Header Ads

Header ADS

PARTİNİN GELİŞMESİNDE BAŞLICA DEVRELER

Dimitrov

Partimizin bugünkü durumunu ve onun önün­de bulunan ödevleri gözden geçirmeden önce, kuru­luşundan bugüne kadar Partinin geçirdiği gelişme safhalarını genel ve kısa bir tenkit ile gözden geçir­memiz doğru olur. Bunun, Parti için olduğu gibi, halkımız ve memleketimiz için de sadece tarihi de­ğil, aktüel siyasi önemi vardır. Partimizin geçmişi­ne ait bir yığın meseleler üzerinde tam bir aydın­la tına yapmak lazımdır. 

Partimizin tarihi, şu birkaç esaslı devreye ay­rılabilir: 

İlk devre, Partinin 1891'de kuruluşundan 1903 yılında geniş sosyalistlerden ayrılmasına kadar sü­rer. 

İkinci devre, 1903'de Partinin işçi sınıfının Marksist partisi şeklini almasından, Büyük Ekim Sosyalist Devrimine ve Partinin 1919'da K. P. hali­ne gelmiş olmasına ve Komünist Enternasyonalinin kuruluşuna katılmasına kadar sürer. 

Üçüncü devre, 1919'dan 1923 Eylül ayaklanma­sına kadar sürer. 

Dördüncü devre, 1923 Eylül ayaklanmasından başlıyarak 1939 yılına, İkinci Dünya Savaşma ka­dar sürer. 

Beşinci devre, İkinci Dünya Savaşından 1944'e 

9 Eylül halk ayaklanmasının zaferine kadar sürer. 

Altıncı devre, 9 Eylül 1944'ten başlıyarak bugü­ne kadar devam eder. 

Partinin gelişmesinde, bütün bu esaslı devrele­rin muhtelif safhaları olduğu tabiidir. 

Partinin gelişmesinde, bu devrelerin en karak­teristik safhalarını kısaca gözden geçirelim. 

1. Dar Sosyalistlik Safhası.

ilkin, dar sosyalistlik safhasını gözden geçir­mezden önce, 1891'de Partinin kurulmasından 1903 yılına kadar geçen birinci safha, sosyalizm idealleri­nin hızla ve inatla propaganda edilmesinden ve o zaman henüz gelişmemiş olan sosyal münasebetler içinde sosyalizm akımının imkansızlığını iddia eden burjuvazi ve küçük burjuvazi kuramcıları ile dur­madan mücadele yürütmekle karakterize edilir. Bul­garistan'da da, kapitalizmin gelişmesiyle sosyalizme zemin açıldığmı, doğmakta olan işçi sınıfının sosya­lizmi getirdiğini, geleceğin bu sınıfa ait olduğunu ve bu sınıfın bağımsız siyasi partisi olması hızım gel­diğini ispat etmek gerekiyordu. Bununla ilgili ola­rak, bir taraftan başında Dimitır Blagoef'in bulun­duğu devrimci Marksist akım ile, diğer taraftan ba­şında Yanko Sakızof'un bulunduğu reformist «obş­todeltsi» akımı arasında iç parti mücadeleleri git­tikçe ateşleniyordu. 

Bilindiği gibi, bu devamlı ideolojik-siyasi müca­delede, devrimci Marksizm akımı, ufak burjuvaziye, geniş sosyalist akımlarına galebe çaldı. 

Dar sosyalistlik devresinde Partinin başlıca olumlu özellikleri, Marksizme, proleter sosyalizmi­ne ve enternasyonalizmine olan derin sadakati, bur­juvaziye ve onun reformist aletlerine karşı olan amansızlığı, işçi sınıfının kuvvet ve geleceğine olan sarsılmaz imam ve bilinçli çelik gibi disiplininden ibaretti. Dar sosyalistler için başlıca yasa, parti üye­sinin özel hayatının, özel çıkar ve özel iradesinin,tamamiyle proleter sınıfının çıkar ve iradesine ba­ğımlı olması demekti. Partimizin bu başlıca özellik­leri, Birinci Dünya Savaşından önceki devrede ve bu savaştan hemen sonra, Partinin büyük başarıla­rını sağlamıştı. Bu özellikler, Partinin, işçi mücade­lelerine teşkilatçı ve önder olmasında, «obştodelo­culuğu» işçi harekatına almış olduğu esaslı yerler­den söküp atmak imkanını elde etmesine; Birinci Dünya Savaşı esnasında mertçe, enternasyonalist durum almasına, bolşeviklere yakınlaşmasına, Ekim Sosyalist Devriminden ve Komünist Enternas­yonalinin kurulmasından sonra bolşevikleşme yolu­nu tutmasına da yardım etmiştir. 

Partimiz, dar sosyalistlik devresinde, saflarını obştodeltsi taraftarlarından temizledi, işçi sınıfına, kendisi için bir sınıf olarak bağımsız bir gelişme sağladı, egemen olan burjuva sınıfına karşı amansız bir savaş yürüttü. Sınıfa karşı sınıf! Partinin bu devredeki düsturu, yönü işte bu idi. Sekiz saatlık işgünü, sosyal kanunlar yapılması, hayat ve çalışma şartlarının iyileşmesi için, burjuvazinin iç ve dış re­aksiyoner siyasetine karşı işçilerin ve emekçilerin genişleyen mücadelelerinin başına geçti. Sınıfı sen­dika akımını teşkilatlandırdı ve idare etti. 1906'da Pernik'te büyük madenciler grevini olduğu gibi, memleketimizde işçi sınıfının sonradan patlıyan grev ve savaşlarını da idare etti. Hiç bir işçi grevi yoktu ki, Partinin idare veya nüfuzu altında bulun­masın. 

Parti, emekçileri, proleter enternasyonalizmi ruhunda terbiye ediyordu. Parti, Bulgaristan emek­çilerinin diğer Balkan memleketleri ve bütün dün­ya emekçileriyle uyumunu sağlamlaştırmak için var gücüyle çalışarak, sosyalist partilerinin Balkan Federasyonunu kurmak teşebbüsünü ele aldı ve bu faydalı faaliyetin yürütülmesinde en aktif şekilde çalıştı. 

Reformizme ve reformistlerin çeşitli şekillerine karşı dar sosyalist uzlaşmazlığı, işçi harekatında bu­lunan burjuva ajanlariyle birlikte olmayı kabul et­memeleri, işçi sınıfının hayati çıkarlarını ve hak­larını korumakta kahramanca mücadele etmeleri sa­yesinde, dar sosyalistler, milletlerarası işçi hareka­tında İkinci Enternasyonalde ve bütün diğer sol sosyal-demokrat cereyanları arasında, bolşevizme en çok yaklaşan, kendine mahsus bir devrimci Marksist akım teşkil ediyorlardı. 

Fakat, dar sosyalizmin, esas meselelerde, bolşe­vizm ile bellibaşlı ayrılıkları olmadığı kesinlikle id­dia edilemez. 

O zamanlar Partide var olan kanaate göre, dar sosyalistliğin, Bulgaristan' da bir bolşevizm demek olduğu ve onun sadece yeni milletlerarası duruma göre uydurulması icabettiği fikri, çok tehlikeliydi. 

Ve şu nokta üzerine dikkatinizi çekmek istiyo­rum ki, Partinin ve özellikle başta Dimitır Blago-, ef'in bulunduğu parti idaresinin bu hatalı kanaati, Partiyi uzun süre eski Marksizmde alıkoydu, Lenin'­in kapitalizmin en yüksek safhası olan emperyalizm devrinde meydana gelen yeni şartlara dayanarak Marksizmde yaptığı yeniliği zamanında benimseme­sine engel oldu. Bu hal Partinin bolşevikleşmesinin gecikmesine ve aynı zamanda Vladaya olaylarında ve özellikle 9 Haziran askeri faşist darbesinde parti idaresinin yanlış durum almasına çok yardım etti. 

Dar sosyalizm, özellikle sınıf uzlaşmazlığıyle, Bulgar menşevizmine karşı mücadelesiyle ve sert parti disipliniyle, gerçekten bolşevizme yakın bir akımdı. Fakat dar'lık akımı, bir yığın prensip ve taktik meselelerde bolşevizmden, Leninizmden ayrı­lıyordu. 

Dar'lık ile bolşevizm arasındaki başlıca ayrılık neden ibarettir? 

Dar sosyalizm, proleter diktatörlüğünü, prole­ter devriminin esas meselesi olarak ortaya koymu­yordu. Bu mesele partimizin programında yoktu. Kapitalizmin yeni safhasının, onun son safhası, ya­ni proleter devriminin arifesi olduğunu henüz kav­rayamıyan Parti, idare ve burjuva 􀀖ınıfını idareden atma hususunda bir araç olan silahlı isyan mesele­lerini somut olarak ortaya atmıyordu. 

Dar sosyalizm, devrimde ve idare mücadelesin­de, işçi sınıfının savaş öncüsü olarak Partinin ro­lü bahsinde tamamiyle Lenin durumunda bulunmu­yordu; oysa Partinin kuruluşunda, teşkilat ve disip­lininde, Lenin'in Parti hakkındaki görüşlerine pek çok yaklaşıyordu. Parti, bütün emekçilerin teşkilat­larını idarede, halk kitleleriyle en yakın bağlar kur­makta ve bu suretle başarılı devrimci hareketler sağlamakta, henüz kendisine Bulgaristan işçi sınıfı­nın böyle yüksek bir teşkilat şekli gözüyle bakmı­yordu. 

Dar sosyalizm, işçi akımında kendiliğinden gel­menin önünde boyun eğme kanaatinden henüz kur­tulamamıştı; objektif sosyal kanunların otomatik hareketlerine inanan sosyal-demokratların nüfuzu altında bulunuyordu. Sosyal gelişmeye objektif ba­kımdan etki yapan kanunların izahı ve aydınlanma­sı hususunda ajitasyon ve propaganda yapmak, iş­çileri ve emekçileri sosyalist ruhunda tenvir ve teş­kilatlandırmak, işçilerin sınıf bilin;:ini yükseltmek, olgunlaşmakta olan objektif şartlar altında gelişerek kaçınılması mümkün olmıyan sosyalist devrimi bakımından onların günlük mücadelelerini idare et­mek!.. İşte, dar sosyalizm, kendi görevini bundan ibaret sayıyordu. Parti, kendisine, emekçileri sade­ce teşkilatlandırmakla ve aydınlatmakla, onların günlük mücadelelerini yönetmekle, olayları sadece anlatmakla kalmıyarak, devrimci olayların yaratıl­masında, onlara yön verilmesinde proleter devri­minin hazırlanması, teşkilatlanması ve geliştirilme­si işlerinde yönetici etken olan aktif bir kuvvet gö­züyle bakmıyordu. Çetin· sınıf çarpışmaları anların­da Partinin pasif kalması, savaşta ayaklanmış olan kitlelerden ayrılması, işte bundan ileri geliyordu. 

Dar sosyalizm, birçok Marksist durumları dog­ma haline koyuyor, böylelikle Partinin emekçilerin geniş kitleleriyle mevcut bağlarını güçleştiriyordu. Örneğin bir sınıf olarak burjuvaziye karşı amansız mücadele hattını yürütürken, burjuva partileriyle he­sapsız seçim koalisyonları yapılmasına ve burjuva parlamentosunda «kurucu» teşrii işlere girişilmesi­ne, doğru olarak muhalefet eden Parti, bağımsız ha­rekatı dogma aşamasına çıkararak, genellikle her durum ve şartlar içersinde diğer sosyal ve siyasi gruplarla her türlü anlaşmaları reddederek, fiilen kendi kendini ayırmış oluyordu. Partimiz devrimci uzlaşmalar hakkında Lenin'in kuramına yabancı kalmıştı; bunsuz hiç bir devrimci parti başarıyla sa­vaşamaz ve ileri gidemezdi. 

Köylülere karşı münasebet bakımından, işçi sı­nıfının kapitalizme karşı savaşında köylünün müt­tefik olarak oynayacağı rolü anlıyamıyan Parti, Le­nin durumunda değil, Plehanof durumunda duru­yordu. Parti, köylüleri, ancak proleter yerine geçtik­leri derecede kendi bayrağı altına çekiyordu. Oysa bilindiği gibi, Lenin, proleterlerin köylüye karşı olan münasebetinde Marks kuramını tamamlamış ve ge­liştirmişti. Lenin, Çarlık ve burjuvaziye karşı savaş­ta, işçilerle köylülerin savaş birliği gayesini yükselt­ti, geliştirdi ve böylece işçi sınıfı, henüz sosyalizmi kabule hazır olmadıkları ve küçük stok müstahsil­leri halinde bulundukları bir zamanda, köylüleri sa­vaş müttefiği olarak kendisine çekti ve kazandı. Le­nin, burjuva demokratik devriminde olduğu gibi, sosyalist devriminde de geniş köylü kitleleri arasın­daki var olan devrimci kabiliyetlerden yararlanmak imkanını esaslandırdı. 

İşçi sınıfının partisini gevşek bir küçük burju­vazi partisi haline koymak, böylece onu burjuva sı­nıfının elinde alet yapmak ve işçi sınıfını bağımsız­lıktan mahrum etmek istiyen reformistlere karşı, bizim Partimiz, dürüst olarak ve başarıyla mücade­le ediyordu. Fakat Partimiz, monopolist ve büyük istismarcı kapitalin pençesi altında istismara ve mahva atılmış küçük stok müstahsili olan köylü­nün, kendisinde önemli derecede devrimci imkan­lar sakladığım, köylünün, işçi sınıfının kurtuluşu savaşında kendisinin doğal bir müttefiği olduğunu, köylü ile işçi arasındaki ittifak olmadan ve bu itti­fakta işçi sınıfının önderliğini gerçekleştirmeden, kapitalizm egemenliğini yıkmanın, proletaryanın za­ferini sağlamanın asla mümkün olmadığını anlıya­mıyordu. 

Dar sosyalizm, stok müstahsili olan köylüyü, doktriner bakımdan sadece muhafazakar eleman olarak kabul ediyordu. Monopol egemenliğinin, esas köylü kitlelerine gittikçe daha büyük zulüm ve yı­kım getirdiğini, onları hoşnutsuzluğa sürüklediğini, ihtilal duygularını ateşlendirdiğini hesap etmiyordu. Devrimde, işçi sınıfının müttefiği sıfatiyle köy­lünün devrimci imkanlarım anlamamak, dar sosya­listlerin Leninizmden ayrılmalarının en karakteris­tik belirtisini teşkil eder. Bu yüzden 1900 yılındaki köy isyanları sırasında, kapitalizme karşı savaşta, köylünün devrimci kabiliyetleri, bu kabiliyetlerin ancak işçi sınıfının ve onun savaş öncüsünün ön­derliği altında yayılarak başarıyla gerçekleştirilebi­leceği Partimiz tarafından tesadüfi olarak ihmal edilmiş değildi. Bu zamanda, Partimizde bir dev­rimci toprak programının da var olmayışı da tesa­düfi değildi. Açık olarak işaret etmek icabeder ki, emperyalizm devrinde Marksizmin tatbiki olarak Le­nin'in tertip ettiği ve Marksizm hazinesine koyduğu herhangi bir bahiste, dar sosyalistler, Lenin duru­munda bulu􀀴muyorlardı. Onun için 1905 yılındaki Rus devriminden kendine gereken dersleri alama­mış ve devrimin takdirinde olduğu gibi, ondan çı­kardığı sonuçlarda da Kautski'den daha uzağa gi­dememişti. Dar sosyalizm, proleter devrimi hakkın­daki Marksist kuramda - burjuva demokratik dev­riminin işçi sosyalist devrimine yükselmesinde ve silahlı ayaklanmada işçi sınıfının önderlik rolü hakkında - Lenin'in daha «İki taktik» adlı eserinde esaslandırdığı yeni önemli anlara çok yabancı kal­mıştı. Partimizin yorulmadan sosyalist devrim ga­yesini propaganda etmiş, bu devrimin emekçiler için biricik kurtuluş yolu olduğunu göstermiş olma­sına rağmen, bu devrimin esaslı meseleleri üzerin­de açık bir görüşü yoktu. O bizde, Bulgaristan'da, devrimin gerçekleştirileceği yollar, bu devrimin baş­lıca hareket kuvvetleri, karakteri, özellikleri, işçi sı­nıfının ve partinin rolü hakkındaki bahisleri halletmek üzere gozonune almıyordu. İşçi sınıfının müt­tefikleri meselesini ortaya koymuyordu. 

Bu da gösteriyor ki, Partimiz, memleketimiz emekçilerine karşı büyük hizmetlerine rağmen, he­nüz bolşevik partisi, Marks-Lenin partisi, Stalin'in dediği gibi: «Proletaryayı, iktidara götürme müca­delesinde kafi derecede cesaretli, devrim durumu­nun, karışık şartları altında yönünü çizebilmek üze­re kafi derecede tecrübe sahibi ve gayesine varmak yolu üzerinde her türlü sualtı kayalarını yok etmek­te kafi derecede kıvrak» yeni tip bir parti değildi. 

Ön planda, işçi sınıfının teşkilatlanması ve sı­nıfını anlaması hedefinin durduğu Birinci Dünya Savaşı başlangıcından önceki devrede, dar sosyaliz­min kusurları ve zayıflıkları henüz pratik olarak hissedilmiyordu. Fakat Birinci Dünya Savaşı patla­dığı ve bizde kapitalizmin yıkılması bahsi pratik ödev olarak ön sıraya konulduğu zaman, bu kusur­lar bütün kuvvetiyle belirmiş ve tamamiyle açık ola­rak hissedilmişti. 

Parti, Birinci Dünya Savaşı esnasında ve dola­yısıyla Ekim Sosyalist Devriminden sonra, asker­leri «Rus askerlerinin örneğini takip etmeğe sev­ketmek» yani, devrime hazırlamak maksadiyle, cep­hede ve cephe gerisinde bulunan askerler arasında geniş ölçüde aydınlatıcı ajitasyon faaliyeti yürüttü. Fakat kesin anda, cephedeki askerlerin savaşa se­bep olanlara karşı süngülerini çevirdikleri, ayakla­nıp Sofya'ya yürüdükleri, yani Rus askerlerinin örneğini takip ettikleri anda, Partinin, askerlerin is­yanını teşkilatlandırmak ve idare etmek, bu isyana işçileri ve köylüleri çekerek geniş ölçüde bütün memlekete yaymak ve onu, Alman emperyalizminin başlıca ajanlığı olan monarşizme ve savaşı, çapulculuk ile zenginleşmek gayelerine uyduran egemen kapitalist sınıfına karşı bir milli isyan haline koy­mak ödevini başaracak yetkide olmadığı göıüldü. Parti o zaman, barış ve demokratik halk cumhuri­yeti şiarını ileri sürmüş olsaydı, hiç şüphe yok ki, kasaba ve köy emekçi halkının muazzam kitlelerini bir araya tophyacaktı. Partimiz ile Çiftçi Partisi arasında ortak hareket ise, isyanın başarısını sağ­lıyacaktı. 1918'de halk cumhuriyeti namına muzaf­fer olan bir isyan, halkımızın büyük bir çoğunluğu­nun çıkarına memleketimizin ve Balkanların geliş­mesinde genel yönü değiştirebilirdi. 

Partimizin, 1918 yılında isyan eden asker kit­lelerinin ön safına geçmemesinin başlıca sebebi, onun doktrinerliğinde, dar sosyalizmin bolşevikçe olmıyan anlayışlarında, metotlarında ve zamanını yaşamış olan kanaatlerinde bulunuyordu. 

Muhtelif memleketlerde devrimin gidişine ait özellikler, demokrasi uğrundaki mücadele ile sos­yalizm uğrundaki mücadele arasında uyum ve or­ganik bağlantılar hakkında Lenin anlayışlarına sa­hip olmıyan partimiz, gelmekte olan sosyal devrim devresinde, spesifik sosyalist şiarı olmıyan halk cumhuriyeti şiarının Marksist bir parti tarafından ileri sürülemiyeceğini hesap ediyordu. 

Parti, işçilerle köylüler arasındaki savaş birli­ği hakkında Lenin anlayışına sahip olmadığından, mademki başlıca köylülerden meydana gelmiş olan asker kitleleri Sovyet idaresi için mücadele etmeğe hazır değildirler, o halde herhangi bir gerçek dev­rim mücadelesine atılmağa da muktedir değildirler, diye düşünüyordu. Ve işte Marksizmi doktrinerce anlayışları yüzünden, Partimiz, asker isyanının ida­resini ele almadi, bunu genel bir halk isyani haline koymak için hiç bir şey yapmadı ve bu yüzden tecrit edilmiş duruma düşen isyan, ümitli idareci­lerden mahrum kaldı ve bastırıldı. 

Böylece, dar sosyalizm, devrimci Marksist bir akım olmakla beraber, Bulgaristan zemininde bol­şevizm değildi. Parti bolşevikleşinceye, yeni tip par­ti oluncaya ve kendi kongresine kanuni iftihar duy­gusu ile çıktığı Marks-Lenin Partisi şeklini alınca­ya kadar, uzun mücadeleye lüzum vardı. 

2. Partimizin Komünist Enternasyonaline Gir­mesi ve Bolşevikleşmesinin Başlangıcı. 

Bilindiği gibi Partimiz, Büyük Ekim Sosyalist Devrimini oybirliği ile, büyük bir heyecanla, hay­ranlıkla karşıladı ve şiarlarını benimsedi. Parti, genç Sovyet Sosyalist Cumhuriyetini savunmak maksadiyle, memleketimiz emekçilerini seferber et­ti. 

Partimiz, Vatandaş Savaşı ve Volgaboyu bölge­sinde çıkan zalim açlık ve emperyalist müdahalesi devresinde, kayda değer bir siyasi kampanya ve yar­dım faaliyeti yürüttü. Emekçi köylülerimizin ola­ğanüstü bir heyecan ve feragatle Sovyetlere ö­nemli miktarda erzak verdikleri, işçi sınıfının, başta Parti olduğu halde yürüttüğü mücadele sonu­cunda, Bulgaristan topraklarında bulunan 20 bin kişilik Vrangel ordusunu çürüttüğü ve Sovyet mem­leketine yöneltilen askeri müdahalede Çörçilcilerin onlardan istifade etmesine engel olduğu aylar, tari­himizde daima anılacaktır. 

1919 yılı kongresinde Partimlz, K. P. olarak ilan edildi. Parti, bütün olarak, Komünist Enternasyonaline girdi; oysa birçok memleketlerde böyle ol­madı. Dahası var: Partimiz Bolşevik Partisinin ve ölmez Lenin'in önderliği altında, Enternasyonalin kurulmasına katıldı. Yeni bir program beyanname­si kabul etti ve proleter devrimini, belirsiz geleceğe ait bir gaye olarak değil, objektif şartları olgunlaş­mış bulunan, halledilmesi devrimin sübjektif fak­törüne, yani bizzat Partinin devrimi teşkilatlandır­mak ve idare etmek hazırlığına ve kabiliyetine bağ­lı olan, yakın bir görev olarak kavradı. 1921 yılı kongresinde Parti, proleter diktatörlüğü prensiple­rini proleter devriminin esas meselesi olarak Sovyet idaresi şeklinde kabul etti. Parti, köy meselesine dair kararında, devrimin zafere ulaşması için, işçi sımfımn öııderliği altında, işçilerle köylüler arasın­da birliğin kesin şart olduğunu beyan etti. Parti, Lenin'in en önemli eserlerini Bulgarca yayınlamak suretiyle, halkımıza geniş ölçüde tanıttığı bu prog­ramın prensiplerini kabul ediyor ve Komünist En­ternasyonalinin faaliyetine aktif surette katılıyor­du. 

Parti, illegal mücadele metodlarını, bunların, bütün legal savaş ve devrimci propaganda imkanla­rından geniş ölçüde faydalanmayla uyumlaştırılma­sını da prensip itibariyle kabul etti. Nitekim, bu gi­bi imkanlar parlamentoda, belediye ve sancak sa­vetlerinde bulunuyordu. 

Parti, kendi askeri teşkilatının temellerini at­tı, askerler arasında geniş ölçüde teşkilat ve propa­ganda faaliyetine girişti ve kitleleri silahlandırma­ğa koyuldu. Parti, emekçilerin, felaket getiren sa­vaştan sonra af lehinde, pahalılık aleyhinde, Sov­yet Rusya'ya karşı yöneltilmiş müdahalede Bulga­,ristan' da üs olarak istifade edilmesi aleyhinde, Sovyet Rusya'nın tanınması lehinde giriştikleri heye­canlı savaşların başında bulunuyordu. 

Aynı zamanda Parti, belediyelerin baskı, soy­gunculuk ve sömürü aleti olmaktan çıkarak, emek­çi kitlelerin çıkarına hizmet eden organlar haline dönmeleri maksadiyle kitlevi bir savaş yürüttü. Bir­çok önemli kasaba savetleriyle bazı köy belediye sa­vetleri, K. P.'nin idaresi altında bulunuyordu. Me­sela 1920 yılında, 22 kasaba ve 65 köy savetimiz vardı. Bu savetlerin, işçi sınıfı ve diğer emekçi halk tabakaları çıkarları lehine olarak yürttükleri ekonomik ve kültürel siyaset, pek t..-ıbii olarak bur­juvazinin ve merkez idarenin şiddetli direnişiyle karşılaşıyordu. O zamanki «komüna»ların meydana getirilmesi ve kuvvetlendirilmesi uğrunda yürütü­len devamlı ve çok çetin mücadele, memleketimiz tarihinde daima anılacaktır. 

Şüphesiz ki, proletarya, başta Parti olduğu hal­de, siyasi devlet egemenliğini kendi ellerine alma­dıkça, bu «komüna»ların uzun zaman yaşamalarına imkan yoktu; nitekim bunlar, burjuvazi tarafından birbiri ardısıra dağıtılmışlardı. 

Fakat belediyeleri ele geçirmek için, Partinin idaresi altında emekçilerin giriştikleri mücadele, halk emeğinin meyvalarını yağma edenlere ve sö­mürücülere karşı güdülen mücadelede kitlelerin bir­leşmeleri bakımından çok yardım etti ve bu kitle­lerin Partiye olan itimadını daha çok arttırdı. 

Partimiz, emekçilerin geciktirilmez ihtiyaçları­nı gidermek için yapılan mücadeleleri, genellikle devrimin zaferini sağlıyacak olan kesin savaşların hazırlanmasıyla bağlıyordu. Parti, emekçilerin önemli çıkarları angaje edildiği veya siyasi hak ve hürriyetleri ciddi tehlikeye maruz kaldığı zamanlarda ise, mesela 1919 - 1920 yıllarındaki ulaştırma işçileri grevinde olduğu gibi, genel siyasi grev ter­tip etmekte, kitleleri büyük harekete seferber et­mekte, baş kaldıran reaksiyon ve faşizmle savaş için 1922 yılında Çiftçi Hükümeti ile işbirliği yapmakta tereddüt göstermedi. Böylece Parti kasaba ve köy­lerde büyük yeni halk kitlelerini birleştirdi. 

Fakat Komünist Enternasyonaline katılarak, savaş sonrası devrim şartları altında doğrudan doğ­ruya emekçilerin sınıf mücadelelerinin önderi sıfa­tiy le büyüme hususunda ciddi ve önemli başarılar kazanan Parti, dar sosyalizm ile bolşevizm arasın­daki somut kök ayrılığını anlıyamadı, o zaman bu­nu parti. idaresi de gösteremedi, Parti için gereken sonuçları. çıkaramadı, dar sosyalizmin olumsuz ve zamanını yaşamış düşüncelerinden silkinme ve Par­tiyi Marksizm-Leninizm bilgisiyle teçhiz etme savaş­larının başına geçemedi. 

Parti, gerçekten kendi devrim tecrübelerini yı­ğıyordu: Ama onda legal propaganda yapma alış­kanlıkları ve Marksizmin devrim harekatını idare eden bir kuram olmaktan çok, bir doktrin olduğu anlayışı hala daha üstün geliyordu. 

9 Haziran 1923'te parti idaresinin, devrimin seyri hakkında dar sosyalizm doktriner fikirlerinin hakim olduğu sıralarda aldığı durum, bu hususu gayet açık olarak göstermişti. Parti idaresi tarafm­d an güdülen bedbaht «tarafsızlık», devrimci Mark­sizme ve gerçeğe yabancı olan ölü doktriner fikir­lerle savunuluyordu. Parti idaresi, Çiftçi Hüküme­ti itibardan düşmüş olduğu için, k:ılk kitleleri onu faşist darbesinden kurtarmak üzere guya ayaklan­mıyacaklarmış ve diğer taraftan, köylüler, bir işçi­köylü hükümeti için henüz savaşa hazır olmadıklarından, K. P. nin faşizme karşı ayaklanma çağrısı­na koşmıyacaklarmış iddiasında bulunuyordu. K. P.'nin, yürüttüğü mücadele sayesinde elde ettiği ve kitleler arasında sahip olduğu büyük itibarı parti idaresinin tam manasiyle takdir etmediği görülü­yordu. O, kitlelerin faşizme ve askeri banker oli­garşisine karşı beslediği, saray mensupları ile bur­juva-monarşist zümrelerin tahrik ettikleri ve biz­zat K. P .'nin körüklediği nefret duygularını küçüm­süyordu. Eğer K. P., Kornilof'un hükümet darbesi teşebbüsü zamanında (Eylül 1917) Bolşevik Parti­sinin örneğini takip etmiş olsaydı ve Çiftçi Birli­ğinin sağlam kuvvetleriyle birleşerek faşist fesatçı­larına kesin olarak karşı dursaydı, faşist darbesi şüphesiz ezilecekti. 

Ancak parti idaresindeki bolşevikçe olmıyan dar sosyalist anlayışların üstün gelmesi sebebiyle, 1923 yılı 9 Haziranında ve sonraki günlerde, Parti, manevi-siyasi hezimete uğradı. Daha taarruzlarının başında, monarşist-faşist kuvvetlerini tam bir hezi­mete uğratmak, kapitalizme karşı mücadele ve sos­yalizmi kazanmak için ciddi yerler sağlamakta çok uygun olan durum elden kaçırılmıştı. 

Özetle, dar sosyalizm, bizde işçi sınıfının ideo­lojik ve siyasi silahı olarak, kapitaUzmin savaş son­rası buhranındaki yeni şartlar içinde ve iktidar mev­kii için doğrudan doğruya yapılan mücadelede, ta­rihin imtihanına dayanamadı. Bu silahın bizde pro­ leter zaferini temin için noksan ve uygunsuz oldu­ğu belirdi. 

Partimizin bunu anlaması, kendi devrim tecrü­belerinin ışığı altında, dar sosyalizmin bolşevizm­den farklı olduğunu görmesi ve partide katmerleş­miş olan geçmişe ait olumsuz sosyal-demokrat görüş, adet ve usulleri kesin surette yok ederek, bü­tün siyaset ve teşkilat faaliyetini Marksizm-Leninizm ruhuna uygun olarak baştanbaşa değiştirmesi la­zımdı. Başka defa da söylediğim gibi, dar sosya­listliğin sağlam Marksist ananelerini, erdemlerini ve tecrübelerini, bolşevik kazanında kaynatıp eritmek gerekiyordu. 

Partimiz artık bu yoldan yürümeğe başlamıştı; fakat geçmişin olumsuz ve zamanını yaşamış adet­lerinden temizlenmesi ve bolşevikleşmesi işinin, Ey­lül isyanının bastırılmasından sonra meydana gelen beyaz terör ve gizliliğin ağır şartları içinde, düşma­nın sürekli ve müthiş ateşi altında cereyan etmesi lazımdı. 

3. 1923 Eylül Ayaklanması, Partinin Bolşevik­leşmesinde Dönüm Anıdır. 

Biz, B. K. P. tarafından teşkilatlanan, sevk ve idare edilen 1923 Eylül antifaşist halk ayaklanma­sını, Partinin dar sosyalizmden bolşevizme geçişin­deki gelişmesinde, bir dönüm anı saymaktayız. 

K. P. faşist darbesinin sebebiyet verdiği buh­ran esnasında elde edemediği şeyi, daha sonra, fa. şist hükümetinin memleketi yeni bir buhrana at­makla Eylül ayaklanmasına sebep olmasından fay­dalanarak gerçekleştirmek tecrübesinde bulundu. 1923 ağustosunda, sağlam Marksist grup, Komin­tern'in yardımiyle Parti idaresinde üstünlüğü mu­hafaza etti ve Partinin stratejisinde olduğu gibi tak­tiğinde de temelli bir değişiklik yaptı. Parti, köy ve kasabalarda bütün antifaşist kuvvetlerin bir emek­çi bloku halinde birleşmesine doğru kesin olarak yöneldi; monarşist - faşist diktatörlüğüne karşı işçi - köylü hükümeti kurmak uğrunda, silahlı i􀀁yan da dahil olmak üzere, kitleleri her bakımdan sava­şa hazırlamak yolunu tuttu. 

Bu yeni hareket hattını yürüten Parti, Çiftçi Birliği ile ortak savaş anlaşması yap!ı Makedon teş­kilatı idaresiyle anlaşma tecrübesinde bulundu, ön­derleri tarafından Tsankof'un arabasına bağlanılan Sosyal-demokrat Partisine de ortak mücadele için el uzattı. Çiftçi Birliği ile beraber çalışarak, 1923 si­lahlı Eylül halk ayaklanmasının başına geçti. 

1923 silahlı Eylül halk ayaklanmasının şartları, pek tabii, hazirandakiler kadar uygun değildi. Te­şebbüs düşman eline geçmişti. Fakat eylülde de, ayaklanmanın zafere ulaşması objektif bakımdan mümkündü. Herşey, K. P.'nin ve :ıyaklanan kitle­lerin enerjisine, devamlı cesaretine ve oybirliğine bağlıydı. Fakat, 9 Haziran taktiğinin hatalı oldu­ğunun, Partinin bütün halkalarında, yukarıdan aşa­ğıya kadar kesin olarak kabul edilmemesi, başka defa da kaydettiğim gibi, Partinin henüz cidden bir bolşevik partisi olmaması, 1923 Eylül ayaklanması­nın dürüst olarak teşkilatı sevk ve idaresine ve ba­şarı ile sonuçlandırılmasına engel oldu. 

Bununla beraber Eylül olayları gösterdi ki, merkezde ve mahallerde, Parti önderlerinin küçük olmıyan bir kısmı, ya faşizme karşı amansız kesin savaş hattını asla kabul etmiyorlar, yahut da sa­vaşı, kanaat getirmeden, yani savaş azimleri ve Par­tiyi böyle bir savaşa hazırlamak arzuları olmaksı­zın sadece sözle kabul ediyorlardı. Bu hal, birçok Parti teşkilatlarının isyana hazırlıksız bulunmasına sebep oldu. İsyan esnasında birçok yerli Parti ön­derleri faşist idaresine karşı herhangi bir faaliyete geçmeğc cesaret etmediler, veya geçmeğe muktedir bulunmadılar.

İsyanın hezimete uğramasının başlıca sebeple­ri işte bunlardan ibarettir. 

Fakat hezimetler arasında öyleleri vardır ki, işçi sınıfının kurtuluş davasının gelecekteki zafer­leri için çok faydalı ve yardımcıdırlar. 1923 Eylül­ayaklanmasınm hezimeti de bunlardan biridir. 

Partinin, ayaklanmanın başına geçmesi, 9 Ha­ziran teslimiyetine son verilmesi ve faşist diktatör­lüğüne karşı kesin bir mücadele için sağlam bir ha­reket hattı çizilmesi, Partinin ve bizdeki devrimci hareketin geleceği için kesin bir önem taşıyordu. 

Eylül ayaklanması halk kitleleriyle faşist bur­juvazi ara􀀣ında öyle derin ve kanlı bir uçurum aç­mıştı ki, bu uçurum artık hiç bir şeyle doldurula­mazdı. Bunu takip eden devre boyunca faşizm, hiç­bir defa yerlerini takviyeye ve kendine geniş bir sosyal temel kurmağa muvaffak olamadı. Öte yan­dan bir tek antifaşist cephe kurmak niyetiyle K. P .' nin giriştiği fedakarca savaş, onun ardı arası kesil­meksizin ve yorulmaksızın çalışmaları, Partiyi halk kitlelerine sıkı sıkı yaklaştırdı, onlarla olan bağla­rını sağlamlaştırdı, köy ve kasaba emekçilerinin de­mokrasi ve sosyalizm uğrunda yürüttükleri savaş­ta, Partinin gerçek önder olarak yükselmesi şartla­rını yarattı. 

Bunlar, Partimizin devrimci silah deposuna sağ­lamca yerleşen büyük başarılardı. 

Eylül ayaklanmasının Partiye verdiği kanlı ders, onun bolşevikleşme fikrini kesin olarak ileri sev­ketti. 9 Haziran hatasının Parti önderi Dimitır Bla­goef tarafından açıkça itirafı ve Eylül ayaklanmasının kayıtsız olarak kendisi tarafından tasvip olun­ması da buna yardım etti. 

Fakat aynı zamanda Parti ve halk kitlelerinin uğradıkları hezimet ve verdikleri ağır kurbanlar, Partide tasfiyeciliği, sağcı ve solcu eğilimleri besle­di. Her iki akım da Eylül ayaklanmasına karşı ola­rak, Partinin Eylül idaresine karşı mücadele ıçın prensipsiz bir blok halinde birleştiler. Bu blokun sonuncu gayesi, K. P.'ni fiilen tasfiye etmekti. 

Başlarında Nikola Sakarof ve İvan Klinçarof'­un bulunduğu sabık komünist faaliyetçilerinden müteşekkil bir grup, partiyi «feshedilmiş» ilan ede­rek, «Bağımsız Emek Partisi» adını verdikleri, va­kitsiz doğmuş oportünist bir teşekkülün temellerini attılar. İşçiler, bu hain «partiyi» derin bir öfke ile karşıladılar. Merkez Komitesi de, tasfiyecileri Par­tiden attı. Bu olay, Eylül ayaklanması hezimetinden sonra beliren ve Partimizi tehdit eden tehlike hak­kında bir işaretti ki, bu tehlikeye karşı mücadele etmek lazımdı. 

Eylül hezimetinden ve Partinin, faşist hüküme­ti tarafından kanun dışı ilan edilmesinden sonra, birçok sancakların delegeleriyle bir arada 1924 Ni­san ayında yapılan gizli Vitoşa konferansı, Partinin gelişmesinde önemli anlardan biri olmuştu. 

Vitoşa konferansı, Komünist Enternasyonali İcra Komitesinin, adı geçen devredeki olaylar ve Partinin taktiği hakkındaki takdirini oybirliği ile kabul etti. Partinin 9 Haziranda tek cephe taktiği­nin tatbikatında ciddi hatalara düştüğünü ve 9 Ha­ziranda geleceği tayin edici bir hata işlediğini ta­nıdı. 

Vitoşa konferansı, «Partjnin ağustos başında si­lahlı ayaklanma hareketinde takip ettiği yönü» doğrulamakta, «fakat eylülden önce ve eylülden sonra Merkez Komitesi çoğunluğu ve Parti Şurası tarafın­dan ısrarla desteklenen 9 Haziran taktiğini yersiz bulmaktadır. Hatalı durumun, Merkez Komitesi ta­rafından haklı çıkarılması hususunun, Partinin, si­lahlı ayaklanmaya doğru bilinçle gitmesine çok bü­yük engel teşkil ettiği» konferans tarafından kay­dolunmuştur. 

Konferans, Partinin halk tabakaları tarafından başlanan «silahlı ayaklanmanın başına geçmesini», «ayaklanmanın önüne işçi-köylü hükümeti kurmak hedefini koymasını» ve «müthiş güç şartlar» içinde onu «teşkilatlandırma, birleştirme ve genişletme» tecrübesinde bulunuşunu doğrulamaktadır. Bu su­retle Parti, ,,devrim propagandasından devrim hare­ketine geçmeğe muktedir olduğunu», «gerçek bir parti olduğunu» ve işçi-köylü hükümeti kurmak su­retiyle emekçileri yeni bir silahlı isyana kaldırmak, sevk ve idare etmekle ödevlendirildiği takdirde, bu işi şerefle başarabileceğini ispat etti. 

Vitoşa konferansının önemi, Parti hayatının en güç anlarından birinde, sağlam Parti kuvvetlerini Merkez Komitesinin Eylül grupu etrafında birleşti­rerek, bu kuvvetleri partinin Komintern tarafından tasvip ve tasdik olunan Eylül hareket hattına soka­bilmiş olmasındadır. Fakat o, halk tabakalarını dü­rüst parti hattını yürütmek için seferber ederken ve sağcı eğilimleri vururken, partinin dikkatini solcu eğilimlerin gösterdiği tehlikeye yeter derecede çeke­medi. Oysa bu eğilimlere karşı da kesin olarak mü­cadele etmek lazımdı. 

Eylül ayaklanması hezimetini takip eden du­rum, K. P .'nin ve sınıfı işçi teşkilatların yasak edil­mesi, aşağıdaki delillerle karakterize edilebilir: 

Birinci olarak: Memleket, faşist hükümetini yıkmak ve bir işçi-köylü hükümeti kurmak üzere yeni savaşlara atılmak ihtimalleri karşısında bulu­nuyordu. 1923 Kasım ayındaki parlamento seçimle­rinden çıkan sonuçlar, Komintern'in takdirine uy­gun olan Parti idaresi takdirini doğruladı. Bu so­nuçlar K. P. ile Çiftçi Birliği'nin, faşist hükümetine karşı olan muhalefetlerinin çok kuvvetli olduğunu da gösterdi. Bu hal, halk tabakalarının duyduğu öfkenin büyük olduğu ve faşist hükümetini yıkmak için mücadeleye razı oldukları sonucunu çıkarmağa imkan veriyordu. 

İkinci olarak: Seçimlerde sosyalistlerle çiftçi­lerin ortak liste ile çıkmış olmaları, bu partilerin geçmişten ibret aldıklarını ve tek cephe taktiğini kabul etmiş olduklarını gösterdi. K. P. ile Çiftçi Bir­liğinin yürüttükleri ortak savaşın, seı;imleri kazan­mak ta kesin önemi vardı. 

Üçüncü olarak: Faşist diktatörlüğü, Partinin ka­mm yolundan, kitlevi mücadelesini çok güçleştiri­yordu. Aynı zamanda yeni bir silahlı savaş ihtima­li, Partinin başlıca dikkatini kitleleri savaşa hazır­lamasına çevirdi. 

Faşist hükümetinin beyaz terörü tarafından beslenen bu zemin üzerinde, Partidı:; ve herşeyden önce onun askeri teşkilatında aşın bir solcu tehli­kesi başgösterdi ki, askeri teşkilat hükümetin terö­rüne karşılık olmak üzere çeteler ve ayn ayn te­rör olaylan teşkilatlandırmağa başladı. 

Bu arada, 1924 yılı başlarında, durum artık de­ğişmişti. Kapitalizmin Avrupa'da geçici olarak ve kısmen yerleşmesiyle ilgili olarak, faşizmin iç ve milletlerarası durumu da belli bir süre için biraz iyileşti. Artık yeni silahlı ayaklanma belirtileri görülmüyordu. 1925 Martında, Partinin hudut dışı mü­messilliği, memleketin iç ve milletlerarası durumu­nu yeniden gözden geçirerek, Partinin yöneldiği si­lahlı isyan yolunun terkedilmesini teklif etti. Bu mümessilliğin tavsiye ettiği yeni hareket hattı ile, kitlevi teşkilatlar kurmak ve zorunlu ihtiyaçlarının giderilmesi için kitlevi işçi ve köylü mücadelelerini genişletmek suretiyle, Parti ve devrim hareketi için kaçınılmaz bir tehlike teşkil eden mahvedici aşırı solcu eğilimin önüne geçmek lazımdı. Fakat memle­ketin o zamanki Parti idaresi, aşırı solcu eğilime zamanında ve kesin olarak ksrşı koyacak, silahlı is­yan hattını fiilen değiştirecek ve meydana gelen du­rum karşısında Partinin bütün faaliyetini yeni baş­tan ayarlıyaı:;ak halde değildi. 

Faşist hükümeti terörcü siyasetine daha büyük bir gazapla devam ediyor ve Partinin askeri teşki­latı tarafından güdülen ve Sofya Katedrali suikas­tinde zirvesini bulan ümitsizlik eseri hareketlerini bahane ederek etken sosyalistleri ve işçi-köylü ön­derlerini kitle halinde öldürmek yolunu tutmuş bu­lunuyordu. 

16 Nisan 1925'te Sofya Katedralinde yapılan suikastle ilgili terör, bilindiği gibi, Partiye çok ağır bir darbe indirdi. Parti idaresi bozulmuştu. Eylül ayaklanmasından sonra sağ kalan parti kadroların­dan büyük bir kısmı öldürüldü, hapishanelere atıl­dı veya göçetmek zorunda kaldı. Gizli çalışma şart­ları çok güçleşti. Oysa Partinin, bu şartlar içinde, emekçilerin mücadelelerini yönetmeyi sağlaması ve faşizme karşı mücadeleyi devam ettirmesi lazımdı. Bununla birlikte 1923 - 1925 hezimetinden bütün ib­retleri alması, başlıca sebepleri meydana çıkarma­sı ve Parti kadroları ile bütün Parti üyelerini bolşevik temeller üzerinde birleştirmesi lazımdı. Ağır kayıplara uğramış, oldukça kan dökmüş ve en iyi idare kadrolarından mahrum kalmış olan Parti, ge­lişmesinin en güç devresini yaşıyordu. 

Partinin geçmişi ve Marksist-Leninist olması meselesi, Komünist Enternasyonali İcra Komitesi­nin muvafakati ile, Partinin hudut dışı mümessilli­ğinin teeşbbüsü üzerine 1925'te Moskova toplantı­sında ilk defa olarak ortaya kondu. Bu toplantıya Merkez Komitesinin kurtulmağa muvaffak olan üyeleri ve 1923 - 1925 olayları sırasında göç etmiş olan partililer katıldılar. Fakat toplantının, « Parti­nin, kapitalizmin bünyece gelişmesi devresinden yı­kılma devresine girmesi merhalesini, ağrısız, ağır iç buhranlar geçirmeden tedrici surette geçebildiği, inkılap devresinin özelliklerini benimsediği ve bun­lara uyabildiği» hakkında verdiği takdir mübalağa­lı idi ve gerçeğe tamamen uygun değildi. Partinin «kapitalizmin bünyece gelişmesi devresinden, yıkıl­ma devresine» geçişinin, zor, mütereddit ve - 1918 Vladaya askeri isyanı, 9 haziran 1923'deki hata, 16 nisan 1925 'de askeri teşkilat idaresinin aşırı solcu hatası gibi - ağır haatlarla dolu olduğunu tecrübe­ler gösterdi. 

İnkılap devresinin karakteristik belirtilerini be­nimsemek, genellikle ciddi ve zor bir mesele idi; Partimizin çalışmakla mükellef olduğu Balkanların, inkılap devresindeki özelliklerini anlamak ise, çok daha zordu. Toplantı, bu maksatla Marksizm-Leni­nizmin bir faaliyet idaresi olarak benimsenmesi, Rus devriminin ve kendi devrim tecrübelerinin öğ­renilmesi lüzumunu, doğru olarak tesbit ve işaret et­ti. Sağlam bir tenkit ve kendini tenkit ile, Partinin öylesine terbiye edilmesi lazımdı ki, tarihin gösterdiği bütün durumlarda yonunu çizmek ve somut şartları hesaba katarak halk tabakalarını milletler­arası devrim yolundaki mücadelelerinde dürüst ida­re etmek kabiliyetinde bulunsun. 

1926 yılında Merkez Komitesinin Viyana oturu­mu, Partinin gelişmesi konusunda, Moskova toplan­tısından daha ileri gidememişti. Gerçektir ki, bu oturum, «Parti kitlelerinin L(;ninizm esaslarına da­yanarak, Partinin ve Komünist Enternasyonalinin bayrağı altında ideolojik birleşmesi» görevini, özel olarak belirtti. Şurası da tamamen doğrudur ki, Moskova toplantısı ve Merkez Komitesinin Viyana oturumu, parti tecrübelerini Leninizrn ışığı altında öğrenmenin, Partinin gelişmesi bakımından taşıdığı çok büyük .önemi belirtmişti. Fakat, Merkez Komi­tesi oturu.munun, ve Moskova toplantısının, bu du­rumunu, dar sosyalist devresinden kalma ananeleri yenmek için bir mücadele değil de, «organik bir gelişme meselesi» telakki etmesi doğru değildi. 

Komünist Partisini Eylül ayaklanması hareket hattı üzerinde birleştiren Vitoşa konferansından sonra, 1927 yılı aralık ayı sonu ve 1928'in ocak ayı başında Bedin' de toplanan İkinci Parti Konferansı, Partinin 1923'den sonraki faaliyetini. taktiğini, ba­şarılarını, yaptığı hataları ve uğradığı hezimetleri etraflıca gözden geçirdi. İkinci konferansta, sağcı ve solcu eğilimlere karşı şiddetle mücadele yürütül­mesi lazımdı. 

Parti tarafından işlenen hataların takdiri ile il­gili olarak, daha Moskova toplantısında, esaslı ihti­laflar meydana çıktı. 9 haziran teslimiyetini savu­nanlar ve nisan olaylarında beliren aşırı solcu eği­lim taraftarları, Partinin Eylül idaresine karşı bir­leşmişlerdi. Eylül hattı mümessilleri, iki cephede mücadele etmek zorunda kaldılar. Bütün meseleler geniş ölçüde tartışıldıktan sonra, gerek sağcılar ve gerek solcular bayraklarını dürmüşler ve Parti ida­resinin karar suretine resmen katılmışlardı. 

Fakat toplantıdan sonra ihtilaf yeni bir şiddet­le patladı. Sağcı oportünistler ve solcu sektanlar, Partinin Eylül idaresine karşı mücadeleye geçmek üzere, prensipsiz bir blok halinde birleştiler. Bu hal İkinci Parti Konferansında belirmişti. 

Partinin teşkilat bakımından ağır durumu, kon­feransta, parti teşkilatlan temsilciliği sayısını çok azalttı ve onlara büyük ölçüde tesadüfi bir mahiyet verdi. Bundan başka Partide, aşırı solcu gizli bir grup kurma faaliyeti çok ileri gitmişti ve birkaç küçük burjuva aydınından meydana gelen bu grup, gizli ajitasyon yolu ile suni bir kalabalık kurmağa çalışarak sektan görüşlerini kabul ettirmek ve parti idaresini ele geçirmek teşebbüsünde bulundu. 

Sürekli ve şiddetli müzakereler sonunda, 9 ha­zirancılar ve sağ tasfiyeciler tamamen ve kesin ola-' rak açığa vurulmuş ve zararsız bir hale getirilmiş­ lerdi. Fakat diğer bazı komünist partilerinin Troç­kist ve solcu elemanları tarafından teşvik gören aşı­rı solcu sektan grup, Eylül idaresi tarafından tek­lif edilen karar suretlerine katılmakla beraber si­lahlarını bırakmadı ve konferansın hemen arkasın­dan faaliyetini hızlandırdı. 

Konferans, Partinin geçmişini bir tahlilden ge­çirmek ve ona genel bir değer vermek maksadiyle ciddi bir deney yaptı. Dar sosyalizmi bolşevizme yaklaştıran ve Partinin gelişmesini kolaylaştıran yo­lu gösterdi. Aynı zamanda, dar sosyalizmi bolşe­vizmden ayıran, Partinin gelişmesine engel olan muhtelif meselelere de işaret etti. Fakat ileri atılmış önemli adıma rağmen, İkinci Parti Konferansı da sonuna kadar gitmedi; inkılabın ana konuların­da dar'lığı Leninizmden ayıran esas farkı açık ola­rak tesbit etmedi. İkinci konferans da, Partinin za­manını yaşamış sosyal-demokrat unsurlarını yen­mek ve Partiyi Marks-Leninci silahla teçhiz etmek hedefini güden kesin bir mücadele olarak değil, dev­rimci dar sosyalizmin yeni şartlara uyması şeklin­de telakki etmekte devam etti. Savaş sonrası, dev­resinde, Partinin, «Bulgaristan proletaryasının dev­rimci partisi olarak genellikle gelişip hareket ettiği­ni» belirten İkinci Parti Konferansı, onun yavaş ya­vaş «savaş öncesi ajitasyon ve propaganda metod­ları ile iktisadi mücadele metodlarım terk ettiğini ve inkı􀀤p devresinin şart ve ihtiyaçlarına uyarak kitlevi inkılap hareketleri metodunu benimsediğini» beyan ediyordu. Konferans, gerçekten, bu gelişme­nin «doğru yoldan gitmiyerek, mütereddit ve zik­zaklı yürüyüşler yaptığına» ve Partimizin Marks­Leninci olmasının «onu ileriye iten eğilimleriyle, ge­riye çeken sosyal-demokrat artıkları arasında mü­cadele yolu ile» hayata geçirildiğine işaret ediyor ve aynı zamanda «devrimci dar sosyalizm ile Eylül­cülüğün, Bulgaristan proletaryasının partisi halin­de, Partinin sarsılmaz iki esaslı kökü halinde birleş­tiklerini» tek taraflı olarak tayin ediyordu. 

İkinci Parti Konferansı, Eylül isyanım, «9 Ha­ziran taktiğinin tamamiyle reddedilmesi», bu takti­ğin gelişmesinde «Sosyal demokratik ve 9 Haziran­cılık» ile kesin olarak ilginin kesilmesi temelini atan derin bir dönüm ve Partinin Marksizm-Leninizm yo­lunda en azimli bir adım olarak karakterize etti: 

İkinci Parti Konferansı dar sosyalizm devresi­nin takdirinde, dar'lık ile Marksizm-Leninizm'in aym şeyler olduğunu iddia etmemekle beraber, her­şeyden önce yine dar'lığı Marksizm-Leninizm ile ya­kınlaştıran hususları belirtiyor, onu Marksizm-Le­ninizmden uzaklaştran hususları ise tamamiyle gös­termiyordu. 

Bu devreyi gözden geçirirken, çok defalar be-­ lirttiğim gibi, bu kürsüden de şunu söylemeliyim ki, D. Blagoef'in ölümünden sonra biz, onu en yakın iş arkadaşları, devrim hareketinin büyük, olumlu ser­mayesinden esaslı surette faydalanarak, dar sosya­list devresinden kalma döküntülerin daha çabuk ve kesin olarak yokedilmesini sağlamak üzere, Parti­nin ve Bulgaristan proletaryasına ait devrimci geç­mişin kıymetini Marks-Leninci gözü ile zamanında ve tam olarak maalesef takdir edemedik.

Bu hal, Partinin ağır ve kanun dışı durumu ile birlikte, muhtelif aşırı solcu ve tesadüfi elemanla­rın partimiz idaresine sokulmalarına ve hatta bu idarede bir süre için hakim olmalarına da yardım etmişti. 

4. Partide Solcu Sektanlığa karşı Mücadele ve Onun Mağlup Edilmesi 

Komünist Enternasyonalinin otoritesini kötüye kullanan, onun kararlarım memlekette en iyi yorum­lıyanlar olduklarım iddia eden ve - söylediğim gi­bi - Partinin gizlilikteki ağır durumundan fayda­lanarak, keza Komünist Enternasyonali İcra Komi­tesi cihazında ve diğer komünist partileri safların­da bulunan gizli düşman elemanlar tarafından yar­dım gören solcu sektanlar (İskrof, Georgi Lambref, İlya Vasilef «Boyko»), 1929'da grup suretiyle Mer­kez Komitesi genel kurulunu teşkil etmeğe ve bilfiil Parti idaresine yerleşmeğe muvaffak olmuşlar­dı. Solcu sektanlar, Partinin bolşevikleşmesi mas­kesi altında, gerçekte karşı bir yol tuttular. Oglar «darlığı kökünden söküp atmak» fikrini ileri süre­rek, Partiye sadık olan eski kadrolara karşı, Parti­nin devrimci geçmişine karşı haince savaş yüriittü­ler ve Partiyi, kendisi için ölüm tehlikesi teşkil eden yola doğru ittiler. Bu zamanda parti çalışmalanndan çekilmiş ve memleket içinde bulunan otorite sahibi eski parti üyelerinin pasif kalmaları da, bu hale az yardım etmiş değildir. 

Solcu sektan grup, Partinin Marksist - Leninist olmasına karşı en büyük bir engel haline gelmişti. Faşist diktatörlüğü, Partimize karşı yüriitülen te­rörcü faaliyetlerle birlikte, partimizi içeriden de çü­rütmeğe, b;şsız bırakmağa ve idaresini bozmağa ça­lıştığı anlarda, en iyi müttefiklerini solcu sektan grubunun önderlerinde buldu. 

Fakat Parti, onların elde ettiği geçici üstünlü­ğe rağmen, birçok yerlerde, işçi harekatında başlı­yan kalkınma devresinde, emekçilerin mücadeleleri­ni idare etme yeteneğinde olan yeter derecede sağ­lam kuvvetlere sahipti. 1923 - 1925 yıllarındaki feci hezimetten sonra, işçi sınıfını ve emekçi halkı kap­lıyan durgunluk, yavaş yavaş yaşanıyordu. 1927'de, işçi sınıfının kanuni teşkilatı olarak İşçi Partisi ku­rulmuştu. İşçi profesyonel teşkilatları yenilenmişti. K. P.'nin idaresi altında çalışan İşçi Partisi, kısa bir zamanda halk arasında büyük itibar kazandı. Halk tabakalarının yeni devrimci hamlelerine ait belirtiler meydanda idi. Bu devrede ciddi grev mü­cadeleleri gelişmiş, seçimlerde büyük başanlar kay­dedilmiş ve kanuni imkanlardan geniş ölçüde yarar­lanılmıştı. Parti büyüyor ve cesaretle ilerlemekte devam ediyordu. Fakat hiç şüphe götürmez ki, solcu· sektan grubunun etkileri olmasaydı, Parti çok daha büyük başarılar kazanacaktı. Şöyle ki: «Solcu» sek­tanlar, ikinci genel kurulda halk kitlelerinin yeni savaş hamlelerinin başına Partinin geçmesine önem verecekleri yerde, iskolastik sektan ukalalığı ile, Partinin geçmişi üzerinde hiçbir işçinin sonuna ka­dar okuyamıyacağı kilometrelerle uzun kararname­ler tertip etmek yolunu tuttular. Yine solcu grubun kabahati yüzünden, Partimiz 1931 yazında ve 19 ma­yıs 1934 darbesinde, faşist diktatörlüğü cephesinde açılan ciddi gediği genişletmeği ve tamamlamağı başaramadı. 

Gerçekte Troçkist bir hat ohıı solcu sektan hattı, Kominternin yönü ile kesinlikle bağlı değildi ve ona düşmandı. 

Birinci olarak: Faaliyette olan kuvvetlerin du­rumunun olduğu gibi somut bir Marksist esasa gö­re takdire tabi tutulacağı yerde, Lenin-Stalin strate­ji ve taktiğinin genel şekilleri tekrar ediliyor ve biz­de somut şartlar gözününde tutulmadan diğer ko­münist partilerindeki prensipler mekanik olarak ka­bul olunuyordu. Solcu sektanlar, Partinin solcu sek­tan idaresine rağmen, kaydettiği başarıları benimsi­yerek, onun Bulgaristan' da doğrudan doğruya pro­letarya diktatörlüğü kurmak görevi önünde bulun­duğunu ilan ettiler. 

İkinci olaark: Parti şiarlarını :şçi ve köylüler arasında yaymak, savaş hazırlığı yapmak, kitleleri seferber etmek hususunda girişilen ciddi ve sebatlı çalışma «devrimci» cümleler ve «devrimci» hare­ketler adına gürültülü çağrılarla değiştirilmişti. Sol­cu sektanların hattı, kendileri tarafından ileri sürü­len ve tipik birer nümune olan «her tarafta açık,genel hücum», «sokakları işgal», «toprağı zapt» şiar­ları ve benzerleri gibi bir tak:.m «devrimci» söz ka­labalığından ibaretti. Siyasi grev şiarı, solcu sektan­lar tarafından o derece itibardan düşürülmüştü ki, Profintern *, bu şiarın Bulgaristan' da ileri sürülme­sine karşı gelmek zorunda kaldı. 

Üçüncü olarak: Parti ve kitlevi teşkilatlar üye­leri tarafından, Parti karar ve direktiflerinin bilinç­li olarak kabulüne dayanılarak kurulmuş olan fiili idare, mekanik ve kaba bir kumanda ile değiştiril­mişti. Solcu sektan grupunun, Partimiz tarafından kurulan legal İşçi Partisine karşı aldığı durum, dü­rüst değildi ve aynı zamanda çok zararlıydı. İşçi Partisinde, çok sayıda, geniş tecrübe sahibi işçi kad­rolarının l,irleşmiş olmasına ve K.P.'nin İşçi Partisi aracılığıyle halk tabakalarını etkilemesine rağmen, onun kadroları ikinci derecede sayılıyordu. 19 Ma­yıs 1934 darbesinde, İşçi Partisinin ve diğer kitlevi teşkilatların yasak edilmesinden sonra, solcu sektan idaresi hiçbir direnmede bulunmamış ve İşçi Par­tisinin «kendini feshettiğini» ilan etmekte acele et­miştir. 

Dördüncü olarak: Partinin dar sosyalistlik dev­resi, sahte « bolşevikleşme» örtüsü altına gizlenerek, «menşeviklik» ve « bolşevik aleyhtarlığı» devresi di­ye ilan edilmişti. Eylül ayaklanmasını müdafaa mas­kesi takınılarak, gerçekte halk arasına, Eylül isya­nının Troçkistçe bir «tenkidi» yapılıyor ve Partinin Eylül kadrolarına savaş açılıyordu. Solcu sektan idare, Leipzig mahkemesi ile ilgili milletlerarası an­tifaşist kampanyaya karşı sabotaj bile yaptı. 

,·, Profintern - Milletlerarası İşçi Meslek Birlikleri Teşkilatı. 

Beşinci olarak: Solcu sektanlar, kardeşleri olan Troçkistlerin dışarıdan verdikleri yardımla Partinin iç idaresini muvakkaten elde etmeğe ve Parti ile birleşmeğe muvaffak olunca Partide gizli bir Troç­kist topluluk haline geldiler. Bunlar, Leninizm mas­kesi takınarak ve Kominternin otoritesini ikiyüzlü­ce kullanarak, Partinin temellerini yıktılar ve dev­rim hareketini itibardan düşürdüler. 

Teşekkürle kaydetmek lazımdır ki, Partinin sol­cu sektanlığı yenmek savaşı ve bilhassa - zararlı kararları Komünist Enternas:vonali İcra Komitesi tarafından reddedilen - Merkez Komitesi ikinci genel kurulu ile ilgili mücadelesi, Komünist Enter­nasyonali ve onun rehberi Bolşevik Partisi tarafın­dan ciddiyetle desteklenmiştir. 

Komünist Enternasyonali İcra Komitesi Siyasi Sekreterliğinin ağustos 1930 kararı, Partimiz için çok önemliydi. Bu karar, Bulgaristan'da sosyalist hareketiyle ilgili olan başlıca meselelere temas edi­yordu. Bu karar, Partinin çetin kadrolarını gerçek Marks-Lenin temelleri üzeriilde birleştirmekte sağ­lam bir esas teşkil etti. 

Bu karar sureti, o zaman Parti tarafından vaz­geçilmemesi ve «bilinçli olarak taşınması, derinleş­tirilmesi» gereken dar sosyalistlik devresinin, dev­rimci Marksist yönünü açıkça gösterdi. 

Fakat Siyası Sekreterliğin kararı, aynı zaman­da dar sosyalizmi proletarya devriminin ana mese­lelerinde Leninizmden ayıran farkı tamamiyle açık­lıyordu. Bu karar sureti, Eylül ayaklanmasını Par­tinin bolşevikleşmesinde kesin bir dönüm, eski ve yeni Parti kadroları muhitinde bol5evikliğin billur­laşması başlangıcı olarak gösteriyordu ki, Parti ida­resi tarafından bolşevik olmıyan ananelere ve çocuk hastalığına - solculuğa - karşı güdülen mü­cadelenin noksanlığı bu billurlaşmayı köstekliyor­du. 

Karar sureti, Partiyi, dar sosyalistlik devresin­den kalan ve partinin, devrim ajitatörü ve propa­gandacısı rolünden, iktidar mücadelelerinde kitlele­rin teşkilatçısı ve önderi durumuna geçişine engel olan bazı döküntüleri kesin olarak yenmeğe, gerek başlıca tehlike olan oportünizmin, kuyrukçuluğun ve pasifliğin bütün şekillerine, gerekse solcu sek­tanlığa karşı mücadelede, genel programla birleşme­ğe çağırdı. 

Komünist Enternasyonali İcra Komitesi Siyasi Sekreterliği, Partiyi, grupçuluğa ve Partinin çürü­mesi tehliResine karşı, kesin bir mücadeleye çağırdı. 

Komintern tarafından tertip edilen platform üzerinde Partinin birleşmesi fikri, karar suretini yalnız sözde kabul eden, gerçekte bu karar suretiy­le aynı fikirde olmadıklarını Partiden ve Komin­ternden saklıyan ve solcu sektan ruhu ile onu teftiş etmek yoluna giden solcu sektanlar tarafından kös­teklendi. 

Parti, varlığı ve gelişmesi yolunda yeniden, cid­di tehlike ile karşılaşmıştı. Onun kurtarılması için, bütün kuvvetleri gererek solcu sektan hareket hat­tını tasfiye etmek, Parti idaresini soku sektanların elinden almak ve kesin olarak devrimci boşboğazlık­tan gerçek kitlevi çalışma ve müc:ıdeleye geçmek icabediyordu. Ancak, Parti faaliyeıinin bütün sa­halarında sektan yıkımını çabuc::ık yenmektir ki, Partinin halk tabakalarıyle bağlarını yeniden te­sis etmesine yardım edebilir ve onu askeri faşist diktatörlüğünü yıkarak tek halkçı antifaşist cephe­yi kurmağa muktedir bir hale koyabilirdi. 

Partimiz gizlilik şartlarının ve faşist terörünün doğurduğu zorluklara rağmen, Komünist Enternas­yonalinin yardımiyle bu önemli ödevi başanyle ye­rine getirdi. 

5. Partinin Yeni, Marksist - Leninist Hattı

Komünist Enternasyonalinin VII. Kongresi, iş­çi sınıfı, emekçiler, barış ve halkların özgürlüğü için en büyük tehlike olan faşizme karşı mücadeleyi, yakın devrenin esas ödevi olarak ortaya atmakla, komünist partilerinin hareket hattında dönüm yap­tı. Faşist taarruzunu durdurmak ve faşizmi hezime­te uğratmak için işçi sınıfım toplamak ve bu esas üzerine kudretli bir antifaşist halk cephesi kurmak lazımdır. Tek cephenin gerçekleşmesi, sosyalist­lerden, kendi saflarında var olan ve kendini beğen­miş derin köklü bir kusur halini alan sektanlığı yen­melerini istiyordu. Komintemdeki sektancılık, kit­lelerin devrimcileşme derecesini yükselterek ve emekçilerin doğrudan doğruya çıkar ve haklarım sa­vunmak için yaptıkları mücadeleyi alçaltarak, taar­ruz halinde bulunan faşizmin karşısında pasif kal­mak fikrini besliyordu. Sektan hareket tarzı, kitle­vi siyaseti, tecrit edilmiş siyasi doktrincilikle de­ğiştirerek, şiarları ve taktiği, bütün memleketler için basmakalıp haline getirerek ve her memleketteki özel somut şartları hesap etmiyerek, partilerin bü­yümesini köstekliyor, gerçek bir kitlevi mücadele­nin genişlemesini güçleştiriyor ve geniş emekçi ta­bakaların partiler tarafından kazanılmasına engel oluyordu. Fakat bununla birlikte, partiler, tek cep­henin geniş ölçüde tatbiki esnasında kuvvetlenecek ve kendiliğinden geliş, otomatik hareket, Partinin rolünü düşürmek ve kesin hareket anlarında Partiyi tereddütte bırakmak şekilleri altında belirecek olan sağ tehlikeye karşı uyanık bulunmalıdırlar. 

Komünist Enternasyonali VII. Kongresinin ana direktifleri işte bunlardı. 

Kominternin VII. Kongresinin kararları, Parti­mizde de bir dönüm yapılması ve onun değiş­mesi hususunda kesin bir etki yaptı. Kominternin henüz 19 mayıs 1934 olaylariyle ilgili olarak solcu sektan idaresi aleyhindeki karar sureti, yabancı sol­cu sektan idarenin, yani Partide dönüm yapmağa muktedir olmıyan idarenin deği􀀠tirilmesini kesin olarak ortaya attı. Bu değişiklik 1935 yılının başın­da tamamiyle uygulandı. 

Yeni Parti idaresi, 1 ekim 1935 tarihli açık mek­tubu ile Kominternin 1934 kararma dayanarak, son birkaç yıl içinde «küçük burjuva kuramcısı olan doktriner, sektan ve fraksiyonerlerin, Parti idare­sinde geçici bir üstünlük elde ettikleri zaman zorla kabul ettirdikleri solcu oportünist sektan hattının» içyüzünü toplu olarak ve kısaca açıkladı. Kominter­nin VII. Kongresi kararlarına dayanan bu açık mek­tup, Partiye şu ana ödevleri gösterdi: Tek halkçı an­tifaşist cephesini kurmak ve Partinin her bakımdan takviyesiyle işçi sınıfım teşkilatlandırmak. 

Şubat 1936'da toplanan VI. Parti Genel Kurulu­nun kararları, Komintemin VII. Kongresi kararla­rının aydınlığı altında dürüst ve devamlı olarak iş­lenen yeni, Marksist-Leninist parti hattını teşkil eder. Bu hat, şundan ibaretti: 

Birinci: Merkez Komitesinin Genel Kurulu o anda yapılacak ana ödev olarak, aşağıdaki esaslı si­yasi istekler namına mücadele için, faşist olmıyan bütün teşkilatların gireceği geniş halkçı antifaşist cephenin kurulmasını ileri sürdü: Tırnova Anayasa­sını o anda, yeniden ihya etmek, eski seçim kanu­nu hükümlerine göre Halk Meclisi seçimleri yap­mak, Anayasaya aykırı olan bütün emirleri feshet­mek ve bütün faşist teşkilatlarını, kapatmak. Bü­tün sağlam halk kuvvetlerinin bu cephede ve bu istekler adına birleşmesi bekleniyordu. 

Bununla birlikte Parti, emekçilerin en hayati ihtiyaçlarını karşılamak maksadiyle, emekçilerin bü­tün teşkilatları ile ortak mücadele yürütmeyi tek­lif etti. Parti, halk tabakalarının durumunu esaslı olarak ıslahın, halkın özgiırlüğünün, barışın ve memleket bağımsızlığının temelinden iyileşmesinin, ancak Bulgaristan' da bir yeni hükümet kurulma­sına bağlı olduğunu hesap etmekle beraber, gös­terilen programın yürürlüğe girebilmesi için bir an­tifaşist halk hükümetini desteklemeye hazır olduğu­nu beyan ediyordu. 

İkinci: Genel Kurul, solcu sektan idarenin de­gışmesını, Parti idaresinin yeni Marksist-Leninist hattına inanmış ve yoklamadan geçmiş olan emin ellere verilmesini, bütünüyle onayladı. Bununla bir­likte Genel Kurul, Parti üyeleri tarafından Lenin aleyhtarı Troçkist karakterini açıklamak üzere, sol­cu sektan hattı hakkındaki tenkitlerin derinleştiril­mesi, yeni Parti hareket hattının yalnız sözle değil, bilinçli olarak kabul edilmesi için derin, sistemli, açıklayıcı bir faaliyet gösterilmesi lüzumuna işaret etti. 

Üçüncü: Genel Kurul Partiye sadık ihtiyar ve genç bütün kadroların birleştirilmesi ve pratik ola­rak işe koşulması, Partinin Marksizm-Lcninizm te­melleri üzerinde gerçekten ve bilinçle Merkez Komitesi etrafında sıkıca toplanması için, geniş, bir di­rektif hazırladı. 

Bu yeni Marksist-Leninist hat sayesinde Par­tinin halk tabakalariyle olan bağlantıları süratle ta­zeleniyor ve memleketin siyasi hayatı üzerindeki ro­lü kuvvetleniyordu. 

Güç olmakla beraber, faşist olmıyan diğer par­tilerin sağcı önderlerinin direnme ve sabotajlarına rağmen, halkçı antifaşist cephe kuruluyordu. Par­lamento ve belediye seçimlerinde halkçı antifaşist cephe ve herşeyden ônce Parti, büyük bir siyasi kuvvet olarak belirmişlerdi. 

Antifaşist halk cephesinin memleekt içinde mü­cadele etmekte olduğu baş düşmanlar, memleketi­mize faşizmi getiren Çar Boris hükümeti ve sosyal hareket adı verilen Tsankof hareketi idi. Barışı ve Bulgaristan'ın milli bağımsızlığım tehdit eden baş­lıca dış düşmanlar ise, faşist Hitleı Almanyası ve faşist İtalya hükümetleri idi. Halkçı antifaşist cep­he, bu çifte tehlikeye karşı, savaş kundakçılarına ve onların Bulgar ajanlarına karşı savaşmak, Bul­garistan'ın milli bağımsızlığım korumak, bütün kom­şularla dostane ilgiler kurmak, barış ve demokrasi uğrunda, savaş ve faşizm aieyhinde siyaset güden büyük ve küçük demokrat memleketlerle birlikte genel emniyeti ve ortak savunmayı sağlamak mak­sadiy le mücadele için kitleleri seferber ediyordu. 

Hitler Almanyasmın yeni dünya savaşı için hum­malı hazırlıkları, Avusturya ve Çekoslovakya'da Hit­ler istilası ve Alman emperyalistlerinin Bulgar mo­narşist faşistlerinin desteği ile Bulgaristan'a boyun eğdirerek onu kendi «hayat sahasına» sokma gay­retleri, sonra Almanların Polonya'ya tecavüzü ile başlıyan Dünya Savaşı Balkanların ve Bulgaristan'rn, doğrudan doğruya savaşa girmeleri tehlikesini doğurdu. Parti, Balkanlarda barışı ve Balkan halk­larının bağımsızlığım korumakta yegane kudretli dayanağın, Sovyetler Birliği olduğu kanaatinde hak­lıydı. 

Parti, bu noktadan hareket ederek, Sovyetler Birliği ile dostluk ve karşılıklı yardım paktı imza­lanmasını Bulgaristan'ın dış siyaseti için kesin bir görev olarak ortaya koydu. Fakat eğer Bulgaristan savaşa sürüklenmek maksadiyle taarruza uğrıyarak veya savaşan iki taraftan herhangi birinin taarruzu­na maruz kalacak olursa, Bulgaristan halkı Sovyet­ler Birliği'nden yardım aramak suretiyle özgürlük ve bağımsızlığım müdafaa için bütün kuvvetleriyle savaşacaktı. 

Bu şartlar altında Parti bütün gayretlerini, ba­rışı ve memleketin bağımsızlığını, kitlelerin özgür­lüğünü ve hayati ihtiyaçlarını korumak, savaşa, ir­ticaa ve kapitalistlerin yağmacılığına karşı mücade­le etmek üzere bütün demokratik kuvvetleri bir ara­ya toplamağa yöneltti. 

Sovyetler Birliği'nin, 1940' da elçisi Sobolef ara­cılığıyle Bulgaristan hükümetine yaptığı dostluk ve karşılıklı yardım paktı imzası teklifi, Partinin, Bul­garistan'ın Sovyetler Birliği'ne yaklaşması gerekti­ği fikrinin dürüstlüğünü doğrulamış ve onun halkı­mız arasındaki durumunu kuvvetlendirmişti. Parti, böylece Sovyetler Birliği ile dostluk ittifakı imzalan­ması hususunda genel bir halk akımının merkezi ol­du. Yalnız, Alman ve İngiliz taraftarları olan açık kapitalist ve gerici elemanlar bu akımın dışında kalmışlardı, ki bunlar Sovyetler Birliği'ne ve bolşe­vizme karşı besledikleri kin duygusu etrafında bir­leşen iki cephe idiler. 

Ocak 1941'de Partinin VII. Genel Kurulu, Bul­garistan'ın savaşa girmesine karşı yapılan mücade­lenin işareti altında geçti. Parti, Çar Boris faşist hü­kümetinin Sovyet teklifini reddetmekle Bulgaristan'ı kesin olarak Hitler Almanya'smın arabasına bağ­ladığını ve bunun, Bulgaristan'ı savaşa sürüklemek tehlikesini kuvvetlendirecek bir amil olduğunu he­sap ediyordu. Bunun üzerine Parti, Sovyetler Bir­liği ile pakt imzalanması lehinde ve Bulgaristan'ın savaşa girmesi aleyhinde daha enerjik bir propagan­daya girişti. 

Bunun sonucu olarak, birçok yerlerde, sınırda­ki seferber edilmiş Bulgar askerleri arasında, kay­naşmalar ve subayların emirlerine itaatsizlikler gö­rüldü. Erlerin evlerine dönmeleri için ve Bulgaris­tan'ın Hitler Almanya'sından yana savaşa girmesi aleyhinde şiarlar yükseldi. Bulgaristan'ın, hiç de sağ­lam bir cephe gerisi olmadığını, onların caniyane siyasetinin Bulgaristan halkının desteğine güvene­miyeceğini, Hitler istilacıları ve onların Bulgar ajan­ları açıkça görmüşlerdi. 

Hitler Almanya'sının 22 haziran 1941'de Sovyet­ler Birliği'ne kahpece saldırması, milletlerarası du­rumu kökünden değiştirdi. Emperyalist cepheleri arasında başlıyan İkinci Dünya Savaşı, başta Sov­yetler Birliği olduğu halde hürriyetsever milletle­rin Hitler istilasına karşı giriştikleri bir savaş oldu. Partimiz daha başlangıçta, Alman faşist blokuna ve onun Bulgar ajanlarına karşı kesin bir durum almıştı. 

22 haziran 194l'de Parti Merkez Komitesi, Bul­garistan halkına yayınladığı bir hitap ile kendi du­rumlarını açıkça tayin etmişti. Hitapta şöyle deni­yordu: 

«Faşizmin S.S.C. Birliği'ne karşı giriştiği bu savaştan daha haydut, daha emperyalist ve daha karşı-devrimci bir savaş, tarih boyunca görülmemiş­tir. Ve aksine olarak, Sovyet halklarının faşist isti­lasına karşı giriştikleri ve bütün dünya halklarının geleceğini sonucuyla tayin edecek ol::ın bu savaştan daha adil bir savaş olamaz. Böyle adil bir savaş elbette bütün dünyada namuslu olan herkesin sem­pati ve desteğini kazanacaktır ... Büyük çoğunluğu ile Sovyet halklarına sevgi besliyen ve daha iyi bir gelecek ile bütün umudunu Sovyet halklarına bağ­lıyan Bulgaristan halkının önünde... Alman faşiz­minin bizim topraklarımızdan ve ordumuzdan ya­rarlanarak, yağmacı maksatlarına varmasına mey­dan vermemek gibi büyük bir ödev durmaktadır ... 

Uyanık olunuz ve bizi savaş-ı sokmak vt:ya memleketimizi faşist haydutlarının emirlerine ver­mek maksadiyle hükümetin alacağı tedbirlere bütün vasıtalarla ve şiddetle karşı koyunuz! Alman faşist­lerine ve soyguncularına ne bir tek tane ürün ve ne de bir dilim Bulgar ekmeği vermeyiniz! Hiçbir Bul­garistan'lı, onların hizmetine girmemelidir!» 

Merkez Komitesi, daha bu beyannamesiyle, Hit­lercilerin S.S.C. Birliği'ne taarruzunu «çılgınca bir macera» olarak karakterize etmiş ve bu macerada «Hitlcr mutlaka kafasını kıracak» demi:;,ti. 

Partinin Politbürosu 24 haziran 1941 'de, Hit­ler istilacılarına ve onların Bulgar ajanlarına karşı, Bulgaristan halkını silahlı mücadeleye hazırlamak yolunu tuttu. Bu hazırlıkları yürütmek maksadiy­le özel bir askeri komisyon kuruldu. Alman haber­leşme ve ulaştırmasını felce uğratmak, Hitlercilere hizmet eden müessese ve depoları imha etmek mak­sadiyle şaşırtacak ve sabotaj yapacak olan savaşçısilahlı gruplar teşkilatlanması yoluna gidildi. İşçi­ler tarafından, üretimin sabotajı te!;ikilatlandırıldı; bunun sonucu olarak bir sıra önemli müessesenin üretimi yüzde 40 - 50 oranında azalmıştı; köylüler tarafından köy mahsulleri gizleniyordu. Alman kı­talarına ve üslerine hücumhır yapmak, genellikle memlekette Almanlara ve onların Bulgar ajanlarına karşı tam bir emniyetsizlik havası yaratmak, askeri gayretlerini bozmak ve felce uğratmak hususunda şiarlar yayıldı. Bununla birlikte Parti, ordu arasın­daki faaliyetini arttırmak maksadına yönelerek şu­nu ileri sürdü: «Doğu cephesine tek bir asker gön­dermiyelim! ». Yugoslavya'daki işgal kolordusu er­leri arasında, Yugoslav partizanları ile kardeşlik kurmaları ve onların tarafına geçmeleri şiarı yayıl­mıştı. Daha" 1941 yılında, Razlog, Batak, Karlovo, Doğu Ortadağ, Sevlievo, Gabrovo v.d. yerlerde, ilk partizan çeteleri meydana geldi. 

Bütün bu kahramanca mücadele, birçok kurban ve pek çok ıstıraplara bağlı idi: Yüzlerce savaşçı asılmış veya kurşuna dizilmiş, kasaba \'e köylerde partizanların kesilmiş başları dolaştırılmış, hapis­haneler ve temerküz kampları ağzına kadar dolmuş­tu. Fakat, vahşi teröre rağmt::n, mücadele durmadan büyüyordu. Ve Sovyet Ordusunun doğu cephesinde­ki zaferlerinin sonucu olarak, Almanların hezimet­leri arttıkça, Hitler Almanyasımn l;açınılmaz hezi­meti gittikçe daha açık göründükçe, halkın bütün sağlam vatansever kuvvetlerinin bir Vatan Cephe­sinde kaynaşması için gittikçe daha fazla şartlar ya­ratılıyordu, ki bu Vatan Cephesinin temelleri, Par­timizin teşebbüsü ile 1942'de yayınlanan program ile atılmıştı. 

Vatan Cephesi programında, dünya egemenliğini kurmak isteyen Hitler planının sonucu olarak, Hitler Almanya'sının kaçınılmaz bir hezimete uğrı­yacağı, Bulgaristan'ı Hitler'e tabi kılan Çar Boris hükümeti siyasetinin memleketi felakete götüren halk aleyhtarı bir siyaset olduğu, bu sebeple Bulga­ristan halkına ve ordu ile vatansever aydınlarına düşen en yüksek ödevin Bulgaristan'ın kurtuluşu için kuvvetli bir Vatan Cephesinde birleşmekten iba­ret bulunduğu, açık ve kesin olarak beyan ediliyor­du. 

Program, Bulgaristan'ın Hitler Almanya'sı ile haydutça ittifakına derhal son verilmesini, Alman istilacılarının Bulgaristan topraklarından kovulma­larını; halk zenginliklerinin ve halk emeğinin ya­bancı ellerden korunmasını; faşist teşkilatların da­ğıtılmasını ve zarar vermeyecek bir hale konulma­sını; geniş kitlelerin siyasi haklarının iade edilmesi­ni ve genişletilmesini; faşist monarşist kliğin elin­den ordunun kurtarılmasını; halkımızın maddi ve manevi gayretlerini, Alman emperydlistlerinin kesin hezimete uğratılması için bütün halkların gayretle­rine katarak, bu ordunun halk ordusu haline konul­masını istiyordu. Program bütün antifaşist kuvvet­lerin Vatan Cephesinde birle􀀱mesini, memleketimi­zin bağımsız ve hür bir memleket olarak herşeyden önce bütün hürriyetsever halklarla işbirliği halinde iktisadi ve siyasi alanda gelişmesi için Vatan Cep­hesi hükümetinin kurulmasını istiyo:rdu. 

Parti bizde faşizmin mahvedilmesi uğrundaki mücadelede, emekçilerin ve bütün halkın hayatına ve geleceğine ait en yakın meselelerin bir kördüğüm halinde bağlandığını, faşist rejimi yokedilmedikçe memleketin Hitler cephesinden koparılmıyacağını, felaketten ve mahvolmaktan kurtarılamıyarak yıllarca geriye döneceğini takdir ediyordu. Hitler Al­manya'sının kaçınılmaz ve rezilane akıbeti ne ka­dar daha açık oluyorsa, Hitler'in esaret siyasetine ölüm kalım şartiyle bağlı olan bizdeki faşist reji­mi, geniş halk tabakalarının şuurunda öylesine açık ve bir an önce bertaraf edilmesi gereken başlıca tehlike olarak beliriyordu. Memleketin faşist zin­cirlerinden kurtuluşu, o zamanki iç ve milletlerara­sı durumda işçi sınıfının, kasaba ve köy emekçile­rinin, halkımızın bütün gerçek demokrat ve vatan­sever kuvvetlerinin başaracakları merkezi bir ödev halini almıştı. 

Memleketimizi faşizmden ve Alman istilasından kurtarmak için Partimizin savaş esnasındaki pratik ve genel halkçı demokratik programı, işte bundan ibaretti. Bu program geniş yankılar uyandırdı; Va-tan Cephesi bayrağı altında halkın büyük çoğunlu­ğunu birleştirdi ve genel halk davası oldu. 

Parti, bu programı, memleketimizin ilerideki derin siyasi, iktisadi, sosyal değişikliklerle kaçınıl­maz ve kesin bir safha sayıyordu. 

Parti, bu savaş programı ile gerçek Vatan Cep­hesini, genel halk hareketi olarak süratle kurmak ve direnme hareketini geniş ölçüde geliştirmek, onu genel halk hareketi haline getirmek için bütün kuv­vetlerini topladı. 

1942 yılının ikinci yarısında artık halk tabaka­larının, Hitlerci istilacılara ve onların Bulgar maşa­larına karşı mücadelesi epeyce artmıştı. Birçok yer­lerde sayıları az olan partizan müfrezeleri, halkın geniş desteğini kazanan teşkilatlı kıtalar haline gel­mişlerdi. Sredna Gora'daki partizan müfrezelerinin 1942 - 43 yılında yaptıkları kahramanca savaşlar, unutulmıyacaktır; bunlara karşı gönderilen 20.000 kişilik bir ordu ve jandarma kuvveti başarısızlığa uğramıştı. Memleket, Merkez Komitesinin mart-ni­san 1943'deki karariyle, genel bir askeri idare altın­da 12 isyan harekatı bölgesine ayrılmıştı. Kasaba ve köylerdeki Almanlara ve faşist idaresi organla­rına karşı partizan müfrezelerinin taarruzları, halk arasında genellikle geniş siyasi çalışmalarla birlik­te yürüyordu. Hitler ordularının doğu cephesinde, özellikle Stalingrad hezimetinden sonra yedikleri dayak ne kadar artıyorsa, partizanların faaliyeti de o oranda artıyor ve partizan harekatı memleketin her köşesinde daha geniş halk tabakalarını sürük­lüyordu.

1943 yılının sonunda ve 1944 yılının başlangı­cında, faşistlerin kumandası altındaki yüzbin kişilik bir ordu ve jandarma kuvveti, partizan harekatına karşı mücadeleye katılıyordu. Eğer Hitler ile Çar Boris, doğu cephesine tek Bulgar askeri bile gönde­remediyse, bunun başlıca sebebi, Bulgar ordusuna mensup ana kuvvetlerin bizde ve Yugoslavya'da par­tizanlara karşı giriştiği mücadele ile meşgul olma­sıydı. 

Bu, cidden kahramanca geçmiş bir devre idi ki, Partimizi ve Bulgaristan halkını sınava soktu. Ce­saretle denilebilir ki, İşçi Gençlik Birliği (RMS) ta­rafından en aktif şekilde desteklenen Parti, sayısız kurbanlara, şiddetli teröre, oportünist tereddütlere ve bazı parti üyelerinin çekinmelerine rağmen, bu sınavı şerefle verdi. Partinin Alman istilacılarına ve Bulgar faşistlerine karşı silahlı mücadele için teş­kilatlandırdığı ve ayaklandırmağa muvaffak olduğu onbinlerce kahraman erkek ve kadın partizanla hak­kiyle iftihar eden Partimizin ve halkımızın tarihinde, direnme harekatı devresi altın yazılarla yazılı ka­lacaktır. 

Sovyet ordusunun ilerleyişi ve bu ilerleyişi dur­durmakta faşistlerin başarısızlığa uğraması yüzün­den kolaylık bularak gitgide geniş hamleler yapan partizan harekatı, halkın maneviyatını yükseltti, ni­hai zafere olan inancını takviye etti ve Vatan Cep­hesinden olan çevresini c.􀀒s2retlendirip aktif hale getirdi. 

Vatan Cephesinin yapısı, emekçilerin hayati ih­tiyaçlarım sağlamak uğrunda ve aynı zamanda Bul­garistan'ın Alman faşist emperyalistleri tarafından yağma edilmesine karşı yürütülen mücadelenin sey­ri içinde kuruluyordu. Onun motörü bizim Partimiz­di. Onun .faaliyetine, faşist olmıyan diğer parti ve teşkilatlar da katılıyordu. 

1944'te bütün cephelerde Alman sürülerinin uğ­radıkları ağır ve telafi edilmez hezimetler, Sovyet ordularının Almanya'ya doğru yıldırım süratiyle taarruzu, faşist İtalya'mn teslimi, Üçüncü Ukrayna Cephesinin Bulgaristan sınırlarına yaklaşması, Hit­ler Almanya'sımn hezimetine hız verdi. Bizdeki Al­man ajanlığı ve hakim olan monarşist-faşist züm­resi arasındaki tam bir şaşkınlık ve çöküntü belir­di. Onun, partizan hareketini kanla boğmak ve Va­tan Cephesini parçalamak teşebbüsü suya düştü. Olgunluk çağına girmekte olan isyanın önüne geç­mek için, önce Bagranof ve sonradan Muravief-Gi­çef hükümetleri, Anglo-Amerikan karargahına döne­rek kayıtsız şartsız teslim olmayı teklif ettiler, böy­lece Anglo-Amerikan işgali altına girmekle, işledik­leri cinayetlerin cezasız kalacağını ve Bulgaristan' da monarşist-kapitalist rejimin sarsılan temellerini ko­ruyacaklarını umut ediyorlardı. 

2] Fakat bu plan, Sovyet ordularının yıldırım sü­ratiyle taarruzları ve Partimizin uyanıklığı sayesin­de suya düştü. 
Parti Merkez Komitesi 26 ağustos 1944'te 4 nu­maralı tarihi tamim ile Partinin bütün teşkilat, ida­re ve üyelerine hitabetti ve faşist naipliğini, Bagra­nof hükümetini silahlı ayaklanma yoliyle derhal devirerek Vatan Cephesi hükümetini kurmak öde­vini ileri sürdü. Tamimde kısaca şöyle deniyordu: 

«Bulgaristan için saat 12'yi vurmuştur! Bulgaristan'ın geleceği bugün sadece halkın ve vatan­sever erlerin elindedir. Zorla getirilmiş naipliğin ve Alman taraftarı Bagranof hükümetinin, hatta bir gün bile ikti­darda kalması ve Almanlarla yapılan ittifakın her türlü de­vamı, yurdumuz için bozgunluk ve ölüm demektir. Parti önüne, Vatan Cephesi önüne, bütün Bulgaristan halkı ve ordusu önüne, bütün kuvvetlerle, cesaret ve ke­sinlikle silahlı savaşa girişmek ödevi konmuştur. Cesaret ve kesin hareketlerle memleketi kurtaracak olan ve derhal kurtarması gereken yegane siyasi kuvvet, Vatan Cephesidir.» 

Aynı gün, halk isyan ordusu karargahı, şu emri yayınladı: 

«Her yerde genel hücum hareketlerine ve yer yer Va­tan Cephesi idaresinin kurulmasına geçilsin; başlıca darbe­ler merkezlere, özellikle ayn ayn askeri kıtaların destek­lerine güvenebilecek yerlere yöneltilsin.» 

Başta proletarya olduğu halde, tarihi ödevi hak­kında tamamiyle bilinçli olan Parti, geçmişteki bü­tün savaş tecrübelerinden, bütün zafer ve hezimet­lerinden aldığı derslerden yararlanarak olanca gü­cünü topladı, büyük otoritesini kullanarak, bizde en tehlikeli ve kapitalizm ile irticaın en zararlı destekçisi olan monarşist-faşist diktatörlüğünü yıkmak üzere, Vatan Cephesinde birleşmiş olan Bulgaristan halkını cesaretle silahlı savaşa kaldırdı. 

Yedi eylülde Sovyet Orduları Bulgaristan top­raklarına girdiği zaman, silahlı isyan artık kızışmış­tı. Pernik madencilerinin genel grevi, Sofya tramvay­cılarının grevi ve Sofya emekçi halkının gösterile­ri, Plovdif ve Gabrovo genel grevi, Pleven, Varna ve Sliven hapishaneleri kapılarının kırılması hare­ketleri, partizan müfrezeleri tarafından birçok kasa­ba ve köylerin zaptedi1mesiyle beraber yürüyordu. Sovyet Ordularının tazyiki altında, Alman sürüle­ri süratle memleketi terkettiler. Bulgar askerleri ge­rici subayların emirlerine itaat etmiyor ve partizan­lar tarafuıa geçiyorlardı. 

İsyanın zaferi temin edilmişti. İsyancı müfreze­lerin ve devrimci er ve komutanların yardımiyle 9 Eylülde birleşen halk kitlelerinin kudretli darbesi altında, menfur monarşist-faşist diktatörlüğü yıkıl­dı ve Bulgaristan'ın ilk halkçı hükümeti, yani Va­tan Cephesi Hükümeti kuruldu.
Blogger tarafından desteklenmektedir.