SAVAŞTA GELİŞMELER - MARKS – ENGELS
Austerlitz güneşi suda eridi. Paris’te güven içinde açıklandığı ve inanıldığı üzere, 2 Aralık238 gününü kutlamak üzere Sivastopol önünde büyük bir savaş verilecekti. Ne var ki, General Canrobert’den gelen 3 Aralık tarihli rapordan anlaşılıyor ki, “bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı, yollar kesildi, siperler yağmur suyuyla doldu. Bunun üzerine kuşatma işleri –ve tüm öteki işler– durduruldu.”
Şimdiye dek Çernaya’da Ruslar saldırı, müttefikler savunma üstünlüğüne sahipti. Sivastopol surlarında ise durum tersineydi. Başka deyişle Çernaya’da Ruslar, alanı elde tutacak ölçüde üstündüler, müttefikler ise yerlerini koruyabilmekle birlikte üstün değildiler. Buna karşılık Sivastopol’da, kuşatmayı sürdürecek ölçüde kuvvetli olan müttefiklerle Rus garnizonu arasında hemen hemen denge olduğu için, müttefiklerin çabaları gerçi dışardan engellenmedi ama, gözle görülür bir ilerleme de sağlayamadı. Kuvvet oranlarının değişmek üzere olduğu görülüyor. Bunun sonucu olarak müttefikler, görünüşe göre, Rusları Çernaya’dan geri atacak güce erişme noktasına ulaşmaktalar. Böyle bir durumda Inkerman’ın yukarı kesimini elden kaçıracak olan Ruslar iki türlü davranabilirler. Ya dönüp giderler ve Kuzey Kalesinde mevzilenirler, ya da ana kuvvetleriyle daha içerilere çekilirler. Müttefikler kendilerini oralarda fazla izleyemez. Müttefikler şubat ayından önce, kuzey karargahı kuşatacak ya da çekilen bir orduyu Bahçesaray’dan öteye izleyecek kadar kuvvete ulaşamazlar. Bahçesaray dolaylarında bir yerde mevzilenecek bir orduya karşı müttefikler ikinci bir savaş veremezler. Her iki durumda da Çernaya’ya göre dönmek zorunda kalacaklardır. Güneyde Sivastopol bir saldırı karşısında yenik düşmedikçe, gerçekte bu ilerleme ve gerileme oyununun böylece bütün kış boyunca oynanması olasıdır. Ama kuşatmaya ilişkin haberler öylesine yetersiz ki, bu noktada, Sivastopal’un düşmesi hiç de olası görünmüyor demekten başka bir şey söyleme olanağı yok. Paris’in Moniteur gazetesinde 7 Aralık tarihinde yayınlanan ve Londra gazetelerinde de yeniden yer verilen bir haberde, müttefik orduların birdenbire üstünlüğü ele geçirdiklerinin ve büyük yağmurdan sadece iki gün sonra “kentin kuşatılmasını hemen hemen tamamladıklarının belirtildiğini biliyoruz. Bu yalan haber, apaçık ortada ki, boşa çıkarılan 2 Aralık kehanetinde bir değişiklik yapmak amacıyla uydurulmuştur.
Kısa süre önce toplam Rus ordusu ve dağılımı konusunda bir açıklama yapmıştık. O zaman, nerdeyse bir milyonun dörtte-üçüne ulaşan bu ordunun henüz üçte-birinin bile faal harekatta yer almamış olduğunu ve geri kalan üçte-ikinin büyük bir kesiminin Avusturya’yı tehdit için kullanıldığını belirtmiştik. Kırım’a gönderilen takviyelere karşın, o zamandan bu yana durum pek fazla değişmemiştir. Çünkü, Dannenberg’in, Sivastopol’ün yardımına giden kolordusu, Tuna ordusundan çekilmiştir. Bu kolordu bir süre önce takviye almıştı. Rusya’nın büyük Batı ordusunun, yani Avusturya sınırında toplanmış bulunan 300.000 kişilik birliklerin durumunda görülen tek esaslı değişiklik, bu kuvvetin sol kanadının, Besarabya ve Orta Dinyester’e doğru bir ölçüde uzatılmasıdır. Böylece bu ordu, Besarabya’dan çekilmeleri halinde Tuna ordusunun kalıntılarını toparlayabilecek bir duruma gelmektedir. Büyük Batı ordusu, bunun yanısıra, bir-iki tümenini Kırım’a ve bir miktar takviyeyi Tuna’ya göndermiş de olabilir. Ancak bütün olarak gücü zayıflamamıştır ve Revel’den üçüncü muhafız tümeninin ve daha bazı yedek kuvvetlerin gelmesi, ayrılan birliklerin eksikliğini giderecektir.
Ne var ki, olabildiği sürece, işgali sürdürüyor görünmek için Besarabya’ya yerleştirilen Tuna ordusu, tamamen parçalanmış ve tören birliğine dönüşmüş bir kuvvet olarak kabul edilebilir. Liprandi’nin ve ardından, Dannenberg’in kuvvetlerinin ayrılışı, bu orduyu tüm 4’üncü kolordusundan (10’uncu, 11’inci ve 12’inci tümenler) yoksun bıraktı. Geri kalan beş tümenden (7’inci, 8’inci, 9’uncu, 14’üncü ve 15’inci tümenler) kıyı bölgelerinin işgali için gerekli olan askerlerle Bender ve İsmail’den Herson ve Nokalayev’e kadar olan kalelerin garnizonları çıkarılırsa ve Tuna’daki iki harekatta verilen büyük yitikler dikkate alınırsa, bu beş tümenin, herhangi bir harekat için 15.000 askerden fazlasını biraraya getiremeyeceği görülecektir. Bu tümenler kıyı bölgesine yakındırlar ve nerede bir kıyı varsa, Kıtanın içinde çok etkin olan Rus savunması, orada aşırı ölçüde topallamaktadır. Bu birlikler, birçok kaleyi ve depoyu, düşman filolarının saldırısına karşı korumakla görevlidir. Bu nedenledir ki, izah ettiğimiz üzere, bu beş tümeni oluşturan 30.000 ya da 35.000 askerin yarısı dahi savaş alanına sürülmeye elverişli değildir.
Tuna ordusunun dağıtılması, Rusların aldığı büyük stratejik kararların çoğu gibi, çok iyi seçilmiş bir adım olarak görünüyor. (Aslında hatalar, kararın kendisinde değil, ama uygulamada oluyor.) Gerçekten de İngiliz-Fransız birlikleri, Kırım harekatına gırtlaklarına kadar battıklarına göre, Tuna’da Ruslara karşı koyacak herhangi bir düşman kalmıyor. İki harekatın neden olduğu yeri asla doldurulamayan yitiklerden sonra 40.000 kişiyi güç bulan Ömer Paşa ordusu, Batı diplomasisinin de yardımıyla öyle bir duruma geldi ki, İsmail kalesini kuşatmaya ve bu kuşatmayı korumak ya da Rusları püskürtmek üzere bir birlik ayırmaya elvermez oldu. Bundan başka, birkaç ay önce Besarabya’ya yapılacak bir saldırı, düşmanın dikkatini büyük ölçüde üstüne çekebilirdi, ancak şimdi böyle bir saldırı da askerî açıdan amaçlanır olmaktan çıktı. İşte bu nedenlerle Ömer Paşanın ordusu şimdi Kırım’a gönderiliyor. Bu durumda güney-batıda Ruslar için tehlike olabilecek tek kuvvet Avusturya ordusudur. Bu ordu 270.000 kişilik bir kuvvet Galiçya’yı, Transilvanya’yı ve Buğdan’ı işgal ediyor. Her şeyin ötesinde, bu kuvvetin gemlenmesi zorunludur. Çünkü bu kuvvet Rusya’ya karşı düşmanlığa girişirse, Besarabya’nın ve hatta Buğ’a kadar uzanan toprakların bırakılması ve harekatın ya Polonya kalelerindeki saldırı üslerinden ya da Kiev’le Dinyeper’deki savunma üslerinden yönetilmesi gerekebilir. Her iki durumda da Tuna ordusunun bağlantısı kopabilir. Bu ordu, güneyin bozkırında kendisine bir üs aramak zorunda kalabilir. Böyle bir çaba ise, bol bol at ve koyun sürüsü besleyen, ancak çok az insanın karnını doyurabilen bir toprakta kolay iş değildir. Öte yandan Avusturya Rusya’yla birlik olursa, ya da tarafsız süngülerinin ucunu Alplere ve Ren’e çevirirse, o zaman ya Polonya’daki ordu, Tuna’ya güçlü bir kolordu yolladıktan sonra, Avusturyalıların yedeği olmak üzere Almanya’ya yürüyebilir ya da Avusturyalılar kitle halinde Tuna’ya akarlar ve İstanbul üzerine yürüme riskine girerler. Her iki olasılık, Tuna’da tören birliğinden daha güçlü bir birlik bulundurulmasını gereksiz hale getirmiştir.
Avusturya’nın bu savaşta işbirliği yapmasına gelince, doğal ki, söyleyeceklerimiz varsayımlardan öteye gitmez. Avusturya’nın 2 Aralıkta Fransa ve İngiltere’yle yaptığı söylenen ittifak Antlaşmasının şanlı-şatafatlı ilanının, parlamento için kurulmuş bir tuzaktan başka bir şey olmadığı anlaşılmıştır. Antlaşmanın açıklanmasından hemen sonra biz bu konuda okurlarımızı uyarmıştık.
Kraliçenin konuşmasında antlaşmadan şöyle sözediliyor: “Size memnuniyetle haber verebilirim ki, Fransa imparatoruyla birlikte, Avusturya imparatoruyla bir antlaşma yaptım. Bu antlaşmadan ortak davaya büyük yararlar umuyorum.” Ancak Lord Derby’nin ağır baskısı karşısında Aberdeen: “Biz, sadece kamaranın, haşmetmeaplarının bir antlaşma yaptığını ve bu antlaşmadan, kendilerinin (yani Aberdeen’in) önemli yararlar umduklarını bilerek memnunluk duyacağını söylüyoruz” diyecek kadar açılmıştır.
Kamaraya verdiği tüm memnunluk işte bu kadar. Avam Kamarasında ise Disraeli, Lord John Russell’ı bir adım daha ileri gitmeye ve övünülen İttifak Antlaşmasının bir antlaşma ve ittifak olmadığını itiraf etmeye zorlamıştır. Lord Russell, bu antlaşmanın Avusturya’yı hiçbir şeyle bağlamadığını, buna karşılık eğer Avusturya Rusya’ya savaş ilan ederse, Batılıları Avusturya’yla saldırı ve savunma bağlantısına ve bunun yanısıra, yıl sona ermeden önce, ünlü dört temel nokta üzerinde Ruslara barış önerisinde bulunmaya zorladığını ikrar etti. Bu durumda Avusturya, “son anda”, Batılıların dört temel noktayı yorumlayışlarıyla görüş birliğinde olmadığını öne sürerek, “sözünden dönmüş olmaksızın” ittifaktan cayabilirdi. Lord John Russell’ın şanlı 2 Aralık Antlaşması hakkındaki açıklamalarının sonucu, Londra ve Paris’te para değerinin derhal düşmesi oldu.
Bir yıl önce İngiliz karma hükümeti, Sinop katliamına, Alman devletleriyle ittifak yapılmasını sağlamak için izin vermiş gibi görünmeye çalışıyordu. Şimdi bu Alman devletlerinden biriyle, bir Türk filosunun değil, ama olsa olsa bir İngiliz ordusunun yitirilmesinin bedeli olabilecek, sahte bir antlaşmadan sözediliyor. Bu arada da son günlerin Alman gazeteleri, İngiliz parlamentosunun açılışında, hantal mekanizmasını yeniden işletmek üzere olan Viyana Konferansı hayaletinin yeniden görüneceğine dair ilk belirtilerin ortaya konduğu güvencesini bile veriyorlar.
Bununla birlikte, Lord John Russell’a göre, Avusturya, Rusya’yla savaşa sürüklenmesi olasılığından sözettiğine ve Rus ordusunun Avusturya sınırındaki durumu da aynı olasılığı ortaya koyduğuna göre, bir an için Avusturya’nın ve hatta Prusya dahil, Almanya’nın geri kalan devletlerinin Batılılara katılacaklarını düşünebiliriz. Rusya böyle bir olasılığa göğüs germeye ne ölçüde hazırdır?
Her ne kadar 1812’de Rusya’ya karşı harekete geçirilen Kıta ordusu, bu ülkenin nisan ya da mayıs ayında sınırlarında karşılaşabileceği ordudan çok daha zayıf idiyse de ve her ne kadar, o zaman İngiltere düşmanı değil, dostçu idiyse de, Rusya şimdi, topraklarına işleyecek düşman orduları ne kadar çok sayıda olursa, o orduların yenilmeleri olasılığının o kadar fazla olduğu düşüncesiyle ve öte yandan, o zamankine bakışla ordusunun şimdi üç kat daha büyük oluşuyla teselli bulabilir.
“Kutsal Rusya”nın saldırılamaz olduğunu düşündüğümüz için söylemiyoruz bunu. Tam tersine, sadece Avusturya’yı bile askerî açıdan Rusya’yla denk görmekteyiz ve Avusturya ile Prusya birleşirse, salt askerî olasılıklar açısından, Rusya’yı onur kırıcı bir barışa zorlayabilecekleri inancındayız. Asıl Almanya çapında bir ülkeye toplanmış olan kırk milyon insan, dağınık altmış milyon Rusla başa çıkabilir. Rusya’ya Batıdan girişilecek bir saldırının stratejisi, Napoléon tarafından yeter açıklıkla saptanmıştır. Eğer strateji-dışı koşullar, Napoléon’u, planından saptamak zorunda bırakmasaydı, Rusya’nın toprak bütünlüğü 1812’de ciddi olarak tehlikeye düşerdi. Bu plan, Dvina ve Dinyeper’e yürünmesi, orada tahkimat, depolar ve ikmal yönünden bir savunma mevzii kurulması, Dvina’daki müstahkem mevkilerin alınması ve Moskova’ya yürüyüşün 1813 ilkyazına kadar bekletilmesiydi. Napoléon, siyasal nedenlerle, subaylarının Litvanya’daki kışlalardan yakınmaları nedeniyle ve kendisinin yenilmez olduğuna körü körüne inandığı için, mevsimin sonuna yaklaşırken, bu planını bir yana koydu, Moskova’ya yürüdü. Sonuç biliniyor. Fransız Ordu Levazım Dairesinin kötü yönetilmesi ve Fransız askerlerinin kalın, kışlık giysileri olmayışı, felaketi büyük ölçüde artıran öğeler oldu. Eğer bu noktalarda aksama olmasaydı, Napoléon geri çekildiği Vilna’da gene de, Rusların, karşısına çıkarabileceği ordudan sayıca bir kat fazla bir orduya komuta ediyor olabilirdi. Yaptığı hatalar önümüzde duruyor. Bu hatalardan hiçbiri olmaz hatalar türünden değil. Napoléon’un Moskova’ya kadar işleyebilmesi, Charles XII’nin Poltava’ya yürüyüşü, her ne kadar güçse de, bu ülkeye girilebileceğinin kanıtıdır. Muzaffer bir orduyu bu ülkenin kalbinde ayakta tutmaya gelince, bu, harekat hattının uzunluğuna, ya da üslerin uzaklığına ve güven içinde olup olmayışlarına bağlıdır. Napoléon’un Ren’den Eylau’ya ve Friedland’a kadar olan harekat hattı, uzun harekat hatlarının, faal ordu birlikleri üzerindeki engelleyici, olumsuz etkisi açısından aşağı yukarı Brest-Litovsk ile Moskova arasındaki bir harekat hattına eşit olacaktır. (Polonya kalelerinin ilk yıl içinde alındığını varsayıyoruz.) Bu eş-değerlemede, kuşkusuz, harekat üslerinin Vitebsk, Moghilev ve Somolensk’e uzatılmış olması gereğini de dikkate almıyoruz. Oysa böyle bir hazırlık yapılmaksızın Moskova üzerine yürümek, doğal ki tehlikeli olurdu.
Rusya’da nüfus dağılımı seyrektir. Ama unutmamalıyız ki, merkez bölgeleri –Rus milliyetçiliğinin ve gücünün tam kalbi–, Orta Avrupa’nın nüfusuna eşit bir nüfusa sahiptir. Polonya’da – yani Polonya Rus Krallığını oluşturan beş hükümet– ortalama nüfus dağılımı, yaklaşık olarak böyledir. Rusya’nın en yoğun nüfuslu bölgeleri –Moskova, Tula, Riyazan, Nijni-Novgorod, Kaluga, Yaroslavl, Smolensk, vb.– Büyük Rusya’nın tam kalbidir ve bir bütündürler. Onları güneyde, aynı biçimde çok nüfuslu olan Kiev, Poltava, Çernigov, Voronej, vb. izler. Toplam olarak yirmidokuz bölge ya da yönetimde nüfus yoğunluğu, Almanya’nın yarısı kadardır. Rusya’da nüfusun seyrek olduğu yerler doğu ve kuzey bölgeleri ve güneydeki bozkırlardır. Batıdaki eski Polonya toprakları da –Minsk, Mogilev ve Grondo– Dinyester ile (Polonya) Bug arasındaki geniş bataklıklar nedeniyle, göreli olarak daha seyrek nüfusa sahiptir. Ama ilerleyen bir ordunun, arkasında Polonya’nın, Volhynia ve Podolya’nın tahıl üreten ovaları, önünde, yani savaş alanında da Orta Rusya ovaları bulunan bir ordunun, eğer işleri iyi düzenlerse ve Rusya’da ulaşım olanaklarını nasıl kullanacağını da Ruslardan öğrenirse, gıda sağlama yönünden korkması için hiçbir neden yoktur. 1812’de görüldüğü gibi, geri çekilen bir ordunun bütün kaynakları harabetmesine gelince, bu, sadece bir harekat hattı üzerinde ve onun yakın çevresinde sözkonusu olabilir. Eğer Napoléon, Smolensk’ten ileriye doğru yürüyüşte acele etmeseydi ve kampanyayı çok kısa süre içinde bitirmeye kalkışmasaydı, çevresinde gayet geniş kaynaklar bulabilirdi. Ama ivedi davrandığı için, kendi yürüyüş hattının yakın çevresi dışında, ülkenin öteki yerlerinden gıda maddesi toplama olanağı yoktu. Ayrıca tedarik birliklerinin, köyleri birbirinden ayıran geniş çam ormanlarına girmekten de çekindikleri anlaşılıyor. Gıda maddesi sağlamak üzere kuvvetli süvari birlikleri ve çok sayıda araba ayırabilen bir ordu, gıda maddesi olarak, istediği her şeyi kolaylıkla elde edebilir. Moskova’nın bir ikinci kez yakılıp yerlebir edilmesi de artık olası değildir. Böyle bir durumda bile, Smolensk’e çekiliş önlenemez ve çekilen ordu, orada her türlü olanağa sahip, iyi hazırlanmış bir harekat üstü bulabilir.
Ancak kararlaştırılacak şeyler salt askeri sorunlar değil. Böyle bir savaşı sonuçlandıracak bazı siyasal gelişmeler de olmak zorundadır. Almanya’nın Rusya’ya karşıtlığını ilan etmesi, Rusya’nın Polonya’yı yeniden kurmasının işareti olabilir. Nikola, doğal olarak, Litvanya’dan ve öteki Batı Rus eyaletlerinden ayrılmayacaktır, ama Polonya Krallığının ömürlü olabileceğini kim söyleyebilir? Bir şey kesin: Böyle bir gelişme, son kırk yıldan beri kendine liberal ya da ilerici diyenlerin Polonya için tasladıkları gayretkeşlikteki sahteliğe son verecektir. Bunu, doğal olarak, Rusların Macaristan’ı harekete geçirme çabaları izleyecektir. Eğer Macarlar kararsızlık gösterirlerse, unutmayalım ki, Macaristan nüfusunun üçte-ikisi, Macarları yönetici ve zorbalıkla gelip oturmuş aristokrasi olarak gören Slavlardan oluşmaktadır. Öte yandan böyle bir durumda Avusturya, Macaristan’ı devrimci Avrupa haritasının dışına çıkarabilmek için, eski Macar Anayasasını yeniden canlandırmakta duraksamayacaktır.
Avusturya’nın Batı ittifakına katılmasının, ne ölçüde geniş bir askerî ve siyasal çıkarlar perspektifine yolaçacağını göstermek ve tüm Avrupa’nın Rusya’ya karşı bir savaş vermesi olasılığını belirtmek için sanırız bu kadarı yeter. Karşı varsayım, ilkyazda bir-buçuk milyon askerin Batılı devletler karşısında saf tutması ve Avusturya-Prusya ordusunun Fransız sınırlarına yürümesidir. Böyle bir durumda, kesindir ki, savaşın yönetimi, bugünkü önderlerinin elinden çıkacaktır.
Yaklaşık olarak 14-15 Aralık 1854’te yazılmıştır.
New-York Daily Tribune
n° 4276, 1 Ocak 1855
Başyazı