REVİZYONİST OPORTÜNİZMDEN BURJUVA ANTİ - KOMÜNİZME
ENVER HOCA
AVRUPA KOMÜNİZMİ ANTİ-KOMÜNİZMDİR
REVİZYONİST OPORTÜNİZMDEN BURJUVA ANTİ - KOMÜNİZME
AVRUPA KOMÜNİZMİ ANTİ-KOMÜNİZMDİR
REVİZYONİST OPORTÜNİZMDEN BURJUVA ANTİ - KOMÜNİZME
Avrupa - Komünizmi çağdaş revizyonizmin bir türü, Marksizm - Leninizm’e karşı çıkan sahte - teoriler derlemesidir. Amacı, Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in bilimsel teorisinin, işçi sınıfının ve gerçek Markist - Leninist partilerin ellerinde, proletarya diktatörlüğünü ve sosyalist toplumu kurmak, kapitalizmi ve onun alt ve üst ya-pisini taa temellerinden yıkmak için, güçlü ve yanılmaz silah olarak bu teorinin arılığını korumasını engellemektir.
Italyan revizyonistleri, Avrupa - Komünizmini «sosyal demokratların ve Ekim Devriminden sonra Sovyet- ler Birliği ve öteki sosyalist ülkeleri izlediği deneyimden farklı bir üçüncü yol» olarak tanımladılar. Bu üçüncü yol, Italyan Komünist Partisi’nin 15. Kongresinde : «Çağın ulusal çizgilerine ve koşullarına, Batı Avrupa ülkelerinde bugün olduğu gibi parlamenter demokratik kurumlar üzerinde temellenen gelişmiş endüstri toplumla- rındaki ortak önemli özellik ve istemlere uyarlanmış bir çözüm» olarak sunuldu. (La politica e l’organizzazione dei comünisti italiani, Roma, 1979, s. 8 - 9).
Avrupa - komünistlerinin kendilerinin de kabullendikleri gibi bu «üçüncü yolun» bu sözde Avrupa - komünizminin, Marks, Engels ve Lenin’in, Ekim Devriminin ve onu izleyen öteki sosyalist devrimlerin somutlaştırdığı ve uluslararası proletaryanın sınıf mücadelesi ile doğrulanan gerçek bilimsel komünizm ile hiçbir ilişkisi yoktur. Avrupa - komünizmine bir ad vermek gerekirse, bu olsa olsa «3 Nolu Avrupa revizyonizmi» olabilir.
Günümüz Fransız, Italyan, Ispanyol komünist partileri artık sadece isimlerinde komünisttirler, çünkü bunların üçü de hizmetinde oldukları burjuvazinin kokuşan sularında debelene debelene yürüyorlar. Batı Avrupa revizyonist partilerinin programlan aynı nakaratı yineleyen sosyalist, sosyal - demokrat ve burjuva partilerinden farklı olmayan tipik reformist programlardır. Gerçekte revizyonistlere esin veren bu sosyal - demokratlardır. Amaçları proletarya devrimini gerçekleştirmek, toplumun sosyalizme dönüşmesi değil, geniş kitleler arasında, artık gereksiz ve uygunsuz buldukları devrimi terketmek gerektiği görüşünü yerleştirmektir. Peki ne yapmak gerek onlara göre : «Yaşamı değiştirmek», «Yaşam tarzını değiştirmek», «Günlük sorunları düşünmek», «Halihazırdaki kapitalist topluma saldırmamak», «Proleter devrimi yerine bir kültür devrimi gerçekleştirmek», işte gündüz - gece bu antimarksistlerin vaaz ettikleri bunlar. «Daha iyi yaşamak, ücretlerimizin düşürülmemesi için uyanık olmak, ücretli tatil, garanti iş», «Daha fazla ne isteriz?» deyip duruyorlar işçilere. İtalyan ve Fransız revizyonist partileri her toplantıda bu sorunları işliyor, kongrelerinin her birinde, bu sorunlarla proletaryayı, emekçileri, oylarını almak için boş düşlerle uyutuyorlar.
Sosyal demokrat tipteki klasik revizyonizm, çağdaş revizyonizmle bütünleşmiştir. Bernstein ve Kautsky’nin kuramları, bazan açıkça, bazan değişik biçimde, revizyonist Browder’de, Kruşçevci revizyonizmde, Titocu reviz- yonizmde, Fransız revizyonizminde, Togliatti’nin İtalyan revizyonizminde, sözde Mao Zedung düşüncesinde ve tüm revizyonist akımlarda vardır. Halihazırdaki kapitalist ve revizyonist dünyada gelişen bu sayısız Anti-Marksist akımlar, dünya devrimi sinesinde, devrime karşı içerden savaşarak uluslararası kapitalizmin varlığını uzatmayı amaçlayan beşinci koldur.
Marksizm - Leninizm’in reddi kapitalizmin ve emperyalizmin her zaman bağlı olduğu bir amaçtır. Çağdaş revizyonizm, tüm araç ve şekillerle, açık ve kapalı, her tür sahte - bilimsel felsefî slogan ve kuramlarla onlara bu yolda yardım etmektedir.
Fransız Komünist Partisi’nin 22. Kongresinde Marc- hais, sosyalizme sınıf mücadelesi olmadan gideceklerini, artık, bu toplumu kurmak için proletarya diktatörlüğüne gerek kalmadığını açıkladı. Kendi «sosyalizminin» yalnız çeşitli partileri değil, gerici partileri de içereceğini belirtti. Böylece, Brejnev ve Tito için olduğu gibi, Marc- hais için de sermayenin egemen olduğu birçok ülkede sosyalizm daha şimdiden kurulmaya başlamıştır ve bunun kanıtı için de girişe «Sosyalist ülke» levhasını asmak yeterlidir.
Bunu başka şekilde söylersek, çağdaş revizyonistlerin vaaz ettiği gibi, madem ki dünya kendiliğinden sosyalizme gitmektedir, hiç kimsenin artık Marksizm - Leninizm’e gereksinimi kalmamıştır, sosyalizmin ve devrimin bilimi olarak o, bundan böyle geçmişe aittir ve dolayısıyla onu terketmek gerekir.
Çeşitli revizyonistler, Marksizm - Leninizm’in «eskidiğini», günümüzün gelişmiş toplumunun sorunlarım çözme yeteneğinden yoksun olduğunu, çağdaş uygarlığa artık uyamadığını iddia ediyorlar. Onlara göre, çağdaş toplum Marksizm - Leninizm’den alabileceği her şeyi almıştır ve Marksizm - Leninizm, Kantizm, Pazitivizm, Berg- son irrasyonalizmi ve öteki idealist ideolojiler gibi eskimiş felsefeler kervanına katılmıştır. Ultra-revizyonist Milovan Djilas, Marksizm - Leninizmin, ondokuzuncu asırda özümlenmiş bu felsefenin bugün değerini yitirdiğini açıkça beyan etmektedir, çünkü bugün, bilim, geçen ;yüzyılın bilim ve felsefesine oranla çok daha fazla gelişmişmiş.
İtalyan, Fransız ve İspanyol revizyonistleri bu yolda ilerleyerek Avrupa - Komünizmi adını verdikleri oportünist görüş ve tutumlarını kuramda formüllendirebilmek ve sözde «Marksizmin yeni bir gelişimini» temsil eden ayrı bir ideolojik ve politik doktrin karakteri verebilmek için büyük çabalar harcadılar. Avrupa - Komünizmi bu partilerin son kongrelerinde, çerçevesi iyi belirlenmiş, tamamlanmış bir şekil aldı. Bu üç parti resmî olarak Marksizm - Leninizm’i reddettiler. Marchais’nin Fransız Komünist Partisi, Marks’ın teorisini kuru ve dogmatik kavramlarla oluşturulan, değişmez kuralların kapalı sistemi saymakta ve kendi yarattıkları yeni «teori» için kaynaklarını ulusunun felsefî ve siyasî akımlarından aldığını söylemektedir. Gayet tabii ki, Fransız revizyonistleri, Marks’ın eserinde eleştirel biçimde aldığı ilerici ve devrimci felsefî katkılara değil, ama özellikle, revizyonistlerin şimdi kendilerine malettikleri ve Marks’ın teşhir edip çürüttüğü görüşlere atıfta bulunuyorlar...
Revizyonistlerin, tüzük, program ve öteki belgelerinden Marksizm - Leninizm ibarelerini çıkarmaları, sadece uygulamada çok önceden beri yaptıklarını onaylayan bir şekilsel karakter değildir. Bu eylem, öte yandan, sadece burjuvazinin; revizyonist partilerin artık «komünizm hayaletinin» sözünü etmemeleri isteğinin yerine getirilmesi de değildir. Bu, çağdaş revizyonizmden Avrupa sosyal demokrasisinin ideolojik durumlara geçişinin resmî eylemi de değildir. Revizyonist partilerin Marksizm - Leninizm’e başvurmaları —ki, şimdiye kadar bunu emekçileri aldatmak için bir maske olarak kullanmışlardı— olayı, ona karşı burjuva anti-komünizmi noktasından açık bir mü- cadele başlattıklarını kanıtlamaktadır. Şurası gerçektir ki, bugün ideolojik planda, Marksizm - Leninizm’e, sosyalizme ve devrime karşı mücadele bayrağını taşıyanlar Avrupa - Komünistleridir. Burjuva büyük basın yayın tröstleri, radyo, televizyon, revizyonistlerin kongrelerine, söylevlerine, yapıtlarına, gerçekten de şaşırtıcı reklamlar yapmaktadırlar. Berlinguer, Marchais hatta Carillo gibi kişiler, büyük propaganda makinası sayesinde, ün bakımından sadece sinemanın süper yıldızlarını değil, papaları, en önemli devlet başkanlarını bile geride bırakan kişiler durumuna gelmişlerdir. Gazeteciler, yazarlar onların herbirini adım adım izlemekte ve ağızlarından çı-kan her süzcüğü büyük harflerle gazete sayfalarına geçirmektedirler.
Tüm bu reklam, tüm bu yaygara, burjuvazinin önceden ilan ettiği anti-komünist silahlarının paslandığı ve yıprandığı bir zamanda, kendisi için komünizme soldan saldırgan gayretkeş uşaklar bulmasından doğan büyük sevincin kanıtıdır. Sermaye, içinde bulunduğu zor koşullarda, revizyonistlerin kendisine sundukları dayanaktan daha iyisini ve daha etkilisini bulamazdı. Burjuvazinin, demagojiye, yalancılıklara, kuramsal spekülasyonlara ve uygulamalı eylemlere yağdırdığı övgüler, emekçileri aldatmak ve yollarından uzaklaştırmak için başvurdukları tüm bu çırpınmalar tamamen anlaşılabilir ve kanıtlanabilir olgulardır.
BURJUVA TOPLUMUNUN BURJUVA ANLAYIŞI
Avrupa - Komünistleri burjuva toplumunun Marks, Engels, Lenin ve Stalin zamanından sonra, çok geliştiğini söyleyerek bugünkü kapitalist toplumun ve çelişkilerinin yanlış bir görüntüsünü vermeye ve böylece de onların temel tahlil ve öğretilerinin «aşılmış ve çürümüş» olduğunu göstermeye çabalıyorlar.
Onlar, bugünkü kapitalist toplumu birleşmiş olarak görüyor, bu toplumda preleter ve burjuva kutuplaşmasını ayırdetmiyor, bu iki sınıf arasındaki çelişkiyi artık temel çelişki olarak görmüyor, bundan hareketle de, sınıf mücadelesini bu toplumun temel itici gücü olarak mülahaza etmiyorlar. Avrupa - Komünistleri «gelişme» den, «ilerleme»den, «refah»tan, «demokrasi»den vb. kaynaklanan bazı çelişkileri kabul etmekle yetiniyorlar. Onlara göre bu çelişkiler, eski çelişkilerin, özellikle de emek ve sermaye arasındaki çelişkinin yerini almışlardır. Bu son çelişki ise proletaryanın tarihsel görevi, devrim, pro-letarya diktatörlüğü ve sosyalizmin rolü konusunda Marksist - Leninist teorinin temelini teşkil eder.
Halen, diye iddia ediyorlar, proletarya Marks ve Le- nin’in zamanındaki proletarya değildir, sınıflar değişti, bu sınıflar artık, Marks ve Lenin’in tanıdığı ve konu ettiği sınıflar değildir. Bugün, diyorlar Avrupa - Komünistleri, burjuva sınıfı, sınıf olarak «emekçilerin» içinde ergimiş, onlarla özdeşleşmiştir ve zenginlik küçük bir kapitalist klikin ellerinde toplanmıştır, bunlar da bu mülkiyeti koruyup savunuyorlar. Örneğin, Marchais, şunu «keşfetti» : Fransa’da, halihazırda «hesaba katılan» burjuvazi 25 endüstri ve finans grubunda toplanmış, geri kalansa «emekçiler» denmiş! Öyleyse, diye vurguluyorlar, revizyonist dönekler, kapitalist burjuva devlet değişmiştir, çünkü bizzat toplum ve sınıflar değişmiştir. Öyleyse, diye sonuç çıkarıyorlar, dönemlerinde tamamen farklı olan ve bugünkü kapitalist devleti bilmeyen Marks ve Lenin, proletaryaya bugünkünden ayrı bir görev, iktidarın proletarya tarafından alınması için ayrı bir yöntem, sosyalizme ulaşmak için ayrı bir mücadele biçimi öngörmüşlerdir.
Avrupa - Komünist revizyonistler için bugün kapitalist toplumun tüm sınıf ve tabakaları, özellikle de aydınları proletarya ile özdeşleşmiştir. Onlara göre, bir avuç kapitalist bir yana, ayırım yapmadan tüm ötekiler, toplumu, burjuva toplumundan sosyalist topluma dönüştürmek isteyeceklerdir. Bu amaca ulaşmak için de, Avrupa - Komünistlerine göre tabii, eski toplumu düzeltmek gerekir, yıkmak değil.
Fantezici bir biçimde, iktidarın yavaş yavaş, düzeltmelerle, kültürün gelişmesiyle, istisnasız tüm sınıflar arasında sıkı bir işbirliğiyle, iktidarı elinde bulunduranlarla bulundurmayanların da sıkı bir işbirliğiyle ele ge-çirilmesini düşlüyorlar. Tüm revizyonistler, Amerikan proletaryasını kafasında canlandırırken «üst seviyede endüstrileşmiş» Amerikan toplumunda, Marks’ın anladığı anlamda bir proletarya olmadığını «kanıtlamaya» çabalayan Marcuse’ün yolunu izliyorlar. Ona göre bu proletarya artık tarihe karışmıştır.
Marcuse, Garaudy, Berlinguer, Carillo, Marchais ve hempalarına göre bu, şu anlama geliyordu : «Yoğaltım toplumu», «İlerlemiş endüstri toplumu» eski kapitalist toplumun şeklini değiştirmekten memnun olmayan bu toplum, sınıfları da bir düzeye getirmişti, tıpkı özellikle Georges Marchais’nin «Artık, Fransız proletaryasından değil, ancak Fransız işçi sınıfından söz edilebilir» dediği gibi.
Oysa Marks şöyle diyordu :
«Ekonomi politikte, proleter derken, kapitali üreten ve artıran ve bay kapitalin gereksinimi bittiği zaman kaldırıma attığı ücretliyi anlamak gerekir.» (Marks, Kapital, Arnavutluk basımı, cilt I, 3. kitap, s. 74).
Marchais’nin artık proleter görmemesi için ne değişmiştir Fransa’da? Artı - değeri üreten, sermayeyi artıran ücretli işçiler kalmamış mıdır artık? «Bay kapital»in, fazla bularak, kaldırıma attığı işsizler yok mudur artık?
Sosyalist Arnavutluk’ta, evet, kapitalist devletlerde bu kavrama verilen anlamda proletarya yoktur, çünkü, bizde Devlet iktidarını ve belli başlı üretim araçlarını işçi sınıfı elinde tutmaktadır ve bu sınıf ezilmemekte, sö- mürülmemekte, kendisi ve sosyalist toplum için özgürce çalışmaktadır.
Oysa, üretim araçlarından yoksun olan, yaşamak için iş gücünü satmak ve hiç durmadan yoğunlaşan kapitalist sömürüye boyun eğmek zorunda kalan işçi sını-finin bulunduğu kapitalist ülkelerde ise durum bambaşkadır. Bu ülkelerde, proletarya vahşice ezilmesinin, iliklerine kadar sömürülmesinin yanısıra burjuva ordu ve polisinin baskısına da düçardır. Kapitalist ülkelerde, proletarya, yoğaltım toplumunun ürettiği tergal giysilerine rağmen, gerçekte, proletarya olarak kalır.
Modem revizyonistlerin proletarya adını değiştirmeleri boşuna değildir. Eğer, kapitalist ülkelerde, kendi kollarının gücünden başka birşeye sahip olmayan proletaryadan söz ediliyorsa, bu, proletaryanın kendisini ezenlere ve sömürenlere karşı savaşmasını da gözönünde bulundurmak gerekir. İşte, amacı kapitalin eski iktidarını temellerinden yıkmak olan bu mücadeledir burjuvaziyi dehşete düşüren ve işte tam bu alanda revizyonistler, ellerindeki tüm olanaklarla burjuvaziye yardım ederler.
Tarihin, toplumun en ileri sınıfı, insanın insan tarafından sömürülmesini ortadan kaldırma ve gerçekten özgür, eşit, doğru ve insancıl yeni bir toplumu kurma şanlı görevini verdiği kendiliğinden olan bir sınıf olarak proletaryanın varlığının yadsınması yeni bir şey değildir. Felsefî bir doktrin ve siyasî bir hareket olarak Marksizm doğarken çeşitli oportünistler de işte bunu söylüyorlardı. Marks ve Engels bu görüşleri çürüttü. Proleter sınıfa sadece bunları değil, burjuvazinin öteki uşaklarıyla, modern revizyonistler gibi kapitalizmin gelecekteki savunucularıyla savaşmak için silahlar ve kanıtlar verdi.
Marksizmin en büyük değerlerinden birisi, proletaryada sadece ezilen ve sömürülen bir sınıfı değil, zamanın en ilerici, devrimci sınıfını, tarihin kapitalizmin mezar kazıcılığı görevini verdiği sınıfı da görmesidir. Marks ve Engels bu görevin, sosyo-ekonomik koşulların kendisinden, proleter sınıfın üretici sürecinde ve sosyo-politik yaşamda aldığı yer ve oynadığı rolden, gelecekteki sos-yalist toplumun yeni ilişkilerinin taşıyıcısı, yolunu aydınlatan kendi bilimsel ideolojisinin, kendi yönetici kurmayı komünist partisinin sahibi olması gerçeğinden doğduğunu ortaya koydu.
Kapitalist toplum ekonomisinde ve sosyal yapısında ortaya çıkan değişikliklere karşın, proletaryanın genel, iş, yaşam ve varoluş koşullan bugün hâlâ Marks’ın çözümlediği gibidir. Toplumun ileri dönüşümü için devrimci yöntemlerin ana ve önder gücü olarak proletaryanın yerini başka hiçbir sınıf ve tabaka alamayacaktır.
Bu sorun üzerindeki Marks’ın öğretileri sapasağlam durmaktadır. Marksist teoride proleter sınıfı kendi manevî silahını bulur, bu teori proletaryada maddi silahını nasıl buluyorsa. Marks; proletarya devrimin yüreği, felsefe ise başıdır, diyordu. Marks’ın «Kapital»i dünya proletaryasına burjuvazinin kendisini hangi yöntem ve biçimlerle sömürdüğünü bilimsel olarak anlatan, yol gösterici bir kılavuzdur. Kapitalistler proletaryayı fabrikalara, makinalara zincirler, ama «kapital» proleter sınıfa bu zincirleri nasıl kıracağını öğretir.
Proletaryanın niteliğinin ve tarihî görevinin değiştiği konusundaki revizyonist tezler Batı ülkelerinin komünist partilerinde uzun zamandır vardı. Fakat bunu resmen ve açıkça ortaya koyan Fransız Roger Garaudy idi. Gara- udy artık Fransız proletaryasının yoksulluğunun sürdüğünden söz edilemeyeceği, nüfusun çeşitli sınıf ve tabakalarının bugün kaynaşmaya, birleşmeye doğru gittiği kuramını geliştiren ilk «teorisyenlerden» biriydi.
Şimdi, öteki revizyonistlerce de yinelenen ve uygulanan Garaudy tezlerinde : «Bugünkü koşullarda devrime gerek yoktur, çünkü işçiler artık burjuva mülk sahipleri tarafından değil, fakat onların yerini alan teknisyenler tarafından yönetilen büyük kapitalist teşebbüslerin kâ-rını etkin bir şekilde tedrici olarak bölüşüyorlar» diyordu. Bu düşünce büyük bir sahtekârlıktır, neden ki bu teknisyen ve uzmanlar bir tek işletmenin çizmesi altındadır. Üretim araçlarının gerçek sahipleri olan büyük kapitalist tröstlerin ve tekellerin hizmetkârıdırlar.
Kapitalist dünyada sosyal yapı ve sınıftaki değişikliklere karşın sınıfların yeri ve sınıf ilişkileri yönünden hiçbir şey değişmemiştir. Marks, Engels, Lenin ve Stalin’- in burjuva toplumdaki sınıflar ve sınıf mücadelesi konusundaki teorisi bugün de güncelliğini ve geçerliliğini korumaktadır.
Garaudy’ninkine benzer bir dizi başka «teoriler», batıda hem yeni Fransız sahte filozofları, hem de onların Alman, Amerikan, İtalyan ve öteki meslektaşları tarafından kabul edildi. Tüm bu teoriler revizyonizmin, Troçkizmin, anarşizmin ve sosyal-demokrasinin damgasını taşımaktadır. Tüm bu teorilerin, tüm bu revizyonist ve oportünist yadsımayı bir araya toplayan, adi bir şekilde sistemleştiren Fransız, İtalyan, İngiliz, İspanyol vb. revizyonist partilerin tümüyle özel mülkiyetine geçtiği zaman meydana geldi.
Günlük yaşam, işçi sınıfının mücadelesi ve bu teorilerin maskesini indirmeye devam ediyor. Bunlar, onların gerici ve karşı-devrimci amaçlarını açıkladı ve açıklamaya da devam ediyor. Marks’ın tezi, yani her işçinin ne ölçüde zenginlik üretirse o ölçüde yoksullaşacağını, ne denli çok meta üretirse, bir meta olarak kendi değerinin o denli azalacağını, proletaryanın üretim araçlarını kamulaştırmadan ve burjuva devlet iktidarını devrimle almadan sömürüden kurtulamayacağını açık bir şekilde kanıtlıyor.
Bugün Marchais, Berlinguer, Carrillo ve yandaşları gibi revizyonistler, Marks’ın bu bilimsel görüşünü reddediyorlar. Günümüzde, diyorlar, bilimsel ve teknik devrimin gelişmesi, işçilerin reformlar yoluyla elde ettiklerinden dolayı, proletaryanın göreli ve mutlak yoksullaşması süreci artık ortadan kalkmıştır. Bununla da, proletaryaya, tüm istek ve gereksinimlerinin kapitalistlerce verilen sadakalar ile yerine geleceğini, bu yüzden devrime gerek kalmadığını söylemek istiyorlar.
Olayların yadsınmaz gerçekleri ile yüzyüze gelen öteki bazı revizyonist «teorisyenler», Marks’ın işçi sınıfının sömürülmesi ile ilgili söylediklerinin doğru olduğunu, ancak söylediklerinin hem kapitalist, hem de sosya- yalist ülkeler için eşit derecede geçerli olduğunu iddia ediyorlar. Sonuç olarak söyledikleri şey şu : İşçi sınıfının kapitalist sömürüye karşı ayaklanmasına hiç bir neden yoktur, çünkü işçi sınıfı bu sümürüden hiç bir zaman kurtulamaz! Bu gerçeğin çarpıtılmasıdır, yalandır. İşçi sınıfının kapitalizm ve sosyalizmdeki durumları tümüyle birbirine karşıttır.
Kapitalist ve revizyonist ülkelerde işçi, çalışmada da, yaşamda da serbest değildir. Çalışma gücünü sıkıp alan ve bundan sermaye için artı-değer yaratan makinanın, kapitalistin ve teknokratın bir tutsağıdır. Sadece işçi sınıfının iktidarda olduğu, Marks’ın öğretilerinin doğru olarak uygulandığı gerçek bir sosyalist rejim proletaryaya üretim araçlarının sahibi olmayı ve kendi bilincine varmayı ve diktatörlüğü vasıtasıyla tüm siyasal, demokratik hak ve özgürlüklerini elde etmeyi sağlar.
Burjuva toplumda asıl olan, kapitalizmin işçi sınıfına vurduğu ekonomik zincirlerdir. Tüm kapitalist sistem bu tutsaklık üzerine kurulmuştur. Bununla birlikte, bu büyük gerçeği reddetmeye güçleri yetmeyen burjuva revizyonist teorisyenler, Marks’ın sözünü ettiği asıl ekonomik sömürü sorununu karartmaya, bir sürü uydurma tez ile ve yanlış olarak yorumlamaya çalışıyorlar. Bu sö- zümona teorisyenler, işçi sınıfının sermayeye bağlılığını çürütmekten aciz olarak, mal sahibinin, artık kapitalist düzende insanları ne denli çok sömürdüğünü ve tutsaklaştırdığını göstermeye gerek olmadığını, fakat gösterilmesi gereken şeyin sermaye ile bağının onu canlı tuttuğu için işçinin yararına olduğunu söylüyorlar. Emelleri, dikkatleri «tüketici toplumun» «iyilikleri» üzerinde toplamaya çalışarak, işçi sınıfını, kapitalizme karşı sınıf mücadelesinden caydırmaktır.
Çağdaş revizyonistler, dikkatleri ekonomik baskı ve sömürüden uzaklaştırmak için bir çok aldatıcı tezler uydurmuşlardır. Özellikle de, işçinin «tüketim toplumun- da» o kadar çok şeyden yararlandığı için ekonomik sorunlarının en sonda geleceği tezini överler. Onlara göre işçinin tüm kaygısı, salt dinsel sorunları, ailesi, karısı, televizyonu, arabası vb.’dir. Sonuç olarak da, ekonomik sömürü sorunu, sözde, artık sınıf mücadelesi ve devrimin temel sorunu değildir. Gerçekte burjuvazi tüm bunları, sorunu yumuşatmak, çalışan kitleleri burjuva düzeni yıkma mücadelesinden caydırmak için yapmaktadır.
Avrupa - Komünistleri, Marksizm - Leninizm’le ilgilerini kesmede, öteki temel sorunlarda Marksizm - Leninizm’den farklı yeni bir «teori» yaratmada, kendilerini büyük bir kargaşa ve düzensizliğe, tutarsızlığa kaptırmış, çelişkilere düşmüşlerdir. Aslında, bugünkü kapitalist dünyanın çelişkilerini açıklamaktan ve bunların ortaya çıkaracağı sorunlara yanıt vermekten acizdirler. «Kriz», «işsizlik» burjuva toplumunun rezillik ve yozlaşmasından söz ettikleri doğrudur. Ama hiç kimsenin, hattâ burjuvazinin bile yadsımadığı genel gözlemlerle kendilerini sınırlamaktadırlar. Bu olguların nedenlerini, vahşi kapitalist sömürüyü örtbas etmek ve bu sömürü nün sadece devrimle, kapitalist baskı sistemini ayakia tutan eski ilişkilerin yıkılmasıyla bertaraf edilebileceği gerçeğini saklamak için çabalamaktadırlar.
Avrupa - Komünistleri, üretici güçlerin gelişmesinden, bilimsel teknik devrimden, kapitalizmin yeniden kurulmasından vb. dolayı, kapitalist toplumun güya geçirdiği önemli değişikliklerin bir sonucu olarak «sınıf mücadelesinin yok olması» konusundaki tezleriyle olsun; güya artık sosyalizme ilgi duyanların sadece işçi sınıfı ve çalışan kitleler değil, aynı zamanda küçük bir tekelciler grubu dışında burjuvazinin tüm tabakaları da olması gerekçesiyle geniş kapsamlı bir sınıf işbirliği kurma gerekliliği vaazları ile burjuvazinin hizmetinde ve tek bir karşı-devrimci akımda birleşmişler, bugünkü kapitalist toplumun sosyalizme, reformlar yoluyla geçilebileceği iddiaları ile, kendilerini salt teoride değil, pratik eylemlerinde de eski Avrupa sosyal demokrasisi ile özdeşleştirmişlerdir.
Tüm dönemlerde, işçi sınıfına ve onun yönetici rolüne ilişkin tutum, devrimci bilincin mihenk taşı olmuştu. Devrimci harekette, proletarya hegemonyasının yadsınması reformizmin en kaba şeklidir, diyordu Lenin. Ama bu kabalık İtalyan revizyonistlerini hiç mi hiç endişe- lendirmemektedir. Gerçekte de, reformizmlerini o denli kabaca övmektedirler ki, gerçekten, gülünç durama düşmektedirler. «Kapitalizmi arkada bırakıp, sosyalizmi kurma sürecinde işçi sınıfının yönetici rolü», «tüm anayasal partilerin, kuşkusuz her zaman demokratik anayasal kurallara bağlı kalırken, toplumun sosyalist dönüşümünü istemeyen, buna karşı çıkan partilerin bile, tüm haklara sahip olduğu demokratik sistem çerçevesinde, sosyalizmi isteyen farklı parti ve gruplar arasında işbirliği ve anlaşma yoluyla gerçekleştirilebilir ve de gerçekleştirilme- lidir» deyip duruyorlar.
Bu «ilginç Marksist görüş» diye ekliyor Berlinguer yandaşları. Yeni bir buluş değil, Labriola ve Togliatti’- nin düşüncelerinin gelişmiş şeklidir. Aynı fırsatta, bizzat kendileri de düşüncelerinin kaynaklarını kabullenmiş oluyorlar. Bununla birlikte şunu da söylemek gerek : şimdi bir klasik gibi öne sürdükleri Labriola aklıbaşında bir Marksist değildi. Devrimci eylemden ve devrimin sorunlarından çok uzaktı. Togliatti’ye gelince, yapıtlarının da gösterdiği gibi bir sapkın ve oportünistti.
İtalyan revizyonistleri ve Fransa ya da Ispanya’daki benzerleri Labriola ve Togliatti’ye atıfta bulunarak Le- nin’in devrim ve sosyalizmin kurulmasında proletaryanın hegemonyasının gerekliliği kuramını unutturmak istiyorlar.
Lenin tüm devasa eserlerinde, Avrupalı sosyal-demok- ratların bıraktığı, Marks’ın; devrimde proletaryanın hegemonyası teorisini savundu ve geliştirdi. Bu soruna değgin sosyal-demokrat görüşler günümüzde revizyonistlerce yeniden canlandırıldı. Lenin, yeni emperyalizm şartlarında proletaryanın hegemonyasının sadece sosyalist devrim için değil, demokratik devrim için de kaçınılmaz olduğunu söyledi. Bu hegemonyanın kurulmasının gerekli olduğunu, zira proletaryanın, herhangi bir başka sınıftan daha fazla, devrimin zaffere ulaşmasından ve tamamlanmasından çıkarı olduğunu açıkladı. İşte bu kurama bağlı kalarak proletarya devrime gitti, zafer kazandı, oysa revizyonistlerce vaaz edilen teorilerle, o burjuvazinin boyunduruğunu sarsamazdı.
Yalnız, işçi sınıfının hegemonyası hakkındaki Leninist kuram, Arnavutluk’ta devrimin başarıya ulaştırılmasında, sosyalizmin zaferinde göz alıcı bir biçimde uygulanmış ve doğrulanmıştır. Arnavut komünistleri için, taa başından itibaren, tek bir partinin, Komünist Par-tisinin Ulusal Kurtuluş Savaşını kesin zafere kadar yönetebileceği, tek bir sınıfın, işçi sınıfının bir mücadelede ağırlıklı rolü oynayabileceği bu sınıfın bellibaşlı mütte- fiğinin yoksul ve ortahalli köylüler olacağı, gençliğin ve öğrencilerin partinin önemli bir desteği ve öğrencilerin Arnavut kadınlarıyla birlikte halk devriminin savaşçı tabakasını oluşturacağı açık olarak görülmüş, kabul edilmişti.
Arnavutluk işçi sınıfının sayısal azlığı, onun ağırlık rolünü oynamasını engellemedi. Çünkü, başında Komünist Partisi vardı ve bu parti Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in öğretilerine göre yönetiliyordu. Zamanın isteklerine ve geniş işçi yığınının çıkarlarına cevap veren partimizin doğru çizgisi halkın işçi sınıfı çevresinde, Komünist Partisinin tek ve tüm önderliği altında, aynı cephede büyük birliğin oluşturulmasını mümkün kıldı.
Partimizin doğru çizgisi ve önderliği, giderek gelişen ve genel bir ayaklanma biçimini alan mücadelenin halkın genel silahlı ayaklanmasının gelişimini, Arnavutluk’un kurtuluşu ve halk iktidarının kuruluşuna yöneltti.
Avrupa - Komünistleri devrim ve sosyalizmin kuruluşunda, işçi sınıfının ağırlıklı ve yönetici rolünü yadsıyarak komünist partisinin Marksizm - Leninizm’le tanımlanan, dünya komünist ve işçi hareketinin uzun tarihince doğrulanmış olan rolü ve görevi de terketmekten başka birşey yapamazlardı.
İtalyan Komünist Partisinin 15. Kongre tezleri artık «yeni bir parti» kurulmuştur der. Nedir bu «yeni parti?» Tüzüğü de şöyle der : «İtalyan Komünist Partisi, işçileri, çalışan halkı, aydınları ve Cumhuriyet Anayasası çerçevesi içinde, anti-faşist demokratik rejimin birleşmesi ve gelişmesi, toplumun sosyalist açıdan yenilenmesi, halkların bağımsızlığı, barış ve detant için tüm uluslar-arasında işbirliği için mücadele eden yurttaşları örgütler...» Tüzük şöyle devam ediyor : «İtalyan Komünist Partisi, felsefî görüşlerine, kökenlerine ve dinî inançlarına bakmadan, siyasi programını kabullenen, parti örgütlerinden birinde çalışarak onu başarmaya çalışan 18 yaşından büyük, tüm yurttaşlara açıktır...»
İtalyan revizyonist partisinin tüzüğünden, Fransız ve İspanyol revizyonist partilerininkileriyle aşağı yukarı aynı olan bu uzun bölümü, Avrupa - Komünisti revizyonistlerin, Leninist Parti anlayışından ne denli uzak olduklarını ve sosyalist, sosyal-demokrat parti modellerine ne denli yaklaştıklarını göstermek için aldık. Leninist tipte bir partiden farklı olmasını isteyerek «yeni bir partiden» söz ediyorlar, ama gerçekteyse, yeni dedikleri partileri, Lenin’in mücadele edip yıkıntıları üzerinde tüm öteki gerçek komünist partileri bir örnek ve model durumuna gelen Bolşevik Partisini kurduğu, İkinci Enternasyonal partileri tipinde eski bir partidir.
Tüzüğün başına yerleştirilen, felsefî görüşüne ve dinî inançlarına bakılmadan herkesin partiye girebileceği kuralı, Marks’ın felsefesinin bu partiye uzaklığını, partinin eklektizminin açıklığını ve taktikleri bir yana, bir türlü uzlaşma çizgisinin stratejisinin bir parçası olduğunu, İtalyan Komünist Partisinin değişen siyasal koşu la- ra göre saptanan çizgisi, politikası ve tutkuları ile liberal sosyal-demokrat bir parti olduğunu hiçbir yoruma gerek bırakmayarak kanıtlamaktadır. Bu liberal politika partinin iktidarı alacağını ve elde tutacağını değil, zaman zaman oy toplayacağını garantiler. Burjuvazinin övgüsünü, kiliselerdeki papazların ve manastırlardaki keşişlerin sempatisini toplar.
Lenin’in parti konusundaki temel düşüncesi, onun işçi sınıfının bilinçli öncü müfrezesi, Marksist bir müfrezesi olması gerektiğidir.
Bu konuda şöyle diyor Lenin :
«Yalnız öncü bir teoriyle yönetilen bir parti, öncü savaşçı bir rolü yerine getirebilir.» (1).
Bu öncü, devrimci teori, zaferin güvenilir rehberi, Marksizm’dir. Revizyonistler, yalnızca komünist partisinin böyle bir parti olması koşulunu, yani Marksizm’in kabulünü bırakmamışlar, ama tüm burjuva, oportünist, gerici, felsefî görüşlerin partilerinde bir araya gelmesine izin vermişler, bunu da tüzüklerinde onaylamışlardır. Komünist partilerin temel özelliği, ayırt edici özelliği, onlara rehberlik edip onların tüm eylemlerinde, sadakatle bağlı kaldığı tek ideoloji Marksizm - Leninizm’dir, Marksizm - Leninizm’in dışında komünist parti olamaz.
İtalyan, İspanyol, Fransız, sözümona komünist partileri ve bunlar gibi öteki partiler burjuva reform partileri iken, gerçek komünist partiler devrimi başarmak ve sosyalizmi kurmak için varolan partilerdir. İkinciler, burjuva düzeni yıkma, yeni dünyayı kurma yanlısı partiler, birinciler ise kapitalist dünyanın savunmasını yapan ve eski dünyanın korunması tarafları partilerdir.
Bolşevik Partisinin kurulması için oportünistlere karşı mücadelesinde Lenin şöyle diyordu :
«Bize bir devrimciler örgütü verin, Rusya’yı ayaklandıralım.» (2). Böyle bir parti kurarak, Rus işçi sınıfını, şanlı Ekim Devriminin zaferine götürdü.(1) V. Lenin; Toplu Eserleri, Arnavutça baskısı, cilt V, s. 435 - 436.
(2) La politica e l’organizzazione dei communisti italiani, Rome, 1979, s. 153.
Ancak, Berlinguer revizyonistleri, İtalyan işçi sınıfını nereye götürmek istiyor? «Cumhuriyet Anayasası çerçevesinde savaşmalıyız.» diyorlar. Oysa burjuvazi ise: «Benim Anayasa kafesinin dışında istediğiniz kadar savaşabilirsiniz, bu beni rahatsız etmez.» diyor. Burjuvazi, Anayasasını, yasalarını ve kurumlarını korumak için ordu, polis, mahkeme vb.’sini koruyor. Şimdi bunların ya- nısıra işçi sınıfını baskı altında tutmak ve köleleştirmek, ideolojik olarak baştan çıkarmak, siyasal olarak şaşırtmak için mücadele eden revizyonist parti de sıraya girmiştir. Bu parti kendini işçi sınıfının devrimci ruhunu söndürmek, sosyalist görüş açısını karartmak, içinde yaşadığı sefil şartları anlayıp burjuvaziyi yıkacak kararlı bir mücadele için ayağa kalkmaktan alıkoymak için burjuva devletin bir kurumu durumuna dönüşmüştür.
devam
AVRUPA - KOMÜNİSTLERİNİN «SOSYALİZMİ» HALİHAZIRDAKİ KAPİTALİST SİSTEMDİR