TÜRK SAVAŞININ SEYRİ Engels
Tuna üzerindeki askerî harekatın başlamış olduğundan artık kuşku yoktur. Ömer Paşa, Vidin’de nehri geçmiş, karşı sahilde bir köy olan Kalafat’ı işgal etmiş, ve öncülerini Krayovaya doğru göndermiş, ve Türklerin diğer bir saldırısı da Rusçuk’tan karşıdaki Giurgevo’ya yöneltilmiştir. Bundan başka, Brayla ve Turna’ya karşı bir üçüncü ve dördüncü saldırıdan da sözedilmektedir. Aynı zamanda, Oltenitza’da Rusların saldırgan oldukları bir çarpışma daha olmuştur. Bize iletilmiş haberlerden birine göre, son savaş üç saat sürmüş, ve Ruslar geri püskürtülmüştür; Viyana’dan 8 Kasım akşamı gelen diğer bir haberde ise, savaşın yirmisekiz saat sürmüş olduğu, ve sonucun daha henüz bilinmediği belirtilmektedir, ilk gelen haberin doğru olması olasıdır.
Diğer savaşların sonuçları hakkında da farklı haberler vardır. Guirgevo’dakinin başarısız olduğu anlaşılmakta, ve Brayla ile Tuna’dakiler hakkında ise bir şey bilinmemektedir. Kalafat’ta girişilmiş olan ilerlemeye gelince, bazı telgraflar Türklerin üstünlük sağladığını ve Rusların yenilgiye uğradığını, başka telgraflar ise Türklerin derhal durdurulup Kalafat’a geri sürüldüğünü bildirmektedir. Durum, ilk raporun doğru olduğu yönünde görünmektedir.
Toparlarsak şu hususlar bellidir: ilerde daha ayrıntılı olarak belirteceğimiz nedenlerle, Ömer Paşa, bu sınırda Türklerin doğan durumu gereği önce belirttiğimiz savunmada kalmaktan vazgeçip saldırıya kalkışmıştır. Ve Rusların Küçük Eflak’tan çekilmelerinden yararlanarak kendi mevzilerinin en sol ucundaki Vidin’de 28 Ekimde Tuna’yı geçmiştir; bunu hangi kuvvetlerle yapmış olduğunu saptamamıza olanak yoktur. Ama o zamandan beri Türklerin başka noktalarda ancak gösteri savaşlarına ve kısmî savaşlara girişmiş olduklarını duymuş olduğumuza, ve güçlü bir düşman karşısında Tuna gibi bir nehri önemsiz savaş kıtalarıyla geçmenin kesin bir hata olacağına göre, Ömer Paşanın elindeki faal ordunun ana bölümünü beraberinde almış olduğundan emin bulunabiliriz. Çünkü alınan haberler bizi kuşku bırakmayacak şekilde inandırmadıkça, bazı telgrafların ileri sürdüğü gibi Ömer Paşanın bu kadar büyük bir tehlikeyi göze alıp en yakın destek güçlerinin ya da ihtiyatlarının 150 mil uzakta Sofya’daki 8.000 kişi iken, Tuna’yı 7,000 kişi ile geçeceğine inanmayız. Ancak, Türk ordusunun ana kuvvetleri kısa zaman önce Varna, Şumnu, ve Rusçuk’ta bulunduğuna göre, buralardan aşağı yukarı 250 mil uzakta bulunan Vidin’de birdenbire ordusunun büyük bölümünü Ömer Paşanın nasıl yığabildiğim de aynı şekilde anlayamıyoruz.
Akla en yakın gelen açıklama, Rusların Vidin üzerine ilerlemelerini gören Ömer Paşanın, ordusunu büyük ölçüde sola kaydırmış, ve doğrudan İstanbul’a giden yolun savunmasını Rusçuk, Silistre ve Şumnu’da bulunan kıtalara bırakmış olduğudur; sağ kanadının desteği için Rusçuk’u, sol kanadı için Vidin’i, ve merkezinin yığınak noktası olarak da Nikopolis’i seçmiştir. Rusçuk’tan Vidin’e 200 mil kadar olan bu mevkide etrafına toplayabildiği bütün kıtaları sol kanadına yığarak Tuna’yı geçmiş, ve böylece Rusların sağ kanadını açıkça çevirmiştir. Rusların öncülerine baskın yapıp ve bunları Jiu nehri üzerinden geri çekilmeye zorlamak umudundaydı. Kendisi ise ya nehir geçidini cepheden zorlayarak ya da Rassova yakınında başka bir kolorduyu Tuna’dan geçirip Jiu nehrinin öteki sahiline ulaştırarak oraya varabilirdi. Tuna’nın ikinci yan nehri olan ve üzerinden, Vidin’den Bükreş’e giden yol geçen Aluta nehri de, bu nehrin ağzının alt tarafında Türk merkezinin bir bölümü daha Nikopolis ve Tuna’da, Tuna’dan geçirilerek aynı şekilde zorlanabilirdi. Son olarak da Tuna’nın alt tarafındaki Giurgevo ve Brayla’da gösteri saldırıları yapılarak Türklerin gerçekten geçtikleri noktalar hususunda Ruslar yanıltılabilirdi.
Politik amaçlar bir an için dışlanırsa, bunların, Ömer Paşanın planları olması gerektiği hususunda pek kuşku kalamaz. Londra’nın The Times gazetesi, Türklerin Giurgevo’yu fiilen geçişinden sözediyor, ama bunun yanlış bir haber olduğu bellidir. Avrupa’nın en büyük nehrini, üstelik en geniş ve en zor yerinde birbirinden 250 mil uzaktaki iki noktadan, ve azımsanamayacak toplu bir düşman karşısında iki kolordu ile geçmek gibi böylesine büyük, bir hatayı yapacak herhangi bir teğmen bile disiplinli herhangi bir orduda bulunamaz.
Öyle ise Ömer Paşanın manevrasının amacı nedir? Düşmanı yanlardan çevirip yan ile cepheden aynı zamanda saldırarak bütün savaş hattını toparlamak için bir girişimdir. Kendi ana güçlerini bir baskın halinde düşmanın yanlarına saldırtmak, kendi cephesini bir saldırıya karşı korumuş olmak, bir başarısızlık halinde kendi geri çekilme hattının güvenlik altında olduğunu bilmek, ve düşman mevkiini bir yandan öbür yana kadar toparlama sonunda onun hareket merkeziyle bağlantısını kesmek koşuluyla böyle bir manevra kesinlikle yerindedir. Ancak, sözkonusu durumda, bu son koşul yerine getirilmemiştir. Tam tersine, Ömer Paşanın Eflak’taki kolordusunun sağ kanadının çevrilmesi ve dolayısıyla da Kalafat’a giden yolun kesilmesi (bu takdirde tek geri çekilme olanağı Avusturya olurdu) yüzünden, Ömer Paşanın geri çekilmesinin tehlikeye düşülmesi olasılığına karşılık, Bükreş’e yönelmiş Kalafat’a saldırı hiçbir biçimde Rusların geri hatlarını bozamazdı. Bir süre önce, yallarımızda, Türkler için tek kullanılabilir savunma hattının, Tuna’dan itibaren Seret nehri yönüne uzanan, ya da Besarabya’yı Avusturya sınırından ayıran dar arazi şeridi olduğunu belirtmiş olduğumuz anımsanacaktır. Rus haberleşme hattını kesmese bile derhal tehdit edecek bu hareketi yapacak yerde, Türkler, orada bir zafer elde etseler bile hiçbir kesin başarının sözkonusu olamayacağı öteki uçtan saldırmışlardır. Olabilir ki, Türk cephesi saldırılara karşı o kadar güvence altındadır ki, ana hareketler Vidin ile Krayova ya da Slatina arasında cerayan eder ve bu takdirde Ruslar Tuna’yı daha aşağıdan kolay geçemezler. Bu durumda, Türkler, stratejilerinde, tahminlerimizin ötesinde cesaret sahibidirler. Ama aynı zamanda Türk cephesi Vidin’den Rusçuk’a kadar kendilerini düşmandan ayıran geniş nehir engeli karşısındadırlar, ve bu bölümde, nispî bir hareketsizlik zorunlu olacaktır.
Ama gene de esas koşul burada yerine getirilmemiştir.
Bu tür bir manevranın eşsiz bir örneğini, Jena savaşında görürüz.128 Napoléon, savaş güçlerinin tümünü sezdirmeden Prusyalıların sol yanına getirmeyi başardı, ve onları öyle toparladı ki, Prusya ordusu kendi geri çekilme hatlarından yoksun kaldı, yok edildi, ve artık bir ordu olmaktan çıktı. Ama bu manevra yirmi mil karelik bir arazi üzerinde ve yirmi saat içinde tamamlandı. Burada [sayfa 182] ise, ikiyüz kere elli millik ve yolu bulunmayan bir arazi sözkonusudur, ve her harekat için buna göre daha uzun zaman gerekecektir. Napoléon’a, Jena’da tam başarıyı sağlamış olan saldırının baskını, gücü ve şiddeti, burada birkaç az sayıdaki hareketten sonra, sözcüğün tam anlamıyla çamura saplanıp kalır. Haritaya kısaca bakarsak bu durum daha da belirgin olacaktır. Türkler Kalafat’tan Krayova’ya yürümek zorunda kalacaklar. Burada, Transilvanya Alplerinden Tuna’ya akan, Eflak’ı kuzeyden güneye bölen, ve herbiri saldıran bir ordu tarafından zorlanması gereken birer savunma oluşturan nehirlerden ilkiyle karşılaşacaklar. Bu bakımdan arazi, aynen Lombardiya gibidir, ve burada sözkonusu olan Jiu ve Aluta nehirleri, askerî önemleri çok kez denenmiş olan Mincio ve Etsch nehirleriyle karşılaştırılabilir.
Farzedelim ki, Türkler, Jiu nehrini belki kolaylıkla geçtiler; ama o zamanda Slatina yakınlarındaki Aluta ve ilk ciddî direnme ile karşılaşacaklar. Genişliği ve derinliği yüzünden Aluta nehri çok daha korkulacak bir engeldir; bundan başka Ruslar biraz çaba ile, orada, yalnız bütün Türk saldırılarını geri püskürtmek değil, derhal zaferi de sağlayabilecek bir orduyu yığabilirler. Krayova’da bir Rus zaferi ezici değilse büyük bir önem taşımaz, çünkü Türkler üç zorlu yürüyüşle Kalafat’a ve Tuna’ya varabilirler ve dolayısıyla bir takipten korunmuş olurlar. Ama Slatin’de bir Türk yenilgisi oradaki çok daha yoğun Rus kıtaları yığınağı yüzünden daha büyük bir kesinlikte olması bir yana, takip için Ruslara beş ya da altı günlük bir fırsat verir; bir zaferin meyvelerinin savaş alanında değil, yenilmiş bir ordunun tamamen dağılmasını sağlayan takip esnasında toplandığını herkes bilir. Demek oluyor ki, Gorçakov, orada, onunla savaşa tutuşmak isterse, Ömer Paşanın herhangi bir zaman Aluta’yı geçebilecek durumda olması olası değildir, çünkü Türklerin lehine olan bütün olasılıklar hesaba katılsa bile, Ömer Paşanın bu nehrin kenarına 25.000’den fazla asker getirememesine karşılık, Gorçakov buraya rahatlıkla 35.000 kişiyi zamanında toplayabilir. Tuna’nın güney sahilinden Türklerin yan saldırılarına gelince, Türklerde ancak seyrek bulunan çok büyük sayılardaki dubalarla ve diğer malzemeyle donanmış olmayan saldın güçleri oldukça zararsız olurlar. Aluta nehrinin, ve daha doğudaki diğer bir önemli nehir olan Ardşiş’in de başarıyla geçilmiş olduklarını tasavvur etsek bile, Ömer Paşanın Bükreş’teki Rus tahkimatını aşıp sayıca kendisinden üçte-bir üstün olan Rus kıtalarını düzenli bir savaşta bozguna uğratması kolayca düşünülemez.
Demek ki, savaş, Ruslar tarafından genel olarak herhangi bir askerî ilke içerisinde yürütülürse, Ömer Paşanın yenilgisi muhakkak gibi görünmektedir; ama savaş askerî değil de, diplomatik esaslara göre yürütülürse sonuçlar başka olabilir.
Sırbistan’ı tehdit etmek için bu kadar kıtanın oraya gönderildikten sonra Rusların kendiliklerinden Kalafattaki askerî bakımdan önemli mevzilerden geri çekilmeleri; Ömer Paşanın dirençle karşılaşmadan Tuna’yı geçişi, ve Küçük Eflak’taki (Aluta nehrinin batı bölgesindeki) oldukça tedirgin edilmeden ve çok yavaş olarak giriştiği harekat; anlayabildiğimiz ölçüde Türklerin bütün diğer noktalardaki anlamsız saldırıları, ve son olarak da Ömer Paşanın farkında olmadığını kimsenin bir an bile kabul edemeyeceği Vidin’den ilerleme esnasındaki stratejik hata – bütün bu olaylar, birkaç uzmanın vardığı, ama oldukça hayalî görünen bir sonuca ait bazı nedenler gibi görünmektedir. Bu ise, Rusların Küçük Eflak’ı Türklere bırakmak konusunda iki düşman komutanın bir tür zımnî anlaşmaya varmış olmalarından doğmaktadır. Bu anlamı çıkaranlar şöyle demektedirler: Aluta nehri, bütün karanlık kış aylarında her iki ordunun, nehrin iki tarafından birbirini seyredebilecekleri çok rahat bir doğal engel oluşturmaktadır, ve bu arada diplomatlar bir çözüm bulmak için tekrar uğraşabilirler. Ruslar bu kadar geri çekilmekle yüce gönüllülüklerini ve barışçı tutumlarını göstermekle kalmayıp, aynı zamanda, gaspedilmiş bölgeler üzerinde bir tür hak tesis etmiş olacaklar, ve Tuna Prensliklerinin Ruslar ve Türkler tarafından ortak bir işgalin varolan anlaşmalara büyük ölçüde uyduğu anlamını da kapsayacaktır. Bu apaçık yüce gönüllülükleri sayesinde, Ruslar, her zamankinden daha sıkıştırıcı durumda gibi görünen Asya’da onları tehdit eden tehlikelerden kaçınmış ve her şeyden önce de her zaman Türkleri elde bulundurdukları Tuna’nın sol yakasındaki arazi şeridinden kovmaya yetecek güçte olacaklardır. Bu teorinin garip, ama hiçbir zaman yeterli olmayan olumlu bir kanıtı, sarayın güvenine sahip Viyana gazetelerinde açıkça ileri sürülmekte olmasıdır. Bu anlayışın yerinde olup olmadığını ya da düzenli bir savaşın ciddî olarak sürdürülüp sürdürülemeyeceğini önümüzdeki günler gösterecektir.
Artık belli olmuştur ki, Asya’daki her iki taraf da sanıldığından çok daha zayıftırlar. Journal de Constantinople gazetesine göre, 9 Ekimde, Türklerin, Erzurum’da 10.000 kişilik bir ihtiyatı, Batum’da da faal bir ordu olarak ayrılmış 4.000 düzenli ve 20.000 başıbozuk askeri, İran sınırındaki Beyazıt’ta 3.000 askeri, Batum dışında Rus sınırında en önemli iki noktayı oluşturan Kars ve Ardahan’da toplamı 16.000 kişi olan bir öncü gücü bulunmaktadır. Bunlar birkaç gün içinde Suriye’den gelecek 10.000 ya da 12.000 [sayfa 184] taze kıtalarla takviye edileceklerdir. Başka raporlardan çıkardığımızın tersine, bu haberler oldukça büyük bir azalma göstermektedir; 100.000 yerine sadece 65.000 asker! Ama öte yandan İstanbul’dan alınan haberlere inanılabilirse, Tiflis’ten dokuz mil uzağa kadar geri püskürtmüştür ve Gürcistan’daki komutan General Voronzov, bir Türk savaşı halinde, bu bölgeleri elinde tutamayacağını bildirerek 50.000 kişilik bir takviye istemiştir. Bu raporların ne dereceye kadar doğru olduklarını kestiremeyiz; ama Yerkum Kale, Redut Kale ve yukarı Kafkaslardaki öteki noktalara deniz yoluyla palas-pandıras gönderilmiş olan takviyeler, bu bölgedeki Rusya yıldızının pek parlak olmadığını göstermektedir. Bu takviyelerin kapsamı hakkındaki raporlar çelişmektedir; ilkin 24.000 askerin gönderilmiş olduğu söylendi; ama Ruslar böyle bir ordu için gerekli gemileri nereden buldular? 5. Kolordunun (General Lüders) 13. tümeninin oraya gönderilmiş olduğu anlaşılmaktadır; bu 14.000 kadar asker demektir ki, mümkün olandan daha fazladır. 24.555 kişi (anlaşılan Ruslar bu rakamı çok seviyorlar) ile Karadeniz’in Kazaklarının Kafkasya’nın batı ucunu karadan dolaşmış oldukları ve kayalık ve dar kıyı boyunca engellenmeden Redut Kaleye varmayı başarmış oldukları öyküsü, yakından irdelendiğinde bize daha az olası görünmektedir. Karadeniz Kazakları, Kuban ve Terek hattını korumak için esasen başlarını aşan bir işe girişmişlerdir; ve bu güçteki bir süvari kolunun tek başına ve saldırıya uğramadan yüzelli mil uzunluğundaki bir geçitten, düşman halkıyla dolu ve az sayıda askerin onları durdurabileceği ya da kolu ikiye bölebileceği bir bölgeden geçebilmesi – bunlar, bugüne kadar Suvorov’un Massena’yı Zürih’te yenmiş olduğunu iddia eden ancak Rusya’da duyulabilecek şeylerdir.129
Türklerin girişebilecekleri en iyi saha şudur: Düzenli kıtaların Tiflis’e giden yola ani yoğun saldırıları –Türkler denizde tutunabilirlerse kıyı boyunca, bunu yapamazlarsa Kars ve Ardahan üzerinden– başıbozuklara özgü bir yorulmak bilmez, enerjik,ve yıldırım hızlı bir savaş yöntemiyle birlikte; bütün bu hareketler Voronzov’u kısa zamanda çıkmaza düşürür, Şamil ile bağlantı sağlar, ve Kafkasların her tarafından genel bir ayaklanmaya yolaçar. Ama burada cesaret, hız ve hareketlerin birbirine uyumu, Tuna’dakinden daha çok gereklidir. O bölgedeki Türk komutanlarının bu niteliklere sahip olup olmadıklarını bekleyip görmek gerekmektedir.
Yaklaşık olarak 1853’te yazılmıştır.
New-York Daily Tribune
n° 3934, 25 Kasım 1853
Başyazı