta, böylelikle pazar dalgalanmaları nedeniyle eşitsizlik yaratmakta ve bazılarının elinde özgür para birikmesine ve diğerlerininse yıkıma uğramasına neden olarak, bu eşitsizliği keskinleştirmektedir. Doğal olarak, mülksüzlerin sömürülmesine hizmet eden bu para, sermayeye dönüşmektedir. Yıkımın pençesinde olan köylüler işletmelerini korumaya ve teknik bakımdan rasyonel olmayan bir temelde sürdürmeye devam ettikleri sürece, kapitalizm köylüleri sömürebilir; emeklerinin ürününü satın alarak köylüleri sömürebilir. Fakat köylünün yıkımı nihayet öyle bir dereceye kadar gelişir ki, köylü, işletmesini bütünüyle terketmek zorunda kalır: Artık, emeğinin ürününü satamaz; bütün yapabileceği, kendi emeğini satmaktır. O zaman sermaye, işletmeyi ele almakta ve rekabet sayesinde, onu rasyonel bir .biçimde örgütlemek zorunda kalmaktadır; bunu olanaklı kılan şey, önceden «biriktirilmiş» olan özgür parasal kaynaklardır; artık sermaye bağımsız bir çiftçiyi değil, fakat bir tarım işçisini, ya da gündelikçiyi sömürmektedir. Yazarın bu süreçte birbirinden ayırdığı iki yüz hangileridir diye sorulabilir. Yazar, «köylülüğümüzü günlük ekmeğinden yoksun bırakan düşman, kapitalizm değil de» [bu «değil de» sözüne dikkat edin] «köylü işletmesinin teknik bakımdan rasyonel olmayışıdır» (S. 224) şeklinde ifade edilen bu korkunç Malthusçu sonuca nasıl varabilmektedir? Sanki bu günlük ekmek hiç üreticinin eline tam olarak geçmiş de, zorunlu ürün ve artık- ürün olarak bölünmemiş, artık - ürüne toprak ağası, kulak, «güçlü» köylü, kapitalist tarafından el konulmamış gibi!
Bununla beraber, şunu da eklememiz gerekir ki, «aynı düzeye getirme» sorunu konusunda, yazar biraz daha açıklamada bulunmaktadır. Yazar, «yukarda değinilen aynı düzeye getirmenin sonucunun», «birçok yerde işaret edilen, köylü nüfusun orta tabakasının azalması veya hatta ortadan kaybolması» (S. 225) olduğunu söylemektedir. Bir Zemstvo yayınından, «köy zenginlerini toprağı ve atı olmayan proleteryadan ayıran mesafenin daha da büyümesine işaret eden bir bölüm aktararak, şu sonuca varmaktadır: «Bu durumda aynı düzeye getirme, elbette ki aynı zamanda farklılaşma demektir, fakat bu tür bir farklılaşma temelinde ancak borç köleliği gelişir, ki bu da ekonomik ilerlemede bir yavaşlamadan başka bir şey olamaz.» (S. 226). Ve böylece, şimdi de, meta ekonomisi tarafından yaratılan farklılaşmanın, «aynı düzeye getirme» ile değil de, tersine gene bir farklılaşmayla, ancak başka türde bir farklılaşmayla, yani borç köleliğiyle karşılaştırılması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Fakat borç köleliği «ekonomik ilerlemede» bir «engel» olduğu için, yazar bu «yüz»ü «gerile- tici» diye adlandırmaktadır.
Bu akıl yürütme, hiç de marksist olmayan, son derecede tuhaf yöntemler üzerine temellendirilmiştir. «Borç köleliği» ve «farklılaşma» arasında, sanki iki bağımsız, özel «sistem» arasında yapılıyormuş gibi bir karşılaştırma yapılmaktadır; biri «ilerlemeye» yardımcı olduğundan dolayı övülmekte, diğeri ise ilerlemeye köstek olduğu için yerilmektedir. Bay Struve’nin sınıf çelişkilerinin tahlil edilmesi yolundaki talebi —ki Bay Nik.-on’a bunu yapmamış olduğu için haklı olarak saldırmıştır—, ve öylesine güzelce sözünü ettiği «kendiliğinden oluşum» teorisi nerede? Şimdi geriletici diye yerdiği bu kölelik, tarımda kapitalizmin ilk ortaya çıkışından başka br şey değildir; bu aynı kapitalizm daha sonra teknik ilerlemenin hızlanmasına yol açacaktır. Peki, gerçekte borç köleliği nedir? Bu {borç köleliği}, kendi üretim araçlarına sahip olan ve pazar için çalışmaya zorlanan köylünün para sahibine olan bağımlılığıdır; bu öyle bir bağımlılıktır ki, ne kadar farklı biçimlere bürünürse bürünsün (ister tefeci sermayesi biçiminde, ister pazarlamayı tekeli altına olan toptan satın - alıcının sermayesi biçiminde), daima emek ürününün muazzam bir bölümünün üreticinin değil de, para sahibinin eline geçmesine yol açmaktadır. Demek ki, onun özü katışıksız olarak kapitalisttir (*), ve bütün özellik, kapitalist ilişkilerin bu ilk ve tohum halindeki biçiminin, eski zamanın feodal ilişkileri tarafından sarılmış olmasıdır: Burada hiçbir özgür sözleşme yoktur, fakat varolan (bazen «tepedekile- rin» emriyle, bazan kendi işletmelerini sürdürmek arzusuyla, bazen eski borçlar vb. yüzünden) zorlanmış bir alış - veriştir; burada üretici, belli bir yere ve belli bir sömürücüye bağlanmıştır: Katışıksız kapitalist ilişkilere özgü olan meta alış - verişinin kişisel olmayan niteliğine karşı olarak, burada alış - verişin her zaman kişisel «yardım», kişisel «hayırseverlik» niteliği vardır, ve alış - verişin bu niteliği, üreticiyi kaçınılmaz olarak bir kişisel, ya_ rı-feodal bağımlılık durumuna sokmaktadır. Yazarın «aynı düzeye getirme», «ilerlemeye engel olma», «geriletme» gibi ifadeleri, sermayenin üretimi önce eski temelinde kavradığı ve teknik bakımdan geri olan üreticiyi kendine tâbi kıldığından başka bir anlama gelmez. Yazarın, kapitalizmin varlığının bize «bütün şanssızlıkları için onu suçlamak» hakkını vermediği yolundaki sözleri, şu anlamda, yani başkası hesabına çalışan köylümüzün yalnızca kapitalizmden değil, fakat aynı zamanda kapitalizmin yetersiz gelişmesinden dolayı acı çektiği anlamında doğrudur. Başka bir deyişle, köylülüğün asıl büyük kitlesinin içinde, şimdi bağımsız olarak kendisi için üretim yapan hemen hemen hiç kimse yoktur; «rasyonel» işletme yürüten burjuva patronlar hesabına çalışmanın yanında, yalnızca para - sermaye sahipleri hesabına çalışmayı, yani kapitalist sömürüyü de, fakat gelişmemiş ve ilkel durumda olan ve bu nedenle, birinci olarak, emekçi köylünün durumunu on kat kötüleştiren, onu özel ve ek ilmekleri olan bir ağla saran ve ikinci olarak, onu (ve onun ideologu olan popülisti) ona yüklenen «sıkıntıların» sınıf niteliğini kavramaktan ve kendi eylemlerini sıkıntıların bu niteliğine uygun olarak ayarlamaktan alakoyan sömürüyü görmekteyiz.
Demek ki, «farklılaşmanın ilerici yanı» (Bay Struve’nin dilini kullanmak gerekirse) onun, (farklılaşmanın) borç köleliğinin gerisine gizlenmiş olan çelişkiyi gün ışığına çıkarması ve köleliği «eski soyluluk» özelliklerinden yoksun bırakmasıdır. Köylüleri (kulak... karşısında) aynı düzeye getirmeyi savunan popülizm «gerileticidir», çünkü sermayeyi, sömürüyü dağı nık, teknik bakımdan geri bir üretim ve üretici üzerindeki kişisel baskıyla birleştiren o Ortaçağ biçimleri içinde tutmak istemektedir. Her iki durumda da, («kölelik» ve «farklılaşma» durumlarında) baskının nedeni kapitalizmdir, ve yazarın bunun «kapitalizm olmadığı», fakat «teknik bakımdan rasyonel olmayış» olduğu, «köylülüğün yoksulluğu için suçlanacak olanın kapitalizm olmadığı» vb. yolundaki ters yöndeki iddiaları, yalnızca Bay Struve’ nin gelişmiş kapitalizmin gelişmemiş olanına tercih edilmesi gerektiği konusundaki doğru düşüncesini desteklerken, coşup ileri gittiğini ve tezlerindeki soyutluğun bir sonucu olarak, köleliği farklılaşmayla karşılaştırırken, bunları, var olan olgunun gelişmesinin birbirini izleyen iki aşaması olarak değil de, iki ayrı durum olarak ele aldığını göstermektedir (*).
Demek ki, «farklılaşmanın ilerici yanı» (Bay Struve’nin dilini kullanmak gerekirse) onun, (farklılaşmanın) borç köleliğinin gerisine gizlenmiş olan çelişkiyi gün ışığına çıkarması ve köleliği «eski soyluluk» özelliklerinden yoksun bırakmasıdır. Köylüleri (kulak... karşısında) aynı düzeye getirmeyi savunan popülizm «gerileticidir», çünkü sermayeyi, sömürüyü dağı nık, teknik bakımdan geri bir üretim ve üretici üzerindeki kişisel baskıyla birleştiren o Ortaçağ biçimleri içinde tutmak istemektedir. Her iki durumda da, («kölelik» ve «farklılaşma» durumlarında) baskının nedeni kapitalizmdir, ve yazarın bunun «kapitalizm olmadığı», fakat «teknik bakımdan rasyonel olmayış» olduğu, «köylülüğün yoksulluğu için suçlanacak olanın kapitalizm olmadığı» vb. yolundaki ters yöndeki iddiaları, yalnızca Bay Struve’ nin gelişmiş kapitalizmin gelişmemiş olanına tercih edilmesi gerektiği konusundaki doğru düşüncesini desteklerken, coşup ileri gittiğini ve tezlerindeki soyutluğun bir sonucu olarak, köleliği farklılaşmayla karşılaştırırken, bunları, var olan olgunun gelişmesinin birbirini izleyen iki aşaması olarak değil de, iki ayrı durum olarak ele aldığını göstermektedir (*).