AVRUPA - KOMÜNİSTLERİNİN «SOSYALİZMİ» HALİHAZIRDAKİ KAPİTALİST SİSTEMDİR
ENVER HOCA
AVRUPA KOMÜNİZMİ ANTİ-KOMÜNİZMDİR
AVRUPA KOMÜNİZMİ ANTİ-KOMÜNİZMDİR
AVRUPA - KOMÜNİSTLERİNİN «SOSYALİZMİ» HALİHAZIRDAKİ KAPİTALİST SİSTEMDİR
Avrupa - Komünistleri sosyalizmi nasıl anlıyorlar? Demagoji ile sosyalizmden sözetmek zorunda kalmalarına karşın, kurmak istedikleri «sosyalizm» bir blöften, basit ve açık bir aldatmacadan başka bir şey değildir.
Çok uzun zamandan beri, bir çok burjuva ve küçük burjuva düşünürün sosyalizm düşüncesi üzerinde spekülasyon yaptıkları çok iyi bilinmektedir. Sosyalizm bir çok ütopik şemaların, sayısız spekülasyonların konusu olmuştur. Marks, sosyalizmin tüm eski biçimlerini reddetti ve dünya proletaryasına gerçek bilimsel sosyalizm üzerinde kurulan yeni sosyalist düzeni kurmak için örgütlenmesi ve savaşması gerektiğini öğretti.
Marks ve Engels, Marksizmin ilk program belgesi Komünist Menifesto ile, «Yalıncı sosyalizm», «Feodal sosyalizm», «Küçük burjuva sosyalizmi», «Alman sosyalizmi» ve «Gerçek sosyalizmi», «Tutucu ya da burjuva sosyalizmi» gibi çeşitli sahte sosyalist teorilerin genel bir eleştirisini yaptılar.
Bunların burjuvaziye hizmet eden bilimdışı teoriler olarak sınıf özünü ortaya çıkardılar. Manifesto, işçi sınıfına, proletaryanın kurtuluşunu ve mücadelesini engelleyen burjuva ve küçükburjuva, oportünist, anarşist teorilere karşı mücadelede, burjuva baskı ve sömürüden ancak ve ancak devrim ve proletarya diktatörlüğü ile kurtulabileceğini, aynı zamanda tüm toplumu kurtarmadan, kendisini de kurtaramayacağını öğretiyordu.
Tarih, Marksizm’in doğuşundan sonra, sosyalist sloganlarla ortaya çıkan tüm öteki ideolojik akımların sınıf mücadelesi sürecinde gerici akımlara dönüştüğünü göstermiştir. Sadece Marksizm, gerçek sosyalist toplumun doğru görünümünü verir. Hiç bir sosyalizm, bu teori üzerine kurulmadan gerçekleşemez ve kurulamaz.
Komünist Partisi Manifestosunda formülünü bulan Marksist teorinin ilk doğrulanması, tüm Avrupa’yı sarsan 1848 - 1849 yılları devrimci eylemlerinde olmuştur.
Devrimler sadece toplumsal gelişmeye yolu açmakla kalmayıp, onlar daima sahte, ütopik, revizyonist vb. öğretilerin mezarı da oldular. 1848 - 1849 devrimleriyle mezara gömülen «burjuva sosyalizmi», «küçükburjuva sosyalizmi», ve başkalarının öğretilerine de aynı şey oldu.
Bu sözde sosyalist doktrinlerin temel kötülüğü proletaryanın sınıf mücadelesini tümden bilmemeleri, sosyalizmi şu ya da bu teorisyenin uydurduğu, şu ya bu sistemin gerçekleşmesine bağlamalarıydı. Devlet desteğindeki bir takım kuramların doğmasıyla, miras hakkının sı- nırlandırılmasıyla, ilerici vergi cetvellerinin düzenlenmesiyle yavaş yavaş barışçı yoldan sosyalizme ulaşılacağı düşlerinin kaynağı da buydu. Proudhon ve Louis Palanc, Alman «gerçek» sosyalistleri Veitling, Cabet, Dezamy ve başkalarının vaaz ettikleri «doktriner sosyalizm» de işte buydu.
işçi sınıfı, der Marks, bu doktriner sosyalizmi kü- çükburjuvaziye armağan etti, oysa :
«Proletarya giderek devrimci sosyalizmin çevresinde toplanıyor, komünizmin çevresinde. Bu sosyalizm, devrimin sürekliliğinin ilânı, proletarya sınıfının sınıf diktatörlüğü, genel olarak sınıf farklarının ortadan kaldırılmasına ulaşmak için, bunların üzerine dayandığı tüm üretim ilişkilerinin, bu üretim ilişkilerine denk düşen tüm sosyal ilişkilerin ortadan kaldırılması, bu sosyal ilişkilerin sonucu olarak ortaya çıkan tüm düşüncelerin tamamen değiştirilmesi için gerekli geçiş noktası olarak, proletaryanın sınıf diktatörlüğünün ilânıdır.»
Şimdi de, Georges Marchais, Enrico Berlinguer, Santiago Carrillo ve başkaları gibi bu yeni Proudhoncu’lar, Batı Avrupa proletaryasına, Marks’ın çürütüp attığı bu eski felsefeleri değişik kılıflarla empoze etmeye çabalıyorlar. Marksizmi bilimsel temellerinden ayırarak kendi sözümona teorileri ile kitleleri aldatmak istiyorlar. «Toplumun ilerlemesini sağlayan yasaları tanımalarında objektif (nesnel) olduklarını söylerken yaptıkları göz boya- macılıktan başka bir şey değil. Gerçekte onlar, işçi sınıfının ve tüm emekçi yığınların sömürüsünden en büyük çıkarı elde etmek için kapitalist ve emperyalist burjuvazinin yarattığı «tüketici toplumun» uşakları durumundadırlar. Bu revizyonistler, kendi ülkelerinin proletaryasının gerçekleştirdiği artı-değerin bir kısmını bizzat kendileri tüketmek istiyorlar.
Sosyalizmin, sosyalist toplumun ne olduğu, bu toplumun neyi simgelediği, neyi gerçekleştirdiği artık geleceğe değgin sorular (1) değil, tersine somut bir gerçek, tarihsel bir deneyim, elle tutulur, gözle görülür bir sosyal sistemdir. Devrimin büyük dahileri Marks, Engels, Le- nin ve Stalin’in vaaz ettiği gerçek bilimsel sosyalizm Sov- yetler Birliği’nde ve bir çok eski sosyalist ülkelerde gerçekleştirildi, uzun bir süre yaşadı ve Sosyalist Arnavutluk’ta da yaşıyor ve gelişiyor.
(1) K. Marks ve F. Engels, Seçilmiş Eserler, Arnavutluk baskısı, cilt I, s. 226, Tirana, 1975.
Bugün, Avrupa - Komünistlerinin güya gerçek sosyalizmin hiçbir zaman hiç bir yerde gerçekleşmediği, Lenin’in ve Stalin’in Sovyetler Birliği’nde kurdukları sosyalist toplumun güya «sosyalizmin çarpıtılması» gerçekteyse Marks ve Lenin’in sosyalizm hakkındaki anlayış ve düşüncelerinin bir «başarısızlığı» olduğunu «kanıtlamak» için harcadıkları çabalar, onların komünizm düşmanlığının, bugünkü burjuva toplumuna el değmemiş olarak koruma arzularının ifadesinden başka birşey değildir.
Fransız, İtalyan, İspanyol revizyonistleri sosyalizmi yadsıma noktasına gelinceye dek uzun bir yol katettiler. Önce, Sovyetler Bilği’nde sosyalizmin iyi, adaletli, fakat Çarlık Rusyası’nın özel tarihî koşullarına bağlı, bu yüzden de gelişmiş kapitalist ülkelere uygun olmayan «Le- ninist sosyalizm» ile, güya, bunun bir çarpıtılmışı, bozulmuşu ve bürokratlaştırılmışı vb. gibi nedenlerle kötü olan «Stalinci sosyalizm» olarak ikiye ayrıldığını ileri sürdüler. Yargılardaki bu evrim rastlantısal değildir. Eğer «Leninci deneyim» ihtiyatla bile olsa kabul edilseydi, eğer iktidarın ele geçirilişinde devrimci şiddetin kullanılması kabul edilseydi, o zaman Avrupa - Komünistlerinin sosyalizm modeli gereksiz olacaktı. Marks’ın öğretilerini geliştiren Lenin’in devrim ve sosyalizmin kuruluşu teorisi öylesine bir bütün, öylesine uyumlu, bilimsel ve ussaldır ki, ya olduğu gibi kabul ya da reddedilmelidir. Bu öğreti uzlaşmaz çelişkilere, mantık planında saçmalıklara düşülmeden parçalanamaz.
Böylece, Avrupa - Komünistleri, Stalin’e karşı olmaktan memnun olmayarak, şimdi, bundan kendilerini kurtardıklarını ve Avrupa - Komünizmini kurmak için yolu bulmalarına izin verdiğini düşünerek Leninizm’i de terkettiler. Ama onlar Leninizm’i terketseler de, proletarya onu reddetmiyor. Leninizm, yaşayan bir bilim, proletaryanın militan ideolojisi, devrim ve sosyalizmin kuruluş bayrağıdır. O, tüm gerçek devrimcilerin, komünizmi isteyen ve bunun için çalışan herkesin tüm düşmanlara, burjuvaziye ve işbirlikçilerine karşı beraber savaştığı o güçlü silahtır. Leninizm Avrupa - Komünisti ve öteki revizyonistlerin gerçek çehrelerini ortaya çıkaran, onların sosyalizme, proletaryaya ve halkların amacına karşı gerici eylemlerini yansıtan bir aynadır.
Avrupa - Komünistleri, parti tabanlarının hoşnutsuzluğunu, önerdikleri «sosyalizm» hakkındaki «teroilerini» ve genel olarak çelişkili, karışık tezlerinin yaratabileceği kuşkuları önlemek amacıyla, sosyalizmlerinin bir «model», olmadığını, henüz tam net ve açık bir şey olmadığını, fakat bu topluma giden «yolun araştırılması gereksiniminin» tartışılması gereken bir anlatımı olduğunu söylüyorlar. Kısaca havanda su dövüyorlar, çünkü bunlar hiç bir şekilde gerçekleşir şeyler değildir.
Avrupa - Komünistlerinin düşledikleri sosyalizm, içinde sosyalist ve kapitalist öğelerin birleştiği, ekonomi ve siyasette, temelde ve üst yapıda beraberce yer aldığı bir toplumdur. Onların «sosyalizminde» hem «sosyalist mülkiyet» hem de kapitalist mükliyet olacaktır. Öyleyse sömüren ve sömürülen sınıflar da olacaktır. Bu sosyalizmde işçi sınıfı partisinin yanında burjuva partiler de olacaktır, proletarya ideolojisi gibi öteki ideolojiler de olacak, bu «sosyalizmde» devlet tüm parti ve sınıfların güç sahibi olduğu bir devlet olacaktır.
Avrupa - Komünistleri istedikleri kadar kapitalist - sosyalist kırması bir toplumu düşleyedursunlar, ama düşledikleri bu toplum hiç bir zaman gerçekleşemez. Sosyalizm ve kapitalizm karşılıklı olarak birbirini dışlayan iki farklı sosyal sistemdir. Sosyalizm, ancak kapitalizmin yıkıntıları üzerinde, o tamamen yıkıldıktan sonra kurulup ilerlerken, kapitalizm proletarya ve emekçi yığınlarını sömürüsü ve baskısı altında tuttuğu sürece varolabilir.
Avrupa - Komünistleri derinlemesine oportünist olan görüşlerini haklı göstermek için toplumun gelişmesinde tekniğin üretim araçlarının rolüne çok önem veriyor, böylece tüm II. Enternasyonal oportünizminin ideolojik temeli olan sözde üretici güçler teorisine kayıyorlar.
Onlara göre, sosyalizmin itici gücü, kendiliğinden üretici güçlerin gelişmesinden doğar. Bu durumda, diye iddia ediyorlar, sosyalizme geçmek için sınıf mücadelesine ve proletarya devrimine ne gerek var! Hem, Avrupa - Komünistlerine göre devrimin yapılmış, sosyalist üretim ilişkilerinin kurulmuş olduğu ülkelerde bile, eğer üretici güçler görece olarak düşük bir düzeydeyse, bu ülkelerde de gerçek sosyalizmden söz edilemez.
Avrupa - Komünistlerinin sosyalizmden ne kadar uzaklaştıklarını görmek, kurmaya soyundukları toplumun ne biçim bir sosyalist toplum olacağını anlamak için, salt «bugünkü insan toplumunun ilerici düşüncesinin en yüksek gelişmesi» diye öne sürdükleri temel tezlerinin bazılarını incelemek yeter de artar bile.
«Sosyalist bir toplumu gerçekleştirmek için, üretim araçlarının tümüyle ulusallaştırılması gerekmez» diye ilân ediyorlar, İtalyan revizyonistleri. «Halk sektörünün yanısıra... özel girişim de çalışacaktır... serbestçe ortaklaşmış köylü mülkiyeti... esnaflar, küçük ve orta endüstri... üçüncü sektördeki özel girişim... lerin oynayacağı özel bir rol vardır. Toplumun sosyalist anlamda değişimi sürecinin bu anlayışında, ekonomik sistem programlama ve pazar arasında, kamu girişimiyle, özel girişim arasında bütünleşmeyi garanti edecek bir şekilde bağıntılı çalışmalıdır.» (1).
Fransız revizyonistleri de işte bu cins bir «sosyalizm» iddia ediyorlar. Diyorlar ki : «Bu toplum, toplumsal mülkiyetin diğer biçimlerinin ve özel mülkiyete dayalı ekonomik bir sektörün yanısıra, demokratik ulusallaştırmaların yeterli bir bütülüğünü ister.» (2).
Carrillo’ya gelince, o : «Ekonomik planda karma bir karakteri olacak olan bu sistem, mülk sahiplerinin sadece ekonomik planda değil, çıkarlarını simgeleyen bir ya da daha fazla siyasi partide de örgütlendikleri bir siyasi rejimde ifadesini bulacak, bu durum siyasal ve ideolojik çoğulculuğun öğelerinden biri durumuna gelecektir.» (3) diyor.
(1) La Politica e l’organizzazione dei Communisti italiani Roma 1979 sf. 12 - 13.
(2) «L’Humanité», January 13 1979.
(3) S. Carrillo «Eurocommunisme» et Etat France 1977 sf. 121 - 122.
Toplumsal yasaları özel olarak bilmesek bile, Avrupa - Komünistlerinin sunduğu sözde toplumun, bugünkü burjuva toplumun tam bir tablosundan başka bir şey olmadığı hemencecik anlaşılır. Sosyalist bir toplumu belirleyen temel öğe üretim araçlarının mülkiyetidir. Eğer üretim araçlarının mülkiyeti özelse, bu durumda insanın insanı sömürdüğü, bir kutupta azınlığın zenginliği ellerinde toplayarak yaşadığı, öte yanda başka bir kutupta halkın büyük bir çoğunluğunun yoksulluk ve sefalet içinde yaşadığı bir toplum söz konusu demektir. Daha önce de kanıtlanmıştır ki, kapitalist mülkiyet ve burjuva devlet yokedilmeden sosyalizm varolamaz. İstisnasız tüm sektörlerde üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti ve proletarya diktatörlüğü kurulmadan sosyalizm kurulamaz.
Üretim araçlarının mülkiyetinin kapitalist ilişkilerini devirmek için, proletarya cesaretle, fedakârlıkla ve kendini verircesine çalışmıştır. Bu amaç için, kendi ideolojisini, devrim ve üretim araçlarının toplumsal mülkiyetinin kurulmasında, bu araçların özel mülkiyettinden kaynaklanan sömürünün ve yoksulluğun ortadan kaldırılmasında kendisine rehberlik eden Marksizm - Leninizm’i seçmiştir. Proletarya, devrimin zafere ulaştığı ve sosyalizmin kurulduğu ülkelerde bu amaca ulaşmıştı.
Arnavutluk’ta sosyalizmin kuruluşunun uygulamasının hergün daha bir doğruladığı bu deneyim, sosyalist toplumun kuruluşu için temel koşulun, burjuvazinin tam olarak yokedilmesi ve ülkenin tüm ekonomisinin sosyalist bir tabana dönüştürülmesi, üretim araçlarının toplumsal mülkiyetinin kurulması olduğunu kanıtlamaktadır.
Kurtuluşunda, Arnavutluk ekonomik yönden, sosyal ve kültürel yönden gerikalmış, özellikle bir tarım ülkesi idi. Endüstriden yoksun, üretici güçlerin son derece aşağı düzeyde olduğu bir ülke. Bu, sosyalist üretim ilişkilerinin kurulmasına bir engel miydi? Gayet tabii, hem de çok önemli bir engel, ama aşılmaz değil. Partimiz, üretici güçlerin yüksek bir düzeye ulaşmasını ve ondan sonra sosyalist ilişkilerin kurulmasına başlamayı bekleyemezdi elbette.
Halk iktidarımızın almış olduğu en önemli önlemler, başkalarının yanı sıra şunlardı : yabancı sermayenin tasfiyesi, kuruluşlarının, sosyalist devlete aktarılması, yalnız büyük feodal ve geniş mülkiyetin değil, aynı zamanda rahat köylülerin de mülkiyetini büyük ölçüde ortadan kaldıran kesin ve geniş bir toprak reformunu ger-çekleştirme. Derinliğine devrimci bir karakteri olan bu önlemler kırlık alanların tedrici sosyalist dönüşümü ve kooperatif hareketinin gelişmesi için önemli ön koşulları yaratıyordu.
Arnavutluk Emek Partisi, Marksizm - Leninizm’in yanılmaz rehberliğinin yanısıra, Sovyetler Birliğinde sosyalizmin kurulması deneyimine de dayanarak, kentte ve kırda, kapitalizmin ekonomik temelinin tasfiyesini ve sosyalizmin ekonomik temelinin kurulmasını temel amaç olarak saptamıştı.
Bellibaşlı üretim araçlarının kamulaştırılması, tazminatsız ulusallaştırılması yoluyla, görece olarak çok çabuk bir zamanda oldu. Kuruluştan iki yıl sonra, 1946’ da, bankalar, endüstri, maden ocakları, elektrik santral- ları, taşıma, telekomünikasyon, dış ticaret, toptan iç ticaret, perakende ticaretin bir kısmı, makina istasyonları, traktör istasyonları, ormanlar, sular, toprak altı zenginlikleri sosyalist devletin mülkiyetinde idi. O halde, ağırlıklı olan ekonominin sosyalist sektörü idi.
Her sosyalist devrim için, tarım sorunu büyük bir sorundur. Ekonominin bütünlüğü içinde gelişmesi, hatta halk iktidarının kalıcılığı bu sorunun doğru çözümüne bağlıdır. Arnavutluk’ta, köylüler nüfusun büyük çoğunluğunu meydana getiriyorlardı. Tarım endüstrinin temeli idi ve tarım sorunu ana, hassas, keskin sorunlardan biriydi. Bu temel sorunu çözmek için partimizin izlediği yol, Leninci sosyalist işbirliği yoluydu.
Kurtuluştan hemen sonra başlayan ve yaklaşık olarak 15 - 20 yıl kadar süren tarımın kollektifleştirilmesi süreci, köylülerin kooperatiflerde gönüllü olarak birleşmesi ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalarak, toprağın tümden ulusallaştırılması dışında, 1976 yılında yeni anayasanın kabulü ile gerçekleştirildi.
Kentte ve kırda sosyalizmin ekonomik temelinin kurulmasıyla, sömürücü sınıflar tasfiye edilerek sınıf olarak insanın insanı sömürmesi yokedildi. Yalnız iki kardeş sınıf kaldı; ortak düşünce amaç ve çıkarları ile birbirine bağlı işçi sınıfı ile kooperatifçi köylüler ve bunların yanında işçi sınıfından çıkıp da, halk iktidarı yıllarında yaratılan sosyalist aydınlar tabakası.
Sosyalizm ne kararnameler, ne de kendiliğinden bir şekilde kurulamaz. Sosyalizm, eşgüdümlenmiş ve merkezileştirilmiş bir genel planla, emekçi tüm halkın onlarca kat artırılmış gücüyle kurulur.
Ülkenin endüstrileştirilmesi için doğru bir siyaset izleyerek Arnavutluk, kendini geri bir tarım ülkesinden, gelişmiş bir endüstri ve tarıma sahip, ileri bir eğitim ve kültür düzeyinde, halkın gerçek özgürlük ve mutluluk içinde yaşadığı bir ülke durumuna dönüştürebildi.
Avrupa - Komünistleri ne bizim deneyimimizi, ne Sovyetler Birliğininkini, ne de eskiden sosyalist olan öteki ülkelerinkini kabul etmiyorlar. Onlar «yeni» bir sosyalizm icadetmek istiyorlar. Ama, Avrupa - Komünistlerinin yaptığı gibi, toplumda üretim araçlarının özel mülkiyetini kabul etmek ve aynı zamanda da insanın insanı sömürmesinin önlenebileceğini düşünmek ve «sosyalist dönüşümlerden», «eşitlikten», «adalet» vb.’den söz etmek için sakat bir mantık sahibi olmak gerekir. Üretim araçlarının özel mülkiyetini ve «özel girişimi» elde tutmak, yani «sermaye birikimi olanağını» elde tutmak, kapitalist sisteme hiç dokunmamakla aynı anlama gelir.
Avrupa - Komünistleri revizyonistler, partilerinin ilan ettiği programlarında olduğu gibi, tüm felsefî fan- tazilerinde de, çokuluslu şirketlerin ve yabancı sermayenin ne yapılacağı sorununa hiç değinmiyorlar. Bunu hiç dokunmadıklarına göre, bu onların vaaz ettikleri «sos-yalist» sistemde tümleyici parçalar olarak kalacakları anlamına gelir. Bu, Amerikan, Batı Alman, İngiliz, Fransız ve öteki büyük sermayenin büyük kârlarını düşünmeyeceği tersine, sosyalizme hizmet edeceği anlamına gelir. Bir düşten başka bir şey değildir bu. Bu konuda Carrillo, Berlinguer, ve Marchais, sosyalizmden yana olmadıkları halde, yabancı sermayenin kovulmasını ve çokuluslu şirketlerden ülkelerini kurtarmak isteyen burjuva çevrelerinin düşünceleriyle bile bir değillerdir.
«Avrupa - Komünisti sosyalizmin» varlığını öngördüğü şu sözümona «halk sektörüne» gelince, burada devlet kapitalizmi sektörünü, —ki halen tüm burjuva ülkelerde çeşitli düzeylerde mevcuttur— ekonominin sosyalist sektörü olarak yutturmak sözkonusudur.
Devlet kapitalizm sektörünün, ya da, burjuvazinin adlandırdığı şekliyle «halk sektörünün» nasıl ve niçin yaratıldığını biliyoruz.
Avrupanın endüstrileşmiş ülkelerinde devlet kapitalizmi önceden de vardı, ama özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra gözle görülür bir gelişme gösterdi. Bir sürü öğenin etkisiyle ortaya çıkmıştı. Örneğin İtalya’da, sınıf mücadelesinin tırmanışının ve çalışan kitlelerin büyük sermayenin, özellikle de ülkede felaketin sorumlusu olan faşizm ile ilgili olan büyük sermayenin kamulaştırılması isteğinin bir sonucu olarak burjuvazi tarafından kuruldu. Emekçilerin daha ileri kesin isteklerini önlemek, devrimci patlamaları önlemek, İtalyan Burjuvazisi, kendi zayıflığını hissederek, savaştan güçlü çıkan komünist ve sosyalist partilerin en aza indirgenen isteklerini yerine getirerek bazı büyük endüstri kurumlarının ulusallaştırılmasını kabul etti. İngiltere’de, demiryollarında ve kömürde olduğu gibi «halk sektörünün» yaratılması, büyük sermayenin, artık kendileri için verimli olmayan geri kalmış bir kaç dalının bırakılmasıyla olmuştur. Bu-rada, büyük sermaye, bu dalları devlete devretti. Böylece devlet bunların açıklarını, vergi ödeyenlerle kapatacak, kendileri ise yatırımlarını büyük kârların daha kolay ve çabuk kazanıldığı, yüksek düzeyde teknolojiye sahip yeni dallara kaydırmışlardı.
Bu tür ulusallaştırmalar, şu ya da bu nedenle, başka ülkelerde de yapılagelmektedir. Ancak bunlar, iktidardaki sistemin kapitalist özelliğini değiştirmemiştir ve değiştiremez, ayrıca kapitalist sömürüyü, yoksulluğu, işsizliği, özgürlük ve demokratik hakların yokluğunu ortadan kaldıramazlar.
Daha önce uzunca bir deneyimin kanıtladığı gibi, devlet kapitalizmi, revizyonistlerin öne sürdüğünce sosyalist toplumun temellerini atmak için değil, tersine emekçi yığınlarını daha fazla sömürmek, daha çok baskı altında tutmak, kapitalist toplumun burjuva devletin temellerini daha bir sağlamlaştırmak amacıyla burjuvazi tarafından desteklenmekte, geliştirilmektedir. Sözüm- ona «halk sektörünü» yönetenler işçilerin temsilcileri değil, büyük sermayenin, tüm ekonomi ve devletin iplerini elinde tutanların adamlarıdırlar. «Halk sektörü» işletmelerinde çalışan işçilerin toplumsal durumu, özel sektör- dekilerin durumundan farklı değildir? Üretim araçlarıyla, işletmenin ekonomik yönetimiyle, yatırımlar, ödemeler politikası vb. ile aynısıdır. Burjuva devlet, yani burjuvazi bu işletmelerin kârlarını kendine mal eder. IRI işletmelerinin «sosyalist» karakteri ile, fiat işletmelerinin «burjuva» karakteri arasında, Renault’nun özgür işçileri ile, Vitroen’in «ezilen işçileri» arasındaki bazı farkları bulsa bulsa revizyonistler bulabilirler.
Şimdilerde, Avrupa komünistlerinin vaaz ettikleri «demokratik sosyalizm» toplumu, kendi ülkelerinde halen mevcut burjuva toplumdur. Onlar sadece buna, bir ayağı çukurda olan şu yaşlı Avrupa burjuvazisine, canlı - kanlı genç bir gelin görünümü vermek için, rötuşlamak, süslemek istiyorlar. Avrupa - Komünistlerine göre, demek ki bir parça rötuş, özel sektörün yanında devlet kapitalizmi sektörünün korunması, alanlarda, mitinglerde sendika patronlarına adalet ve eşitlik çağrıları yapmalarına izin, revizyonistlere de hükümette birkaç sandalye verilmesi yeter ve böylece... sosyalizm kendi ayağıyla tıpış tıpış gelecektir.
Avrupa - Komünisti revizyonistler, Marksizm - Leninizm’le savaşmak ve onu reddetmek için, bugünkü kapitalist sistemin gerçeklerini çeşitli şekillerde süslüyorlar. Onlar için İtalya, Fransa, İspanya vb. yerlerdeki toplumsal sistem, orada egemen olan Devlet bir tür sınıflarüstü demokrasi, herkes için demokrasidir. Bu toplumda ve bu devlette görse görse birkaç hata, bir kaç zorluk, çok çok birazcık şekil bozukluğu görüyor, başka birşey görmüyorlar. İşte bu temel anlayış ve öncüller üstüne kuruyorlar «demokratik sosyalizmlerinin» şemalarını, oysa bu, şimdiki burjuva toplumla aynı toplumdur; ne var ki «kusurları», «sınırlamaları», «zorlukları» yoktur bu toplumun.
Revizyonistler kendi «sosyalizmlerinde» partilerin «münavebe» ile hükümet olabileceklerini ve birden fazla parti olacağını ilân ediyorlar. Bu konuda tutarlı olduklarını söylemek uygun olacaktır. İçinde uzlaşmaz sınıfların, burjuvazinin çeşitli tabakalarının, özel çıkarlı kapitalist grupların bulunacağı bir toplumda başka başka partiler de olacak ve orada kapitalist toplumun durumuna, ve gereksinmeye göre, çeşitli partiler nöbet değiştirecektir. Fakat Avrupa - Komünistlerinin konuyu bilerek çarpıttıkları nokta şurada : onlar bu çoğulculuğu burjuva devlet arabasının atlarının değiştirilmesi uygulamasını demokrasinin doruk noktası, bütün toplumsal sorunları çözme olanağını yaratan koşullar olarak sunmalarıdır. Amaçları, gerçek sosyalist toplum anlayışını bile saptırmak, burjuva devletini ve onun kuramlarım, devrime ve eski burjuva devletini parçalamaya gerek kalmadan, sanki sosyalist amaçları gerçekleştirebilecek güç ve yetenekte göstermektir. Oysa, aslında onların ideal devleti, iki büyük partinin yönetimde, iktidarda, değişimli olarak yer aldıkları bugünkü Amerikan ya da özellikle Alman siyasi sistemidir. Onların istedikleri şu : İtalya, İspanya, ya da Ispanya’da iki büyük parti olsun. Biri açıktan açığa burjuva, demokratik veya liberal, öteki ise işçi, sosyalist diyelim, komünist işçi ya da bir başka parti ve bir kaç da önemsiz küçük parti... onlar da takımı tamamlasınlar. Böylece eskiden nasıl «İsveç sosyalizmi», «Norveç sosyalizmi» ve başkaları kurulmuşsa, bu kez de «Italyan sosyalizmi», «Fransız sosyalizmi», «İspanyol sosyalizmi» yaratılmış olacaktır.
«Demokratik sosyalizmde» devlet, işçilerin, köylülerin devleti olmamalı, Marks’ın, Lenin’in bize gösterdiği, fabrikadaki işçileri, tarlada çalışan köylüleri yönetime getiren devlet olmamalıdır. Avrupa - Komünistleri «herkesin» olacak bir devlet istiyorlar, tabii bu devletin hükümeti de «herkesin» olacaktır. Ama «herkes» için var olacak bir devlet, ne şimdiye kadar varolmuştur, ne de şimdiden sonra varolacaktır.
Avrupa - Komünistlerinin devlet anlayışları Marks’- ın yüzyıl önce çürüttüğü, Proudhon ve Lassalle’inkilere çok yakındır. Örneğin Lassalle, reformlar, barışçı yollar, genel seçimle ve burjuva devletin ve kurulması gerekecek üretici ortaklıklarının da yardımı ile gerici Prusya Devletinin, özgür bir halk devletine dönüştürülebileceğini vaaz ediyordu. Bu tür «devlet»i işçilerin uğranda mücadele vermesi gereken yeni bir sosyalist devlet modeli olarak sunuyordu.
Lassalle’ci «halk devleti» anlayışı, belirli bir sınıfın diktatörlüğü olarak devletin sınıf karakterini yadsıyordu. Marks, özellikle çok önemli olan «Gotha Programının Eleştirisi»nde Lassalle’ci «Özgür Halk Devleti» anlayışına, bir sınıf organı olarak, Marksist proletarya diktatörlüğü anlayışıyla karşı çıktı.
Şöyle diyordu :
«Binlerce şekilde «Halk» sözcüğünü «Devlet» sözcüğüyle birleştirerek, sorun bir adım ilerletilemez.
Kapitalist toplumla komünist toplum arasında, birinciden İkinciye devrimci değişimler dönemi yerleşmiştir. Devletin, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olmayacağı siyasal geçiş dönemi de buna tekabül eder?» (1)
Marks ve Engels’in abidevî eserlerinde öne sürülen Marksist Devlet öğretisi ve torik tezler, Paris Komünü olaylarında parlak bir doğrulanma buldular.
Paris Komünü, proletaryanın kapitalist düzeni yıkmak için eski burjuva devlet makinasını elinde tutmaması ve kendi amaçları için kullanmaması gerektiğini gösterdi. Komün bu makinayı imha etti ve yerine özde ve biçimde tamamen yeni organizma ve devlet kurumlan yarattı. Komün proleter iktidarın siyasal örgütlenmesinin ilk biçimiydi. Lenin’in de vurguladığı gibi, tarihî uzlaşma karakterini, «... ve ... burjuva parlamenterizminin ve burjuva demokrasisinin sınırlı karakterini...» (2) göstermiştir.
(1) K. Marks ve F. Engels, Seçilmiş Eserler, Arnavutça baskısı, cilt II, s. 24, Tirana, 1975.
(2) V. Lenin, Seçilmiş Eserler, Arnavutluk Baskısı, cilt 27, s. 535.
Komün’ün kurduğu devletin, demokrasinin en yetkin bir örneğini, halkın büyük çoğunluğunun devletini temsil ettiğini uygulama kanıtlamıştır. Komün, burjuva-zinin vaaz ettiği ama hiç bir zaman uygulamaya koymadığı demokratik hakları ve büyük özgürlükleri yaşamda uygulamaya koydu.
Daha sonra Lenin, İkinci Enternasyonal şeflerinin çarpıtmalarına karşı mücadelede, Marks’ın devlet konusundaki teorisini parlak bir biçimde savundu. Devletin bir sınıfın bir diğer sınıf üzerinde egemenlik kurma örgütü değil de, tersine snıfları uzlaştıran bir örgüt olduğu, burjuva devletin yıkılmaması, tersine çalışan halkın çıkarları için kullanılması gerektiği anlayışlarını reddedip çürüttü. Ünlü kitabı «Devlet ve Devrim» de Lenin, devletin sınıflar arasındaki çelişkilerin bir ürünü olduğunu ve bu çelişkilerin uzlaşmazlığının bir ifadesi olduğunu gösterdi. İşçi sınıfını ve çalışan kitleleri baskı altında tutmak ve sömürmek için kurulan burjuva devlet aygıtının, gene onlar tarafından bu baskı ve sömürünün kaldırılması için kullanılamayacağını kanıtladı. Proletarya kendi devletini kurmalıdır. Şekliyle, içeriğiyle, yapısıyla, örgütlenmesiyle, onu yöneten insanlarıyla, çalışma yöntemleriyle yepyeni bir devlet çalışan sınıflara özgürlüğü sağlamalı ve kapitalist sistemi yeniden kurmak için sosyalizmin düşmanlarının girişimlerini ezmelidir.
Lenin’in kitabı «Devlet ve Devrim» ve proletarya diktatörlüğü üzerine Leninci tezler, Ekim Devriminin hazırlanmasında ve Rusya’da Sovyet Devleti’nin kurulmasında önemli bir rol oynadı.
Bu tezler, Kautsky ve yandaşlarının, devlet hakkın- daki eski görüşlerini yeniden canlandırmaya çalışan modern revizyonistlerin teorilerine karşı mücadele veren gerçek devrimcilere güçlü bir silah olarak kalmıştır.
Avrupa - Komünistlerinin devlet konusundaki bu ince düşünceleri, kapitalizmde sınıf mücadelesi değil fakat sınıf barışı bulunduğunu, ordu ve polisin artık burjuva-zinin gerici güçleri olmadığını ve tabii bu yüzden de proletaryanın kuracağı proletarya diktatörlüğüne ve gerçek demokrasiye hiç mi hiç gerek olmadığını savunan bu hainlerin Anti-Marksist çizgilerinin bir sonucudur. Onların istediği tek bir devlet var, tek bir demokrasi : Burjuva revizyonist demokrasi devleti.
Devam
SOSYALİZME GİDEN «DEMOKRATİK» YOL : BURJUVA DEVLETİNİ SAVUNMAYA HİZMET EDEN MASKE