Header Ads

Header ADS

TÜRK ORDUSU - ENGELS

Engels
Türk ordusu bugünkü savaşın başlangıcında, daha önce asla ulaşmadığı bir savaş gücü gösteriyordu. Mahmut’un tahta çıkmasından beri, yeniçerilerin katliamından beri251 ve özellikle Edirne Antlaşmasından beri çeşitli yeniden örgütlenmeler ve reform denemeleri toparlanmış ve bir sisteme bağlanmıştı. İlk ve en büyük engel –uzak eyaletleri yöneten paşaların bağımsızlığı– büyük ölçüde giderilmiş, sözün kısası paşalar aşağı yukarı bir sancağın askeri komutanlığına uygun bir konuma indirilmişlerdi. Bununla birlikte, bilgisizlikleri, zorbalıkları ve kıyıcılıkları, Asyalı satrapların en güçlü egemenlik günlerindeki gibi bütün canlılığı ile korunmuştu. Son yirmi yıldır paşaların başkaldırmaları hakkında az şey işittik ise de, en aşağı ev-kölelerinin ve “her işte kullanılan adamlar”ın, soyundan gelen ve yeni mevkilerini rüşvet ve ihtilas ile para yığıp güçlerini artırmak için kullanan açgözlü yöneticilere karşı ayaklanan eyaletler oldu. Bellidir ki, işler bu durumdayken ordunun yeniden örgütlenmesi büyük ölçüde ancak kağıt üzerinde kalabilir. 

Türk ordusu düzenli muvazzaf (görevli) ordulardan (nizam) ve yedeklerden (redif), düzensiz birliklerden ve vasal devletlerin (Vassallenstaaten) yardımcı birliklerinden oluşuyor. 

Nizam, sancaklardan silah altına alınan, kolorduları tıpkı Prus-ya ordusununkiler gibi konaklanmış bulunan, ve toplandıkları eyalette duran 6 kolordudan (ordudan) oluşuyor. Kısaca, göreceğimiz gibi, Türk “nizam”ı ile “redif”inin örgütlenmesi, Prusya örneğine göre olmuştur. 6 ordunun genel karargahları İstanbul, Şumnu, Toli-Manastır, Erzurum, Bağdat ve Halep’tedir. Herbiri bir müşirin (Feldmarschall) komutasında olmak, ve 2 fırkadan (tümenden), daha doğrusu 6 piyade, 4 süvari ve 1 topçu alayı bulunan 6 livadan (tugaydan) oluşmak gerekir. 

Piyade ve süvari Fransız, topçu Prusya sistemine göre örgütlenmiştir. 

Bir piyade alayı, herbiri 8 bölüklü 4 taburdan oluşmuştur ve tam örgütlenmiş haliyle, subaylar ve kurmaylarla birlikte, 3.250 kişiliktir, ya da her taburda 800 kişi bulunmak gerekir. Bununla birlikte, savaştan önce genel kuvvet 700 kişiyi seyrek olarak aşıyordu, ve Asya’da hemen her zaman bunun çok altındaydı. 

Bir süvari alayı, 4 mızraklı süvari bölüğü ile 2 avcı bölüğünden oluşmaktadır ve her bölükte 151 kişi bulunmak gerekir. Genellikle hazır kuvvet burada piyadede olması gerekenin bile çok daha altındadır. 

Her topçu alayı, herbiri 4 topluk 6 atlı ve 9 yaya bataryadan oluşmaktadır, dolayısıyla toplam 60 topu vardır. 

Her orduda 19.500 piyade, 3.700 süvari ve 60 topluk bir kuvvet bulunmak gerekir. Ama gerçekte toplam olarak en çok 20.000-21.000 kişiye ulaşılmıştır. 

6 ordunun yanında 4 topçu alayı vardır (1’i yedek ve 3 u kale topçusu), Kandiya, Tunus ve Trablus’a gönderilmiş toplam 16.000 kişilik 2 baltacı alayı ve 3 özel piyade müfrezesi vardır. 
Nizamın ya da düzenli ordunun toplam kuvveti bundan ötürü aşağıdaki gibi olmak gerekir: 

36 piyade alayı ortalama 2.500’er kişilik .................... 90.000 kişi 
24 süvari alayı, ortalama 660-670’er kişilik ............... 16.000 kişi 
7 sahra topçu alayı ............................................................ 9.000 kişi 
3 kale topçu alayı ............................................................... 3.400 kişi 
2 baltacı alayı ...................................................................... 1.600 kişi 
Müfrezeler ........................................ .................... ............ 16.000 kişi 
[Toplam] .................... ..................................136.000 kişi 

Erler, nizamda 5 yıl hizmet ettikten sonra terhis edilir ve bunu izleyen 7 yıl boyunca redifleri ya da yedekleri oluşturur. Bu yedekler birçok ordu, fırka (tümen), liva (tugay), alay, vb. oluşturur, toplu hazır ordu gibi; gerçekte onlar, Prusya’da silah altına çağrıda ilk sıradaki redif erleri gibidir; yalnız bir tek fark vardır: Prusya’da yedekler tugay düzeninde ve redif erleri olarak, büyük askerî kıtalara topluca bağlıdır, oysa Türkiye’deki örgütlenmede onlardan  ayrı tutulmaktadır. Redifin subayları ve assubayları, depoları, sürekli birlikte bulunur, ve redif yılda bir defa eğitime çağrılır, bu sırada rütbedeki ücret ödeme ve yedirip yatırma, olduğu gibi alıkonur. Ama böyle bir örgütleme, Türkiye’nin gerçekleştirmekten çok uzak olduğu iyi dengelenmiş bir sivil yönetimi ve toplumun sivilleştirilmiş bir aşamalanmasını önkoşul olarak gerektirdiği için, redif büyük ölçüde yalnızca kağıt üzerinde varolabilir, ve bundan dolayı, bunlarla nizamın kuvvetini eşitleyerek hesaplarsak, kuşkusuz en olanaklı sayıyı buluruz. 

Yardımcı kontenjan birlikler şöyle meydana gelmektedir: 

1. Tuna Prenslikleri .......................6.000 kişi 
2. Sırbistan .................................. 20.000 kişi 
3. Bosna ve Hersek ....................30.000 kişi 
4. Yukarı Arnavutluk ....................10.000 kişi 
5. Mısır .......................................... 40.000 kişi 
6. Tunus ve Trablus ....................10.000 kişi 
Toplam yaklaşık................... 116.000 kişi 

Bu birliklere Küçük Asya’nın, Kürdistan’ın, ve Suriye’nin çok sayıda verebileceği gönüllü başıbozuklar da katılmalıdır. Bunlar, geçmiş yüzyıllarda Macaristan’ı işgal eden ve Viyana önünde iki defa görünen o kalabalık düzensiz birliklerin en son kalıntılarıdır.252 Çoğunlukla süvari olarak, iki yüzyıl hemen hemen sürekli yenilgiye uğradılar, ve en kötü donatılmış Avrupalı süvarilerden aşağı durumdadırlar. Kendilerine güvenleri yitti, ve artık düzenli birliklere ayrılmış stokları har vurup harman savurarak orduda asalaklık etmekten başka işe yaramamaktadırlar. Yağma eğilimleri ve güvenilmez mahiyetleri, onların, Rusların Kazaklardan beklediği etkili ileri karakol görevini yapmalarına bile engeldir; çünkü başıbozuklar, en sıkışık durumda kullanılırsa, o zaman pek az şey bulmak zorundadırlar. Bugünkü savaşta onların kuvvetlerini sınırlamak amaca uygun görünmektedir, ve herhangi bir zamanda 50.000 kişiden daha çoğunun toplanacağını sanmıyoruz. 

Böylece Türk ordusunun savaşın başlangıcındaki sayısal kuvvetleri aşağıdaki gibi tahmin edilebilir: 

Nizam ................................................................................................. 136.000 kişi 
Redif ................................................................................................... 136.000 kişi 
Mısırlı ve Tunuslu düzenli yardımcı birlikler ................................... 50.000 kişi 
Bosna ve Arnavutluk’tan düzensiz yardımcı birlikler .................... 40.000 kişi 
Başıbozuklar ....................................................................................... 50.000 kişi 
Toplam .................................................................................. 412.000 kişi 

Gene de genel toplamdan biraz düşülmelidir. Avrupa’da konaklayan orduların epeyce iyi durumda ve sayıca tam olduğu, Türki-ye’de de umulabildiği gibi, oldukça kesin görünüyor; ama Asya’da ve müslüman halkın çoğunlukta olduğu uzak eyaletlerde, erler hazır durumda olabilirse de, ne silah, ne donanım, ne de cephane bulunabilir. Tuna ordusu, aslında 3 Avrupalı ordudan oluşuyordu. Onlar, Avrupalı rediflerin, Suriye kolordusunun ya da onun önemli bir kesiminin, belirli sayıda Arnavutun, Boşnağın ve başıbozuğun da katıldığı bu ordunun çekirdeğiydi. Bununla birlikte, Ömer Paşanın olağanüstü öngörüsü –birlikleri savaş alanında tehlikeye atmakta, daha bugünden kaçınması– onun Türkiye’nin sahip olduğu bu biricik düzenli iyi ordunun savaş gücüne ancak sınırlı bir güveni bulunduğunun kanıtıdır. Eski Türk ihtilas ve kayıtsızlık sisteminin daha hiç bozulmadan kaldığı Asya’da 2 nizam ordusu, bütün redifler ve toplanan düzensizler yığını, sayıca daha az durumdaki bir Rus ordusuna bir defa olsun karşı koyamadılar; her muharebede yenildiler, öyle ki 1854 seferinin sonunda Türkiye’nin Asyalı ordusu nerdeyse var değildi. Bundan anlaşılıyor ki, yalnız onların ayrıntılarındaki örgütlenme değil, birliklerin büyük bir kesiminin kendisi de gerçekte var değildir. Kars’taki ve Erzurum’daki yabancı subaylar ve gazete muhabirleri, durmadan silah, donanım, cephane ve erzak yokluğu ile ilgili kuşkulu haberler veriyorlar ve bunun nedeninin paşaların kayıtsızlığı, yeteneksizliği ve açgözlülüğü olduğunu, yanlış anlamaya fırsat vermeden açıklıyorlar, onlara düzenli olarak para gönderildiğini, ama onların, paraları kendi ceplerine attıklarını söylüyorlar. 

Türk düzenli ordusunun bütün donanımı Batılı ordulardan ödünç alınmıştır. Biricik fark, kırmızı fes ya da keptir ki, bu, iklim için belki de en az elverişli başlıktır. Donanım parçalarının niteliği kötüdür, ve daha önce görüldüğü gibi, subaylar yeni gereksinimler için verilen parayı ceplerine attıkları için, giysiler uzun zaman giyilmek zorundadır. Piyade silahlan da, süvari silahlan da az değerlidir; yalnız topçunun, İstanbul’da Avrupalı subayların ve sivil mühendislerin yönetiminde dökülmüş çok iyi sahra toplan vardır. 

Türk, aslında hiç de kötü asker değildir. Yaradılıştan cesur, son derece dirençli, sabırlı ve aynı zamanda belirli koşullarda itaatlidir. Onun güvenini bir defa kazanan Avrupalı subaylar, Grech ile Butler’in Silistre’de ve İskender Beyin (İlinski) Eflak’ta saptadıkları gibi, ona güvenebilirler. Ama bunlar istisnalardır. Genellikle Türkün “gavur”a karşı doğuştan nefreti öyle bastırılmaz ve alışkanlıkları ve düşünceleri bir Avrupalınınkinden öyle farklıdır ki, savaş sahnesinde egemen oluş olarak kaldıkça, sürekli ve pek büyük bir nefret duyduğu hiçbir insanın buyruğuna girmez. Türkler, orduları Avrupa orduları örneğine göre düzenleneli beri, bu nefreti ordu düzenine karşı da genişlettiler. Sade Türk, gavur kurumlarından, gavurun kendisinden tiksindiği kadar tiksinir. Üstelik, modern bir orduda istenen sert, disiplin, düzenli çalışma, sürekli dikkat; uyuşuk, mütevekkil, kaderci Türkün son derece nefret ettiği şeylerdir. Subaylar bile, ordunun yenileceğini, kafa yormadan ve çabalamadan, önceden kabul ederler. Bu, Türk ordusunun en kötü karakter çizgisidir ve her saldırı seferinde işe yaramaz hale getirmeye yalnız bu bile yeter. 

Erler ve assubaylar gönüllülerden ve kura ile seçilir; erattan kimselere bazan alt subay rütbeleri verilir, ama kural olarak bunlar yüksek rütbeli subayların at uşaklarından, hizmet erlerinden, çubukculardan ve kahvecilerden seçilir. İstanbul’daki o bir zamanlar çok iyi olan askerî okullar, boş mevkiler için yeterince genç yetiştirmemektedir. Yüksek rütbelere gelince, Batılı ulusların hiç bilmediği bir iltimasçılık vardır. Generallerin pek çoğu, bir zamanların Çerkez köleleri, gençliklerinde herhangi bir büyük adamın Mignon’u olmuş kimselerdir. Tam bilgisizlik, yetersizlik ve kendini beğenmişlik kesinlikle egemendir, ve saray entrikaları, yükselmek için başlıca yoldur. Orduda bile, bütün mekanizmanın dağılıp bozulmasını önlemek için gereksinmeselerdi, birkaç Avrupalı general (dönmeler) kabul edilmezdi. İşler böyle olunca, gerçekten yararlı adamlar da, katışıksız serüvenciler de farksız kabul edilmektedir. 

Bugün, üç seferden sonra, Ömer Paşanın, bir kesimi Tuna boyunca ve öbür kesimi Kırım’da bulunan 80.000 kişilik gerçek ordusu sayılmazsa, bir Türk ordusunun varlığından sözedilemez. Asyalı ordu, sefere elverişsiz ve yenilgilerle morali bozulmuş, yaklaşık 25.000 kişiden oluşmaktadır. Geri kalan 400.000 kişilik kesimin ne olduğunu, savaş alanında mı, yoksa hastalıklardan mı öldüğünü, yaralandığı, ve hizmet-dışı mı bırakıldığını, yoksa eşkiya mı olduğunu kimse bilmiyor. Çok olasıdır ki, bu, aslında son Türk ordusu olacaktır, çünkü İngiltere ve Fransa ile ittifak sayesinde dayandığı şoktan onu kurtarmak, Türkiye’den beklenebilenden daha büyük bir iştir. 

Türk cesareti için aşırı bir hayranlık uyandırmış olan Oltenitza253 ve Cetate savaşlarındaki günler geçmiştir. Ömer Paşanın etkin olmayan direnmesi, Türkiye’nin askerî gücü hakkında o parlak Silistre savunmasının bile tümüyle gideremediği kuşkuları uyandırmaya yetti. Türklerin Asya’daki yenilgisi, Balaklava’dan kaçması, Eupatoria’daki savungan tutumu ve Sivastopol ordugahında kesinlikle etkinsiz olmaları, onların askerî güçlerini genel olarak değerlendimeye doğru bir ölçü sağladı. Türk ordusunun durumu öyleydi ki, oraya kadar onun genel değeri hakkında bir yargıda bulunmak tümüyle olanaksızdır. Kuşkusuz her görev için yetenekli, çok cesur ve iyi yönetilmiş birkaç alay vardı, ama onlar göze çarpar azınlıktaydı. Piyadenin büyük kesimi beraberliği sağlayamadı, ve bu yüzden, seferi hizmette işe yaramaz hale geldi. Düzenli süvari, her Avrupa devletininkinden kesinlikle aşağı durumdaydı. Topçu, orduların en iyi kesiminden daha iyiydi, ve sahra topçu alayları görev başarırlıkta yüksek bir düzeye ulaştılar; kuşkusuz, subayların istediği birçok şey, yapılmadan kalmış olmakla birlikte, erler, görevleri için doğmuşlardı. Görüldüğü gibi erler hiç kuşkusuz ellerinden geleni yapmaya istekli olmakla birlikte, redifler genellikle örgütsel eksiklik gösterdiler. Düzensizlerden Arnavutlar ve Boşnaklar yetkin gerillalardı, ama hepsi o kadar; başıbozuklar sanki değersiz iken ve hatta değersizden de kötüyken, onlar müstahkem mevkilerin savunulması için biçilmiş kaftandılar. Mısır kontenjanı, Türk “nizam”ı gibi, aşağı yukarı aynı düzeyde göründü, Tunus kontenjanı ise hemen hemen hiçbir şeye yaramıyordu. Bu kadar kötü yönetilen içinde bu türlü kötü bir komutanın egemen olduğu böyle alaca-bulaca bir ordunun, üç seferde çöküp gitmesine şaşılmaz. 

Putham’s Monthly 
n° XXXVI, Aralık 1855
Blogger tarafından desteklenmektedir.