SİLİSTRE KUŞATMASI - ENGELS
Bundan seksen yıl kadar önce, Katerina II’nin muzaffer orduları, şimdi Güney Rusya denen eyaletleri birbiri ardına Türkiye’den koparırken, ozan Derjavin, bu imparatoriçenin belki görkemini değil, ama zaferlerini ve imparatorluğunun mukadder büyüklüğünü övme alışkanlığında olduğu lirik coşkularından birinde, anılası iki dize söylemişti. Bu iki dizede, çarlık siyasetinin, bugün bile sürüp giden, tahkir edici cesaretinin ve kendine güvenin yoğunlaştığını görebiliriz:
“Sana ittifakın ne gereği var,
“İlerle ey Rus, evren senindir!”
Eğer Rus ilerleyebilseydi, bu, bugün bile doğru olabilirdi. Ne var ki ilerlemenin önüne, kararlı bir engel konmuştur. Bunun sonucu olarak da Rusya, en azından şimdilik, evrene sahip olmayı bir yana koymak zorunda bırakılmıştır. Ama onun onurunu çok inciten şey, geldiği yoldan geri giderken, sadece evrene egemen olma sözünü yerine getirememiş olması değil, ama almaya andiçtiği basit Silistre Kalesinin anahtarlarını bile geride Tuna’da bırakmak zorunda kalmasıdır. Daha da acısı, geride, bu tek savaşta ya da hastalık sonucu ölen elli bin dolaylarında kardeşinin kemiklerini bırakmasıdır.
Savaşın başından bu yana yer alan askeri olaylar arasında askeri açıdan en önemlisi, kuşku yok ki, Silistre kuşatmasıdır. Rusların askeri harekatının başarısız kalmasına neden olan Seretin gerisine çekilme olayını bir kat daha haysiyetsiz duruma getiren şey, bu kalenin almamasıdır. Kuşatmanın ilk aşamaları hakkında okurlarımıza itinalı ve umarız açık bir çözümleme sunmuştuk. Şimdi, en sonunda, resmî Rus raporlarını da aldıktan sonra, tüm olayı, taraflardan hiçbirine haksızlık etmeksizin bir sonuca bağlayabiliriz. Ortaya koyduğu noktalarda aydınlık, açık ve düzeni olan, ama birçok noktayı gözlerden uzak tutma hatasını bol bol işleyen Rus raporlarının yanısıra, elimizde bir de (Bengal topçusundan) teğmen Nasmyth’in Londra’daki The Times gazetesinde çıkmış bir haberi var. Bu rapor, kuşatmanın eksiksiz bir güncesi; ilgi çekici bazı ayrıntıları kapsıyor, ama oldukça düzensiz hazırlanmış, bazan da tarihlerde yanılmış. Kuşatmayla ilgili olarak daha önce öne sürdüğümüz görüşleri ve vardığımız sonuçları bu son anlatılanlar, sadece bir nokta dışında tamamen doğruluyor demek yerinde olur. Bu tek nokta şu: Biz kuşatmanın ileri aşamasında Türklerin Arap Tabyasını savunmaktan vazgeçmek zorunda kalabileceklerini düşünmüştük. Oysa Türkler bu hisarın savunmasını bırakmamışlardır. Aynı zamanda anlaşılıyor ki, Ruslar da, harekat sırasında, bizim kuşkulandığımızdan da ötede bir müsriflikle davranmışlardır. Her şeyden önce, tek başına olan hisarları tümden çevirme ve Silistre’nin ana duvarlarında bir gedik açma umuduyla Ruslar, kalenin Tuna ovasına bakan doğu kanadına sürekli olarak saldırmışlardır. Bu girişim orijinal olsa bile, bundan başka bir şey değildir. Böyle bir saldırı, kanat kesiminde düşmanın, tahkim ettiği tepelerden denetimi altında bulundurduğu bir arazide, olsa olsa başlangıçta siperlerin açılmasına ve kaleye ilk yaklaşımların geliştirilmesine elverebilir. Bu birinci saldırıdan sonra, sözkonusu tepelere karşı ikinci, ya da kesik kesik saldırılara girişilmiştir. Keşif çıkışları ve akınlarla iki hafta yitirildikten, binlerce Rusun ölmesine ya da sakatlanmasına neden olunduktan sonra bu tepelere karşı sürekli bir kuşatma uygulanmıştır. Rusların yetenek gösterisini anlatmak için bu kadarı yeter. Şimdi, kuşatma dönemine ilişkin ayrıntılara gelelim.
Haziranın ilk günü Ruslara yeni bir dizi kuşatma topçusu katıldı. Tuna’nın sol kanadından aktarılan bu topçular, bir batarya olarak Arap Tabyasına karşı yerleştirilmişti. Türkler hisarın istihkamları dışındaki eğimli araziye mayın döşemişlerdi. 2 Haziran günü Silistre komutanı Musa Paşa bir top mermisiyle vurularak öldü. Aynı gün akşama doğru Ruslar Arap Tabyasının burçlarından birinin altında bir mayın patlattılar. Ancak o saatlerde istihkamların önündeki eğimli arazinin tepesine varamamış olduklarına göre, bu mayının tam yerine yerleştirilmiş olması olası değildir. En az direnecek düşman hattı kadar, uzaklıkların da yanlış hesaplanmış olması gerekirdi. Bunun sonucudur ki, mayın patladığı zaman, Türk savunmasına zarar vermek şöyle dursun, geriye, Rus siperlerine bir taş ve toprak yağmuru yağmasına neden oldu. Saldırıya geçecek birlikler burada toplanmıştı. Bu taş ve toprak yağmurunun onları ne duruma getirdiğini düşünün. Kaleyi Rusların ne ölçüde ablukaya alabildiklerini anlamak için bir gerçeği belirtmek yeter. O da şu: Aynı gün, Silistre’nin güney-batısındaki Rasgrad’dan 5.000 kişilik bir Türk başıbozuklar topluluğu çember içindeki kasabaya ulaşmayı başarmışlardır.
Haziranın 4’ünden 8’ine kadar Arap Tabyasına karşı saldırılar sürdürüldü. Ruslar istihkamların önündeki eğimli araziye vardılar ve tepeye doğru, düşman hatlarına yanaşabilmek üzere cesaretle bir sıçan yolu açtılar. Ne var ki onlar bu işi yaparken, kendi topçularından pek zayıf bir destek görmüşlerdi. Ruslar burç altındaki hendeklere mayın yerleştirmeye koyuldular. İşler böylece sürerken, 9 Haziran günü Mareşal Paskeviç, açıklaması olanaksız silahlı gösterilerinden birini daha yaptı, kaleye karşı 31 tabur, 40 süvari bölüğü ve 144 sahra topçusuyla yeni ve büyük bir yoklama saldırısına daha girişti. Bu girişimden ne umduğunu hiç kimse söyleyemez. Belki de bu saldırı sırasında ciddi bir girişimde bulunmaya elverecek bir olasılık ortaya çıkabilir diye düşündü, belki de en azından, düşmana, kendisine karşı konamayacağı izlenimini vermek için böyle yaptı. Ancak saldırı, Türkler üzerinde hiç de böyle bir etki bırakmadı. Tam tersine, Türkler, düşman üzerine 4.000 süvari çıkarttılar. Rusların bülteni bu süvari birliğinin korkunç bir yenilgiye uğradığını öne sürüyor. Nasmyth ise süvarilerin, çatışma sırasında 60 Rus süvari askerini yakalayıp getirdiklerini belirtiyor. Aynı zamanda Paskeviç, kendi yararına bir şeyler keşfedeyim derken, kendisi bir Türk top mermisi tarafından keşfedildi, hors de combat kalmasına ve Yaş kentine götürülmesine neden oldu.
Ayın 10’unda kuşatma bunalım noktasındaydı. Schilders’in son umudu olan büyük mayın patlatıldı. Gerçekten de mayın, Arap Tabyasının ön duvarında işe yarar bir gedik açtı. Ama onların da beklemiş olduğu üzere Türkler, ana duvarın biraz gerisinde, bir coupure[210] ya da önü hendekli bir ikinci siperi çoktan hazırlamış bulunuyorlardı. Bu nedenle gedikten gelen Ruslar kendilerini kapana kıstırılmış ve öldürücü bir ateşle yüzyüze buldular. Şimdi, saldırıya geçen bir kolun ilerlemesi durdurulduğu anda, o kol yenilmiş demektir. Çünkü surların gerisine saklanan, topçu ateşiyle de desteklenen düşmanın, her atışını yerine vardırabildiği bir uzaklıktan açtığı ateş, saldırı kolunu birkaç dakika içinde geri çekilmeye zorlar. İşte bu nedenle Ruslar da işin kolayını, girdikleri gedikten geri kaçmakta buldular. Kendilerini, Türkler, ta Rus siperlerine kadar kovaladılar ve bu arada kuşatma amacıyla kurulmuş yerleri bir ölçüde yıktılar. Bu saldırı, Rusların Silistre’ye karşı giriştikleri son ciddi hareketti. Kuşatmaya son verilmesine dair buyruk gelinceye kadar, görünüşte ve salt ad olarak kuşatma sürdürüldüyse, bu sadece görünüşü kurtarmak içindi. Abluka öylesine güçsüzdü ki, ayın 12’sinde, Şumnu’dan gelen Avrupalı subaylar kaleye girmekte hiç güçlük çekmediler.
Ruslar, aşağı bölgedeki siperlerini, Mayısın 19’unda açmışlardı. Arap Tabyasına karşı kurdukları 7 batarya, 22 Mayıs günü işe koyuldu. Bu hisara karşı ertesi gün 15 top daha getirildi. Ancak gene de, Rusların açıklamasına göre, Arap Tabyasına karşı düzenli saldırılara 31 Mayıs tarihinden önce başlanmadı. Bu durumda öyle görünüyor ki, ayın 21’inde ve 22’sinde kurulan top bataryaları birinci safı oluşturuyordu. Bu saftaki bataryalara, kaleyi dövmek üzere ağır topçu yerleştirilmişti. 31 Mayıstan 10 Hazirana kadar Rus bataryaları, kaleye 100 yarda kadar uzaklığa, yani istihkamların önündeki eğimli arazinin eteklerindeki üçüncü safa kadar ilerledi. Ancak ne hisara çıkan eğimli arazi kaplanmış, ne de istihkam topçusu yerine yerleştirilmişti, sadece daha önce de belirtildiği gibi, eğimli arazide, tepeye çıkmak ve mayın yerleştirmek üzere bir sıçan yolu açılmıştı. Bütün raporların belirttiği üzere, Arap Tabyası, arazi tahkimatından daha ileri bir şey değildi. Genişti, ama sürekli dayanma gücü azdı. Tabyanın, Hasan Paşa komutasındaki dört taburla 500 başıbozuktan oluşan savunma güçlerinin tutumu, en yüksek övgüye hak kazanmış bulunuyor. Düşmanın dokuz gün boyunca uzaktan açtığı topçu ateşi, onbir gün boyunca süren açık saldırılar, iki mayın ve dört ya da beş akın, tümü hezimetle sonuçlandı. Savaş tarihinde Arap Tabyası gibi bir dış tabyanın böylesine dayandığı bir başka olay bilmiyoruz. Bu savunmaya en benzer savunmalar 1807’de Colberg’in Prusyalılar, 1813’te de Danzig’in Fransızlar tarafından savunulmasıdır.
Bütün kuşatma boyunca, böylesine önemli bir noktayı kurtarmak ya da desteklemek üzere Ömer Paşanın hiçbir şey yapmamış olması hayli şaşırtıcıdır. Ancak Ömer Paşanın, Vidin Valisi Sami Paşaya yazdığı mektuptan öğrendiğimize göre, Ruslar, Tuna’nın sol yakasına çekildikleri zaman Ömer Paşa, Silistre’ye yardıma hazırlanmıştı. Mektupta şöyle diyor:
“Bütün kıtalarımızı Şumnu önünde topladığımı, ve ileri harekata, kaleyi kurtarmak için hazırlandığımı biliyorsunuz. Altı süvari alayı ve üç batarya daha önce bu amaçla Şumnu’yu terketmişti. Rusların bu harekatı haber almış bulunmaları yüzünden kıtalar bütün topçularıyla birlikte acele olarak sol sahile geri çekilmişlerdir. Kalenin kırk günlük kuşatılması esnasında 25.000 asker kaybetmişlerdir.”
Şimdi Rusların ne yapacağına karar vermek olanaksız. Bazı Viyana gazetelerine göre, Buseo’nun gerisinde mevzilenmeyi düşünüyorlar, ancak aynı gazeteler Rusları geri iten şeyin Avusturya korkusu olduğunu iddia ediyorlar, oysa Avusturyalılar Buseo’yu da kanattan çevirme durumundalar. Eğer Ruslar Buğdan’ı elde tutmayı denerlerse, Galiçya ve Bukovina’da Avusturya kendilerini kanattan çevirebilir. Ama Polonya’daki Rus birlikleriyle Podolya ve Volhiniya’daki Rus orduları zamanında birleşebilirlerse bir kez daha Avusturya’yı kanattan çevirebilirler ve Galiçya’nın kuzeydoğu kesimini San’a ve Dinyester’e kadar tehdit edebilirler.
Bir an için siyasal düşünceleri bir yana koyar ve Avusturya’nın, Rusya’ya karşı girişilecek bir saldırıda müttefiklerle birleşmeye hazır olduğunu varsayarsak durum şudur: Avusturya, savaş alanına müttefiklere katılmak üzere, 200.000 ile 250.000 arasında asker getirebilir. Müttefikler ise, 100.000 ile 120.000 arasında Türkler, 60.000 de İngilizler ve Fransızlar olmak üzere, 160.000 kadar asker çıkarabilirler. Bu kuvvetlerin karşısına Rusya, Tuna ordusundaki dört kolorduyu çıkarabilir. Yitikler bir yana bırakılırsa bu ordu, yedekleriyle birlikte yaklaşık 200.000 askerden oluşmaktadır. Panintin’in komutasındaki ikinci kolordu ve üç süvari yedek kolordusu da bir miktar piyade yedeği ve yeniden askere alınacak takviyelerle birlikte 180.000 kişiye ulaşabilir. Böylece Rusya’nın tüm askeri gücü 350.000 kişilik bir güç olabilir. Bu kuvvetten, Kırım’ı ve Güney Rusya’nın bazı kesimlerini savunacak garnizonları düşmek gerekir. Bu rakama, 15.000 kişilik Fin kolordusu, Polonya’nın ve Baltık eyaletlerinin savunulması için ayrılmış koruyucular, tahrip birlikleri ve birinci kolordu katılmamıştır. Bütün noktalar dikkate alınırsa, karşıt orduların göreceği güç farkı, Rusya’nın, kurallara uygun bir savunmada kalırsa, ılımlı bir başarı kazanmayı düşünebilmesini engelleyecek kadar büyük değildir.
Eğer son diplomatik haberlerin ve Buğdan sınırındaki kesin hareketsizliğin belirttiği üzere Avusturya, karşıt güçlerin arasına girmekten başka bir niyet taşımıyorsa, o zaman yıl boyunca, Buğdan’da ya da Besarabya’da herhangi bir olayın patlak vermeyeceğini kesinlikle düşünebiliriz.
Yaklaşık olarak 6 Temmuz 1854’te yazılmıştır.
New-York Daily Tribune
n° 4139, 25 Temmuz 1854