Header Ads

Header ADS

OPORTÜNİZM - BURJUVAZİNİN DEVAMLI MÜTTEFİĞİ

Çeviren : Selçuk KIŞ
YURT KİTAP YAYIN

AVRUPA KOMÜNİZMİ ANTİ-KOMÜNİZMDİR

YENİ EMPERYALİST STRATEJİ VE ÇAĞDAŞ REVİZYONİZMİN DOĞUŞU

OPORTÜNİZM - BURJUVAZİNİN DEVAMLI MÜTTEFİĞİ

Eski revizyonizminki gibi, çağdaş revizyonizmin doğuşu da çeşitli tarihsel, ekonomik, siyasal vb nedenlere bağlı toplumsal bir olaydır. Bir bütün olarak düşünüldüğünde, burjuvazinin emekçi sınıf ve onun mücadelesi üzerindeki baskısının bir ürünüdür. Başlangıcından günümüze dek oportünizm ve revizyonizm, burjuvazi ve emperyalizmin, Marksizm - Leninizme karşı mücadelesine sıkı sıkıya bağlı, kapitalizmin devrimi yok ederek, burjuva düzenini sonsuz kılma stratejisinde kararlı bir öğe olmuştur. Emperyalizmin, proletaryanın muzaffer ideolojisine karşı çıkmaya, onu yok etmeye karşı en etkili silahı olarak verdiği önem, devrim güçlerinin ilerlediği, geniş emekçi kitleler içinde Marksizm - Leninizm’in yayıldığı oranda artmıştır.

19. yüzyılın ikinci, yarısında, Komünist Manifestonun yayınlanmasından, Marks ve Engels’in öteki eserlerinin gün ışığına çıkmasından, Avrupa’nın emekçi kitleleri arasında Marksizm’in etkisinin artmasından sonra da olan budur. İşte, tam bu zamanda, Fransa’da Proudhon’un «küçükburjuva görüşleri», İngiltere’de «reformcu sendikacılık akımı», Almanya’da Lasalle’in «küçükburjuva düşünceleri», Rusya ve başka ülkelerde Bakunin’in «anarşist düşünceleri» yayılmaktadır. Aynı olgu, Paris Komününün yiğitlik dolu olaylarından sonra, bu büyük örneğin yayılmasından iyice korkan burjuvazinin, Marksizm’i özünden koparmaya, onu emperyalist burjuvazinin siyasal egemenliğine karşı zararsız duruma getirmeye çalışan Bernsteinci yeni oportünist akımı kışkırtmasında bir kez daha görüldü.

20. yüzyıl başlarında, devrimin ve proletaryanın iktidarı ele geçirmesinin koşullan hergün biraz daha olgunlaşırken burjuvazi tüm gücünü, II. Enternasyonal oportünizminin desteklenmesine vermiş, onu 1. Dünya Savaşının hazırlanması ve başlatılmasında olabildiğince kullanmıştı.

Kapitalizm, Ekim Devrimi’nin tarihsel zaferinden sonra, sosyalizm devrimci bir kuram ve eylemde, dünyanın altıda birinde başarıya ulaşan sosyo-ekonomik bir sisteme dönüşünce, strateji ve taktiklerini değiştirmek gereğini duymuştu. Kendi içindeki terörü, vahşeti daha da artırdı. İktidarını güçlendirmek için, Faşizmi iktidara getirmek de dahil, en çılgın yöntemleri kullanmaktan çekinmedi. İlk planda, yeni «Sahte Marksist» kuramlar yumurtladı. Sovyetler Birliğine iftiralarda bulunup, ona karşı savaş hazırlıklarına girişti. Marksizm - Leninizm’i karaladı, çarpıttı, demagoji ve propagandasına hız verdi. Lenin o zaman şöyle yazıyordu :
«Emperyalizm, Bolşevizm’in dünya çapında bir güç olduğunu hissetti. Önce Rus bolşeviklerinin, sonra da kendi bolşeviklerinin defterlerini dürmek istediği için, mümkün olan en çabuk şekilde, bizi ezmeye çalıştı. 
1918’de, Amerikan, İngiliz, Fransız ve Japon emperyalistleri Rusya’ya askerî müdahaleye giriştiler. İşçi ve köylülerin ilk devletine karşı mücadele, tüm gerici güçleri bir kampta birleştirmişti. Oportünistler, Marksizm dönekleri de «Ekim Devrimi» ve «Proletarya İktidarı» na karşı mücadelede yerlerini aldılar. Almanya’da Kautsky, Fransa’da Leon Blum ve Paul Boncourt, Avusturya’da Otto Bauer ve Karl Renner, Ekim Devrimi’ne karşı, devrimin Lenin’ci strateji ve taktiklerine karşı şiddetle başkaldırdılar. Ekim Devrimi’ni, tarihsel gelişim yolundan sapma, Marksist teoriden kopma olarak yasadışı ilân ettiler. İktidarın parlamentoda çoğunluğun sağlanması yoluyla ele geçirilmesi gerektiğini, devrimin kansız ve şiddetsiz ve barışçı olması gerektiğini savundular. Proletaryanın yönetici sınıf olmasına karşı çıktılar. Burjuva demokrasisini överken, proletarya diktatörlüğünü yerden yere çaldılar. 
Sovyet Rusya’ya yapılan silahlı müdahale başarısızlığa uğrayınca, sosyal-demokrasi; yeni komünist partilerin doğmasını, Avrupa’daki emekçi kitlelerin büyük devrimci atılımını engellemede âciz kalınca, burjuvazi tek umudunu komünist cepheyi bölmeye bağlanıştı.
«... içerden bölmeye ve Rus Komünist Partisi liderleri arasında kendi kahramanlarını aramaya...» (J. V. Stalin; Eserleri, c. 6).
Troçkist’ler, diğer ülkelerde de devrimin zaferi gerçekleşmeden sosyalizmin kurulamayacağını iddia eden «Sürekli Devrim Kuramını» yeniden ortaya sürdüler. Sosyalizme karşı mücadelede burjuvazi ile, tek bir cephede kaynaştılar. Stalin, Chamberlein’den, Troçki’ye kadar herkesi kapsayan «tek bir düşman cephesinin yaratıldığını» söylerken çok haklıydı. Sağcılar ve Buharin’ciler de sosyalizme saldırdılar. Sınıf mücadelesini söndürmek için ortaya atıldılar, kapitalizmin sosyalizmle bağdaşa- bilme olasılığını öne sürdüler.

Özellikle II. Dünya Savaşından sonra, tüm kapitalist sistemi temellerinden sarsan güçler dengesinde, sosyalizm ve devrim lehine değişmenin sonucu olarak, emperyalizm stratejisine çok daha belirgin karşı - devrimci ve anti-komünist bir karakter kazandırdı. Bu değişiklik, devrim ve sosyalizmin zaferi sorununu, artık bir - iki ülkenin sorunu olmaktan çıkardı, sorunu tüm bölge ve kıtalar için gündeme getirdi. Bu kez, başını Amerikan Emperyalizminin çektiği emperyalizm, tüm umutlarım baştan ayağa askerileşmeye, askerî blok ve paktlara bağlayıp, şiddetli müdahale amacıyla, sosyalizme karşı, devrimci hareketlere ve halkların kurtarıcılarına karşı açıkça savaş ilân ederken, aynı zamanda sosyalist ülkeleri ve komünist partileri içerden çökertmek, yozlaşmalarını sağlamak için oportünistlerin güçlenip eyleme geçmesine bel bağladı.

FAŞİZME KARŞI ZAFER ve EMPERYALİZMİN KARŞI SALDIRISI

II. Dünya Savaşını, Sovyetler Birliği ve sosyalizmi yok etmek amacıyla, emperyalist devletler ve tüm kapitalist dünya hazırlayıp başlattı. Ne var ki bu savaş yalnız ilk sosyalist devleti devirmekte başarısızlığa uğramakla kalmayıp, bir yandan da tüm sistemi tehlikeye atan ağır zararlar vererek emperyalizme de sarsıcı darbeler indirdi.

Bir yandan faşizmin orduları savaş alanlarında bozgun üstüne bozguna uğrarken, öte yandan dünya emperyalizminin anti-komünist ideolojisi ve uluslararası oportünizmin karşı-devrimci siyasası da yenilgiye uğradı. Almanya, İtalya ve Japonya; uluslararası kapitalizmin, sosyalizme ve komünizme saldırıda vurucu güçleri olan bu devletler yenildi. O zamana dek, dünya politikasında önemli rol oynayan İngiliz ve Fransız imparatorlukları güç ve ağırlık yitirip ABD siyasasının arkasına takıldılar. Anti-Komünist cephe yer yer delindi ve Sovyetler Birliği’ne karşı kurulan «karantina» parçalandı.

Savaşın asıl ağırlığını taşıyan, faşizme karşı zaferde, köleleştirilmiş halkların kurtuluşunda önemli rolü oynayan Sovyetler Birliği, savaştan güçlü, tartışılmaz bir uluslararası ağırlıkla çıktı. Emperyalizmle olan bu büyük çatışmada sosyalist sistem, kararlılığını, üstünlüğünü, yenilmezliğini tarihsel olarak kanıtladı. Komünist partilerin önderliğindeki antifaşist ulusal kurtuluş savaşlarının ve ortaya çıkan koşulların sonuncu olarak bir çok ülke kapitalist sistemden ayrılarak sosyalist sisteme girdi. Sosyalist kamp doğmuştu. Bu, Ekim Devrimi’nden sonraki en büyük olaydı.

Tüm ülkelerin komünist partileri de daha önce görülmeyen büyümeler kaydettiler. Bu partiler, faşizme karşı savaşta, ön saflarda yer alıp, halkların ve ulusların çıkarlarına en bağlı siyasal güç; özgürlük, demokrasi ve ilerleme yolunda en kararlı savaşçı olduklarını, üyelerinin kanlarıyla kanıtladılar. Marksizm - Leninizm tüm dünyaya yayılıyor, uluslararası komünist hareket yetki ve etkisini tüm kıtalara uzatıyordu.

Anti-Faşist savaşın esin kaynağı olan, özgürlük, bağımsızlık ve ulusal kurtuluşun büyük düşünceleri yalnız Avrupa’da değil, Asya, Afrika ve Latin Amerika’da da yayıldı. Emperyalizmin sömürgecilik sistemi en büyük krizine yakalanmıştı. İnsanlığın yarısına yakınını kapsayan sömürgelerdeki güçlü ulusal kurtuluş hareketleri, yanardağlarcasına patlıyordu. Sömürge ve yarı-sömürge rejimler çökmeye başladı; bunlar kapitalist sistemin cephe gerileriydi. Emperyalist sistem tüm bu bozgunlarla zayıfladı ve temellerinden sarsıldı.

Tüm bu değişiklikler, yalnız Sovyetler Birliği, halk demokrasisi ülkeleri, dünya halkları için değil, aynı zamanda sosyalist ve kapitalist iki dünyanın çarpıştığı ve insanlığın o güne dek yaşadığı bu en büyük savaşta, canlılığı ve doğruluğu yeniden saptanan Marks, Engels, Le- nin ve Stalin’in ölümsüz teorisi için de devasa bir zafer oluşturuyordu. Marks ve Lenin kapitalist dünyanın çökmekte olduğunu, bir yıkılışa gittiğini, devrim ve sosyalizmin yükseliş içinde olduğuna işaret etmişlerdi; bunlar İkinci Dünya Savaşından sonraki tüm değişikliklerle, uygulamada doğrulanan tezler oldu.

Bu zaferler sosyalizmin, halkların ve Marksist - Leni- nist teorinin büyük utkularıydı ve bu teoriler dünya emperyalizmini, devrimin ve halkların mücadelesinin şahlanan dalgalarına karşı koymak, kapitalist sistemin sarsılan temellerini sağlamlaştırmak amacıyla yeni saldırı ve savunma stratejisini çizmeye zorluyorlardı.

Savaştan sonra, emperyalist güçlerin birleştikleri çizgi iki temel eğilimde kendini gösteriyordu.

Birinci çizgi şuydu : Emperyalist güçler, bir yandan, savaştan zarar gören, siyasal, ekonomik, askerî güçlerini ayağa kaldırmak, halkların devrimci kurtuluş mücadelelerinin büyük atağıyla sarsılmış olan kapitalist sistemi sağlamlaştırmak için tüm güçlerini, sahip oldukları tüm araçları harekete geçirirken, öte yandan, var olan anti- komünist ittifakları sağlamlaştırmak, yenilerini oluştur mak, yeni sömürgecilik yoluyla sömürgeciliği korumak için büyük çabalar harcadılar.

Amerikan Emperyalizmi, II. Dünya Savaşından sonra, savaştan harap olmuş Avrupa ve Asya’ya kıyasla, kendini ekonomik ve bir ölçüde de askerî açıdan üstün bir durumda bulmuştu. Amerikan ekonomisi askerileşmiş ve çok güçlenmişti. ABD, Sovyetler Birliği’ni sarıp kuşatmak ve zayıflatmak amacıyla tüm dünyada askerî, ekonomik ve siyasal bir egemenlik kurmaya çalışıyordu. Çünkü, II. Dünya Savaşından utkuyla çıkan, bu ülkenin ekonomik yönden kısa bir sürede toparlanacağına, Asya ve Avrupa’da ortaya çıkan yeni halk demokrasisi devletlerinin ilerlemesine, birleşmesine yardım edeceğine kesin gözüyle bakıyordu. Bunun için ABD askerî taktiklerin yanı sıra, siyasal, ideolojik ve ekonomik mücadelenin emperyalist taktiklerini de hazırladı. İlk kez Hiroşima ve Nagazaki’de kullanılan atom bombasının keşfi ve üretimi, modem silahların üretimi ile kendini büyük bir güç haline getirmesi bu taktiklerin ilki ve İkinci Dünya Savaşında yürütülen planların bir devamıydı.

ABD, kapitalist dünyanın önderi oldu ve onun «kurtarıcısı» rolünü aldı. Amerikan Emperyalizminin dünyadaki egemenliği iddiası işte böylece gündeme gelmiş oldu. Franklin Roosevelt’in yerine başkanlığa gelen Harry Truman şöyle diyordu : «II. Dünya Savaşında elde edilen zafer Amerikan halkını, dünyanın önderi olmak gibi acil ve devamlı bir görevle karşı karşıya bırakmıştır.» Özünde ise bu, dünyada yeni ekonomik ve askerî pozisyonlar kazanmak, ortaklarını yenilemek ve sömürgeci sistemi kurtarmak için devrime ve sosyalizme karşı bir mücadele çağırışıydı. Bu tutumu yaşama geçirebilmek için Amerikan emperyalizmi, Birleşmiş Milletler Yardım ve Kalkındırma Birliğine başvurdu, «Marshall Planı»nı hazırladı, Nato’yu yarattı ve başka saldırgan blokları ayağa kaldırdı.
Sermayenin ikinci temel sorunu emekçi halkın en devrimci kesimini Marksist - Leninist ideolojiden uzaklaştırmak, sosyalizmin yozlaşmasını sağlamak, tüm cephelerden Marksizm - Leninizm’i çökertmekti.
Emperyalizm, kapitalizmi ve kapitalist devleti «halk kapitalizmi», «refah devleti» gibi değişik gösterebilmek amacıyla, azgın silahlanma yarışının, ekonominin askerileşmesinin, sosyalist ülkelere karşı ekonomik ablukanın yanısıra, devrime, sosyalizme karşı yürüttüğü büyük kampanyada propagandanın birçok aracını, filozofları, ekonomistleri, sosyolog, yazar ve tarihçileri de kullandı. Bütün bunlardan başka, «demir perde», «totaliter rejim» vb. bir düzen olarak tanıtılan sosyalizme karşı kapitalizmin üstünlüğünün kanıtlandığına halkları inandırabilmek, kapitalizmin başarısı hakkında yaygaralar koparabilmek, kitlelerdeki krizlerin, anarşinin, işsizliğin ve kapitalizmin öteki yaralarının yok edildiğini yayabilmek için savaş sonrasının uygun koşullarını da kullandı.

Burjuvazi, kapitalist sistemin zayıflama ve genel krizlerinde halkların kurtuluş mücadelelerini engellemek, proletarya devrimini öldürmek ve kendi durumunu koruyup sağlamlaştırmak için, öteki araçlarla birlikte, çeşitli oportünist ve revizyonist akımları da kışkırtır ve harekete geçirir. Devrim ve proletaryanın bu düşmanlan tüm güçleriyle işçi sınıfının sosyal konumunu, tarihsel görevini açıklayan Marksist Leninist ideolojiyi çarpıtmak, burjuvazi için zararsız, proletarya için de değersiz duruma getirmek amacıyla herşeyi yaptılar. «Modem Revizyonizm» olarak adlandırılan ve II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan revizyonizmin yeni eğilimleri bu alçak hainlik rolünü kabullendiler.

İkinci Enternasyonal partilerinin ve Avrupa sosyal demokrasisinin Anti-Marksist kuramlarının bir uzantısı olan çağdaş revizyonizm, kendini 2. Dünya Savaşını izleyen zamanın özelliklerine uydurdu. Çağdaş revizyonizm kaynağını Amerikan emperyalizminin hegemonyacı siyasasında bulur. Çağdaş revizyonizmin her şekli ve her türlüsü aynı temele ve aynı stratejiye sahiptir. Ayrılık gösterdikleri yer kullandıkları mücadele biçimleri ve uyguladıkları taktiklerdedir.

İKTİDARDAKİ ÇAĞDAŞ REVİZYONİZM DEVRİME VE SOSYALİZME KARŞI BURJUVAZİNİN YENİ SİLAHI

İktidardaki çağdaş revizyonizmden önce gelen ilk akım Browderizm’di. Bu akım ABD’de doğmuş ve adını ABD Komünist Partisi’nin eski Genel Sekreteri Earl Browder’den almıştır.

Halkların faşizm karşısındaki zaferi ufukta açıkça görüldüğünde, 1944’de, Browder, baştan ayağa reformcu bir programla ortaya çıktı. Amerikan emperyalizminin komünist partilere ve devrimci hareketlere zorla kabul ettirmeye çalıştığı teslimiyetçi ideolojik ve siyasi yolun ilk habercisi Browder’di. O, kapitalist gelişmenin tarihsel koşullarının ve uluslararası durumun değiştiği bahanesi ile Marksizm - Leninizm’i «çürümüş» ilân etti ve onu katı, dogma şemalardan oluşan bir sistem olarak niteledi. Sınıf mücadelesinden vazgeçmeyi savunarak ulusal ve uluslararası planda sınıf uzlaşması çağrısı yaptı. Amerikan emperyalizminin artık gerici olmadığını, burjuva toplumun yaralarını sarabileceğim ve emekçilerin iyiliği için demokratik yollarla gelişebileceğini sanıyordu. Sosyalizmi bir ideal, erişilecek bir amaç olarak görmüyordu artık. Amerikan emperyalizmi stratejisi ve politikasıyla görüş alanından tümden silinmişti. Ona göre, büyük tekeller bu emperyalizmin dayanakları, ülkenin demokratik, ekonomik ve sosyal gelişmesi için ilerici bir güç oluşturuyordu. Browder, kapitalist devletin sınıflı karakterini reddediyor, Amerikan toplumunu birleşmiş, uyumlu, sosyal düşmanlıkların olmadığı, sınıf işbirliği ve anlayışıyla donanmış bir toplum olarak görüyordu. Bu görüşlerden hareketle işçi sınıfının devrimci partisinin varoluş gerekliliğini de reddediyor ve 1944’de Amerikan Birleşik Devletleri Komünist Partisinin dağıtılmasını başlatanlardan biri oluyordu.
«Komünistler», diye yazıyordu, «pratik politik amaçlarının uzun bir süre ve tüm temel sorunlarda komünist olmayan büyük bir kitlenin amaçlarıyla uyuşacağını öngörüyorlar, bu olguyla siyasal eylemlerimiz bu cins büyük hareketler içinde eriyecektir. Bu nedenle, komünistlerin ayrı bir siyasi partisinin varlığı uygulamada bir yarar sağlamaz, tersine daha büyük bir birliğin önünde engel teşkil edebilir. Bunun için komünistler ayrı siyasi partilerini dağıtıp, bugünün görevlerine, bu görevlerin yapılmasında kullanılacak siyasi yapıya daha iyi uyan yeni ve değişik örgütlenme biçimleri bulacaklardır.» (E. Browder, Tahran, Savaş ve Barıştaki Yolumuz, New- york, 1944, s. 117).

1943 yılında Tahran’da, Müttefik Devletler arasında yapılan konferansı burjuva tasfiyeci teorisi için başlangıç noktası ve doğruluğunun kanıtlanması biçiminde alarak, konferans sonuçlarının tümden, yanlış, Anti-Marksist bir analiz ve yorumunu yaptı.

Browder, Anti-Faşist müttefiklerin savaşı, Nazi Al- manyası’na karşı sonuna dek götürmede anlaşmasını, sosyalizmin ve kapitalizmin kendi deyişiyle «tek ve benzer dünyada» işbirliğinin yolunu buldukları yeni tarihsel bir çağın başlangıcı şeklinde yansıttı. Tahran’da, Müttefik Devletler arasında doğan barışçı işbirliği ve bir arada oluş anlayışını, yalnız kapitalist devletlerle Sovyet Sosyalist Devleti arasında değil, fakat aynı zamanda kapitalist ülkelerde uzlaşmaz sınıflar arasında da uygulanması gereken bir görevmişcesine ilân etti. «Sınıf farklılıkları ve siyasi grupların hiç bir önemi yoktur» diyordu. Sınıf barışı içinde olaysız «ulusal birlik»in oluşmasını, komünistlerin edinmeleri gereken tek amaç olduğunu düşünüyor ve bu ulusal birliği, ayırımsız hepsini, «demokrat, yurtsever» güçler olarak kabul ettiği finans kapital gruplarını, tekellerin örgütlerini, Cumhuriyetçi ve Demokrat partileri ve komünistleri ve sendika hareketlerini birleştiren bir kitle olarak anlıyordu.

Browder bu birlik adına komünistlerin inançlarından, ideolojilerinden ve özel çıkarlarından bile özveride bulunmaya hazır olmaları gerektiğini ve ilk ağızda Amerikan komünistlerinin bu kurala uygun olduklarını söylüyordu. «Amerikalıların büyük çoğunluğuyla aynı olan siyasal amaçlarımızı göstermek için, Amerikanvari ”iki parti” sistemi olan ülkemizin varolan parti yapısı içinde, elimizden geleni yapacağız» diyordu. (E. Browder, Tahran, Savaşta ve Barıştaki Yolumuz, New-York, 1944, s. 118).

ABD Başkanı Rooswelt’in 1930’ların başlangıcındaki ekonomik krizden çıkmak için aldığı ünlü reform önlemlerinden sonra Amerikan kapitalizminin göreceli barışçı gelişmesinin yanısıra, savaş zamanında, üretimin ve iş istihdamının hızla artmasından yola çıkan, Browder, bundan, Amerikan kapitalizminin güya yeniden sağlığına kavuştuğu ve bundan böyle kriz falan olmadan gelişeceği ve yerel refahı artıracağı sonucunu çıkarıyordu.

Browder, Amerikan ekonomik sistemini, toplumun tüm sorun ve çelişkilerini çözecek ve kitlelerin tüm istemlerini yerine getirecek nitelikte bir sistem olarak görüyordu. «Amerikanizm» ile «Komünizm’i» özdeşleştiriyordu. «Komünizm yirminci yüzyılın Amerikanizmidir» diye ilân ediyordu. Düşüncesine göre, tüm gelişmiş kapitalist ülkeler, Amerikan demokrasisinin örnek olarak alınacağı burjuva demokrasisini uygulayarak tüm çelişkilerini çözebilir ve yavaş yavaş sosyalizme ulaşabilirdi. Browder’e göre Amerikan komünistlerinin görevi, kapitalist sisteminin normal işleyişini garantiye almaktı. «Halkın sırtındaki yükümlülükleri olabildiğince hafifletmeyi garanti altına almak için», savaş sonrasında kapitalist rejimin en etkili bir biçimde işleyişini sağlamak üzere işbirliğine hazır olduklarını da açıkça ilan etti. Yüklerin hafifletilmesini, komünistlerin arkadaşlık ellerini uzatmaları gereken «mantıklı» Amerikan kapitalistleri yapacaktı.

1944 Mayısında, Komünist Partisinin dağılmasından sonra, aşırı - sağcı anlayışa ve burjuvazinin baskısına boyun eğen Browder, Amerikan geleneklerinin sözde yalnız iki partinin varlığına dayandığı savıyla partinin yerine «Komünist Siyasal Demek» adı altında kültürel ve aydınlatıcı bir demeğin kurulduğunu duyurdu. Bir kulüpler ağı biçiminde örgütlenen bu demeğin çalışmalarının temelini «ulusal bölgesel ve yerel planda siyasal eğitim etkinlikleri» oluşturacaktı.

Dernek tüzüğünde şöyle deniyor : «Komünist Siyasal Dernek, parti değildir. O işçi sınıfına dayanan, Washington, Paine, Jackson ve Lincoln’un geleneklerini, çağdaş endüstri toplumunun değişmiş koşullarında izleyen bir Amerikan örgütüdür.» Bu demek halkın özgürlüklerinin tüm düşmanlarına karşı bağımsızlık bildirgesini, Birleşik Devletler Anayasasını ve İnsan Hakları Beyannamesini ve Amerikan demokrasisinin başarılarının gerçekleşmesini destekler. (Barışa, İlerlemeye ve Refaha Giden Yol, Newyork, 1944, s. 47 - 48). Browder, komünist hareketin tüm amaçlarını silip attı. Dernek programında; Marksizm - Leninizm’e, proletarya hegemonyasına, sınıf mücadelesine, devrim ve sosaylizme hiç değinilme- miştir. Ulusal birlik, sosyal barış, burjuva anayasasının korunması, kapitalist üretimin artması O’nun tek amacı haline gelmiştir.

Böylece Browder, Marksizm - Leninizm’in ve devrimci strateji ve taktiklerin açıkça revizyonundan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki komünist hareketin örgütsel tasfiyesine gitmiş oldu. Her ne kadar 1945 yılı haziranında, 13. kongrede, parti yeniden düzenlenmiş ve Browder’in oportünist çizgisi resmî olarak reddedilmişse de, ABD komünist partisindeki etkisi hiçbir zaman tümden giderilemedi. Daha sonraları, özellikle de 1956’dan sonra Browder’in düşünceleri yeniden canlandı. John Hayes : «Değişiklik Zamanı Geldi» adlı makalesinde bir kez daha ABD Komünist Partisini, propaganda ve kültür derneğine çeviren Browderizm ruhuna dayadı. Gerçekten de bugün ABD Komünist Partisi, Browder revizyonizminin Kruşçev’inkiyle birlikte egemen olduğu bir örgüttür.

Devrim ve sosyalizm konusundaki revizyonist düşünceleri ile Browder dünya kapitalizmine doğrudan yardım etti. Ona göre sosyalizm tarihsel gelişmenin kaçınılmaz sonucu olarak değil, ancak bir kargaşadan ya da büyük bir kazadan doğabilirdi. «Sosyalizme götürecek bile olsa Amerika için büyük bir kaza istemiyoruz» diyordu. Sosyalizmin zaferini çok uzak bir gelecekte diye tanımlarken, Amerikan toplumunda ve tüm dünyada sınıf işbirliğini savunuyordu. O’na göre tek seçenek reformları gerçekleştirip ABD’nin yardımı ile evrimci bir gelişme yoluydu.

O’nun düşüncesine göre, büyük bir ekonomik güce ve devasa bir bilim - teknik gücüne sahip olan ABD, Sov- yetler Birliği de dahil olmak üzere, gelişmeleri için, dünya halklarına yardım elini uzatmalıydı. Şöyle diyordu : «Bu yardım Amerika’ya da, savaştan sonraki yüksek üretimi devam ettirmede, herkese iş garantisinde ve ulusal birliği yıllar yılı korumaya yardım edecektir.» Bu amaca ulaşmak için de Browder, Washington’un ileri gelenlerine «Asya, Afrika, Avrupa ve Latin Amerika’daki, geri kalmış ve yıkılmış bölgelerde bir dizi dev endüstriyel gelişme şirketleri kurmalarını» önerdi. (Barışa, İlerlemeye ve Refaha Giden Yol, 1944, s. 21). «Eğer gerçekleri ciddi olarak karşılayabilir, Jefferson, Raina ve Lincoln’un yüce geleneklerini çağdaş bir anlayışla yeniden doğdurabilir- sek, o zaman Amerika dünya önünde birleşebilir, insanlığın kurtuluşunda yönetici bir rol oynayabilir. (E. Brow- der, Tahran, Savaşta ve Barıştaki Yolumuz, 1944, s. 128). Böylelikle Browder, Amerikan emperyalizminin ana stratejisinin ve yayılmacı yeni sömürgeci kuram ve planlarının propagandacısı, sözcüsü durumuna geldi.

Amerika; Avrupa, Asya, Afrika ve başka ülkelerin savaştan harabolmuş çeşitli bölgelerinde ekonomik hegemonyasını kurabilmek için kullandığı «Marshall Planına, Browderizm doğrudan hizmet ediyordu. Browder, dünya ülkelerinin, özellikle de Sovyetler Birliğinin ve halk demokrasisi ülkelerinin Marksist - Leninist siyasalarını yumuşatmaları ve de, kendisine göre çok büyük bir ekonomiye ve tüm halklara yardım edecek güce sahip olan ve de etmesi gereken ve de bunun için büyük fazlalıklara sahip olan Amerika Birleşik Devletleri’nin bu «özverili» yardımını diğer ülkelerin kabul etmesi gerektiği düşüncesini savundu.

Anti-Marksist ve karşı-devrimci görüşlerini uluslararası komünist hareketin genel çizgisiymiş gibi gösterme-ye çabaladı. Dogmatizme karşı mücadele ve Marksizm’in yaratıcı gelişmesi bahaneleriyle, daha önceki revizyonistler gibi, II. Dünya Savaşından sonra başlayan yeni çağın, daha önceki ideolojik inançları yeniden gözden geçirerek, «bize yeni dünyada yolumuzu bulmaya hiçbir yardımı olmayacak» olan eski formül ve yargılarını bırakacak bir komünist hareketi gerektirdiğini tartıştı. Aslında bu, Marksizm - Leninizm ilkelerinin reddedilmesi için bir çağrıydı.
Browder’in görüşleri, devrimci Amerikan komünistlerinin yanısıra bir çok ülke komünist partilerinin tepkisiyle karşılaştı. Ve düşünceleri nisbî olarak kısa zamanda açık ve basit revizyonizm olarak, açıktan açığa tasfiyeci bir akım olarak ve Amerikan emperyalizminin doğrudan ideolojik temsilcisi olarak maskesi çabuk indirildi.

Bu akım, ABD ve bazı Latin Amerika ülkelerinin komünist ve işçi hareketlerine büyük zararlar verdi. Latin Amerika’nın bazı eski komünist partilerinde kargaşalar ve çatlaklar meydana geldi. Bunların kaynakları ise, halkların ayaklanmalarını ve devrimi yatıştırmak, halkları devrim yolunda eğitmeye ve hazırlamaya çalışan partileri çürütmek için, Amerikan Emperyalizminin kendi lerine sağladığı her araca sarılan oportünist öğelerin eyleminde bulunuyordu.

Amerikan emperyalizminin bu tohumu, bilimsel Marksist - Leninist ideolojiden açıkça sapmak için uygun zamanı bekleyen ve buna hazırlanan gizli Anti-Mark- sist ve Anti-Leninist reformist öğelerce özümlenmeden bırakılmadı, ama Browderizm, Avrupa’da, Güney Amerika’da kazandığı başarıyı kazanamadı.

Browderizm, kendi zamanında uluslararası boyutlarda, revizyonist bir akım haline gelemediyse de, daha sonraki revizyonist akımlar onun görüşlerini yeniden ele aldılar ve kendilerine malettiler. Bu görüşler günümüzde çeşitli biçimlerde batı Avrupa’nın, Avrupa - Komünistlerinin yanında Çin ve Yugoslav revizyonistlerinin ideolojik ve siyasal platformlarının temelinde yatmaktadır.

Yalnız Browderizm değil, Mao Zedung düşüncesi, Çin yönetiminin izlediği kuramlar ve çizgi de «Komünizmi durdurma» ve ABD’nin savaş sonrası kapitalist dünyasında hegemonyasını kurma planlarının bir güvencesi oldu.

Çin Komünist Partisinin 7. Kongresi, 1945 başlarında, Browder’in sahneye çıktığı ve Truman’ın komutasında yeni bir Amerikan stratejisinin son şeklini aldığı sıralarda toplandı. Bu kongrenin onayladığı tüzük şöyle der : «Çin Komünist Partisi, tüm eylemlerinde Mao Zedung’un düşünceleriyle yönlendirilir.» Liu Şaoşi, kongrede okuduğu raporda, alınan bu karar üzerine yorumda bulunarak Mao Zedung’un, Marksist teorinin bir çok anlayışını reddettiğini ve bunların yerine yeni tezler ve sonuçlar getirdiğini ilân etti. Liu Şaoşi’ye göre, Mao Zedung, Marksizm’e «Çin şekli» vermeyi başarmıştı. Şöyle diyordu : «Mao Zedung’un düşünceleri Çin Marksizmi- dir.»

Bu «yeni tezler ve sonuçların» bu Marksizm’in «Çin modeli» nin Marksizm - Leninizm’in, Çin’in somut koşullarına yaratıcı bir biçimde uygulanması değildi. Tersine bu, Marksizm - Leninizm’in evrensel yasalarının yadsın- masıydı. Mao Zedung ve yoldaşlarının ülkedeki devrimin gelişimi konusunda burjuva demokratik bir anlayışları vardı. Onlar devrimin, sosyalist devrime dönüşmesinden yana değillerdi. Onlar için örnek «Amerikan demokrasisi» idi ve yeni Çin’in kuruluşu için Amerikan sermayesine güveniyorlardı.

Mao Zedung’un görüşleri ile, Browder’in oportünist düşünceleri arasında büyük bir yakınlık vardı. Browder, Çinli yöneticilerin Anti-Marksist düşüncelerini incelemiş ve iyi anlamıştı. Browder şöyle yazmıştı: «Çin Komünist Partisi’nin ileri gelen üyelerince yönetildiği için Çin’de «Komünist Kamp» adı verilen kamp, Amerikan demokrasisi anlayışına, Komintang kampınkinden çok daha yakındır. Ekonomik yaşamda, serbest girişime verilen daha geniş etkinlik alanı da dahil olmak üzere her açıdan daha yakındır.» (Browder, Tahran, Savaşta ve Barıştaki oYlumuz, 1944, s. 26).

Mao Zedung, kendi deyişiyle, Japonların ülkeden ayrılışlarından sonra kurulması gereken rejim, dediği, «Yeni demokrasi» tipi devlet döneminde, Çin’de serbest, sınırsız kapitalizmin gelişmesinden yanaydı.

Çin Komünist Partisi’nin 7. Kongresinde, «Bazıları», diyordu, «komünistlerin özel girişimin, özel sermayenin gelişmesine, özel mülkiyetin korunmasına karşı olduklarını sanıyor. Bunun gerçekle bir ilişkisi yoktur. Kurmaya çabaladığımız yeni demokrasi düzeni görevi, geniş Çinli kitlelerinin toplumda özel girişimlerini, özel kapitalist ekonomiyi serbestçe geliştirmelerini garantilemektir.» Ve böylece de, Kautsky’nin, «geri kalmış ülkelerde sosyalizmi kurmanın koşullarını hazırlayan kapitalizmin serbest gelişimi olmadan sosyalizme geçişin başarısız olacağı» şeklindeki Anti-Marksist görüşlerini benimsiyordu· Gerçekten de, Mao Zedung ve yoldaşlarının Çin’de güya kurduğu sosyalist rejim, burjuva - demokratik bir rejimdi ve de hep öyle kaldı.

Uygulamada Mao Zedung önderliğindeki Çin yönetiminin ülkede devrimi durdurmak ve sosyalist görüş açısını tıkamak için izlediği çizgi, hegemonyasını yaymak isteyen Amerikan emperyalizminin ve eski egemenliklerini korumaya çalışan öteki emperyalist güçlerin işine yaradı.

Savaşı izleyen yıllarda anti-sömürgeci ulusal kurtuluş hareketleri tüm kıtalarda bir atılım yaptı. İngiliz, İtalyan, Fransız, Belçika ve Hollanda sömürgeci imparatorlukları, sömürgelerindeki başkaldırıların itilimiyle ardarda yıkılıyordu. Çoğunlukla, bu ülkelerdeki devrimler burjuva - demokratik devrimlerdi. Ama, bu ülkelerin bazılarında devrimi yükseltmek ve sosyalist bir karakter kazandırmak için özel koşullar vardı. Mao Zedung anti- emperyalist devrimlerin doğru yollarından ayrılmalarını, burjuva çerçevenin dışına çıkmamalarını ve yarı yolda kalmalarını istiyor, böylece de kapitalist sistemi ebedileştiriyordu. Çin devrimini, onun sömürgelerdeki etkilerini dikkate alırsak, Mao Zedung’un «kuramlarının» se- sep olduğu zararlar görülebilir.

Ülkelerin gelişmesi için, Mao’nun izlediği çizgi, Çin’i örnek alarak, Hindi - Çin, Birmanya, Endonezya, Hindistan gibi ülkelerin ABD’ne ve Amerikan sermayesine ve yardımına güvenmeleri gerektiğiydi. Aslında bu Was- hington’da, kapalı kapılar ardında biçimlendirilen ve Browder’in kendi yolunda savunmaya başlamış olduğu yeni stratejinin kabul edilmesiydi.

1944 - 1949 yılları arasında, Mao Zedung’un kurmaylarının yanındaki Amerikan görevlileri, O’nun ABD’ne karşı tutumunu, görüşlerini, eylem ve istemlerini ayrıntılı olarak tanımlamışlardır. Bu görevlilerden biri olan John Service, Çin cephesindeki Amerikan Kuvvetleri komutanının siyasî danışmanı, daha sonra da Çongşing’de Çan Kay Şek hükümeti nezdindeki Amerikan Elçiliği sekreterliği görevinde bulunmuştu. Her zaman resmî olmayan temaslar yapıyorsa da, John Service Çin Komünist Partisi yönetimiyle resmî olarak ilişki kuran ilk Amerikan istihbarat görevlilerinden biriydi.

John Service, Çin yöneticilerinden söz ederken : «Dünya görüşleri çağdaş bir izlenim bırakıyor. Ekono-mik anlayışları bizimkine çok yakın» diyor ve böylece gerçeği söylüyor. «Son yedi yılda karşılaştıkları Amerikalıların çoğunu veya tümünü olumlu yönde etkilemiş olmaları hiç de şaşırtıcı değildir» diyordu. (J. Service, Çin’de Kaybolan Şans, 1974, s. 195 - 198). «Tutumları, düşünce biçimleri, sorunları doğrudan doğruya ele alışları Doğuludan ziyade Amerikalıdır» diye ekliyordu.

Aslında, Browder’in parti konusundaki tasfiyeci görüşleri Mao Zedung’un kuramlarında da görülür. Çin komünizmi nasıl bir vazgeçişse, Çin Komünist Partisi de yalnız, adıyla komünistti. Mao Zedung gerçek bir Marksist -Leninist parti oluşturmaya çalışmadı. Örgütsel yapısı, sınıfsal bileşimi, kuruluş tarzı ve ilham aldığı ideoloji dikkate alındığında Çin Komünist Partisi, Leninist bir parti niteliğinde değildi. Üstüne üstlük, Mao Zedung partiyi tınmıyordu bile. Sözde kültür devrimi sırasında tüm gücü kendinde toplayıp orduyu işin başına geçirerek partiyi tümden dağıtmıştı.

Mao Zedung da, Amerikanizm’i geleceğin toplumu için ideal bir örnek olarak gösteren Browder gibi, Amerikan demokrasisini Çin için en iyi devlet ve toplumsal örgütlenme modeli olarak düşünüyordu. Mao Zedung, Service’e : «Üstelik biz Çinliler, siz Amerikalıları demokrasinin ideali olarak görüyoruz» diyor ve gerçeği kabul ediyordu. (J. Service, Çin’de Kaybedilen Şans, 1949, s. 303). Amerikan demokrasisini kabul edişlerinden başka, Çin liderleri Amerikan sermayesi ile daha yakın ve doğrudan ilişkilerin kurulmasına çabalıyor, Amerikan ekonomik yardımını istiyorlardı. Service, Mao’nun kendisine «Çin endüstrileşmelidir, bu da ancak yabancı sermaye yardımı ve serbest girişim ile yapılabilir. Çin ve Amerikan ilişkileri birbirine benzer ve birbirine bağlıdır» dediğini yazar.
«Birleşik Devletler bizde, Komintang’da olduğundan daha büyük işbirliği esprisi bulacaktır. Demokrat Amerika’nın etkisinden çekinmiyoruz, bunu memnuniyetle karşılayacağız...» «Amerika, bizim işbirliğine girmeyeceğimizden çekinmemeli. İşbirliği içinde olmalıyız ve Amerikan yardımı almalıyız.» «John Service, Çin’de Kaybedilen Şans, 1947, s. 307).
Bugün, buna benzer anlatım ve istekleri, Mao Ze- dung’un düşlediği ve başlattığı politikayı, Amerikan - Çin çok yönlü ilişkilerinin başlatıcısı Mao Zedung’un çalışma arkadaşları Deng Sio Pink, Hua Kuo Feng ve öteki izleyicilerinden sık sık duymaktayız. Günümüzde Çin stratejisi tümden, özel planda Amerika Birleşik Devletleri, genel planda ise dünya kapitalizmi ile işbirliğine yönelmiştir. Onlar da, Marksizm - Leninizm’in en küçük bir kırıntısını bile, sıradan halkın aklımdan ve yüreğinden silmeye, böy- lece, gerek ekonomik alanda, gerekse parti ve devlet örgütünde çok dikkatle bürdürülen siyasal ve örgütsel dönüşümleri tamamlamak için Çin’i desteklemeye ve ideolojik olarak etkilemeye başladılar.

Çin’in kurulması için Mao Zedung’un çizgisi, sömürge olmaktan kurtulan ülkelerin gelişmesi anlayışı, nesnel olarak, Amerikan emperyalizminin stratejisine hizmet etmiş, onunla koşut olmuştu. Çin - ABD arasındaki işbirliği daha başlangıçta sıkı bir şekilde oluşturulamamışsa, bu, savaş sonrası yıllarda Çan Kay Şek lobisinin ABD’de başarılı çalışmalarıyla açıklanabilir. Çünkü o sıralarda «Soğuk savaş» doruk noktadaydı ve Amerika’da Mc Carthycilik kuduruyordu. Ve savaştan hemen sonra ABD, herşeyden önce Japonya’yı güçlendirerek güçlü bir müttefik durumuna getirmek, Japon ekonomisini yeniden kurmak ve Sovyetler Birliği’ne ve de Mao’nun Çin’ine karşı güçlü bir kaleye dönüştürmek için, bu ülkeye yardım etmesi, ya da onu dört bir yandan fethetmesi ge-rektiğini düşünerek bu ülkeye öncelik vermişti. Daha açıkçası, ABD, dünyanın tüm bölgelerine yardım sağlayarak onları Sovyetler Birliği’ne ve sosyalist sisteme karşı hazırlayabilecek kadar güçlü değildi. Bu yüzden de, yıkımın büyük olduğu ve sosyalizmin dünya sermayesi için tehlikeli duruma geldiği özellikle Avrupa ve Japonya’ya yardımı yoğunlaştırmayı yeğledi.

Amerikan emperyalizminin önde gelenlerinin, Mao Zedung’un uzattığı eli hemen sıkmayı reddetmelerinin nedenleri bunlardı kuşkusuz. Makul bir zamana gereksinim vardı. Nixon’un, Pekin’e gitmesi, Amerikalıların ve tüm ötekilerin Çin’in sosyalizm ile hiçbir ilgisinin olmadığını anlamaları için Çin revizyonist önderlerinin Amerika’ya olan «sevgilerinin» yeni kanıtlarını göstermeleri gerekiyordu.

İkinci Dünya Savaşından sonra, Amerikan emperyalizmi ve onun çevresindeki öteki gerici güçlerin sosyalizm ve devrime karşı mücadeledeki devasa kampanyalarına Yugoslav revizyonistleri de sürüklendiler. Bu akım iktidardaki revizyonizmi temsil ediyordu ve sosyalizm ile emperyalizm arasındaki mücadelenin can alıcı bir anında ortaya çıktı.

II. Dünya Savaşından sonra gelen dönem, sosyalizm için de, emperyalizm için de bir erinç dönemi olamazdı. Oluşan yeni koşullarda sosyalizmin pekiştirilmesi, dünya halklarını doğru yolda ilerletmesi ve onların kurtuluşu için aydınlatması ve onlara yardım etmesi, öte yandan emperyalizmin de kendisi için ölümcül tehlikeye karşı koyması gerekiyordu. Sadece savaşın yaralarının sarılması değil, aynı zamanda proletaryanın iktidara el koyduğu ülkelerde ve uluslararası arenada sınıf mücadelesinin doğru olarak sürdürülmesi gereken bir zaman yaşanıyordu. Faşizme karşı zafer kazanılmıştı ama, barış nis-beten gerçekleştirilmişti, savaş başka başka araçlarla sürüp gidiyordu.

Sosyalist ülkeler ve bu ülkelerin komünist partileri Marksist - Leninist çizgideki zaferlerini pekiştirmek, halklar ve iktidarda olmayan komünist partiler için birer ayna ve örnek olma göreviyle karşı karşıya bulunuyorlardı. Sosyalist ülkelerdeki komünist partileri, Marksist - Leninist ideolojiyi bir dogma haline getirmemeye özen göstererek, aslında eylem için devrimci bir teori, köklü sosyal dönüşümleri başarmak içinse bir araç olan Marksizm - Leninizm’i koruyarak, onu, kendilerini de düzeltmek için kullanmak zorundaydılar. Sosyalist ülkeler ve komünist partiler, özellikle faşist birleşmeye karşı kazanılan zaferden sonra kibirli olmaktan, yanılmaz oldukları düşüncesine saplanmaktan ve sınıf mücadelesini unutmak ve zayıflatmaktan korumak zorundaydılar kendilerini. İşte, sosyalizm’de sınıf mücadelesinin sürdürülmesinin gerekliliğini vurgularken, Stalin’in düşüncesindeki can alıcı nokta budur.

Tam bu koşullar içinde, Tito’cular Marksizm - Leninizm’e karşı çıktılar. «Titocu akım» başlangıçta maskesini çıkarmadı, devrime ve sosyalizme açıktan açığa karşı çıkmadı, tersine, Yugoslavya’yı yeniden kapitalizme sokma ve dünya emperyalizminin aleti durumuna dönüştürme ortamını hazırlarken, kendini gizlemeye çaba harcadı.

Titoculuğun, ABD’ne eğilimli olduğu, manevi planda ve siyasi ve ideolojik olarak Batıya yöneldiği, başlangıçtan beri dünya kapitalizminin Ingiliz ve öteki temsilcileriyle birçok siyasal ilişkilere ve gizli düzenlemelere girdiği herkesin bildiği bir gerçektir. Yugoslav önderler kapılarını Birleşmiş Milletler Yardım ve Kalkınma Ku- rulu’na açtı. Böylece, savaştan kalmış yiyecek ve giysi yardımı bahanesiyle, Amerikan - İngiliz emperyalistleri dünyanın bir çok ülkesine özellikle de halk demokrasisi ülkelerine sızmaya çalıştılar. Amaçlan, gelecekte, daha geniş kapsamlı operasyonlar için olabildiğince uygun bir ortamı hazırlamaktı. Yugoslavlar Birleşmiş Milletler Yardım ve Kalkınma kurulunun yardımlarından büyük oranda yararlandılar, ama bu kurul da, yeni oluşan Yugoslav devletinin yanlış kurulmuş devlet mekanizmasını etkilemeyi başardı.

Tito’culuğa, Amerikan emperyalizmi ve uluslararası gericilik, başından beri tüm desteklerini sağladılar. Çünkü, orada, sosyalist kamptaki bozulmaya neden olan, Sovyetler Birliği ile olan ittifakı parçalayan ve engelleyen ideolojik ve siyasal gidişi görüyorlardı. Titocu tutum, bununla kalmayıp, emperyalizmin kurtuluş hareketlerini felce uğratmak, sömürgeci boyunduruğunu henüz atmış yeni devletleri devrimci çizgiden döndürmek stratejisine hizmet etmek için hazırdı.

Taa başından beri, Yugoslav Revizyonistleri, tüm sorun ve alanlarda Lenin ve Stalin’in gerçek sosyalizminin teori ve pratiğine karşıydılar. Tito ve grubu, siyaset, ideoloji, devlet ekonomisi ve ordunun örgütlenmesi de dahil olmak üzere, Yugoslavya’daki herşeyi batılı kapitalist devletlerin yanma çekme görevini yüklendi ve ülkeyi kapitalist dünyaya bağladı. Amaçlan ülkeyi olabildiğince kısa zamanda burjuva kapitalist bir ülkeye dönüştürmekti. Amerikan kapitalizminin düşünceleri olan Browder’in düşünceleri, Titoculuğun siyasal ve ideolojik platformunda kendine bir yer bulmuştu.

Titocular, önce, Marksizm - Leninizm’i, onun sosyalist toplumdaki devrimci gücünün ve komünist partinin rolü ve görevi konusundaki prensiplerini değiştirdiler. Proletarya diktatörlüğü sisteminde komünist partisinin yaşamın her alanındaki rolü hakkındaki Marksist teze saldırdılar. Amerika’da, Browder örneğinde olduğu gibi, sadece partinin ismini Komünistler Birliği olarak değiştirerek değil, partinin amaçlarını, işlevinin, örgütlenmesini ve devrim ve sosyalizmin kurulmasında oynayacağı rolü değiştirdiler ve onu tasfiye ettiler. Titocular partiyi bir eğitim ve propaganda demeğine çevirdiler. Yugoslav Komünist Partisinin devrimci ruhunu bir yana itip, uygulamada partinin etkinliğini yokederek, Halk Cephesinin rolünü onun üzerine yükselttiler.

Devrim ve sosyalizmin kurulmasında partinin önderliği temel sorununda, Browderizm ile Titoculuk arasında siyasal, örgütsel ve ideolojik açılardan büyük bir benzerlik vardır. Browderizm gibi, Titoculuk da, işçi sınıfı partisinin devrim ve sosyalizmin kurulmasında öncü rolüne değgin kesin programının tüm ilkelerinde tasfiyeci ve Anti-Marksist’tir.

Browder’in görüşleriyle Titocularınkiler arasındaki benzerlik, Titocuların Yugoslavya’da siyasal sistemin kuruluşuna örnek olarak aldıkları «Amerikan Demokrasisi» nde de ortaya çıkmıştır. Kardelj bu sistemin, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki icra organının örgütlenmesine benzer olduğunu kabul etmiştir. (E. Kardelj, Sosyalist Özyönetim Politik Sisteminin Gelişmesinin Yönleri, Ri- lindja, Prishtina, 1978, s. 235).

Partinin tasfiyesinden ve Sovyetler Birliği ile bağların koparılmasından sonra Yugoslavya ekonomik ve örgütsel işlemler kaosu içinde boğuluyordu. Titocular devlet mülkiyetini «toplumsal» mülkiyet ilân etmişler, kapitalist ilişkileri anarko-sendikalist «fabrikalar işçilerindir» sloganıyla gizlemiş ve işçi sınıfını bölerek emekçileri birbirine düşürmüşlerdi. Küçük üretimin kollektifleştirilmesi «Rus usulü» diye tanımlanmış, bunun yerine kapitalist çiftliklerin kurulması ve özel köylü ekonomisi-nin teşvik edilmesi «biçimindeki «Amerikan usulü» getirilmişti.

Siyasal, ekonomik, ideolojik alanlardaki bu değişimler, bunlardan sonra yapılan devlet, ordu, eğitim ve kültürün örgütlenmesindeki değişmelere bağlıydı. Bindokuz- yüzelli yıllarında, sözde özyönetim sosyalizmini ilân ettiler. Bu kapitalist düzenin gizli şekliydi. Titoculara göre, bu «özel tip sosyalizm», sosyalist devlete değil de, doğrudan üreticiye dayanılarak kurulacaktı. Böylece, bu sosyalizmde devletin giderek yok olacağını söylüyorlardı, aslında, Marksizm - Leninizm’in kapitalizmden sosyalizme geçiş döneminin tümü süresince proletarya diktatörlüğünün varlığının gerekliliği hakkındaki temel tezi reddediyorlardı.

Bu ihanetlerini haklı göstermek ve insanları aldatmak için, kendilerini Marksizm - Leninizm’e değil, sadece «Stalinizm’e» karşı çıkan «yaratıcı Marksist’ler» diye ilân ettiler. Böylelikle, «Marksizm’in yaratıcı gelişmesi ve dogmatizm’e karşı mücadele» sloganının revizyoniz- min tüm çeşitlerinin ortak ve gözde sloganı olduğunu bir kez daha kanıtladılar.

Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa sosyal demokrasisi, Ingiltere ve başka ülkeler Titocu Yugoslavya’ya çok yönlü siyasal, ekonomik, askerî yardım verip onu ayakta tutmaya çalıştılar. Yugoslavya’nın «sosyalist» görünüşüne bakarak ona karşı çıkmayan burjuvazi, gerçekte bu durumla daha bir ilgileniyordu. Yalnız bu tür «sosyalizm» Yugoslav revizyonistlerinin saldırmaya, «sosyalizmin alt biçimi», «devlet sosyalizmi», «bürokratik», «anti-demokratik» diye tanımlamaya başladıkları, Lenin ve Stalin’in tasarladığı ve kurduğu sosyalizmden tamamen farklı olmalıydı. Yugoslav sosyalizmi, kapitalist - revizyonist toplumun bir karışımı, ama temelde bur-juva - kapitalist olmalıydı. Bu sosyalizm, onları gerçek sosyalizm yolundan saptırıp, emperyalizme bağlı kılmak üzere öteki sosyalist ülkelere götürecek bir Truva atı olmalıydı.

Ve Titoculuk, gerçekten de, eski sosyalist ülkelerdeki revizyonist oportünist öğelerin esin kaynağı oldu. Yugoslav revizyonistleri, bu ülkelerdeki, yıkıcı etkinliklerini yaygınlaştırıp sürdürdüler. Yugoslav Titocularının karşı-devrime yol açmak, Macaristan’ı emperyalist kampa çekmek için çok etkin bir rol oynadığı, 1956 Macaristan olaylarım anımsatmak yeterlidir.

Bizzat Tito, 1956 yılında Pula’da yaptığı ünlü konuşmasında, emperyalizmin sosyalizmi içten yıkma stratejisinde, Titoculuğun önemini açıkça belirtti. Yugoslav biçimi sosyalizmin, yalnız Yugoslavya için değil, fakat aynı zamanda, onu izlemesi ve uygulamalarını izlemesi gereken öteki sosyalist ülkeler için de geçerli olduğunu taa o zamandan söyledi.

Amerikan emperyalizminin stratejisi ile, dünyanın gelişmesi ve uluslararası ilişkiler konusundaki Titocu anlayışlar tam bir uyum içindeydi. Yugoslav revizyonizmi- nin baba kuramcısı Kardelj, 1954 yılı Ekim’inde Oslo’da yaptığı bir konuşmada kapitalizmin «keşfettiği yeni» çözümlerin propagandasını yaparken, devrim kuramına açıktan açığa karşı çıkıyordu. İkinci Dünya Savaşından sonra, birçok kapitalist ülkede büyük oranda yerleşen tekelci devlet kapitalizmi olgusunu çarpıtarak, bunu sanki sosyalizmin bir öğesiymiş gibi ilân etti. Bununla da yetinmeyip klasik burjuva demokrasisini «sosyalist unsurların yavaş yavaş gelişmesi doğrultusunda çalışan toplumsal çelişkilerin bir düzenleyicisi» olarak betimledi. Sosyalizme doğru tedrici bir evrimin yaşandığından dem vurdu ve bunu bir çok kapitalist devletteki «tarih-sel bir gerçek» olarak tanımladı. Aslında, Browder’inki- lerin aynısı olan bu revizyonist anlayışlar, Yugoslav Komünistler Birliği’nin programlarına geçirildi ve proletarya, devrim ve kurtuluş hareketlerini engellemek için ideolojik ve siyasal sapmanın bir aracı durumuna getirildi.

Amerikan emperyalizminin 3. dünya halklarının an- ti-emperyalist mücadelelerinin gücünü azaltmak, bağımsızlık, özgürlük ve egemenliklerini koruma çabalarını yoketme stratejisinin yardımcısı olan «bağlantısızlık» kuram ve uygulamalarını, bu temele dayanarak Yugoslav revizyonistleri genişletmiş oldular. Titocular, emperyalizme karşı çıkmayarak, bu halklara istemlerinin bağlantısızlık kuramının uygulanması ile yerine geleceğini öğütlediler. Titocuların düşüncelerine bakılırsa, bu ülkelerin gelişme yolu «etkin işbirliğinde» büyük dünya sermayesi ve emperyalistlerle «her zaman daha yaygın işbirliğinde», gelişmiş kapitalist ülkelerden alacakları kredi ve yardımlarda aranmalıydı.

Bugünkü Yugoslav gerçeği, Belgrad revizyonistlerinin savundukları çizginin nereye götüreceğini açık bir şekilde göstermektedir. Bilinmektedir ki, Amerikan emperyalizmi ile Sovyet sosyal emperyalizmi ve öteki büyük kapitalist devletlerle işbirliği, alınan büyük yardım ve krediler Yugoslavya’yı her alanda dünya kapitalizmine bağlı, bağımsızlığı ve egemenliği zedelenmiş bir ülkeye dönüştürdü.

Uluslararası burjuvazinin devrim ve sosyalizme karşı tüm mücadelesi, Amerikan emperyalizminin stratejisi Kruşçev’ci revizyonizmin sahnede boy göstermesi ile daha ileri, daha büyük, daha arzu edilen bir yardım elde etti. Kruşçev’ci ihanet, sosyalizm ve hakların kurtuluş hareketlerine vurulmuş, bugüne kadarki en büyük ve en tehlikeli darbe idi. Bu darbe, ilk sosyalist ülkeyi, dünya devriminin bu büyük merkezini emperyalist bir ülkeye ve karşı-devrimin yuvasına döndürdü. Bu ihanetin ulusal ve uluslararası platforma yansıması ise gerçekten çok acı oldu. Bu ihanetin sonuçlarından devrim, kurtuluş hareketleri zarar gördü, ve görmektedir ve uluslararası barış ve güvenlik de büyük ölçüde tehlikeye girmiştir.

Siyasal ve ideolojik bir akım olarak Kruşçevizmin, çağdaş revizyonizmin öteki akımlarından büyük bir farkı yoktur. Bu akım da burjuvazinin aynı iç ve dış baskısının, Marksist - Leninist ilkelerden aynı sapışın, devrim ve sosyalizme aynı karşı çıkmanın ve aynı kapitalist sistemi koruma ve güçlendirme amacının bir sonucudur.

Aralarındaki fark, karşılıklı tehlikenin derecesine bağlıdır. Kruşçev’ci revizyonizm daima en korkutucu, en şeytani, en tehlikelisi olmuştur. Bunun iki nedeni vardır : Birincisi maskelenmiş bir revizyonizm olmasından ileri gelir. Dışa karşı sosyalist görünümünü sürdürmekte ve halkları aldatarak tuzağına düşürmek için Marksist terminolojiyi ve gerektiğinde devrimci sloganları yaygın bir biçimde kullanmaktadır. Bu demagoji aracılığıyla bugünkü kapitalist Sovyetler Birliği gerçeğinin gözlerden saklanması ve daha da önemlisi, devrimci kurtuluş hareketlerini yanlış yola yöneltmek ve kendi siyasetinin bir aracı haline dönüştürmek, yayılmacı amacı gizlemek için koyu bir sis tabakası ile gözleri karartmak istiyor.

İkincisi ve daha da önemlisi, şudur : Kruşçevci revizyonizm büyük bir emperyalist güç demek olan ve kendisine geniş alanlarda oldukça büyük hareket olanağı veren bir devlette, egemen ideoloji durumuna gelmiştir.

Kruşçevizm’in ve öteki revizyonist akımların, komünist partinin tasfiyesinde ve burjuvaziye hizmetinde, si yasal bir güç haline dönüştürülmesinde ortak özellikleri vardır. Sovyetler Birliğinde, Lenin ve Stalin’in Komünist Partisi tasfiye edilmiştir. Yugoslavya’da yapılanın tersine, Sovyetler’deki partinin adını değiştirmemiş, fakat devrimci özünden ve ruhundan ayırmıştır. Sovyetler Birliği, Komünist Partisinin rolünün değiştiğini gördü. Marksist - Leninist ideolojiyi sağlamlaştırma çalışmalarına devam edeceği yerde, demagoji ve boş sözlerle Marksist - Leninist ideolojiyi yozlaştırmaya koyuldu. Ordu, polis ve burjuvazi diktatörlüğünün öteki örgütleri gibi, partinin siyasal örgütü, kitleleri baskı altına almak için bir örgüte dönüştü. Bunun aynı zamanda baskı ve sömürü ideolojisinin ve siyasasının dayanağı haline geldiğini söylemeye gerek yoktur. Sovyetler Birliği Komünist Partisi bozuldu, zayıflatıldı ve artık devrimi ileriye götüren, sosyalizmi kuran işçi sınıfının öncü partisi değil, yeni revizyonist burjuvazinin sosyalizmi yozlaştıran ve kapitalizmin yeniden canlandırılmasını sağlayan «tüm halkın partisi» durumuna geldi.

Kruşçev sosyalizmin kuruluşunun sözümona tamamlandığını, komünizmin kuruluşunun başladığı Sovyetler Birliği’nde ortaya çıkan duruma güya uyum sağlamak gerekçesiyle, partinin karakterine yapılan değişikliği savundu. Kruşçev’e göre, partinin bileşimi, yapısı, toplumdaki ve devletteki rolü ve yeri bu «yeni çağa» koşut olarak değişmeliydi. Zaten Browder, Tito, Togliatti ve başkaları da, partilerini «derneklere, birliklere, kitle partilerine» dönüştürmeyi, onları kapitalizmin gelişmesi, işçi sınıfının ve onun siyasal, ideolojik etkisinin artması gibi durumların sonucu ortaya çıkan yeni toplumsal değişikliklere güya uydurmayı vaaz etmemişler miydi?

Oysa, Kruşçev bu tezleri ileri sürerken, Sovyetler Birliği’nde komünizmin kurulması henüz başlamamıştı bile, ayrıca sosyalizmin kuruluşu da henüz tamamlanmamıştı. Sömürücü sınıflar, sınıf olarak gerçekten yok edilmişti. Ama bunların fiziksel ve ideolojik kalıntıları halâ mevcuttu. Savaş üretim ilişkilerinin serbestçe gelişmesini engellemişti, bu sürecin zorunlu ve gerekli temelini oluşturan üretici güçler çok zarar görmüştü. Marksist - Leninist ideoloji egemendi ama bu, eski ideolojiler kitlelerin bilinçlerinden tümden silinmiş denemezdi. Sovyerler Birliği faşizme karşı savaşı kazanmıştı ama, kendisine karşı başka başka araçlarla ve hiç de daha az tehlikeli olmayan bir başka savaş başlatılmıştı. Emperyalizmin başını Amerikan emperyalizmi çekiyordu ve komünizme karşı «soğuk savaş» ilân etmişti, dünya kapitalizminin tüm zehirli okları öncelikle Sovyetler Birliği’ne yöneltilmişti. Devrimci coşkuyu azaltmak, savaş korkusunu yaymak, uluslararası önderliğini ve emperyalizme karşı çıkmasını sınırlamak için Sovyetler Birliği Devleti ve Sovyet halkı üzerine büyük bir baskı uygulanıyordu.

Kruşçev, bu iç ve dış baskılar sonunda teslim oldu. Kendi pasifist boş hayallerini gizlemek amacıyla, mevcut durumu tozpembe göstermeye başladı. «Komünizmin kuruluşu», «sınıf mücadelesinin sonu», «sosyalizmin en son zaferi» gibi tezler sanki yeni tezlermiş gibi göründüy- se de, bu tezler temelinde gericiydi. Ortaya çıkan yeni durumun, yeni burjuvazi tabakasının doğuş ve gelişmesini, Sovyetler Birliği’nde kendi iktidarını kurma iddialarını gizlemeyi amaçlıyorlardı.

Sovyetler Birliği Komünist Partisinin 20. Kongresinde, Kruşçev’in sunduğu program, yalnız Sovyetler Birliği’nde kapitalizmin yeniden canlandırılması değil, aynı zamanda devrimi tuzağa düşürme ve halkları emperyalizme, işçi sınıfını burjuvaziye boyun eğdirme çizgisini öneriyordu. Kruşçev’ciler bu aşamada sosyalizme giden tek yolun barışçı yol olduğunu iddia ettiler. Komünist Partililere sınıf uzlaşması, sosyal demokrasi ve burjuvazinin öteki siyasal güçleri ile işbirliği siyasasını izlemelerini önerdiler. Bu çizgi, sermayenin ve emperyalizmin, silahlar ve ideolojik saptırma da dahil olmak üzere, uzun zamandan beri gerçekleşmesi için mücadele ettiği koşulların elde edilmesine yardım etti. Burjuva refor- mizmine geniş olanaklar tanıyarak, 2. Dünya Savaşında meydana gelen zor siyasal, ekonomik ve askerî durumda sermayeye manevra yapma olanağı tanıdı. İşte, burjuvazinin Sovyetler Birliği Komünist Partisinin 20. kongresini tüm dünyaya açıklamasının ve «Ortodoks komünist», «kapitalist dünya ile uyumsuz», Stalin’den farklı biri olarak Kruşçev’i, «koşulları anlayan», «barış adamı» gibi nitelemelerle adlandırmasının anlamı budur.

Sosyalizme giden barışçı yol vaazlarıyla Kruşçevci- ler, komünistleri ve dünyadaki devrimcileri devrime hazırlamaktan ve devrimi başarıya ulaşmaktan engellemeye çaba gösterdiler. Onların tüm etkinliklerini propagandaya, tartışma ve seçim manevralarında, sendikal gösterilere ve günlük istemlere indirgemelerini arzu ettiler.

Ekim Devriminin yıktığı, Lenin’in şiddetle savaştığı tipik sosyal demokrat çizgiydi bu. İkinci Enternasyonal önderlerinin cephaneliğinden alınan Kruşçevci düşünceler tehlike saçan düşler yaydı, gerçek devrim düşüncesini gözden düşürdü. Bu görüşler işçi sınıfını ve emekçi kitleleri uyanık olmaları ve burjuva şiddetine karşı çıkmaları için hazırlamıyor, tersine boyun eğerek burjuvazinin merhametini beklemeye zorluyorlardı. Bu olgu, komünistlerin ve halkın sosyalizme giden barışçı yolla ilgili revizyonist hayallerin ceremesini gayet pahalı ödedikleri Şili, Endonezya gibi ülkelerdeki olaylarla da kanıtlanmıştır.

Sovyetler Birliği Komünist Partisi 20. Kongresinin, emperyalizmin ve burjuvazinin lehine ve aynı derecede devrimin aleyhine olan bir başka tezi de vardı : Kruşçev- cilerin sınıflar arasındaki ve halklar ile onlara baskı yapan emperyalistler arasındaki ilişkilere kadar genişlettiği, komünist hareketin tümüne zorla kabul ettirmek istediği «barış içinde bir arada yaşama» tezi. Soruna «ya barış içinde birarada yaşama» ya da herşeyi yıkan savaş şeklinde koyan Kruşçevcilere göre halklar ve dünya proletaryası için, boyun eğmekten, sınıf mücadelesinden, devrimden ve emperyalizmi «kızdırabilecek» savaşın patlamasını kışkırtacak her türlü eylemden vazgeçmekten başka bir yolu yoktu.

«Emperyalizmin değişen karakteri» hakkındaki düşünce lerle yakından ilgili olan «barış içinde birarada yaşama» konusundaki Kruşçevci görüşler, temelinde Browder’in Amerika kapitalizminin de emperyalizmin savaş sonrası koşullarda ilerlemenin bir öğesi durumuna geldiği düşüncelerine uygulamada çok benzerdi. Amerikan emperyalizmi hakkında yaratılan yanlış izlenimlerle sevimli kılınan görüntü halkların ABD’nin hegemonyacı ve yayılmacı siyasasına karşı uyanıklığını gevşetti, anti-emper- yalist kurtuluş mücadelesini kundakladı. Bir yandan pratik bir siyasal çizgi, bir yandan da ideolojik olarak Kruşçevci «barış içinde birarada yaşama» kuramı, halkları, özellikle de Asya, Afrika, Latin Amerika’nın yeni devletlerinin halklarını «savaş ocaklarını söndürmeye», emperyalizmle uzlaşma ve yakınlaşma çabasına, ekonomilerinin «barış içinde gelişmesi» amacıyla «uluslararası işbirliğinin avantajlarından yararlanma» gibi düşüncelere itti. Bu çizgi başka formüllerle ifade edilse de Browder’in çizdiği çizginin aynısıydı. Buna göre zengin Amerika «barış içinde birarada yaşama» koşullarında ABD ile Sovyetler Birliği arasında tüm dünyaya yardım edebilir, onu kalkındırıp geliştirebilirdi. Tito’nun Yugoslavya’da savunduğu ve uyguladığı ve ülkenin kapılarını, Amerikan kredi, sermaye ve yardımına açan çizginin aynısıydı. Mao Zedung’un ve öteki Mao’cu önderlerin de içlerinde sakladıkları, ancak değişik koşulların ve olayların o aşamaya dek engellediği Çin’i Amerikan yardımıyla kurma istemlerinin aynısıydı.

Artık Sovyetler Birliği, bu aşamadan sonra, Amerikan ve öteki batılı ülkelerin yardımından, Titocuların ya da bugün Maocuların kaçtığından fazla kaçamaz. Sovyetler Birliği ile ona bağlı ülkeler kapitalist dünya ekonomisi ile büyük oranda birleşmiş durumdadır. Bu ülkeler batı sermayesinin en büyük alıcıları arasına girmiş bulunmaktadırlar. Borçlan, hiç değilse açıklandığı kadarıyla, on milyarlarca doları bulmaktadır. Bugün Afganistan olaylarının neden olduğu gibi, değişen koşullardan dolayı bu süreç yavaşlasa da hiç bir zaman durmaz. Her iki ülkenin kapitalist çıkarları öylesine çoktur ki özel durumlarda aralarındaki sürtüşmenin, çatışmanın ve yenişmenin üstesinden geleceklerdir.

Moskova revizyonistleri «barış içinde birarada yaşama» tezini kullandılarsa, bu sadece Amerikan emperyalizmine bağlanıp onunla uzlaşma siyasetini haklı çıkarmak için değildi. Bu tutum, Sovyet revizyonist liderlerinin hegemonyacı emperyalist planlarına karşı halkların uyanıklığını ve direncini kırmak için Sovyet sosyalist emperyalistlerinin yayılmacı siyasasını gizleyen bir maske olarak hizmet etti ve etmektedir de.

Barış içinde birarada yaşama tezi Sovyet revizyonistlerinin Amerikan emperyalistlerine yaptığı bir çağrıydı. Bunun amacı da dünyayı aralarında paylaşmak ve ona birlikte egemen olmaktı.

Kruşçevci revizyonist çizgiden yararlanarak emperyalizm ve gericilik, komünizme karşı geniş bir saldırı başlattı. Özellikle, devrime ve sosyalizme yönelik bu yeni saldırı kampanyası Kruşçevci revizyonistlerin Stalin’e ve onun eserine olan saldın ve iftiralarıyla beslendi.

Kruşçevci revizyonistler ülke içinde ve dışında uygulamaya başlattıkları Anti-Marksist çizgiyi doğrulamak için Stalin’e karşı mücadeleye giriştiler. Çünkü Stalin’in eserlerini yadsımadan, proletarya diktatörlüğünü yadsıyamaz, Sovyetler Birliğini burjuva - kapitalist bir devlete dönüştüremez, emperyalizmle pazarlık yapamazlardı. Öte yandan bu, emperyalist ve Troçkist propaganda cephaneliğinden ödünç alınmış suçlamalarla yürütülmesinin de nedenidir. Bu propagandalar Sovyetler Birliği’nin geçmişini «kitle misillemeleri», sosyalist sistemi «demokrasinin baskı altına alınması» ya da «Korkunç İvan’ınkine benzeyen diktatörlük» diye niteleyen savlardı.

Ne var ki, emperyalistlerin ve revizyonistlerle devrimin öteki düşmanlarının tüm çamur atma ve saldırılarına karşın Stalin ve eserleri ölümsüzdür. Çünkü Stalin, Marks, Engels ve Lenin’le birlikte büyük bir devrimci ve önder bir kuramcıdır.

Yaşam, Arnavutluk Emek Partisi’nin değerlendirmelerinin ve Kruşçevci revizyonizme karşı tavrının doğru olduğunu kanıtlamıştır, her geçen gün de kanıtlamaya devam etmektedir. Sovyetler Birliği’nde sosyalizm yıkılmıştır. Kapitalizm yeniden kurulmuştur. Uluslararası arenada Sovyet yönetiminin tutumu ve eylemleri, Sovyetler Birliği’nin sosyal-emperyalist karakterini ve gerici büyük devlet ideolojisini daha bir açığa çıkarmıştır. Böy- lece, Kruşçevci revizyonizm, yalnız kapitalizmin yeniden kurulmasının, devrimin ve halkların kurtuluş hareketlerini kundaklamanın değil, aynı zamanda sosyal-emperyalist saldırganlığın da bir ideolojisi durumuna gelmiştir.

Devam
AVRUPA KOMÜNİZMİ
BURJUVAZİYE VE EMPERYALİZME BOYUN EĞME İDEOLOJİSİ


Blogger tarafından desteklenmektedir.