Header Ads

Header ADS

SOSYALİZME GİDEN «DEMOKRATİK» YOL : BURJUVA DEVLETİNİ SAVUNMAYA HİZMET EDEN MASKE

ENVER HOCA
AVRUPA KOMÜNİZMİ ANTİ-KOMÜNİZMDİR

SOSYALİZME GİDEN «DEMOKRATİK» YOL : BURJUVA DEVLETİNİ SAVUNMAYA HİZMET EDEN MASKE

Çıkarlarını temsil ettiği sınıf hangisi olursa olsun, her partinin siyasal ve ideolojik temel sorunu, devlet iktidarı sorunuydu ve de öyledir. Avrupa - Komünizmi de bu sorunu bir yana atamazdı. Kavgasına özellikle bu alanda başladı. Böylece, burjuvazinin elinde, baskı ve sömürü iktidarını korumasına izin veren proletaryaya, devrimi yapmayı, bu iktidarı devirmeyi ve sosyalizmi kurmayı engelleyen yeni bir silah oldu.

Marksizm - Leninizm’e karşı propagandalarında, «bugünkü kapitalist toplum» adını taktıkları çağdaş toplum koşullarında Marks’ın, kapitalist toplumun silahlı devrim yoluyla yıkılması konusundaki teorisinin «yeni yorumlar» gerektirdiğinde ısrar ediyorlar. Daha önce de söylediğimiz gibi, Marks ve Engels’in kapitalist sistemin devrim yoluyla yıkılması konusundaki tezine, ilk saldıranlar Sovyet revizyonistleri olmuştu. Bunlar bu tezi değersiz, geçersiz buluyor ve baştan sona çarpıtıyorlardı. Sosyalizme barışçı yoldan geçiş «teorilerini» inandırıcı kılmak için, tarihin, Rus burjuvazisini şiddet yoluyla yıkan ve proletarya diktatörlüğünü kuran ilk devrim olarak tanıdığı Ekim Devriminin bile, barışçı bir devrim olduğunu iddia edecek kadar ileri gittiler. Aynı zamanda da, proletarya diktatörlüğünün sözde tüm halk devletine yerini bırakacak olan geçici bir olay olduğunu iddia eden boş teorilere sığınmaya, onları desteklemeye koyuldular. Bu teorilerle proletarya diktatörlüğünün devrimci sınıf özünü asgariye indirmeyi ve de yadsımayı amaçlıyorlardı.

Marksizm - Leninizm’in, Sovyet revizyonitlerince çarpıtılması, Avrupa - Komünistlerinin bu konudaki teorilerinin dayanak noktası oldu. Sovyetler Birliği’nde, sosyalizmin kurulması ile sınıf mücadelesinin bittiği, sosyalizmin zaferinin sağlandığı, geriye dönmek için hiç bir tehlike kalmadığı, artık ne proletarya diktatörlüğüne ne de işçi sınıfı partisinin gerekli olmadığı şeklindeki Kruş- çevci tezler, öteki revizyonistlerin daha ileri gitmeleri için ilham ve cesaret kaynağı oldu. Dünyada olup biten değişiklikler üzerinde ve Lenin’in sosyalizme giden yolun özellikleri hakkındaki doğru bir sözü üzerine spekülasyonlar yaparak günümüzde sosyalizme, parlamenterizm, reformlar yoluyla da gidilebileceğini vurguluyorlar.

Avrupa - Komünistleri, kapitalist toplumdan sosyalist topluma dönüşme yolunu, burjuva siyasi demokrasisinin, en uç noktaya kadar ulaşmış bir gelişmesi olarak, niteliksel değil, niceliksel bir değişikliğe götüren barışçı bir yol olarak gösteriyorlar. İtalyan revizyonistleri : «Siyasal demokrasi, bir devletin, hatta sosyalist bir devletin en yüksek bir örgütlenme kurumu olarak kendini gösterir.» diyorlar (1).

(1) Noveno Congres del portido Comuniste de Espano. Barce- lona, 1978, s. 83.

Bu sözümona tezi çözümlersek şu sonucu çıkarırız : işçiler için «siyasal demokrasi» kapitalizmde de vardı, bu demokrasiyi genişleterek sosyalizme gidilebilir, sonunda da sosyalist toplumun temel niteliği, sosyalist demokrasi ile özdeşleşen burjuva demokrasisidir!

Öte yandan, İspanyol revizyonistler de «Siyasal ve toplumsal demokrasi ne kapitalist, ne sosyalist bir üçüncü yoldur, kapitalizm ile sosyalizm arasında geçici bir aşamadır.» diye iddia ediyorlar (1). «Demokrasi değişimlerin hem amacı hem aracıdır.» diyor Marchais.
(1) L’humarité, 13.2.1979.

Görüldüğü gibi, Berlinguer, Marchais, Carrillo ve ötekiler revizyonist görüş açılarını «haklı göstermek» için, demokrasi ve devlet hakkında oldukça karışık düşünceler ileri sürüyorlar. Burjuva toplumda var olan sınıf ilişkileri üzerine dayanmayan, kapitalist ekonomik temel ile kapitalist üstyapı arasındaki bağları iyi bilmeyen, gerçek ve mantıktan habersiz olan bu tür düşünceler, gerçek demokrasinin, proletarya diktatörlüğünün, yani sömürgen bir azınlık tarafından sömürülen büyük çoğunluğun, kapitalist toplum ya da kalıntıları üzerine kurduğu proletarya diktatörlüğünün değil, fakat Marchais usulü, Carrillo usulü demokrasi olduğunu yani herkesin barış içinde ve sınıfların uyumu içinde herkes için demokrasi olduğunu göstermeyi amaçlıyor. Ama tarih şunu açıkça göstermiştir : burjuva diktatörlüğü dışında bir burjuva demokrasisi, proleter diktatörlüğü dışında bir sosyalist demokrasi yoktur, olamaz da. Yurttaşların hak ve görevleri iktidardaki sınıf egemenliğiyle doğrudan doğruya ilintilidir. Kapitalist sınıfın egemen olduğu yerde, her haktan burjuvazi yararlanır, kitleler, onlar, bu hakların daraldığını görür, onlar baskı altındadır ve karalanırlar. Oysa işçi sınıfının egemen olduğu yerde, haklar, özgürlükler, işçiler içindir, bu hakların kısıtlanması ve zorlanması eskiden egemen ve sömürgen, şimdiyse sosyalizme düşman olan bir azınlık içindir.

Kapitalizmi yıkmanın ve sosyalizmi kurmanın temel aracı olarak, devrimin gerekli olduğunu yadsıyan ilk oportünistler Avrupa - Komünistleri değildir. Onlardan önce, Marks’ın maskesini alaşağı ettiği Proudhon, Bern- stein ve yandaşları gelmişlerdi, bunlar da en sonunda zaten açıktan açığa kapitalist sistemi savundular.

Örneğin, Bernstein, iş yasasının düzeltilmesi, sendikaların kooperatiflerin rol ve etkinliklerinin artırılması, işçi sınıfının parlamentoda temsilinin artırılması ile, proletaryanın tüm ekonomik, siyasi ve sosyal sorunlarının barış içinde ve evrimci yolla çözülebileceğine izin verebileceğini iddia ediyordu. İşçi sınıfının parlamentoda salt çoğunluğu kazanmaya, oyların yüzde 51’ini alarak tüm amaçlarını gerçekleştirebileceğini söylüyordu. Demokratik bir sistemde «çoğunluğun arzusu hükümran» olursa, diyordu, devlet sınıf karakterini yitirir, sınıf yönetimi organından, sınıflar üstü, tüm toplumun çıkarlarını temsil eden bir organa dönüşür. Böyle bir devlette, diyordu, işçi sınıfı ve partisi tüm öteki sınıf ve partilerle işbirliği yapabilir ve de yapmalıdır. Ve herkes, elbirliğiy- le, bu devleti «gericilere» karşı korumalı ve sağlamlaştır- malıdırlar.

Bernstein, toplumun değişmesi yolunun kısmî ve ağır reformlar yolu, evrim, kapitalizmin sosyalizmle giderek bütünleşmesi yolu olduğunu vaaz ediyordu. Hatta, ona göre, bizzat işçi sınıfı partisi, toplumsal devrimci değil fakat, toplumsal reformcu bir parti olmalıydı. Lenin, Bernstein’in bu görüşlerinin yalan olduğunu vurguladı ve sert bir şekilde bunları eleştirdi. Bu görüşler daha sonra Kautsky ve yandaşlarında çiçek açtı. Büyük Ekim Devrimi, bu büyük tartışmadan, devrim ve proletarya diktatörlüğü düşüncesini savunan Lenin önderliğindeki Marksistlerle, barışçı reformist yolun «saf» vb. demokrasinin yandaşlan olan revizyonist oportünistler arasındaki bu büyük tartışmada tarihsel hükmünü verdi.

Bu devrim proletaryaya ve dünya halklarına, emperyalizme ve kapitalizme karşı zafere giden yolun, reformlar ve burjuvaziyle anlaşmalardan değil, devrimden geçtiğini gösterdi.

Proletarya diktatörlüğü ve devrim konusunda Marksist - Leninist teoriye muhalefetlerini «kanıtlamak» için, Avrupa - Komünistleri, Marks’ın bile bu terimi «sadece bir kez kullandığını» iddia ediyorlar! Oysa, proletarya diktatörlüğü düşüncesinin, Marks’ın sosyalizm konusundaki doktrininin temel noktasını oluşturduğu bilinmektedir.

Marks 1852 yılında şunları yazıyordu :
«Benim yeniden yaptığım şey şuydu : 1) Sınıfların varlığı, üretimin belirli tarihsel gelişmesindeki aşamalara bağlı olduğunu göstermek; 2) Sınıflar mücadelesinin gerekli olarak proletarya diktatörlüğe götürdüğünü belitmek; 3) ve de bu diktatörlüğün ancak bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma geçişi teşkil edeceğini kanıtlamak...» (K. Marks ve Engels; Seçilmiş Eserler. Arnavutluk baskısı, 2. cilt, s. 486, Tirana, 1975).
Marks proletarya diktatörlüğünü, iktidardaki bazı kişilerin basitçe bir yer değiştirmesi olarak değil, eski burjuva devletin yıkıntıları üstünde kurulan nitelikli yepyeni bir devlet olarak mülahaza ediyordu. O, eski burjuva devlet makinasının devrim yoluyla yıkılmasını, tek proletarya devriminin değil, fakat işçi sınıfının yönettiği gerçek halk devrimlerinin de zorunlu bir koşulu olarak düşünüyordu. Lenin, Marks’ın ünlü eserlerinden «Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i» de belirttiği bu sonucu «ileri doğru atılan dev bir adım» olarak niteliyordu. Tüm eski revizyonistlerce saldırılan ve reddedilen bu temel taşma bu kez de Avrupa - Komünistleri, bu yeni revizyonistler saldırıyorlardı.

Onların, devrim, devlet ve demokrasi sorunlarına karşı tutumları, aslında Sovyetler Birliğindeki «Komünist» partisinin güya «tüm halkın partisi»ne dönüşmüş olduğunu ve proletarya diktatörlüğünün «tüm halkın devletine» yerini bıraktığını beyan eden Sovyet revizyonist- lerininkiyle çakışmaktadır. Sovyet revizyonistlerinin bu beyanatlarından sonra Marchais ve Carrillo, aşağıdaki uslamlamayı yapmak hakkına sahiptirler artık : «Mademki siz, proletarya partisini ve devletini tüm bir halkın bir partisine ve devletine dönüştürüyorsunuz, niçin biz, batıda, böyle yapmak hakkına sahip olmayalım, ama, devrim yoluyla ya da proletarya diktatörlüğü olmadan! Biz «çoğulculuk» içinde ilerleyeceğiz, tabii burjuvaziyle çok iyi anlaşarak, hem de halkın kanısını sizde gerçekleşmeyen «gerçek demokrasi» için koşullandırarak. Boş yere demokrasiye sahibiz diye iddia ediyorsunuz, oysa baskıyı artırıyorsunuz hep.»

Titoculara gelince, onlar da, «demokrasi» ve «çoğulculuk» konusunda Avrupa - Komünistlerine karşı çok zor bir durumda bulunuyorlar. Yugoslav revizyonistleri «bağlantısız dünyadan» söz ediyorlar ve bu formülle de «proletarya diktatörlüğü ve sınıflar mücadelesini «bertaraf» ediyorlar. Dünya kapitalizm ve emperyalizminden istedikleri şey, sadece bu «bağlantısız» ülkelerin statüko içinde kalmaları ve ekonomik yardım almaları. Bu bakımdan Titocular, Avrupa - Komünistlerinin düşüncelerini paylaşıyorlar, şu farkla ki, Yugoslavlar «süper güçlere ve bloklara karşı» sözümona bağımsızlıktan söz ediyorlar da, Avrupa - Komünistleri şekil için bile olsa bunu yapmıyorlar.

Avrupa - Komünistleri, geliştirdikleri düşünceleriyle, ama doğrudan doğruya Yugoslav revizyonistlere saldırmadan, Yugoslavya’da tek bir partinin bulunmasının gerçek demokrasi yolundan bir ayrılma olduğunu ve bunun sonucu olarak da bu ülkedeki sistemin de değişiklikler geçirmesi gerektiğini belirtiyorlar.

Doğrudan doğruya Lenin’e ve devlet ve devrim konusundaki Marksist - Leninist teoriye saldırarak Berlin- guer, Marchais, Carrillo ve yandaşlan, onlara kirli girişimlerinde yol gösterirken, sorunun sadece Stalin’in «yandaşlarına» değil, fakat Ekim Devriminin bir gün öncesine dek beğenilen, kabul edilen bir sistem, ama bugün aşılmış, sözümona demokrasiyi reddettiği için beğenilmeyen bizzat sosyalist sisteme çatmak olduğunu söyleyerek Kruşçevcileri ihanetlerinin sonuna kadar gitmeye çağırıyorlar.

Bu tez, gayet tabii ki, Kruşçevcilere uygun düşmüyor, çünkü bu sonuncular ihanetlerini örtbas etmek ve Marksist - Leninist geçinmek için, sözümona Leninci bazı şekillere sığınmak istiyorlar.

Bu maskeyi muhafaza etmek için, Brejnev zaman zaman, uslu durmayan partilerin bazı zayıf eleştirilerini yapıyor ve onlara sosyalizme geçişin yolu ve biçimleri konusunda Lenin’in ilkelerinin sözde koruyuculuğunu yapmaları gerektiğini öğütlüyor. Ancak, batı ülkelerinin revizyonist partileri de Brejnev’i yanıtlamaktan geri kalmıyorlar : Onlar, Sovyet revizyonistlerinin yaptıklarından fazla birşey yapmıyorlar ki, nihayet demokratik reformlar, siyasal ve ideolojik çoğulculuk yolunu zorla kabul ettiren kendi koşullarına göre davranıyorlar vb. vb!..

Berlinguer, Marchais, Carillo, Togliatti’den daha da ileri giderek, Sovyetler’e şöyle diyorlar : «Barış içinde bir arada yaşamaktan söz eden siz değil miydiniz?» Öyleyse gelin bu biraradalığı yaratalım ve sonuna dek gidelim.» Kiminle barış içinde birarada olunacak? Komünizm düşmanlarıyla, yani kapitalist burjuvazi ile, Amerikan emperyalizmiyle vb. Ama, bu barış içinde birarada yaşamaya gelmeden önce, diyorlar, politika, ideolojide, ekonomide, sanatta, «doğma»lan yeniden bir gözden geçirmek gerek, neden ki bu «doğmalar» halihazırdaki topluma uygun düşmez. Yani Marks’ın Engels’in, Lenin’in, Stalin’in proletarya diktatörlüğü, sınıflar mücadelesi, iktidarın şiddet yoluyla alınması konusundaki düşünceleri gibi, bu «dogmalar» da artık onaylanamaz. O halde iktidarı şiddet yoluyla değil de ama parlamenter yolla, genel seçimlerle burjuvaziyi iktidardan demokratik yollarla uzaklaştırdıktan sonra işçi sınıfının iktidara kavuşmasıyla iktidarı almak gerekir. Demagojik amaçlarla ve kitlelerin gözünü boyamak için Avrupa - Komünistleri alçak- sesle diyorlar ki; «üçüncü yol» ya da «demokratik sosyalizm» sosyal demokrasi değildir, zira sosyal demokrasi «toplumu kapitalizm mantığının dışına çıkaramadı.» Herşeye karşın, şunu da eklemekte sabırsızlanıyorlar : «Sosyal demokrasiyle birleşmemiz, öteki siyasal güçlerle anlaşmamız, onlarla beraber propaganda yapmamız, reformlar, klise, kültür vb. yoluyla kapitalist burjuvazinin devlet aygıtı üzerinde etkili olmamız gerekir, hem, bu devlet aygıtı giderek tümden demokratik bir biçim alacağı, tüm topluma hizmet edeceği ve «sosyalizmi» barışçı yoldan kurmanın koşullarını yaratacağından Marksizm - Leninizm ustalarının dediklerinin tersine, onu yıkmamamız gerek! Kısaca, bilimsel sosyalizmle hiç bir ilişkisi olmayan piç bir toplumsal düzen yaratılmasını öneriyorlar.

Tüm Avrupa - Komünistlerinin ideali, Togliatti’nin tezleri, İtalyan Komünist Partisinin çizgisidir. Öylesine ki bu Carrillo’da ve Marchais’da kıskançlık yaratmıştır. «1956 yılında, diye yazıyor «Humanité» de Georges Marc- hais, Sovyetler Birliğinde olup bitenden ders almakta ve sosyalizme geçiş için bir Fransız yolu seçmekte geciktik», bir başka deyişle Togliatti gibi yapmakta geciktik demektir bu. Marchais ya da Carrillo, polisin Italyan Komünist Partisiyle birlikte olduğunu ve Roma’da bu partiye oy verdiğini söyledikleri zaman, bunu söylemekle, Ber- linguer’in, sosyal demokratlarla, hıristiyan demokratlarla, birlikte genel işlerde ve hatta burjuvazinin işlerinin yönetiminde çaba ve başarılarım övmüş oluyorlar.

Bu bakımlardan, Berlinguer’in «başarısı», yani Italyan ve dünya kapitalizmine boyun eğmesi, öteki revizyonistlerin oportünist siyasal tezlerine somut destekler sağlamaktadır. Berlinguer büyük gayretle çalışıyor, ne burjuva anayasasına, ne de burjuva iktidarına saldırmıyor, bu iktidarı ve aygıtı devirmenin gerekliliğinden hiç mi hiç söz etmiyor, baskıcı Italyan ordusunun ilgasından da dem vurmuyor, tersine gerici partilerle, ordunun güçlendirilmesi babında, Amerikan üslerinin kalması, polis gücünün ve fonlarının çoğaltılması, yasaların dışında, polisin kuşkulu gördüğü kişileri aramaya, hatta telefon konuşmalarını dinlemeye ve özel haberleşmeyi okumaya hakkı olması için beyanatlar imzalıyor.

İtalyan revizyonistlerinin program ve eylemleri hazırdır, ve öteki revizyonistlerin deneyimine hazırdır. İtalya’da, İspanya’da ve Fransa’da, Avrupa - Komünistlerinin program ve söylevlerinde belirttikleri gibi, kapitalizmin sosyalizmle değil, revizyonizmin kapitalizmle bütünleşmesi gelişmekte ve somut bir şekil almaktadır.

Italyan, Ispanyol, Fransız komünist partileri, Çinli revizyonistler için tek bir söz bile söylemiyorlar, işleri güçleri Marks, Engels, Lenin ve Stalin’le, bazan da kendi amaçları için Sovyet revizyonistleriyle mücadele etmek. Onlar Çinli revizyonistlerle her konuda tam bir anlaşma içindedirler. Çinli revizyonistlerse, onlar, ABD ile, gelişmiş kapitalist ülkelerle, yeni - sömürgeciliğin boyunduruğu altındaki ülkelerdeki egemen kliklerle birleşmek için mücadele etmektedirler. Buna benzer bir birlik hain Avrupa - Komünistlerinin de çizgisidir. Çin dış politikası, Avrupa - Komünistlerinin vaaz ettikleri, revizyonist partilerin iktidardaki burjuva - kapitalist rejimlerle birleşmesi politikasıyla çakışmaktadır. Hem Çin Komünist Partisi de sosyalizmde çoğulculuktan yanadır. Çin’de burjuva partileri aynı zamanda, iktidara ve yönetime bile katılır ve onlarsız yapamayan, yaşayamayan, yönetemeyen komünist partisiyle uyuşurlar. Bu temel sorunlarda, Çinli revizyonistler, Avrupa revizyonistleriyle aynı düşüncededirler.

Öte yanda, Çin’de, devlet kapitalist sektörünün ya- nısıra, Çinli özel teşebbüsler, Çin ve yabancı sermayeli karma teşebbüsler, yabancı sermayeli özel teşebbüsler, kooperatif sektörleri vb. vardır. Bu «üçüncü yola» Avrupa - Komünistlerinin vaaz ettikleri sosyalizme çok uygundur doğrusu.

Mao Zedung «yüz çiçeğin açması, yüz düşüncenin rekabeti» teorisini açıkladı. Ne demektir bu? Bu şu demektir : Çin’de serbestçe idealist düşünceler, sosyal - demokrat, cumhuriyetçi, dinî fikirler ifade edilebilir ve geliştirilebilir. «Tüm okullar birbirleriyle yarışsın, bu diyalektiktir!» demişti Mao Zedung. Ama, çoğulculuğun diyalektik olduğu zaman —bunu Avrupa - Komünistleri de desteklemektedirler— sosyalizme, birlik ve beraberlik içinde burjuvaziyle ve partileriyle, barış içinde ve barışçıl yarışma içinde hep beraber, hop beraber gidilebilir.

Madem ki Çin’de, komünist partisiyle birlikte yönetime katılan burjuva partileri vardır, devletin bir proletarya diktatörlüğü devleti olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar, artık bu sözde proletarya diktatörlüğü, ama gerçekte bir burjuva demokrasisi olan melez bir organdır.

Çin uygulaması, Avrupa - Komünistlerinin çizgisine karşılık vererek, devrim ve proletarya diktatörlüğü olmadan da, sosyalizme geçişin olabileceğini gösteren bir «göz boyamadır». Hiç kimse diyemeyecektir : «Ama Çin devrime devrim yoluyla gittiği», «Çin’de bir proletarya diktatörlüğü var». Hayır, bu doğru değildir. Doğru olan, Çin’in Japon istilacılara karşı savaştığı, Komintanga karşı mücadele verdiği, ama ülkede asla bir proletarya diktatörlüğünün kurulmadığıydı. Ama içeriği başkaydı ve biz şimdilerde, komünist partisinin ve Çin devletinin yüzüne taktığı maskelerin sırasıyla düştüğünü görmekteyiz. Mao’nun ve Çu En Lay’ın ölümünden sonra —ki birinci bir seçmeci (eclectique), İkincisi bir demokrat - burjuva idi— Çin’in şimdi gerçek çizgilerinin ortaya çıktığını ve bunun da bir burjuva cumhuriyeti ve bir emperyalist devlet olduğunu görüyoruz.

Sosyalist rejimdeki devletin karakteri konusunda, Avrupa - Komünistleri ile, Sovyet revizyonistleri arasındaki ayrılıklara gelince, bunlar ilkeler konusunda değildir. Avrupa - Komünistleri Sovyet Devletine, onu bozulmuş gibi göstererek saldırıyorlar. Marks ve Engels’in de bizzat bu sistemi onaylamayacaklarını ve hatta Lenin’in çok şeyi eleştireceğini iddia ediyorlar. Bu kaba bir spekülasyon. Kuşkusuz, halihazırdaki Sovyet Devleti sosyalist bir devlet değil. Bu devlet, çalışan kitleleri sömüren, onları baskı altında tutan bir revizyonist burjuvazi diktatörlüğüdür. Ama, bunun üzerinde spekülasyon yapan Avrupa - Komünistlerinin, çoğulcu çizgisi «bilimsel Marksist» tek çizgi, gerçek sosyalizmin kuruluşunda onaylanmış tek yoldur. Onlara göre, bu çizgi «Marks’ın ve Engels’in» öngörmediği, «Leninin’de» farke- demediği tarihsel materyalist evrim diyalektiğinin bir sonucudur. O halde, bu evrimi Berlinguer, Marchais, Car- rillo ve başka Batılı Avrupa revizyonistleri keşfetmiştir,ve onlar, toplumun gerçek değişimine göre tek insanlar oldukları, çağdaş dünyanın olgularını derinliğine tahlil etmekte de tek oldukları için göğüslerine vura vura kendilerini övmektedirler. Gerçekte, onlar her türlü devrimci değişime karşıdırlar. Onların istediği halihazırdaki burjuva «tüketim» toplumunu korumak, kapitalizmin egemenliğini, ve işçilerin sömürülmesini muhafaza etmek. İdealleri, amaçlan bu, bunun için çalışıyorlar, bunun için mücadele ediyorlar. Geri kalan propaganda, demagoji, uydurma, yani burjuvazinin sosyalizmle ve devrimle mücadele etmek için kullandığı araçlar.

Devam
AVRUPA KOMÜNİSTLERİNİN «BAĞIMSIZLIĞI» SERMAYEYE VE BURJUVAYA KARŞI BÎR BAĞIMLILIKTIR
Blogger tarafından desteklenmektedir.