Header Ads

Header ADS

AVRUPA KOMÜNİZMİ

ENVER HOCA
AVRUPA KOMÜNİZMİ ANTİ-KOMÜNİZMDİR

II
BURJUVAZİYE VE EMPERYALİZME BOYUN EĞME İDEOLOJİSİ

Daha önce de söylediğimiz gibi, çağdaş revizyonizm, kapitalizmin genel krizinin iyice belirdiği dönemde doğmuştur. Burjuvazi ve emperyalizmin bir müttefiği durumuna gelmiş ve büyük proletarya devrimleri akımını, ulusal kurtuluş mücadelelerini ve halkların anti-emperyalist demokratik hareketlerini kontrol altında tutma ve saptırma gayretleriyle birleşmişti. Böyle olduğu için de, bu yeni revizyonizm değişik görüntü ve biçimler almamazlık edemez, her ülkenin sermayesinin gereksinmelerine uygun yöntem ve taktikler kullanmaktan vazgeçemezdi. Bu yeni revizyonizm, en büyük gelişmesinde, komünist ülkeler ve işçi hareketleri içinde yaygınlaşmasını Kruşçevci revizyonizm ortaya çıktıktan sonra elde etti.

Sovyetler Birliği’nde sahneye çıkan ihanet, burjuvazi ve emperyalizme çok zor bir anlarında yapılan, hesaba gelmez bir yardımdı. Marksist - Leninist teoriye, sosyalist kuruluş deneyine saldırmada büyük sermayeye olanak tanıdı ve komünist partilerin ideolojik siyasal bozulmasına yol açtı. Batı Avrupanın komünist ve işçi partileri en çok Tito ve Kruşçev’in ihanet çizgilerini izlediler ve ideolojik olarak derinden sarsıldılar. Bu partilerde meydan, uzun süreden beri Kruşçevci revizyonistlerin uygulamalarına ve düşüncelerinin gelişmesine uydurulmak için hazırlanmıştı. Bu partilerde ideolojik, örgütsel bozulma, zaten daha önceden değişik düzeylerde ve farklı biçimlerde başlamıştı. Uzun bir süreden beri, içlerinde sahte - devrimci teori ve pratik uygulanmakta idi.

BATI AVRUPA KOMÜNİST PARTİLERİNDE ÇAĞDAŞ REVİZYONİZMİN BAŞLANGICI

İkinci Dünya Savaşında, Avrupa’da anti-faşist savaşın köklü halk devrimlerine dönüşmesini gerekli ve mümkün kılan birçok etken oluşmuştu. Faşizm, işgal edilmiş ülkelerin yalnız ulusal bağımsızlıklarını değil, aynı zamanda tüm demokratik özgürlükleri ve burjuva - demokrasisini de bir yana itmişti. Bundan dolayı, faşizme karşı savaş, yalnız ulusal kurtuluş amacıyla değil, demokrasinin korunması, geliştirilmesi amacıyla da bir savaş olacaktı ve komünist partiler, bu iki amacın gerçekleşmesi mücadelesini sosyalizm mücadelesiyle birleştirmeliydiler.

Merkezî ve güneydoğu Avrupa ülkelerindeki komünist partiler bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi görevlerini sosyalizm mücadelesine bağlamayı bildi, yeni halk demokrasisi rejimlerinin kuruluşuna götüren siyasayı buldu ve uyguladılar. Fakat Batı Avrupa komünist par tileri, 2. Dünya Savaşımdan ve faşizme karşı zaferin yarattığı uygun koşullardan yararlanacak nitelikte olmadıklarını gösterdiler. Bu olgu, onların Komünist Enternasyonalin 7. Kongresinin (25 Temmuz - 21 Ağustos) buyruklarını doğru kavrayamadıklarını ve uygulamadıklarını gösteriyordu. Bu kongre partilere, belirli koşullarda her zaman faşizme karşı çıkarak, onunla mücadele ederek sosyal demokrat hükümetlerden tamamen farklı olan tek cephede birleşmiş hükümetler olanağını yaratmayı öneriyordu. Bunlar faşizme karşı savaş aşamasından demokrasi ve sosyalizm için savaş aşamasına geçmeye hizmet edeceklerdi. Buna karşın, İtalya ve Fransa’da faşizme karşı verilen savaş, Komintern’in önerdiği biçimde hükümetlerin kurulmasına neden olmadı. Savaş bitince burjuva tipi hükümetler iktidara geldi. Bu iktidarlarda, komünistlerin de yer alması karakterlerini değiştirmedi. İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar, genel olarak doğru yolda yürüyen Fransa Komünist Partisi bile, başka şeylerin yanısıra, iç ve dış koşulların gerçekçi bir analizinin yapılmasını engelleyen yanlışlarının, sapmalarının, zayıflıklarının üstesinden gelemedi.

Fransa Komünist Partisi, ülkede halk cephesinin kurulmasında öncü bir rol oynamış, 1935 Nantes Kongresinde, Fransa’da geniş halk kitleleri arasında olumlu yankı bulan Halk Cephesi sloganı atmıştı. Fransa Komünist Partisinin Halk Cephesinin yaratılmasına değgin gayret ve etkinliklerine Komintern büyük değer veriyordu. Ancak Fransa Komünist Partisi koşullardan yararlanmayı, işçi sınıfının çıkarına kullanmayı bilmemiş, daha doğrusu bilememişti.

Fransa’yı tehdit eden iç ve dış faşizm tehlikesi konusunda, Fransa Komünist Partisi açık konuşmuş, tehlikeyi haber vermiş, sokaklarda gösteriler yapmış, ne var ki, faşizme karşı önlemleri ve başka şeyleri «meşru» hükümetlerden, burjuva parlamentosunun oluşturduğu burjuva hükümetlerden beklemişti. Günün karmaşık koşullarında faşist bir hükümetin yolu kapalıydı. Partinin bir başarısı olan Halk Cephesinin kuruluşunda da, bu bekleyiş belirgindi. Blum hükümeti, işçi sınıfının lehine bazı önlemler almış olsa da iç ve dış politikasında Halk Cephesinin programına ihanet etmiş, onu bozmuştu. Komünist Partisi Halk Cephesi hükümetinin içinde yer almamıştı, ancak onu dışardan destekliyordu. Ne var ki bu süreci durdurmaya gücü yetmiyordu. Kitle mücadeleleri, grevler, gösteri ve eylemlerin yerini, Leon Blum’- un evinde, Thorez ve Duclos ile yapılan haftalık görüşmeler almıştı.

Halk Cephesi hükümetinin başında bir sosyalist bulunuyordu. Sosyalistler hükümette çoğunluktaydılar, buna karşın hükümet organı merkezde ve temelde olduğu gibi kalıyordu. Ordu da ses soluk çıkarmıyordu. Ordu, tüm geçmiş hükümetler zamanında olduğu gibi, gerici subaylar tarafından yönetiliyordu ve bu subaylar, burjuva askerî okullarında, faşizm ve gericilikle savaşmak amacıyla değil, Fransız halkını sindirmek, sömürgeler fethetmek amacıyla eğitilmişlerdi.

Fransız Komünist Partisi, eylemlerini sonuna dek götürmedi, çünkü faşizme ve gericiliğe karşı gerçek bir mücadele amacıyla örgütlenmemişti. Yaptığı propaganda ve ajitasyon, yönettiği grev ve gösteriler, iktidarı burjuvaziden alma çizgisinde değildi. Gerçekte Marksizm - Leninizm’in temel tezlerini reddetmiyorlardı, ancak, partinin etkinlikleri ve mücadelesi, bilinçsiz bir şekilde ve istemeden, reformları ve sendikal düzeyde istemleri amaçlayan bir mücadele niteliği kazanmıştı. Sendikaların doğru bir yönetim altında, içlerinde devrimci bir bilinç yaratıldığında devrimci bir rol oynadıkları kuşkusuzdur. Ancak sendikal hareket doğru ve devrimci ilkeleri sap-tırır, bazan liberal, bazan oportünist, ama sonuçta kısır tartışmalarla geçerse, patronlarla uzlaşmayla biten durumlardan dolayı, sendika şeflerinin hazırladığı bir rutine dönüşür.

Savaş başladığında Ispanya’da, Fransa Komünist Partisi, propaganda, ajitasyon, araç - gereç yardımıyla İspanya Komünist Partisi ve İspanyol halkına, Franko’ya karşı verilen savaşta etkin olarak yardım etti. Ispanya’ya gönüllülerin gitmesi için çağrılar yaptı, binlerce anti- faşist Fransız ve parti üyeleri buna yanıt verdi, gönüllü gidenlerden üçbini Ispanya’da şehit oldu. Partinin önderlerinden bazıları da bizzat savaşa katıldı veya çeşitli nedenlerle Ispanya’ya gitti. Bir çok ülkeden, Ispanya’daki uluslararası tugaylara katılmak üzere yola çıkan gönüllülerin bir çoğu Fransa üzerinden geçti. Bu geçişleri örgütleyen de Fransız Komünist Partisiydi.

Fransız komünistleri ve işçi sınıfı, Ispanya savaşında, muharebelerde yeni deney kazandılar. Bu da Fransız proletaryasının eski devrimci mücadele geleneğini zenginleştirdi; Italyan faşistlerine, Alman nazilerine, Fran- ko’cu vahşi gericiliğe, Fransız ve dünya gericiliğine karşı, örgütlü sınıf mücadeleleri cephesinde kazanılmış devrimci bir deneyim, değerli bir birikim meydana getirdi. Bu devrimci birikim, 2. Dünya Savaşının ve Fransa’nın işgalinin kritik zamanlarında partiye hizmet etmeliydi, ancak bu deneyimlerden yararlanıldığı söylenemez.

Daladiers ve Bonnet’nin Hitler’e ayrıcalıklar tanıdığı, Hitlerci savaş aygıtını, Sovyetler Birliği’ne yöneltmek amacıyla Çekoslovak halkının çıkarlarını sattığı Münih politikasını, Fransa Komünist Partisi gösterdi. Kararlılıkla, Sovyet - Alman saldırmazlık paktını savundu, burjuvazinin iftira ve zulmüne karşı koyup direniş çağrısı yaparak, Alman işgalciler ve Vichy gibi işbirlikçilerine karşı savaşta yüreklilikle ilerledi. Grevler, eylemler, gösteri ve sabotajlarla başlayan bu mücadele durmadan büyüdü. De Gaulle’cü örgüt, adından da anlaşılacağı gibi, müttefiklere gerekli askerî bilgiler toplayan Gizli Servisin bir şebekesinden başka bir şey değildi ama, Komünist Partisinin kurduğu FTP (Fransız Partizan Güçleri) işgalcilere karşı savaşan tek kuruluştu. De Gaulle’cüler, bir çıkarma için beklenilmesini, eyleme geçilmemesini savunurken, Komünist Partisi ülkenin kurtuluşu için kahramanca savaştı.

Kurtuluş savaşında, işgalcilere karşı direnişi Fransa Komünist Partisi örgütledi ve geliştirdi. Anti-faşist cephenin oluşması için çalıştı ve bazı başarılar sağladı. Ancak, olayların da gösterdiği gibi, iktidarı ele geçirmeyi düşünmemiş, ya da planlamamıştı. Planlamışsa bile bu düşünceyi terketmişti.

Parti, savaş sırasında ulusal kurtuluş için bir çok komiteler oluşturmuş, ancak bu komitelere gerekli özeni göstermemiştir. Bu komitelerin kendilerini yeni devlet gücünün çekirdeği olarak ileri sürmeleri için hiçbir önlem almamıştır. Başından sonuna kadar, partizan örgütleri birbirleriyle bağlan olmayan küçük kuruluşlardı. Parti, büyük çapta gerçek bir kurtuluş ordusu oluşturulması sorununu hiç bir zaman gündeme getirmemişti.

Fransa Komünist Partisi, bizzat önderlik ettiği anti- faşist bir kurtuluş savaşını yürüttü, fakat onu tüm halkın devrimci mücadelesine döndüremedi. Bu da yetmiyormuş gibi, temsilcilerinden birisini, «özgür Fransa» komitesine kabul etmesi için De Gaulle’e yalvarmayı daha uygun ve daha «devrimci» buldu. Tüm bunlar : «Bay De Gaulle, yalvarıyorum size, beni komitene lütfen kabul et!» demekti, bu da «Bay De Gaulle, Fransa Komünist Partisi ve partizan güçleri senin ve "Özgür Fransa Komi-tesinin" komutası altına giriyor» anlamına gelirdi. Bu : «Bay De Gaulle, biz komünistlerin herhangi bir devrim yapma, iktidarı ele geçirme gibi bir niyetimiz yok, geleceğin Fransa’sında partiler oynadıkları eski oyunları oynasınlar, eh biz de gelecek hükümette alacağımız oylar oranında bir görev alırsak bize yeter!» demekti.

Fransız komünistleri böyle davranırken, burjuvazi, İngiliz - Amerikan dostları Fransa’ya girdiklerinde, iktidarı ele geçirmek için güçleri örgütlüyor, hazırlıyordu. De Gaulle grubunun Londra’da oluşturduğu ve yönettiği, Alger’de de bir hükümete dönüşen ulusal komite, iktidarı almak için en uygun güçtü. Bunu da, gayet tabii, burjuvazinin hazırladığı ve harekete geçirdiği iç güçlerin ve Petain’e hizmet ettikten sonra, Alman gemisinin batması açıklık kazandığı zaman, De Gaulle’un hizmetine geçen generallerin kumanda ettiği eski ordunun yardımı ile gerçekleştirecekti.

Bu Fransız Komünist Partisinin doğru olarak değerlendiremediği, yorumlayamadığı, ya da sorunu derinlemesine düşünmediği nazik bir durumdu. Ülkeye ayak basmış olan müttefiklerle partiden kaynaklanan bir anlaşmazlık çıkmasından, De Gaulle’den, onun kendisine bağladığı güçlerden, iç savaştan ve özellikle de Anglo- Amerikanlarla çıkacak bir savaştan korktu...

Komünist Partisi, Bismark’ın Alman birlikleriyle sarılmışken bile, Marks’in deyişiyle, «Göklere başkaldırarak» Versay’a karşı direnen ve Paris Komünü yaratan yiğit komüncüler örneğini unutmuştu. İkinci Dünya Savaşında, Fransız Komünist Partisinin bu ölümcül yanlışını temize çıkarmaya çalışacak kuramcılar : «Herkesin gücünü hesaplaması gerekirdi» diyeceklerdir.. Kuşkusuz ki güçlerini hesaplamaları gerekirdi. Ama, komüncüler örgütsüz, partisiz, köylülerle, Fransa’nın öteki bölümüy le bir bağları olmadan, yabancı, işgal güçleri tarafından kuşatılmışken başkaldırmış ve iktidarı ele geçirmişlerdi; Fransız işçi sınıfı da, başında partisi, savaşta çelikleşmiş, Marksizm - Leninizm’le aydınlanmış olarak, emekçi kitlelerin ve gerçek yurtseverlerin başında olduğu mücadelesinde, Sovyetler Birliği gibi büyük ve güçlü bir müttefiğe de sahip durumdayken, komüncülerin ölümsüz eserini yüz kez daha başarıyla gerçekleştirebilirlerdi.

Komünist Parti yönetimi, tümden ele alınırsa, Hit- ler’ci işgalcilere karşı yiğitçe ve inatla savaşan Fransız komünist militanlarının ve proletaryasının istek ve esinlerini yerine getirmede mütereddit ve zayıf olduğunu gösterdi. Marksist - Leninist yolda, devrimci mücadele yolunda ilerlemedi, komüncülerin izinden gitmedi.

İtalya’daki anti-faşist savaşın kendi özellikleri vardı, ama İtalyan Komünist Partisi yönetiminin saptadığı amaçlar, tereddütleri ve teslimiyeti Fransa Komünist Partisininkilerin aynısıydı.

İkinci Dünya Savaşının başlangıcında, İtalyan Komünist Partisinin yöneticilerinin çoğu Fransa’da bulunuyordu. Bunların hemen hepsi polisin eline düştü. Bunların arasında, 1941 Martında özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz Sovyetler Birliği’nin yolunu tutan Parti Genel Sekreteri Palmiro Togliatti de vardı.

İtalya Komünist Partisi, faşist devletlerin başlattığı saldırgan savaşta doğru bir tavır takınarak onu emperyalist ve yağmacı bir savaş olarak ilân ettilerse de, eylemleri sınırlı kaldı. Bu parti tüm gayretlerini sürgündeki anti-faşist partilerin bir koalisyon yaratmasında, bir kaç çağrıda bulunmada, propaganda ve kararlılık yayınlarında yoğunlaştırdılar.

1942 ortalarından beri, ülke içindeki etkinliklerini geliştirmeye başlamış olan parti, 1943 Martında, anti-faşist halk hareketinin yükseldiğini kanıtlayan bir dizi grevi, çeşitli bölgelerde örgütlemeyi başardı. Bu grevler Mussolini’nin iktidardan düşürülüşünü gösteren olayların akışını hızlandırdı.

1922’de devrim korkusu, Italyan burjuvazisini ve onun egemenliğinin simgesi olan Kralı, Mussolini’yi iktidarı almaya davet etmeye itmişti. Bu aynı korku 1943’te burjuvaziyi ve Kralı, Mussolini’yi kovmak zorunda bırakacaktı.

Mussolini yönetici kastın hükümet darbesi sonucu devrildi. Bu darbe Kralın, Sadoglio ve öteki faşist önder lerin eseriydi. İtalya’nın yenilgisinin kaçınılmazlığının bilincinde olarak, Italyan işçi sınıfının ve halkın mücadelesinin, ayaklanma ve devrim tehlikesinin böylece önünü almayı düşündüler. Çünkü işçi sınıfı ve halk sadece faşizmi ve monarşiyi devirmeyecek, aynı zamanda bir sınıf olarak Italyan burjuvazisinin egemenliğini de tehlikeye atacaktı.

İtalyan halkının faşizme karşı direniş hareketi, özellikle İtalya’nın teslim oluşundan sonra büyük bir genişlik kazandı. Hâlâ, Almanların işgali altında bulunan Kuzey İtalya’da, partinin inisiyatifiyle, geniş işçi kitlelerini, köylüleri, antifaşist aydınları vb. kapsayan kurtuluş mücadelesi örgütlendi. Büyük, muntazam partizan birlikleri yaratılmış ve büyük ölçüde parti tarafından yönetilmişti.

Partizan birlik ve müfrezelerine koşut olarak, Kuzey İtalya’da, daima partinin inisiyatifinde olmak üzere, ulusal kurtuluş komiteleri yaratıldı. Parti bu komitelerin demokratik iktidarın yeni organları olması için mücadele ettiyse de, bunlar gerçekte, çeşitli partilerin koalisyonları olarak kaldılar. Bu da, onların gerçek halk iktidarı olmasına engel oldu.

Kuzey İtalya’da partinin genellikle doğru yolda yönetilmesine ve bu tutumun sadece ülkenin kurtuluşuna değil, halk iktidarının kurulmasına götürebilmesine karşın, Güneyde ve ulusal çerçevede parti, iktidarın alınmasıyla uğraşmadı. Parti sadece güçlü ve otoritesini kullanan bir hükümetin kurulmasını istiyor, monarşinin ve Badoglio’nun yıkılması için mücadele etmiyordu. Ülkede devrimi ilerletmenin uygun koşulları varken Komünist Partinin programı çok küçük bir programdı. Parti burjuva yasal düzeni çerçevesinde parlamenter bir çözümden yanaydı. İstediği en büyük hak, iki ya da üç bakanlıkla hükümete katılmaktı.

Böylece İtalyan Komünist Partisi, siyasal burjuva oyunlara girdi ve ilkesiz, hep yinelenen uzlaşmalar yaptı. Ülkenin kurtuluşunun arifesinde, büyük bir siyasal ve askerî güce sahip bulunuyordu, ama bunlardan nasıl yararlanacağını bilemedi, ya da yararlanmak istemedi ve burjuvazinin önünde gönüllü olarak silahlarını attı. Devrimci yolu reddetti ve parlamenter yola bağlandı, böylece de yavaş yavaş bir devrim partisi, sosyal reformları amaçlayan, bir işçi sınıfı burjuva partisine dönüştü.

İspanya’ya gelince, komünist enternasyonal 7. Kongresinin direktifleri bu ülkede Fransa ve İtalya’dakinden daha iyi sonuçlar doğurdu demek doğru olur. Bu direktiflerin etkileri, özellikle iç savaş sırasında kendini hissettirdi. Komünistler, Halk Cephesi hükümetinde başlangıçta görev almadı ama, onu desteklediler. Ama gene de Komünist Parti kararsızlığından dolayı hükümeti eleştiriyor ve ondan faşist tehlikeye, faşistlerin eylemlerine, özellikle de, o zamanlar doğrudan tehlike oluşturan subaylar kastının eylemlerine karşı önlem almasını istedi.

17 Temmuz 1936’da, faşist generallerin «Beyanname» si (pronunciamento) yayınlandı. Faşistlerin komplosu çok iyi örgütlenmişti. Solcu hükümetin ve Halk Cephesi koalisyonundan oluşan bir hükümetin gözü önünde hare-ket etmişlerdi. Tüm anti-faşist güçler bu tehlikeye karşı bir safta birleştiler. Kasım ayında, başında Largo Cabal- lero’nun bulunduğu ve iki komünist bakanın da yer aldığı bir hükümet kuruldu. Böylece, silahlarla da cumhuriyeti korumak için ortak bir cephe yaratılmış oldu. Hükümet, Bask’a özerklik tanıdı, köylülere dağıtılmak üzere faşitlerin topraklarına el koydu ve tüm varlıklarını millîleştirdi.

Komünist Parti, başından beri, işçi sınıfını ve halkı direnmeye çağırdı. Çağrılarla yetinmedi ve eyleme geçti. Üyeleri durumu açıklamak için kışlalara gidip onlara faşistlerin ne olduğunu, işçi, köylü ve halk için ne gibi tehlikeler oluşturduklarını anlattılar. İspanya’nm başkenti Madrit’te faşist darbe başarısızlığa uğradı.

Öteki kentlerde ise, ilk ağızda işçi sınıfı Cumhuriyete başkaldıran askerî birliklere saldırdı, onları etkisiz duruma getirdi. Askuries’de madencilerin faşist birliklere karşı mücadelesi bir ay sürdü ve bu bölge halkın elinde kaldı. Faşistler geçemediler. Bask bölgesinde de, Ispanya’nın başka bölgelerinde de böyle oldu.

Ağustos ayının ilk günlerinde, bir an faşist generallerin hapı yuttukları ve yenilgilerinin tam olacağı sanıl- dıysa da, bu sonunculara İtalyan Faşist ve Alman Nazi birliklerinin yardımı yetişti. Bunlara İspanyol Fas’ında silah altına alınan birlikler ve faşist Portekiz’in gönderdiği güçler de katıldı.

Ordunun gerici, kralcı ve faşist subaylar kastı tarafından yönetildiği bir ülkede, memleketin kaderi bu orduya bırakılamazdı : Neden ki, bu ordunun bir kısmı faşist generalleri izliyor, bir kısmı ise kendi başına buyruk hareket ediyordu. Bu nedenle, Komünist Partisi yeni bir du, yeni bir halk ordusu kurulması çağrısında bulundu. Komünistler bu orduyu oluşturmak için işe giriştiler nün kurbanı oldular. Binlerce ve binlerce başkaları ise hapislere atıldı, yıllarca orada çürüdüler ya da öldüler. Faşizmin zaferinden sonra, Ispanya vahşi bir terörün pençesine düştü.

Kamplardan ve hapishaneden kaçmayı başaran İspanyol demokratları Fransız Direnme Hareketine katılıp yiğitçe düğüştüler, Sovyetler Birliği’ne gidenlere gelince, onlar da Kızıl Ordu saflarına katıldılar ve faşizme karşı savaşta bir çokları hayatlarını kaybetti.

Son derece güç koşullara karşın, komünistler Ispanya’da gerilla savaşını ve direniş örgütlenmesini sürdürdüler. Bir çoğu Franko’cu polisin eline düştü ve ölüme mahkûm edildi.

Franko, işçi sınıfının ve İspanyol halk hareketlerinin devrimci öncüsüne ağır bir darbe vurdu, komünist parti de bundan ağır şekilde etkilendi. En sağlam, ideolojik olarak en yetkin, en cesur ve azimli insanlarını silahlı savaşta ve faşist terör sırasında yitiren İspanya Komünist Partisi üzerinde, Carillo ve yandaşları gibi küçük burjuva ve aydın, pısırık insanların olumsuz, yıkıcı etkisi egemen oldu ve parti giderek oportünist, revizyonist bir partiye dönüştü.

MARKSİZM - LENİNİZM VE DEVRİME KARŞI MÜCADELEDE, KRUŞÇEVCİ REVİZYONİSTLERLE BİRLEŞME

İkinci Dünya Savaşından sonra, Batı Avrupa’da meydana gelen siyasal ve ekonomik koşullar, Fransa, İspanya - İtalya Komünist Partilerinin yönetimlerinde daha önce de varolan, daha sonra da giderek burjuvazi ile uyuşma ve ona teslimiyet anlayışına dönüşen, yanlış oportü-nist görüşlerin sağlamlaşması ve yayılması için çok elverişli durumdaydı.

Bu faktörler, işçi sınıfının büyüyen devrimci atılı- mını durdurmak, siyasal örgütlenmesine engel olmak ve Marksist ideolojinin yayılmasını önlemek amacıyla, Avrupa burjuvazisinin Ekim Devriminin zafere ulaşmasından hemen sonra ve savaş patlak verinceye dek uyguladığı faşist yasaların ilgası ve zorlayıcı, sınırlayıcı başka faktörlerdi.

Faşit partiler hariç, tüm siyasi partilerin yasallaştırılıp, ülkenin siyasal ve ideolojik yaşamında yasaksız yer almasının sağlanarak, bu partilere seçim kampanyalarında aktif olarak katılma olanağı verilmesi, şimdi daha az sınırlı ve uğrunda komünistlerin ve öteki ilerici güçlerin uzun mücadeleler verdiği yasalar çerçevesinde burjuva demokrasisinin az - çok daha geniş ölçüde yerleşmesi komünist partilerin yönetimleri arasında bir çok reformist hayallerin doğmasına neden oldu. Faşizmin ebediyen kaybolduğu, burjuvazinin bundan böyle işçi sınıfının demokratik haklarını kısıtlamayacağı, tersine, onların yaygınlaşması için çalışacağı gibi görüşler bu hayallerden kaynaklanıyordu. Parti yöneticileri, savaştan en güçlü, en etkili, siyasal, örgütleyici ve eyleme geçirici güç olarak çıkan komünistlerin, burjuvaziyi, demokrasiyi daha da genişletme ve işçi sınıfının ülke yönetiminde daha büyük oranda yer almasına izin verme yolunda zorlayacağını, seçim ve parlamento yoluyla iktidarı barışçı yoldan ele geçirme olanaklarının olacağını, daha sonraları da toplumun sosyalizme dönüşeceğini düşünmeye başladılar. Bu yönetimler, Fransa ve İtalya’nın savaş sonrası hükümetlerinde iki, ya da üç komünist bakanın yer almasını, burjuvazinin onlara verdiği son ödün olarak değil de, komünist bakanlardan oluşacak bir hükü metin oluşumuna doğru yavaş yavaş atılan bir adım olarak görüyorlardı.

Öte yandan, savaştan sonra, Batıda ekonomik atılım, komünist partilerde oportünist ve revizyonist görüşlerin yayılmasını etkiledi. Batı Avrupa’nın savaştan harap olduğu ve kendisini oldukça çabuk toparladığı doğrudur. Marshall Planı ile Avrupa’ya akıtılan Amerikan sermayesi, fabrikaların kuruluşlarını, ulaşımın ve tarımda üretimin hızla artmasını sağladı. Bu gelişim birçok iş alanları açılmasını, uzun süre kullanılabilecek bütün iş gücünü çekmekle kalmayıp biraz emek sıkıntısı bile doğurdu.

Devasa kârlar sağlayan bu durum, burjuvaziyi kesenin ağzını açmaya ve çalışma anlaşmazlıklarını körlet- meye itti. Sosyal sigorta, sağlık, eğitim, iş yasası vb. gibi işçi sınıfının uğrunda zorlu mücadeleler verdiği alanlarda, bazı önlemler aldı. Savaş zamanına, hattâ savaştan öncekiyle karşılaştırıldığında, endüstri ve tarımın yeniden kurulması bilimsel - teknik devrim sonucu üretimin hızla artması ve iş gücünün tümden istihdamı gibi olgular kapitalizmin, sınıf çatışmaları olmadan da gelişebileceği, krizleri önleyebileceği, işsizliği ortadan kaldırabileceği vb. gibi düşüncelerin, yeterince bilgi sahibi olmayan oportünist düşüncelere yer edebildi. Bir kez daha, Marksizm - Leninizm’in büyük öğretisi olan «kapitalizmin barışcı gelişme dönemleri, oportünizmin yayılmasının kaynağı olur.» düşüncesi doğrulanmış oldu. Bu dönemde oldukça büyüyen işçi aristokrasisi tabakası, oportünist ve reformist düşüncelerle, partide, önderlik saflarında hep olumsuzluk yarattılar.

Bu koşulların baskısıyla, komünist partilerin programlan daha demokratik ve reformist asgari programlara indirgendi, sosyalizm ve devrim düşüncesi bir yana bırakıldı. Toplumun devrimci değişiminin büyük stratejisi yerini günlük işlerin küçük stratejisine bıraktı ve bu işler kesin öncelik kazanarak genel siyasal ve ideolojik çizgi oldu.

Böylece 2. Dünya Savaşından sonra İtalyan, Fransız, İngiltere ve arkasından da İspanya komünist partileri yavaş yavaş Marksizm - Leninizm’den uzaklaşmaya, revizyonist görüşler ve tezler edinmeye, reformizm yoluna bağlanmaya başladılar. Kruşçevci revizyonizm sahnede gözükünce, ortam benimsenmeye ve Marksizm - Leninizm’e karşı mücadelede sımsıkı birleşmeye meydan hazırlanmıştı. Ülkelerindeki burjuvazi ve sosyal demokrasinin baskısından başka, Sovyetler Birliği Komünist Partisinin 20. Kongre kararları da onları tümden Anti-Mark- sist, sosyal demokrat çizgiye itmede etkili oldu.

Sovyetler Birliği Komünist Partisinin, 20. Kongresinin çizgisini ilk benimseyen ve kongreden hemen sonra, sözde sosyalizme giden yolu, yüksek sesle açıklayan İtalyan revizyonistleri oldu. Faşizm yıkılır yıkılmaz, İtalyan Komünist Partisi oportünist bir siyasal ve örgütsel bir platformu öne sürdü. 1944 Martında, Palmiro Togliatti, Sovyetler Birliğinden dönüşünde, Napoli’ye indiği zaman, partisine, burjuvazi ve burjuva partileri ile sınıfsal işbirliği çizgisini zorla kabul ettirmeye çalıştı. Togliatti, Parti Ulusal Konseyi’nin o günlerde yapılan birleşik oturumunda şöyle diyordu : «Ulusal ve uluslararası koşullardan dolayı, iktidarın ele geçirilmesini bir hedef olarak görmüyoruz, istediğimiz sadece faşizmi tümden yok etmek ve gerçekten, anti-faşist-ilerici bir demokrasi yaratmak istiyoruz.»

Togliatti, Napoli’de, sınıfsal bileşimiyle, ideolojisi, ve örgütsel yapısıyla Leninist bir partiden farklı ve «Kitlelerin Yeni Partisi» diye adlandırdığı düşüncesini hattâ platformunu ilk kez ileri sürdü. Togliatti’nin istediği gibi bir prensipsiz birleşmeler siyasası, bir reformlar siyasası, reformist, geniş, sınırsız, herkesin dilediği anda girip çıkabileceği bir parti gerektirdiği çok doğaldı. Togliatti’- nin bir yandaşı yıllar sonra şöyle yazıyordu : «Onun köklerini halkın içine gömdüğü kitle partisi kavramı, gerçek değerini, bunu komünistlerin mücadelesinin ulusal bölümüyle yakından bağlarsak, gerçek değerini bulacaktır». «Bu partinin hedefleri gerçekte reformlar aracılığıyla toplumda köklü değişiklikler gerçekleştirmektir.» (G. Geretti, İki T’nin Gölgesinde, Paris, 1973, s. 52).

Ülke kurulunca işçi sınıfı köklü sosyal adalet umuyor, birşeylerin değişeceğini, sesini duyuracağını ümit ediyordu. Fakat hiçbir şey değişmedi, bunun da nedeni, komünist partisi de dahil olmak üzere, çeşitli burjuva partilerinin ülke hayatını örgütleyip yönetmesiydi. Kitleleri aldatmak, onlara seslerinin ülkenin hükümetince dinlendiği izlenimini vermek için, çoğunluk partili, azınlık partili, iktidardaki partililer, muhalefetteki partililer, onların ayak numaralarıyla, parlamenter aldatmacalarla, onların her türlü yalan ve demagojileriyle bir siyasal yaşam kurdular.

İtalyan Komünist Partisi başlangıçta iki önemsiz bakanlık aldı. Büyük burjuvazi «demokratik» oyun kuralı içinde, durumunu sağlamlaştırmak, polis ve tüm baskı örgütünü yeniden kurmak, İtalyan halkının kendini sömürenlerle, kendisine zulmedenlerle, başka halkların özgürlüklerini gaspetmek üzere gönderip, oğullarının kemiklerini Habeşistan’da, İspanya’da, Arnavutluk’ta ve Sovyetler Birliğinde bıraktıranlarla hesaplaşma eğilimlerini boğup, etkisiz hale getirmek için izin vermişti, komünistlerin hükümette yer almasına. Daha sonra, zaten, Mayıs 1947’de artık onlara gereksinim duymadığı için burjuvazi, komünist bakanlan hükümetten attı. İşçiler-den gelebilecek olası bir saldırı tehlikesi böylece önlenmişti. İşçi sınıfı «hizaya» sokulmuş, parti renklerine göre çeşitli sendikalarla sarılmış ve böylece mücadele oy mücadelesi, parlamenter mücadelede yoğunlaştırılmıştı.

Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin 20. Kongresinden sonra, Togliatti ve İtalyan Komünist Partisi, eski revizyonist tutumlarını açıkça ilân ettiler. Sadece Moskova’dan gelen her liberalizm işaretini onaylamakla kalmayıp öyle hızlandılar ki, bizzat Kruşçevci revizyonistleri bir sıkıntıya soktular ve bu sonuncular için İtalyan Komünist Partisi yavaş yavaş bir sorun oldu.

Togliatti’ciler revizyonist «Stalinsizleştirme» akımını kendilerine uygun buluyorlardı, Kruşçevcilerin Stalin’e çamur atmalarını, bolşevizmi karalamalarını görerek pek neşelendiler ve Kruşçevci dönemde, Sovyet Devleti’ndeki sosyalist temelin yıkımını alkışladılar, onlar da revizyonist reformlardan yanaydılar, kapitalist devletlere, özellikle de ABD’e açılmak düşüncesindeydiler. Revizyonistler olarak, Togliatti’çiler, Kruşçev’ci barış içinde birara- da yaşama ve emperyalizme yaklaşma siyasası ile tam bir uyum içindeydiler. Bu onların ulusal ve uluslararası planda, burjuvaziyle işbirliğine olan eski düşleriydi.

Sovyetler Birliği’nde girdiği yolda, Kruşçevci revizyonist partinin, İtalyan Komünist Partisi ile birlik ve dostluğa gereksinimi vardı. Özellikle de, uluslararası otoriteden yararlanan iki büyük parti olan, Fransız ve İtalyan komünist, revizyonist partilerinin desteğine ihtiyacı vardı. Kruşçev’cilerin bu iki partiye gösterdiği saygının nedeni buydu, gayet tabii ki, «bu saygılarla» birlikte el altından büyük yardımlar da gönderiliyordu.

Kruşçevciler, Sovyetler Birliği’ni kapitalist bir ülkeye çevirmekte nasıl acele ediyorlarsa, Togliatti’ciler de İtalyan kapitalist düzenine girmek için acele ediyorlardı. 1956 Haziranında «Sosyalizmin İtalyan Yolu» cafcaflı başlığı altında İtalyan Komünist Partisi Merkez Komitesinin onayına sunulan raporunda Palmiro Togliatti, o denli açık anti-komünist tezler ortaya attı ki, bizzat Kruşçev kendisine biraz «sakin olmasını», çizmeden yukarı çıkmamasını söylemek zorunda kaldı.
Togliatti, o sıralar, sosyalizmin kapitalizm ile bütünleşmesi sorunu ortaya atıp, komünist partinin zorunlu olarak sosyalizme ulaşmak için proletaryanın mücadelesinde tek yönetici olmadığı tezini geliştirdi. Komünist Parti olmadan da sosyalizme ulaşılabileceğini ileri sürdü. Bu tezler revizyonist Yugoslav tezleriyle her bakımdan uyuşuyordu.

Italyan revizyonistlerinin, Yugoslav revizyonistlerinin itibarlarının iadesinin ateşli savunucuları olmaları bir raslantı değildir. Bizzat Togliatti, Tito’nun önünde eğilmek ve onun uluslararası komünist harekette «kabul edilebilir» olmasına yardım etmek için Yugoslavya’ya gitti. Italyan Komünist Partisi ve Togliatti, Moskova’nın «Uluslararası komünizmin tek merkezi» olgusuna karşı çıktılar. Sovyet revizyonist blok’una muhalefet ederek, Italyan ve dünya burjuvazisinin gözünde İtalyan Komünist Partisinin otoritesini artıracak, Italyan Komünist Partisi önderliğinde yeni bir revizyonist blok’un yaratılması için «çok merkezcilik» vaaz ettiler. Togliatti böy- lece Italyan tekelci sermayesinin güvenini kazanmayı ve onun oyunlarına katılabileceğini düşünüyordu. Kruşçev, Varşova Paktı’na dahil olan ve olmayan revizyonist partilerin Moskova’nın vesayetinden çıkabilirlikleri tehlikesini gördü ve «birliği» korumaya çalıştı. Ama aslında, Togliatti’ci «çok merkezciliği», Kruşçev’in «birliği» birbirine zıt ve gerçek dışı şeylerdi. Revizyonizm böler, birleştirmez.

Togliatti’nin halihazırdaki revizyonist partisi, Longo ve Berlinguer’le karanlık ve iyi tanımlanmamış yollari izledi. Çizgisi ve tutumu entellektüel ve sosyal demokrat anlayışlardan derin izler taşır. İtalyan Komünist Partisi yöneticisi Palmiro Togliatti bu eğilimlerin açıklanmasında hızlı gitti ve Yalta’da ölümünden az önce kaleme aldığı o ünlü «vasiyetname»ye ulaştı. Bu «vasiyetname» İtalyan revizyonizminin yasasını oluşturur ve Avrupa - Komünizminin halihazırdaki anlayışları, genel bir biçimde bu vasiyetname üzerine kuruludur.

Sovyetler Birliği Komünist Partisi 20. Kongresinden sonra, çağdaş revizyonizm Fransa Komünist Partisi’nde de yayılmak için uygun bir ortam buldu. Bu partinin yönetiminde, parlamenterizm düşüncesi, sosyal-demok- rasi ve burjuvazi ile «birleşme» düşüncesi, mücadelenin reformlara kaydırılması düşüncesi uzun süreden beri kökleşmişti. Bu düşünceler şimdiki gibi açıkça anlatılmış, başka bir şekilde söylersek, kuram olarak konulmamıştı. Fakat faşizme karşı muhalefet ve mücadele, demokrasinin korunması ve geliştirilmesi için mücadele, emekçilerin durumunun iyileştirilmesi için mücadele, bunların hepsi ilke ve taktik olarak da prensipte doğruydu, ama Fransa Komünist Partisi bunu son amaç olarak sosyalist görüş açısı ile bağdaştıramamıştı. Fransız Komünist Partisi yönetimi için bu görüş açısı karanlıktı, kuramda kabul edilmiş ama, Fransa’nın koşullarında gerçekleştirilemez diye yargılanmıştı.

Daha önce de söylediğimiz gibi, Fransız Komünist Partisi, ulusal kurtuluş savaşını halk devrimine dönüştürmekten kaçınmış, iktidarın silahla alınmasından çekinmişti. Kuşkusuz, işçi sınıfı ve partisi kanlarını akıtmışlardı, ama kimin için? Gerçekte, Fransız burjuvazisi ve Anglo-Amerikan emperyalistleri için. Fransız Komünist Partisi’nin bu yolunu nasıl nitelendirmeli? Fazla uzatmadan : Devrime ihanet; biraz daha kapalı : Oportünist, liberal çizgi.

Kuşkusuz, Fransız Komünist Partisi’ni ne işgalci Almanlar ne gericiler tasfiye etmiştir. Ama ülkenin kurtuluşuyla birlikte partinin yönettiği partizan güçlerin, burjuvazi tarafından silahsızlandırılması ya da daha ziyade parti yönetiminin, vatan kurtulduğuna göre kendini bizzat silahsızlandırma kararı almış olması gibi kötü bir olgu ortaya çıktı.

Ülkenin kurtuluşundan sonra, burjuvazi iktidarı ele geçirdi ve komünistler de ziyafete kabul edilmediler. Alan, De Gaulle için hazırlandı ve Fransız halkının kurtarıcısı ilân edildi. Düş kırıklığına uğramış ve ayaklanmış işçilerin direniş ve grevlerini kırmak için De Gaulle, hükümete Maurice Thorez ve bir iki başka komünisti çağırdı.

Komünist Partisi, burjuvazinin, masanın alt ucunda sunduğu bu yeri Fransız işçi sınıfının menfaatlerine ve isteklerine aykırı tutumlara kendini uydurarak ödedi. Bir yanlış bir yanlışı doğurur. 10 Kasım 1946’da seçimlerde ulusal meclisteki sandalyelerin mutlak çoğunluğunu komünist ve sosyalistler elde etti. Bu başarıdan başı dönen Fransız Komünist Partisi yöneticileri reformizm yolunu daha da genişlettiler. İşte bu sıralarda Maurice Thorez, İngiliz gazetesi The Times’e bir demeç verdi. Bu demeçte Thorez : «2. Dünya Savaşından sonra demokratik güçlerin dünya çapında gelişmesi ve kapitalist burjuvazinin zayıflamasının kendisini Fransa’nın «sosyalizme geçişte Rus komünistlerinin 30 yıl önce izledikleri yoldan farklı bir yol izleyeceğini» düşünmeye yönelttiğini» söyledi. Ama «ne olursa olsun, her ülkenin izleyeceği yol değişik olabilir» diyordu...

Thorez’in o zamanlar sözünü ettiği bu sosyalizm yolu belki çizgileri daha sonra ortaya çıkan Kruşçev’ci yolun tümden aynısı değildi ama, ne olursa olsun, Thorez’- in aradığı «değişik yollar» devrim yolları değildi.

Fransız Burjuvazisi ve Amerikan Emperyalizmi, Tho- rez’e ve Fransız Komünist Partisi yönetimine, sosyalizme giden parlamenter yol düşlerini kurmalarına uzun süre izin vermedi. Fazla zaman geçmeden, zamanın sosyalist başbakanı Ramadier, basit bir genelge ile komünistleri hükümetten kovdu.
1947 Ekim toplantısında, Fransız Komünist Partisi Merkez Komitesi, o dönemdeki yanlış tutum ve eylemlerini, güçler oranını, sosyalist parti siyasetini vb. yanlış değerlendirdiği için özeleştiri yapmak zorunda kaldı.

Böylece, 1947 sonundan başlayarak, Fransız Komünist Partisi bazı sorunları daha doğru bir tarzda irdelemeye ve görmeye başladı. İşçi sınıfını, 1947 ve 1948 grevlerinde olduğu gibi, burjuvazide paniğe yol açan ve belirli bir siyasal karakteri olan önemli sınıf kavgalarına ve büyük grevlere yönlendirdi. Fransız Komünist Partisi, o zamanlar Fransa’nın «Marşallaştırılmasına» ve Amerikan emperyalizminin yeni sömürge savaşlarına karşı mücadele etti. Fransa’da Amerikan üstlerinin kurulmasına muhalefet etti ve Fransız emperyalizminin yeni sömürgeci savaşlarına karşı direndi.

Parti, içi sınıfını Vietnam’daki sömürgeci savaşa karşı çıkmaya çağırdı, hem de sadece propaganda ile değil, somut eylemlerle.

Bu mücadele, Fransız işçi sınıfı bağrından Vietnam’a giden silah yüklü trenin önüne raylara yatan Ray- mon Dien gibi erkek ve kadın kahramanlar çıkardı.

Fransız Komünist Partisi, Yugoslav Komünist Partisindeki durumu inceleyen Araştırma Bürosu toplantısına aktif olarak katıldı. Tito ve yandaşlarının ihanetini ciddi olarak ilân etti ve maskelerini aşağı indirdi.

Bununla birlikte Stalin’in ölümünden ve Kruşçev’in iktidara gelmesinden sonra, Fransız Komünist Partisinin çizgisinde ve önderlerinin tutumunda sapma ve yalpala malar yeniden belirdi. Bu yalpalamalar, Cezayir halkının kurtuluş savaşma karşı tutumunda, hemen 1954 başlarında açıkça görüldü.

Fransa Komünist Partisinin bu savaşta ne gibi bir yardımı oldu? Parti sadece propaganda kampanyası açtı, o kadar. Oysa görevi, Cezayir halkının kurtuluş mücadelesinde enternasyonalizm anlayışını eylemleriyle göstermekti, böylelikle Fransız halkının özgürlüğü için de savaşmış olacaktı. Bundan kaçındı, çünkü oportünist ve milliyetçi tutumlara doğru bir eğilimi vardı. Hattâ daha da ileri gitti.. Cezayir Komünist Partisinin mücadeleye girmesini de engelledi. Olaylar göstermektedir ki, Cezayir ulusal kurtuluş savaşının ateşi ile yanarken, Cezayir Komünistleri elleri kolları bağlı kaldılar, parti genel sekreteri Larbi Buhali ise o sıralar Çekoslovakya’nın Tatra dağlarında sıki yaparken bacağını kırıyordu. Kruşçev ve Kruşçevciler iktidarı iyice ele geçirmek ve Sovyetler Bir- liği’ni kapitalist yozlaşmaya götürmek için, 20. Kongrelerinde Stalin’e karşı hücuma geçtiklerinde, genelde Fransız Komünist Partisinin Kruşçevci revizyonizme ve İtalyan Komünist Partisine muhalif oldukları görüldü. Thorez ve parti yönetimi, Sovyetler Birliğinde olagelen değişikliklere kuşkuyla bakar gibi görünüyorlardı.

Bu, Stalin’e karşı takındıkları tavırda, bu konuda Kruşçev’in iftiralarına katılmadıklarında gözlemlendi. Bu, Polonya ve Macar olayları sırasında 1956’da görüldü, genellikle doğru bir tutumları vardı.

Ama Kruşçev ve grubu Molotov’u, Malenkov, Kaga- novitch vb.’larını tasviye ettikten, parti içinde ve devlette dizginleri ele geçirdikten ve durumlarını sağlamlaştırdıktan sonra, Thorez başkanlığındaki Fransız Komünist Partisi yalpaladı. Beklenmedik bir şey miydi bu? Tho- rez’in bir yanılgısı mıydı? Bir geriye çekilişi miydi? Duc-los ve diğer yöneticilerin, Kruşçev’in baskısı, övgü, yağcılık ve öteki komplocu yöntemleri karşısında bir geri çekiliş miydi? Çünkü yavaş yavaş, mütereddit adımlarla Anti-Kruşçevci konumdan, Kruşçevci duruma geçmişti. Gayet tabiidir ki bu yöntemler, Fransız Komünist Partisinin revizyonizme geçişinde de ve daha sonra kesintisiz ilerleyişinde de kullanılmış, etkili olmuştu. Fakat hepsi bu değil. Gerçek nedenler Fransız Komünist Partisinin kendi içinde, daha önceki tutumlarında yapısı ve iç örgütlenmesinde, bileşiminde, parti üzerinde bizzat baskısını gösteren dış ortamda aranmalıdır.

Fransız Komünist Partisinin revizyonizme evrimi bir günde olmadı. Nicelik nisbeten uzun bir dönemde niteliğe dönüştü. Parlamenter revizyonist yol, Thorez’in «yardım eli» yolu, bir dizi aydına duyduğu hayranlık ve onlara teslim oluşu —ki, bunların bazıları ihanetlerinden sonra partiden kovulurken, bazıları da partide kalarak Marksizm - Leninizm’i çarpıtan her tür kuramlar yayarak bozgunculuğu geliştirmişlerdi— Fransız Komünist Partisini revizyonist duruma getirdi. Fransız Komünist Partisi, duvarlarına şiddetle saldıran, onları delen ve kendisine büyük zararlar veren burjuva, revizyonist, Troçkist, anarşist, siyasal ve ideolojik bir ortamla kuşatılmış olarak yaşıyordu.

Uluslararası büyük olaylar da Fransız Komünist Partisi bünyesinde büyük sarsıntılara neden oldu. Tüm Avrupa ve dünya burjuvazisinin kötüye kullandığı Kruşçev’in Stalin hakkındaki gizli raporunun yayınlanması partide çalkantılara sebep oldu. Partinin Polonya ve Macaristan olaylarına karşı tutumu parti içindeki ve dışındaki oportünistlerin olduğu gibi, Fransa büyük burjuvazisinin, orta burjuvazinin, liberal aydınların sert tepkisi ile karşılaştı.

Cezayir savaşı sırasında Fransa’da meydana gelen olaylar da, aynı şekilde, eski oportünist anlayış ve tutumların Fransız Komünist Partisinde yeniden su üstüne çıkmasına ve hâkim duruma gelmesine neden oldu.

Tüm bu nedenler bir arada, eskiden en büyük bir otoriteden yararlanan bir parti olarak bilinen Fransız Komünist Partisini, revizyonist, reformist, sosyal demokrat bir parti haline getirdi. Kısaca, Fransız Komünist Partisi, 1920 Tours Kongresinde, kendisinden koptuğu eski sosyalist partisi durumuna geldi.
Revizyonist partiler arasında; birincisi, Avrupa - Komünizmi bayrağını kasıla kasıla taşıyan, Carrillo’nun partisidir. Halk Cephesi ve iç savaş sırasında kararlı tutumu ile zamanında kendini gösteren İspanya Komünist Partisi, nasıl oldu da, Kruşçevcilerle birleşerek bugün içinde bulunduğu çürüme, yozlaşma ve hain durumuna geldi? Bu parti içindeki değişiklikler, birdenbire olmadı ve olamazdı da, bu değişiklikler kendi bünyesinde, özellikle de yönetiminde oluşan uzun bir yozlaşma ve gerileme sürecinden sonra meydana gelebilirdi.

2. Dünya Savaşından sonra gelen ilk yıllarda, İspanya Komünist Partisi yöneticileri ve üyelerinin çoğu Fransa’da bulunuyorlar ve burada az çok yasal bir yaşam sürüyorlardı. İspanyol Cumhuriyet Hükümeti de sürgündeydi. Bu dönem, komünistlerin hâlâ Fransa ve İtalya gibi ülkelerde, hükümetlerde yer aldıkları bir zamandı. İspanyol komünistleri de Fransız ve İtalyan yoldaşları gibi hareket etmeye başladılar. 1946 yılında, Paris’te, sürgündeki İspanyol Cumhuriyeti Hükümeti yeniden kuruldu. İspanya Komünist Partisi oraya temsilci olarak Santiago Carillo’yu gönderdi.

1947 Mayısında, Fransa’da ve İtalya’da, komünist bakanlar hükümetten alınınca, İspanya Komünist Parti si için de durumlar giderek daha zorlaştı. Kadrosunda- kiler ve militanlan için de durum aynıydı. Ağustos’ta, Ispanyol komünistleri sürgündeki hükümetten atıldılar. Polis önlemleri, soruşturmalar, tutuklamalar yeniden başladı. Fransız ve Frankocu polisin İspanyol komünistleri ve demokratların aralarına sızmaları daha da yoğunlaştı.

Partinin yöneticileri ve kadroları için, Fransa’da ikamet etmek ve çalışmak daima giderek daha zorlaşıyordu, bunun için de, Prag, Doğu Berlin ve başka halk demokrasisi ülkelerinin yolunu tuttular. Onların bu ülkelere göçü aşağı yukarı Kruşçevci revizyonist tortunun Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’nın öteki sardığı zamanla çakışıyordu.

Parti Siyasî Bürosunun ve Merkez Komitesinin toplantıları şimdi Ispanya’dan çok uzaklarda yapılıyordu. Iç savaşın, Ispanya’da yasak yaşamaların zorluklarını ve yoksulluklarını bilen komünistler, Boheme ve Alman şatolarının lüks ve rahatını tatmaya başladılar. Tabii aynı zamanda, Kruşçevci revizyonistlerin, aparatchikss’lerin —komünist partisi üyeleri—, gizli servis ajanlarının çeşitli baskılarının yanı sıra yağcılık ve övgülerini de tadma- ya başladılar. Olayların da göstereceği gibi Ispanya Komünist Pastisi, Nikita Kruşçev ve yandaşlarının en uysal, hattâ kör aletlerinden biri durumuna düştü.

Ispanya Komünist Partisinin 5. Kongresi 1954 yılında yapıldı. Bu kongrede, kısa bir süre sonra Ispanyol revizyonizminin platformunun oluşacağı, Carillo’nun ultra-revizyonist ihanetinde tam anlamını bulacağı pasi- fizm ve sınıf uzlaşması ruhunun ilk öğeleri kendini gösterdi.

Ispanya Komünist Partisi Merkez Komitesi, 1956’da, iç savaşın yirminci yıl dönümü vesilesiyle, Kruşçevci sosyalizmde barışçı geçiş yolunu benimseyerek, içinde «yeniden ulusal barış» politikasını formülleştirdiği bir belge yayınladı ve Ispanya Komünist Partisi 20 yıl önce birbirlerine karşı savaşmış güçler arasında bir uzlaşmadan yana olduğunu belirtti. «Öç güden bir politik tutum, ülkeyi içinde bulunduğu bu durumdan çıkarmada yararlı olamaz. Ispanya’nın evlatları arasında barış ve yeniden anlaşmaya gereksinimi var» deniliyordu bu açıklamada. (C. Colombo, Storie del Partito Comüniste Sagnolo, Milano, 1972, s. 186 - 187).

İspanyol komünistlerinin Primo de Rivero diktatörlüğüne ve generallerin «beyannamesine» - (pronunciamen- to) karşı kesin tavır takındıkları günler, komünist partisinin kitleler arasında etkisini artıran, onu güçlendirip çelikleştiren tutumlar artık geçmişte kalmıştı. Artık, yağcılığın, en kaba oportünizm çizgisinin, burjuvazinin ve burjuva partilerinin, katolik kilisesinin ve İspanyol ordusunun önünde diz çökme, Dolores İbarruri ve Caril- lo’nun partisini tipik sosyal demokrat partilerin saflarına sarkma zamanı gelmişti.

Biz, İspanya Komünist Partisinin gerici iç sürecinden haberdar değildik! 1960 yılı Kasım ayında Moskova Komünist ve İşçi Partileri Konferansında, Arnavutluk Emek Partisi çağdaş revizyonizmi, özellikle de başını Marksizm - Leninizm haini, dönek Kruşçev’in çektiği Sovyet revizyonizmini açıkça ortaya serdiğinde, İspanya Komünist Partisi ve İbarruri bize şiddetle saldırdı.

Böylece, Marksizm - Leninizm’i savunmamız gerektiği zaman, Ispanya Komünist Partisi yöneticileri şiddetle Arnavutluk Emek Partisi’ne saldırıp Marksizm - Leninizm haini Kruşçev’i ve yandaşlarını savundular. Zaman partimizin doğru yolda olduğunu kanıtlamıştır. Marksist Leninist doğru yolda. Oysa İspanya Komünist Partisi ba-şında İbarruri ile komünizm düşmanlan ve dönekler safında yerini almıştır.

1960’dan sonra, İspanya Komünist Partisi’nde bölünmelere neden olan büyük çatışmalar ve farklılıklar ortaya çıktı. Bunların sonucunda da iki Anti-Marksist revizyonist grup ortaya çıktı : biri Lister başkanlığındaki Sovyet yanlısı, diğeri, daha sonraları Avrupa - Komünizmi adını alacak olan çizgiyi benimsemek amacıyla Moskova’dan bağları koparmaya çalışan İbarruri ve Carillo’- nun yönettiği hizip.

Carrillo’nun çizgisi İtalyan Komünist Partisi ve Fransız Komünist Partisinin çizgisiyle, her zaman daha çok çakışıyordu. Bu çizgi Yugoslav Komünistler Birliğinin çizgisiyle de uyuşuyordu. Böylece, Titoculuk, İtalyan, Fransız, ve İbarruri’nin İspanyol revizyonist partisi arasında henüz yapısallaşmamış bir birlik kristalleşmeye başladı.

Avrupa revizyonistleri arasında, Moskova’dan kopmak isteyen, Tito dahil, bir grup oluştuğu sırada Mao Zedung’un Çin Komünist Partisi Carillo’yu Pekin’de karşıladı ve onunla samimi konuşmalar yaptı. Bu konuşmaların içeriği açıklanmamıştır ama zaman kanıtlamıştır ki, Çin revizyonistleri ile İspanyol revizyonistlerin bir çok ortak noktaları vardır. Her iki parti arasında açık, resmî ilişkiler çok geçmeden kurulacaktır.

Carillo, gerici burjuvazi ve kapitalist burjuva devlet ile sıkı bir ilişki kurmak için, İtalyan ve Fransız revizyonist partilerinin amaçlarını, stratejisini ve taktiklerini ve politik yönlenmelerini benimsemiştir. Fakat İspanya Komünist Partisinin henüz yasal bir statüsü yoktu. İşte bu nedenledir ki zaten, Franko rejiminde bile Ispanya’da yasallık kazanmak için büyük çabalar harcamaktadır. Franko’culuk ve Franko buna izin vermediler. Franko’-nun ölümünden sonra, Kral Juan’ın tahta çıkmasıyla, Carillo partinin yasallaşması yolunda bazı sonuçlar elde etti. Ama bu yasallığın karşılığında Fransız ve İtalyan komünist partilerinin bile kendi ülkelerinin burjuvazisine karşı vermekten kaçındıkları demeç vermek, ilkelerden ödün vermek ve açıklama yapmak zorunda kaldı. Carillo ülkeye dönebilmek, partisini yasallaştırabilmek için Kral Juan Karlos rejimini tanımayı kabul etti, gerçekten de onu överek «demokratik» olarak nitelendirecek kadar ileri gitti ve monarşiyi, onun bayrağını kabullendi. Monarşistler ona yolu bu boyun eğişten sonra açtılar. İspanya Komünist Partisi yasallaştı. Carrillo ve İbarruri tüm İspanyol hainlerle birlikte Ispanya’ya döndüler.

Revizyonist önderler Madrid’e döner dönmez Cumhuriyeti açıkça reddettiler ve İspanya Savaşının artık tarihe malolduğunu açıkladılar. Öteki burjuva partilerle koalisyon ve ülkenin hükümetine katılmayı mücadele çizgilerinin temeli olarak ilân edildi. Çeşitli seçimlerde Ispanya’da Carollo’nun partisi oyların sadece % 9’unu aldı ve parlamentoda sadece birkaç milletvekilliği elde etti. Carillo bunu, «Ispanya’nın çehresini değiştirecek büyük bir demokratik zafer» olarak tanımladı.

Fakat gerçekte, İspanyol revizyonistleri, İspanya’nın yüzünü hiç bir zaman tümden ağartamazlar. Çünkü İbar- ruri, Carillo ve işbirlikçilerinin kullandıkları sabun, katran sabunudur. Onlar devrimin kızıl bayrağını atıp, İspanya savaşının yüzbinlerce kahramanının kanını ayaklar altında çiğnemişlerdir, utanmadan.

Batı ülkelerinin reformist ve revizyonist dönüşümlerinde Sovyet revizyonistlerinin kendileriyle oluşturduğu çizgi önemli bir rol oynadı. Sovyetler Birliği Kruşçev- ci revizyonistlerinin amacı çeşitli ülkelerin revizyonist partilerini, dünyada sosyal-emperyalist hegemonya kurma siyasalarını izlemeye zorlamaktı. Giriştikleri şeytanî eylemde bu partilerin, yardımcıları durumuna gelmelerini bekliyorlardı.
Gayet tabiidir ki, Amerikan Emperyalistleri ve müttefikleri, Sovyet sosyal - emperyalistlerinin hegemonyacı ve yayılmacı amaçlarını onaylayamazlardı. Çeşitli ülkelerin revizyonist partileri de Sovyet siyasası ile uyuşamazdı. Böylece, kendi ülkelerinin burjuvazisi tarafından kışkırtılarak, giderek daha açıkça, Sovyetler Birliği revizyonist partisinden bağımsız, ayrı eylemler yürütmeye koyuldular.
Batı Avrupa, Latin Amerika ve Asya’nın revizyonist partileri birbiri ardından, yeni yeni Anti-Marksist kuramlar ortaya sürerek, Kruşçevci Sovyet hegemonyasına çeşitli derecelerde karşı çıktılar. Batı Avrupa’nın büyük revizyonist partilerinin Avrupa komünizmi adını alan «teorileri» tezelden bu teorilerin en tam ve en yaygını haline geldi. Avrupa - komünizmi sahneye çıktığında, Ti- tocu ve Kruşçevci revizyonizme benzer bir şekilde, Marksizm - Leninizm’i yeniden gözden geçirmek bahanesi ile işçilerin gözünden temel ilkelerinin itibarını düşürmek amacıyla, ona karşı yeniden cepheden mücadeleye başladı.

devam
REVİZYONİST OPORTÜNİZMDEN BURJUVA ANTİ - KOMÜNİZME
Blogger tarafından desteklenmektedir.