Header Ads

Header ADS

Marks-Engels Alman İdeolojisi - ÜRETİCİ GÜÇLER İLE KARŞILIKLI İLİŞKİ TARZI ARASINDAKİ ÇELİŞKİ

5. TOPLUMSAL BİR DEVRİMİN TEMELİ OLARAK ÜRETİCİ GÜÇLER İLE KARŞILIKLI İLİŞKİ TARZI ARASINDAKİ ÇELİŞKİ

Daha önce gördüğümüz gibi, tarihte, zamanımıza gelinceye kadar birçok kez, temel durumu tehlikeye düşürmemekle birlikte, meydana gelmiş olan üretici güçler ile karşılıklı ilişki tarzı arasındaki bu çelişki, aynı zamanda, bütün alanları kapsayan çatışmalar, çeşitli sınıfların çarpışmaları, bilinç çelişkileri, ideolojik savaşım, vb. gibi, siyasal savaşım vb. gibi, çeşitli ikincil biçimler olarak, her keresinde zorunlu olarak bir devrim halinde patlak vermiştir. Sınırlı bir görüş açısından bakıldığında, bu ikincil biçimlerden biri, soyutlanarak ötekilerden ayrılabilir ve bu devrimlerin temeli sayılabilir, bu o kadar kolay bir şeydir ki, devrimleri yapan bireyler, kültür düzeylerine göre ve tarihsel gelişimin evresine göre kendi eylemleri hakkında kendileri de yanılsamalara kapılırlar. 

Demek ki, bizim anlayışımıza göre, tarihin bütün çatışmalarının kökeni üretici güçler ile karşılıklı ilişki tarzı [53] arasındaki çelişkidedir. Ayrıca, bu çelişkinin, bir ülkede, çatışmalara neden olması için o ülkede aşırı ölçüde artmış olması da zorunlu değildir. Sanayileri daha çok gelişmiş ülkelerle rekabet, ticaretin gelişmesinin neden olduğu rekabet, hatta sanayileri daha az gelişmiş ülkelerde bile böyle bir çelişkinin doğmasına yeter (örneğin, İngiliz sanayii ile rekabetin ortaya çıkmaya zorladığı Almanya'daki gizil proletarya).

[6. BİREYLERİN REKABETİ VE SINIFLARIN OLUŞMASI. 
BİREYLER İLE GEÇİM KOŞULLARI ARASINDAKİ ÇELİŞKİNİN GELİŞMESİ. 
BURJUVA TOPLUM KOŞULLARI İÇİNDE BİREYLERİN ALDATICI ORTAK TOPLULUĞU VE KOMÜNİZMDE BİREYLERİN GERÇEK BİRLİĞİ. 
TOPLUMUN YAŞAM KOŞULLARININ BİRLEŞMİŞ BİREYLERİN GÜCÜNE BAĞLI KILINMASI]

Rekabet, bireyleri birbirinden ayırır, yalnızca burjuvaları değil, hatta onlardan daha çok proleterleri de, her ne kadar bunları biraraya topluyorsa da. Bunun içindir ki, bu bireyler birleşebilinceye kadar —eğer onların birliğinin salt yerel birlik olması istenmiyorsa— bu birliğin, ilkönce büyük sanayi tarafından gerekli araçların, yani büyük sanayi kentlerinin, hızlı ve ucuz iletişim olanaklarının yaratılmasını gerektirdiği bir yana bırakılırsa, daima uzun bir dönem geçer ve gene bunun içindir ki, birbirinden yalıtılmış durumda bulunan ve her gün bu yalıtık durumunu yeniden yaratan koşullar içinde yaşayan bu bireylerin karşısındaki herhangi örgütlü bir gücü yenmek, ancak uzun savaşımlardan sonra olanaklı olabilir. Bunun tersini istemek, rekabetin, bu belirli tarihsel çağda mevcut olmamasını istemek ya da tek başlarına bireyler olarak üzerinde hiçbir denetime sahip bulunmadıkları koşulları bireylerin kendi kafalarından uydurduklarını  iddia etmek olurdu. 

Konut yapımı. Vahşilerde, kuşkusuz her ailenin kendi mağarası ya da kendi kulübesi vardır, aynı biçimde, her ailenin özel bir çadırı olması göçebelerde de normal bir şeydir. Özel mülkiyetin bunu izleyen gelişmesi, bu yalıtık ev ekonomisini daha da vazgeçilmez hale getirmekten başka bir şey yapmaz. Tarımcı halklarda toprağın ortak olarak işlenmesi ne kadar olanaksız ise, ortaklıkçı ev ekonomisi de o kadar olanaksızdır. Kentlerin inşa edilmesi büyük bir ilerleme olmuştur. Bununla birlikte, daha önceki bütün dönemlerde, zaten yalnızca şu nedenden, yani maddi koşulların bulunmayışı yüzünden özel mülkiyetin kaldırılmasına bağlı olan yalıtık ekonominin kaldırılması işi de olanaksızdı. Ortaklıkçı bir ev ekonomisi kurulmasının önkoşulu, makine kullanımının gelişmesi, doğal güçlerin ve başka sayısız üretici güçlerin kullanılmasının gelişmesi — sözgelimi su yolları, [54] gazla aydınlatma, buharlı ısıtma vb., kent ile kır [arasındaki karşıtlığın] ortadan kaldırılmasıdır. Bu koşullar olmadan ortak ekonominin kendisi de yeni bir üretici güç meydana getirmezdi, bütün maddi temelinden yoksun olurdu, ancak yalnızca teorik bir temele dayanırdı, yani başka bir deyişle basit, delice bir heves olurdu ve ancak bir keşişler ekonomisine varırdı. — Neyin mümkün olduğu da kent halinde kümelenmelerde ve belirli özel amaçlarla (hapishane, kışla vb.) genel binalar yapımıyla tanıtlanmıştır. Kendiliğinden anlaşılıyor ki, yalıtık ekonominin yokedilmesi, ailenin ortadan kaldırılmasından ayrılamaz. 

(Aziz Max'ta sık sık raslanan: "herkes devletin sayesinde ne ise odur" tümcesi aslında, burjuva, burjuva cinsinin ancak bir nüshasıdır demeye gelir, bu tümce, burjuvalar sınıfının kendisini oluşturan bireylerden önce var olmuş olacağını önceden varsayar .)[70

Ortaçağda, burjuvalar, her kentte, kendi canlarını korumak için kırın soylularına karşı birleşmek zorundaydılar, ticaretin genişlemesi, ulaşım olanaklarının kurulması, her kentin aynı engele karşı savaşarak aynı çıkarları başarıya ulaştırmış olan öteki kentleri tanımalarına neden oldu.[71] Burjuva sınıfı çeşitli kentlerdeki birçok yerel burjuvazilerden başlayarak ancak çok yavaş bir biçimde meydana gelmiştir. Mevcut ilişkilerle karşıtlık ve gene bu karşıtlığın koşullandırmakta olduğu iş tarzı, aynı zamanda, ayrı ayrı her burjuvanın yaşam koşullarını değiştirdi, bunları bütün burjuvalar için ortak ve tek başına her bireyden bağımsız olan yaşam koşulları haline getirdiler.[72] Burjuvalar, feodal birlikten kopup ayrıldıkları ölçüde bu koşulları yarattılar ve burjuvalar, mevcut feodalite ile olan karşıtlıklarının belirlediği ölçüde de, bu koşullar, burjuvaları yarattı. Çeşitli kentler arasındaki birleşmeyle bu ortak koşullar sınıf koşullarına dönüştü. Aynı koşullar, aynı karşıtlık, aynı çıkarlar da grosso modo [kaba bir biçimde. -ç.] her yerde aynı adetleri doğurmak zorundaydı. Burjuvazinin kendisi, kendine özgü koşulların gelişmesiyle birlikte, ancak yavaş yavaş gelişir, kendisi de kendi içinde işbölümüne göre çeşitli kesimlere ayrılır ve (bu arada, bir yandan burjuvaziden önce var olan, mülk sahibi olmayan sınıfların çoğunluğunu ve o zamana kadar mülk sahibi olan sınıfların bir kısmını, yeni bir sınıfa, proletaryaya dönüştürür) daha önce mevcut olan mülk sahibi bütün sınıfları, mevcut bütün mülkiyetin ticaret ve sanayi sermayesine dönüşmesi ölçüsünde, bağrında toplayacak duruma gelmeye başlar.[73] Tek tek bireyler, ancak başka bir sınıfa karşı ortak bir savaşım [55] yürütmek zorunda oldukça bir sınıf meydana getirirler; bunun dışında rekabet içinde birbirlerine düşmandırlar. Bundan başka, sınıfın kendisi de, bireylere karşı bağımsız hale gelir. Öyle ki bireyler kendi yaşam koşullarını önceden hazırlanmış olarak bulurlar, yaşamdaki durumlarını ve bunun yanında kendi kişisel gelişimlerini, tüm çizdiği yolu kendi sınıflarından alırlar; kendi sınıflarına bağımlıdırlar. (sayfa 91) Bu görüngü, tek tek bireylerin işbölümüne bağımlılığı ile aynıdır ve bu görüngü, ancak özel mülkiyet ve bizzat çalışma ortadan kaldırıldığı takdirde ortadan kaldırılabilir. Bireylerin kendi sınıflarına karşı bu bağımlılığının, aynı zamanda, nasıl her çeşit tasarımlara vb. bağımlılık haline geldiğini kerelerce belirtmiştik. 

Eğer, felsefi açıdan, bireylerin gelişmesi,[74] tarihsel olarak birbiri ardından gelen toplum katlarının ve sınıfların ortak koşulları içinde ve bu olgunun bireylere dayatılan genel tasarımları içinde dikkate alınırsa, gerçekten, Cinsin ya da İnsanın bu bireyler içinde geliştikleri ya da bu bireylerin İnsanı geliştirmiş oldukları sanılabilir; tarihe büyük hakaretlerde bulunan hayali görüş. O zaman, bu çeşitli katmanlar ve çeşitli sınıflar, genel ifadenin özel belirtileri olarak, Cinsin alt-bölünmeleri olarak, İnsanın gelişim evreleri olarak anlaşılabilir. 

Bireylerin, belirli sınıflara bu bağımlılığı, özel bir sınıf çıkarını artık egemen sınıfa karşı üstün kabul ettirmek zorunda olmayan bir sınıf oluşmadıkça ortadan kaldırılamaz. 

Kişisel güçlerin (ilişkilerin) işbölümü yoluyla nesnel güçler haline dönüşmesi, bu engel, tasarımların kafadan çıkarılıp atılmasıyla ortadan kaldırılamaz, ama yalnızca bireyler bu nesnel güçleri yeniden egemenlikleri altına alırlarsa ve işbölümünü ortadan kaldırırlarsa o da ortadan kalkar.[75]Bu, ortaklaşalık (Gemeinschaft) olmadan mümkün değildir.[76] Ancak [başkaları ile] ortaklaşalık halindedir ki, her birey [56] kendi yetilerini her doğrultuda geliştirmek çarelerine sahip olur; kişisel özgürlük, yalnız ortaklaşalık içinde olanaklıdır. Şimdiye kadar yaşanmış olan ortaklaşalıkların yerine geçenler içinde, devlette, vb., kişisel özgürlük, ancak egemen sınıfın koşulları içinde gelişmiş olan bireyler için ve yalnızca bunların bu sınıfın bireyleri olmaları ölçüsünde vardı. Bireylerin daha önceleri meydana getirmiş oldukları görünüşteki ortaklaşalık, o bireylere karşı daima bağımsız bir varlık kazanmıştı ve aynı zamanda, bir başka sınıf karşısında bir sınıfın birliğini temsil etmesinden dolayı, egemen sınıf için, ancak, tamamıyla hayali bir ortaklaşalığı değil, ama yeni bir zinciri temsil etmiştir. Gerçek ortaklaşalıkta, bireyler, ortaklıklarıyla birlikte, aynı zaman içinde, bu ortaklık sayesinde ve bu ortaklıkta kendi özgürlüklerini elde ederler. 

Bireyler, her zaman kendi kendilerinden, elbette ki, ideologların anladıkları anlamda "saf" bireyden değil, kendi koşulları ve kendi belli tarihsel ilişkileri çerçevesi içinde kendilerinden hareket etmişlerdir. Ama tarihsel gelişmenin seyri sırasında ve kesin olarak toplumsal ilişkilerin kazandıkları bağımsızlık, yani işbölümünün bu kaçınılmaz meyvesi ile, her bireyin, kişisel olduğu ölçüde yaşamı ile, herhangi bir işkoluna ve bu işkolunun içkin koşullarına bağımlı olduğu ölçüde yaşamı arasında bir fark olduğu ortaya çıkar. (Bu sözlerden, sözgelimi, geliriyle yaşayan bir kimsenin ya da bir kapitalistin kişiler olmadan çıktıkları anlamını çıkarmamalıdır; ama onların kişilikleri, baştan aşağı belirli olan sınıf ilişkileriyle koşullandırılmıştır ve bu fark, ancak başka bir sınıfa karşı olmayla kendini gösterir, ve gene bu fark, onların kendilerine ancak iflas ettikleri zaman görünür.) Zümre içinde (ve hatta aşirette de) bu olgu gizli kalır; örneğin, bir soylu, daima bir soylu olarak kalır, başka ilişkileri hesaba katılmazsa soylu olmayan biri daima soylu olmayan biri olarak kalır; bu onun kişiliğinden ayrılmaz bir niteliktir. Kişisel birey ile onun karşıtı olan bir sınıfın üyesi olarak birey arasındaki fark, birey için varlık koşullarının raslansallığı, ancak, kendisi de burjuvazinin bir ürünü olan sınıfla ortaya çıkarlar. Yalnız rekabet ve bireylerin kendi aralarındaki savaşımdır ki, bu varlık koşullarının raslansallığını raslansallık olarak yaratır ve geliştirir. [57] O halde, görünüşte, bireyler, burjuvazinin egemenliği altında öncekinden daha özgürdürler, çünkü onların varlık koşulları, onlar için raslansaldır; gerçekte ise, kuşkusuz, daha az özgürdürler, çünkü nesnel bir güce daha fazla bağımlı durumdadırlar. Zümre ile olan fark, özellikle burjuvazi ile proletarya arasındaki karşıtlıkta kendini gösterir. Kent yurttaşlarının zümresi, loncalar, vb., toprak sahibi soyluların karşısında ortaya çıktıkları zaman, feodal kurumlardan ayrılmadan önce de gizli bir şekilde var olan varlık koşulları, taşınır mülkiyet ve zanaat işi, feodal toprak mülkiyetine karşı değerlendirilmiş ve başlangıçta kendisi de kendine özgü feodal bir biçim almış olan olumlu bir şey olarak göründüler. Kuşkusuz, kaçak serfler, daha önceki serflik durumlarını kendi kişilikleri için zorunlu olmayan bir şey sayıyorlardı: bunda, herhangi bir zincirden kurtulan her sınıfın yaptığı gibi hareket ediyorlardı ve, o zaman da, sınıf olarak özgür olmuyorlar, tek tek kendi başlarını kurtarıyorlardı. Üstelik, zümrelere göre örgütlenme alanının dışına çıkmıyorlardı, ancak kendileri de yeni bir kast meydana getirdiler ve yeni durumlarında da daha önceki çalışma tarzlarını korudular ve bu çalışma tarzını, daha şimdiden onun ulaşmış olduğu gelişme noktasına artık uygun gelmeyen geçmişin bağlarından kurtararak geliştirdiler. 

Öte yandan, kendi yaşam koşulları, emek, ve onunla birlikte modern toplumun varolan bütün koşulları, proleterler için, ayrı bireyler olarak, denetleyemedikleri ve hiçbir toplumsal örgütlenmenin kendilerine denetleme olanağı vermediği, raslansal birşey haline gelir.[77] Her proleterin kişiliği ile çalışma [...][15**]] arasındaki çelişki ve yaşam koşullarının baskısı —gençliğinden beri kurban edildiği ve kendi sınıfı içersinde başka bir sınıfa geçecek koşullara ulaşma şansı hiçbir zaman olmadığı için— belirgin hale gelir. 

[58] N.B. — Unutmayalım ki, serflerin, bulunduğu yerde varlığını sürdürmek zorunluluğu, allotement'ların [parseller, evlekler. -ç.] serfler arasında paylaştırılmasına neden olan büyük işletme olanaksızlığı, serflerin feodal beylere karşı yükümlerini, kısa zamanda, bir aynı ödemeye ve angaryalar ortalamasına indirgedi; bu, serfe, taşınır servetleri biriktirme olanağını veriyordu, onun beyin mülkünden kaçışını kolaylaştırıyordu ve ona bir kentli yurttaş olarak kente gitmeyi başarma umudu veriyordu; bu, serfler arasında da, hiyerarşiye göre, bir sıralanma sonucunu doğurdu, öyle ki, kaçanlar daha şimdiden yarı-burjuva durumda idiler. Şurası hemen göze çarpar ki, bir mesleği olan köylüler, taşınır servetleri elde etmekte en fazla şansı olanlardı. 

O halde, kaçak serfler yalnızca varolan kendi varlık koşullarını geliştirmek ve zafere ulaştırmak isterken ve bundan dolayı sonuçta yalnızca serbest çalışmaya ulaşırken, proleterler eğer kendilerini birey olarak ortaya koyuyorlarsa, şimdiye kadar süregelen kendi varoluş koşullarını, daha da ötesi, şimdiye kadar her toplumun koşulu olan varoluş koşullarını, yani çalışmayı, ortadan kaldırmalıdırlar. Bu bakımdan, proleterler, toplum bireylerinin şimdiye kadar topluluğun tümünün ifadesi olarak seçmiş oldukları biçim ile doğrudan bir karşıtlık halinde, yani devlet ile karşıtlık halinde bulunmaktadırlar, ve kendi kişiliklerini gerçekleştirmeleri için bu devleti devirmeleri gerekir. 

Zamanımıza kadarki bütün tarihsel gelişmeden çıkan şudur:[78] bir sınıfın bireylerinin katıldıkları ve her zaman onların bir başkasına karşı ortak çıkarlarıyla koşullandırılmış bulunan kolektif ilişkiler, bu bireyleri, yalnızca sıradan bireyler olarak, kendi sınıflarının varoluş koşulları içinde yaşadıkları ölçüde içinde toplayan bir ortaklaşalık oluşturur; demek ki, bunlar, kısaca, bireylerin bireyler olarak değil, ama bir sınıfın üyeleri olarak katıldıkları ilişkilerdir. Buna karşılık, bütün kendi varlık koşullarını ve toplumun bütün üyelerinin koşullarını [59] kendi denetimleri altına alan devrimci proleterlerin ortaklaşalığında bunun tersi meydana gelir: bireyler, bu ortaklaşalığa bireyler olarak katılırlar. Ve (kuşkusuz, bireylerin birliğinin şimdi artık gelişmiş oldukları varsayılan üretici güçler çerçevesi içinde işlemesi koşuluyla), bireylerin özgürce gelişmesinin ve (birliğin) kendi denetimi altındaki hareketlerinin koşullarını koyan bu birleşmedir, oysa şimdiye kadar bu koşullar raslantıya bırakılmıştı ve bu koşullar kesin olarak bireylerin bireyler olarak ayrılmalarından dolayı ve işbölümünün içerdiği, ama bireylerin (sayfa 95) bireyler olarak ayrılmaları yüzünden onlara yabancı bir bağ haline gelen zorunlu birliğinden dolayı, bireyler karşısında özerk bir varlığa sahip olmuşlardı. Şimdiye kadar bilinen toplum içinde birleşme hiç de (örneğin bize, Toplum Sözleşmesi'nde[39*] tanıtıldığı gibi) isteğe bağlı bir birlik değildi, tersine bireylerin, içinde, raslantısallıktan yararlandıkları koşullar temeli üzerinde kurulmuş zorunlu bir birlikti. (Örneğin, Kuzey Amerika Devleti'nin kuruluşu ile Güney Amerika cumhuriyetlerini karşılaştırınız.) İşte şimdiye kadar kişisel özgürlük denilen şey, belli koşullar içersinde raslansallıktan rahatça yararlanabilme hakkıdır. — Bu varlık koşulları, doğaldır ki, her dönemin üretici güçlerinden ve karşılıklı ilişki tarzlarından başka bir şey değildir. 

Komünizm, kendinden önce gelen bütün hareketlerden, daha önceki bütün üretim ve karşılıklı ilişkilerin temelini altüst etmesi bakımından, bütün doğal öncülleri, ilk kez, bizden önceki insanların yarattıkları öncüller olarak bilinçle ele alması bakımından, bu öncülleri doğal niteliklerinden soyup onları birleşmiş bireylerin gücüne bağımlı kılması bakımından, ayrılır. Bundan ötürü, komünizmin örgütlenmesi, esas olarak, ekonomiktir, bu birliğin koşullarının maddi üretimidir; mevcut koşulları, bu birliğin koşulları haline getirir. Komünizmin yarattığı mevcut durum, bu durum bizzat bireylerin o güne kadarki karşılıklı ilişkilerinin ürününden başka bir şey olmadığından, bireylerden bağımsız olarak mevcut olan her şeyi olanak-dışı kılan gerçek temelin ta kendisidir. Komünistler, demek ki, kendilerinden önceki üretim ve karşılıklı ilişki tarafından yaratılan koşulları, pratikte, inorganik etkenler olarak ele alırlar, ama önceki kuşakların planının ya da bu kuşakların varoluş nedeninin kendilerine malzeme sağlamak olduğunu düşünmezler ve bu koşulların, o koşulları yaratanların gözünde de inorganik olduklarına inanmazlar.


[7. ÜRETİCİ GÜÇLER İLE İLİŞKİ TARZI ARASINDAKİ ÇELİŞKİ OLARAK, BİREYLER İLE O BİREYLERİN İÇİNDE BULUNDUKLARI VAROLUŞ KOŞULLARI ARASINDAKİ ÇELİŞKİ. 
ÜRETİCİ GÜÇLERİN GELİŞİMİ VE İLİŞKİ TARZLARININ DEĞİŞMESİ]

[60] Kişisel birey ile raslansal birey arasındaki fark, bir kavram farkı değil, tarihsel bir olgudur. Bu ayrımın değişik çağlarda değişik bir anlamı vardır: örneğin, 18. yüzyılda, birey için zümre raslansaldır, aile de azçok öyle. Bu, her çağ için bizim bizzat yapacağımız bir ayrım değildir, ama her çağın kendi gelişinde hazır bulduğu çeşitli unsurlar arasında kendisinin yaptığı bir kavrama göre değil de, yaşamın maddi çatışmalarının baskısı altında yaptığı bir ayrımdır. Daha sonraki çağda, daha öncekine karşıt olarak, hem de bu daha öncekinden miras alınan unsurlar arasında raslantısal gibi görünen şey, üretici güçlerin belirli bir gelişmesine uygun düşen bir karşılıklı ilişki tarzıdır. Üretici güç ile karşılıklı ilişki tarzı arasındaki bağ, karşılıklı ilişki tarzı ile[79] bireylerin eylemi ya da faaliyeti arasındaki bağdır. (Bu faaliyetin[80] temel biçimi, doğal olarak, bütün öteki entelektüel, siyasal, dinsel vb. biçimlerin bağlı oldukları maddi biçimdir. Maddi yaşamın aldığı değişik biçimler her seferinde, daha önce gelişmiş bulunan gereksinmelere bağlıdır ve bu gereksinmelerin üretiminin kendisi, tıpkı onların tatmini gibi, hiçbir zaman bir koyunda ya da bir köpekte bulamayacağımız tarihsel bir süreçtir. (Stirner'in iflah olmaz temel savı,[40*] adversus hominem [insana karşı. -ç.]) her ne kadar koyunlar ve köpekler, bugünkü biçimleriyle, tarihsel bir sürecin ürünleri, ama malgré eux [kendilerine karşı. -ç.] ürünleri iseler de.) Çelişki ortaya çıkmadıkça, bireyler hangi koşullar içinde birbirleriyle ilişkiye giriyorlarsa, bu koşullar onların bireyselliklerinin içinde ondan ayrılmaz olan koşullardır; kesinlikle bireylerin dışında değillerdir ve, yalnız bu koşullar, bu belirli olan ve belirli koşullar içinde mevcut bulunan bireylere, maddi yaşamlarını ve maddi yaşamlarından ileri gelen her şeyi meydana getirmek olanağını sağlarlar; şu (sayfa 97) halde bu koşullar, bireylerin kendi kendilerini aktif olarak ifade etmelerini sağlayan koşullardır ve bunlar, bu öz faaliyet ile ortaya çıkarlar.[81] Bunun sonucu olarak, henüz, çelişkinin müdahalesi olmadığı sürece, demek ki, bireylerin, içinde üretimde bulundukları belirli koşullar, [61] bunların sayıca sınırlanmalarına, sınırlı karakteri ancak çelişkinin ortaya çıkmasıyla beliren ve bu bakımdan daha sonraki kuşak için de mevcut olan sınırlı varlıklarına tekabül eder. Ve o zaman bu koşul raslansal bir engel gibi görünür ve o zaman, bir engel olduğu bilinci, daha önceki çağa da atfedilir. 

İlkönce öz faaliyetin koşulları olarak, daha sonra da öz faaliyetine engel olarak ortaya çıkan bu değişik koşullar, bütün tarihsel evrim içinde birbirleriyle bağlantılı bir karşılıklı ilişki tarzı dizisi oluştururlar ki, bu tarzlar arasındaki bağ, daha gelişmiş üretici güçlere ve bundan dolayı da bireylerin daha yetkinleşmiş faaliyet tarzlarına uygun düşen yeni bir biçimin, bir engel haline gelen daha önceki tarzın yerini almasından ve bu yeni tarzın da à son tour [sırası gelince. -ç.] bir engel haline gelmesinden ve yerini başka bir tarza bırakmasından ibarettir. Her evrede, bu koşullar, üretici güçlerin zamandaş gelişmelerine uygun düştüğünden, bu koşulların tarihi, aynı zamanda, gelişen ve her yeni kuşak tarafından benimsenen üretici güçlerin de tarihidir ve bu bakımdan da bizzat bireylerin kendi güçlerinin tarihidir. 

Doğal olarak meydana gelen, yani özgür olarak biraraya gelmiş bireyler tarafından kurulmuş genel bir plana bağımlı olmayan bu gelişme, çeşitli yörelerden, aşiretlerden, uluslardan ve çeşitli işkollarından vb. hareket eder, bu çeşitli yörelerin herbiri başlangıçta ötekilerden bağımsız olarak gelişir ve ötekilerle ancak azar azar bağlantı kurar. Giderek, ancak çok yavaş ilerler; başka başka evreler ve çıkarlar hiçbir zaman tamamıyla aşılmış değildir, ama yalnızca üstün gelen çıkara bağımlı olmuşlardır ve daha yüzyıllar boyunca onun yanında sürüklenip giderler. Bundan şu sonuç çıkar ki, aynı ulusun içerisinde bireylerin gelişmeleri tamamıyla birbirinden ayrıdır, hatta onların servet koşulları hesaba katılmasa bile. Ve gene bundan çıkan sonuca göre, özel karşılıklı ilişki (sayfa 98) tarzı, daha sonraki bir çıkara karşılık olan başka bir tarza çoktan yerini bırakmış bulunan daha önceki bir çıkar, daha uzun bir zaman, görünürdeki toplum ilişkilerinde geleneksel ve bireyler karşısında özerk bir hale gelmiş bulunan (devlet, hukuk gibi) bir güce sahip olmakta devam eder; yalnız bir devrim, son tahlilde, bu gücü kırabilir. Bu da, aynı biçimde, daha genel bir senteze olanak veren tek tek hususlar [62] sözkonusu olduğunda, bilincin neden bazan çağdaş ampirik ilişkilerden daha ilerilere gitmiş gibi göründüğünü, öyle ki, daha sonraki bir dönemin savaşımlarına, niçin, daha önce yaşamış olan teorisyenlere bir otorite olarak dayanılabildiğini açıklar. 

Buna karşılık, Kuzey Amerika gibi zaten gelişmiş bir tarihsel dönemle başlayan ülkelerde, gelişme, hızlı olur. Bu gibi ülkelerde, terkettikleri ülkelerin gereksinmelerine uygun düşmeyen karşılıklı ilişki tarzları yüzünden göç eden ve buraya gelip yerleşen bireyler dışında önceden mevcut doğal koşullar yoktur. Dolayısıyla bu ülkeler, eski dünyanın en çok evrime uğramış bireyleriyle, ve bu yüzden de bu bireylere uygun düşen en gelişmiş karşılıklı ilişki tarzıyla işe başlarlar. Hatta bu, bu karşılıklı ilişki tarzı eski ülkelerde kendini kabul ettirmeden önce olabilir. Bütün sömürgelerde, bunlar basit birer askeri ya da ticari üs olmadıkları ölçüde, durum böyledir. Kartaca, Yunan kolonileri ve 11. ve 12. yüzyıllarda İzlanda, bunun örnekleridir. Fetih halinde de, başka bir toprakta gelişmiş olan karşılıklı ilişki tarzı, olduğu gibi istila edilen ülkeye getirildiği zaman buna benzer bir durum meydana gelir; eski ülkesinde bu tarz, daha önceki çağların çıkarlarının ve yaşayış koşullarının henüz izlerini taşımaktaydı, ama burada fethedilen ülkede, tersine, tam olarak ve engelsiz kök salabilir; yalnızca, fethedilen ülkeye sürekli olarak bir kuvvet sağlayabilmesi için bile olsa. (Normanların fethinden sonra feodal örgütlenmenin en kusursuz şeklini tanımış olan İngiltere ve Napoli[41*].) 

Blogger tarafından desteklenmektedir.