Header Ads

Header ADS

BİRMİNGHAM KONFERANSI – DANİMARKA’DA VELİAHTLIK SIRASI – DÖRT GÜVENCE - MARKS

I
Londra, 27 Temmuz. – Yönetimsel Reform Birliğine karşı Londra’da bir “Devlet Reform Birliği”249 kuruldu. Komitesine Ernest Jones’u ve başka birkaç çartist önderi çağırdı. Önceki gün yapılan açık toplantıda, parlamento, reformu ve genel seçme hakkı ilkelerini ana eğilim olarak bildirdi. 

Birmingham Konferansı, oturumlarını 23 Temmuzda bitirdi. Hepsi de egemen sınıfların ve onların hükümetteki ve parlamentodaki temsilcilerinin dış politikası hakkında bir karara varmak için Birmingham’da toplanan Huddersfield, Newcastle-upon-Tyne, Londra, Halifax, Sheffield, Leeds, Derby, Bradford, Nottingham ve Birmingham delegelerinden oluşuyordu. Çartistler, Birmingham Daily Press’in işaret ettiği gibi, “niyetlenilen her hareketi, bunun gibi kesilmeye uğratmamışlardı. Buna gönülden katılıyorlardı, çünkü onlara düşman ya da yabancı hiçbir şey duymuyor, kısaca hiçbir sınıf çıkarı gütmüyorlardı.” 

Urqugart’ın fabrika bölgelerindeki varlığı, oturumlarında  sonuna kadar hazır bulunduğu bu dikkate değer konferansa, damgasını, tartışmasız vurdu. Zaman darlığı bu konferansa katılma çağrısına uymamızı engellediği için, konferansın bize gönderilen basılı raporundan birkaç ilginç belgeyi ancak şimdi özet halinde bildiriyoruz. 250 Kont Malmesbury ile konferansın kurduğu komitenin yazmanı arasında aşağıdaki mektuplaşma oldu:[251]

“Bayım! Birmingham Konferansına katılma çağrısını almaktan onur duydum. Çağrınıza uymak elimde değil. Bu arada, size 8 Mayıs 1852 tarihli Danimarka Antlaşması hakkında istenen ayrıntılı bilgiyi vermekte acele ediyorum. Bu antlaşmanın eğilimi hakkında yanılıyorsunuz. ‘Antlaşma ile Rusya’nın Danimarka’da Schleswig-Holstein’da veliahtlık sırasını garanti edeceği’ doğru değildir. Rusya, antlaşmadan önce sahip olmadığı bu günlük ya da geçici hiçbir çıkar sağlamadı. Şimdilik Danimarka tahtının dört erkek varisi sağdır. Antlaşma, bunların hepsi ölürse, yüce müttefiklerin –yani Avusturya, Prusya, Rusya, İngiltere, Fransa ve İsveç’in– Danimarka kralının, Danimarka monarşisinin bütünlüğü ilkesine dayalı olarak veliahtlığın garanti edilmesi için yapacağı bundan sonraki önerileri dikkate almakla yükümlü olmalarını buyuruyor. Bu uzak olasılık gerçekleşebilirse, müttefik devletler, Danimarka’daki veliahtlık sırasını düzenlemek için toplanacaklar; ve ben, antlaşmayı, 8 Mayısta, Rusya ile birlikte imzalamış beş devletin, böyle bir durumda, Rusya sanki Holstein-Gottrap parlamentosunun başı imiş gibi, onun bütün Danimarka monarşisini kendi topraklarına katmasına boyun eğip eğmeyeceğini sizin yargınıza bırakıyorum.”


Lord Malmesbury’nun mektubu böyle. Bu mektuba konferansın  yazmanı şu karşılığı veriyor:

“Lordum! Birmingham Konferansı, beni, Danimarka Antlaşması hakkındaki ayrıntılı bilgi için size teşekkür etmekle görevlendirdi. Bundan, dört taht varisinin olası ölümü halinde, İngiltere ve Rusya, bir yandan Danimarka kralı ile farklı devletler arasında, öte yandan Danimarka, Schleswig ve Holstein arasında üçüncü kişi olarak arabuluculuk yapmakla yükümlüdür. Böyle arabuluculuğun hangi hakka dayandığını kavrayamıyoruz, ve bunun için soruyoruz ki, böyle ahlak ve yasadışı bir eylemden uzak durmaya güç yetirebilmemiz için, Rusya ile savaş olayından yararlanmak gerekecektir. Bunlar, sizin görüşünüzde, altı devletin karakterinin Rus burjuvazisiyle uyuşmayı gerçekleştirebileceği anlamına geliyor. Rusya değilse, tüm monarşiye kimin vekalet etmesi gerektiğini sizden öğrenmek konusunda çok istekliyiz, İngiltere, Rusya’yı evrensel varis ilan ettirmeyi amaçlamıyorsa, Rusya’nın Holstein-Gottorp’tan vazgeçmesini neden antlaşmanın koşulu haline getirmedi? Lordluğunuz sözkonusu antlaşmayı imzaladıkları için, bu sorunun yanıtsız olduğu, ya da sizin bunu herhangi bir kimseden daha yetkili olarak yanıtlayacağınız öngörülüyor. Bundan ötürü, lordluğunuzun bu soruyu yanıtlamasını ve böylece büyük bir huzursuzluk kaynağını kurutmasını dilemekle görevlendirildim.”

Lordluk, soruna yalnızca biçimsel olarak katıldığını açıklayabiliyor ise de, mektuplaşma bu noktada elbette kesiliyor. Palmerston, sonraki antlaşmanın paragraflarını ve ilkelerini saptayan tutanağı Baron Brunnow ile şimdiden imzalamış bulunuyor.[252]

Konferansta, farklı sorunlar hakkında inceleme ve rapor verme konusunda, farklı komiteler vardı. En önemlisi, hiç tartışmasız, karakteristik yerlerini aşağıda bildirdiğimiz Dört Nokta ile İlgili Komisyonun Muhtırasıdır:

Barış ilkesi olarak dört ilkenin karakteri hakkındaki inceleme sırasında, komiteniz Viyana Konferansında korunan gelişmeyi; böyle bir gelişme için karşılıklı devletlerce gösterilen desteği ve muhalefeti; bu noktaların Fransız ve İngiliz hükümetlerince ilk defa ortaya konduğu zamanı ve tarzı; onların ilk fışkırdığı kaynağı, ve onların, savaşın kabul edilen konusu ile –Osmanlı İmparatorluğunun bağımsızlığı ve bütünlüğü ile– ilişkisini gözönünde tuttu. Dört noktanın ilk kaynağının aşağıdaki önerisinde, 29 Haziran 1854’te, Kont Nesselrod’un telgrafında ortaya konmuş ve Türkiye’deki Hıristiyanların Haklarının Pekiştirilmesi başlığı altında buluyoruz: 

“Babıâlinin bütün hıristiyan uyrukları için sağlanan yurttaşlık haklarının dinsel haklardan ayrılmaz olduğu düşüncesinden çıkarak hemen açıklıyoruz ki, bunun, imparatorun Babıâliye önerilerinde gerçekleşmesi halinde, anlaşmazlık ortadan kaldırılır ve majesteleri bu ayrıcalıklar için Avrupa’nın bir güvence vermesi amacıyla işbirliğine hazır olur.” 

Türkiye’nin içişlerine yalnız bir devletin sürekli müdahalesini değil, tersine, beş devletin müdahalesini öngören bu öneri, İngiltere ve Fransa’da dört nokta halinde kabul edildi ve Drouyn de l’Huys tarafından, 22 Temmuz 1854’te, Kont Nesselrod’a yanıt olarak gönderilen telgrafta aşağıdaki biçime sokuldu: 

“Hangi mezhebe bağlı olurlarsa olsunlar, Babıâlinin uyrukları üzerinde herhangi bir resmî koruyuculuk yapma hakkını hiçbir devlet iddia etmemelidir; tersine, farklı hıristiyan cemaatlerin dinsel ayrıcalıklarının yaptırımını ve gözetimini Osmanlı İmparatorluğunun inisiyatifinden almak için, ve sultanın yücegönüllü niyetlerini onun farklı din kardeşlerinin yararına yöneltmek için, ve bundan onun tacının şerefine ve bağımsızlığına hiçbir zarar gelmemesi için, Fransa, Avusturya, Büyük Britanya, Prusya ve Rusya karşılıklı işbirliği yapmalıdırlar." 

Bu dört noktanın sonucu, Osmanlı İmparatorluğunun bağımsızlığını yıkmaktır ki, bu, savaşın kabul edilen amacını korumaktır; ama bunun yasadışılığı, Fransa ve İngiltere tarafından önerilen bu teslimin Türkiye’nin rızası olmaksızın kabul edilmesi gerçeğinde, ve Türkiye’nin kaçınmasına karşın, davanın Viyana Konferansında tartışılmasındadır. Sidney Herberts’in dediği gibi, “Sorun müttefiklerimizle değil de, düşmanlarımızla uzlaşmamız yüzünden karışıyor.” 

Barış istemek için Rusya tarafından savaşa sürükleniyor ve zorlanıyorsak, üçüncü bir devlet için böyle bir öneride bulunmaya kalkışmamalıyız. Bu yasadışılığı gidermek için, önce açıkça Rusya’nın yanına geçmek ve Türkiye’ye savaş açmak, İngiltere ve Fransa için zorunluydu. 

4. nokta Türkiye’nin bağımsızlığından vazgeçmek olduğu gibi, 1. nokta da Türkiye’nin bütünlüğünden vazgeçmektir; ve 4. noktada olduğu gibi, vazgeçmek, ilgili tarafların rızası olmaksızın olursa, o zaman 1. noktanın geliştirilmesi için, böyle uzlaşmak kesinlikle Türk yetkililerce saklı tutulmuş kalır. 

Eflak, Buğdan ve Sırbistan’ın Türkiye’den ayrılmasının, onların Türkiye’nin uyruğu olagitmeleri gerektiği güvencesi altında gizlendiğini anlıyoruz. “Bu eyaletler üzerinde bundan böyle hiçbir dış müdahale işletilmeyecektir” ibaresi, ortak hükümdar olarak Babıâliye tanınan aynı yeri beş devlete tanıyan 5. maddede geliştiriliyor. Viyana Konferansının altıncı birleşiminde Fransa ile İngiltere’nin Eflâk ile Buğdan’ın Avrupa’nın hükümdar ailelerinin birinden seçilmiş bir prensin buyruğu altında bir tek devlet halinde birleşmesi önerisinde kesinlikle tamamlanıyor. Gerek İngiltere’nin kabul edilen amacı ve gerek müttefiklerimizin hakları bakımından bu telgraflaşmanın rezilliği, Türkiye için, Fransız ve İngiliz silah kuvvetlerinin en küçük yardımı olmaksızın, Rus ordularının Türkiye topraklarını terketmeye zorlandığı bir zamanın gelmesi koşulu ile daha da katmerleştiriliyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünden ve bağımsızlığından  vazgeçmek, böylece Sivastopol çıkarmasından önce olduğu için, kendiliğinden anlaşılıyor ki, yardım kaynaklarını kurutarak Türkiye’yi teslime zorlamak, ve aynı zamanda İngiltere’ye Rusya’ya karşı bir zafer kazandığı görünüşünü vermek amacı ile bu çıkarmaya girişilmiştir.

Neue Oder-Zeitung 
n° 349, 30 Temmuz 1855


II

Londra, 28 Temmuz. – 2. noktayla ilgili olarak Birmingham Belgesi şöyle sürüyor:

İkinci nokta Tuna’da serbest ulaşımdı. Tuna deltasını Rusya’ya devri gereğince, serbest gemi ulaşımının kesilmesi, Türkiye’ye 1829 Edirne Antlaşmasında kabul ettirilmişti. Tuna deltasının devri, 6 Temmuz 1827 tarihli ve Rusya’ya Türk topraklarını ele geçirmeyi yasaklayan Londra Antlaşmasına aykırıdır. İngiltere’nin bu yasadışı toprak ele geçirmeye başlangıçta ses çıkarmaması ve sonradan aynı şeyi onaylaması, devletler hukukunun sürekli bir çiğnenmesiydi. Bunun nedeni olarak, barışı korumak bahanesi ileri sürüldü, ve bu bahane, bugünkü savaş durumunda elbette kendiliğinden ortadan kalktı. Tuna deltasının Türkiye’ye devri, İngiltere’nin Rusya’ya karşı her gerçek savaşında vazgeçilmez bir öneriydi. Ama Rusya’ya yapılan İngiliz önerilerinde Tuna deltasıyla ilgili her şey, Tuna’daki serbest ulaşımda çıkarı hemen Türkiye’ninkinden sonra gelen Avusturya’yı incitme aracı haline getirildi. Viyana Konferansının 21 Mart 1855 günlü dördüncü birleşiminde, Avusturya yetkilisi Baron Prokesch, Rusya’nın Tuna deltasının tarafsızlığını onaylamasını önerdi. Rus yetkilisi, “dolaylı bir istimlak görünüşünü veren bir uzlaşmaya razı olacağı’’ karşıtlığını verdi. Lord John Russell, Avusturya’nın çok yerinde önerisini desteklemedi, ve sorun 23 Martta Rusya’nın Tuna deltasında kullanım hakkının gözetilmesiyle karara bağlandı. Russell, bu noktayı tümüyle Rusya’ya bıraktıktan sonra, 12 Nisanda Lord Clarendon’a şunu yazdı: “Kont Buol, bana, Tuna ağzındaki adalarını tarafsızlığı üzerinde direnmediğini, çünkü, böyle bir durumda Rusya’nın konferansı bırakmayacağından emin olduğunu” söyledi. 16 Nisanda, Lord John Russell, “Avusturya’nın herhangi bir toprak devrini desteklemek istemediğini” Lord Clarendon’a telgrafla bildirdi. Avusturya’nın, Tuna deltasının tarafsızlığını yarı-sakınarak desteklemek isteyeceğini önce bir yana bıraktıktan sonra, ardından, Avusturya’nın bunu tümüyle desteklemeyeceğine garanti verdi, çünkü deltanın Türkiye’ye devri, Lord John’un 23 Martta kendisini Rusya’ya bağımlı kılması ile ortadan kalkmıştı; ve Lord Clarendon’a şimdi “Tuna ağzında bulunan ve Edirne Antlaşması ile teslim edilen adaların Türkiye’ye devrini istemeyi” öneriyordu. 

3. noktada şöyle denmektedir: 1841 Antlaşması, antlaşan devletlerce Avrupa dengesinin çıkarı, Rus egemenliğinin Karadeniz’de sınırlanması bakımından yeniden gözden geçirilmelidir! Bu nokta dürüstçe yorumlanırsa şu anlama gelir: Birincisi Rus egemenliğinin sınırlanması; ikincisi Çanakkale ve İstanbul boğazlarında Türkiye’nin haklarının yeniden eski haline getirilmesi. Sultanın boğazlardaki ayrıcalıklı denetiminin yeniden eski haline getirilmesi için hiçbir koşul öne sürülmüyordu. Bu, ana antlaşmaların savaş olgusu ile geçici olarak ortadan kalkması nedeniyle tanınıyordu. Sorunun bu basit yanına Viyana Konferansında bir defa olsun değinilmedi. 

Rus egemenliğinin sınırlanmasına gelince, Kont Buol 20 Mayıs 1855 günlü mektubunda haklı olarak şuna işaret ediyordu: “Bizim görüşümüze göre, müttefiklerin ortak çabaları, Rusya’nın politik egemenliğini, onun maddi yardım kaynaklarını, olanaksız değilse, en azından son derecede güçleştirecek şekilde sınırlamaya yönelmelidir. Rus donanmasının Kara-denizde zayıflatılması, hatta tümüyle yok edilmesi, Rusya’nın coğrafî konumundan ötürü Türkiye’ye karşı olan üstünlüğünü ortadan kaldırmaya tek başına yetmez.” 

İngiliz hükümetinin parlamento karşısında başvurduğu hileler arasında, sadece, Rusya’nın Karadeniz’deki deniz egemenliğini sınırlama hilesi başarılı olmamıştır. Savaşın amacı, ilan edildiği gibi olsaydı –Osmanlı imparatorluğunun toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı–, o zaman Rusya’ya aşağıdaki barış koşulları önerilmesi olurdu: 1. Tuna deltasının de Jure[253] sahibi olan Türkiye’ye devri; 2. Rusya’nın savaş giderleri için tazminat ödemesi.

Birkaç noktaya daha işaret ettikten sonra belge aşağıdaki sözlerle son buluyor:

Komitemiz, hükümetin bütün üyelerinin eşit ölçüde kusurlu olduğuna inanmamaktadır. Dört dışişleri bakanının, Clarendon’ın, Russell’ın, Aberdeen’in ve hepsinden önce Edirne Antlaşmasının onaylamasını güvenceleyen, çoktan beri geçersizleşmiş bir borcu savaş zamanında bile Rusya’ya ödeyen, Hünkar iskelesi, Çanakkale Boğazı, Balta Limanı antlaşmalarının taslağını hazırlayan ya da onaylayan, Polonya’ya, Sicilya’ya, Lombardiya’ya karşı ihanetleri, Fransa’ya, İran’a, İspanya’ya ve Danimarka’ya ihanetinden daha az olmadığı için, yalnız Türkiye’nin değil, bütün Avrupa uluslarının da uzlaşmaz düşmanı olarak damgalanan adamın, Palmerston’ın, müstesna durumu görmezlikten gelinemez. O, İngiliz hükümetinde, hiç direnmeden hükmedebilmek için önce suç ortaklığına sürüklediği, onun gizli niyetini görmekte fazla zayıf not alan bütün diğer bakanların bakanıdır. Ancak İngiliz yasasının vatan hainliğini verdiği cezanın yerine getirilmesi, halkı, yabancı bir devlete hizmet etmiş olan suikastçilerden kurtarabilir.

Neue Oder-Zeitung 
n° 351, 31 Temmuz 1855
Blogger tarafından desteklenmektedir.